Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 3
Total number of words is 4069
Total number of unique words is 1777
31.9 of words are in the 2000 most common words
46.6 of words are in the 5000 most common words
54.3 of words are in the 8000 most common words
görsün, karşı mahalleden mezarlığa doğru bir cenaze gidiyor. Cenaze, Hoca’nın imdadına
yetişince o da hemen cevabını veriverir:
“Arkadaşlar, ben de sizin sorunuzun cevabını biliyordum, ama bakın benden önce şu
giden cenaze cevabı verdi. Görüyor musunuz o, ölçmüş, biçmiş ve gidiyor.”
95. Önden Buyur Yiğidim
Günlerden bir gün Hoca, ziyaret için mezarlığa doğru yola koyulur. Oraya varınca birdenbire
karşısına kocaman bir köpek çıkar.
Hoca korkudan ne yapacağını şaşırır. Bulduğu taşı kaptığı gibi köpeğe fırlatır.
Köpeğe”hoşt hoşt” diye bağırarak onu korkutup uzaklaştırmak ister. Köpek de köpek ha!
Korkup kaçacağı yerde daha çok hırlar ve Hoca’nın üzerine doğru hücum eder.
Hoca, bakar ki köpeğin kaçmaya hiç niyeti yok. Çareyi bir mezar taşının arkasına sığınmakta
bulur ve;
“Anlaşıldı. Mademki bana senden önce geçiş yok, sen önden buyur yiğidim.” der.
96. Ördek Çorbası İçiyorum
Nasreddin Hoca hayattayken büyük bir kıtlık olur. Bırakın eti, bir lokma ekmeği bile bulmak
çok zordur. Evde bulduğu kuru ekmek parçalarını alan Hoca, Akşehir Gölü’nün kenarına
geldiğinde bir de ne görsün, gölde ördekler yüzüyor. Hoca, bunlardan birkaçını yakalamak
isterse de başaramaz. Ardından da yorgun argın bir ağacın gölgesine oturur ve evinden getirdiği
kuru ekmeği suya bandıra bandıra yemeye başlar.
O sırada çevreden geçmekte olan insanlar, Hoca’nın bu garip hâlini görünce dayanamaz ve
sorarlar:
“Hayrola Hocam, ne yapıyorsun?”
Nasreddin Hoca:
“Görmüyor musunuz, ördek çorbası içiyorum.” diye cevap verir.
97. Padişah mı Büyük Çiftçi mi?
Nasreddin Hoca bir köye gittiğinde halk, Hoca’yı imtihan etmek ister:
“Hocam, padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?” diye bir soru sorarlar.
Hoca şöyle bir arkasına yaslanır, sonra da sakalını sıvazlar ve;
“Bunu bilmeyecek ne var, elbette çiftçi büyük, eğer çiftçi olmasa padişah acından
ölürdü.” der.
98. Parayı Veren Düdüğü Çalar
Nasreddin Hoca günün birinde evinin ihtiyaçlarını gidermek üzere eşeğine biner ve pazara
doğru yola koyulur. Bir süre gittikten sonra çocuklar Hoca’nın yolunu keserler ve;
“Hocam, nereye gidiyorsun?” diye sorarlar.
“Pazara gidiyorum.”
“Bize düdük alır mısın?”
“Elbette alırım.”
Bu arada çocuklardan birisi Hoca’ya bir miktar para verir, diğerleri ise Hoca’ya iyi dileklerde
bulunurlar.
Pazar alışverişini bitiren Hoca, yorgun argın evine doğru dönerken çocuklar yolunu keserler.
“Hocam, hoş geldin.”
“Hoş bulduk çocuklar.” der.
Ardından çocukların istekleri başlar:
“Hocam, bizim düdük, Hocam benim düdük, Hocam bana yok mu?” gibi sözleri işiten
Hoca, cebinden çıkardığı düdüğü para veren çocuğa uzatır. Bu defa diğer çocuklar;
“Olur mu Hocam, hani bize, hani bize?” diye şikâyete başlarlar. Bunun üzerine Hoca;
“Çocuklar, çocuklar! Parayı veren düdüğü çalar, bakın arkadaşınız parayı verdi,
düdüğünü nasıl öttürüyor.” deyiverir.
99. Peşin Parayı Görünce Ne de Güzel Gülüyorsun
Nasreddin Hoca komşularından birine borçlu olup bir türlü ödeyememektedir. Alacaklı birkaç
defa kapıyı çalınca Hoca;
“Komşu, çok kısa bir süre içerisinde borcumu sana ödeyeceğim.” der.
Komşusu biraz şaşkın vaziyette;
“Bu iş nasıl olacak, ne zaman ödeyeceksin?” deyince Hoca;
“Bak komşu, kapının önüne çalı ektim, çalılar ilkbaharda yeşerecek, sonra çalıları
sertleşecek…”
“Eee…”
“Kapının önünden geçen koyunların yünleri çalılara takılacak…”
“Sonra?”
“Sonra mı, bu yünleri toplayacağız, hatunla birlikte kabartacağız, sonra kirmanda
eğireceğiz, son olarak da pazarda satacağız. O zaman senin paranı ödeyeceğim.” deyince
alacaklı acı acı gülmeye başlar.
Alacaklısının bu tavrı üzerine Hoca;
“Ah komşu ah, peşin parayı görünce ne de güzel gülüyorsun.” der.
100. Pilavla Görüşüvereyim
Akşehirli zenginlerden bir tanesi Nasreddin Hoca’yı iftara çağırır. Sofraya oturdukları zaman
ilk olarak çorba gelir. Çorbadan bir kaşık alır almaz ev sahibi hizmet edenlere;
“Bu nasıl çorba, çabuk değiştirin!” der.
Arkasından sofraya güzel bir et yemeği gelir. Ev sahibi yemekten bir parçayı yedikten sonra
öfkeli bir sesle;
“Nerede bu aşçı? Ben ona baharat koyma demedim mi? Çabuk değiştirin bu yemeği!”
der.
Et yemeğinden sonra sıra baklavaya gelir. Baklavayı gören Hoca ‘Bakalım buna ne kusur
bulacak?’ diye içinden geçirirken ev sahibi âdeta kükreyerek;
“Ahmak herifler, aç karnına baklava yenir mi? Kaldırın bunu.” der.
Bu sırada Nasreddin Hoca yerinden fırlar ve arkada sırasını beklemekte olan etli pilavdan
yemeğe başlar. Hoca’nın bu hareketi karşısında şaşıran ev sahibi;
“Aman Hocam, ne yapıyorsun? Sofraya getirseydik…”deyince Hoca cevabını veriverir:
“Vallahi Efendi, sen sofraya gelenlerin hesabını göredur. Ben biraz pilavla
görüşüvereyim.”
101. Saçlarım Sakalımdan Daha İhtiyardır da Ondan
Hoca, günün birinde berberde tıraş olurken, müşterilerden birisi;
“Hocam, maşallah, saçları ağartmışsın, lakin sakalın pek o kadar değil, neden acaba?”
deyince o da;
“Beyim, bunda bir aksilik yok, saçlarım sakalımdan daha ihtiyardır da ondan.” der.
102. Saklarlar da Kışın Yerler
Misafirlerden birisi, Nasreddin Hoca’nın evinde yatıya kalır. Akşam yemeği yenildikten sonra
sohbet edilir, yatma zamanı gelince yataklar açılır. Vakit ilerlediği için karnı acıkan misafir;
“Bizim eller bizim eller
Yatarken üzüm yerler”
diye bir türkü tutturmaz mı?
Bu türkünün sonunun nereye varacağını anlayan Nasreddin Hoca da elini kulağına atar ve;
“Sizin eller sizin eller
Yatarken üzüm yerler
Bizde böyle âdet yoktur
Saklarlar da kışın yerler.” der.
103. Sana Gelir miydim?
Günün birinde Hoca’nın eşeği çalınır. Bunun üzerine Hoca sokakta yüksek sesle;
“Eşeğimi çaldılar, hırsızlar eşeğimi çaldılar.” diye bağırır.
Sesi işiten Kadı, Hoca’yı yanına çağırarak;
“Eşeği nasıl çaldırdın, kime çaldırdın, ne zaman çaldırdın?”gibi sorular sorar.
Bu sorulara kızan Nasreddin Hoca;
“Kadı Efendi, Kadı Efendi! Eğer bu soruların cevabını bilseydim sana gelir miydim?”
der.
104. Sana Ne?
Nasreddin Hoca akşam namazından sonra eve doğru giderken geveze bir adamla karşılaşır:
“Hocam, az önce buradan bir tepsi baklava götürüyorlardı.”
“Giderse gitsin, bana ne elin baklavasından.” deyince adam;
“Yok Hocam, baklava sizin eve gidiyordu.”der.
Öfkelenen Hoca;
“Be adam, giderse gitsin, bizim eve giden baklavadan sana ne?” diyerek adamı azarlar.
105. Sapasağlam Ölüyorum
Nasreddin Hoca günün birinde hastalanır ve yorgan döşek yatar. Nasreddin Hoca bu, sevilen
birisi, bütün eş dost ziyaretine gelir ve;
“Hocam, geçmiş olsun.”
“Hayırdır Hocam, dün sapasağlamdın, birdenbire ne oldu?” diye sorarlar.
Hoca, ziyaretçilerin gelip gitmesinden memnundur, ancak soruların ardı arkası kesilmeyince;
“Sormayın dostlarım, ben sapasağlam ölüyorum.” der.
106. Sen Evini Taşı
Evinin yerinden memnun olmayan köylünün biri, sıkıntısını anlatmak üzere Nasreddin Hoca’ya
gelir:
“Hocam, evde gün ışığına hasret kaldık. Evim güneş yüzü görmüyor. Bu sıkıntıma bir
çare bul.”
Nasreddin Hoca, evinden şikâyetçi olan adam hakkında bilgi sahibi olmadığından merakını
gizleyemez ve sorar:
“Yahu komşu, senin toprağın filan yok mu?”
“İlahi Hoca Efendi, köylü adamın tarlası olmaz mı hiç?”
“Madem tarlan var, o hâlde güneş de görüyordur.”
“Yahu Hocam, tarladır bu, elbette güneş görür.”
Hoca, bu lüzumsuz soruyu soran köylüye iyi bir ders vermek niyetindedir. Adama şöyle uzun
uzun bakarak cevap verir:
“Oh, ne güzel! Güneş senin evine gelmiyorsa sen evini tarlaya götürüver.”
107. Sen O Zaman Tozun Dumanın Ne Olduğunu Anlarsın
Nasreddin Hoca ile mollası İmad birlikte ava çıkarlar. Bir süre dolaştıktan sonra İmad bir kurt
yavrusunun ininin içerisine girdiğini görür ve ardından o da girer. Uluma sesleri üzerine ana
kurt da ine gelince Nasreddin Hoca inden içeriye girmek isteyen ana kurdun kuyruğundan tutar.
Kurt yavrusunu kurtarmak için içeriyi zorlarken her taraf toz duman içinde kalır. İmad içeriden
bağırır:
“Hocam, bu ses, gürültü nedir?”
Hoca da;
“Oğlum İmad, sen dua et de kurdun kuyruğu kopmasın; eğer kurdun kuyruğu koparsa
sen o zaman tozun dumanın ne olduğunu anlarsın.” der.
108. Sendeki Alacağım Başka
Nasreddin Hoca bir gün yolda giderken eski tanıdığına rastlar. Adam vaktiyle Hoca’dan borç
para almış; ancak ödememiştir. Bu sebeple de pek ortalarda görünmemektedir. Hâl hatır
sorduktan sonra Hoca;
“Mehmet Efendi, benden aldığın borcun üzerinden epey zaman geçti. Haydi artık öde
de kurtul.” der.
Mehmet Efendi ezilip büzülür. O sırada yanlarından geçmekte olan bir adam Mehmet Efendi’ye
acır ve onu Hoca’nın dilinden kurtarmak için;
“Hoca, sen onu bırak. Esas borçlu benim.” der.
Öfkelenen Hoca münasebetsiz adamı uyarır:
“Sendeki alacağım başka, o biraz dursun. Benim bundan alacağım var. Ben onu
istiyorum.”
109. Senin Gibilere Muhtaç Olmamak İçin
Cimrilerden birisi Hoca’ya takılır:
“Hocam parayı çok sevdiğini öğrendim, acaba neden?”
Hoca bu kendini bilmeze cevapta gecikmez;
“Senin gibilere muhtaç olmamak için.” deyiverir.
110. Senin İçin Yanıyorsa Bilmem
Günün birinde komşularından biri Nasreddin Hoca’yı yemeğe çağırır. Hoşbeşten sonra sofra
kurulur, Hoca da tabaktakileri afiyetle yer. Yemek faslı bittikten sonra ev sahibi Hoca’nın
önüne kara kovan balından bir tabak kor. Balın kaliteli olduğunu anlayan Hoca, kaşık kaşık balı
yemeye başlayınca ev sahibi dayanamaz;
“Hocam, eğer balı ekmeksiz yersen içini yakar.” der.
Hoca, şöyle bir arkaya doğru yaslanır ve ardından da ekler:
“Vallahi komşu, benim içimin filan yandığı yok, senin için yanıyorsa bilmem.”
111. Seninle de Konuşulmuyor ki
Bir akşam üzeri Nasreddin Hoca ile hanımı avluda oturmuş, sohbet etmektedirler. Tuhaf bir
hâli olan Hoca, hanımına sorar:
“Hanım, bizim komşu değirmenci Ahmet Efendi’nin adı neydi?”
Kocasının dalgın hâlini merak eden hanım bu soru karşısında şaşırarak;
“Hoca Efendi, bu nasıl söz? ‘Ahmet Efendi’ dedin ya.” der.
Bozuntuya vermeyen Hoca soruyu değiştirir:
“Dilim sürçtü. Ne iş yaptığını soracaktım.”
“Efendi, sana ne oldu? ‘Değirmenci’ dedin ya.”
Üste çıkmaya çalışan Hoca;
“Hatun nerede oturuyor diye soracaktım.” der.
Şaşkına dönen hanım dayanamaz ve;
“Efendi, sana bir şeyler mi oldu ne… Az önce ‘komşu’ dedin ya.”
Hanımının her sorusuna karşı çıktığını gören Hoca biraz da kızarak;
“Yahu hanım, iki söz edelim dedik, burnumdan getirdin. Seninle de konuşulmuyor ki!”
deyiverir.
112. Sondaki Est’leri Görmüyor musun?
Hoca, medresede öğrenciyken Arapça ve Farsça derslerini de okumuştur. Ancak günlük hayatta
bu dilleri pek kullanmadığı için unutur. Bir işgüzar da Hoca’nın Arapça ve Farsça bilip
bilmediğini anlamak için onu sıkıştırmaya başlar:
“Hocam, iyi hoş adamsın; seni çok severim. Ama Farsça bilmediğin için vaazlarından
yeterince yararlanamıyorum.”
Bunun üzerine Hoca öfkeyle adama çıkışır:
“Be adam, benim Farsçayı bilmediğimi de nereden çıkardın? Dinle bakalım, Farsça
nasıl konuşulurmuş, nasıl Farsça şiir okunurmuş:
‛Mor menekşe boynun eğmiş uyurest,
Kâfir soğan kat kat urba giyerest. ’
Soruyu soran işgüzar, önceleri şaşırırsa da kendisini hemen toparlayarak Hoca’ya bir soru daha
sorar:
“Aman Hocam sen de! Farsça bunun neresinde ki?”
Hoca bu, altta kalır mı hiç! Adamı önce dikkatle süzer, sonra da tebessüm ederek cevabını
yapıştırır:
“Neresinde olacak yahu! Sonlarında elbette. . . Sen oradaki ‘est’leri görmüyor musun?”
113. Suyunun Suyu
Yakın köylerden birinde oturan bir ahbabı Nasreddin Hoca’yı ziyarete gelir. Yatıya kalacak
olan konuk Hoca’ya bir tavşan hediye eder. Hoca da konuğunu elinden geldiğince ağırlar.
Ertesi hafta tanımadığı bir adam Hoca’ya komşu olur. Adam;
“Hoca Efendi, ben geçen hafta tavşan getiren efendinin komşusuyum.”
Hoca, hediye edilen tavşanın suyuyla bir çorba hazırlatır ve sofraya getirerek;
“Afiyetle iç. Bizim hanım bu çorbayı senin köylünün getirdiği tavşanın suyundan
yaptı.”
Üçüncü hafta aynı köyden iki kişi birden gelir ve;
“Biz o tavşanı getiren efendinin köyündeniz.”
“Buyurun.” der Hoca,”Bu çorbayı o tavşanın suyundan pişirdi bizim hanım.”
Dördüncü haftada birkaç kişi birden gelince Hoca köylülere ders vermek ister. Önlerine bir tas
sıcak su koyuverir. Köylüler içtiklerinin sıcak su olduğunu fark edince şaşırıp kalırlar. Fırsatını
yakalayan Hoca verir veriştirir:
“Ulan köftehorlar, hemşeriniz dört hafta önce bir tavşan getirdi, her hafta birileri gelip
konuk oldu. Artık tavşan kalmadı. Varın köye haber verin!”
114. Şıkır Şıkır Akçeler
Nasreddin Hoca’nın kadı olduğu günlerden birinde gürültülü bir şekilde kapısı açılır ve iki
adam içeri girerler. Adamlardan biri diğerinin yakasını tutarak Hoca’nın huzuruna getirir. Son
derece hiddetli olan adam Hoca’nın ‘Ne oluyor?’ demesine fırsat vermeden anlatmaya başlar:
“Kadı Efendi, bu adam rüyamda benden şıkır şıkır yirmi akçe aldı. İstiyorum, vermiyor.
Şikâyetçiyim.”
Kadı Efendi rüyada yirmi akçe alan adamı yanına çağırır ve yirmi akçe vermesini ister. Şaşkına
dönen adam Kadı’nın sözünü dinler ve yirmi akçe verir. Akçeleri alan Kadı önündeki
çekmeceye şıkır şıkır akçeleri saydıktan sonra rüya sahibine;
“Al bakalım şu şıkırtıları…” der. Sonra da akçeleri sahibine vererek, sakalını
sıvazladıktan sonra;
“Haydi güle güle. Bir daha birbirinizin hakkını yemeyin.” diye seslenir.
İki adam dostça ayrılıp giderlerken Kadı’nın yanında hazır bulunanlar da karara hayran kalırlar.
115. Tarifesi Bende Kaldı
Ciğeri çok seven Hoca bir gün bir okka ciğer ile evine dönerken yolda karşılaştığı bir dostu
Hoca’ya bir yemek tarifi vermek ister:
“Hocam, sana öyle bir tarif vereceğim ki parmaklarını yiyeceksin.”
Dostu tarife başlayınca Hoca;
“Tarif karışık iş, bu benim aklımda kalmaz. Sen bunu bir kâğıda yazıver.” der.
Tarifi alan Hoca yiyeceği ciğerin hayali ile eve doğru ilerlerken bir çaylak alçalır ve oldukça
dalgın olan Hoca’nın elinden ciğeri kaparak kaçar. Bu durumda yapacak bir şeyi olmayan Hoca,
çaylağın ardından bakakalır ve elindeki tarifin yazılı olduğu kâğıdı havaya kaldırarak;
“Boşuna sevinme, tarifesi bende kaldı. Ağız tadıyla yiyemeyeceksin.” deyiverir.
116. Tatlı Bir Uyku Uyumuştum
Nasreddin Hoca günün birinde eşeğine biner ve Konya’nın yolunu tutar. Ancak Konya yolu
uzundur, birkaç gece yollarda konaklaması gerekmektedir. Sabah erkenden çıkılan yolculukta
akşam olunca Hoca bir köyde konaklamak ister. Öyle de yapar ve çaldığı bir kapıda ‘Tanrı
misafiri’ deyip orada konuk edilir. Bu arada Hoca çok acıkmıştır. Hâl hatırdan sonra ev sahibi
Hoca’ya;
“Hocam yoldan geldin, susuzluk, uykusuzluk var mı?” deyince Hoca;
“Vallahi kardeşim, gelirken bir pınarın başında tatlı bir uyku çekmiştim.” deyiverir.
117. Tazıya Döner
Cimri bir kişiliğe sahip olan dönemin subaşını pek sevmeyen Nasreddin Hoca ile subaşının
arası pek de iyi değildir. Subaşı bir gün Hoca’dan tavşan kulaklı, karınca belli bir tazı ister.
Köpekten anlamayan Hoca, birkaç gün sonra sokakta yakaladığı tombul bir köpeği subaşıya
götürür. İstediği gibi bir köpekle karşılaşmayan subaşı Hoca’ya;
“Aman Hocam, ben senden böyle tombul köpek mi istedim? Benim istediğim ince belli
bir tazı olacaktı. Sen tutmuş tombul bir köpek getirmişsin.” der.
Bütün bunları sabırla dinleyen Hoca gülümseyerek cevabını veriverir:
“Merak etmeyin subaşı hazretleri, bu köpek bir aya kalmaz tazıya döner.”
118. Tokadın Bedeli
Günlerden bir gün adamın biri Nasreddin Hoca’nın ensesine bir tokat atar. Hoca da adamı
tuttuğu gibi Kadı Efendi’ye götürür. Hoca;
“Kadı Efendi, bu adam bana tokat attı. Şikâyetçiyim.” der.
Tokadı atan adam Kadı Efendi’nin tanıdığı çıkınca Kadı Efendi kararını verir ve şöyle der:
“Tokat atmanın bedeli bir akçedir. Ver de kurtul.”
Adam bir akçeyi getirmeye gider ama bir türlü gelmez. Beklemekten sıkılan Hoca kalkıp Kadı
Efendi’nin ensesine bir tokat atar ve ardından cevabını veriverir:
“Kadı Efendi, adamın parayı getireceği yok. Getirirse de sana attığım tokadın cezası
olarak alıverirsin.”
119. Tuzun Sayesinde Aklımız Denk Oldu
Nasreddin Hoca tuzlu yemekleri sevmezmiş. Olacak bu ya hanımı da bütün yemekleri tuzlu
pişirirmiş. Bir ziyafette, önüne konulan çorbaya bol bol tuz atmaya başlar. Sofradakiler şöyle
bir bakarlar Hoca hiç de tuzu bırakmıyor. Bunun üzerine içlerinden biri;
“Hocam, yemeklere çok tuz atma, aklı geriletir.” der.
Hoca, sakalını şöyle bir sıvazladıktan sonra, adamın yüzüne bir bakar ve;
“Efendi efendi, tuz yemesem benim aklım herkesin aklıyla nasıl denk olabilir?” der.
129. Uykumu Kaybettim, Onu Arıyorum
Gecenin ilerlemiş bir saatinde Nasreddin Hoca sokakta gezerken bekçiler tarafından yakalanır
ve sorguya çekilir:
“Efendi, bu saatte sokakta ne arıyorsun?” dediklerinde Hoca gayet olgun bir şekilde;
“Uykumu kaybettim, onu arıyorum.” deyiverir.
121. Ya Eyüp İp Olursa
Hoca bir gün camide vaaz etmektedir:
“Kardeşlerim, değerli Müslümanlar! Doğruluktan ayrılmayın, yalan yere yemin
etmeyin!”
Bu arada cemaat içinde oturmakta olan Eyüp Efendi’ye gözü ilişir.
Tanıdıklarının Eyüp Efendi’nin adını doğru söyleyemediklerini, bu sebeple onun adını çok
farklı seslendirdiklerini hatırlar ve evirir, çevirir sözü onun adına getirir:
“Kardeşlerim, sizlere söylüyorum. Sakın ola ki çocuklarınızın ve torunlarınızın adlarını
Eyüp koymayın.”
Dinleyenler şaşırırlar. Hoca’nın Eyüp Peygamber’in adını beğenmediğini sanıp kızanlar bile
olur. Kalabalıktan uğultu yükselince Hoca işi şakaya döker.
“Eğer siz çocuklarınıza, torunlarınıza Eyüp adını verirseniz, günün birinde insanlar onu
söyleye söyleye İp’e çevirirler.”
122. Yağım, Biberim, Tuzum, Ateşim Ne Olacak?
Nasreddin Hoca yakaladığı bıldırcınları temizledikten sonra bunlardan güzel bir yemek yapar
ve komşularını davet etmek için evden çıkar. Hoca’yı takip eden bir komşusu da yemeği
tenceresine boşaltıp, yakaladığı canlı bıldırcınları tencerenin içerisine bırakıp gider.
Hoca, komşularını davet ettikten sonra, yemeği koymak için tencerenin kapağını açtığında bir
de ne görsün, yemeğin yerinde yeller esiyor. Bu arada canlı bıldırcınlar da uçup giderler.
Hoca kısa bir süre içerisinde kendisini toplar ve elini açarak;
“Allah’ım, inanıyorum, senin her şeye gücün yeter. Buna şüphe yok. Bıldırcınlara can
verdiğine inanıyorum, onları kurtardığına da inanıyorum. Pekiyi, benim; yağım, biberim,
tuzum, ateşim ne olacak?” deyiverir.
123. Yata Yata Usandım, Biraz da Dolaşmaya Çıkacaktım
Mevsimlerden yazdır. Bu aralarda Hocamızın da canı bir şeylere sıkılmıştır. Şöyle hava almak
için dışarı çıkar.
Hava sıcak mı sıcak… Hoca’nın iç çamaşırları da sıcaktan dolayı sırılsıklam olur. Hoca, terli
elbiselerini değiştirebilmek için uygun bir yer ararsa da bulamaz.
Yol boyu giderken karşısına bir mezarlık çıkar. Hemen mezarlığa girip mezar taşlardan birinin
arkasında üzerini değiştirmeye başlar.
Olacak bu ya, tam da o sırada mezarlığın yakınından geçmekte olan birkaç atlı adam, Nasreddin
Hoca’yı yarı çıplak vaziyette görünce;
“Be adam, bu nasıl hâldir? Senin ne işin var bu vaziyette mezarlıkta?” derler.
Hoca bakar ki atlılar kızgın… Hemen, onların hoşlarına gidecek bir cevap vererek paçayı
kurtarır:
“Ne olsun, burası benim mezarım… Yata yata usandım da biraz dolaşmaya çıkacaktım.”
124. Yorgan Gitti Kavga Bitti
Bir gece Nasreddin Hoca ile hanımı odalarına çekilirler. Ancak bir süre sonra dışarıdan gelen
gürültü patırtı sesleri ile uyanırlar. Mevsim kıştır, Hoca Efendi aceleyle üzerine yorganını
alarak dışarıya çıkar. Bakar ki birkaç genç kavga etmektedir. Hemen onlara öğüt vermeye
başlar:
“Yapmayın, etmeyin.” derken, olacak bu ya, Hoca’nın üzerindeki yorgan da bir taraflara
düşer. Gürültü patırtı çıkaranların bir kısmı kavga eder gibi görünürken bir kısmı da yorganı
kaptıkları gibi kaçarlar. Bir süre sonra adamlar kavgayı bıraktıklarında Hoca bir de ne görsün?
Yorgan gitmiş. Hanımı, üzgün bir şekilde eve dönen Hoca’ya sorar:
“Ne oldu Efendi? Hani yorganın nerede?”
Hoca yorganı kaybetmenin üzüntüsüyle;
“Sorma hatun, kavganın sebebi bizim yorganmış; yorgan gitti, kavga bitti.” diye cevap
verir.
125. Aklın Varsa Göle Koş
Nasreddin Hoca günün birinde eşeğine binerek ormana odun kesmeye gider. Kuru odunlardan
epeyce kestikten sonra bunları eşeğine yükler ve evin yolunu tutar. Ancak, yolda aklına, kestiği
odunların yanıp yanmayacağı konusu gelir ve ince kuru dallardan birkaçını tutuşturur.
Başlangıçta odun çıtır çıtır yanarken Hoca ve eşeği gayet rahattır. Fakat bir süre sonra kuru
odunların tamamı yanmaya başlayınca Nasreddin Hoca’yı bir telaş alır ki sormayın. Bu arada
odunların yanmasıyla birlikte semeri de yanmaya başlayan eşek iyice huysuzlanır ve hoplayıp
zıplamaya başlar. Eşeğin bu acı haline çok üzülen Nasreddin Hoca yüksekçe bir yere çıkar ve;
“Eşeğim, aklın varsa göle koş, yoksa hâlin duman…” deyiverir.
126. Ay da Çıktı Ama Ben de Neler Çektim Neler?
Geceleyin ay ışığının etrafı aydınlattığı bir saatte Nasreddin Hoca evde suyun olmadığını
öğrenince, kova ve testiyi alıp kuyuya gider. Nasreddin Hoca kovayı kuyuya sarkıttığında bir
de ne görsün, kuyunun içerisinde kocaman bir ay…
“Hay Allah, ayın kuyuda ne işi var?”
Hoca, ayın kuyuya düştüğünü sanarak evine gelir, ipin yanına çengeli de alarak tekrar kuyunun
başına döner. Çengeli ipe bağlayarak kuyudan aşağıya sarkıtan Nasreddin Hoca, çengelin bir
taşa takılması üzerine var gücüyle asılmaya başlar. Bir asılır, iki asılır, üç asılır, ancak çengel
çıkmaz.
Biraz daha kendisini çengeli çekmeye hazırlayan Nasreddin Hoca var gücüyle ipi çekince,
çengelin takıldığı taştan kurtulmasıyla birlikte sırtı üzerine düşer. Bir süre toz toprak içinde
kaldıktan sonra Hoca, kendisine gelir ve gökte ayı gördükten sonra;
“Ay çıktı ama ben de neler çektim neler?” deyiverir.
127. Aynı Yöne Gittiğimi Görmemek İçin
Hoca bir gün eşeğe ters binerek giderken, karşısına çıkanlar merakla sorarlar:
“Hoca Efendi, niçin eşeğe ters biniyorsun?” Hoca gülümseyerek cevap verir:
“Eşekle aynı yöne gittiğimi görmemek için…”
128. Bağdat’a Gitmem Gerekir
Günün birinde komşularından birisi Hoca’nın kapısını çalar ve;
“Hoca Efendi, senden bir isteğim var.” der.
“Nedir komşu?”
“Hocam, Bağdat’ta bir dostum var, ona mektup yazmak istiyorum, fakat benim yazım
çok kötü. Mümkünse bu mektubu yazıversen.” deyince Hoca;
“Olmaz, çünkü benim Bağdat’a gidecek vaktim yok.” der.
Hoca’nın yanlış anladığını zanneden komşusu;
“Hocam, Bağdat’a gitmeyeceksin, mektubu yazıvereceksin.” deyince Hoca adamı
başından savmak için yeni bahaneler uydurur ve;
“Ah dostum! Bir bilsen benim yazım ne kadar kötü, ancak kendi yazdığımı kendim
okuyabiliyorum, bu sebepten de Bağdat’a gitmem gerekir.” der.
129. Ben Perdeyi Buldum ve Çalıp Duruyorum
Bir gün Nasreddin Hoca’yı ziyafete davet ederler. Yeme içme faslından sonra saz çalan bir
misafir sazını ortaya çıkararak;
“Hocam, saz çalmasını bilir misin?” diye sorar.
Hoca da hiç düşünmeden, sözünün sonunun ne olacağını aklına kestirmeden;
“Evet, çalarım.” deyiverir.
Bunun üzerine sazı Hoca’ya uzatırlar. Ne perde, ne mızrap… Hiçbir şeyi bilmeyen Nasreddin
Hoca sazı eline alır ve gelişigüzel mızrapla tellere vurmaya başlar. Sazdan garip garip sesler
çıkınca oradakiler;
“Hoca Efendi, bu nasıl saz çalış? Bunun da bir çalma usulü vardır, seninki saz çalma
değil işkence.” derler.
Nasreddin Hoca, saz çalmasını bilmediğini belli etmemek için kahkahayı basar ve;
“Arkadaşlar, bunda şaşılacak ne var? Bu işte perde arayanlar, aramaya devam etsinler,
bakın ben buldum ve çalıp duruyorum.” deyiverir.
130. Ben Sağlığımda Sağdaki Yolu Tercih Ederdim
Günün birinde odun getirmek için dağa giden Nasreddin Hoca, kesmek için üzerine oturduğu
bir dalı dibinden kesmeye başlar. Bu sırada oradan geçen bir köylü;
“Hocam, ne yapıyorsun? Bak, birazdan üzerine oturduğun dal kırılır, yere düşer,
ölürsün.” der.
Hoca, hiç oralı olmaz, dalı kesmeye devam eder. Çok geçmeden Hoca dalla birlikte aşağıya
düşer. Köylünün konuşmasından hisse çıkaran Hoca, üstünü başını silkeledikten sonra kalkar
ve adamın arkasından koşarak ona yetişir;
“Arkadaş, sen benim düşeceğimi bildin, o halde öleceğimi de bilirsin. Söyle bakayım
ben ne zaman öleceğim?” der.
Adam, “Yok, ben bilmem, Allah’tan başka kimse bilmez.” filan derse de Hoca’yı bir türlü ikna
edemez. Adam daha fazla baskıya dayanamayınca da;
“Hoca Efendi, eşeğinle yola çıktığında, eşek üç defa yelleyecek. Birincisinde dizinden
aşağısının, ikincisinde göbeğinden aşağısının dermanı kesilecek, üçüncüsünde ise canın
çıkacak.” der.
Kestiği dalların yanına dönen Nasreddin Hoca, odunları eşeğine yükler ve evine doğru yola
çıkar. Yolu üzerinde eşek birinci defa yellediğinde, Hoca’nın dizinden aşağısında, ikinci defa
yellediğinde göbeğinden aşağısında canı kalmaz. Eşek üçüncü defa yellediğinde ise Nasreddin
Hoca “Öldüm” diyerek kendisini yol kenarına bırakır.
Bir süre sonra yolları üzerinde Hoca ve eşeğini bulan köylüler de Hoca’nın öldüğünü sanarak,
onu evine götürürler. Su kaynatırlar, imamı çağırırlar. İmam, Hoca’yı güzelce yıkar, kefenler.
Ardından cenaze namazını da kıldıran imam;
“Haydin, cenazeyi omuzlayın.” der. Cemaat de tabutu omuzlarına alarak mezarlığa
doğru yola çıkar. Cenaze bir süre taşındıktan sonra bir yol ayrımına gelince cemaat arasında
‘Hangi yoldan gitsek daha kısa olur?’ diye bir tartışma başlar.
Bu sırada Nasreddin Hoca tabuttan başını çıkararak;
“Ey cemaat, boşuna tartışıp durmayın; ben sağlığımda hep sağdaki yolu tercih ederdim.”
deyiverir.
131. Benim Kuşumun Düşündüğünü Görmüyor musunuz?
Hoca, pazar yerinde bir kuşun iki akçeye satıldığını görür.
Hoca, kuşun iki akçeye satıldığını görünce sevinir ve;
“Bu küçücük kuş iki akçe ederse benim evdeki hindim onlarca akçe eder.” der. Sonra
da evine gider ve hindiyi yakaladığı gibi pazarın yolunu tutar; ancak Hoca’nın hindisinin
yüzüne kimse bakmaz. Biraz bağırıp çağırmadan sonra zor ve şer Hoca’nın hindisine de iki
akçe veren olur ama Hoca’nın kafasının tası iyice atar;
“Be adamlar! Biraz önce küçücük kuşa iki akçe verdiniz, görmüyor musunuz benim
hindim onun on katı daha büyük.” deyince, pazarcılar;
“Hocam, o kuş dediğin papağandır, o konuşur, bu sebepten kıymetli.” Deyince Hoca
dayanamaz;
“Yahu, siz o kuşun konuştuğunu söylüyorsunuz da benim kuşumun düşündüğünü neden
görmüyorsunuz?” der.
132. Biz Onun Ayağına Gideriz
Nasreddin Hoca’nın hocalığı halk arasında ermişliğe kadar ilerleyince günün birinde
hemşerileri;
“Hocam, senin bir ermiş olduğunu, istediğin her şeyi ayağına getirttiğini söylüyorlar.
Fakat bunu biz göremedik; şu kerametini bize gösterir misin?” diye sorarlar.
Bu sözler karşısında şöyle bir kendini toparlayan Nasreddin Hoca;
“Ey dağ, haydi yanıma gel.” diye üç defa seslenir.
Nasreddin Hoca ve hemşerileri bakarlar ki dağın kıpırdadığı filan yok. Herkes, Hoca ile dalga
geçmeye hazırlanırken Hoca yerinden kalkıp yürümeye başlayarak;
“Hemşerilerim, biliyorsunuz bizde kibir diye bir şey yoktur. Ne yapalım, dağ bizim
ayağımıza gelmezse biz onun ayağına gideriz.” deyiverir.
133. Bizim Eve Geliyor
Günün birinde Nasreddin Hoca’nın komşularından birisi vefat eder. Hoca da komşu hakkı
diyerek başsağlığı dilemeye gider. Bu sırada evdekiler yüksek sesle ağlamaktadır.
“Ah, bizi bırakıp da nereye gidiyorsun, hem de ocağı, ateşi olmayan yere…”
Hoca bu sözleri iyice dinledikten sonra ev sahibinden izin ister ve doğruca evine gelerek
hanımına;
“Hanım, hanım! Sorma başımıza gelenleri, söylenenlere bakılırsa rahmetli komşumuz
bizim eve geliyor.” der.
134. Bunu Sana Haber Vermeye Geldim
Nasreddin Hoca ile hanımı evde sohbet ederlerken hanımın sancısı tutar ve kıvranmaya başlar.
Bu arada Hoca’ya;
“Hoca Efendi, git bana bir hekim çağır.” der.
Nasreddin Hoca tam evden çıkacağı sırada hanımı;
“Bey! Gitme, sancım geçti.” der.
Hanımının uyarısına rağmen Hoca hiçbir şey olmamışçasına doktorun yanına gider ve;
“Doktor Bey, hanımım sancılanmıştı, beni de sana göndermişti. Tam evden çıkarken
sancısının geçtiğini söyledi; ben de bunu sana haber vermeye geldim.” der.
135. Büyüyünce Ganem Derler
Nasreddin Hoca Hicaz’a gider. Dönüşte herkes Hoca’yı karşılar, hoş beş sırasında
hemşerilerinden birisi;
“Hocam, Arabistan’da epeyce kaldın, her hâlde Arapçayı da öğrenmişsindir.” deyince
Hoca;
“Evet, öğrendim.” der.
Bunun üzerine hemşerisi sorar:
“Pekiyi Hocam orada deveye ne derler?”
“Hemşerim, sorduğun soru çok büyük olmadı mı?”
“Pekiyi, küçüğünden soralım, pireye ne derler?”
“Hemşerim, bu defa da çok küçüğünden sordun, bunların ortası yok mu?”
Bu sırada soru sorma sırası bir başka hemşerisine gelir:
“Tamam, Hocam onlar kuzuya ne derler?”
Hoca, bu soruyu duyunca şöyle bir kendine gelir ve cevap verir:
“Hemşerilerim, onlar kuzuya bir şey demezler; ancak kuzu büyüyünce ganem [koyun]
derler.”
136. Çekirdeğiyle Tarttı
Hoca pazardan bir okka hurma alır ve evine gelir. Akşam olunca da hanımıyla birlikte yemeye
başlarlar. Hocanın hanımı bir de bakar ki, kocası hurmaları çekirdeği ile birlikte yiyor. Bunu
üzerine Hoca’ya dönerek;
“Efendi, hurmayı çekirdeğiyle mi yiyorsun?” diye sorar.
Hoca bu soru karşısında;
“Elbette çekirdeğiyle yiyorum, çünkü pazarcı bana onu çekirdeğiyle tarttı.” diye cevap
verir.
137. Daha Ne Kadar Gitmemi İstiyor?
Bir gece vakit ilerleyince Hoca ile hanımı odalarına çekilirler. Biraz sonra hanım seslenip;
“Hoca Efendi, biraz öteye gidiver.” deyince Hoca da cübbesini sırtına aldığı gibi sokağa
çıkar. Epeyce yürüdükten sonra sabaha karşı bir tanıdığı ile karşılaşır.
“Hocam, hayırdır, sabahın köründe nereye böyle?” deyince Hoca;
“Vallahi komşu ben de bilmiyorum. Yalnız senden bir ricam var, bizim eve git ve
hanıma bir sor, bakalım daha ne kadar gitmemi istiyor.” der.
yetişince o da hemen cevabını veriverir:
“Arkadaşlar, ben de sizin sorunuzun cevabını biliyordum, ama bakın benden önce şu
giden cenaze cevabı verdi. Görüyor musunuz o, ölçmüş, biçmiş ve gidiyor.”
95. Önden Buyur Yiğidim
Günlerden bir gün Hoca, ziyaret için mezarlığa doğru yola koyulur. Oraya varınca birdenbire
karşısına kocaman bir köpek çıkar.
Hoca korkudan ne yapacağını şaşırır. Bulduğu taşı kaptığı gibi köpeğe fırlatır.
Köpeğe”hoşt hoşt” diye bağırarak onu korkutup uzaklaştırmak ister. Köpek de köpek ha!
Korkup kaçacağı yerde daha çok hırlar ve Hoca’nın üzerine doğru hücum eder.
Hoca, bakar ki köpeğin kaçmaya hiç niyeti yok. Çareyi bir mezar taşının arkasına sığınmakta
bulur ve;
“Anlaşıldı. Mademki bana senden önce geçiş yok, sen önden buyur yiğidim.” der.
96. Ördek Çorbası İçiyorum
Nasreddin Hoca hayattayken büyük bir kıtlık olur. Bırakın eti, bir lokma ekmeği bile bulmak
çok zordur. Evde bulduğu kuru ekmek parçalarını alan Hoca, Akşehir Gölü’nün kenarına
geldiğinde bir de ne görsün, gölde ördekler yüzüyor. Hoca, bunlardan birkaçını yakalamak
isterse de başaramaz. Ardından da yorgun argın bir ağacın gölgesine oturur ve evinden getirdiği
kuru ekmeği suya bandıra bandıra yemeye başlar.
O sırada çevreden geçmekte olan insanlar, Hoca’nın bu garip hâlini görünce dayanamaz ve
sorarlar:
“Hayrola Hocam, ne yapıyorsun?”
Nasreddin Hoca:
“Görmüyor musunuz, ördek çorbası içiyorum.” diye cevap verir.
97. Padişah mı Büyük Çiftçi mi?
Nasreddin Hoca bir köye gittiğinde halk, Hoca’yı imtihan etmek ister:
“Hocam, padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?” diye bir soru sorarlar.
Hoca şöyle bir arkasına yaslanır, sonra da sakalını sıvazlar ve;
“Bunu bilmeyecek ne var, elbette çiftçi büyük, eğer çiftçi olmasa padişah acından
ölürdü.” der.
98. Parayı Veren Düdüğü Çalar
Nasreddin Hoca günün birinde evinin ihtiyaçlarını gidermek üzere eşeğine biner ve pazara
doğru yola koyulur. Bir süre gittikten sonra çocuklar Hoca’nın yolunu keserler ve;
“Hocam, nereye gidiyorsun?” diye sorarlar.
“Pazara gidiyorum.”
“Bize düdük alır mısın?”
“Elbette alırım.”
Bu arada çocuklardan birisi Hoca’ya bir miktar para verir, diğerleri ise Hoca’ya iyi dileklerde
bulunurlar.
Pazar alışverişini bitiren Hoca, yorgun argın evine doğru dönerken çocuklar yolunu keserler.
“Hocam, hoş geldin.”
“Hoş bulduk çocuklar.” der.
Ardından çocukların istekleri başlar:
“Hocam, bizim düdük, Hocam benim düdük, Hocam bana yok mu?” gibi sözleri işiten
Hoca, cebinden çıkardığı düdüğü para veren çocuğa uzatır. Bu defa diğer çocuklar;
“Olur mu Hocam, hani bize, hani bize?” diye şikâyete başlarlar. Bunun üzerine Hoca;
“Çocuklar, çocuklar! Parayı veren düdüğü çalar, bakın arkadaşınız parayı verdi,
düdüğünü nasıl öttürüyor.” deyiverir.
99. Peşin Parayı Görünce Ne de Güzel Gülüyorsun
Nasreddin Hoca komşularından birine borçlu olup bir türlü ödeyememektedir. Alacaklı birkaç
defa kapıyı çalınca Hoca;
“Komşu, çok kısa bir süre içerisinde borcumu sana ödeyeceğim.” der.
Komşusu biraz şaşkın vaziyette;
“Bu iş nasıl olacak, ne zaman ödeyeceksin?” deyince Hoca;
“Bak komşu, kapının önüne çalı ektim, çalılar ilkbaharda yeşerecek, sonra çalıları
sertleşecek…”
“Eee…”
“Kapının önünden geçen koyunların yünleri çalılara takılacak…”
“Sonra?”
“Sonra mı, bu yünleri toplayacağız, hatunla birlikte kabartacağız, sonra kirmanda
eğireceğiz, son olarak da pazarda satacağız. O zaman senin paranı ödeyeceğim.” deyince
alacaklı acı acı gülmeye başlar.
Alacaklısının bu tavrı üzerine Hoca;
“Ah komşu ah, peşin parayı görünce ne de güzel gülüyorsun.” der.
100. Pilavla Görüşüvereyim
Akşehirli zenginlerden bir tanesi Nasreddin Hoca’yı iftara çağırır. Sofraya oturdukları zaman
ilk olarak çorba gelir. Çorbadan bir kaşık alır almaz ev sahibi hizmet edenlere;
“Bu nasıl çorba, çabuk değiştirin!” der.
Arkasından sofraya güzel bir et yemeği gelir. Ev sahibi yemekten bir parçayı yedikten sonra
öfkeli bir sesle;
“Nerede bu aşçı? Ben ona baharat koyma demedim mi? Çabuk değiştirin bu yemeği!”
der.
Et yemeğinden sonra sıra baklavaya gelir. Baklavayı gören Hoca ‘Bakalım buna ne kusur
bulacak?’ diye içinden geçirirken ev sahibi âdeta kükreyerek;
“Ahmak herifler, aç karnına baklava yenir mi? Kaldırın bunu.” der.
Bu sırada Nasreddin Hoca yerinden fırlar ve arkada sırasını beklemekte olan etli pilavdan
yemeğe başlar. Hoca’nın bu hareketi karşısında şaşıran ev sahibi;
“Aman Hocam, ne yapıyorsun? Sofraya getirseydik…”deyince Hoca cevabını veriverir:
“Vallahi Efendi, sen sofraya gelenlerin hesabını göredur. Ben biraz pilavla
görüşüvereyim.”
101. Saçlarım Sakalımdan Daha İhtiyardır da Ondan
Hoca, günün birinde berberde tıraş olurken, müşterilerden birisi;
“Hocam, maşallah, saçları ağartmışsın, lakin sakalın pek o kadar değil, neden acaba?”
deyince o da;
“Beyim, bunda bir aksilik yok, saçlarım sakalımdan daha ihtiyardır da ondan.” der.
102. Saklarlar da Kışın Yerler
Misafirlerden birisi, Nasreddin Hoca’nın evinde yatıya kalır. Akşam yemeği yenildikten sonra
sohbet edilir, yatma zamanı gelince yataklar açılır. Vakit ilerlediği için karnı acıkan misafir;
“Bizim eller bizim eller
Yatarken üzüm yerler”
diye bir türkü tutturmaz mı?
Bu türkünün sonunun nereye varacağını anlayan Nasreddin Hoca da elini kulağına atar ve;
“Sizin eller sizin eller
Yatarken üzüm yerler
Bizde böyle âdet yoktur
Saklarlar da kışın yerler.” der.
103. Sana Gelir miydim?
Günün birinde Hoca’nın eşeği çalınır. Bunun üzerine Hoca sokakta yüksek sesle;
“Eşeğimi çaldılar, hırsızlar eşeğimi çaldılar.” diye bağırır.
Sesi işiten Kadı, Hoca’yı yanına çağırarak;
“Eşeği nasıl çaldırdın, kime çaldırdın, ne zaman çaldırdın?”gibi sorular sorar.
Bu sorulara kızan Nasreddin Hoca;
“Kadı Efendi, Kadı Efendi! Eğer bu soruların cevabını bilseydim sana gelir miydim?”
der.
104. Sana Ne?
Nasreddin Hoca akşam namazından sonra eve doğru giderken geveze bir adamla karşılaşır:
“Hocam, az önce buradan bir tepsi baklava götürüyorlardı.”
“Giderse gitsin, bana ne elin baklavasından.” deyince adam;
“Yok Hocam, baklava sizin eve gidiyordu.”der.
Öfkelenen Hoca;
“Be adam, giderse gitsin, bizim eve giden baklavadan sana ne?” diyerek adamı azarlar.
105. Sapasağlam Ölüyorum
Nasreddin Hoca günün birinde hastalanır ve yorgan döşek yatar. Nasreddin Hoca bu, sevilen
birisi, bütün eş dost ziyaretine gelir ve;
“Hocam, geçmiş olsun.”
“Hayırdır Hocam, dün sapasağlamdın, birdenbire ne oldu?” diye sorarlar.
Hoca, ziyaretçilerin gelip gitmesinden memnundur, ancak soruların ardı arkası kesilmeyince;
“Sormayın dostlarım, ben sapasağlam ölüyorum.” der.
106. Sen Evini Taşı
Evinin yerinden memnun olmayan köylünün biri, sıkıntısını anlatmak üzere Nasreddin Hoca’ya
gelir:
“Hocam, evde gün ışığına hasret kaldık. Evim güneş yüzü görmüyor. Bu sıkıntıma bir
çare bul.”
Nasreddin Hoca, evinden şikâyetçi olan adam hakkında bilgi sahibi olmadığından merakını
gizleyemez ve sorar:
“Yahu komşu, senin toprağın filan yok mu?”
“İlahi Hoca Efendi, köylü adamın tarlası olmaz mı hiç?”
“Madem tarlan var, o hâlde güneş de görüyordur.”
“Yahu Hocam, tarladır bu, elbette güneş görür.”
Hoca, bu lüzumsuz soruyu soran köylüye iyi bir ders vermek niyetindedir. Adama şöyle uzun
uzun bakarak cevap verir:
“Oh, ne güzel! Güneş senin evine gelmiyorsa sen evini tarlaya götürüver.”
107. Sen O Zaman Tozun Dumanın Ne Olduğunu Anlarsın
Nasreddin Hoca ile mollası İmad birlikte ava çıkarlar. Bir süre dolaştıktan sonra İmad bir kurt
yavrusunun ininin içerisine girdiğini görür ve ardından o da girer. Uluma sesleri üzerine ana
kurt da ine gelince Nasreddin Hoca inden içeriye girmek isteyen ana kurdun kuyruğundan tutar.
Kurt yavrusunu kurtarmak için içeriyi zorlarken her taraf toz duman içinde kalır. İmad içeriden
bağırır:
“Hocam, bu ses, gürültü nedir?”
Hoca da;
“Oğlum İmad, sen dua et de kurdun kuyruğu kopmasın; eğer kurdun kuyruğu koparsa
sen o zaman tozun dumanın ne olduğunu anlarsın.” der.
108. Sendeki Alacağım Başka
Nasreddin Hoca bir gün yolda giderken eski tanıdığına rastlar. Adam vaktiyle Hoca’dan borç
para almış; ancak ödememiştir. Bu sebeple de pek ortalarda görünmemektedir. Hâl hatır
sorduktan sonra Hoca;
“Mehmet Efendi, benden aldığın borcun üzerinden epey zaman geçti. Haydi artık öde
de kurtul.” der.
Mehmet Efendi ezilip büzülür. O sırada yanlarından geçmekte olan bir adam Mehmet Efendi’ye
acır ve onu Hoca’nın dilinden kurtarmak için;
“Hoca, sen onu bırak. Esas borçlu benim.” der.
Öfkelenen Hoca münasebetsiz adamı uyarır:
“Sendeki alacağım başka, o biraz dursun. Benim bundan alacağım var. Ben onu
istiyorum.”
109. Senin Gibilere Muhtaç Olmamak İçin
Cimrilerden birisi Hoca’ya takılır:
“Hocam parayı çok sevdiğini öğrendim, acaba neden?”
Hoca bu kendini bilmeze cevapta gecikmez;
“Senin gibilere muhtaç olmamak için.” deyiverir.
110. Senin İçin Yanıyorsa Bilmem
Günün birinde komşularından biri Nasreddin Hoca’yı yemeğe çağırır. Hoşbeşten sonra sofra
kurulur, Hoca da tabaktakileri afiyetle yer. Yemek faslı bittikten sonra ev sahibi Hoca’nın
önüne kara kovan balından bir tabak kor. Balın kaliteli olduğunu anlayan Hoca, kaşık kaşık balı
yemeye başlayınca ev sahibi dayanamaz;
“Hocam, eğer balı ekmeksiz yersen içini yakar.” der.
Hoca, şöyle bir arkaya doğru yaslanır ve ardından da ekler:
“Vallahi komşu, benim içimin filan yandığı yok, senin için yanıyorsa bilmem.”
111. Seninle de Konuşulmuyor ki
Bir akşam üzeri Nasreddin Hoca ile hanımı avluda oturmuş, sohbet etmektedirler. Tuhaf bir
hâli olan Hoca, hanımına sorar:
“Hanım, bizim komşu değirmenci Ahmet Efendi’nin adı neydi?”
Kocasının dalgın hâlini merak eden hanım bu soru karşısında şaşırarak;
“Hoca Efendi, bu nasıl söz? ‘Ahmet Efendi’ dedin ya.” der.
Bozuntuya vermeyen Hoca soruyu değiştirir:
“Dilim sürçtü. Ne iş yaptığını soracaktım.”
“Efendi, sana ne oldu? ‘Değirmenci’ dedin ya.”
Üste çıkmaya çalışan Hoca;
“Hatun nerede oturuyor diye soracaktım.” der.
Şaşkına dönen hanım dayanamaz ve;
“Efendi, sana bir şeyler mi oldu ne… Az önce ‘komşu’ dedin ya.”
Hanımının her sorusuna karşı çıktığını gören Hoca biraz da kızarak;
“Yahu hanım, iki söz edelim dedik, burnumdan getirdin. Seninle de konuşulmuyor ki!”
deyiverir.
112. Sondaki Est’leri Görmüyor musun?
Hoca, medresede öğrenciyken Arapça ve Farsça derslerini de okumuştur. Ancak günlük hayatta
bu dilleri pek kullanmadığı için unutur. Bir işgüzar da Hoca’nın Arapça ve Farsça bilip
bilmediğini anlamak için onu sıkıştırmaya başlar:
“Hocam, iyi hoş adamsın; seni çok severim. Ama Farsça bilmediğin için vaazlarından
yeterince yararlanamıyorum.”
Bunun üzerine Hoca öfkeyle adama çıkışır:
“Be adam, benim Farsçayı bilmediğimi de nereden çıkardın? Dinle bakalım, Farsça
nasıl konuşulurmuş, nasıl Farsça şiir okunurmuş:
‛Mor menekşe boynun eğmiş uyurest,
Kâfir soğan kat kat urba giyerest. ’
Soruyu soran işgüzar, önceleri şaşırırsa da kendisini hemen toparlayarak Hoca’ya bir soru daha
sorar:
“Aman Hocam sen de! Farsça bunun neresinde ki?”
Hoca bu, altta kalır mı hiç! Adamı önce dikkatle süzer, sonra da tebessüm ederek cevabını
yapıştırır:
“Neresinde olacak yahu! Sonlarında elbette. . . Sen oradaki ‘est’leri görmüyor musun?”
113. Suyunun Suyu
Yakın köylerden birinde oturan bir ahbabı Nasreddin Hoca’yı ziyarete gelir. Yatıya kalacak
olan konuk Hoca’ya bir tavşan hediye eder. Hoca da konuğunu elinden geldiğince ağırlar.
Ertesi hafta tanımadığı bir adam Hoca’ya komşu olur. Adam;
“Hoca Efendi, ben geçen hafta tavşan getiren efendinin komşusuyum.”
Hoca, hediye edilen tavşanın suyuyla bir çorba hazırlatır ve sofraya getirerek;
“Afiyetle iç. Bizim hanım bu çorbayı senin köylünün getirdiği tavşanın suyundan
yaptı.”
Üçüncü hafta aynı köyden iki kişi birden gelir ve;
“Biz o tavşanı getiren efendinin köyündeniz.”
“Buyurun.” der Hoca,”Bu çorbayı o tavşanın suyundan pişirdi bizim hanım.”
Dördüncü haftada birkaç kişi birden gelince Hoca köylülere ders vermek ister. Önlerine bir tas
sıcak su koyuverir. Köylüler içtiklerinin sıcak su olduğunu fark edince şaşırıp kalırlar. Fırsatını
yakalayan Hoca verir veriştirir:
“Ulan köftehorlar, hemşeriniz dört hafta önce bir tavşan getirdi, her hafta birileri gelip
konuk oldu. Artık tavşan kalmadı. Varın köye haber verin!”
114. Şıkır Şıkır Akçeler
Nasreddin Hoca’nın kadı olduğu günlerden birinde gürültülü bir şekilde kapısı açılır ve iki
adam içeri girerler. Adamlardan biri diğerinin yakasını tutarak Hoca’nın huzuruna getirir. Son
derece hiddetli olan adam Hoca’nın ‘Ne oluyor?’ demesine fırsat vermeden anlatmaya başlar:
“Kadı Efendi, bu adam rüyamda benden şıkır şıkır yirmi akçe aldı. İstiyorum, vermiyor.
Şikâyetçiyim.”
Kadı Efendi rüyada yirmi akçe alan adamı yanına çağırır ve yirmi akçe vermesini ister. Şaşkına
dönen adam Kadı’nın sözünü dinler ve yirmi akçe verir. Akçeleri alan Kadı önündeki
çekmeceye şıkır şıkır akçeleri saydıktan sonra rüya sahibine;
“Al bakalım şu şıkırtıları…” der. Sonra da akçeleri sahibine vererek, sakalını
sıvazladıktan sonra;
“Haydi güle güle. Bir daha birbirinizin hakkını yemeyin.” diye seslenir.
İki adam dostça ayrılıp giderlerken Kadı’nın yanında hazır bulunanlar da karara hayran kalırlar.
115. Tarifesi Bende Kaldı
Ciğeri çok seven Hoca bir gün bir okka ciğer ile evine dönerken yolda karşılaştığı bir dostu
Hoca’ya bir yemek tarifi vermek ister:
“Hocam, sana öyle bir tarif vereceğim ki parmaklarını yiyeceksin.”
Dostu tarife başlayınca Hoca;
“Tarif karışık iş, bu benim aklımda kalmaz. Sen bunu bir kâğıda yazıver.” der.
Tarifi alan Hoca yiyeceği ciğerin hayali ile eve doğru ilerlerken bir çaylak alçalır ve oldukça
dalgın olan Hoca’nın elinden ciğeri kaparak kaçar. Bu durumda yapacak bir şeyi olmayan Hoca,
çaylağın ardından bakakalır ve elindeki tarifin yazılı olduğu kâğıdı havaya kaldırarak;
“Boşuna sevinme, tarifesi bende kaldı. Ağız tadıyla yiyemeyeceksin.” deyiverir.
116. Tatlı Bir Uyku Uyumuştum
Nasreddin Hoca günün birinde eşeğine biner ve Konya’nın yolunu tutar. Ancak Konya yolu
uzundur, birkaç gece yollarda konaklaması gerekmektedir. Sabah erkenden çıkılan yolculukta
akşam olunca Hoca bir köyde konaklamak ister. Öyle de yapar ve çaldığı bir kapıda ‘Tanrı
misafiri’ deyip orada konuk edilir. Bu arada Hoca çok acıkmıştır. Hâl hatırdan sonra ev sahibi
Hoca’ya;
“Hocam yoldan geldin, susuzluk, uykusuzluk var mı?” deyince Hoca;
“Vallahi kardeşim, gelirken bir pınarın başında tatlı bir uyku çekmiştim.” deyiverir.
117. Tazıya Döner
Cimri bir kişiliğe sahip olan dönemin subaşını pek sevmeyen Nasreddin Hoca ile subaşının
arası pek de iyi değildir. Subaşı bir gün Hoca’dan tavşan kulaklı, karınca belli bir tazı ister.
Köpekten anlamayan Hoca, birkaç gün sonra sokakta yakaladığı tombul bir köpeği subaşıya
götürür. İstediği gibi bir köpekle karşılaşmayan subaşı Hoca’ya;
“Aman Hocam, ben senden böyle tombul köpek mi istedim? Benim istediğim ince belli
bir tazı olacaktı. Sen tutmuş tombul bir köpek getirmişsin.” der.
Bütün bunları sabırla dinleyen Hoca gülümseyerek cevabını veriverir:
“Merak etmeyin subaşı hazretleri, bu köpek bir aya kalmaz tazıya döner.”
118. Tokadın Bedeli
Günlerden bir gün adamın biri Nasreddin Hoca’nın ensesine bir tokat atar. Hoca da adamı
tuttuğu gibi Kadı Efendi’ye götürür. Hoca;
“Kadı Efendi, bu adam bana tokat attı. Şikâyetçiyim.” der.
Tokadı atan adam Kadı Efendi’nin tanıdığı çıkınca Kadı Efendi kararını verir ve şöyle der:
“Tokat atmanın bedeli bir akçedir. Ver de kurtul.”
Adam bir akçeyi getirmeye gider ama bir türlü gelmez. Beklemekten sıkılan Hoca kalkıp Kadı
Efendi’nin ensesine bir tokat atar ve ardından cevabını veriverir:
“Kadı Efendi, adamın parayı getireceği yok. Getirirse de sana attığım tokadın cezası
olarak alıverirsin.”
119. Tuzun Sayesinde Aklımız Denk Oldu
Nasreddin Hoca tuzlu yemekleri sevmezmiş. Olacak bu ya hanımı da bütün yemekleri tuzlu
pişirirmiş. Bir ziyafette, önüne konulan çorbaya bol bol tuz atmaya başlar. Sofradakiler şöyle
bir bakarlar Hoca hiç de tuzu bırakmıyor. Bunun üzerine içlerinden biri;
“Hocam, yemeklere çok tuz atma, aklı geriletir.” der.
Hoca, sakalını şöyle bir sıvazladıktan sonra, adamın yüzüne bir bakar ve;
“Efendi efendi, tuz yemesem benim aklım herkesin aklıyla nasıl denk olabilir?” der.
129. Uykumu Kaybettim, Onu Arıyorum
Gecenin ilerlemiş bir saatinde Nasreddin Hoca sokakta gezerken bekçiler tarafından yakalanır
ve sorguya çekilir:
“Efendi, bu saatte sokakta ne arıyorsun?” dediklerinde Hoca gayet olgun bir şekilde;
“Uykumu kaybettim, onu arıyorum.” deyiverir.
121. Ya Eyüp İp Olursa
Hoca bir gün camide vaaz etmektedir:
“Kardeşlerim, değerli Müslümanlar! Doğruluktan ayrılmayın, yalan yere yemin
etmeyin!”
Bu arada cemaat içinde oturmakta olan Eyüp Efendi’ye gözü ilişir.
Tanıdıklarının Eyüp Efendi’nin adını doğru söyleyemediklerini, bu sebeple onun adını çok
farklı seslendirdiklerini hatırlar ve evirir, çevirir sözü onun adına getirir:
“Kardeşlerim, sizlere söylüyorum. Sakın ola ki çocuklarınızın ve torunlarınızın adlarını
Eyüp koymayın.”
Dinleyenler şaşırırlar. Hoca’nın Eyüp Peygamber’in adını beğenmediğini sanıp kızanlar bile
olur. Kalabalıktan uğultu yükselince Hoca işi şakaya döker.
“Eğer siz çocuklarınıza, torunlarınıza Eyüp adını verirseniz, günün birinde insanlar onu
söyleye söyleye İp’e çevirirler.”
122. Yağım, Biberim, Tuzum, Ateşim Ne Olacak?
Nasreddin Hoca yakaladığı bıldırcınları temizledikten sonra bunlardan güzel bir yemek yapar
ve komşularını davet etmek için evden çıkar. Hoca’yı takip eden bir komşusu da yemeği
tenceresine boşaltıp, yakaladığı canlı bıldırcınları tencerenin içerisine bırakıp gider.
Hoca, komşularını davet ettikten sonra, yemeği koymak için tencerenin kapağını açtığında bir
de ne görsün, yemeğin yerinde yeller esiyor. Bu arada canlı bıldırcınlar da uçup giderler.
Hoca kısa bir süre içerisinde kendisini toplar ve elini açarak;
“Allah’ım, inanıyorum, senin her şeye gücün yeter. Buna şüphe yok. Bıldırcınlara can
verdiğine inanıyorum, onları kurtardığına da inanıyorum. Pekiyi, benim; yağım, biberim,
tuzum, ateşim ne olacak?” deyiverir.
123. Yata Yata Usandım, Biraz da Dolaşmaya Çıkacaktım
Mevsimlerden yazdır. Bu aralarda Hocamızın da canı bir şeylere sıkılmıştır. Şöyle hava almak
için dışarı çıkar.
Hava sıcak mı sıcak… Hoca’nın iç çamaşırları da sıcaktan dolayı sırılsıklam olur. Hoca, terli
elbiselerini değiştirebilmek için uygun bir yer ararsa da bulamaz.
Yol boyu giderken karşısına bir mezarlık çıkar. Hemen mezarlığa girip mezar taşlardan birinin
arkasında üzerini değiştirmeye başlar.
Olacak bu ya, tam da o sırada mezarlığın yakınından geçmekte olan birkaç atlı adam, Nasreddin
Hoca’yı yarı çıplak vaziyette görünce;
“Be adam, bu nasıl hâldir? Senin ne işin var bu vaziyette mezarlıkta?” derler.
Hoca bakar ki atlılar kızgın… Hemen, onların hoşlarına gidecek bir cevap vererek paçayı
kurtarır:
“Ne olsun, burası benim mezarım… Yata yata usandım da biraz dolaşmaya çıkacaktım.”
124. Yorgan Gitti Kavga Bitti
Bir gece Nasreddin Hoca ile hanımı odalarına çekilirler. Ancak bir süre sonra dışarıdan gelen
gürültü patırtı sesleri ile uyanırlar. Mevsim kıştır, Hoca Efendi aceleyle üzerine yorganını
alarak dışarıya çıkar. Bakar ki birkaç genç kavga etmektedir. Hemen onlara öğüt vermeye
başlar:
“Yapmayın, etmeyin.” derken, olacak bu ya, Hoca’nın üzerindeki yorgan da bir taraflara
düşer. Gürültü patırtı çıkaranların bir kısmı kavga eder gibi görünürken bir kısmı da yorganı
kaptıkları gibi kaçarlar. Bir süre sonra adamlar kavgayı bıraktıklarında Hoca bir de ne görsün?
Yorgan gitmiş. Hanımı, üzgün bir şekilde eve dönen Hoca’ya sorar:
“Ne oldu Efendi? Hani yorganın nerede?”
Hoca yorganı kaybetmenin üzüntüsüyle;
“Sorma hatun, kavganın sebebi bizim yorganmış; yorgan gitti, kavga bitti.” diye cevap
verir.
125. Aklın Varsa Göle Koş
Nasreddin Hoca günün birinde eşeğine binerek ormana odun kesmeye gider. Kuru odunlardan
epeyce kestikten sonra bunları eşeğine yükler ve evin yolunu tutar. Ancak, yolda aklına, kestiği
odunların yanıp yanmayacağı konusu gelir ve ince kuru dallardan birkaçını tutuşturur.
Başlangıçta odun çıtır çıtır yanarken Hoca ve eşeği gayet rahattır. Fakat bir süre sonra kuru
odunların tamamı yanmaya başlayınca Nasreddin Hoca’yı bir telaş alır ki sormayın. Bu arada
odunların yanmasıyla birlikte semeri de yanmaya başlayan eşek iyice huysuzlanır ve hoplayıp
zıplamaya başlar. Eşeğin bu acı haline çok üzülen Nasreddin Hoca yüksekçe bir yere çıkar ve;
“Eşeğim, aklın varsa göle koş, yoksa hâlin duman…” deyiverir.
126. Ay da Çıktı Ama Ben de Neler Çektim Neler?
Geceleyin ay ışığının etrafı aydınlattığı bir saatte Nasreddin Hoca evde suyun olmadığını
öğrenince, kova ve testiyi alıp kuyuya gider. Nasreddin Hoca kovayı kuyuya sarkıttığında bir
de ne görsün, kuyunun içerisinde kocaman bir ay…
“Hay Allah, ayın kuyuda ne işi var?”
Hoca, ayın kuyuya düştüğünü sanarak evine gelir, ipin yanına çengeli de alarak tekrar kuyunun
başına döner. Çengeli ipe bağlayarak kuyudan aşağıya sarkıtan Nasreddin Hoca, çengelin bir
taşa takılması üzerine var gücüyle asılmaya başlar. Bir asılır, iki asılır, üç asılır, ancak çengel
çıkmaz.
Biraz daha kendisini çengeli çekmeye hazırlayan Nasreddin Hoca var gücüyle ipi çekince,
çengelin takıldığı taştan kurtulmasıyla birlikte sırtı üzerine düşer. Bir süre toz toprak içinde
kaldıktan sonra Hoca, kendisine gelir ve gökte ayı gördükten sonra;
“Ay çıktı ama ben de neler çektim neler?” deyiverir.
127. Aynı Yöne Gittiğimi Görmemek İçin
Hoca bir gün eşeğe ters binerek giderken, karşısına çıkanlar merakla sorarlar:
“Hoca Efendi, niçin eşeğe ters biniyorsun?” Hoca gülümseyerek cevap verir:
“Eşekle aynı yöne gittiğimi görmemek için…”
128. Bağdat’a Gitmem Gerekir
Günün birinde komşularından birisi Hoca’nın kapısını çalar ve;
“Hoca Efendi, senden bir isteğim var.” der.
“Nedir komşu?”
“Hocam, Bağdat’ta bir dostum var, ona mektup yazmak istiyorum, fakat benim yazım
çok kötü. Mümkünse bu mektubu yazıversen.” deyince Hoca;
“Olmaz, çünkü benim Bağdat’a gidecek vaktim yok.” der.
Hoca’nın yanlış anladığını zanneden komşusu;
“Hocam, Bağdat’a gitmeyeceksin, mektubu yazıvereceksin.” deyince Hoca adamı
başından savmak için yeni bahaneler uydurur ve;
“Ah dostum! Bir bilsen benim yazım ne kadar kötü, ancak kendi yazdığımı kendim
okuyabiliyorum, bu sebepten de Bağdat’a gitmem gerekir.” der.
129. Ben Perdeyi Buldum ve Çalıp Duruyorum
Bir gün Nasreddin Hoca’yı ziyafete davet ederler. Yeme içme faslından sonra saz çalan bir
misafir sazını ortaya çıkararak;
“Hocam, saz çalmasını bilir misin?” diye sorar.
Hoca da hiç düşünmeden, sözünün sonunun ne olacağını aklına kestirmeden;
“Evet, çalarım.” deyiverir.
Bunun üzerine sazı Hoca’ya uzatırlar. Ne perde, ne mızrap… Hiçbir şeyi bilmeyen Nasreddin
Hoca sazı eline alır ve gelişigüzel mızrapla tellere vurmaya başlar. Sazdan garip garip sesler
çıkınca oradakiler;
“Hoca Efendi, bu nasıl saz çalış? Bunun da bir çalma usulü vardır, seninki saz çalma
değil işkence.” derler.
Nasreddin Hoca, saz çalmasını bilmediğini belli etmemek için kahkahayı basar ve;
“Arkadaşlar, bunda şaşılacak ne var? Bu işte perde arayanlar, aramaya devam etsinler,
bakın ben buldum ve çalıp duruyorum.” deyiverir.
130. Ben Sağlığımda Sağdaki Yolu Tercih Ederdim
Günün birinde odun getirmek için dağa giden Nasreddin Hoca, kesmek için üzerine oturduğu
bir dalı dibinden kesmeye başlar. Bu sırada oradan geçen bir köylü;
“Hocam, ne yapıyorsun? Bak, birazdan üzerine oturduğun dal kırılır, yere düşer,
ölürsün.” der.
Hoca, hiç oralı olmaz, dalı kesmeye devam eder. Çok geçmeden Hoca dalla birlikte aşağıya
düşer. Köylünün konuşmasından hisse çıkaran Hoca, üstünü başını silkeledikten sonra kalkar
ve adamın arkasından koşarak ona yetişir;
“Arkadaş, sen benim düşeceğimi bildin, o halde öleceğimi de bilirsin. Söyle bakayım
ben ne zaman öleceğim?” der.
Adam, “Yok, ben bilmem, Allah’tan başka kimse bilmez.” filan derse de Hoca’yı bir türlü ikna
edemez. Adam daha fazla baskıya dayanamayınca da;
“Hoca Efendi, eşeğinle yola çıktığında, eşek üç defa yelleyecek. Birincisinde dizinden
aşağısının, ikincisinde göbeğinden aşağısının dermanı kesilecek, üçüncüsünde ise canın
çıkacak.” der.
Kestiği dalların yanına dönen Nasreddin Hoca, odunları eşeğine yükler ve evine doğru yola
çıkar. Yolu üzerinde eşek birinci defa yellediğinde, Hoca’nın dizinden aşağısında, ikinci defa
yellediğinde göbeğinden aşağısında canı kalmaz. Eşek üçüncü defa yellediğinde ise Nasreddin
Hoca “Öldüm” diyerek kendisini yol kenarına bırakır.
Bir süre sonra yolları üzerinde Hoca ve eşeğini bulan köylüler de Hoca’nın öldüğünü sanarak,
onu evine götürürler. Su kaynatırlar, imamı çağırırlar. İmam, Hoca’yı güzelce yıkar, kefenler.
Ardından cenaze namazını da kıldıran imam;
“Haydin, cenazeyi omuzlayın.” der. Cemaat de tabutu omuzlarına alarak mezarlığa
doğru yola çıkar. Cenaze bir süre taşındıktan sonra bir yol ayrımına gelince cemaat arasında
‘Hangi yoldan gitsek daha kısa olur?’ diye bir tartışma başlar.
Bu sırada Nasreddin Hoca tabuttan başını çıkararak;
“Ey cemaat, boşuna tartışıp durmayın; ben sağlığımda hep sağdaki yolu tercih ederdim.”
deyiverir.
131. Benim Kuşumun Düşündüğünü Görmüyor musunuz?
Hoca, pazar yerinde bir kuşun iki akçeye satıldığını görür.
Hoca, kuşun iki akçeye satıldığını görünce sevinir ve;
“Bu küçücük kuş iki akçe ederse benim evdeki hindim onlarca akçe eder.” der. Sonra
da evine gider ve hindiyi yakaladığı gibi pazarın yolunu tutar; ancak Hoca’nın hindisinin
yüzüne kimse bakmaz. Biraz bağırıp çağırmadan sonra zor ve şer Hoca’nın hindisine de iki
akçe veren olur ama Hoca’nın kafasının tası iyice atar;
“Be adamlar! Biraz önce küçücük kuşa iki akçe verdiniz, görmüyor musunuz benim
hindim onun on katı daha büyük.” deyince, pazarcılar;
“Hocam, o kuş dediğin papağandır, o konuşur, bu sebepten kıymetli.” Deyince Hoca
dayanamaz;
“Yahu, siz o kuşun konuştuğunu söylüyorsunuz da benim kuşumun düşündüğünü neden
görmüyorsunuz?” der.
132. Biz Onun Ayağına Gideriz
Nasreddin Hoca’nın hocalığı halk arasında ermişliğe kadar ilerleyince günün birinde
hemşerileri;
“Hocam, senin bir ermiş olduğunu, istediğin her şeyi ayağına getirttiğini söylüyorlar.
Fakat bunu biz göremedik; şu kerametini bize gösterir misin?” diye sorarlar.
Bu sözler karşısında şöyle bir kendini toparlayan Nasreddin Hoca;
“Ey dağ, haydi yanıma gel.” diye üç defa seslenir.
Nasreddin Hoca ve hemşerileri bakarlar ki dağın kıpırdadığı filan yok. Herkes, Hoca ile dalga
geçmeye hazırlanırken Hoca yerinden kalkıp yürümeye başlayarak;
“Hemşerilerim, biliyorsunuz bizde kibir diye bir şey yoktur. Ne yapalım, dağ bizim
ayağımıza gelmezse biz onun ayağına gideriz.” deyiverir.
133. Bizim Eve Geliyor
Günün birinde Nasreddin Hoca’nın komşularından birisi vefat eder. Hoca da komşu hakkı
diyerek başsağlığı dilemeye gider. Bu sırada evdekiler yüksek sesle ağlamaktadır.
“Ah, bizi bırakıp da nereye gidiyorsun, hem de ocağı, ateşi olmayan yere…”
Hoca bu sözleri iyice dinledikten sonra ev sahibinden izin ister ve doğruca evine gelerek
hanımına;
“Hanım, hanım! Sorma başımıza gelenleri, söylenenlere bakılırsa rahmetli komşumuz
bizim eve geliyor.” der.
134. Bunu Sana Haber Vermeye Geldim
Nasreddin Hoca ile hanımı evde sohbet ederlerken hanımın sancısı tutar ve kıvranmaya başlar.
Bu arada Hoca’ya;
“Hoca Efendi, git bana bir hekim çağır.” der.
Nasreddin Hoca tam evden çıkacağı sırada hanımı;
“Bey! Gitme, sancım geçti.” der.
Hanımının uyarısına rağmen Hoca hiçbir şey olmamışçasına doktorun yanına gider ve;
“Doktor Bey, hanımım sancılanmıştı, beni de sana göndermişti. Tam evden çıkarken
sancısının geçtiğini söyledi; ben de bunu sana haber vermeye geldim.” der.
135. Büyüyünce Ganem Derler
Nasreddin Hoca Hicaz’a gider. Dönüşte herkes Hoca’yı karşılar, hoş beş sırasında
hemşerilerinden birisi;
“Hocam, Arabistan’da epeyce kaldın, her hâlde Arapçayı da öğrenmişsindir.” deyince
Hoca;
“Evet, öğrendim.” der.
Bunun üzerine hemşerisi sorar:
“Pekiyi Hocam orada deveye ne derler?”
“Hemşerim, sorduğun soru çok büyük olmadı mı?”
“Pekiyi, küçüğünden soralım, pireye ne derler?”
“Hemşerim, bu defa da çok küçüğünden sordun, bunların ortası yok mu?”
Bu sırada soru sorma sırası bir başka hemşerisine gelir:
“Tamam, Hocam onlar kuzuya ne derler?”
Hoca, bu soruyu duyunca şöyle bir kendine gelir ve cevap verir:
“Hemşerilerim, onlar kuzuya bir şey demezler; ancak kuzu büyüyünce ganem [koyun]
derler.”
136. Çekirdeğiyle Tarttı
Hoca pazardan bir okka hurma alır ve evine gelir. Akşam olunca da hanımıyla birlikte yemeye
başlarlar. Hocanın hanımı bir de bakar ki, kocası hurmaları çekirdeği ile birlikte yiyor. Bunu
üzerine Hoca’ya dönerek;
“Efendi, hurmayı çekirdeğiyle mi yiyorsun?” diye sorar.
Hoca bu soru karşısında;
“Elbette çekirdeğiyle yiyorum, çünkü pazarcı bana onu çekirdeğiyle tarttı.” diye cevap
verir.
137. Daha Ne Kadar Gitmemi İstiyor?
Bir gece vakit ilerleyince Hoca ile hanımı odalarına çekilirler. Biraz sonra hanım seslenip;
“Hoca Efendi, biraz öteye gidiver.” deyince Hoca da cübbesini sırtına aldığı gibi sokağa
çıkar. Epeyce yürüdükten sonra sabaha karşı bir tanıdığı ile karşılaşır.
“Hocam, hayırdır, sabahın köründe nereye böyle?” deyince Hoca;
“Vallahi komşu ben de bilmiyorum. Yalnız senden bir ricam var, bizim eve git ve
hanıma bir sor, bakalım daha ne kadar gitmemi istiyor.” der.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 4
- Parts
- Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 1Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4027Total number of unique words is 172033.9 of words are in the 2000 most common words48.7 of words are in the 5000 most common words55.4 of words are in the 8000 most common words
- Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 2Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4039Total number of unique words is 176432.9 of words are in the 2000 most common words47.3 of words are in the 5000 most common words54.6 of words are in the 8000 most common words
- Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 3Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4069Total number of unique words is 177731.9 of words are in the 2000 most common words46.6 of words are in the 5000 most common words54.3 of words are in the 8000 most common words
- Nasreddi̇n Hoca Fikralari - 4Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 1556Total number of unique words is 75739.6 of words are in the 2000 most common words54.4 of words are in the 5000 most common words60.8 of words are in the 8000 most common words