Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 3

Total number of words is 4069
Total number of unique words is 1777
31.9 of words are in the 2000 most common words
46.6 of words are in the 5000 most common words
54.3 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
görsün,  karşı  mahalleden  mezarlığa  doğru  bir  cenaze  gidiyor.  Cenaze,  Hoca’nın  imdadına 
yetişince o da hemen cevabını veriverir: 
“Arkadaşlar, ben de sizin sorunuzun cevabını biliyordum, ama bakın benden önce şu 
giden cenaze cevabı verdi. Görüyor musunuz o, ölçmüş, biçmiş ve gidiyor.”  
95. Önden Buyur Yiğidim 
Günlerden bir gün Hoca, ziyaret için mezarlığa doğru yola koyulur. Oraya varınca birdenbire 
karşısına kocaman bir köpek çıkar.  
Hoca korkudan ne yapacağını şaşırır. Bulduğu taşı kaptığı gibi köpeğe fırlatır.  
Köpeğe”hoşt  hoşt”  diye  bağırarak  onu  korkutup  uzaklaştırmak  ister.  Köpek  de  köpek  ha! 
Korkup kaçacağı yerde daha çok hırlar ve Hoca’nın üzerine doğru hücum eder.  
Hoca, bakar ki köpeğin kaçmaya hiç niyeti yok. Çareyi bir mezar taşının arkasına sığınmakta 
bulur ve; 
“Anlaşıldı. Mademki bana senden önce geçiş yok, sen önden buyur yiğidim.” der.  
96. Ördek Çorbası İçiyorum 
Nasreddin Hoca hayattayken büyük bir kıtlık olur. Bırakın eti, bir lokma ekmeği bile bulmak 
çok  zordur.  Evde  bulduğu  kuru  ekmek  parçalarını  alan  Hoca,  Akşehir  Gölü’nün  kenarına 
geldiğinde  bir  de  ne  görsün,  gölde  ördekler  yüzüyor.  Hoca,  bunlardan  birkaçını  yakalamak 
isterse de başaramaz. Ardından da yorgun argın bir ağacın gölgesine oturur ve evinden getirdiği 
kuru ekmeği suya bandıra bandıra yemeye başlar.  
O  sırada  çevreden  geçmekte  olan  insanlar,  Hoca’nın  bu  garip  hâlini  görünce  dayanamaz  ve 
sorarlar: 
“Hayrola Hocam, ne yapıyorsun?” 
Nasreddin Hoca: 
“Görmüyor musunuz, ördek çorbası içiyorum.” diye cevap verir.  
97. Padişah mı Büyük Çiftçi mi? 
Nasreddin Hoca bir köye gittiğinde halk, Hoca’yı imtihan etmek ister: 
“Hocam, padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?” diye bir soru sorarlar.  
Hoca şöyle bir arkasına yaslanır, sonra da sakalını sıvazlar ve; 
“Bunu  bilmeyecek  ne  var,  elbette  çiftçi  büyük,  eğer  çiftçi  olmasa  padişah  acından 
ölürdü.” der.  
98. Parayı Veren Düdüğü Çalar 
Nasreddin  Hoca  günün  birinde  evinin  ihtiyaçlarını  gidermek  üzere  eşeğine  biner  ve  pazara 
doğru yola koyulur. Bir süre gittikten sonra çocuklar Hoca’nın yolunu keserler ve; 
“Hocam, nereye gidiyorsun?” diye sorarlar.  
“Pazara gidiyorum.” 
“Bize düdük alır mısın?” 
“Elbette alırım.”  
Bu arada çocuklardan birisi Hoca’ya bir miktar para verir, diğerleri ise Hoca’ya iyi dileklerde 
bulunurlar.  
Pazar alışverişini bitiren Hoca, yorgun argın evine doğru dönerken çocuklar yolunu keserler.  
“Hocam, hoş geldin.”  
“Hoş bulduk çocuklar.” der.  
Ardından çocukların istekleri başlar: 
“Hocam, bizim düdük, Hocam benim düdük, Hocam bana yok mu?” gibi sözleri işiten 
Hoca, cebinden çıkardığı düdüğü para veren çocuğa uzatır. Bu defa diğer çocuklar; 
“Olur mu Hocam, hani bize, hani bize?” diye şikâyete başlarlar. Bunun üzerine Hoca; 
“Çocuklar,  çocuklar!  Parayı  veren  düdüğü  çalar,  bakın  arkadaşınız  parayı  verdi, 
düdüğünü nasıl öttürüyor.” deyiverir.  
99. Peşin Parayı Görünce Ne de Güzel Gülüyorsun 
Nasreddin Hoca komşularından birine borçlu olup bir türlü ödeyememektedir. Alacaklı birkaç 
defa kapıyı çalınca Hoca; 
“Komşu, çok kısa bir süre içerisinde borcumu sana ödeyeceğim.” der.  
Komşusu biraz şaşkın vaziyette; 
“Bu iş nasıl olacak, ne zaman ödeyeceksin?” deyince Hoca; 
“Bak  komşu,  kapının  önüne  çalı  ektim,  çalılar  ilkbaharda  yeşerecek,  sonra  çalıları 
sertleşecek…” 
“Eee…” 
“Kapının önünden geçen koyunların yünleri çalılara takılacak…” 
“Sonra?” 
“Sonra  mı,  bu  yünleri  toplayacağız,  hatunla  birlikte  kabartacağız,  sonra  kirmanda 
eğireceğiz,  son  olarak  da  pazarda  satacağız.  O  zaman  senin  paranı  ödeyeceğim.”  deyince 
alacaklı acı acı gülmeye başlar.  
Alacaklısının bu tavrı üzerine Hoca; 
“Ah komşu ah, peşin parayı görünce ne de güzel gülüyorsun.” der.  
100. Pilavla Görüşüvereyim 
Akşehirli zenginlerden bir tanesi Nasreddin Hoca’yı iftara çağırır. Sofraya oturdukları zaman 
ilk olarak çorba gelir. Çorbadan bir kaşık alır almaz ev sahibi hizmet edenlere; 
“Bu nasıl çorba, çabuk değiştirin!” der.  
Arkasından sofraya güzel bir et yemeği gelir. Ev sahibi yemekten bir parçayı yedikten sonra 
öfkeli bir sesle; 
“Nerede bu aşçı? Ben ona baharat koyma demedim mi? Çabuk değiştirin bu yemeği!” 
der.  
Et  yemeğinden  sonra  sıra  baklavaya  gelir.  Baklavayı  gören  Hoca  ‘Bakalım  buna  ne  kusur 
bulacak?’ diye içinden geçirirken ev sahibi âdeta kükreyerek; 
“Ahmak herifler, aç karnına baklava yenir mi? Kaldırın bunu.” der.  
Bu  sırada  Nasreddin  Hoca  yerinden  fırlar  ve  arkada  sırasını  beklemekte  olan  etli  pilavdan 
yemeğe başlar. Hoca’nın bu hareketi karşısında şaşıran ev sahibi; 
“Aman Hocam, ne yapıyorsun? Sofraya getirseydik…”deyince Hoca cevabını veriverir: 
“Vallahi  Efendi,  sen  sofraya  gelenlerin  hesabını  göredur.  Ben  biraz  pilavla 
görüşüvereyim.” 
101. Saçlarım Sakalımdan Daha İhtiyardır da Ondan 
Hoca, günün birinde berberde tıraş olurken, müşterilerden birisi; 
“Hocam, maşallah, saçları ağartmışsın, lakin sakalın pek o kadar değil, neden acaba?” 
deyince o da; 
“Beyim, bunda bir aksilik yok, saçlarım sakalımdan daha ihtiyardır da ondan.” der.  
102. Saklarlar da Kışın Yerler 
Misafirlerden birisi, Nasreddin Hoca’nın evinde yatıya kalır. Akşam yemeği yenildikten sonra 
sohbet edilir, yatma zamanı gelince yataklar açılır. Vakit ilerlediği için karnı acıkan misafir; 
“Bizim eller bizim eller 
  
Yatarken üzüm yerler” 
diye bir türkü tutturmaz mı? 
Bu türkünün sonunun nereye varacağını anlayan Nasreddin Hoca da elini kulağına atar ve; 
“Sizin eller sizin eller 
Yatarken üzüm yerler 
Bizde böyle âdet yoktur 
Saklarlar da kışın yerler.” der.  
103. Sana Gelir miydim? 
Günün birinde Hoca’nın eşeği çalınır. Bunun üzerine Hoca sokakta yüksek sesle; 
“Eşeğimi çaldılar, hırsızlar eşeğimi çaldılar.” diye bağırır.  
Sesi işiten Kadı, Hoca’yı yanına çağırarak; 
“Eşeği nasıl çaldırdın, kime çaldırdın, ne zaman çaldırdın?”gibi sorular sorar.  
Bu sorulara kızan Nasreddin Hoca; 
“Kadı Efendi, Kadı Efendi! Eğer bu soruların cevabını bilseydim sana gelir miydim?” 
der.  
104. Sana Ne? 
Nasreddin Hoca akşam namazından sonra eve doğru giderken geveze bir adamla karşılaşır: 
“Hocam, az önce buradan bir tepsi baklava götürüyorlardı.” 
“Giderse gitsin, bana ne elin baklavasından.” deyince adam;  
“Yok Hocam, baklava sizin eve gidiyordu.”der.  
Öfkelenen Hoca; 
“Be adam, giderse gitsin, bizim eve giden baklavadan sana ne?” diyerek adamı azarlar.  
105. Sapasağlam Ölüyorum 
Nasreddin Hoca günün birinde hastalanır ve yorgan döşek yatar. Nasreddin Hoca bu, sevilen 
birisi, bütün eş dost ziyaretine gelir ve; 
“Hocam, geçmiş olsun.” 
“Hayırdır Hocam, dün sapasağlamdın, birdenbire ne oldu?” diye sorarlar.  
Hoca, ziyaretçilerin gelip gitmesinden memnundur, ancak soruların ardı arkası kesilmeyince; 
“Sormayın dostlarım, ben sapasağlam ölüyorum.” der.  
106. Sen Evini Taşı 
Evinin yerinden memnun olmayan köylünün biri, sıkıntısını anlatmak üzere Nasreddin Hoca’ya 
gelir: 
“Hocam, evde gün ışığına hasret kaldık. Evim güneş yüzü görmüyor. Bu sıkıntıma bir 
çare bul.” 
Nasreddin  Hoca,  evinden  şikâyetçi  olan  adam  hakkında  bilgi  sahibi  olmadığından  merakını 
gizleyemez ve sorar: 
“Yahu komşu, senin toprağın filan yok mu?” 
“İlahi Hoca Efendi, köylü adamın tarlası olmaz mı hiç?” 
“Madem tarlan var, o hâlde güneş de görüyordur.” 
“Yahu Hocam, tarladır bu, elbette güneş görür.” 
Hoca, bu lüzumsuz soruyu soran köylüye iyi bir ders vermek niyetindedir. Adama şöyle uzun 
uzun bakarak cevap verir: 
“Oh, ne güzel! Güneş senin evine gelmiyorsa sen evini tarlaya götürüver.” 
107. Sen O Zaman Tozun Dumanın Ne Olduğunu Anlarsın 
Nasreddin Hoca ile mollası İmad birlikte ava çıkarlar. Bir süre dolaştıktan sonra İmad bir kurt 
yavrusunun ininin içerisine girdiğini görür ve ardından o da girer. Uluma sesleri üzerine ana 
kurt da ine gelince Nasreddin Hoca inden içeriye girmek isteyen ana kurdun kuyruğundan tutar. 
Kurt yavrusunu kurtarmak için içeriyi zorlarken her taraf toz duman içinde kalır. İmad içeriden 
bağırır: 
“Hocam, bu ses, gürültü nedir?” 
Hoca da;  
“Oğlum İmad, sen dua et de kurdun kuyruğu kopmasın; eğer kurdun kuyruğu koparsa 
sen o zaman tozun dumanın ne olduğunu anlarsın.” der.  
108. Sendeki Alacağım Başka 
Nasreddin Hoca bir gün yolda giderken eski tanıdığına rastlar. Adam vaktiyle Hoca’dan borç 
para  almış;  ancak  ödememiştir.  Bu  sebeple  de  pek  ortalarda  görünmemektedir.  Hâl  hatır 
sorduktan sonra Hoca; 
“Mehmet Efendi, benden aldığın borcun üzerinden epey zaman geçti. Haydi artık öde 
de kurtul.” der.  
Mehmet Efendi ezilip büzülür. O sırada yanlarından geçmekte olan bir adam Mehmet Efendi’ye 
acır ve onu Hoca’nın dilinden kurtarmak için; 
“Hoca, sen onu bırak. Esas borçlu benim.” der.  
Öfkelenen Hoca münasebetsiz adamı uyarır: 
“Sendeki  alacağım  başka,  o  biraz  dursun.  Benim  bundan  alacağım  var.  Ben  onu 
istiyorum.” 
109. Senin Gibilere Muhtaç Olmamak İçin 
Cimrilerden birisi Hoca’ya takılır: 
“Hocam parayı çok sevdiğini öğrendim, acaba neden?” 
 Hoca bu kendini bilmeze cevapta gecikmez; 
“Senin gibilere muhtaç olmamak için.” deyiverir.  
110. Senin İçin Yanıyorsa Bilmem 
Günün birinde komşularından biri Nasreddin Hoca’yı yemeğe çağırır. Hoşbeşten sonra sofra 
kurulur,  Hoca  da  tabaktakileri  afiyetle  yer.  Yemek  faslı  bittikten  sonra  ev  sahibi  Hoca’nın 
önüne kara kovan balından bir tabak kor. Balın kaliteli olduğunu anlayan Hoca, kaşık kaşık balı 
yemeye başlayınca ev sahibi dayanamaz; 
“Hocam, eğer balı ekmeksiz yersen içini yakar.” der.  
Hoca, şöyle bir arkaya doğru yaslanır ve ardından da ekler: 
“Vallahi komşu, benim içimin filan yandığı yok, senin için yanıyorsa bilmem.”  
111. Seninle de Konuşulmuyor ki 
Bir akşam üzeri Nasreddin Hoca ile hanımı avluda oturmuş, sohbet etmektedirler. Tuhaf bir 
hâli olan Hoca, hanımına sorar: 
“Hanım, bizim komşu değirmenci Ahmet Efendi’nin adı neydi?” 
Kocasının dalgın hâlini merak eden hanım bu soru karşısında şaşırarak; 
“Hoca Efendi, bu nasıl söz? ‘Ahmet Efendi’ dedin ya.” der.  
Bozuntuya vermeyen Hoca soruyu değiştirir:  
“Dilim sürçtü. Ne iş yaptığını soracaktım.” 
“Efendi, sana ne oldu? ‘Değirmenci’ dedin ya.” 
Üste çıkmaya çalışan Hoca; 
“Hatun nerede oturuyor diye soracaktım.” der.  
Şaşkına dönen hanım dayanamaz ve; 
“Efendi, sana bir şeyler mi oldu ne… Az önce ‘komşu’ dedin ya.” 
Hanımının her sorusuna karşı çıktığını gören Hoca biraz da kızarak; 
“Yahu hanım, iki söz edelim dedik, burnumdan getirdin. Seninle de konuşulmuyor ki!” 
deyiverir.  
112. Sondaki Est’leri Görmüyor musun? 
Hoca, medresede öğrenciyken Arapça ve Farsça derslerini de okumuştur. Ancak günlük hayatta 
bu  dilleri  pek  kullanmadığı  için  unutur.  Bir  işgüzar  da  Hoca’nın  Arapça  ve  Farsça  bilip 
bilmediğini anlamak için onu sıkıştırmaya başlar: 
“Hocam, iyi hoş adamsın; seni çok severim. Ama Farsça bilmediğin için vaazlarından 
yeterince yararlanamıyorum.” 
Bunun üzerine Hoca öfkeyle adama çıkışır: 
“Be  adam,  benim  Farsçayı  bilmediğimi  de  nereden  çıkardın?  Dinle  bakalım,  Farsça 
nasıl konuşulurmuş, nasıl Farsça şiir okunurmuş: 
‛Mor menekşe boynun eğmiş uyurest,  
Kâfir soğan kat kat urba giyerest. ’ 
Soruyu soran işgüzar, önceleri şaşırırsa da kendisini hemen toparlayarak Hoca’ya bir soru daha 
sorar: 
“Aman Hocam sen de! Farsça bunun neresinde ki?” 
Hoca  bu,  altta  kalır  mı  hiç!  Adamı  önce  dikkatle  süzer,  sonra  da  tebessüm  ederek  cevabını 
yapıştırır: 
“Neresinde olacak yahu! Sonlarında elbette. . . Sen oradaki ‘est’leri görmüyor musun?” 
113. Suyunun Suyu 
Yakın köylerden birinde oturan bir ahbabı Nasreddin Hoca’yı ziyarete gelir. Yatıya kalacak 
olan konuk Hoca’ya bir tavşan hediye eder. Hoca da konuğunu elinden geldiğince ağırlar.  
Ertesi hafta tanımadığı bir adam Hoca’ya komşu olur. Adam; 
“Hoca Efendi, ben geçen hafta tavşan getiren efendinin komşusuyum.” 
Hoca, hediye edilen tavşanın suyuyla bir çorba hazırlatır ve sofraya getirerek; 
“Afiyetle  iç.  Bizim  hanım  bu  çorbayı  senin  köylünün  getirdiği  tavşanın  suyundan 
yaptı.” 
Üçüncü hafta aynı köyden iki kişi birden gelir ve; 
“Biz o tavşanı getiren efendinin köyündeniz.” 
“Buyurun.” der Hoca,”Bu çorbayı o tavşanın suyundan pişirdi bizim hanım.” 
Dördüncü haftada birkaç kişi birden gelince Hoca köylülere ders vermek ister. Önlerine bir tas 
sıcak su koyuverir. Köylüler içtiklerinin sıcak su olduğunu fark edince şaşırıp kalırlar. Fırsatını 
yakalayan Hoca verir veriştirir: 
“Ulan köftehorlar, hemşeriniz dört hafta önce bir tavşan getirdi, her hafta birileri gelip 
konuk oldu. Artık tavşan kalmadı. Varın köye haber verin!” 
114. Şıkır Şıkır Akçeler 
Nasreddin  Hoca’nın  kadı  olduğu  günlerden  birinde  gürültülü  bir  şekilde  kapısı  açılır  ve  iki 
adam içeri girerler. Adamlardan biri diğerinin yakasını tutarak Hoca’nın huzuruna getirir. Son 
derece hiddetli olan adam Hoca’nın ‘Ne oluyor?’ demesine fırsat vermeden anlatmaya başlar: 
“Kadı Efendi, bu adam rüyamda benden şıkır şıkır yirmi akçe aldı. İstiyorum, vermiyor. 
Şikâyetçiyim.” 
Kadı Efendi rüyada yirmi akçe alan adamı yanına çağırır ve yirmi akçe vermesini ister. Şaşkına 
dönen  adam  Kadı’nın  sözünü  dinler  ve  yirmi  akçe  verir.  Akçeleri  alan  Kadı  önündeki 
çekmeceye şıkır şıkır akçeleri saydıktan sonra rüya sahibine; 
“Al  bakalım  şu  şıkırtıları…”  der.  Sonra  da  akçeleri  sahibine  vererek,  sakalını 
sıvazladıktan sonra; 
“Haydi güle güle. Bir daha birbirinizin hakkını yemeyin.” diye seslenir.  
İki adam dostça ayrılıp giderlerken Kadı’nın yanında hazır bulunanlar da karara hayran kalırlar.  
115. Tarifesi Bende Kaldı 
Ciğeri çok seven Hoca bir gün bir okka ciğer ile evine dönerken yolda karşılaştığı bir dostu 
Hoca’ya bir yemek tarifi vermek ister: 
“Hocam, sana öyle bir tarif vereceğim ki parmaklarını yiyeceksin.” 
Dostu tarife başlayınca Hoca; 
“Tarif karışık iş, bu benim aklımda kalmaz. Sen bunu bir kâğıda yazıver.” der.  
Tarifi alan Hoca yiyeceği ciğerin hayali ile eve doğru ilerlerken bir çaylak alçalır ve oldukça 
dalgın olan Hoca’nın elinden ciğeri kaparak kaçar. Bu durumda yapacak bir şeyi olmayan Hoca, 
çaylağın ardından bakakalır ve elindeki tarifin yazılı olduğu kâğıdı havaya kaldırarak; 
“Boşuna sevinme, tarifesi bende kaldı. Ağız tadıyla yiyemeyeceksin.” deyiverir.  
116. Tatlı Bir Uyku Uyumuştum 
Nasreddin Hoca günün birinde eşeğine biner ve Konya’nın yolunu tutar. Ancak Konya yolu 
uzundur, birkaç gece yollarda konaklaması gerekmektedir. Sabah erkenden çıkılan yolculukta 
akşam olunca Hoca bir köyde konaklamak ister. Öyle de yapar ve çaldığı bir kapıda ‘Tanrı 
misafiri’ deyip orada konuk edilir. Bu arada Hoca çok acıkmıştır. Hâl hatırdan sonra ev sahibi 
Hoca’ya; 
“Hocam yoldan geldin, susuzluk, uykusuzluk var mı?” deyince Hoca; 
“Vallahi kardeşim, gelirken bir pınarın başında tatlı bir uyku çekmiştim.” deyiverir.  
117. Tazıya Döner 
Cimri  bir  kişiliğe  sahip  olan  dönemin  subaşını  pek  sevmeyen  Nasreddin  Hoca  ile  subaşının 
arası pek de iyi değildir. Subaşı bir gün Hoca’dan tavşan kulaklı, karınca belli bir tazı ister. 
Köpekten anlamayan Hoca, birkaç gün sonra sokakta yakaladığı tombul bir köpeği subaşıya 
götürür. İstediği gibi bir köpekle karşılaşmayan subaşı Hoca’ya; 
“Aman Hocam, ben senden böyle tombul köpek mi istedim? Benim istediğim ince belli 
bir tazı olacaktı. Sen tutmuş tombul bir köpek getirmişsin.” der.  
Bütün bunları sabırla dinleyen Hoca gülümseyerek cevabını veriverir: 
“Merak etmeyin subaşı hazretleri, bu köpek bir aya kalmaz tazıya döner.” 
118. Tokadın Bedeli 
Günlerden  bir  gün  adamın  biri  Nasreddin  Hoca’nın  ensesine  bir  tokat  atar.  Hoca  da  adamı 
tuttuğu gibi Kadı Efendi’ye götürür. Hoca; 
“Kadı Efendi, bu adam bana tokat attı. Şikâyetçiyim.” der.  
Tokadı atan adam Kadı Efendi’nin tanıdığı çıkınca Kadı Efendi kararını verir ve şöyle der: 
“Tokat atmanın bedeli bir akçedir. Ver de kurtul.” 
Adam bir akçeyi getirmeye gider ama bir türlü gelmez. Beklemekten sıkılan Hoca kalkıp Kadı 
Efendi’nin ensesine bir tokat atar ve ardından cevabını veriverir: 
“Kadı Efendi, adamın parayı getireceği yok. Getirirse de sana attığım tokadın cezası 
olarak alıverirsin.” 
119. Tuzun Sayesinde Aklımız Denk Oldu 
Nasreddin Hoca tuzlu yemekleri sevmezmiş. Olacak bu ya hanımı da bütün yemekleri tuzlu 
pişirirmiş. Bir ziyafette, önüne konulan çorbaya bol bol tuz atmaya başlar. Sofradakiler şöyle 
bir bakarlar Hoca hiç de tuzu bırakmıyor. Bunun üzerine içlerinden biri; 
“Hocam, yemeklere çok tuz atma, aklı geriletir.” der.  
Hoca, sakalını şöyle bir sıvazladıktan sonra, adamın yüzüne bir bakar ve; 
“Efendi efendi, tuz yemesem benim aklım herkesin aklıyla nasıl denk olabilir?” der.  
129. Uykumu Kaybettim, Onu Arıyorum 
Gecenin ilerlemiş bir saatinde Nasreddin Hoca sokakta gezerken bekçiler tarafından yakalanır 
ve sorguya çekilir: 
“Efendi, bu saatte sokakta ne arıyorsun?” dediklerinde Hoca gayet olgun bir şekilde; 
“Uykumu kaybettim, onu arıyorum.” deyiverir.  
121. Ya Eyüp İp Olursa 
Hoca bir gün camide vaaz etmektedir: 
“Kardeşlerim,  değerli  Müslümanlar!  Doğruluktan  ayrılmayın,  yalan  yere  yemin 
etmeyin!” 
Bu arada cemaat içinde oturmakta olan Eyüp Efendi’ye gözü ilişir.  
Tanıdıklarının  Eyüp  Efendi’nin  adını  doğru  söyleyemediklerini,  bu  sebeple  onun  adını  çok 
farklı seslendirdiklerini hatırlar ve evirir, çevirir sözü onun adına getirir: 
“Kardeşlerim, sizlere söylüyorum. Sakın ola ki çocuklarınızın ve torunlarınızın adlarını 
Eyüp koymayın.” 
Dinleyenler şaşırırlar. Hoca’nın Eyüp Peygamber’in adını beğenmediğini sanıp kızanlar bile 
olur. Kalabalıktan uğultu yükselince Hoca işi şakaya döker.  
“Eğer siz çocuklarınıza, torunlarınıza Eyüp adını verirseniz, günün birinde insanlar onu 
söyleye söyleye İp’e çevirirler.” 
 
122. Yağım, Biberim, Tuzum, Ateşim Ne Olacak? 
Nasreddin Hoca yakaladığı bıldırcınları temizledikten sonra bunlardan güzel bir yemek yapar 
ve  komşularını  davet  etmek  için  evden  çıkar.  Hoca’yı  takip  eden  bir  komşusu  da  yemeği 
tenceresine boşaltıp, yakaladığı canlı bıldırcınları tencerenin içerisine bırakıp gider.  
Hoca, komşularını davet ettikten sonra, yemeği koymak için tencerenin kapağını açtığında bir 
de ne görsün, yemeğin yerinde yeller esiyor. Bu arada canlı bıldırcınlar da uçup giderler.  
 Hoca kısa bir süre içerisinde kendisini toplar ve elini açarak; 
“Allah’ım, inanıyorum, senin her şeye gücün yeter. Buna şüphe yok. Bıldırcınlara can 
verdiğine  inanıyorum,  onları  kurtardığına  da  inanıyorum.  Pekiyi,  benim;  yağım,  biberim, 
tuzum, ateşim ne olacak?” deyiverir.  
123. Yata Yata Usandım, Biraz da Dolaşmaya Çıkacaktım 
Mevsimlerden yazdır. Bu aralarda Hocamızın da canı bir şeylere sıkılmıştır. Şöyle hava almak 
için dışarı çıkar.  
Hava sıcak mı sıcak… Hoca’nın iç çamaşırları da sıcaktan dolayı sırılsıklam olur. Hoca, terli 
elbiselerini değiştirebilmek için uygun bir yer ararsa da bulamaz.  
Yol boyu giderken karşısına bir mezarlık çıkar. Hemen mezarlığa girip mezar taşlardan birinin 
arkasında üzerini değiştirmeye başlar.  
Olacak bu ya, tam da o sırada mezarlığın yakınından geçmekte olan birkaç atlı adam, Nasreddin 
Hoca’yı yarı çıplak vaziyette görünce; 
“Be adam, bu nasıl hâldir? Senin ne işin var bu vaziyette mezarlıkta?” derler.  
Hoca  bakar  ki  atlılar  kızgın…  Hemen,  onların  hoşlarına  gidecek  bir  cevap  vererek  paçayı 
kurtarır: 
“Ne olsun, burası benim mezarım… Yata yata usandım da biraz dolaşmaya çıkacaktım.”  
124. Yorgan Gitti Kavga Bitti 
Bir gece Nasreddin Hoca ile hanımı odalarına çekilirler. Ancak bir süre sonra dışarıdan gelen 
gürültü  patırtı  sesleri  ile  uyanırlar.  Mevsim  kıştır,  Hoca  Efendi  aceleyle  üzerine  yorganını 
alarak  dışarıya  çıkar.  Bakar  ki  birkaç  genç  kavga  etmektedir.  Hemen  onlara  öğüt  vermeye 
başlar: 
“Yapmayın, etmeyin.” derken, olacak bu ya, Hoca’nın üzerindeki yorgan da bir taraflara 
düşer. Gürültü patırtı çıkaranların bir kısmı kavga eder gibi görünürken bir kısmı da yorganı 
kaptıkları gibi kaçarlar. Bir süre sonra adamlar kavgayı bıraktıklarında Hoca bir de ne görsün? 
Yorgan gitmiş. Hanımı, üzgün bir şekilde eve dönen Hoca’ya sorar: 
“Ne oldu Efendi? Hani yorganın nerede?”  
Hoca yorganı kaybetmenin üzüntüsüyle; 
“Sorma hatun, kavganın sebebi bizim yorganmış; yorgan gitti, kavga bitti.” diye cevap 
verir.  
125. Aklın Varsa Göle Koş 
Nasreddin Hoca günün birinde eşeğine binerek ormana odun kesmeye gider. Kuru odunlardan 
epeyce kestikten sonra bunları eşeğine yükler ve evin yolunu tutar. Ancak, yolda aklına, kestiği 
odunların yanıp yanmayacağı konusu gelir ve ince kuru dallardan birkaçını tutuşturur.  
Başlangıçta odun çıtır çıtır yanarken Hoca ve eşeği gayet rahattır. Fakat bir süre sonra kuru 
odunların tamamı yanmaya başlayınca Nasreddin Hoca’yı bir telaş alır ki sormayın. Bu arada 
odunların yanmasıyla birlikte semeri de yanmaya başlayan eşek iyice huysuzlanır ve hoplayıp 
zıplamaya başlar. Eşeğin bu acı haline çok üzülen Nasreddin Hoca yüksekçe bir yere çıkar ve; 
“Eşeğim, aklın varsa göle koş, yoksa hâlin duman…” deyiverir.  
126. Ay da Çıktı Ama Ben de Neler Çektim Neler? 
Geceleyin  ay  ışığının  etrafı  aydınlattığı  bir  saatte  Nasreddin  Hoca  evde  suyun  olmadığını 
öğrenince, kova ve testiyi alıp kuyuya gider. Nasreddin Hoca kovayı kuyuya sarkıttığında bir 
de ne görsün, kuyunun içerisinde kocaman bir ay…  
“Hay Allah, ayın kuyuda ne işi var?” 
Hoca, ayın kuyuya düştüğünü sanarak evine gelir, ipin yanına çengeli de alarak tekrar kuyunun 
başına döner. Çengeli ipe bağlayarak kuyudan aşağıya sarkıtan Nasreddin Hoca, çengelin bir 
taşa takılması üzerine var gücüyle asılmaya başlar. Bir asılır, iki asılır, üç asılır, ancak çengel 
çıkmaz.  
Biraz  daha  kendisini  çengeli  çekmeye  hazırlayan  Nasreddin  Hoca  var  gücüyle  ipi  çekince, 
çengelin takıldığı taştan kurtulmasıyla birlikte sırtı üzerine düşer. Bir süre toz toprak içinde 
kaldıktan sonra Hoca, kendisine gelir ve gökte ayı gördükten sonra; 
“Ay çıktı ama ben de neler çektim neler?” deyiverir.  
127. Aynı Yöne Gittiğimi Görmemek İçin 
Hoca bir gün eşeğe ters binerek giderken, karşısına çıkanlar merakla sorarlar: 
“Hoca Efendi, niçin eşeğe ters biniyorsun?” Hoca gülümseyerek cevap verir: 
“Eşekle aynı yöne gittiğimi görmemek için…”  
128. Bağdat’a Gitmem Gerekir 
Günün birinde komşularından birisi Hoca’nın kapısını çalar ve; 
“Hoca Efendi, senden bir isteğim var.” der.  
“Nedir komşu?” 
“Hocam, Bağdat’ta bir dostum var, ona mektup yazmak istiyorum, fakat benim yazım 
çok kötü. Mümkünse bu mektubu yazıversen.” deyince Hoca; 
“Olmaz, çünkü benim Bağdat’a gidecek vaktim yok.” der.  
Hoca’nın yanlış anladığını zanneden komşusu; 
“Hocam,  Bağdat’a  gitmeyeceksin,  mektubu  yazıvereceksin.”  deyince  Hoca  adamı 
başından savmak için yeni bahaneler uydurur ve; 
“Ah  dostum!  Bir  bilsen  benim  yazım  ne  kadar  kötü,  ancak  kendi  yazdığımı  kendim 
okuyabiliyorum, bu sebepten de Bağdat’a gitmem gerekir.” der.  
129. Ben Perdeyi Buldum ve Çalıp Duruyorum 
Bir gün Nasreddin Hoca’yı ziyafete davet ederler. Yeme içme faslından sonra saz çalan bir 
misafir sazını ortaya çıkararak; 
“Hocam, saz çalmasını bilir misin?” diye sorar.  
Hoca da hiç düşünmeden, sözünün sonunun ne olacağını aklına kestirmeden; 
“Evet, çalarım.” deyiverir.  
Bunun üzerine sazı Hoca’ya uzatırlar. Ne perde, ne mızrap… Hiçbir şeyi bilmeyen Nasreddin 
Hoca sazı eline alır ve gelişigüzel mızrapla tellere vurmaya başlar. Sazdan garip garip sesler 
çıkınca oradakiler; 
“Hoca Efendi, bu nasıl saz çalış? Bunun da bir çalma usulü vardır, seninki saz çalma 
değil işkence.” derler.  
Nasreddin Hoca, saz çalmasını bilmediğini belli etmemek için kahkahayı basar ve; 
“Arkadaşlar, bunda şaşılacak ne var? Bu işte perde arayanlar, aramaya devam etsinler, 
bakın ben buldum ve çalıp duruyorum.” deyiverir.  
130. Ben Sağlığımda Sağdaki Yolu Tercih Ederdim 
Günün birinde odun getirmek için dağa giden Nasreddin Hoca, kesmek için üzerine oturduğu 
bir dalı dibinden kesmeye başlar. Bu sırada oradan geçen bir köylü; 
“Hocam,  ne  yapıyorsun?  Bak,  birazdan  üzerine  oturduğun  dal  kırılır,  yere  düşer, 
ölürsün.” der.  
Hoca, hiç oralı olmaz, dalı kesmeye devam eder. Çok geçmeden Hoca dalla birlikte aşağıya 
düşer. Köylünün konuşmasından hisse çıkaran Hoca, üstünü başını silkeledikten sonra kalkar 
ve adamın arkasından koşarak ona yetişir; 
“Arkadaş, sen benim düşeceğimi bildin, o halde öleceğimi de bilirsin. Söyle bakayım 
ben ne zaman öleceğim?” der.  
Adam, “Yok, ben bilmem, Allah’tan başka kimse bilmez.” filan derse de Hoca’yı bir türlü ikna 
edemez. Adam daha fazla baskıya dayanamayınca da; 
“Hoca Efendi, eşeğinle yola çıktığında, eşek üç defa yelleyecek. Birincisinde dizinden 
aşağısının,  ikincisinde  göbeğinden  aşağısının  dermanı  kesilecek,  üçüncüsünde  ise  canın 
çıkacak.” der.  
Kestiği dalların yanına dönen Nasreddin Hoca, odunları eşeğine yükler ve evine doğru yola 
çıkar. Yolu üzerinde eşek birinci defa yellediğinde, Hoca’nın dizinden aşağısında, ikinci defa 
yellediğinde göbeğinden aşağısında canı kalmaz. Eşek üçüncü defa yellediğinde ise Nasreddin 
Hoca “Öldüm” diyerek kendisini yol kenarına bırakır.  
Bir süre sonra yolları üzerinde Hoca ve eşeğini bulan köylüler de Hoca’nın öldüğünü sanarak, 
onu evine götürürler. Su kaynatırlar, imamı çağırırlar. İmam, Hoca’yı güzelce yıkar, kefenler. 
Ardından cenaze namazını da kıldıran imam; 
“Haydin,  cenazeyi  omuzlayın.”  der.  Cemaat  de  tabutu  omuzlarına  alarak  mezarlığa 
doğru yola çıkar. Cenaze bir süre taşındıktan sonra bir yol ayrımına gelince cemaat arasında 
‘Hangi yoldan gitsek daha kısa olur?’ diye bir tartışma başlar.  
Bu sırada Nasreddin Hoca tabuttan başını çıkararak; 
“Ey cemaat, boşuna tartışıp durmayın; ben sağlığımda hep sağdaki yolu tercih ederdim.” 
deyiverir.  
131. Benim Kuşumun Düşündüğünü Görmüyor musunuz? 
Hoca, pazar yerinde bir kuşun iki akçeye satıldığını görür.  
Hoca, kuşun iki akçeye satıldığını görünce sevinir ve; 
“Bu küçücük kuş iki akçe ederse benim evdeki hindim onlarca akçe eder.” der. Sonra 
da  evine  gider  ve  hindiyi  yakaladığı  gibi  pazarın  yolunu  tutar;  ancak  Hoca’nın  hindisinin 
yüzüne kimse bakmaz. Biraz bağırıp çağırmadan sonra zor ve şer Hoca’nın hindisine de iki 
akçe veren olur ama Hoca’nın kafasının tası iyice atar; 
“Be  adamlar!  Biraz  önce  küçücük  kuşa  iki  akçe  verdiniz,  görmüyor  musunuz  benim 
hindim onun on katı daha büyük.” deyince, pazarcılar; 
“Hocam, o kuş dediğin papağandır, o konuşur, bu sebepten kıymetli.” Deyince Hoca 
dayanamaz; 
“Yahu, siz o kuşun konuştuğunu söylüyorsunuz da benim kuşumun düşündüğünü neden 
görmüyorsunuz?” der.  
 
132. Biz Onun Ayağına Gideriz 
Nasreddin  Hoca’nın  hocalığı  halk  arasında  ermişliğe  kadar  ilerleyince  günün  birinde 
hemşerileri; 
“Hocam, senin bir ermiş olduğunu, istediğin her şeyi ayağına getirttiğini söylüyorlar. 
Fakat bunu biz göremedik; şu kerametini bize gösterir misin?” diye sorarlar.  
Bu sözler karşısında şöyle bir kendini toparlayan Nasreddin Hoca; 
“Ey dağ, haydi yanıma gel.” diye üç defa seslenir.  
Nasreddin Hoca ve hemşerileri bakarlar ki dağın kıpırdadığı filan yok. Herkes, Hoca ile dalga 
geçmeye hazırlanırken Hoca yerinden kalkıp yürümeye başlayarak; 
“Hemşerilerim,  biliyorsunuz  bizde  kibir  diye  bir  şey  yoktur.  Ne  yapalım,  dağ  bizim 
ayağımıza gelmezse biz onun ayağına gideriz.” deyiverir.  
133. Bizim Eve Geliyor 
Günün  birinde  Nasreddin  Hoca’nın  komşularından  birisi  vefat  eder.  Hoca  da  komşu  hakkı 
diyerek başsağlığı dilemeye gider. Bu sırada evdekiler yüksek sesle ağlamaktadır.  
“Ah, bizi bırakıp da nereye gidiyorsun, hem de ocağı, ateşi olmayan yere…”  
Hoca  bu  sözleri  iyice  dinledikten  sonra  ev  sahibinden  izin  ister  ve  doğruca  evine  gelerek 
hanımına; 
“Hanım, hanım! Sorma başımıza gelenleri, söylenenlere bakılırsa rahmetli komşumuz 
bizim eve geliyor.” der.  
134. Bunu Sana Haber Vermeye Geldim 
Nasreddin Hoca ile hanımı evde sohbet ederlerken hanımın sancısı tutar ve kıvranmaya başlar. 
Bu arada Hoca’ya; 
“Hoca Efendi, git bana bir hekim çağır.” der.  
Nasreddin Hoca tam evden çıkacağı sırada hanımı; 
“Bey! Gitme, sancım geçti.” der.  
Hanımının uyarısına rağmen Hoca hiçbir şey olmamışçasına doktorun yanına gider ve; 
“Doktor Bey, hanımım sancılanmıştı, beni de sana göndermişti. Tam evden çıkarken 
sancısının geçtiğini söyledi; ben de bunu sana haber vermeye geldim.” der.  
135. Büyüyünce Ganem Derler 
Nasreddin  Hoca  Hicaz’a  gider.  Dönüşte  herkes  Hoca’yı  karşılar,  hoş  beş  sırasında 
hemşerilerinden birisi; 
“Hocam, Arabistan’da epeyce kaldın, her hâlde Arapçayı da öğrenmişsindir.” deyince 
Hoca; 
“Evet, öğrendim.” der.  
Bunun üzerine hemşerisi sorar: 
“Pekiyi Hocam orada deveye ne derler?” 
“Hemşerim, sorduğun soru çok büyük olmadı mı?” 
“Pekiyi, küçüğünden soralım, pireye ne derler?” 
“Hemşerim, bu defa da çok küçüğünden sordun, bunların ortası yok mu?”  
Bu sırada soru sorma sırası bir başka hemşerisine gelir: 
“Tamam, Hocam onlar kuzuya ne derler?” 
Hoca, bu soruyu duyunca şöyle bir kendine gelir ve cevap verir: 
“Hemşerilerim, onlar kuzuya bir şey demezler; ancak kuzu büyüyünce ganem [koyun] 
derler.” 
136. Çekirdeğiyle Tarttı 
Hoca pazardan bir okka hurma alır ve evine gelir. Akşam olunca da hanımıyla birlikte yemeye 
başlarlar. Hocanın hanımı bir de bakar ki, kocası hurmaları çekirdeği ile birlikte yiyor. Bunu 
üzerine Hoca’ya dönerek; 
“Efendi, hurmayı çekirdeğiyle mi yiyorsun?” diye sorar.  
Hoca bu soru karşısında; 
“Elbette çekirdeğiyle yiyorum, çünkü pazarcı bana onu çekirdeğiyle tarttı.” diye cevap 
verir.  
137. Daha Ne Kadar Gitmemi İstiyor? 
Bir gece vakit ilerleyince Hoca ile hanımı odalarına çekilirler. Biraz sonra hanım seslenip; 
“Hoca Efendi, biraz öteye gidiver.” deyince Hoca da cübbesini sırtına aldığı gibi sokağa 
çıkar. Epeyce yürüdükten sonra sabaha karşı bir tanıdığı ile karşılaşır.  
“Hocam, hayırdır, sabahın köründe nereye böyle?” deyince Hoca; 
“Vallahi  komşu  ben  de  bilmiyorum.  Yalnız  senden  bir  ricam  var,  bizim  eve  git  ve 
hanıma bir sor, bakalım daha ne kadar gitmemi istiyor.” der.  
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 4
  • Parts
  • Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 1
    Total number of words is 4027
    Total number of unique words is 1720
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    55.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 2
    Total number of words is 4039
    Total number of unique words is 1764
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 3
    Total number of words is 4069
    Total number of unique words is 1777
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    46.6 of words are in the 5000 most common words
    54.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 4
    Total number of words is 1556
    Total number of unique words is 757
    39.6 of words are in the 2000 most common words
    54.4 of words are in the 5000 most common words
    60.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.