Atatürk ve İnönü - 6

Total number of words is 3714
Total number of unique words is 1871
29.9 of words are in the 2000 most common words
43.6 of words are in the 5000 most common words
51.0 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
söz ederek, bunların davranışlarının ''Cumhuriyete yapılmış caniyane bir ihanet''
olduğu söylenmektedir. Okul Müdürünün aynı zamanda Bursa Amerikan Konsolosu
olduğuna ilişkin yanlış bir söylenti çıktı. Bu söylentiye göre Vakit gazetesi
konsolosların, hatta elçilerin bile suç işledikleri zaman cezalandırılmalarını
ileri sürüyor.
31 OCAK, 1928
Talihsizlikler, çok ender tek başına gelir. Bugün pek kötü bir gün oldu. Sabah
gazeteleri bir resmi tebliğ şeklinde, Millî Eğitim Bakanlığı'nın Bursa'daki
Amerikan okulunu kapatmak ve din propagandası yapmaktan sorumlu olanları adliyeye
vermek niyetinde olduğunu bildirdiler. Bu olay, öteki bütün yabancı okulları
kapatmaya doğru atılmış ileri bir adım olacak herhalde. Şimdi önemli olan şey,
kolejleri bu tehlikeden korumaktır.
A.P. muhabiri Miss Ring Bursa dönüşünde beni ziyaret ederek, okul olayı konusunda
ajansına göndermek üzere bulunduğu telgrafı gösterdi. Bu telgrafta adı geçen okulda
gerçekten din propagandası yapıldığı, bu davranışın öteki Amerikan öğretim
kuruluşlarını da tehlikeye düşürdüğü için buradaki Amerikalılarca pek kötü
karşılandığı bildirilmekteydi. Birkaç değişiklik yaptıktan sonra, telgrafı
göndermeden önce Goodshell'e Amerikan Kız Koleji ve Robert Koleji Müdürlerine birer
kere göstermesini salık verdim. Miss Ring'in söylediğine göre, Bursa olayında adı
geçen Öğretmen Miss Sanderson, kendi istekleri üzerine kızlara Hristiyanlık ve
kutsal kitap hakkında bilgi vermiş olduğunu açıkça itiraf etmekte ve tüm
sorumluluğu üzerine aldığını bildirmekte imiş. Bir süre önce de bir Amerikalı, bu
okulu ziyaret ettiğinde Miss Sanderson kendisine bazı kızları göstermiş ve övünçlü
bir davranışla, bunların İncil okumakta olduklarını, fakat sakın ses çıkarmamasını
söylemiş. Bunu Miss Ring'e bizzat o Amerikalı anlatmış.
2 ŞUBAT, 1928
Dışişleri Bakanlığımızdan Bursa olayı konusunda telgraflar geldi. Bursa olayı
karşısında bakanlığın takındığı tavır çok ölçülü idi: Telgraflarda derhal ''durumu
yatıştırmak ve kontrol etmek için resmi ve dostane ilişkiler kurulması''
bildiriliyor, fakat bunun yalnız bir salık vermeden ibaret olduğu, durumun gereğine
göre nasıl davranmak gerektiğinin tespiti bana bırakılıyordu. Benim görüşüm şu ki:
diplomatik yoldan karşı koymada bulunmak zamanı daha gelmemiştir, dostane ilişkiler
ise yeni bir diplomatik karşı koyma olarak yorumlanacaktır. Gazeteler benim
Ankara'ya gittiğimi elbette haber alacak ve bu ziyaretin bir diplomatik karşı koyma
amacıyla yapıldığı kanısına varacaklardır. Bu gergin durumda Tevfik Rüştü Beyi'in
de basına söz geçireceğini ummuyorum. İsmet Paşa'ya gitmek ise hem güç, hem de
bugün için belki de akıllıca bir iş değil. En iyisi, şimdiki durumda olayları kendi
normal akışına bırakmak. Bizim kanımız ne olursa olsun, okul hakkında ileri sürülen
suçlamalar hiç şüphe götürmez şekilde ispat edildi; durumumuz zayıf, olayın
kaynağını meydana getiren milliyetçilik duygusu ile başa çıkmamız mümkün değil.
Öyle sanıyorum ki, olayların en kızışmış olduğu devrede benim kenarda kalarak
sesimi çıkarmamış olmamı Türk hükûmeti takdir edecek ve böylece, harekete geçmek
için uygun an geldiğinde, yapacağım başvurmayı daha nazikâne ve anlayışlı bir
şekilde karşılayacak. Dışişleri Bakanlığımıza bu yolda bir tel çektim. Bugünkü
Millîyet'te çok çirkin bir yazı çıktı...
5 ŞUBAT, PAZAR
Amerikan okulları aleyhine açılan basın kampanyasının karanlığı içinde ilk ışık
demeti bugün Falih Rıfkı Bey'in yazdığı yazıda göründü.
Hem milletvekili, hem de gazeteci olan Falih Bey bu yazısında, Türk Eğitim sistemi
mükemmelleşinceye dek Türkiye'de yabancı okullarına ihtiyaç bulunduğunu ileri
sürmektedir. Bana öyle geliyor ki sorumlu çevreler basın kampanyasının
yumuşatılması fikrini ileri sürmüşlerdir ve Falih Rıfkı'nın yazısı bu fikirle
yazılmıştır; çünkü kendisi o çevrelerle yakın ilişki içindedir. Şu andaki tahminim
budur.
7 ŞUBAT, 1928
Önceden randevu alarak saat 16.30'da Dışişleri Bakanlığı'nda Tevfik Rüştü Beyi
ziyaret ettim. Gerçi, ana amacım Bursa olayını görüşmekti, fakat daha önce başka
sorunları ele almayı, okul olayına da bu arada raslantıdanmış gibi sözü getirmeyi
düşünüyordum. Fakat, Rüştü Bey kendiliğinden hemen bu konuyu açtı ve olaydan ötürü
çok üzüldüğünü ve Türk hükûmetini Bursa okuluna karşı bu kadar sert önlemler almaya
yönelten nedenleri bana anlatmak istediğini söyledi.
Bundan sonra Amerikan Kültür Kurulu Başkanı Goodshell'in Türkiye'deki Amerikan
okullarında kesin şekilde din propagandası yapmaktan kaçınması, Türk hükûmetinin
koyduğu kurallara tüm bir güven ve inanışla uyulması konusunda demeci ve tüm
Amerikan okullarına bu yolda verdiği direktif üzerinde konuştuk.
Başka konulara geçmeden önce Amerikan okulları aleyhinde Türk gazetelerinde çıkan
yazılara son verilmesini rica ettim ve bu yazılarda yalnız Bursa değil, tüm
Amerikan okullarında aynı davranış yapılıyormuş gibi bir izlenim verildiğini
söyledim. Dedim ki, eğer tüm Amerikan okulları aleyhine bir kampanya açılacak
olursa, hemen her okulda aynı nitelikte olaylar bulmak kolay olacaktır, çünkü her
okulda ters huylu ve hoşnut olmayan öğretmenler ve öğrenciler tüm asılsız
suçlamaları kapmaya hazırdır. Rüştü Bey tüm okullara karşı bir kampanya açılmasının
söz konusu olmadığını, aleyhteki yazıları durdurmak için bazı adımları şimdiden
atmış bulunduğunu söyledi.
14 ŞUBAT, 1928
Bursa'daki öğretmenlerden üçünün duruşmasına dün başlandı; bazı öğrenciler tanık
olarak dinlendi ve duruşma 5 Marta bırakıldı.
Gedikpaşa okulu müfettişlerce ve büyük bir sertlikle denetlenerek öğrencilere sekiz
soruya yazılı olarak cevap verdirildi. Başöğretmen Miss Ethel Putney, müfettişlerin
davranışını ''yakışıksız'' olarak nitelendiriyor. Bununla birlikte daha sonra
kendisi müfettişlerce davet edilmiş ve okulu bu kadar mükemmel yönettiği için
tebrik edilmiş; demek durum orada çok iyi...
Merzifon'daki durum ise çok kötü. Orada müfettişler Türk bayrağı ile birlikte
dalgalanan Amerikan bayrağının indirilmesi, pazar günleri ders yapılması, pazartesi
ve perşembe günleri öğleden sonraları tatil verilmesi için direnmişler. (Bilindiği
gibi o tarihte resmi tatil cuma günleri idi.) Goodshell pazar günleri sorununda
sonuna dek uğraşacağını ve bu konuda direnilecek olursa Amerikan Kültür
Kurullarının tüm okulları kapatacağını ve Türkiye'den çekileceğini söyledi. Böyle
olursa ben de Türkiye'den ayrılabilirim. Çünkü bu koşullarda Senatonun benim
elçiliğimi onaylayacağını hiç sanmıyorum. Maalesef müfettişler öğretmenlerin oturma
odasında Türkçe bir İncil bulmuşlar; gerçi bunların öğrencilerin eline
geçemeyeceğini söylemişler ama, Amerikan öğretmenlerinin elinde Türkçe İncil'in ne
işi var?
15 ŞUBAT, 1928
10 Şubatta Ankara'daki Elçilik Kâtibimiz İves'ten bir tel alarak hayrete düştüm. Bu
telgrafta bildirdiğine göre Dışişleri Bakanı kendisini çağırarak benimle yaptığı
konuşmada çok ileri gitmiş olduğunu, kabinenin Bursa'daki okulu yeniden açmayı
hiçbir şekilde düşünmediğini söylemiş. Ayrıca öteki konulardan bazıları için de
aleyhte belgeler ele geçirilmiş bulunduğunu, fakat hükûmetin şimdiki durumda
bunları yalnız dosyaya koymakla yetineceğini ve Amerikan okullarına karşı iyi
niyetini göstermeyi sürdüreceğini belirtmiş. 12 Şubatta bizim Dışişleri
Bakanlığı'na bir tel çekerek bundan önce vermiş olduğum haberi İves'in telgrafına
göre düzelttim. Bu benim için çok sıkıcı ve tatsız oldu; çünkü Bakanlık Rüştü
Bey'le yaptığım görüşmede elde ettiğim sonuçlar için beni kutlamıştı.
15 Şubatta Amerika'dan aldığım bir telde olayın kötü bir etki yarattığı, özellikle
kilise çevreleri ve kadın kuruluşlarında olumsuz bir izlenim uyandırdığı,
Türkiye'nin muhaliflerine çok iyi bir silâh verilmiş olduğu bildirilmektedir. 18
Şubatta Ankara'ya gittiğimde bu tel çok işime yarayacak... Tevfik Rüştü Bey, Türk
basınına hâkim olacağına söz vermiş olmasına rağmen, gazetelerde her gün çok ağır
yazılar çıkmaktaydı.
21 ŞUBAT, 1928
Dün geceki baloda aldığım randevuya uyarak bugün İsmet Paşa'yı ziyaret ettim.
Kendisine şu noktayı belirttim ki, Türk hükûmetinin şu anda yapacağı olumlu bir
jest, Amerika'da çok iyi bir etki yaratacaktır ve eğer Amerikan halkını Türk
hükûmetinin Amerikan okullarına karşı değil, fakat, din propagandasına karşı
mücadeleye girişmiş olduğuna inandırmak isteniyorsa böyle bir jest çok gereklidir.
Bursa'daki Amerikan öğretmenlerinin beraat edeceklerini umduğumu, bir ya da birkaç
Amerikan okulunun yeniden açılmasına karar verilecek olursa, bu jestin Amerika'da
şüphesiz takdirle karşılanacağını, fakat bu izin birkaç hafta geciktirilirse,
psikolojik etkinin yitirileceğini söyledim. Paşa beni içten dinledi ve dün gece
baloda benimle konuştuktan sonra hemen Tevfik Rüştü ve Necati beyleri gördüğünü ve
hiç değilse okullardan birinin yeniden açılabileceğini sandığını, ancak bu okullara
en çok nerede gereksinme bulunduğunu öğrenmek için bakanlığın inceleme yapması
gerektiğini söyledi. Kendisine, bu incelemenin daha önce yapılmış olabileceğini,
çünkü Amerikan Kültür Kurulunun dört ay önce Talas ve Maraş'taki okulları yeniden
açmak için izin istediğini ve iki yerde de öğretmenlerle yöneticilerin hazır ve
beklemekte oldukları cevabını verdim. Paşa, sorunun bir an önce karara bağlanması
için çaba göstereceğini ve olanak oranında acele bana haber vereceğini söyledi...
Bundan sonra bir süre Türkiye'nin ekonomik gelişmelerinden ve Paşa'nın en önemli
sorunlardan biri saydığı demiryolu yapımından söz ettik. Kendisine bugüne dek
başarılmış olan işlere hayranlık duyduğumu söyledim.
Daha sonra Balkanlar'daki durumu tartıştık ve Avrupa'nın fırtına merkezinin her
zaman burası olduğu fikrinde anlaştık. Fransız-İtalyan rekabetinin doğurduğu
sorunlar ve Türk-Amerikan ilişkileri üzerine görüştük. Bu konuşmamız çok içten
şekilde bir saat sürdü.
24 ŞUBAT, 1928
Akşam yemeğimizi Polonya Elçiliğinde Enis Bey ve sefaret erkanı ile birlikte
yedikten sonra, saat 11'da Tevfik Rüştü Bey'in verdiği baloya gittik. Balo
gerçekten pek parlaktı; hükûmet, meclis üyeleri ve kordiplomatik hep orada idi. Çok
şükür ki, kar fırtınası yolları kapamıştı. Geçen yıl İsmet Paşa'nın balosunda
otomobiller binaya yaklaşamamış, bu yüzden konuklar karlar içinde yürüyerek içeri
girmek zorunda kalmışlardı; birçok hanımın das ayakkabıları mahvolmuş bazıları da
karlar içine yuvarlanarak baloya hiç girememişlerdi.
Türkiye'deki Amerikan okulları konusunda İsmet Paşa'ya bazı söyleyeceklerim vardı,
kendisinden ertesi gün için bir randevu aldım. Tam gece yarısı Gazi geldi ve
salonda ilerledi. Yanında İngiltere Büyükelçisi Sir George ile Times gazetesinin
muhabiri J.W. Collins vardı. Müzik ve dans iyi gidiyordu, büfe çok zengindi,
şampanyaya ise kalite ve miktar bakımından diyecek yoktu. Sanırım üç şampanya
masası vardı, bütün gece üçü de boş kalmadı. Saat 02'de Sir George'un oyun sırası
bitmiş, Ruşen Eşref Bey, Mustafa Kemal'in benimle poker oynamak istediğini haber
vermişti. Gazi, iki Türk hanımı, ben ve çok sevdiğim Millî Eğitim Bakanı Necati Bey
olmak üzere beş kişi oyun odasında masaya oturduk. Fiş ücretlerini ödedik; masanın
üzeri fişlerle dolu bir halde oyuna başladık; önünüzde 500 liranız varsa hepsini
ileri sürebilirdiniz, ki bu sık sık yapılıyordu ve karşınızdakiler bunu çoğunlukla
görüyorlardı. Dehşetli bir şansım vardı, bütün potlarda kazanıyordum. Bir keresinde
Gazi 500 demişti ben bunu 500 daha çıkardım. Gazi gördü. Gazi'nin fulüne karşılık
ben dört onlu açtım. Bunun üzerine öne doğru eğildi ve fişlerini benim önüme doğru
iterken yanağımı dostane bir şekilde okşadı. İki veya üç saat sonra ben elimi,
karım Alice'e bıraktım. Hava almak üzere dışarı çıktım. Aynı şans onda da vardı.
Fakat bir keresinde o kadar utanmıştı ki, Gazi'nin fulüne karşılık elinde yine dört
onlu bulunduğu halde, bunlardan yalnız üçünü göstermişti. Döndüğüm zaman Gazi,
Alice'in çok iyi oynadığını söyledi; bilmiyordu ki Alice, onun sandığından da daha
iyi oynamıştı. Fakat bundan sonra şansım beni terketti. Bir tek elde dahi
kazanmaksızın kaybettim. O zamana kadar hep kaybetmiş olan Gazi ise şimdi kazanmaya
başlamıştı. Çok tedbirli oynayan Necati Bey de kaybetmişti. Son bir iki saat içinde
Gazi'nin kazanmaya karar verdiği ve kazanacağına inandığı açıkça belli olmuştu.
Masada oturmadığım zaman her zaman elini bana gösteriyordu. En iyi oyuncularda bile
görülmeyen tarzda poker oynuyor, bir floşu tamamlamak için iki kart çekiyordu;
fakat tamamlayamazsa bile potu tamamlıyordu, çünkü ötekiler hemen çekiliyorlardı.
Sabah 7-8 sıralarında peynirli sandviç ve çaydan oluşan bir kahvaltı yaptık. Saat
5'te Alice yatmaya gitmişti. Gazi'nin bütün gece sevgi ve hayranlık dolu bakışlarla
efendisini seyretmiş olan köpeği, berideki bir divan üzerinde çoktan uykuya
dalmıştı. Saat 9'da bütün paraları kazanmış olan Gazi son bir oyun daha önerdi. Bu
oyunun son elinde, baştan beri ortada dönmüş olan para onbinleri bulmuştu.
Hesapları tutan Eşref Bey'den bir deste para aldı ve çok nazikane şekilde hepimize,
kaç lira kaybetmişsek aynen o kadarını geri verdi. Böylece çok güzel bir zaman
geçirmiş oluyorduk; ne kazanan ne de kaybeden vardı. Eşi bulunmaz bir poker
partisi. Sabah saat 9.15'te oradan ayrıldım. Tevfik Rüştü ve Saffet Ziya Beylerin
hanımları iyi bir gün dileyerek beni uğurladılar. Böylece Ankara sosyetesinin iç
çevrelerine girmiş bulunuyordum.
26 ŞUBAT, 1928
Rüştü Bey'le yaptığım konuşmanın mı, yoksa baloda Necati Bey'e gösterdiğim tatlı
bakış etkisiyle midir bilmiyorum, bu sabah Elçilik Kâtibimiz İves'ten aldığım bir
telde Millî Eğitim Bakanlığı'nın Sivas'taki erkek okulunun açılması ve
Merzifon'daki okula bir meslek bölümünün eklenmesine izin verdiği bildirilmektedir.
Bu hiç değilse Türk hükûmetinden istediğim olumlu jesti ortaya koyuyor.
Kendisine hemen telefon ettiğim Goodshell bana teşekkürlerini bildiriyor. Ancak
bana şunu da haber verdi ki Sivas'taki Amerikan Okulu beş yıl süre ile Sağlık
Bakanlığı'na kiralanmıştır. Necati Bey'in yapılması olanaksız olduğunu bildiği şeyi
emredecek kadar çocukluk ve saçmalık yapmasına imkan yok. Goodshell'e Ankara'ya
gitmesini ve bu işi düzeltmesini salık verdim. Bu arada hemen AP muhabiri Miss
Ring'i çağırtarak durumu anlattım; böylece hiç olmazsa kendimi Amerika'da tanıtmak
olanağını buluruz. Daha çok beklemeye cesaret edemedim; çünkü kimbilir, belki de
Türk Amerikan ilişkilerinin görüşülmesine yarın Senatoda başlanabilir. Benim salık
vermem üzerine Miss Ring telgrafını çekmeden önce Goodshell ile görüşmeye gitti;
sonra bana gelerek telini okudu; çok iyi buldum...
29 ŞUBAT, 1928
İnsan Türkiye'de çokça kalır ve Türklerle geniş şekilde ilişkide bulunursa şunu
anlıyor ki, Türklerin ne sözlerine, ne de davranışlarına bakarak zihinlerinden
geçen şeyi anlamak olanaksızdır. Eğer sabır ve itidalinizi koruyabilirseniz,
kendilerini bu bakımdan incelemek çok ilginç bir araştırma olur. Rüştü Bey'le
konuşmalarımı irdeliyor ve şunlarla karşılaşıyorum:
Geçen yıl 22 Eylülde bana, Muhtar Bey'in ay sonundan önce yada ekimde kalkacak ilk
gemi ile Washington'a hareket edeceğini bildiriyordu; oysa şimdi biliyoruz ki,
Muhtar Bey'in o an Kasımdan önce hareket etmek aklından bile geçmiyordu.
10 Aralıkta Cumhurbaşkanımız Coolidge'in Muhtar Bey'e verdiği söylevin tam metnini
Türk gazetelerinde aynen yayınlattıracağına, Muhtar Bey'in Amerika'ya varışı
konusunda Yakup Kadri Bey'in verdiği yanlış haberleri düzelttireceğine söz
vremişti. Bu sözlerinden hiçbirini tutmadı. Yine 10 Aralıkta silâhsızlanma Hazırlık
Komisyonunun 15 Martta Cenevre'de yapacağı toplantıda Türkiye'nin kesin şekilde
temsil edileceğini ve belirli bir program sunacağına söz vermişti. Daha sonra 7
Şubatta kendisinin bu konuda tekrar fikrini yokladığımda, uluslararası konferanslar
işi ile görevli bulunan yardımcısı Ragıp Raif Bey'in bu sorun hakkında hiçbir şey
bilmediğini ve bu toplantıda bulunmak için davetiye bile almamış olduklarını
söyledi.
10 Ocakta, Çan Kay Şek'in Gazi'nin eserine karşı büyük bir hayranlık duyduğunu,
onun yaptıklarını Çin'de de aynen uygulamak istediğini, Türk hükûmet sistemini
incelemek üzere Ankara'ya 14 kişilik bir kurul gönderdiğini, bu kurulun şimdi Port
Sait'te bulunduğunu ve kısa süre sonra Ankara'ya geleceklerini söyledi. Oysa Mart
başında Dışişleri Bakanlığı'nda ne bu kurul, ne de Ankara'ya gelişi konusunda
hiçbir bilgi yoktu. Çan Kay Şek'in yalnız Gazi'ye bir fotoğrafını göndermiş olduğu
söyleniyordu.
7 Şubatta Amerikan okulları aleyhine açılan basın kampanyasını durduracağını
vaadetmişti. Oysa aynı nitelikteki yayın on gün sürdü.
Aylarca önce, okulların yeniden açılmasının, Anadolu'daki okul yapılarımızın Millî
Eğitim Bakanlığı'nca satın alınması için yapılacak görüşmelere bağlı olduğunu
söylemişti.
Hemen bu görüşmeler için Goodshell'in davet edilmesini rica ettim. Fakat bu davet
bugüne dek olmadı.
20 Şubattaki son görüşmemizde, okullardan bir ya da birkaçının yeniden açılmasına
hemen izin vermek suretiyle bir olumlu jest yapılması, böylece Bursa olayının
uyandırdığı olumsuz etkinin bir dereceye dek hafifletilmesini rica ettiğimde, Rüştü
Bey Merzifon'daki okula bir teknik bölüm eklenmesi ve Sivas'taki erkek okulunun
yeniden açılması için izin verildiği haberini gönderdi. Şimdi anlaşılıyor ki, millî
Eğitim Bakanlığı çok daha önceden ve kendi girişimi ile Merzifon'da teknik kurslar
açılmasını rica etmiş; yani şimdi verilen izin bir ayrıcalık değilmiş. Sivas'taki
okula gelince, bunun binası da beş yıl süre ile Sağlık Bakanlığı'na kiraya
verilmiş; bu duruma göre okulun 1930'dan önce açılması olanaksız. Böyle olduğu
halde bakanlık, okulun açılması için ileri sürdüğü koşullardan birinde, derslere
gelecek öğretim döneminde, yani 1928 Eylülünde başlanmasını istiyor.
Madalyanın öteki yüzünü ise şu olaylarla belirtmek isterim:
Son olarak Muhtar Bey'in Amerika'ya vakit geçirmeden hareket etmesinin gereğinden
söz ettiğimde Rüştü Bey, Muhtar Bey'in bir saat içinde hazırlığa başlaması için
kesin emir verdi.
Muhtar Bey olayı karşısında çok anlayışlı bir tavır takındı.
Türk-Amerikan Antlaşması karşısında Türk hükûmetinin görüşü hakkında hayret
edilecek kadar açık konuştu ve Amerikan hükûmeti yeniden görüşmelere başlamayı
isteyinceye dek ilişkilerimizin şimdiki esaslar üzerinde süreceğini, İsmet Paşa ile
fikir birliği ettiğini kendiliğinden söyledi. Bir süre sonra Bursa olayı konusunda
basını yatıştırdı ve tahrikçi denetimleri durdurttu, ancak bu yatışma ve durma,
doğal bir şekilde kendiliğinden de olmuş olabilir.
Rüştü Bey, konusundaki açık izlenimim şu ki, kendisi ileriyi geriyi hesaplamadan
konuşan büyük bir söz ebesi ve büyük bir nazariyeci...
Sorunların derinliğine ilişkin bölümlerinde bilgili değil. Sözlerini ve
güvencelerini hem şüphe, hem de ihtiyatla karşılamalı. Onun bu durumu beni
Dışişleri Bakanlığımıza karşı pek doğal olarak güç durumlara düşürüyor: Verdiği
sözleri ve demeçleri gerçek diye kabullenerek Bakanlığa bildiriyorum, fakat
sonradan bunları ya değiştirmek ya da tersine çevirmek zorunda kalıyorum. Birçok
ülkede dışişleri bakanları tam yetki ile konuşur ve hükûmetinin kesin düşüncelerini
bildirir; ya da hükûmetin henüz kesin bir kararı yoksa, kendi payına söz vermez ve
tedbir kaydı ile sözlerini tartar. Rüştü Bey hiç böyle yapmıyor: Kendi ve hükûmeti
hesabına kesin konuşuyor, sonra da kendisini ve hükûmetini ters yola çeviriyor,
hatta bazen sözlerini düzeltmek zahmetine bile katlanmıyor. Benim için yeni bir
diplomasi şekli.
Okulların açılması sorununa gelince; bunun Necati Bey'in makyavelce bir taktiği
olduğuna inanıyorum. O olumlu jestini yaptı. Öyle bir jest ki uygulanması mümkün
olmayan bir şey olduğu için ona hiçbir şeye mal olmadı. Ancak ne de olsa bu jest
Amerika'da iyi bir etki bırakacak ve bu bakımdan yararlı olacak. Bununla birlikte
Necati Bey'in okullarımızı açmaya hiç niyeti olmadığına eminim. Goodshell yeniden
karşı koymamı istiyor. Fakat şimdilik hiçbir şey yapmak istemiyorum. Kendisi
Ankara'ya gitmeli ve durumun ne olduğunu anlamalı. Belki de gidecek ve geçen yıl
olduğu gibi bir görüşme sağlamayı başaracak. Necati Bey bir yolunu bulup onu
atlatacak. Okulların geleceği için umutlandırıcı hiçbir yön göremiyorum. Ben
elimden geleni yaptım ve hemen hemen tamamen başarısızlığa uğradım.
23 MART, 1928
Yeni bir okul olayı, bu kere İstanbul'daki kolejde oldu. Millîyet gazetesi bunun
Robert Kolejde olduğunu, iki Yunanlı öğrencinin Türk öğrencilerin önünde Türkiye
haritasını yırttıklarını haber verdi. Kız Koleji Müdiresinin bana anlattığına göre,
adı geçen kolejin hazırlık sınıfında bulunan 10 yaşlarında iki çocuk, çalışma
salonunda asılı duran bir Türkiye haritası üzerinde delikler açmışlar ve Türkiye
hakkında yakışıksız işaretler yapmışlar. Türk öğrenciler bunu derhal Millîyet'e
haber vermişler. Suçlu öğrencilerden biri Rum, öteki Maltalı imiş. İkisi de hemen
okuldan çıkarılmış, polisler soruşturma yapmaya geldiler, fakat olayın burada
kapanacağı umuluyor. On yaşlarında iki çocuğun düşüncesizce yaptıkları bu iş için
okuldan çıkarılma cezası çok ve aşırı bir ceza oldu, fakat şu anda ülkede bağnaz
millîyetçilik o kadar şahlanmıştı ki, kolejin daha yumuşak davranması kendi adına
pek hayırlı olmazdı...
6 NİSAN, 1928
Saat 17.15'de masamda otururken iki telgraf geldi. Bunlardan biri Dışişleri
Bakanımız Kellog'dan. Şöyle diyor: ''Türkiye'ye elçi olarak atanmanızın Senatoca
onaylandığını bildirmekle özel bir memnunluk duymaktayım. Cumhurbaşkanı ve ben,
şahsınız adına çok iyi koşullar içerisinde bugüne dek başardığınız işleri takdir
etmekteyiz. Elçiliğiniz onaylandığı için Türk-Amerikan ilişkilerinin gelişmesi ve
sağlamlaşması konusunda geleceğe güvenle bakmaktayım.''
Muhtar Bey'in telgrafı ise şu:
''Senatonuzun elçiliğinizi onayladığını öğrendim. Sevinçle ve tüm kalbimle
tebrikler. Madam Grew'e saygılar.''
Bu haber üzerine hepimiz bir bayram havasına büründük.
30 NİSAN, 1928
Dışişleri Bakanlığımıza, Bursa'daki üç öğretmenin üç gün hapse ve üç lira para
cezasına mahkûm edildiğini ve avukatın kararı temyiz ettiğini bildiren bir tel
çektim. Ayrıca Ankara'daki Elçilik Kâtibimize de telle şu direktifi verdim:
''Bursa'daki öğretmenlerden üçü de suçlu bulunmuş ve üç gün hapse mahkûm
edilmiştir. Bu haber hiç kuşkusuz Amerika'da çok olumsuz izlenim bırakacak ve Türk
aleyhtarı propagandanın yeniden doğmasına yol açacak. Tevfik Rüştü Bey bana 19
Nisanda, binası kiraya verilmiş olduğu için çalışamayacak olan Sivas okulu yerine
başka yerdeki bir okulun açılacağına söz vermişti. Eğer şimdi sözünü yerine getirir
ve bunu Amerikan hükûmeti ile basınına bildirmekliğime izin verirse, Türk
hükûmetinin iyi niyeti kanıtlanmış olur ve kamuoyu yatışır. Mümkün olduğu kadar iyi
bir etki uyandırabilmesi için bu haberin hemen verilmesi gerekir. İsteğe en uygun
olanı, Talas'taki okulun yeniden açılmasıdır.
Sorunu Dışişleri Bakanlığı Genel Sekteri Enis Bey'le tartışabilirsin. Ancak bu
girişimi diplomatik bir davranış olarak değil de, tüm kişisel bir istekle yaptığını
açıkla ve bir an önce harekete geçme konusunda salık vermeyi kendi adına yapıyormuş
gibi göster...''
2 MAYIS, 1928
A.P. muhabiri bugün bana dedi ki, Bursa'da yargıç, öğretmenler aleyhine karar
verdikten sonra avukata, Okul Müdiresi Miss Jilson'u suçlandırmak ve mahkûm etmek
zorunda kaldığı için çok üzüldüğünü, fakat bunu yapmak zorunda olduğunu söylemiş.
Avukatın kanısına göre yargıç da Ankara'dan direktif almış, öğretmenleri beraat
ettirerek Millî Eğitim Bakanlığını güç duruma sokmaya cesaret edememiş, Miss Ring
Eskişehir'de bulunan Yargıtay'ın, Bursa'nın havasından uzak bulunduğu için kararı
bozacağı ve davayı yalnız kanıtlara bakıp inceleyeceği için hiç değilse Miss
Jilson'u beraat ettireceği umudunda...
Miss Ring'in söylediğine göre Bursa halkı şimdi öğretmenlere son derece dostça
bakıyorlarmış; halkın duyguları düşmanlıktan tüm bir sempatiye çevrilmiş...
8 MAYIS, 1928
Bazı diplomatik arkadaşlarım, yazılı ya da sözlü bir şekilde ortaya çıkmadığı
halde, Türkiye Cumhuriyetine karşı alttan kaynayan bir muhalefet cereyanının
gittikçe güçlendiğini ve önem kazandığını söylemektedir. Politik durumun bu bölümü
hakkında Dışişleri Bakanlığımıza heyecan uyandırıcı haberler ve bunlarla ilgili
yorumlar göndermeye devam ediyorum. Bunlardan ilki ve en önemlisi şu: İhsan Bey
duruşmasının sonucu, bu davanın açılmasını tahrik etmiş olan İsmet Paşa'nın
şahsında hükûmet için bir darbeye ve prestij kaybına yol açtı. İhsan Bey'e
yöneltilen ihanet suçu üzerine çok durulmadı, yalnızca nüfuz yolsuzluğu ve görevi
ihmal gibi küçük suçlardan hüküm giydirildi. Duruşmaların başında kendisinin
asılacağı sanılıyordu, tamamen sözde kalmak üzere üç yıl hapse mahkûm edildi. Hatta
kendisini bu kadar mahkûm etmek bile güçlükle olmuş, yargıçlardan üçte biri bu
kararı kabul etmemişler; ötekiler ise açık şekilde hükûmetin isteğine boyun eğmek
için bu kararı vermişler. İhsan Bey davası hiç kuşkusuz politik bir nitelik
taşımakta idi. Kendisinin, haklı veya haksız olarak, hükûmete muhalefet ettiğinden
şüpheleniliyordu İnsan Bey'e yöneltilen suç, mahkemeye sevkedilmesinin ana nedenini
gizlemek amacına dayanıyordu. Tahıl işleri için devletçe ayrılan parada yolsuzluk
yapmak suçu ile eski Ticaret Bakanı Ali Cenani Bey'in mahkemeye sevki ise, hükûmet
dışı çevrelerin kışkırtması ile olmuş. Ali Cenani Bey'in yakın dostları olan Gazi
ve İsmet Paşa henüz duruma hakim olmaya fırsat bulamadan önce, iş adliyeye intikal
ettirilivermiş. Kendisi bir ay hapse ve hesabını veremediği 173 bin lirayı hükûmete
geri vermeye mahkûm edildi.
Şimdiki halde hükûmet aleyhine yoğun bir kampanya açıldığına ilişkin hiçbir belirti
bulunmadığı için, Divanı Âli'nin işlerinin gittikçe artacağı umulamaz. İhsan Bey'in
kendisine gelince, verilen kararı dinlediğinde neşeli bir şekilde tebessüm etmişti,
duruşma sonunda yenilgiye uğramak değil, fakat bir zafer kazandığını hissetmenin
ifadesiydi bu.
Türkiye Cumhuriyeti içindeki politik durumun, hükûmetin halka inandırmak istediği
kadar toz pembe olmadığı, belki aslında o kadar önemli olmayan çeşitli
belirtilerden kendini açığa vuruyor.
1) Genel Müfettiş İbrahim Tali Bey'in yönetimi altında bulunan bazı doğu illerinin,
baharda yollar geçilebilir duruma gelince derhal geliş gidişe açılacağı resmen
bildirildiği halde, bu söz gerçekleştirilemedi. Bu bölgeler eskisi gibi yine
sımsıkı kapalı tutuluyor.
2) Diyarbakır'da oturan birisinin İngiltere Konsolosu Alexander Waugh'a anlattığına
ve onun da bana aktardığına göre, Doğu illerinin yeni valisi oraya gelince, halktan
bir kurul, hükûmete bağlılıklarını bildirmek üzere Ankara'ya gönderilmiş. Bu kurul
dönüşte köylülerce karşılanmış, hükûmetin aldığı anti-İslâmik önlemler ve kararları
protesto ettiklerinin bir işareti olmak üzere kulak ve burunları kesilerek
Diyarbakır'a gönderilmiştir. Bu haberin doğruluğunu kesin olarak bilmeye olanak
yok; fakat böyle bir olayın olması olanak dışında değil.
3) Ocak ayında Maraş'tan gelen bir Amerikan misyoneri ile konuşmuştum. Bana
söylediğine göre, özellikle halifeliğin kaldırılmasından ötürü hükûmete karşı
muhalefet gittikçe artmakta ve bu aleyhtarlık o bölgede her gün biraz daha açık bir
şekil almaktaymış. Kendisi son günlerde yapmış olduğu bir ziyarette, valinin hem
masasının üzerinde, hem de sağ ve soldaki üst çekmecelerde birer dolu tabanca
olduğunu görmüş. Son günlerde evinin çevresinde silahlı nöbetçiler beklemekteymiş.
4) 7 Şubatta Tevfik Rüştü Bey'le görüştüğümde bana Bursa'nın taassup ve muhalefet
yatağı olduğunu, buradaki Amerikan okuluna karşı hükûmetin şiddetli önlemler
almasının nedeninin, yalnız kendi kendisini savunmak amacından ileri geldiğini
söylemişti. Yani halkı yatıştırmak ve hükûmet aleyhine propagandanın dini
prensipler üzerine dayanmasını önlemek zorunluğu vardı.
Bu bizi, halifeliğin, medreselerin, şer'i mahkemelerin, dervişlerin ve tekkelerin
kaldırılması ve geçen yıl İsviçre Medeni Hukukunun kabul edilerek Türk çoğunluğunun
din seçmekte serbest bırakılmasının bir sonucu olarak B. M. M.'nce son günlerde
İslâmlığın devlet dini olarak tanınmasından vazgeçilmesi olayı üzerinde düşünmeye
yöneltiyor.
Hukuk ve adalet gittikçe laikleştirildikçe, son adım olarak devletin kendini dinden
ayırması kaçınılmaz bir sonuçtu. Fakat İslamlık Türkiye'nin medeniyetidir; Fransa
gibi gerçekten Avrupalı olan ve dini gerçekten devletten ayırmış bulunan ülkelerden
ayrı olarak, İslamlık'tan sıyrılmış Türkiye'nin, gelecekteki gelişmesine ve
kültürüne temel olarak alabileceği, kendine özgü bir uygarlığı yoktur. Şimdi, bütün
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Atatürk ve İnönü - 7
  • Parts
  • Atatürk ve İnönü - 1
    Total number of words is 3497
    Total number of unique words is 1837
    27.8 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    48.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 2
    Total number of words is 3635
    Total number of unique words is 1895
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    43.1 of words are in the 5000 most common words
    50.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 3
    Total number of words is 3568
    Total number of unique words is 1819
    31.1 of words are in the 2000 most common words
    43.7 of words are in the 5000 most common words
    50.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 4
    Total number of words is 3593
    Total number of unique words is 1979
    29.0 of words are in the 2000 most common words
    42.2 of words are in the 5000 most common words
    49.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 5
    Total number of words is 3673
    Total number of unique words is 1872
    30.1 of words are in the 2000 most common words
    42.4 of words are in the 5000 most common words
    49.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 6
    Total number of words is 3714
    Total number of unique words is 1871
    29.9 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    51.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 7
    Total number of words is 3643
    Total number of unique words is 1931
    27.5 of words are in the 2000 most common words
    41.5 of words are in the 5000 most common words
    49.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 8
    Total number of words is 3609
    Total number of unique words is 1947
    29.1 of words are in the 2000 most common words
    43.3 of words are in the 5000 most common words
    50.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Atatürk ve İnönü - 9
    Total number of words is 2611
    Total number of unique words is 1553
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    42.9 of words are in the 5000 most common words
    51.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.