Devlet - 03

Total number of words is 4000
Total number of unique words is 1630
32.8 of words are in the 2000 most common words
46.4 of words are in the 5000 most common words
54.1 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
"Şimdi, Thrasymakhos, şu belli oluyor ki hiçbir sanat, hiçbir yönetim kendine yarayanı sağlamaz. Deminden beri söylediğimiz gibi, güçlünün yararını değil, güçsüz olduğu için, küçüğün yararını gözeterek, yönetilenin yararına olanı sağlar ve buyurur. İşte dostum Thrasymakhos bunun içindir ki ben demin, kimsenin yönetmeyi gönülden istemediğini, başkalarının kötü durumlarını düzeltmek için uğraşmaya razı olmadığını, ücret isteyeceğini ileri sürüyordum. Çünkü sanatıyla başarılar elde etmek isteyen kimse sanatına uygun şekilde davrandıkça, kendine en iyi olanı değil, daima yönetilene en iyi olanı yapar ve buyurur. İşte, bu şekilde yönetmeyi göze alacak olanlara bir ücret verilmelidir: Para veya şeref; yönetimden kaçınırlarsa, ceza."
Glaukon, "Sokrates ne demek istiyorsun," dedi. "Saydığın ücretlerin ikisini tanıyorum, ama bu ceza nedir? Hem nasıl oluyor da onu ücretten sayıyorsun, anlayamadım."
"Sen en iyi insanların ücreti nedir bilmiyorsun," dedim. "En değerli kimseler yöneticiliğe razı oldukları zaman, işte o ücret için yönetirler. Yoksa şerefe, paraya düşkün olmanın ayıp sayıldığını, gerçekten de öyle olduğunu bilmiyor musun?"
"Tabii biliyorum" dedi.
"İşte bu yüzden iyiler, ne para için yönetmeye razı olurlar, ne de şeref için; çünkü yönetmelerine karşılık ücret isteyecek olurlarsa, kendilerine ' ücret kölesi' derler diye korkarlar. Yönetim mevkiinden faydalanarak gizlice para çekecek olurlarsa, 'hırsız' derler diye korkarlar. Şeref için de razı olmazlar; çünkü şerefe düşkün değildirler. Bu yüzden yönetimi üzerlerine almak için karşılarında bir zor, bir ceza bulunması gerekir. Belki bu yüzden, bir insanın yöneticilik işine kendiliğinden, zorlanmayı beklemeden atılması ayıp sayılmıştır. Cezanın en büyüğü de, kendimiz yönetmek istemediğimiz zaman, daha kötü biri tarafından yönetilmemizdir. Bence değerli insanlar yönettikleri zaman, içlerinde bu korkuyla yönetirler. İşte o zaman bir nimete konmak, rahatlarını sağlamak için değil, yönetimi emanet edecek kendilerinden daha iyi veya kendilerine eş kimseler bulamadıklarından ister istemez yönetimi üzerlerine alırlar; çünkü sadece iyi insanlarla dolu bir kent kurulabilseydi, insanlar herhalde şimdiki gibi yönetmek için değil, yönetmemek için uğraşırlardı. Hem o zaman gerçek yöneticinin gerçekte kendi işine geleni değil, yönetilenin işine geleni gözeten bir adam olduğu belli olurdu. Öyle ki, akıllı bir adam başkasına yararlı olmak için zahmete katlanmaktansa, başkasından yarar görmeyi yeğlerdi. Kısaca, Thrasymakhos, 'doğru güçlünün işine gelendir' sözünü hiç de kabul etmem. Fakat bunu bir dahaki sefere de inceleyebiliriz. Hem Thrasymakhos'un az önce söylediği söz bana çok daha önemli görünüyor: Doğru olmayanın hayatı doğrununkinden daha iyiymiş. Sen, Glaukon, iki fikirden hangisini seçiyorsun? Hangisini gerçeğe daha uygun buluyorsun?"
"Ben, doğru kişinin yaşamı daha iyidir, diyorum" dedi.
"Az önce Thrasymakhos'un, doğru olmayan kişinin yaşamında nice nimetler sayıp sıraladığını işittin mi?"
"Evet, işittim, ama inanmıyorum."
"Elimizden gelirse, bir yolunu bulalım da, söylediğinin doğru olmadığına onu inandıralım, ister misin?"
"İstemez olur muyum."
"Şimdi bak," dedim. "Onun sözüne karşılık olarak, doğru olmanın bütün nimetlerini sayıp uzun sözler söylersek, o da bir daha söz alır; biz de gene uzun sözlere girişirsek, o zaman nimetleri saymak ve her birimizin ne kadar saydığını ölçmek gerekecek; hem de karar verecek hakemlere ihtiyacımız olacak. Ama konuyu deminki gibi, birbirimizle uyuşarak araştırırsak, aynı zamanda hem hakem, hem avukat oluruz."
"Doğrudur" dedi.
"Öyleyse bu araştırmaların hangisini beğeniyorsun" diye sordum.
"İkincisini" dedi.
"Haydi öyleyse, Thrasymakhos," dedim. "Baştan başlayalım, sen de cevap ver. Gerçek eğrilik, gerçek doğruluktan daha elverişli midir dersin?"
"Tabii, dedi; sebebini de söyledim."
"Peki, doğrulukla eğrilik konusunda ne dersin? Birine iyilik, ötekine kötülük mü dersin?"
"Elbette."
"Doğruluğa iyilik, eğriliğe kötülük, öyle değil mi?"
"A iki gözüm, öyle olsaydı, eğrilik elverişlidir, doğruluk elverişli değildir der miydim?"
"Peki, öyleyse ne diyorsun?"
"Tam tersini" dedi.
"Doğruluk kötülük müdür?"
"Hayır, ama doğru insana çok saf ve iyi yürekli derim."
"O halde eğri insana kötü yürekli mi dersin?"
"Hayır, işini bilen bir insan derim."
"Sence, Thrasymakhos, doğru olmayanlar uslu ve iyi insan mıdırlar?"
"Evet, tam anlamıyla eğrilik edebilenler; kentleri de, ulusları da altetmeye gücü yetenler uslu ve iyidirler; halbuki sen belki yankesicilerden söz ettiğimi sanıyorsun. Elbette bu gibi işler de gizli kaldıkça yarar sağlar. Ama demin söylediklerimin yanında onlardan söz etmeye değmez" dedi.
"Evet, evet," dedim. "Ne demek istediğini anlamıyor değilim, ama bir şeye şaşıyorum: Eğriliğe iyiliğin, usluluğun; doğruluğa da karşıtlarının yanında yer vermene."
"Şaşsan da şaşmasan da, benim verdiğim yer budur."
"İş çetinleşiyor dostum" dedim. "Buna verilecek cevap artık kolay bulunamaz; çünkü eğriliğin elverişli olduğunu ileri sürmekle beraber başka bazı kimseler gibi sen de onun kötü ve ayıp olduğunu kabul etseydin, söyleyecek söz bulur, diğerlerinin kanısına başvururdum. Ama şimdi madem ki eğriliği iyiliğin, usluluğun sırasına koymaktan bile çekinmedin, besbelli ki onun hem güzel, hem güçlü olduğunu söyleyeceksin ve bizim doğruluğa yüklediğimiz özelliklerin hepsini ona yükleyeceksin."
"Senin de her şey içine doğuyor" dedi.
"Bununla birlikte, asıl düşünceni söylediğine inanabildikçe konuyu sonuna kadar araştırmaktan kaçınmamalı; çünkü görüyorum ki, Thrasymakhos, sen bu anda gerçekten şaka etmiyor, asıl düşünceni söylüyorsun."
"Asıl düşüncem olsun olmasın, sana ne," dedi. "Sen yalnız sözü çürütmeye bak."
"Evet, bana ne, dedim. Ama sen bir de şuna cevap vermeye çalış; doğru adam sence herhangi bir işte doğru adamı aşmak ister mi?"
"İstemez, yoksa şimdi olduğu gibi kibar ve iyi yürekli olmazdı."
"Ya doğru bir işte doğruluğu aşmak ister mi?"
"Onu da istemez" dedi.
"Doğru olmayanı aşmak isteyebilir mi, onu aşmayı doğru bulur mu, yoksa bulmaz mı?"
"Bulur, dedi, ister; ama elinden gelmez."
"Ben bunu sormuyorum ki... dedim. Doğruyu değil, doğru olmayanı aşmak ister mi, onu aşmayı doğru bulur mu diye soruyorum."
"Evet, doğru bulur" dedi.
"Ya doğru olmayan adam, doğruyu ve doğru işte doğruluğu aşmak ister mi?
"Hiç istemez olur mu! O herkesi aşmak ister!"
"Demek ki doğru olmayan, hem doğru olmayan adamı, hem de doğru olmayan işte eğriliği aşacak ve kendisi herkesten fazla şey elde etsin diye uğraşacak, öyle mi?"
"Öyledir" dedi.
"O halde şöyle diyelim," dedim. "Doğru olan kendine benzeyeni değil, benzemeyeni aşmak ister; doğru olmayan ise, hem kendine benzeyeni, hem de benzemeyeni aşmaya çalışır."
"Çok iyi söyledin" dedi.
"Doğru olmayan iyi ve ustadır, doğru olan değildir."
"Bu da iyi" dedi.
"Doğru olmayan iyiye, ustaya benzer; doğru olan benzemez, değil mi?"
"Kuşkusuz, öyle olan kendisi gibi olanlara benzer; öyle olmayan benzemez."
"Güzel; demek her birinin benzediği kimseler ne ise, kendisi de odur. (25)"
"Başka ne olacak" dedi.
"Neyse, Thrasymakhos, sen bazı kimselere müzikten anlar, bazılarına anlamaz der misin?"
"Derim."
"Hangisine usta, hangisine acemi dersin?"
"Tabii, müzikten anlayan ustadır, anlamayan acemidir."
"Biri usta olduğu işlerde iyidir, öteki acemi olduğu işlerde kötüdür, değil mi?"
"Evet."
"Peki, sence dostum, müzikten anlayan adam lyrasının sesini düzeltirken müzikten anlayan başka birini tellerin gerilmesi veya gevşetilmesinde aşmak ister mi? Daha çok şey elde ederim der mi?"
"Hayır, sanmam."
"Ya müzikten anlamayanı aşmak ister mi?"
"Evet, herhalde."
"Peki, hekim hastanın yiyeceğini, içeceğini seçerken hekimi veya hekimliği bir şeyde aşmak ister mi?"
"İstemez."
"Ya hekim olmayanı?"
"Onu aşmak ister."
"Bak bakalım, her bilgi ve her bilgisizlik alanında bir bilgili yaptığında veya söylediğinde başka bir bilgiliyi aşmak ister mi, yoksa aynı işte benzerinin elde ettiğini elde etmekten memnun olur mu?"
"Evet, belki öyle olması gerekiyor."
"Ya bilgisiz adam, bilgiliyi de bilgisizi de aşmak istemez mi?"
"Belki ister."
"Ama bilgili uslu değil midir?"
"Usludur."
"Uslu olan iyi değil midir?"
"İyidir."
"O halde iyi ve uslu olan, kendine benzeri değil, benzemeyeni, karşıt olanı aşmak isteyecek."
"Öyle görünüyor" dedi.
"Ama kötü ve bilgisiz olan, hem benzerini, hem de karşıtını aşmak isteyecek."
"Besbelli" dedi.
"Doğru olmayan adam bizce kendine benzeyeni de, benzemeyeni de aşmak ister, değil mi, Thrasymakhos? Yoksa öyle demedin mi?"
"Öyle söyledim" dedi.
"Ama doğru adam kendine benzeyeni değil, kendine benzemeyeni aşmak isteyecek değil mi?"
"Evet."
"Öyleyse doğru adam usluya, iyiye; eğri adam kötüye, bilgisizliğe benzer."
"Olabilir."
"Peki ama her ikisinin de benzerleri ne ise, kendilerinin de o olduğu sözünde uyuşmuştuk."
"Evet."
"En sonda doğrunun iyi ve uslu, eğrinin bilgisiz ve kötü olduğu meydana çıktı."
Thrasymakhos bütün bunları kabul etti, ama öyle benim şimdi anlattığım gibi kolayca değil; ancak onu sürüklediğim için, güçlükle kabul etti. Koca koca ter damlaları döküyordu; zaten hava da pek sıcaktı. Hem o gün ben, önce hiç görmediğim bir şeyi, Thrasymakhos'un kıpkırmızı kesildiğini gördüm. Biz böylece, doğruluk, iyilik ve usluluktur; eğrilikse kötülük ve bilgisizliktir diye anlaştıktan sonra:
"Peki," dedim, "biz bunu böyle bağlamış olalım; ama eğriliğin güçlü olduğunu söylemiştik, hatırlıyorsun ya, Thrasymakhos?"
"Hatırlıyorum," dedi, "ama şimdi söylediklerin de hoşuma gitmiyor: Bu konuda söyleyeceğim var. Fakat konuşsam, iyi biliyorum ki nutuk atıyor diyeceksin. Onun için, bırak da istediğim gibi konuşayım, ya da sormak istiyorsan, sor: Ben de sana, masal anlatan yaşlı kadınlara cevap verir gibi 'öyle olsun' derim, başımla da, 'evet' 'hayır' diye işaret ederim."
"Yalnız, vereceğin cevap asıl düşüncene aykırı olmasın" dedim.
"Nasıl olsa beni konuşturmuyorsun, hiç olmazsa cevabım hoşuna gitsin. Daha ne istiyorsun?"
"Hiç, hiç," dedim. "Haydi, cevap vereceksen ver; ben de sorayım."
"Sor."
"İşte ben sözü sırasıyla incelememiz için, demin sorduğumu gene soruyorum: Eğriliğin karşısında doğruluk nasıl bir şeydir? Gerçi bir aralık, eğriliğin doğruluktan daha becerikli, daha güçlü olduğu söylenmişti, ama şimdi doğruluğun usluluk ve iyilik olduğunu kabul ediyorsak, şu bellidir ki doğruluk, bilgisizlik olduğunu söylediğimiz eğrilikten daha güçlüdür; bunu herkes bilir. Ama ben, Thrasymakhos, araştırmamı bu sade şekilde değil, şöyle yapmak istiyorum: eğri olan, başka kentleri haksızca esir etmeye kalkışan, esir etmiş olan, hatta birçoğunu boyunduruk altında tutan bir kent yok mudur, ne dersin?"
"Var derim, hem de bunu en iyi, yani eğriliği tam olan kent yapar" dedi.
"Anlıyorum; demin de söylediğim buydu," dedim. "Ama dikkatimi çeken bir şey var: Başka bir kente hâkim olan kent, acaba bu gücünü eğrilikle mi koruyacaktır, yoksa doğrulukla mı korumak zorunda kalacaktır."
"Eğer daha önce senin dediğin gibi, doğruluk usluluksa, doğrulukla," dedi; "yok benim dediğim gibiyse, eğrilikle."
"Başınla 'evet', 'hayır' demekle kalmadığına, güzel güzel cevap verdiğine çok memnun oluyorum, Thrasymakhos."
"Sana yaranmak istiyorum!" dedi.
"'İyi ediyorsun. Ama, haydi biraz daha yaran da söyle: Bir kent, bir ordu, haydutlar, hırsızlar ve doğru olmayan bir hedefe birlikte yürüyen başka neler varsa, bunlar biribirlerine eğrilik edecek olurlarsa, bir iş görebilirler mi, dersin?"
"Hayır" dedi.
"Ya haksızlık etmezlerse, daha iyi çalışmazlar mı?"
"Çalışırlar, tabii."
"Anlaşılan, Thrasymakhos, eğrilik aralarında geçimsizlik, kin ve kavga çıkarıyor; doğruluk ise iyi geçimi, dostluğu sağlıyor; öyle değil mi?"
"Öyle olsun; aramız açılmasın."
"Çok iyi davranıyorsun, dostum. Şunu da bana söyle: eğriliğin işi, bulunduğu herhangi bir yerde kin yaratmaksa; hür insan olsun, köle olsun, onları birbirlerinden nefret ettirmez mi, aralarına geçimsizlik sokmaz mı, onları birlikte çalışamayacak hale getirmez mi?"
"Getirir elbette."
"Ya eğrilik iki kişide olursa? Araları açılmayacak mı, birbirlerinden nefret etmeyecekler mi, doğru insanlara olduğu kadar birbirlerine de düşman kesilmeyecekler mi?"
"Elbette" dedi.
"Peki, yaman dostum, eğrilik bir tek insandaysa, kendi gücünü yok eder mi dersin? Yoksa olduğu gibi kalır mı?"
"Peki, olduğu gibi kalır diyelim" dedi.
"Demek eğriliğin öyle bir gücü olduğu görülüyor ki, nerede bulunursa bulunsun, bir kentte, bir soyda, bir orduda veya başka herhangi bir toplulukta, onun etkisiyle bu topluluk önce iş göremez hale gelir, sonra kendine de, kendine karşıt olan her şeye ve doğruya da düşman kesilir."
"Evet."
"Tek bir kişide de bulunsa, etkisi aynıdır, çünkü bu onun doğasıdır sanırım. Önce etkisi altında kalan insan kendi kendisiyle uyumsuzluğa düştüğünden iş göremez hale gelir. Sonra kendi kendine de, doğru insanlara da düşman olur; değil mi?"
"Öyledir."
"Ama tanrılar doğru değiller midir, dostum?"
"Öyledirler diyelim."
"Demek ki eğri insan tanrıların da düşmanı olur, Thrasymakhos; ama doğru insan onların dostudur."
"Bu sözlerin tadını doya doya çıkar!" dedi. "Çekinme! Nasıl olsa ben karşı gelmeyeceğim: Bu arkadaşların düşmanlığını kazanmak istemiyorum."
"Haydi öyleyse," dedim, "ziyafetin sonlarında da beni memnun et, önceki gibi cevap ver; çünkü doğru insanların daha uslu, daha iyi, iş görmekte daha becerikli olduklarından kuşku duymuyoruz. Eğri insanların ise, birlikte iş görmek hiç ellerinden gelmez. Ama bunlar da bazen, çalışıp çabalayarak, hep birlikte bir iş görebilirler diyoruz, ama bununla pek de doğru bir şey söylemiş olmuyoruz; çünkü onlar büsbütün eğri olsalardı, birbirlerini esirgemezlerdi; onlarda, düşman oldukları kimselere kötülük ederken, aynı zamanda birbirlerine de kötülük etmelerinin önüne geçen, onları hedeflerine eriştiren doğruluk gibi bir şey bulunduğu meydandadır. Onlar eğri işlere atıldıklarında kendilerini eğriliğe yarı kaptırmışlardır; çünkü büsbütün kötü ve aşırı derecede eğri insanlar, iş görmekten de acizdirler -bunun böyle olduğunu görüyorum: Sen demin yanılmışsın- .Doğruların, -bunu sonradan araştırırız demiştik ya- eğrilerden mutlu olup olmadıklarını, daha iyi bir ömür sürüp sürmediklerini araştırmak gerekir. Bu sözlerimiz mutlu olduklarını bence zaten ortaya çıkarmıştır; ama ne de olsa, konuyu daha iyi araştırmalıyız: biz rasgele bir konudan değil, nasıl yaşamak gerektiğinden söz ediyoruz."
"Araştır bakalım."
"Araştırıyorum. Söyle bana; sence atın gördüğü bir iş var mıdır?"
"Var."
"Peki, bir atın veya herhangi bir hayvanın işini, yalnızca onunla görülen veya onunla en iyi görülen bir iş diye kabul edebilir misin?
"Anlamıyorum."
"Haydi, şöyle anlatayım: Gözlerinden başka bir şeyle görebilir misin?"
"Tabii göremem."
"Ya kulaklarından başka bir şeyle işitebilir misin?"
"Olamaz."
"Bu işler onların işidir demek doğru olmaz mı?"
"Şüphesiz doğru olur."
"Güzel; bir üzüm kütüğünü bir kamayla, bir bıçakla ve daha birçok aletle kesebilirsin, değil mi?"
"Keserim."
"Ama kütük her halde en iyi, bu iş için yapılmış bağ bıçağıyla kesilir."
"Öyledir."
"İşte biz, bu iş bağ bıçağının işidir demez miyiz?"
"Elbette deriz."
"Demin 'herhangi bir şeyin işi, yalnızca kendinin başarabileceği veya ötekilerin hepsinden daha iyi başarabileceği iş değil midir?' diye sorduğum soruyu şimdi daha iyi anlamışsındır."
"Evet," dedi, "anladım: bence de her şeyin işi, dediğin gibidir."
"Peki," dedim, "kendine bir iş düşen herhangi bir şeyin bir de iyiliği olduğuna inanmıyor musun? Önce söylediklerimize dönelim: Gözler bir iş görür diyebilir miyiz?"
"Deriz."
"Peki, gözlerin bir de iyiliği yok mudur?"
"O da vardır."
"Ya kulakların da bir işi yok muydu?"
"Vardı."
"Öyleyse onların bir de iyiliği yok mu?"
"İyiliği de var."
"Diğer şeylerin hepsinde de böyle değil mi?"
"Böyle."
"Dur bakalım, ya gözlerde kendilerine has olan iyilik yerine kötülük varsa, onlar işlerini başarabilirler mi?"
"Nasıl olabilir? Anlaşılan sen görmeyi değil, körlüğü demek istiyorsun?"
"Bırak, onların iyiliği ne ise o olsun... Ben daha bunu sormuyorum ki! Ben sana iş gören ne varsa, işini kendine has olan iyilikle iyi, kötülükle kötü mü görür diye soruyorum."
"Şüphesiz söylediğin doğrudur" dedi.
"Kendilerine has olan iyilikten yoksun kulaklar işlerini hiç başarabilirler mi?
"Başaramazlar."
"Başka konularda da aynı şeyi söyleyebilir miyiz?"
"Bence söyleyebiliriz" dedi.
"Haydi öyleyse, şimdi de şunu incele: Ruhun dünyada başka hiçbir şeyin yapamayacağı bir yetisi vardır: ilgilenmek, yönetmek, karar vermek ve buna benzer şeyler.. Bütün bu işleri ruhtan başka bir şeye yüklemeye hakkımız olabilir mi? Bu yetiler ruhtan başka bir şeye hastır diyebilir miyiz?"
"Diyemeyiz."
"Peki, yaşamaya gelince, bu, ruhun bir işidir diyemez miyiz."
"Elbette deriz."
"O halde, Thrasymakhos, ruh kendine has gücünden yoksun olunca işlerini iyi görebilir mi, göremez mi?"
"Göremez."
"Öyleyse, kötü bir ruhun yönetimi de, ilgisi de kötü olur; oysa iyi bir ruh bütün bu işleri iyi yapar."
"Bu kesin."
"Ama doğruluk ruhun iyiliği, eğrilik ruhun kötülüğüdür dememiş miydik?"
"Evet, demiştik."
"O halde doğru ruh ve doğru insan iyi, eğri insan kötü yaşar."
"Sözlerine göre öyle olmalı" dedi.
"Ama, kuşkusuz iyi yaşayan mutlu, bahtlıdır; iyi yaşamayan değildir."
"Tabii."
"O halde doğru adam bahtlı, eğri adam bahtsızdır."
"Öyle olsun."
"Fakat bahtsız olmak uygun değildir, bahtlı olmak uygundur."
"Elbette."
"O halde, mutlu Thrasymakhos, eğrilik hiçbir zaman doğruluktan daha elverişli olamaz."
"Bu sözler, Bendis şenliklerinde sana bir şölen olsun Sokrates" dedi.
"Bu şöleni bana sen verdin Thrasymakhos," dedim. "Çünkü yumuşadın ve öfken yatıştı. Ama bu şölen senin yüzünden değil, benim yüzümden pek de güzel olmadı. Önlerine çıkarılan yemekleri kapayım derken, hiçbirinin tadını alamayan oburlar gibi, ben de galiba asıl araştırdığımızı, yani doğruluğun ne olduğunu öğrenmeden, işi yarıda bırakıp doğruluğun kötülük mü, bilgisizlik mi, yahut da bilgi ve iyilik mi olduğunu araştırmaya kalkıştım. Sonra söz, doğruluk eğrilikten daha yararlıdır fikrine dönünce, öteki fikri bırakmaktan kendimi alamadım. Ve sonunda konuşmamızdan hiçbir şey öğrenemedim; çünkü doğrunun ne olduğunu bilmedikçe, doğruluğun bir iyilik olup olmadığını; kendisinde doğruluk bulunanın bahtsız veya bahtlı olup olmadığını nasıl kestirebilirim!"





DEVLET
II


SOKRATES (anlatmayı sürdürüyor):

Ben bunları söyledikten sonra konuşmaktan kurtulduğumu sanıyordum. Ama bu ancak bir önsözmüş; çünkü Glaukon her şeye her zaman cesaretle atıldığı gibi, bu sefer de Thrasymakhos'un geri çekilmesine razı olmayarak, "Sokrates, senin istediğin nedir?" dedi, "bizi inandırmış gibi görünmek mi, yoksa doğru olmanın eğri olmaktan her bakımdan daha iyi olduğuna inandırmak mı?"
"Elimden gelseydi sizi gerçekten inandırmayı daha çok isterdim" dedim.
"O halde istediğini yapmıyorsun. Söylesene bana; sence, verdiği sonuçlara hiç bakmadan, kendi için sevdiğimiz, elimizde bulunmasını istediğimiz bir 'iyi şey' var mıdır? Örneğin sevinmek gibi, ya da zararsız olan ve sonrası için de sevinçten başka bir şey vermeyen hazlar gibi..."
"Evet, bence böyle bir şey vardır."
"Peki, hem kendi için, hem verdiği sonuçlar için sevdiğimiz şeyler de var mıdır? Örneğin akıllı olmak, görmek, sağlıklı olmak...Bu gibi şeyler, sanırım, her iki bakımdan hoşumuza gider."
"Evet" dedim.
"İdmanı, hastalık tedavisini, hekimliği ve öbür ücretli meslekleri içine alan üçüncü bir 'iyi şey' türü var mıdır dersin? Bunların zahmetli, ama yararlı olduğunu söyleyebiliriz; bunları kendileri için değil de, kazandırdıkları ücret, verdikleri sonuçlar için elde etmek isteriz."
"Evet, bu üçüncü tür de vardır," dedim, "ama nereye varmak istiyorsun?"
"Sen doğruluğu hangisinden sayarsın?"
"Bana kalırsa, en güzelinden; mutlu olmak isteyen kimselerin, hem kendi için, hem verdiği sonuçlar için sevmesi gereken şeylerden sayarım."
"Ama çoğu böyle düşünmez, doğruluğu zahmetli işlerden sayar. Derler ki doğruluğa doğruluk olduğu için değil, -çünkü o zordur, zor olduğu için de ondan kaçınmalıdır- gelir sağladığı için, insanlar arasında ün kazandırdığı için heves etmeli."
"Öyle düşündüklerini biliyorum," dedim. "Zaten öyledir diye Thrasymakhos deminden beri doğruluğu kötüleyip eğriliği övüyor; ama, anlaşılan ben kalın kafalıyım."
"Haydi, öyleyse, beni de bir dinle, belki fikrini değiştirirsin; çünkü bence, Thrasymakhos'u vaktinden önce yılan gibi büyüledin, ama doğrulukla eğrilik hakkında ileri sürülen fikirler beni henüz doyurmadı. Mesleklerin getirilerini, verdikleri sonuçları bir yana bırakalım; her biri nedir, ruhun içinde kendi başına bulunurken her birinin gücü nedir? Senden bunları öğrenmeye can atıyorum. Bir diyeceğin yoksa işe şöyle başlayacağım: Thrasymakhos'un sözünü bir daha ele alıp, ilk olarak doğruluğun herkesçe ne olduğunu, nereden doğduğunu söyleyeceğim; ikinci olarak doğruluğu uygulayan herkesin onu, 'iyi şey'dir diye değil, kaçınılmaz bir şey diye, istemeyerek uyguladığını; üçüncü olarak böyle yapmakla haklı olduklarını söyleyeceğim. Çünkü sonunda eğri adamın hayatı doğrununkinden çok daha iyidir derler. Ben bu fikirde değilim Sokrates, ama ne yoldan gideceğimi şaşırdım. Thrasymakhos'un, ondan başka binlerce kişinin sözlerini duya duya kafam şişti; halbuki kimsenin doğruluktan istediğim gibi söz ettiğini, doğruluk eğrilikten daha iyidir dediğini duymadım. Doğruluğun kendisinin, kendi için övüldüğünü duymak isterim. Bunu senden duyabileceğimi umarım. Bunun için var gücümle eğri adamın hayatını öveceğim; böylece eğriliği ne şekilde kötülemeni, doğruluğu da ne şekilde övmeni istediğimi göreceksin. Ama bak bakalım bu söylediklerim hoşuna gidiyor mu?"
"Elbette gidiyor," dedim, "aklı başında bir adamın sıksık söylemekten, dinlemekten daha çok hoşlandığı başka bir konu var mıdır?"
"Çok iyi söylüyorsun," dedi. "Söylediğim gibi bu konuda en başta anlatacağımı dinle: Doğruluk nedir, nereden doğmuştur?
"Doğallıkla, haksızlık etmek iyi, haksızlığa uğramak kötüdür derler; ama haksızlığa uğramanın kötülüğü haksızlık etmedeki iyilikten çok daha büyüktür. Böylece insanlar birbirlerine haksızlık edip haksızlığa uğrayınca, her ikisinin de tadını alınca, birinden sakınamayan, ötekini beceremeyenler, hem haksızlık etmemek, hem de haksızlık görmemek üzere bir anlaşmaya varmanın uygun olacağını düşünmüşler; yasa koymaya, birbirleriyle anlaşmaya ve yasanın buyurduğuna 'yasaya uygun' ve doğru demeye başlamışlar. Doğruluğun doğuşu, özü işte budur. Doğruluk, en iyi şeyle, yani haksızlık edip ceza görmemekle en kötü şeyin, yani haksızlığa uğrayıp öç alamamanın arasındadır. Bu ikisinin arasında bulunan doğruluk, bir 'iyi şey' gibi sevilmez; haksızlık etmek yasak olduğu için saygı görür. Fakat gerçek bir erkek, haksızlık ederse, haksızlık edilmesin ve haksızlığa uğramasın diye kimseyle anlaşmaz; öyle yapsa, ona deli derler. Demek ki Sokrates, denildiğine göre, doğruluğun doğası budur ve böyledir, doğuşu da anlattığım gibidir."
"Doğruluğu uygulayanların da, haksızlık edemediklerinden istemeye istemeye uyguladıklarını iyice anlayabilmek için, şöyle bir örnek düşünelim: İkisine de, doğru adama da eğri adama da, her istediğini yapma olanağını verelim, sonra da arkalarından gidelim ve hırs onları nereye götürecek bakalım. Kuşkusuz, başkalarından daha çok elde etmek istediği için, doğruyu eğriyle aynı hedefe doğru giderken, suç üstü yakalarız; çünkü doğası gereği her insan, bu hedefi iyi bir şey bilerek ona erişmeye çalışır. Yalnız yasa onu zorla hedefinden ayırır, eşitliğe saygı gösterme yoluna sokar. Onlara, bir zamanlar Lydialının atası Gyges'e (1) nasip olduğu söylenen erki vermek, aşağı yukarı, söylemek istediğim olanağı vermek olur. Bu adam, o zamanki Lydia hükümdarının hizmetinde bir çobanmış; günün birinde şiddetli bir sağnak ve bir yer sarsıntısıyla toprak çatlamış ve hayvanların otladığı yerde bir yarık açılmış; çoban bunu görünce şaşa kalmış, sonra yarığın içine inmiş. Birçok şaşılacak şey arasında; içi oyuk, çok pencereli, tunçtan bir at gözüne çarpmış. Eğilip içeriye bakınca, insan boyundan büyük gözüken bir ölü görmüş; parmağındaki altın yüzükten başka üzerinde değerli bir şey yokmuş. Gyges yüzüğü alıp çıkmış. Çobanlar adet olduğu üzere, ayda bir krala sürüler hakkında bilgi vermek için toplandıkları zaman, Gyges de toplantıya yüzüğü parmağında gelmiş. Öbür çobanlarla otururken, yüzüğün taşını, tesadüfen kendine doğru, avcunun içine çevirmiş. Bunu yapar yapmaz, etrafında oturanlara görünmez olmuş. Çobanlar da ondan, o orada değilmiş gibi söz ediyorlarmış. Gyges şaşa kalmış, yüzüğü bir daha tutup taşını dışarıya çevirmiş; çevirir çevirmez gene gözlere görünür olmuş. İşin farkına varınca, yüzükte böyle bir erk olup olmadığını denemiş. Görmüş ki yüzüğün taşını içeriye çevirince görünmez, dışarıya çevirince görünür oluyor. Bunu anlayınca, hemen krala giden habercilerden biri olmanın çaresini bulmuş. Sarayda kralın karısını baştan çıkarmış, onun yardımıyla kralın üstüne yürüyüp öldürmüş, egemenliği ele geçirmiş. Şimdi bunun gibi iki yüzük olsa da, birini doğru adam, ötekini eğri adam taksa; ihtimal hiçbiri, pazardan her istediğini hiç korkmadan almak, evlere girip gönlünün hoşlandığı kimseyle düşüp kalkmak, keyfine göre kimini öldürmek, kimini hapisten kurtarmak ve insanlar arasında tıpkı bir tanrı gibi dolaşmak elinde olduğu halde, doğruluğa bağlı kalacak, başkalarının malından uzak durup el sürmeyecek kadar çelikten bir istenç gösteremez. Bu işte biri ötekinden farklı davranmaz, ikisi de aynı hedefe doğru gider. Her halde bu örnek bir insanın kendi isteğiyle değil, ancak zorlanarak doğru olduğuna güçlü bir belirti sayılabilir; çünkü, haksızlık edebileceğini düşünen her insanın haksızlık ettiğine bakılırsa, doğruluk doğru kişinin kendisine hiçbir iyi şey sağlamaz. Gerçekten her adam kendisi için eğriliğin doğruluktan çok daha elverişli olduğuna inanır. Bu fikri savunanların iddiasına göre, inanmakta da haklıdır; çünkü biri, demin sözünü ettiğim olanağı elde eder de, hiç haksızlık etmek istemezse, başkalarının malına dokunmazsa, bunun farkına varanlar ona çok zavallı, çok akılsız bir insan diye bakarlar; ama haksızlık görmekten korktukları için, birbirlerini aldatarak, birbirlerinin yüzüne karşı onu överler. Bu nokta üzerinde söyleyeceğim işte bu kadardır."
"Sözünü ettiğimiz bu iki adamın hayatları hakkında hüküm vermeye gelince, doğrular arasında en doğruyu, eğriler arasında en eğriden ayırıp ikisini karşılaştırırsak, tam bir hüküm verebiliriz; yoksa veremeyiz. Ama bu ayrım nasıl olmalı? Şöyle: Eğrinin eğriliğine, doğrunun doğruluğuna dokunmayalım; birini tam eğri, ötekini tam doğru bir insan olarak alalım, kendi alanına koyalım. Önce eğri adam becerikli sanat sahipleri nasıl davranırsa öyle davransın. Nasıl ki usta bir kaptan veya bir hekim, sanatında yapamayacağı şeyleri yapabileceği şeylerden ayırt edip yapabileceklerini ele alır, ötekileri bırakır -hatta bir işte yanılsa bile, yanlışını düzeltmeye gücü yeter- aynı şekilde eğri adam da, tam eğri bir adam olmak istiyorsa, ustaca haksızlık edip kendini ele vermemeli; ama yakalanırsa, beceriksizin biridir deyip geçmeli; çünkü eğriliğin en yüksek derecesi, doğru olmayıp doğru görünmektir. Tam eğri olana tam gelişmiş bir eğrilik vermeli, hatta o en büyük haksızlıkları işlerken en büyük doğruluğun verdiği üne bürünebilmeli; bir yanlış yaparsa, düzeltmeye gücü yetmeli; işlediği haksızlıklardan bir şey dışarıya sızarsa, herkesi kandıracak kadar güzel söz söylemesini bilmeli; zor kullanmak gerektikçe, cesaretine, gücüne, edindiği dostlara ve servete dayanarak, zor kullanabilmelidir. Eğriyi böyle niteledikten sonra, onun yanına sade ve asil, Aiskhylos'un dediği gibi iyi görünmek değil, iyi olmak isteyen doğru adamı koyalım. O, olduğu gibi görünmemeli, çünkü doğru görünürse, böyle görünmesi ona onur ve kazanç getirir; doğru olmanın aşkına mı, yoksa onur ve kazanç aşkına mı doğrudur belli olmaz. Onda doğruluktan başka bir şey bırakmamalı. O, demin anlattığım insanın tam karşıtı olmalıdır; hiç eğrilik etmediği halde son derecede eğri görünsün ki kötü ününden, bundan doğan sonuçlardan sarsılmamakla doğru olduğu denenmiş ve ispat edilmiş olsun; tuttuğu yoldan ölünceye kadar ayrılmasın, doğru olduğu halde ömrünce eğri görünsün ki böylece ikisi de, biri doğruluğun, öteki eğriliğin son derecesine varmış bulundukları zaman, hangisinin daha bahtlı olduğuna dair bir hüküm verebilelim."
"Aman, aziz Glaukon!" dedim, "bu iki adamı, hakkında hüküm verilecek birer heykel gibi temizleyip önümüze dikmek için ne kadar uğraşıyorsun!"
"Elimden geleni yapıyorum," dedi. "İkisini de böyle temizleyip önümüze dikersek, sanırım ki hayatlarının nasıl olabileceği konusuna geçebiliriz; bu artık güç olmaz. İşte söyleyeyim: Biraz kaba bir dil kullanırsam unutma ki bu sözleri ben değil, doğruluk yerine eğriliği övenler söylüyorlar. Onlar derler ki doğru adam benim anlattığım adamsa; dayak yiyecek, işkence çekecek, zincire vurulacak, gözlerine mil çekilecek, sonunda bütün bu eziyetleri çektikten sonra çarmıha gerilince, doğru olmak değil, doğru görünmek gerektiğini anlayacaktır. Aiskhylos'un sözünü de eğri için kullanmak çok daha yerinde olur; çünkü sahiden diyebilirler ki eğri gerçeğe bağlı kalıp görünüş için yaşamadığından, eğri görünmek değil, eğri olmak ister,
'zihninde değerli düşünceler doğuran derin fikir tarlalarının meyvelerini toplar'. (2)
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Devlet - 04
  • Parts
  • Devlet - 01
    Total number of words is 3906
    Total number of unique words is 1877
    31.3 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    50.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 02
    Total number of words is 3956
    Total number of unique words is 1568
    32.5 of words are in the 2000 most common words
    46.6 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 03
    Total number of words is 4000
    Total number of unique words is 1630
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    46.4 of words are in the 5000 most common words
    54.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 04
    Total number of words is 3927
    Total number of unique words is 1857
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    41.7 of words are in the 5000 most common words
    49.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 05
    Total number of words is 3707
    Total number of unique words is 1902
    28.9 of words are in the 2000 most common words
    41.2 of words are in the 5000 most common words
    47.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 06
    Total number of words is 3791
    Total number of unique words is 1875
    29.8 of words are in the 2000 most common words
    42.0 of words are in the 5000 most common words
    49.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 07
    Total number of words is 3855
    Total number of unique words is 1855
    29.3 of words are in the 2000 most common words
    41.0 of words are in the 5000 most common words
    47.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 08
    Total number of words is 3954
    Total number of unique words is 1845
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    40.5 of words are in the 5000 most common words
    47.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 09
    Total number of words is 4120
    Total number of unique words is 1688
    31.3 of words are in the 2000 most common words
    43.4 of words are in the 5000 most common words
    50.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 10
    Total number of words is 3916
    Total number of unique words is 1682
    29.6 of words are in the 2000 most common words
    41.3 of words are in the 5000 most common words
    47.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 11
    Total number of words is 3714
    Total number of unique words is 2041
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.0 of words are in the 5000 most common words
    42.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Devlet - 12
    Total number of words is 398
    Total number of unique words is 289
    35.2 of words are in the 2000 most common words
    44.8 of words are in the 5000 most common words
    48.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.