Hesse Knulp - 2

Total number of words is 4334
Total number of unique words is 2079
35.3 of words are in the 2000 most common words
50.2 of words are in the 5000 most common words
57.8 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
"Ama güzel yer, değil mi? İlk önce köşede küçük bir kilise var, bir de değirmen, bıçkıevi. Orada bir de kocaman, sarı Saint Bernhard köpeği var, doğru değil mi?"
"Aman Tanrım! Bello!"
Onun yurdunu gerçekten tanıdığını, gerçekten orada bulunduğunu görünce güvensizliğinin, çekingenliğinin büyük bir bölümü kaybolmuş, tümüyle canlanmıştı. Hemen ivedi "Andreas Flick'i de tanır mısınız?" diye sordu.
"Hayır, oradan kimseyi tanımam, ama babanız olacak, değil mi?"
"Evet."
"Demek öyle. Demek siz Fräulein Flick'siniz. Küçük adınızı da bilseydim, Achthausen'a yine uğrarsam size bir kart yazardım."
"Buradan gitmek mi istiyorsunuz?"
"Hayır istemiyorum, ama sizin adınızı öğrenmek istiyorum, Fräulein Flick."
"Yok canım, ben de sizinkini bilmiyorum ki."
"Çok üzüldüm; ama elbette bu durum değişir. Benim adım Karl Eberhard'dır. Eğer birbirimize bir kez gündüz raslarsak, siz beni nasıl çağıracağınızı biliyorsunuz, ama ben size ne diyeceğim?"
"Barbara."
"Ha şöyle. Teşekkür ederim. Ama adınızın söylenmesi güç. Evinizde sizi kesin Baerbele diye çağırırlardı."
"Öyle de derlerdi. Mademki her şeyi biliyorsunuz, neden o kadar çok soruyorsunuz? Ama artık keselim. Allah rahatlık versin, derici."
"Allah rahatlık versin, Fräulein Baerbele. İyi uykular. Şimdi sizin için bir daha ıslık çalacağım. Kaçmayın, parayla değil."
Hemen başladı ve titrete titrete, iki sesle, Tirollülerin dağlı şarkıları gibi atlamalar yaparak dans müziğini andıran sanatlı bır ıslık tutturdu. Kız bu ustalığa hayran olmuştu. Islık kesilince Knulp ışık yakmadan odasına girerken, o da panjurları yavaşça ve sımsıkı kapadı.
Ertesi sabah Knulp erkenden Rothfuss'un usturasını eline aldı; ancak derici, yıllardır sakallıydı. Ustura kullanılmamaktan o kadar bozulmuştu ki, tıraş edecek duruma gelinceye kadar Knulp onu yarım saat askısına sürtmek zorunda kaldı. İşi bitince ceketini giydi, ayakkabılarını eline aldı, mutfağa indi. Mutfak sıcaktı ve kahve kokuyordu. Usta'nın karısından ayakkabılarını boyamak için fırçayla boya rica etti.
"Aman, ne diyorsunuz! Bu erkek işi değil. Bırakın ben yapayım."
Knulp razı olmadı. Sonunda kadın utangaç bir gülüşle boya takımını önüne uzattı. Yalnızca canı istediği ve keyfi olduğu zaman çalışan, ama yaptığı işi özenerek ve keyifle yapan bir insan gibi işini esaslı, temiz ve kolayca yapıyordu.
Kadın ona bakarak "Çok beğendim" diyerek yaptığı işi övdü, "pırıl pırıl oldu; sanki hemen yavuklunuza gidecekmişsiniz gibi."
"Ah, gidebilseydim ne iyi olurdu."
"İnanırım, mutlaka güzel bir sevgiliniz var" diye sırıtarak güldü kadın, "belki de bir değil birçoktur?"
"Yok, birçok olursa iyi olmaz" diye gülerek yanıtladı Knulp. "Size onun bir resmini de gösterebilirim."
Muşamba kaplı defterini koynundan çıkardı. İçinden Duse'nin resmini ararken kadın merakla ona yaklaştı. Resme ilgiyle baktı. "Pek kibar" diye çekine çekine kadını övmeye başladı, "tam bir hanımefendiye benziyor. Yalnızca zayıf gözüküyor, sağlığı yerinde mi bari?"
"Bildiğim kadarıyla yerinde. Şimdi artık gidip ihtiyara bakalım, odadan sesi geliyor."
Knulp, karşı odaya geçip dabağ Rothfuss'u selamladı. Oturma odası süpürülmüştü. Duvarlarının açık renk kaplamasıyla, saatle, aynayla ve duvardaki fotoğraflarla sevimli ve sıcak bir görünüşü vardı. "Böyle temiz bir oda kış gününde hiç de kötü değil" diye düşündü Knulp, "ama salt bunun için de evlenmeye değmez doğrusu." Dericinin karısının kendisinden hoşlanmasından hoşnut kalmamıştı.
Sütlü kahve içildikten sonra Usta Rothfuss'la avluya ve sundurmaya kadar birlikte gitti. Bütün dabağhaneyi gezdi. Knulp hemen bütün sanatları tanırdı. Öyle anlayışlı sorular sordu ki, arkadaşı şaşıp kaldı.
"Peki ama bütün bunları nereden biliyorsun?" diye heyecanla sordu. "İnsan, gerçekten bir derici çırağıymışsın ya da vaktiyle öyle biriydin sanabilir."
"Çok gezince insan pek çok şey öğreniyor" diye kestirmeden bir yanıt verdi Knulp, "ayrıca ince dericilik konusunda da sen kendin bana hocalık etmiştin, anımsamıyor musun? Altı yedi yıl önce birlikte yolculuk ettiğimiz zamanlar bana bütün bunları sen anlatmıştın."
"Hepsini hâlâ anımsıyor musun?"
"Bir bölümünü Rothfuss, ama şimdi artık seni rahatsız etmeyeyim. Yazık, sana birazcık yardım etmeyi çok isterdim; ama aşağısı öyle nemli ve öyle kötü kokuyor ki. Sonra yine öksürür dururum. Hadi bakalım, allahaısmarladık, ihtiyar. Yağmur yağmadığı sürece ben biraz kentte dolaşacağım."
Kahverengi şapkası biraz arkaya itilmiş, evden çıkıp Dabağlar Sokağı'ndan kente doğru giderken Rothfuss kapıya çıktı, onun tertemiz giyinmiş, fırçalanmış giysileriyle yağmur birikintilerinden dikkatle atlayarak hafif hoşnut gidişini izledi. Birazcık kıskanarak "Aslına bakılırsa talihli çocuk" dedi, kösele kuyusuna dönerken de yaşamda seyirci olmaktan başka bir isteği olmayan bu garip dostunu düşündü ve bu tavıra, titizlik mi yoksa alçakgönüllülük mü demek gerektiğini bilemedi. Çalışan, ilerleyen birisi, birçok bakımdan kesinlikle daha iyi durumdaydı; ama böylesinin hiçbir zaman böyle zarif, güzel elleri olamazdı ve böyle hafif ve zarif dolaşamazdı. Hayır, Knulp böyle yapmakta haklıydı; çünkü yaradılışı kendisinden bunu istiyordu. Onun bir çocuk gibi herkesle konuşmasına ve herkesin gönlünü kazanmasına, bütün kızlara, bütün kadınlara güzel sözler söylemesine, her gününü bayram gibi geçirmesine herkes öykünemezdi. Onu, nasılsa, o biçimde gezip dolaşmaya bırakmalıydı. Eğer durumu kötüleşir de sığınacak bir yere gereksinmesi olursa, o zaman da onu eve almak bir zevk ve bir onur oluyordu ve kendisine adeta minnet duyuluyordu; çünkü o, eve neşe ve ışık getiriyordu.
Bu arada konuğu meraklı ve neşeli, kentte dolaşıyordu; dudaklarının arasından ıslıkla bir asker marşı tutturmuş, hiç acele etmeden, eskiden tanıdığı yerleri ve insanları aramaya koyulmuştu. Önce dik bir yokuş üzerinde bulunan kentin dış mahallesine yöneldi. Orada yoksul bir giysi yamacısı tanıyordu. Zavallıcığın eski pantolonları yamamaktan başka bir iş yaptığı yoktu. Daha bir tane bile yeni giysi dikememişti. Oysa biraz bir şeyler de biliyordu. Hatta bir zamanlar umutlara bile düşmüştü. İyi işliklerde çalışmıştı. Ama erken evlenmişti, birkaç çocuğu vardı, karısı da ev işlerinden pek anlamıyordu. Knulp işte bu terzi Schlotterbeck'i arıyordu. Onu dış mahallenin arkalarındaki bir evin üçüncü katında buldu. Ev vadiye baktığından küçük işlik kuş yuvası gibi, altı açık, havada duruyordu. Pencereden diklemesine aşağıya bakıldığı zaman, altta yalnızca üç kat gözükmez, evin altındaki dağ, çıplak ve dik bahçe ve otlarla, baş döndürücü bir biçimde aşağıya doğru uçuyor gibi olurdu. En sonunda da evin arka bölümünün çıkıntısından oluşan kurşuni bir karmaşa, kümesler, keçe ve tavşan kulübeleri ve bitişik evin damları gözükürdü. O yana doğru bakılınca, bu evler, bu yıprak, bakımsız semtin ta öbür yanında, çok aşağılarda, vadinin içinde küçücük kalıyordu. Buna karşılık terzinin işliği gün ışığıyla apaydınlıktı. Pencerenin yanındaki geniş masasında, çalışkan Schlotterbeck dünyanın üstüne, bir fener bekçisi gibi, aydınlık ve yüksek, tünemiş oturuyordu.
Knulp girerken "Merhaba Schlotterbeck" diye seslendi. Usta gözleri ışıktan kamaşmış, kipriklerini kırparak kapıya doğru baktı. "Vay Knulp, sen misin!" diye sevinçle bağırdı ve elini ona doğru uzattı. "Yine buradasın ha? Nasıl oldu da bana kadar çıkabildin?"
Knulp üç bacaklı bir iskemle çekti, üstüne oturdu.
"Bana bir iğneyle biraz iplik ver; ama kahverengi ve en incesinden olsun. Ceketimi onaracağım." Bunu söylerken ceketiyle yeleğini çıkardı, bir iplik arayıp aldı, iğneye taktı ve dikkatli dikkatli bütün giysiyi baştan aşağı gözden geçirdi. Giysi daha çok iyiydi. Hemen hemen yepyeni gözüküyordu. Öyle olduğu halde bütün incelmiş yerleri, bütün gevşemiş düğümleri çabucak becerikli parmaklarla onardı.
"Eh, daha nasılsın bakalım?" diye sordu Schlotterbeck. "Mevsim pek övülecek gibi değil, ama eğer sağlığın yerindeyse, başında bir aile de yoksa."
Knulp kuşkulu kuşkulu öksürdü. Sonra da "Öyle öyle" dedi kayıtsızca. "Tanrı'nın yağmuru haklıların üstüne de yağar, haksızların üstüne de, yalnızca terziler ıslanmadan otururlar. Yine hep öyle yakınıyor musun, Schlotterbeck?"
"Ah Knulp, ağzımı açtırma. Yanda bağrışan çocukların seslerini duyuyorsun ya, şimdi beş oldular. Oturursun, canın çıkıncaya kadar, gece yarılarına kadar çalışırsın, yine de kazancın hiçbir şeye yetmez. Senin derdinse yalnızca gezip tozmak!"
"Tutturamadan babalık! Dört beş haftadır Neustadt'ta sayrılar evindeydim. Orada kimseyi gereksiz yere tutmazlar. Hiç kimse de fazla kalamaz. Tanrı'nın yolları olağanüstüdür, dostum Schlotterbeck."
"Bu hikmetleri bırak, Tanrı aşkına!"
"Sen dindar değil miydin? Ben de tam şimdi dindar olmak niyetindeyim. Sana da onun için geldim. Bu iş ne âlemde, yaşlı köşe kadısı?"
"Dindarlık işinde beni rahat bırak! Sayrılar evinde miydim dedin? Bak buna çok üzüldüm."
"Üzülmene gerek yok, geçti. Şimdi anlat bakalım: Sinah Kitabı ne diyordu, vahiy neydi? Biliyor musun, sayrılar evinde vaktim vardı. Orada bir de İncil buldum, hemen hepsini okudum. Onun için şimdi seninle bu konuda daha iyi konuşabilirim. Pek meraklı bir kitap şu İncil."
"Haklısın, meraklıdır. Yarısı da uydurma olsa gerek. Çünkü hiçbiri ötekine uymuyor. Sen bunu daha iyi anlarsın; çünkü bir zaman Latince Okulu'na gitmiştin."
"O zamandan aklımda pek az şey kaldı."
"Görüyor musun, Knulp" terzi açık pencereden aşağılara doğru tükürdü ve gözlerini açıp acı bir yüzle arkasından baktı. "Bak Knulp, dindarlıktan bir şey çıkmıyor, onda iş yok. Ben ona boş veriyorum, haberin olsun, boş veriyorum!"
Knulp ona düşünceli düşünceli baktı.
"Evet ama, ileri gittin babalık, bana öyle geliyor ki, İncil'de çok önemli sorunlar var."
"Öyle ama, biraz karıştırırsan her yerinde birbirinin karşıtı şeyler görürsün. Hayır, benim İncil'le işim yok artık. Ben onunla hesabımı gördüm."
Knulp ayağa kalktı, bir ütü yakaladı.
"Bana içine koymak için birkaç kömür verir misin?" diye ustadan rica etti.
"Ne yapacaksın?"
"Ceketimi birazcık ütülemek istiyorum da, bu kadar yağmurdan sonra şapkaya da sürsem iyi olacak."
"Kibarlığı elden bırakmıyorsun hiç" diye biraz kızgın söylendi Schlotterbeck, "bir yandan açlık derdi çektikten sonra, böyle kontlar gibi giyinip de ne olacak sanki!"
Knulp sakin sakin güldü: "Daha güzel görünürüm, bu da bana zevk verir; eğer bunu bana dindarlığından yapmak istemezsen, eski bir dost hatırı için, iyilik olsun diye yap, olmaz mı?"
Terzi sonunda kapıdan çıktı, biraz sonra kızgın bir ütüyle geri döndü. "Ha şöyle" diye övdü Knulp, "teşekkür ederim!" Fötr şapkasının kenarını dikkatle ütülemeye başladı; ancak bu işte dikişte olduğu kadar becerikli olmadığından arkadaşı ütüyü elinden aldı, kendi ütüledi.
Knulp minnet duyan bir edayla "Çok hoşnut oldum" dedi, "işte şimdi yine bir pazar şapkası oldu. Ama bak terzi, İncil'den çok şey bekliyorsun. Doğru olanı ve yaşamın nasıl bir düzeni olduğunu herkesin kendisinin düşünmesi gerek; çünkü bu hiçbir kitaptan öğrenilmez. Benim düşüncem bu. İncil eskidir. Bugün bilinen ve tanınan birçok şey eskiden bilinmiyordu; ama bu yüzden içinde pek çok güzel ve iyi şey var, birçok da doğru şey. O, bana yer yer güzel bir resimli kitap gibi geldi, biliyor musun? Örneğin Ruth'un tarlalarda gezmesi ve geride kalan başakları toplaması ne güzel. Buna bakınca insan çok güzel ve sıcak bir yazı içinde duyuyor. Sonra İsa'nın küçük çocukların arasında oturup sizler benim için büyüklenen yaşlılardan çok daha sevimlisiniz! diye düşünmesi. Ben onu bu noktadan çok haklı bulurum, bu bakımdan ondan pek çok şey öğrenilebilirdi."
"Evet öyle" diye onayladı Schlotterbeck; ama yine de onu haklı çıkarmak istemiyordu. "Ama bunu başkalarının çocuklarına bakıp da söylemek kolay. Beş çocuğun olsun, karınlarını nasıl doyuracağını bileme de göreyim seni."
Yeniden kızmış, neşesi kaçmıştı. Knulp ona bakamadı. Gitmeden önce kendisine iyi bir şeyler daha söylemek istiyordu. Biraz düşündü, sonra ona doğru eğildi; yüzüne, parlak gözleriyle yakından ve ciddilikle baktı, yavaşça: "Evet ama, onları sevmiyor musun, çocuklarını?" dedi. Terzi birdenbire korkarak gözlerini açtı. "Elbette. Ne demek istiyorsun! Elbette seviyorum, hele en büyüğünü!"
Knulp büyük bir ciddilikle başını salladı. "Artık gideyim Schlotterbeck, sana çok teşekkür ederim. Ceketin değeri şimdi iki katı oldu. Sonra da, çocuklarını sevmelisin, onlardan sevinç duymalısın. Yarı yarıya da sıkıntıları bitmiş sayılır. Dinle bak, sana kimsenin bilmediği, senin de kimseye anlatmaman gereken bir şey söyleyeceğim."
Usta onun çok ciddileşen duru gözlerine merakla baktı. Knulp şimdi öyle yavaş konuşuyordu ki, terzi onu anlayabilmek için zorlandı.
"Bak! Bana imreniyorsun ve şöyle düşünüyorsun: 'Ne rahat bir yaşam sürüyor, ne ailesi var, ne de derdi!' Ama iş böyle değil. Benim bir çocuğum var, düşün, iki yaşında küçük bir oğlan, onu yabancı insanlar oğul edindiler; çünkü babası bilinmiyordu; çünkü annesi loğusa yatağında ölmüştü. Bulunduğu kentin nerede olduğunu senin bilmene gerek yok; ama ben biliyorum. Oraya gidince gizlice evin çevresinde dolanıyorum, parmaklığa dayanıp bekliyorum, şansım yaver gider de küçüğü görebilirsem, ona ne elimi uzatabiliyorum, ne de öpebiliyorum. En fazla yanından geçerken ona ıslıkla bir şeyler çalıyorum. - Ya, böyle işte, hadi bakalım, hoşça kal, çocukların olduğuna da sevin!"
Knulp kentte gezintisini sürdürdü. Bir tornacı işliğinin penceresine dayanarak bir süre gevezelik etti, lüle lüle olmuş yongaların telaşlı oyunlarını seyretti. Yolda kendisine iltifat edip enfiye sunan bekçiyi de selamladı. Her yerde ailelerin ve sanatların başına gelen büyük küçük birçok şey öğrendi. Belediye saymanının karısının zamansız ölümünü, belediye başkanının oğlunun serseriliklerini duydu. Buna karşılık o da başka yerlerden yeni haberler verdi ve kendisini, şurada burada, tanıdık, dost ve sırdaş olarak, bir yerde sürekli oturan onurlu insanların yaşamına bağlayan zayıf ve acayip bağdan sevinç duydu.
Günlerden cumartesiydi. Bir bira fabrikasının avlu kapısının önünde rasladığı çıraklara o akşam ve ertesi gün içinde nerede dans edilebileceğini sordu. Birçok yer vardı; ama en güzeli Gertelfingen'deki Löwen'dı ve ancak yarım saat ötede bulunuyordu. Komşunun evindeki Baerbele ile birlikte oraya gitmeye karar verdi.
Neredeyse öğle olmuştu. Knulp Rothfussların merdivenini çıkarken burnuna mutfaktan güzel ve keskin bir koku geldi. Durdu, çocukça bir sevinç ve merak içinde, duyarlı burun delikleriyle iç açıcı kokuyu içine çekti. Her ne kadar yavaş yürümüşse de, geldiği yine de duyulmuştu. Usta'nın karısı mutfak kapısını açtı, hoşnut bir yüzle, yemek buharlarıyla dolu aydınlık aralıkta durdu.
Sevgi dolu bir sesle: "Günaydın Herr Knulp" dedi. "Böyle vaktinde gelişiniz ne iyi oldu. Bugün ciğer köftemiz var da. Biliyor musunuz, belki öyle seversiniz diye sizin için ayrıca bir parça ciğer kızartmayı düşünmüştüm, ne dersiniz?"
Knulp sakalını sıvazlayarak kibarca eğildi: "Yok canım, ne diye ayrıca bir şey hazırlayacaksınız. Bana bir çorba olsa yeter."
"Ne demek, hastalık geçirene çok iyi bakmak gerek, yoksa gücü nasıl yerine gelir. Ama siz belki de ciğer sevmezsiniz. Bazıları sevmez de."
Knulp alçakgönüllülükle güldü.
''Ah, ben onlardan değilim. Bir tabak dolusu ciğer köftesinden daha güzel bir pazar yemeği olur mu? Ömrüm boyunca her pazar yesem, bıkmam."
"Bizim yanımızda hiçbir şeyden yoksun kalmamalısınız. Yemek yapmak niçin öğrenilir! Şimdi söyleyin bakalım, bir parça ciğer arttı. Ben onu sizin için ayırmıştım, yapsaydım iyi olurdu." Yanına biraz daha yaklaştı, yüzüne bakarak gülümsedi. Knulp kadının ne düşündüğünü çok iyi anlamıştı. Kadıncağız oldukça da güzeldi. Ancak o hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi davrandı. Yoksul terzinin ütülediği güzel fötr şapkasıyla oynamayı sürdürerek başka yana baktı. "Teşekkür ederim Frau Rothfuss, iyi niyetiniz için teşekkür ederim. Ama köfteyi daha çok severim. Siz beni zaten çok şımarttınız."
Kadın gülümseyerek ona işaretparmağıyla gözdağı verdi: "Bu kadar utangaç görünmenize gerek yok, ne de olsa size inanamam. Demek köfte! Üstüne de bol soğan, değil mi?"
"Bakın, buna hayır diyemem."
Kadın düşünceli düşünceli mutfağa gitti. Knulp da masanın hazırlandığı odaya girip oturdu; Usta gelip çorba getirilinceye kadar bir gün önce çıkan haftalık gazeteyi okumaya koyuldu.
Yemek yedikten sonra bir çeyrek saat kadar da iskambil oynadılar. Bu arada Knulp, ev sahibi kadını birkaç yeni, cüretli ve zarif iskambil oyunuyla şaşkınlığa boğdu. Oyun oynuyormuş gibi hiç aldırış etmeden kâğıtları karıştırmasını ve yıldırım çabukluğuyla yeniden düzeltmesini de biliyordu. Kendi kâğıdını zarif bir biçimde masanın üstüne fırlatıyor, ara sıra başparmağını kartların kıyısında dolaştırıyordu. Usta, bir işçi, bir kentsoylu bu gibi karın doyurmayan hünerleri nasıl kabul ederse, öylece hayranlık ve hoşgörüyle izliyordu. Ancak karısı, dünya görmüş bu adamın yaşama sanatının belirtileri olan hünerlerine anlayışlı bir ilgiyle dikkat ediyordu. Bakışları onun ince, zarif ve hiçbir kaba işin kırıştırmadığı ellerine dalıp gidiyordu.
Küçük pencere camından ince, belli belirsiz bir güneş ışığı odaya, masanın ve iskambil kâğıtlarının üstüne vuruyor, döşemenin üstündeki zayıf, boyalı tavanda döne döne titriyordu. Knulp bütün bunları, şubat güneşinin oyununu, evin dingin erincini, arkadaşının ciddi ve çalışkan, sanatçı yüzünü, güzel kadının gizli bakışlarını, ateş gibi parlayan gözleriyle görüyordu. Ama bunlardan hoşlanmamıştı. Bütün bunlar onun için ne bir mutluluk, ne de bir amaçtı. İyi olsaydım, diye düşündü, mevsim de yaz olsaydı, burada bir saat bile fazla kalmazdım.
Rothfuss, kâğıtlarını toplayıp saatte bakınca Knulp da "Ben biraz çıkıp güneşlenmek istiyorum" dedi. Usta'yla birlikte merdivenlerden indi, onu kurutma sundurmasında derilerinin yanında bıraktı, kendisi de içinde deri tozu çukurları açılmış olan ve ırmağa kadar uzanan ıssız, dar, otların bürüdüğü bahçede gözden yitti. Derici, orada hayvan derilerini suya bastırabilmek için tahtadan küçük bir köprü yapmıştı. Knulp bu köprünün üstüne oturdu, topuklarını sessiz ve telaşla akan sulara değdirecek kadar sarkıttı. Tam oturduğu yerin altında çabuk çabuk gidip gelen koyu renkli balıkları neşeyle seyretti, sonra bulunduğu yeri merakla incelemeye koyuldu; çünkü karşı evdeki küçük hizmetçi kızla konuşmak için uygun bir fırsat arıyordu. Bahçeler birbirine bitişikti, yalnızca eski bir tahta çitle birbirinden ayrılıyordu. Aşağıda, suyun kıyısında, eski çitlerin zamanla büsbütün yok oldukları yerden kolayca bir bahçeden öbürüne geçilebilirdi. Komşunun bahçesi dericinin otlar bürümüş, bakımsız bahçesinin yanında çok daha bakımlı görünüyordu. Orada dört sıra sebze ocağı göze çarpıyordu. Bunları, kıştan sonra hep olduğu gibi, ot bürümüş ve çökmüştü. İki sıra marulla bir parça da kıştan kalma ıspanak vardı. Gül fidanları yere doğru eğilmiş, tepeleri toprağa gömülmüştü. Daha ötede de evi gizleyen birkaç güzel çam ağacı görünüyordu. Yabancı bahçeyi gözden geçirdikten sonra Knulp, bu ağaçlara kadar gürültüsüzce sokuldu, aralarından evi, arkadaki mutfağı gördü. Çok geçmeden mutfakta kızın kendi de göründü. Kollarını sıvamış iş yapıyordu. Hanım yanındaydı. Her işi bilen, hizmetçi tutamayan ve her yıl değişen bu yetiştirdikleri kızları evden gittikten sonra öve öve bitiremeyen hanımların yaptığı gibi, ona bir sürü şey buyuruyor, bir sürü şey öğretiyordu. Ama öğretişi ve yakınmaları öyle bir tondaydı ki, içinde hiçbir kabalık ve hoyratlık yoktu, küçük kız da buna alışmış gibi gözüküyordu; çünkü hiç şaşırmadan işini görüyor ve dingin bir yüzle çalışıyordu.
Davetsiz konuk bir ağaca dayanmış, başını önce eğmiş, bir avcı gibi meraklı ve uyanık, seyirci ve dinleyici olarak yaşamdan pay almayı öğrenmiş, vakti bol bir adam gibi neşeli bir sabırla oraya kulak veriyordu.
Kız pencerede görününce sevindi. Kadının şivesinden de onun Laechstettenli olmadığını, birkaç saat yukardaki vadiden olduğunu anladı. Sakin sakin onları dinledi, ağzına aldığı kokulu bir çam yaprağını yarım saat çiğnedi ve bir saat, kadın çekilip de mutfak boş kalıncaya kadar orada durdu. Birazcık daha bekledikten sonra sakınarak ilerledi, ince bir dalla mutfak penceresine vurdu. Kız önce hiç farkına varmadı. Sonra iki kez daha vurdu. Bunun üzerine kız yarı açık pencereye geldi, onu büsbütün açıp dışarı baktı.
"Ah, orada ne yapıyorsunuz?" diye yavaşça seslendi. "Az kalsın korkacaktım."
Knulp gülümseyerek "Hiç benden korkulur mu?" dedi. "Yalnızca bir günaydın deyip nasıl olduğunuzu anlamak istedim. Bugün cumartesi de, acaba yarın öğleden sonra izinli çıkabilir misiniz, şöyle küçük bir gezinti yapabilir miyiz, diye sormak istiyordum."
Kız ona baktı, başını salladı; yüzünü o kadar umutsuz ve üzgün görmüştü ki, adeta üzüldü.
"Hayır" dedi nezaketle, "yarın iznim yok, yalnızca öğleden önce kilise için iznim var."
"Ya" diye mırıldandı Knulp, "öyleyse bu akşam gelebilirsiniz."
"Bu akşam mı? Evet izin alabilirim; ama eve, bizimkilere bir mektup yazmak istiyordum."
"Ah, onu bir saat sonra da yazabilirsiniz. Zaten bu gece gidecek değil ya. Görüyorsunuz, sizinle birazcık konuşabildim diye ne kadar sevindim. Eğer bu akşam bardaktan boşanır gibi yağmur yağmazsa, güzel bir gezinti yapabiliriz. Ne olur razı olun. Benden herhalde korkmazsınız!"
"Ben hiçbir şeyden korkmam, hele sizden hiç. Ama olmaz. Bir erkekle gezmeye çıktığımı görürlerse!"
"Ama Baerbele, sizi burada kimse tanımıyor ki. Hem de bu bir günah değil, kimseyi de ilgilendirmez. Siz artık okullu bir kız değilsiniz, öyle değil mi? Hadi bakalım, unutmayın, ben saat sekizde aşağıda jimnastik salonunun yanındaki sığır pazarı parmaklıklarının bulunduğu yerde olacağım. Yoksa daha mı erken geleyim?"
"Yok yok, daha erken gelmeyin. Daha doğrusu hiç gelmemelisiniz. Olmaz, hem ben de..."
Knulp yüzüne yine bir oğlan çocuğu gibi üzünçlü bir anlatım verdi, üzgün bir tonla "Eğer hiç istemiyorsanız..." dedi, "ben sizin buralarda hem yabancı, hem de yalnız olduğunuzu, zaman zaman da yurt özlemi çektiğinizi düşünmüştüm. Bunu ben de duyduğum için birbirimize birazcık bir şeyler anlatabilirdik, Achthausen'dan bir şeyler daha işitsem çok hoşnut olurdum; çünkü bir kez orada bulunmuştum. Ama artık sizi zorlamak istemem. Bu kadarına da darılmamışsınızdır."
"Darılmak da ne demek! Ama elimden gelmiyorsa..."
"Ama bu akşam özgürsünüz Baerbele, yalnızca istemiyorsunuz. Biraz düşünün bakalım. Şimdi artık gideyim. Bu akşam jimnastik salonunun yanındayım ve bekleyeceğim. Kimse gelmezse gezmeye yalnız giderim ve sizin o anda Achthausen'a mektup yazdığınızı düşünürüm. Hadi allahaısmarladık, sakın darılmayın!" İvedi selam verdi, kızın daha bir şeyler söylemesine vakit bırakmadan hemen uzaklaştı. Baerbele, onun ağaçların arkasında gözden yitişini izledi. Yüzünde şimdi ne yapayım diyen bir anlam vardı. Sonra işine döndü, birdenbire -hanım dışarı çıkmış olduğu için- yüksek sesle güzel bir şarkı tutturdu.
Knulp şarkıyı duyuyordu. Yine tahta köprünün üstüne oturdu, sofrada cebine koyduğu ekmek diliminden küçük küçük yuvarlaklar yapmaya başladı. Yaptığı bu ekmek yuvarlaklarını yavaşça, birbiri ardından suya bırakıyor, onların akıntıda biraz sürüklendikten sonra nasıl dibe çöktüklerini, suyun karanlık dibinde kımıldamadan duran balıkların onları nasıl yuttuklarını dalgın dalgın seyrediyordu.
Akşam yemeğinde dabağ ustası "Oh" dedi, "çok şükür yine cumartesi akşamı oldu. Bütün hafta yorulduktan sonra bunun ne demek olduğunu sen dünyada bilemezsin."
"Ama düşleyebilirim..." diye gülümsedi Knulp. Kadın da gülümsedi ve çapkın çapkın onun yüzüne baktı.
"Bu akşam" diye ciddi bir edayla sürdürdü Rothfuss, "bu akşam hep birlikte iyisinden bir testi bira içelim. Bizim hatun onu hemen alıp getirir, olur mu? Yarın da hava iyi olursa, üçümüz birlikte bir gezinti yaparız, ne dersin eski dost?"
Knulp güçlü bir biçimde onun omzuna vurdu: "İtiraf edeyim, evinde her şey öyle rahat ki, yarınki gezinti için şimdiden seviniyorum. Ama bu akşam biraz işim var. Burada bir arkadaşım var, onunla buluşacağım. Yukarki demircide çalışıyordu, yarın da yolculuğa çıkıyor. Bu akşam için üzüldüm ama, yarın bütün gün birlikte olacağız. Yoksa bu işe hiç kalkışamam."
"Sakın gece vakti, böyle yarı hasta, çıkıp dolaşayım deme."
"Hadi canım, kendine o kadar özen göstermek de biraz fazla. Geç dönmem. Anahtarı nereye koyuyorsun, içeri nasıl gireyim?"
"Çok inatçısın Knulp. Git bakalım, öyle olsun, anahtarı bodrum pancurunun arkasında bulacaksın. Nerede olduğunu biliyorsun, değil mi?"
"Evet. Eh, hadi, ben gideyim, siz de vaktiyle yatın! Allah rahatlık versin, Allah rahatlık versin, Frau Rothfuss."
Knulp gitti. Daha aşağıya, sokak kapısına yeni varmıştı ki, ustanın karısı telaşla arkasından koştu. Bir şemsiye getirmişti, bunu istesin istemesin Knulp yanına almalıydı.
"Kendinize dikkat etmeniz gerek, Knulp" dedi. "Hem de size, dönünce, anahtarı nerede bulacağınızı göstermek istiyorum." Karanlıkta onun elinden tuttu, evin köşesini döndürdü. Tahta kepenklerle kapalı bir küçük pencerenin önünde durdu.
"Anahtarı pencerenin arkasına koyarız" diye heyecanlı bir sesle fısıldadı ve Knulp'un elini okşadı. "Siz yalnızca aralığa uzanın. Anahtar pervazın üstünde olacak."
"Peki, teşekkür ederim" dedi Knulp biraz şaşkın ve elini geri çekti.
"Gelinceye kadar, size bir bardak bira saklayayım mı?" diye kadın yeniden söze başladı ve yavaşça ona dayandı.
"Hayır, teşekkür ederim, ender içerim. Allah rahatlık versin Frau Rothfuss, teşekkür ederim."
"O kadar acele mi?" diye yavaşça fısıldadı kadın ve adamın kolunu sıktı. Yüzü, onun yüzüne oldukça yakındı. Knulp şaşkın bir sessizlik içinde, kadını zorla öteye itemediği için eliyle onun saçlarını okşadı, sonra birdenbire "Ama artık gitmeliyim" diyerek geri çekildi.
Kadın yarı açık bir ağızla gülümsedi. Karanlıkta, Knulp, onun dişlerinin parladığını görmüştü. Kadın yine gayet yavaş "Eve dönünceye kadar seni bekleyeceğim, pek tatlısın" diye fısıldadı.
Knulp oradan karanlık sokaklara doğru, şemsiye koltuğunda uzaklaştı. Köşeyi dönünce de bu saçma sıkıntıyı çabucak gidermek için ıslık çalmaya başladı. Çaldığı şarkı şuydu:
"Seni alacağımı düşünüyorsun ama,
Bu benim aklımdan bile geçmiyor.
İnsanların arasındayken,
Utanç veriyorsun bana sen."
Hava ılıktı. Zaman zaman karanlık gökte yıldızlar görünüyordu. Bir meyhaneden gençlerin neşeli gürültüsü geliyordu. Pfauen'da yeni kegel oyunu salonunun pencerelerinin arkasından birtakım efendiden adamların, gömleklerinin kollarını sıvamış, toplandıklarını gördü. Ellerinde kegel toplarını tartıyorlardı, ağızlarında da sigaraları vardı.
Jimnastik salonunun yanında Knulp durup çevresine bakındı. Nemli rüzgâr, çıplak kestane ağaçlarında yavaşça ıslık çalıyor, ırmak durup dinlenmeden derin karanlıklara akıp gidiyor ve birkaç aydınlık pencere suda yankılar yapıyordu. Yumuşak gece gezginin iliklerine kadar bir rahatlık veriyor, derin derin soluk alıyor, ilkyazı, sıcağı, kuru caddeleri ve yolculukları şimdiden içinde buluyordu. Yorulmaz belleğiyle kente, ırmak boyuna ve bütün oralara şöyle bir göz attı. Her yeri biliyordu. Caddeler, patikalar, köyler, kasabalar, çiftlikler, dost hanlar, hiçbiri yabancısı değildi. İyice düşündü ve bundan sonraki yolculuğunun planını hazırladı. Laechstetten hiçbir zaman onun kalacağı bir yer olamazdı. Kadın eğer münasebetsizlik etmezse, arkadaşının hatırı için yalnızca bu pazarı da burada geçirmek istiyordu.
"Belki de" diye düşündü, "Usta'ya karısı için bir imada bulunmak gerek." Ama o, burnunu, başkalarının işine sokmak istemezdi; insanların daha iyi ve daha akıllı olmalarına yardım için de, hiçbir istek duymuyordu. Bu işin böyle oluşuna üzülüyordu. Eski Ochsen Meyhanesi'nin garson kızı hakkında da hiç iyi bir görüşü yoktu; ama dabağ ustasının ev yaşamı ve aile mutluluğu üzerine verdiği yüksek söylevi de gülmeden düşünemiyordu. O bilirdi, bu iş çoğu zaman böyleydi; birisi mutluluğu ya da erdemiyle övünüyor, böbürleniyorsa, onda bunun ikisi de yok demekti. Yamacının dindarlığı da bir zamanlar tıpkı böyle olmuştu. İnsanların aptallıkları görülebilirdi, onlara gülünür ya da acınırdı; ancak onları gittikleri yolda özgür bırakmak gerekirdi.
Düşünceli bir iç çekişle bu üzüntüleri bir yana bıraktı, köprünün karşısındaki yaşlı bir kestane ağacının kovuğuna dayandı ve bundan sonraki yolculuğu üzerinde düşünmeye başladı. Karaormanlar üzerinden geçmeyi istiyordu; ama oraları şimdi soğuktu, belki de daha çok kar vardı, ayakkabıları mahvolurdu, yatacak yerler de birbirinden çok uzaktı. Yok, bu olmazdı, vadilerden gitmeliydi ve küçük kentlerde kalmalıydı. Dört saat ötede ırmak kıyısındaki Hirschenmühle, ilk güvenli dinlenme yeriydi. Orada kendisini kötü bir havada bir iki gün alıkoyabilirlerdi.
Böylece birini beklemekte olduğunu tümüyle unutup bin bir düşünceyle orada dururken, karanlığın ve rüzgârın içinden, köprünün üstünde ince ve korkak bir hayal belirdi ve duraksayarak ona yaklaştı. Kızı derhal tanımıştı. Sevinerek, minnetle ona doğru koşup şapkasını havaya fırlattı: "Ne iyi ettiniz de geldiniz Baerbele, neredeyse inanamayacağım."
Sol yanına geçip onu ırmağın yanındaki ağaçlı yoldan yukarı doğru götürdü. Kız, kararsızlık içindeydi ve utanıyordu. "Hiç doğru değildi" diye yineledi, "ya bizi görürlerse?"
Knulp'un soracak birçok şeyi vardı. Çok geçmeden kızın adımları sakinleşti ve düzeldi, sonunda gayet hafif ve neşeli bir arkadaş gibi yanında yürümeye başladı. Onun sorup söylediklerinden hoşlanmış, heyecanlı heyecanlı yurdundan, babasından, annesinden, erkek kardeşinden, büyükannesinden, ördeklerden, tavuklardan, doludan, hastalıklardan, düğünlerden, kilise törenlerinden söz etmeye başlamıştı. Görüp geçirdiklerinin küçücük hazinesi açılmıştı ve bu hazine kendisinin sandığından da büyüktü. Sonunda kasabasındaki bağlarına ve ayrılışına, şimdiki işine, efendilerinin ev yaşamına sıra geldi.
Kasabadan bir hayli uzaklaşmışlar, dışarılara çıkmışlardı. Baerbele yola hiç dikkat etmemişti. Uzun ve gamlı bir yabancılık, susma ve sabır haftasından sonra kendisini konuşmanın, gevezelik etmenin zevkine bırakıvermiş ve bir hayli keyiflenmişti.
"Nerelerdeyiz?" diye şaşkınlıkla sordu. "Nereye gidiyoruz?"
"Eğer isterseniz Gertelfingen'e gidelim. Zaten neredeyse geldik."
"Gertenfingen'e mi? Orada ne yapacağız? Dönelim daha iyi, geç olacak."
"Ne zaman evde olmanız gerekiyor, Baerbele?"
"Onda. Herhalde vakit gelmiştir. Çok güzel bir gezinti oldu."
"Ona daha çok var" dedi Knulp. "Ben sizi vaktinde eve yetiştiririm. Ama bir daha böyle genç yaşta birlikte olamayacağımız için bugün birlikte bir dans etme tehlikesini pekâlâ göze alabiliriz. Yoksa dans etmek istemez misiniz?"
Kız ona şaşkınlık ve heyecanla baktı.
"Ah, dans etmeyi her zaman severim, ama nerede edeceğiz? Burada, açıklarda mı?"
"İşte, neredeyse Gertenfingen'e geldik. Orada Löwen'da müzik var. Sırf bir kezcik dans etmek için içeri gireriz, sonra eve döneriz ve iyi bir akşam geçirmiş oluruz."
Baerbele, kararsızlık içinde durdu. Yavaş yavaş "Çok iyi olurdu" diye mırıldandı, "ama bizim için ne derler? Öyle birisi olarak görülmek istemem, birbirimizin olduğunu sanmalarını da istemem."
Ve birdenbire kahkahalarla güldü:
"Yani demek istiyorum ki, ilerde bir dost edinmek istersem, onun derici olmasını istemem. Sizi kırmak istemiyorum ama dericilik temiz bir sanat değil."
"Belki de haklısınız" dedi Knulp, anlayışlı bir tonla, "ama benimle evlenmeyeceksiniz ki. Ne benim derici olduğumu, ne de sizin bu derece gururlu olduğunuzu bilen var; ellerimi de yıkadım. Şimdi eğer benimle bir kez dans etmek isterseniz, sizi dansa davet ediyorum. İstemezseniz dönelim."
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Hesse Knulp - 3
  • Parts
  • Hesse Knulp - 1
    Total number of words is 4315
    Total number of unique words is 2286
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.0 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Hesse Knulp - 2
    Total number of words is 4334
    Total number of unique words is 2079
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.2 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Hesse Knulp - 3
    Total number of words is 4464
    Total number of unique words is 2059
    36.7 of words are in the 2000 most common words
    51.7 of words are in the 5000 most common words
    59.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Hesse Knulp - 4
    Total number of words is 4434
    Total number of unique words is 2151
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Hesse Knulp - 5
    Total number of words is 3861
    Total number of unique words is 1940
    35.2 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.