Ölümsüz Antikite - 10

Общее количество слов 3722
Общее количество уникальных слов составляет 1990
29.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
43.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
52.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
İki “antagonist” cins belki de ilkel anaerkil çağlardan bu yana ilk defa bu denli tersine bir avantajlar-dezavantajlar dengesi içinde bir araya gelmişti. Bir yanda ışıltılar içinde, güçlü, sağlıklı, donanımlı, dev cüsseli, tanrıçalar misali Amazonlar ve onların kurduğu görkemli yaşam; diğer yanda ise saklanıp bir yontu kimliğine geçmiş, izleyici, endişeli, kent yaşamı mağduru, erkini yitirmiş, gay birlikteliklerde çıkış yolunu bulmuş, androjenleşmiş Cem; tutku sardığı genç erkeği yana yana arayan sapkın seksüel tuzaklarda yitmiş bir insanüstü dev Pierre, yakalanıp, enterne edilmiş, Amazonlara tutsak düşmüş, onuru ve varlığı ayaklar altına alınmış bir düşmüş erkekler dünyası ikonu Yako ve gerçek bir mahcur görüntüsü veren, sağır, dilsiz, bir ayağı sakatlanmış, Lara’nın karizmasının tutsağı olmuş yarım akıllı genç uşak...
Üstelik Amazonlar birlikte, birarada, organize ve ne yapacaklarını, hangi kadim intikamı hangi noktada gerçekleştirip, hangi acıları kime yaşatacaklarını bilir ve her şeyin sırasını beklerken, erkeklerin birbirinin varlığından bile haberleri yoktu. Sadece bazı zoraki keşifler ve hisler vardı. Pierre, Cem’in orada olduğundan emindi. Cem ise Nestor’un yandaşı olduğunu ve o ortamda dayanabileceği yegane kişilik olduğunu biliyordu. Bütün hepsi buydu. Yako, ortamda başka erkekler de olduğundan habersizdi. Pierre ise Yako’nun dramına yeni yeni tanık oluyor, olan biteni anlamaya çalışıyordu.
Şölen bittikten sonra Lara tüm kadınları bir araya topladı. Kafasında uygulayacakları Amazon ritüelinin sonrasını tartmaya, planlamaya çalıştığı her halinden belliydi. Kızlara bir şeyler anlattı. Bu anlatılar sonrasında Leyla gruptan ayrılıp çadırına gitti. Amazon giysilerini soyunup, kentli kadın giysileri giydi ve gizlice çiftliğin çıkış kapısına doğru yöneldi, kayboldu. Zara ve Maya, Nestor’a kendi kulübesine gitmesini söyleyip atların durumlarını gözden geçirdiler. Petra ise Lara’nın evinin kapısında güvenlik için görev yapacaktı.
Lara, Olga ve Melda, Yako’yu yattığı yerden kaldırıp eve doğru sürüklemeye başladılar. Katre isteksizce onları takip etmek zorunda kaldı. Katre iyice korkmaya başlamıştı. Zangır zangır titriyordu. Olayın sapkın bir cinayete dönüşmesinden çok korkuyordu. Tekmelerle kapıyı açıp Yako’yu salonda dizüstü yere oturttular. Cem, Herakles yontusu kılığındaydı. Yako’nun halini görünce neye uğradığını şaşırdı. Yoksa gözünün önünde bir cinayet mi işlenecekti? Bir şeyler yapmalıydı. Ama ne? Cem, Lara’nın ilk birkaç dakikada onun farkına varmamasına çok sevinmişti. Demek ki makyajı çok başarılıydı. Lara, kendi yaptığı yontunun canlı biriyle yer değiştirdiğine uyanamamıştı. Bu harikaydı. Olasılıkla bu loş ortamda kadınların hiçbiri buna uyanamayacaktı.
Eli ayağı kelepçeli dizüstü çökertilmiş Yako’nun yanına gidip kocaman bıçağını boğazına dayadı Olga. Yako oracıkta onu boğazlayacaklarını sandı. Lara ellerini beline dayayıp geçip Yako’nun karşısında durdu:
“Demek öyle aşağılık herif!... Demek saf ve savunmasız bir kıza tecavüz!.. Bak bakalım tecavüz nasıl olurmuş aşağılık köpek!” diye haykırdı ve bir işaret çaktı.
Olga ve Melda, giysilerini bıçaklarla kesip çırılçıplak soydular Yako’yu. Bunu hiç de nazikçe yapmamışlardı. Vücudunun bazı yerleri kesilmiştiYako’nun. Korkunç bir çaresizlik içindeydi. Sinirden gözünden yaş geliyordu. Lara asabice volta atıyordu karşısında. Çırılçıplak adam tam bir zavallı görünümüne geçmişti. Katre’ye dönüp haykırdı Lara;
“O senin! Haydi!” dedi.
Katre korkuyla titredi. Cem’se taş misali durduğu yerde irkildi. Katre’den onu öldürmesini istediklerini sandı. Oysa Lara, Katre’nin, Yako’ya tecavüz etmesini istiyordu. Bunu anladığında Cem daha da kötü oldu. O, Katre’yi seviyordu. Katre bunu yapmamalıydı. Böyle olsun istemiyordu. Müdahale etmek istedi. Zorlukla kendini tuttu.
Katre çaresizlikle, yalvarırcasına Lara’ya baktı. Bunu yapamayacağını söylemeye çalışıyordu. Üstelik bu çok zor bir şeydi. Binbir serüven sonucunda tutsak düşmüş, zincire vurulmuş ve ölüm korkusuyla kalbi parçalanırcasına atan bir erkeği nasıl erekte edebilirdi Katre? O kadar cinsel deneyimi yoktu ki... Lara, acırcasına Katre’ye baktı. Onu anlayışla karşıladı.
“O halde biz!” diye bağırdı.
Lara, Olga ve Melda bir anda soyunup tuniklerini üzerlerinden attılar. Meşin birer donla kaldılar. Çıplak gövdelerinin üzerine kemerlerini takıp bıçaklarını kuşandılar. Yako’nun üzerine çöktüler. Lara, altı ay evli kaldığı adamın seksüel şifrelerini biliyordu. Onun yumuşacık olmuş uzantısını kavradı dudaklarıyla ve yutarcasına içeri çekti. Olga ve Melda, Yako’nun boynunu, omuz adalelerini ısırıyor, vahşi hayvanlar gibi yalıyorlardı. Katre korku ve dehşetle geri çekildi. Cem ise gördüğü manzara karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. Kıpırdamaksızın olan biteni izliyordu. Katre’nin bu orjiden yakasını sıyırmasına sevinmişti ama çok daha büyük bir dertle karşı karşıya kalmıştı o an için. Lara’nın Yako’yu erekte etmek için gösterdiği gayret, üzerine çöküşü, çıplak ama silahlı Amazonlar... Cem önü alınamaz bir şekilde erekte oluyordu. Bu inanılmaz bir şeydi. Bu lanetin ta kendisiydi. O bir yontuydu. Onun kıpırtısız durması gerekiyordu. Böyle bir hakkı yoktu. Bu rezalet organın aymaz, düşünce tanımaz, başına buyruk, yalanı seven kütlesi harekete geçmiş devleşiyordu adeta. Cem ne yapacağını bilemiyordu. Bu salağı nasıl ve nereye saklayacaktı? Yaşamı boyunca kendisine büyük ihanetlerde bulunan, erekte olması gerektiği yerde onu yüzüstü bırakan, kadınlar karşısında olmadık yenilgilere sürükleyip gay yaşantısına mahkum olmasını sağlayan erkeklik “aparatı” lanet, şu an kendisinden beklenenin tam tersini yapıyordu. Hem de en olmadık yerde!.. Bu yüzden Cem öldürülebilirdi bile. Daha da kötüsü Katre için bir şey yapamadan deşifre olma olasılığı vardı.
Ama Cem, ne yaptıysa o lanet et parçasının sertleşip, yükselişe geçip, bir kule gibi siluet vermesine mani olamadı. Artık tek umudu seksüel orjiye kapılmış, çıldırmış bu kadınların cinsel organı uzayan bu yontuyu farketmemesiydi. Bunun için güvenebileceği tek şey ise salonun loşluğuydu. Ya da ayın önünü bir bulutun kaplaması...
Katre, geri çekilip olay dışı kalmayı başarmış, iç çekerek, hıçkırarak orjiyi izliyordu. Lara, yeterli sertliğe ulaştığını düşündüğü anda Yako’ya bir yumruk çakıp kütlenin üzerine çöktü. Garip, boğuk bir ses çıkardı. Zevkle sarsıldı. Herakles yontusunun penisi ise, Pinokyo’nun burnunu “fersah fersah” geçmişti. Çılgın seksüel orji karşısında uzamış, dimdik olmuş, devleşmiş kulesiyle görkemli bir görüntü veriyordu. Geride kalıp olanları izleyen Katre ansızın cinsel organı devleşmiş Herakles yontusunu farketti. Ne yapacağını bilemedi. Kalbi hop hop attı. Elini ağzına kapatıp, çığlık atmaktan son anda kurtuldu. Ayağa fırladı. Genç kadınlar onun ne yaptığını görmüyorlardı bile. Yako’ya öylesine girişmişlerdi. Katre’nin işleri karıştıracağını anlayan Cem, usulca elini kaldırıp, “Sus!” işareti yapmak için dudaklarına götürdüğünde Katre heyecandan ölebilirdi. Ama Katre uyanmıştı. O Cem’di. O gitmemişti. O buradaydı. Cem onu bırakıp gitmemişti. Kalbine seller sular akmaya başladı. İçini bitimsiz bir ferahlık kaplıyordu. Gevşedi. Yako için sıraya geçen Olga’nın mahirane ereksiyon kışkırtmalarını izlemeye koyuldu.
Lara, Yako’nun üzerinden kalktığında Herakles’in önündeki etten kule eski halini almıştı bile. Cem bunu anlamaya çalıştı. Neden Olga ve Melda’nın atakları sırasında erekte olmuyordu da, Lara’nınkinde delicesine olmuştu?.. Bu çok önemli bir ayrıntıydı. Çünkü, Cem yaşamı kendine zindan eden dürüstlük ve soyluluk ereğinden vazgeçip hileci, yalancı entrikacı biri haline dönüştüğünde erkekliğini geri kazanmıştı. Üstelik bu olay, ona ilk gençlik çağlarında erkekliğe dair yenilgileri yaşatan karizmatik kadın Lara’ya karşı yapıldığında ekstrem düzeyde etkili olmuştu.
Cem, kasıklarının arasında büyük bir güç hissediyordu. Anlamaya çalışıyordu. İnsanlıktaki bazı mekanizmaların nasıl çalıştığını galiba çözüyordu... Şaşırtıcıydı ama, Katre’yi bile on dakika öncesine kıyasla kat kat daha fazla seviyordu. Bu gerçekten çok şaşırtıcıydı...
Cem’e göre; erkeklik çok garip bir şeydi. Son derece marazi eğilimlerle maluldu. Bunu keşfetmekse hepsinden garipti. Cem, kırklı yaşlara yaklaşırken gövdesinde kendi kontrolü dışında çalışan mekanizmaların sırlarını ve mantığını keşfediyordu. Buna şaşıyordu.
7.
Yako ancak iki kez tecavüze uğrayabildi. Sonrası mümkün olamadı. Bu arada iyice hırpalandı. Tokatlar, yumruklar yedi. Sağına soluna bıçaklar dayandı, cinsel organı buruldu, perişan edildi. Kadınlar üzerinden kalkıp ayakta dikildiklerinde her şey bitti sandı. Artık bu işkence bitti diye düşündü. Yanılmıştı. Lara, ansızın hareketlenip yanında getirdiği çekici kaparak korkunç bir nara attı ve var gücüyle onu Yako’nun dizine indirdi. Ölümcül bir çığlık attı Yako. Yerlerde, kendi ekseni etrafında yuvarlanmaya başladı. Cem dehşete düşmüştü. Katre elleriyle yüzünü kapamış ağlıyordu.
“Çözün ayaklarındaki kelepçeleri, doğrayacağım onu!” diye haykırdı Lara.
Olga atılıp Yako’nun ayağındaki kelepçeyi açtı. İnliyor, ağlıyordu Yako. Kendisini doğrayacak kişinin neden öncelikle ayaklarındaki kelepçeyi çözmek istediğini analiz edip kuşku duyacak halde bile değildi. Lara iki ağızlı baltası bigennis’i kaptı. İki eliyle kavrayıp kaldırdı. Yako’ya nişanladı. İndirecek gibi yaptı. Yako can havliyle fırladı. Bacağı otomobil altında kalmış bir köpek gibi bağıra bağıra kaçıştı. Kapıya doğru yöneldi. Kaçmasına izin verdiler. Belli ki bu, aralarında kararlaştırdıkları bir şeydi. Açık kapıdan fırladı Yako. Elleri hala arkadan kelepçeliydi. Ölüm korkusunun verdiği bir panikle son gücünü kullanıp karanlığa daldı. Çimenler arasında kayboldu. Bunun, mizansenin bir parçası olduğunu bilmiyordu Yako. Çırılçıplak, yaralı, perperişan bir halde, her yanından kanlar sızarak topallaya topallaya kaçıyordu. Ağır adımlarla dışarı çıktı kadınlar. Lara, Olga ve Melda, atlarla birlikte bekleyen Zara ve Maya’nın yanına gittiler. Petra da onlara katıldı. Atlarına atladılar. Polo sopalarına benzeyen kargılar aldılar ellerine. Köpekler serbest bırakıldı. Safari başlıyordu. “Yihhhu!” sesleriyle karanlığa at sürdüler. Yako nefes nefese kaçıyordu. Uzun düzlüğü can havliyle aşıp çiftlik kapısından çıkmayı başardı. Köpek sesleri ölüm sirenleri gibi onu kovalıyordu.
Katre safariye katılmadı. Donmuş kalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Sadece korkuyordu. Gitmek, kaçmak istiyordu. Bütün bu olanları, Amazonas Çiftliği’nde geçen her şeyi unutmak istiyordu. Yerinden kalkıp Herakles yontusuna yöneldi. Gidip önünde diz çöktü. Bir toteme yalvarır gibi baktı ona;
“Götür beni buralardan Cem!” dedi.
Ağlamaya başladı Katre. Cem’in dizlerine kapandı. Cem, onu kollarından tutup kaldırdı. Alçılara bürünmüş dudaklarını dudaklarına dokundurdu. Öpmeye başladı onu. Öpüyor, öpüyor, bundan büyük bir haz duyuyordu. Yaşamında hiçbir zaman bir kadını böylesine istememişti. İtiraf etmekten çok korkuyordu Cem ama gerçek çok açıktı. Bu kadar zayıflamış bir yaratığa duyulan sevginin adı aşk oluyordu insanlıkta. Ve bunun gereği onu delmek oluyordu. Güç, çalışabildiği yumuşaklıkta erk adını alıyordu. Bu, Cem’in de başına gelmişti. Katre’yi düzmek istiyordu. Şehvetle onu yere yatırdı. Cinsel organı yine harekete geçmişti. Büyüyordu. Sarıldı ona Katre;
“Götür beni buralardan Cem!” dedi.
“Tamam, şimdi gidiyoruz.” dedi Cem.
Fakat şehvetin elinden kendini kurtaramıyordu. Onu götüreceğini söylerken yine yalan söylüyordu ve deliler gibi erekte oluyordu. Yalan söyledikçe cinsel organının coşup uzamasına sebep oluyordu.
“Lütfen götür beni Cem buralardan!” diye haykırıp omuzunu ısırdı Katre.
“Şimdi gidiyoruz sevgilim!” dedi Cem.
Yine yalan söylüyordu Cem. O an onu buralardan götürmeyi değil, düzmeyi istiyordu. O yüzden de deli gibi sertleşiyordu. Bir eliyle Katre’nin tuniğinin altındaki meşin külotunu sıyırıp çıkardı. Taşlaşmış kütlesiyle, Katre’nin yumuşacık olmuş, ıslanmış, perperişan, merhamet dilenen karanlıklarına bir kompresör şiddetiyle daldı. Katre çözüldü. Hüngür hüngür ağlıyordu. Cem olanca enerjisiyle gidip geliyordu. Bir bomba gibi patladı ansızın. Yılların biriktirdiği bir şelale barajları yıkmış aşağı geliyordu. Zangır zangır titredi Katre. Cem gevşedi. Kolları çözüldü.
“Götür beni Cem!” diye umutsuzca sızlandı bir kez daha Katre.
Bu kez yanıt vermeye gerek bile duymadı Cem. Artık tam anlamıyla bir erkek olmuştu. Katre yıkın bir ruhla doğruldu yerinden eteğinin altından sıyrılmış külotunu yukarı çekti. Eteklerini indirdi. O sırada kapıda ayak sesleri duyuldu. Cem fırlayıp yerine geçti. Herakles gibi kuruldu. Dondu. Katre yere yüzükoyun kapanıp ağlamaya başladı. Melda idi gelen. Hamile olduğu için safariye katılmamıştı. Katre’yi ağlarken buldu.
“Ne oldu Katre?” dedi.
“Hiç,” dedi Katre. “Yako’ya yaptıklarınıza dayanamamıştım. Ama doğrusu buymuş. Bunu anladım.”
“Yeni mi anladın?”dedi Melda.
“Evet.” dedi Katre, “Çok geç, değil mi?”
“Hayır, bebeğim, hayır, çok geç değil.” dedi Melda.
Sarıldı ona. Onun yumuşak sevgisinden mutlu oldu Katre. Cem tedirginlikle onlara bakıyordu. Katre ise düşünüyordu. Erkek buydu işte. En iyisi buydu işte... Hangisini seçmeliydi?.. Böyle birini seçip yaşam boyu mazoşist serüvenlerde mi mutluluğu aramalıydı, yoksa Lara gibi isyan edip dünyanın kurallarını değiştirmeye mi kalkmalıydı?..
Bunun yanıtını henüz bilemiyordu Katre. Ama bir şeyi çok iyi öğrenmişti: Erkeğin ne olduğunu...
8.
Dışarıda ise bambaşka bir vahşet hüküm sürmekteydi. Gözünü kan bürümüş Amazonlar, atlarının üzerinde, tepeden tırnağa silahlı, yanlarında av köpekleri, çiftlikten boşalmış, yaralı halde kaçmaya çalışan Yako’yu kovalıyorlardı. Köpekler zaman zaman Yako’nun yerini tespit ediyordu. İki atlı oraya doğru koşturuyor, görüntüye giren Yako’ya birer polo sopası indiriyor, sonra onu elinden kaçırmış gibi yapıyordu. Yako bu kabusun nasıl biteceğini bilemiyor, deliler gibi sağa sola kaçıyordu. Amazonlar onun, kasabaya doğru giden yolunu kapadılar. Yamaç paraşütlerinin uçtuğu tepeye doğru olan yolunu ise açık bıraktılar. Bir ara Lara, Yako’yu bir çalılığın dibinde sıkıştırdı. Atını üzerine sürdü ve çiğnedi Yako’yu. Oracıkta Yako’yu öldürebilirdi. Ama bunu yapmadı. Kedi fareyle oynar gibi oynuyorlardı Yako’yla. Onu biraz hırpaladıktan sonra ellerinden kaçırmış gibi yapıyorlar, karanlıkta ters istikamete doğru yol alıp kayboluyorlar, sonra ansızın ortaya çıkıp sopalıyorlardı. Bir ara işi iyice azıtan Zara ve Maya, bir ağacın kovuğuna sığınmış Yako’nun üzerine atlayıp onun gırtlağına ve penisine bıçaklar dayayıp kesecek gibi yaptılar. Yako o anda da can havliyle fırlayıp kurtuldu. Bunu kendi başarısı sanıyordu.
Yako, çılgına dönmüş vahşi Amazonlar’ın bu kadar iyi bildikleri bir bölgede, yaralı olduğu halde kendisini yakalayamamalarında manalar arayamayacak kadar kötü durumdaydı. Tamamen kontrolünü kaybetmiş, aslan pençesi yemiş zebralar gibi kaçışıyordu. Bir ara, dört atlı Amazon yine yerini tespit edip üzerlerine doğru at sürerlerken güçlü bir pençe kolundan çekti Yako’yu. Onu sığınak görüntüsü veren sazlık bir çardağa alıverdi güçlü pençe. Üzerine bir hasır çekip kendi de altına girdi. Yako ani bir sevinç yaşadı. Biri ona yardım ediyordu...
Ne yazık ki fena halde yanılıyordu Yako. Bu, kentli giysilerine bürünmüş Leyla’dan başkası değildi. Yako, onun Amazon tayfasından olduğunu anlayamamıştı. Kendisine yardım edecek biri gibi görmüştü. Bu düşünceyi perçinlemek istercesine, onu ustalıkla sakladı Leyla. Amazonlar gelip hesapta Yako’yu bulamayıp uzaklaştılar. Mizansen işliyordu. Leyla, uzanıp Yako’nun kelepçesini maymuncuk kullanarak çözdü. Kentli giysiler içindeki panter gibi bir kadının cebinden neden bu dağ başında bir maymuncuk çıkıyordu; bunu bile tartamadı Yako. Kollarının özgür kalmasına sevindi. Ama vücudu çok kötü durumdaydı. Her yanı kan içindeydi. Kaşı patlamış, dudakları dağılmış, dizi parçalanmıştı. Ayakta duracak hali yoktu. O halde, ellerindeki kelepçeyi çözen bir dünyalar güzeline kuşkuyla bakacak hali yoktu. Leyla orada da durmadı. Uzun eteğinin altından sıyırıp mayosunu ona verdi.
“Bu halde kaçamazsın, giy şu mayoyu!” dedi.
Parçalanmış dizinden mayoyu büyük acılar çekerek geçirdi ve giydi Yako.
“Şimdi beni iyi dinle,” dedi Leyla, “Bu vahşiler seni öldürecek. Bu belli. Bütün yolu tutmuşlar. Bir tek çare var kaçmak için: Yamaç paraşütü! Oradan uçup, plaja konabiliriz. Ben yamaç paraşütü hocasıyım. Bu işi iyi bilirim. Tepeye iki yüz metre var. Oraya kadar direnebilirsen kurtulabiliriz!”
Yako’nun itiraz edecek hali yoktu. Başka çare gözükmüyordu. Son gücünü kullanarak Leyla’nın koluna yapıştı. Birlikte tepeye tırmanmaya başladılar. Dik patikadan çıkmak Yako için gerçek bir eziyet oluyordu. Adeta sürünüyordu. Zaman zaman Leyla onu çekerek ilerletiyordu. Leyla’nın bu fedakarlığı neden yaptığını, yaşamını neden tehlikleye attığını bile düşünemiyordu Yako.
Amazonlar’ın safarisi ise sadece bir işitsel efekte dönüşmüştü. Artık, at kişnemeleri, “yihhhu” sesleri, köpek havlamaları giderek uzaktan duyuluyordu. Yako’yu arıyor rolü yapıyorlardı. Ama böyle olmadığı o kadar belliydi ki... Yako, ne yazık ki buna da uyanamıyordu.
Sonunda yamaç paraşütüne ulaştılar. Leyla, Yako’yu profesyonelce oturttu paraşüte. Arkasına kendi geçti. Koşmaya başladılar. Rüzgar çok uygundu. Yako’nun topallıyor olması ve hızlarını kesmesi bile uçuşa engel olamayacaktı. Paraşüt açıldı. Yako’nun ayakları yerden kesildi. Uçuyordu, uçuyordu. Sevinç kapladı içini. Kurtuluyordu! Buna inanamıyor, dualar ediyor, tanrıya şükrediyordu. İyice havalanmış, karanlık gökyüzünde süzülüyordu. Arkasındaki Leyla’ya dönüp bir şey söylemek ihtiyacını duydu. Başını geri çevirdi. O da ne! Leyla yoktu.
“Aman allahım! Aman allahım!” diye çığlık attı.
Aşağı baktı. Leyla aşağıdaydı. Ona el sallıyordu.
“Geber aşağılık köpek!” diye haykırdı Leyla.
O anda paraşütün iplerinden biri koptu. Acı bir çığlık attı Yako. Aldatılmıştı. Bu felaketti. Rüzgarın şişirip gökyüzünde yükselttiği paraşütün ipleri birer birer kopuyordu. Belli ki önceden biri gelmiş ipleri kesmişti. Yako karanlık semalarda yükselip rüzgarla savrulurken her şeyi anlamaya başlamıştı. Ellerini çözmüş, ona mayo bile giydirmişlerdi. Olaya basit bir uçurum paraşütü kazası süsü vermek istiyorlardı. Cinayet işlemeye cesaret edememişlerdi. Onu bu şekilde öldürmeye, tüm delilleri ortadan kaldırmaya karar vermişlerdi.
“Alçaklaaaaar!” diye haykırdı Yako.
Paraşüt yamulmuş, armuta dönüşmüş halde Amazonas Çiftliği’nin üzerinden geçiyordu.
Genç kadınlar onu alkışlıyorlar, çığlıklar atıyorlardı. Lara’nın ok ve yayını getirmişti. Paraşüte doğru alevli atışlar yapıyorlardı. Yako’yu vurmamaya dikkat ediyorlardı. Can sıkıcı deliller oluşturmanın hiç bir alemi yoktu. Lara sadağındaki son oku da attıktan sonra şölen sofrasına oturdu. Yako’nun çığlık çığlığa uçuruma doğru sürüklenen paraşütüne baktı ve;
“İşte böyle Bellerophontes!” dedi. “Olimpos’a veda et, aşağılık sefil!”
9.
Yako, eflatun, hafif bulutlu, ölgün ışıklarla bezeli, karanlık gökyüzünde patlak bir balon gibi savruluyordu. Yerden üç yüz metre yukarıdaydı. Aşağı bakmaya korkuyor, kıpırdamamaya çalışıyordu. Kurtulmak için yaptığı her çırpınış paraşütün iplerinden bir başlasının daha kopmasına neden oluyordu. Bataklıkda batmamak için oynaşmamak gerektiği gibi Yako’nun sabote edilmiş yamaç paraşütünde de kurşun gibi yere çakılmamak için kıpırdamamak gerekiyordu. Ama her geçen saniye, paraşüt yamaçlardan aşağı döküldükçe Yako’nun yeryüzü ile mesafesi artıyordu. Yako bunu dehşet ve çaresizlik içinde izliyor, tanrıya yalvarıyordu.
Amazonas Çiftliği’nin üzerinden geçerken, aşağıda toplanmış savaşçı kadınları gördü Yako. Leyla da aralarına katılmıştı. Nefretle dişlerini sıktı Yako. Kadınlar bağırıyor, çağırıyor, ok atıyor, alkışlıyorlardı Yako’yu. Şölen sofrasının çevresinde toplaşmışlardı. Et çevirdikleri ateş hala yanıyordu. Ellerinde kutlama havası yayan ahşap şarap kadehleri vardı.
“Tanrım onu neden öldürmedim ki ben?” diye dişlerini sıkarak haykırdı Yako.
Lara’yı mı Katre’yi mi kastediyordu Yako? Aslında ikisi için de sarfetmişti bu tümceyi. Zaten ikisini birbirinden farklı görmüyordu ki artık... Tek bir canlı gibi düşünüyordu onları. Kötülüğün ve lanetin yeryüzündeki temsilcileri...
Kuşkusuz, Yako, yüzyıllar, binyıllar boyunca, şu anda kendisinin uğradığı türden teröre, şiddete, lanete, aşağılanma ve kötülüğe uğratılmış kadınların bakış açısıyla bakamıyordu olaylara. Kendi yaptıklarını hiç hesaba katmıyordu. Sanki onun ve diğer tüm erkeklerin yapabileceği kötülükler kendilerine yaradılıştan verilmiş bir haktı. Bu hakkı kadınlar kullanmaya kalktıklarında ise lanet ve alçak oluyorlardı... Düşünsel ve kültürel gelişkinliği ne aşamada olursa olsun, bu paradoksu tartışamayacak kadar beter bir durumdaydı o an için Yako...
Yako, artık öleceğinden emindi. Bunun, en az acıyı vererek olması için dua ediyordu. Amazonas Çiftliği’ni geçip kayalık bölgelere doğru savruldu yamulmuş paraşüt. Kayalıklar çok vahşi gözüküyordu. Oraya düşerse pestil olacağı kesindi. Olasılıkla, vahşi kadınlar oraya düşeceğini hesaplamışlardı. Fakat hala paraşütü tutan üç beş “pamuk ipliği” vardı. Onlara bağlı paraşüt yerçekimine yenik düşmemeyi başarıyordu.
Kayalık bölgenin üzerinde hafif bir rüzgar çıktı. Bulutlar kaplamıştı gökyüzünü. Yağmur geliyordu. Rüzgar, paraşütün iki ipini daha kopardı. Kalbine giden damarlardan ikisi koparılıp alınmışçasına haykırdı Yako. Paraşüt ansızın yön değiştirdi. Çiftliğin aşağı tarafındaki ağaçlık bölgeye yöneldi. İki ipi daha koptu. Süratle yere düşmeye başladı. Yako çığlık çığlığaydı. Şimşekler çaktı ve sesi gökgürültüsüne karıştı. Yeryüzüyle buluştuğu anda gövdesi yüksek bir ağacın dallarıyla çarpıştı. Acı feryatlar yükseldi Yako’dan. Sıyrılıp dalların arasından yere düşüyordu ki paraşüt ağacın tepesine takıldı kaldı ve kopmayan iki ip Yako’nun yere çarpıp pestil olmasını önledi.
Yako, ağacın dallarına çok sert çarpmıştı. Artık belini, gövdesini hissetmiyordu. Ama yaşıyordu. Yere iki buçuk metre kala havada asılı kalmıştı.
Tanrılar öfkeyle haykırıyorlardı. Gökgürültüsü olmuş yeryüzünü azarlıyorlardı. Yağmur göndermiş, Olimpos’u yıkıyorlardı. Yako tanrıların gönderdiği yağmurla havada asılı yıkanıyor, günahlarından acı çekerek arınıyordu. Antikite’de, Bellerophon’un sonu da çok farklı olmamıştı.
10.
Sabote edilmiş yamaç paraşütü Amazonas Çiftliği’nin üzerinden geçerken kopan alkış ve şamatayı duyan Melda, yerlere kapanmış ağlayan Katre’nin yanından fırlayarak şenliğe katıldı. Katre yalnız kalmıştı ve ağlamasını aralıksız sürdürüyordu. Ona sahip olmuş Cem, boşalışın verdiği insancıllığa dönüşle kalbi sızlayarak yerinden kalktı, gelip Katre’nin başını okşadı.
“Hadi gidelim buralardan sevgilim.” dedi.
Katre kararsızlık ve nefretle başını doğrultup yaşlı gözlerle ona baktı. Cem bu bakıştan ürktü. Kalbi cız etti. Ona yaşattığı hislerin berbatlığını anlamaya başlıyordu. Bunu alçakça bir egoizmle yapabilmişti. Yaşamında ilk defa bu denli acımasız olabilmişti. Üstelik bundan aldığı tat inanılmaz güzellikteydi. Bu acıyı yaşatmak için sahip olunacak böylesi estetik bir yumuşaklık için bir erkeğin yaşamını bile feda edebilecek kadar çıldırmasını şimdi çok iyi anlıyordu. Ama bunlarla uğraşacak hali yoktu o an için. Bir an önce sevgilisini alıp oradan uzaklaşması gerekiyordu.
“Haydi!” diye üsteledi Cem.
“Sen git!” dedi Katre.
“Nasıl yani? Birlikte gitmeyecek miydik?”
“Evet. Ama şimdi bilmiyorum. Hiç bir şeyden emin değilim. Anlamaya çalışıyorum. Sevgi ve aşk bu ise, ben bunu istiyor muyum? Bilemiyorum... Sen git!”
“Saçmalama Katre, sensiz bir yere gitmeyeceğimi biliyorsun!” dedi Cem.
“Sen bilirsin.” dedi Katre, “Şu anda hiçbir şey bilemiyorum. Kafam çok karışık, karar veremiyorum!”
“Bırak şimdi bunları Katre, bu vahşetler çiftliğinden hemen kaçmalıyız.” diye üsteledi Cem.
Katre garipsedi bu son tümceyi. Anlamak istercesine Cem’in yüzüne baktı;
“Vahşetler?..” dedi, “Vahşetler?..” diye tekrarladı, “Bunu siz söylüyorsunuz! Bir erkek! Ne tuhaf? Ne tuhaf?”
Cem acıyla kıvranıyordu, insanlığın en başından beri üzerinde düğümlendiği sorunsalı, kadın ve erkeğin diyalektiğini oracıkta ayaküstü onlar mı çözeceklerdi? Böyle bir şey mümkün müydü? O an için yapılması gereken tek şey oradan vınlamaktı. Gerisini sonra düşünürlerdi. Ve o, yılların ardından bulduğu sevgilisini ve erkekliğini orada bırakıp gitmeyecekti. Ne pahasına olursa olsun onu da götürecekti.
“Bırak bunları şimdi! Haydi gidelim!” diye ısrar etti Cem. Kolundan çekmeye başlamıştı onu.
“Bıraaaaak!” diye avazı çıktığı kadar haykırdı Katre.
Cem telaşa düşüp kaçtı. Gidip yine kaidenin üzerine oturdu. Herakles görüntüsüne geçip dondu. Kapıda ayak sesleri belirdi. Petra idi gelen. Katre’nin sesini duymuştu.
“Neler oluyor Katre?” diye sordu.
“Hiç!” dedi Katre.
“Öyleyse neden bağırdın?” diye sordu Petra.
Gözleriyle salonu tarıyordu bu arada. Normal olmayan bir şey bulmaya çalışıyordu. Herakles yontusu üzerinden geçen gözleri bir şey farkedemedi.
“Sen Berlin Üniversitesi’nde edebiyat okumuştun değil mi Petra?” diye sordu Katre ansızın. Bunu Zara’dan duymuştu.
“Evet.” dedi Petra anlamaya çalışarak.
“Wilde hakkında ne düşünüyorsun?”
“Nasıl yani?”
“Yani, ‘Her erkek sevdiğini öldürür,’ diye bir lafı var ya, onun hakkında ne düşünüyorsun? Bu sence doğru mu?”
“Senin hayatına hiç erkek girmedi mi Katre?”diye sordu Petra anlamazcasına.
Katre içini çekti. Yanıtlayamadı. “Evet, biraz önce bir tanesi girdi,” diyecek hali yoktu kuşkusuz. Acıyla kıvrandı. Yutkunarak onaylamış gibi oldu.
“O halde bilmen lazım Katre. Keşke hepsi bundan ibaret olsaydı. Bizi bu çiftliğe ne sürükledi sanıyorsun sen Katre?”
Petra arkasını dönüp çıktı. Şenliğe katılmak için sabırsızlanıyordu. Katre de ardından koştu. O da şenliğe katılmak istiyordu artık. Cem oracıkta kaldı. “Lanet olsun, lanet olsun!” diye mırıldanıyordu. Artık Katre’yi almadan oradan ayrılamayacağından öylesine emindi ki... Her şeyi öylesine zora sokmuştu ki...
11.
O meşum gece öylece bitmedi. Amazonas Çiftliği’ndeki hareketlenmeyi farkeden, kafilenin çiftliğe girişini gören Pierre, oradan ayrılmamış, olan biteni ve safariyi izlemişti. Amazonlar’ın neyin peşinde olduğunu anlayan Pierre, köpekler tarafından Yako sanılarak keşfedilmemek için ortamdan uzaklaşmış, kamp yaptığı, tüm vadiye hakim ağaçlık, küçük tepeye çekilerek olayların gelişimini takip etmişti.
Yako’nun yamula yamula uçmaya başlayan yamaç paraşütü serüvenine tanık olmuş, bunun hangi amaçla yapıldığını anlamıştı. Bu, Pierre’i fazlasıyla endişelendirmişti. Çünkü bu çiftlikte böyle mahirane ve sapkın cinayetler işleniyorsa, olasılıkla Cem’in başına da aynısı gelecekti. Ne yapıp yapıp o lanetli çiftlikten içeri girmeliydi. Cem’i kurtarmak için başka çaresi yoktu.
Yako, yere doğru serbest düşüşe geçtiğinde Pierre fırlamış, olay yerine yetişmiş ve Yako’yu perişan bir halde havada asılı olarak bulmuştu. Ağaca tırmanıp, maymun gibi dallarda gezip, zorlu bir mücadele verdikten sonra Yako’yu incitmeden yere indirmiş, onla konuşmaya, neler olup bittiğini anlamaya, Cem’den bir haber almaya çalışmıştı. Yako konuşacak halde değildi. Kendinden geçmişti. Onu arabaya atıp kente götürmesi gerekirdi. Ama yağmur fena yağıyordu. Araba olasılıkla çamura batacak, bu toprak yollardan geçemeyecekti. Üstelik Cem o çiftlikteydi ve belki de sabahı göremeyecekti. Riskli bir karar verdi Pierre. Güçlü kollarıyla kuş gibi kaldırdı iri yarı adamı. Kollarının üzerinde tuttu ve Amazonas Çiftliği’ne doğru yürümeye başladı. Oraya gidecekti. Meydan okuyacaktı. Cem’i almadan bir yere gitmeyecekti. Bunun için verilecek her türlü kavgaya hazırdı. Dirseğiyle belindeki Magnum’u kontrol etti. Kendine güveniyordu. Üç beş azgın kadının hakkından gelememe olasılığını aklına bile getirmiyordu.
Yağmur Olimpos tepelerini yıkarken ve yeni bir gün, doğmak üzere harekete geçmişken; Antikite’den miras kent, tanrıların çığlıklarıyla uyanmaya hazırlanırken Amazonas Çiftliği’nin kapısında belirdi Pierre. Kucağında perperişan, yaralı, ölmek üzere olan erkekler dünyası ikonu Yako vardı. Sırılsıklam ıslanmıştı. Çıplak teninin üzerine hep giydiği zımbalı meşin yeleğin üzerine bu kez, yerlere kadar uzanan siyah meşin bir pardesü giymişti. Pardesüsü Herakles’in kargı geçmez altın postundan farksız bir imaj veriyordu. Göğüs adaleleri giysilerini parçalayacak gibi şişmiş, dışarı taşmıştı. Saçları omuzunda, gür sakallı dev adam Pierre ışıltılar saçan Apollon’la yarışabilecek kadar görkemli gözüküyordu Amazonas Çiftliği’nin kapısında.
Söylencelerdeki Herakles bile mütevazi kalırdı Pierre’in bu karizmatik görüntüsü karşısında...
***
Ölümsüz Antikite 1.5
——————————————————————
BEŞİNCİ BÖLÜM
PIERRE
ya da
HERAKLES
(Olimpos’un Trajik Orjileri)
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Ölümsüz Antikite - 11
  • Части
  • Ölümsüz Antikite - 01
    Общее количество слов 3880
    Общее количество уникальных слов составляет 2248
    26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 02
    Общее количество слов 3945
    Общее количество уникальных слов составляет 2169
    30.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 03
    Общее количество слов 3881
    Общее количество уникальных слов составляет 2238
    26.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 04
    Общее количество слов 3881
    Общее количество уникальных слов составляет 2191
    28.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    41.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 05
    Общее количество слов 3812
    Общее количество уникальных слов составляет 2089
    29.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    42.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 06
    Общее количество слов 3900
    Общее количество уникальных слов составляет 2025
    30.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    45.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    53.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 07
    Общее количество слов 3945
    Общее количество уникальных слов составляет 2127
    30.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    53.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 08
    Общее количество слов 3746
    Общее количество уникальных слов составляет 2199
    27.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 09
    Общее количество слов 3842
    Общее количество уникальных слов составляет 2153
    27.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 10
    Общее количество слов 3722
    Общее количество уникальных слов составляет 1990
    29.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 11
    Общее количество слов 3859
    Общее количество уникальных слов составляет 2027
    29.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    51.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 12
    Общее количество слов 3840
    Общее количество уникальных слов составляет 2020
    30.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    53.2 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 13
    Общее количество слов 3819
    Общее количество уникальных слов составляет 2252
    25.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Ölümsüz Antikite - 14
    Общее количество слов 2343
    Общее количество уникальных слов составляет 1529
    28.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов