Kırmızı Gören Kedi - 01

Süzlärneñ gomumi sanı 3711
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2068
30.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
51.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
Hazyrlanan Brahms Dinleyen Kedi
"BİR JIM QWILLERAN MACERASI"
Polisiye
1
Jim Qwilleran, Basın Kulübü'nün yemek salonundaki iskemlelerden birine kendini atarcasına
bıraktı. Gür bıyıklarının aşağıya doğru kıvrımı yüzündeki somurtuk ifadeyi daha da
derinleştiriyordu.

Üzerindeki sıkıntının nedeni ne on sent artan içki fiyatları ne bulunduğu ortamdaki kasvetli
ışıklandırma ne o iç karartıcı tahta döşemeler ne Cuma'dan kalma balık kızartmasıyla
Cumartesi'den kalma bira kokusu karışımı ne de bir zamanlar eski eyalet hapishanesi olan bu
binanın o kendine has rutubetli kokuşuydu. Qwilleran’ın derdi bambaşkaydı.

Daily Fluxion gazetesinin ödüllü yazarı, aynı zamanda bir elmalı turta ve biftek konosörü, şu
anda dehşet ve umutsuzluk içersinde, kusmuk yeşili renkli sayfalara basılmış uzun bir liste
okuyordu.

Fluxion'un konu editörü Arch Riker masanın karşı tarafından söze başladı. "Evet, herkes ne
yiyor? Mönüde patates köftesi olduğunu görüyorum."

Qwilleran hâlâ burnunun üzerindeki okuma gözlükleriyle elindeki yeşil yapraklara basılmış
listeyi tekrar tekrar okuyarak hazmetmeye çalışıyordu.

Fluxion'un fotoğrafçısı, Cins Bunsen, bir puro yaktı. "Ben bezelye çorbası, pirzola ve yanına
da kızarmış patates istiyorum. Ama ondan önce bir duble martini alacağım." Qwilleran büyük
bir sessizlik içinde o inanılmaz dokümanı okudu, bitirdi ve tekrar baştan okumaya başladı.

Patates yok. Ekmek yok. Kremalı çorba yok.


Kızartmalar yok.

Bir masabaşı gazetecisinin geniş rahat konturlarına sahip olan Riker söze girdi. "Ben hafif bir
şeyler yemek istiyorum, mesela tavuk, börek ve kremalı tatlı. Sen ne yiyeceksin Qwill?"

Sos yok. Krema yok. Tatlı yok.

Qwilleran son derece içerlemiş bir durumda arkasına yaslanarak oldukça zorlama bir
gülümsemeyle, "Yalnızca yağsız köy peyniri ve yarım ekmek istemeyi düşünüyorum."

"Hasta olmalısın" dedi Bunsen. "Doktor Beane 15 kilo vermemi istedi."

"Sanırım o kritik yaşa geliyorsun" dedi fotoğrafçı neşeli bir sesle. Daha genç ve daha inceydi,
bu konuda felsefe yapabilirdi.

Qwilleran, artık belirgin bir biçimde kırlaşmış siyah gür bıyıklarını okşamakla yetindi.
Gözlüklerini çıkardı, saplarını büyük bir dikkatle katlayarak göğüs cebine koydu.

Bir parça ekmeğe tereyağı sürmekte olan Riker ise endişelenmiş görünüyordu. "Doktora
gitmek nereden aklına geldi Qwill?"

"Aslında bir veteriner tarafından gönderildim" dedi Qwilleran, bir yandan da tütün torbasını
çıkarmış, şuh kıvrımlı piposunu dolduruyordu. "Koko ve Yum Yum'u, dişlerini temizlettirmek
için veterinere götürmüştüm. Siz hiç, bir Siyam kedisine ağzını açtırmayı denediniz mi? Sanki
en mahrem yerlerine zorla girmeye çalışıyormuşsunuz gibi tepki veriyorlar."

"Kameramla orada bulunmayı çok isterdim doğrusu" dedi Bunsen.

"Koko ne yapmak istediğimizi anlayınca tam bir tüylü kasırgaya dönüştü. Veteriner onu
boynundan yakaladı, yardımcısı ayaklarını tuttu ve ben de kuyruğunu kavradım. Ama Koko
adeta ters yüz oldu ve kurtulmayı başardı. Bundan sonra tek hatırladığım, masanın üstünden
fırlayıp köpeklerin kafesine doğru yönelmesi. Arkasında iki veteriner ve bir köpek bakıcısı
çocukla birlikte kafeslerin etrafında deli gibi koşmaya başladı. Köpek havlamaları, kedi
miyavlamaları ve insan çığlıkları! Koko birden yerden 2,5 metre yükseklikteki klimanın
üzerine atladı. Eğer bir Siyam kedisi tarafından ciddi biçimde küfür edildiğini duymamışsan,
hayatında hiç küfür duymamışsın demektir."

"Biliyorum!" dedi Bunsen. "O kedinin ambulans düdüğü gibi bir çığlığı var."

"Bütün bu keşmekeşten sonra bitkin düştüm. Veterinerin söylediğine göre bu kedilerin diş
bakımından önce benim ciddi bir check-up yaptırmaya ihtiyacım varmış. Son zamanlarda
tıknefes de oluyordum. Dolayısıyla önerisine uydum. Doktor Beane'e göründüm."

"Peki, kediyi oradan indirmeyi nasıl basardın?"

"Onu orada bırakarak dışarı çıktık, biraz sonra salınaa salına muayene odasına geldi, masanın
üzerine sıçradı ve ağzını kocaman açarak güzelce esnedi!"

"Koko'ya bir puan daha" dedi Rtker. "Peki, bütün bu olanlar olurken, dişi kedi ne yaptı?"

"Yum Yum içinde getirildiği sepette kalmayı tercih ederek sırasını bekledi."

"Ve herhalde deliler gibi gülmüştür" dedi Bunsen.

"İşte hepsi bu" diyerek bitirdi Qwilleran. "Bu yüzden şimdi bu berbat rejimdeyim."

"Bu rejime hiçbir zaman sadık kalamayacaksın."

"Hayır, kalacağım. Hatta ödül paramla bir baskül bile aldım. .. Ohio'daki bir kasaba
doktorunun bürosundan antika bir parça.

Qwilleran, Daily Fluxion'un düzenlediği yazı yarışmasında ' bin dolarlık bir ödül kazanmıştı.
Bütün ekip bu tutumlu bekârın parayı nasıl harcayacağını merak ediyordu.

"Paranın geri kalan kısmını ne yaptın?" diye sordu Riker. Ve alaycı bir tonla ekledi, "Kesin,
eski karına göndermişsindir!"

"Miriam'a yalnızca iki yüz gönderdim, hepsi o kadar!"

"Seni enayi!"

"Miriam hasta."

"Olsun. Kayınpederin hayli zengin" diye hatırlattı Arch.

"Kendine yeni bir otomobil satın almalıydın. Ya da evine doğru dürüst mobilyalar
alabilirdin."

"Jungtown'daki dairemin hiçbir eksiği yok ki!"


"Yani demek istiyorum ki, yeniden evlenmelisin. İşe banliyöde bir ev satın alarak başla, oraya
yerleş."

Qwilleran bu öneri karşısında, oturduğu yerde büzüldü. Öğle yemeğinden sonra, üç adam
büroya doğru giderlerken içten içe büzülmeye de devam etti. Bunun çeşitli nedenleri vardı.
Bir kere köy peynirinden nefret ediyordu. Sonra Riker yemek boyunca evlilik konusunda
uzatıp durmuş, Qwilleran da Riker'la eski arkadaş olduklarından sesini çıkarmamıştı.
Sıkıntısının üçüncü nedeniyse Genel Yayın Yönetmeni'nin öğleden sonra yapacağı
toplantıydı. Ne zaman patron toplantı yapmak istese, haberler kötü demekti. Zaten adamın
kendisi Qwilleran'ı sinirlendirmeye yetiyordu. Çıkarı olduğu zaman gösterdiği, olmadığı
zaman da geri çektiği sentetik bir dostluğu vardı.

Patronla randevu saati gelip çattığında, Qwilleran, Riker'la birlikte ön bürodan içeri girdi.

"Merhaba Arch, merhaba Qwill" dedi yönetmen, bu durumlar için ayırdığı cıvık bir ses
tonuyla. "Öğle yemeği nasıldı beyler, sizi kulüpte gördüm."

Qwilleran'dan hafif bir homurtu duyuldu.

Yönetmen oturmalarını işaret ettikten sonra kendi koltuğuna kuruldu. Yüzünde gururlu bir
gülümsemeyle söze başladı. "Qwill senin için yeni bir projemiz var ve eminim bundan çok
memnun kalacaksın" dedi.

Qwilleran’ın yüzü ifadesizdi. Memnun kalıp kalmayacağına ancak ayrıntılarını öğrendikten
sonra karar verecekti.

"Qwill, herkes senin ekip içindeki en iştahlı adam olduğunu söylüyor. Ve bu özelliğin, şu an
sana önereceğim iş için çok önemli. Bize yeni köşende, bal badem, zaman zaman da acı soslu
yazılar yazacağına güveniyoruz. Anlayacağın dostum, seni 'gurme uzmanı' olarak
görevlendiriyoruz."

"Bu da ne demek" dedi Qwilleran, boğuk bir sesle.

"Bu, şu demek dostum: Sana, lezzetli yemekler, güzel içkiler ve seçkin lokantalarla ilgili
yazılar yazabileceğin bir köşe tahsis ediyoruz. Huxion'da bugünden itibaren iki kişilik açık bir
hesabın var. Gittiğin yerlere bir misafir de davet edebilirsin." Yönetmen burada keserek
Qwilleran'dan bir sevinç belirtisi bekledi.

Oysa Qwilleran yalnızca yutkunmakla ve onu süzmekle yetindi.

"Peki sen bu konuda ne düşünüyorsun Qwill?"

"Bilemiyorum" diye yavaşça yanıtladı Qwilleran. "Biliyorsun iki yıldır hayli kilo aldım ve
bugün sıkı bir perhize başlamıştım. Doktor Beane 15 kilo vermemi istedi."

Patronu yalnızca bir saniye kadar ufak bir şaşkınlık geçirdi. "Doğal olarak her şeyi yemek de
şart değil" dedi. "Şundan biraz, bundan biraz tadarsın. Asıl hayal gücünü çalıştır. Sen işin
inceliklerini iyi bilirsin. Ona bakarsan bizim 'yemek tarifleri' köşesinin editörü yumurta
pişirmeyi bile bilmez ama şehirdeki en iyi yemek tarifi sayfasını o hazırlıyor."

"Şey..."

"Bu işi kıvıracağından en ufak bir şüphe duymuyorum." Bu kısacık iyi niyet gösterisinin
sonunda yayın yönetmeninin yüzü o her zamanki düşünceli ifadesine döndü. "Gelecek
Pazartesi başlamayı düşünüyoruz. Köşenin tanıtımını, senin fotoğrafını ve biyografini basarak
Pazar günü yapacağız. Arch Avrupa'nın bütün mutfaklarını çok iyi bildiğini söyledi."

Qwilleran birden arkasına döndü: "Senin bundan haberin var mıydı Arch?"

Editör başını suçlu suçlu salladı ve "Şu bıyığını düzelttirip bir fotoğraf çektirsen çok iyi
olacak. Çünkü eski resminde mide kanaması geçiriyörmüşsün gibi bir halin var" dedi.

Patron ayağa kalkıp saatine bir göz attı. "Evet işte hepsi bu. Tebrikler Qwill!"

Kendi bölümlerine dönerlerken, Riker, "Şu rejimini birkaç hafta erteleyemez misin yahu!
Percy'nin bu parlak fikri diğerleri gibi kısa ömürlü olacaktır. Morning Rampage'in iki hafta
sonra bir gurme köşesi başlatacağını öğrendiğimiz için yapıyoruz bunu. Bu arada sen de
krallar gibi yaşayabilirsin. Her gece bir başkasıyla yemeğe gider, eğlenir, üstelik de bir kuruş
harcamazsın. Senin gibi tutumlu bir adam için hoş bir fırsat olmalı bu. Sen İskoç'tun değil
mi?"


"İskoçyalıyım" diye homurdandı Qwilleran. "İskoç diye içkiye denir."

Qwilleran önce berbere, oradan da resim çektirmek ve yeni göreviyle ilgili Cins Bunsen'e
yakınmak üzere fotoğraf stüdyosuna uğradı.

"Eğer yemeğe giderken bir arkadaşa ihtiyaç duyarsan, ben her zaman müsaitim" dedi
fotoğrafçı büyük bir hevesle. "Ben yemek yerim, sen de not alırsın!" Sonra vesikalık
fotoğrafını çekmek üzere, Qwilleran'i sırtı dimdik olarak bir tabureye oturttu ve başını doğal
olmayan bir açıyla yana eğdi.

"Riker beni çakı gibi göstermeni istedi" dedi Qwilleran kaşlarını çatarak.

Bunsen tek gözüyle kameranın objektifini kontrol etti. "Maalesef bu aşağı sarkmış bıyıklarınla
karın ağrısı çeken bir av köpeğinden başka bir şeye benzeyemezsin. Bari biraz gülümse!"

Qwilleran, sağ yanağında tek bir kası biraz oynattı.

"Neden Toledo Gömütleri'nde yemek yiyerek başlamıyorsun? Orası en pahalı yer. Ondan
sonra yol üstündekilere geçersin" dedi Bunsen. Qwilleran’ın omuzlarını sola, çenesini ise sağa
çevirdi. "Cennet Aşevleri hakkında da bir yazı hazırlamalı ve insanlara oraların ne kadar
berbat olduğunu anlatmalısın."

"Gurme köşesini sen mi yoksa ben mi hazırlayacağım, söylesene!"

"Tamam, tamam, hadi biraz gülümse!" Kas yine biraz oynadı.

"Heey, kıpırdadın! Şimdi yeniden çekmek zorundayız... Söylesene, senin şu deli kedilerin bu
yeni köşeyi duyduklarında nasıl bir tepki verecekler sence? Her gece o yaramazlara
götüreceğin ziyafetleri düşün!"

"Bunu hiç düşünmemiştim doğrusu!" diye mırıldandı Qwilleran. Yüzü aydınlandı, Bunsen
flaşı patlattı, fotoğraf çekildi.

The Fluxion'un yeni gurme yazarı görev turunun ilk durağı olarak şu seçkin Toledo
Gömütleri'ne gitmeye karar verdi. Tabii Cins Bunsen'le değil... Adres defterindeki en gözde
adlardan biri olan Mary Duckworth'u aradı.

"Çok üzgünüm" dedi kız. "Karayipler'e gidiyorum. Bu geceki Gurme Kulübü'nün yemek
davetini de bu yüzden geri çevirdim. Peki, sen benim yerime gitmek ister misin? Köşende
yazabilirsin."

"Nerede bu yemek?"

"Maus Evi'nde, yerini biliyor musun?"

"Mause Evi'mi?" diye tekrarladı Qwilleran. "Bir restoran için hiç de iştah açıcı bir ad değil."

"Bu bir restoran değil" diye açıkladı Mary Duckworth. "Burası Avukat Robert Maus'un evi,
M.A.U.S. Mickey Mouse ya da Miki Fare gibi ama o Alman imla ve telaffuzunu tercih
ediyor. Kendisi son derece usta bir aşçıdır. Hani her gece Fransız bıçaklarını özenle kilitleyip
kaldıran, bir sos hazırlarken içine ezbere otuz yedi çeşni karıştıran ve kendi maydanozunu
kendi yetiştiren cinsinden. Anlatılanlara göre yalnızca tadına bakarak bir tavuğun sağ buduyla
sol budunu ayırt edebiliyormuş "

"Nerede bu Maus Evi?"

"Nehir Yolu'nda. Geçmişte meşhur bir intihar olayına sahne olmuş garip bir bina. Belki bu işi
sen çözebilirsin. Daily Fluxion için ne kaymak haber olur."

"Olay ne zaman olmuş?"

"Ah, daha ben doğmadan önce!"

Qwilleran bıyığına oflayarak, "Pek sıcak bir haber denemez" dedi.

"Sakın bu konuyu yemekte konuşma" diye uyardı Mary. "Robert bu konudan tamamen
bezmiş durumda. Onu arayıp geleceğini bildireceğim."

Qwilleran hem üstünü değiştirmek hem de kedilerini beslemek için eve erken gitti. Önce
kasaba uğrayarak biraz taze et almayı da ihmal etmedi. Daha merdivenleri çıkmaya
başlamadan, o kedilere has içgüdüleriyle geldiğini farketmişlerdi. Onu beklerken görüntüleri
iki somun ev ekmeğini andırıyordu. Kapıya doğru oturmuş, az kızarmış ekmek renginde iki
topak kürkün altında, kahverengi bacaklar ve patiler hiç gözükmüyordu. Ama kahverengi
kulaklar dikilmiş, iki çift mavi göz daireye giren adamı sorguluyorlardı.


"Selamlar" dedi. "Bu gece erkenciyim. Biraz sabredin de size ne getirdiğimi görün."

İki kedi de dikildi. "Yooo!" dedi Koko tok bariton sesiyle. "Mmmm" dedi soprano Yum Yum.

Sonra kalın sözlüğün üzerine zıplayarak sevinç içinde, harap durumdaki kapağı tırmalamaya
başladı. Bu sırada Koko da lakayt bir tavırla masanın üzerine çıktı ve daktilonun bir tuşuna
basarak şeridin yerinden sıçramasına sebep oldu.

Qwilleran iki kediyi de sırayla okşadı. Koko'nun ipeksi sırtını sertçe sıvazladı, Yum Yum'un
açık renk tüylerini ise nezaketle okşadı. "Nasılmış benim küçük sevgilim?" Qwilleran,
hayatındaki hiçbir kadının asla ondan duymadığı ve Basın Kulübü'ndeki dostları duysalar
herhalde kulaklarına inanamayacakları bir yumuşaklıkla konuşuyordu Yum Yum'la.

"Bu geceki mönünüz tavuk ciğeri" diye açıklama yaptı. Koko onu onayladığını belirtircesine
daktilodaki sol marj ini düzeltti. Onun bu teknik yeteneği yeni ortaya çıkmıştı. Elektrik
düğmelerini oynatabiliyor ya da kapıları açabiliyordu. En çok da daktiloyla büyülenmişti.
Manivelası, tokmağı ve bir sürü tuşlarıyla müthiş bir aletti bu onun için.

Qwilleran bu gelişmeyi veterinere aktarmıştı. "Hayvanlar da tıpkı çocuklar gibi çeşitli
konulara merak sarabilirler" demişti veteriner. "Kediler kaç yaşında?"

"Hiçbir fikrim yok. Onları yanıma aldığımda çoktan büyümüşlerdi."

"Koko büyük olasılıkla üç-dört yaşlarında. Çok sağlıklı bir kedi, üstelik son derece de zeki
görünüyor."

Bu yorum karşısında Qwilleran kabarık bıyığını gizlice düzeltti ve Koko'nun üstün
yeteneklerinden söz etmemek için kendini tuttu. Gerçekten de yaşına göre erken gelişmiş
Siyam kedisinin olağandışı dikkat ve keşif yeteneği vardı. Qwilleran, kısa bir süre önce polisi
oldukça uğraştırmış olan bir cinayetin sırrını çözmüş ve bu konuda Koko'nun ne kadar büyük
yardımı olduğunu ancak yakın dostlarıyla paylaşmıştı.

Qwilleran kediler için tavuk ciğerini doğradı ve onları biraz et suyunda pişirdi. Sonra da bu
leziz yemeği onların sevdiği biçimde tabağa yerleştirdi; kırabilecekleri küçüklükte doğranmış
parçaları tabağın kenarına dizip, ortadaki boşluğa da et suyunu döktü.

"Sizi şanslı şeyler" dedi. Her istediklerini bir gram şişmanlamadan yiyebiliyorlardı. O semiz
görünümlü kahverengi tüylerinin altındaki vücutları yağsız ve kaslıydı. Oldukça zarif ve
yumuşak adımlarla hareket etmelerine rağmen, arka ayakları çok güçlüydü, hiç kendilerini
zorlamadan hafifçe sıçrayarak buzdolabının üstüne çıkabiliyorlardı.

Qwilleran bir süre onları izledi ve sonra, yeni göreviyle ilgili çalışmaya başladı. Daktilosunun
başına oturarak restoranların bir listesini yaptı. Her zaman daktilosuna takılı temiz beyaz bir
kâğıt bulundururdu. Bu hemen yazmaya başlamak için teşvik edici bir taktikti. Daktilodaki
kâğıda bakarken, bir an elleri tuşların üzerinde durakladı. Yeni gözlüklerini takarak kâğıda
daha yakından baktı: Sayfanın tepesine bir harf yazılmıştı.

"Aman Allahım, er ya da geç daktilo yazmayı becereceğini biliyordum" dedi, omuzunun
üzerinden bakarak. Mutfaktan bir mırıltı duyuldu. Koko bir yandan bir parça tavuk ciğerini
midesine indiriyor bir yandan da Qwilleran'a cevap yetiştiriyordu.

Bu büyük harfle basılmış bir T harfiydi. Klavye büyük harfe kilitli kalmıştı. Koko herhalde
sol patisiyle "büyük harf tuşuna basarken, sağ patisiyle de T harfine basmıştı.

Qwilleran, Koko'nun yazdığı T harfinin yanına "oledo Gömüden" yazarak restoranın adını
tamamladı. Sonra devam etti: Altın Pirzola, Stilton Oteli'ndeki Az Pişmiş Salonu, sonra çeşitli
yol kenarı lokantaları, etnik restoranlar ve bistrolar.

Sonra yemek için giyinmek üzere Daily Fluxion'a her zaman giydiği üniformayı üstünden
çıkardı. İskoç kumaşından spor ceketini, kırmızı ekoseli kravatını, gri düğmeli gömleğini ve
toprak rengi bol kesim pantolonunu çıkartmıştı ki, birden gözü boy aynasındaki görüntüsüne
takıldı. Bu görüntüden hiç hoşnut olmamıştı. Yanakları toplamış, kollarındaki kaslar
gevşemiş, bedeni iç bükey olması gereken yerlerde dışbükey olmuştu.

Bir umutla banyodaki antika tartıya koştu. Denge kolunda ağırlıkları olan eski tip bir tartıydı
bu. Kol sert bir ses çıkararak yukarı çarptı. Qwilleran nefesini tuttu ve kol boyunca ağırlığı
gezdirdi. Tereddütlü bir biçimde çeyrek kilo, yarım kilo, bir, iki, üç kilo çıktıktan sonra tartı


dengesine kavuştu. Üç kilo! Kahvaltıda greyfurttan başka hiçbir şey yememişti. Öğle
yemeğini ise köy peyniri ile geçiştirmişti ve şimdi sabahki kilosundan tam üç kilo fazla idi.

Qwilleran önce dehşete kapıldı sonra yılgınlık hissetti. Sonra da bütün sinirleri tepesinde
toplandı. "Lanet olsun" dedi yüksek sesle. "Bu saçma sapan köşe yayımlanacak diye şişko bir
fıçıya dönmeye hiç niyetim yok."

"Yooo" dedi Koko onaylarcasına.

Qwilleran aynada kendini yeniden gözden geçirmek amacıyla tartıdan indi. Görüntü
tombullaşmış bedenine meydan okurcasına kararla dikildi. Göğsünü şişirdi, karnını içine
çekti. Birden kendini daha güçlü hissetmişti.

"Şu lanet olası köşeyi hazırlayacağım" dedi kedilere bakarak. "Beni öldürene kadar perhizi
uygulamaya da devam edeceğim."

"Yoo, yooo" dedi Koko.

"Üç kilo daha fazlayım. Buna inanamıyorum!"

Tartılırken, Koko'nun hemen arkasında durduğunu ve ön patilerini tartının üstüne bütün
ağırlığıyla bastırdığını farketmemişti.

2

Jim Qwilleran, Pazartesi akşamı yemeğe gitmek için giyinirken yaşlanmaya başladığını
düşünüyordu. Hayatında ilk kez okuma gözlüklerine ihtiyaç duyuyordu, bıyıkları ve gür
saçları kırlaşmış, beli, yaşının kırk altı olduğunu hatırlatırcasına kalınlaşmıştı. Ama daha gece
bitmeden kendini yeniden genç hissediyordu.

Bir taksi tutarak Robert Maus'un Nehir Yolu'ndaki evine doğru yola çıktı. Bu mekân, geniş bir
alışveriş merkezinin, Joe Pike'in Deniz Ürünleri Barakası'nın ve buz pateni sahasıyla bir
kereste deposunun epey gerisinde kalıyordu. Yat limanı ile Tenis Kulubü'nün arasında ürkünç
bir taş binaydı.

Qwilleran bu binayı daha önce görmüş ve egzantrik bir mezhebin ayin yaptığı bir yer
olabileceğini düşünmüştü. Anayoldan oldukça uzakta kalıyordu. Demir çitleri ve iki
dönümlük bakımsız bahçesiyle oldukça terkedilmiş, gizemli bir Mısır tapınağını andırıyordu.
Sanki hasar görmüş ve gelişigüzel onarılmış bir tapınak.

Sütunlarla çevrilmiş devasa kapı, adeta Nil kıyısında yapılmış bir kazıdan elde edilmiş
olabilirdi. Diğer mimari ayrıntı-larsa farklı karakteristik özellikler taşıyordu. Georgia tarzı
bacalar, üst kata yerleştirilmiş geniş fabrika camları, binanın bir tarafına eklenmiş garaj, diğer
yanına yapılmış modern bir açık park ve sayısız yangın merdivenleri, düz çıkıntılar ve yanlış
yerlere konulmuş yağmur olukları...

Qwilleran kapı tokmağını vurduğunda yankılı bir ses çıktı. Kapı gıcırdayarak açılana kadar,
büyük bir sabırla bekledi. Karnı da açlıktan gurulduyordu.

İçeri girdikten sonra, yarım saat kadar bir süre pek kayda değer bir şey olmadı. Qwilleran'i
meraklı bakışlı, uzun ve kıvırcık favorili, narin yapılı genç bir adam karşıladı. Beyaz bir uşak
forması giymiş olmasına rağmen bir elinde yarı dolu şampanya bardağı, diğerindeyse sigara
vardı. Ayrıca ağaca çıkmış bir kedi gibi de sırıtıyordu. "Maus Evi'ne hoş geldiniz. Siz şu
gazeteci olmalısınız."

Qwilleran loş bir mağaraya benzeyen giriş holüne adımını attı.

"Mickey Fare şu an mutfakta" dedi. "Benim adım William." Sağ elini uzatmadan önce
sigarayı ağzına aldı.

Qwilleran bu şirin garsonla -ya da uşak- ya da her neyse el sıkıştı. "Yalnızca William mı?"

"William Vitello."

Gazeteci, genç yüze dikkatle baktı. "Vitello mu? Senin bir İrlandalı olduğuna yemin
edebilirdim."

"Annem İrlandalı, babam kalyan. Ailem bir tencere gulaş karar karışıktır" diye ağzı
kulaklarına varan bir gülümsemeyle açıklamada bulundu William. "Hadi içeri gelin. Herkes
Büyük Salon'da. Kafayı bulmakla meşguller. Sizi onlarla tanıştırayım."


Qwilleran'i oldukça karanlık, geniş bir salona götürdü. Burada meşaleler üzerine yerleştirilmiş
mumlar ve şamdanlar yalnızca loş bir ışık yayıyordu. Ama Qwilleran, Mısır sütunlarının
destek verdiği balkonu ve sfenkslerle çevrili muhteşem merdiveni net olarak seçebilmişti. Yer
ve duvarlar çikolata renkli seramik karolarla kaplanmıştı. Sesler bu parlak yüzeye çarpıyor ve
ürkünç bir uğultu meydana geliyordu.

"Söylememde bir mahsur yoksa, biraz ürkütücü bir yer" dedi Qwilleran.

"Bu gördüğünüz daha hiçbir şey değil."

Salonun tam ortasında, o azametli tavanın altında yemek için uzun bir masa ayrılmıştı. Ancak
konuklar balkonun altında durmuş, kokteylerini yudumluyorlardı. Burası nispeten daha sıcak
bir ortamdı.

"Ne içersiniz? Şampanya ya da şeri?" diye sordu William. "Şeri tam bir bomba, sizi önceden
uyarmak isterim."

"İçki almayayım" dedi Qwilleran. Cebinden piposunu ve tütününü çıkardı. Biraz pipo içerse
midesindeki açlık çanları susardı belki.

"Bu geceki yalnızca küçük bir parti. Buradaki insanların çoğu zaten burada oturuyorlar.
Kızlarla tanışmak ister misiniz?" diye sordu Willam başıyla iki esmer kadını göstererek.

"Burada mı yaşıyorlar? Bu Maus nasıl bir yer böyle?"

Çocuk şaşkınlıkla ona döndü. "Burayı bilmiyor musunuz? Burası tuhaf bir pansiyondur. Bir
zamanlar gerçek bir sanat merkeziymiş, balkonda stüdyolar varmış, arka taraftaysa
çömlekçilik yapılıyormuş. Ama bütün bunlar, burayı Mickey Maus devralmadan önceymiş.
Ben de bir sığıntıyım burada. Bir sanat okuluna devam ediyorum, aynı zamanda da oda ve
yemek karşılığında çeşitli bel kırıcı işlerde çalışıyorum."

"Yaptığın işler arasında çimleri biçmek yok galiba" dedi Qwilleran ön taraftaki bakımsız
bahçeyi kastederek.

William abartılı bir kahkaha atarak gazetecinin sırtına bir şaplak indiriverdi. "Hadi gelin de
Hixie ve Rosemary'le tanıştırayım sizi. Yalnız Hixie'ye dikkat etmelisiniz, yılmaz bir erkek
avcısıdır."

İki kadın, meze dolu tabaklarla donatılmış büfenin yanında duruyorlardı. Rosemary Whiting
pek yaşını göstermeyen, hoş, sessiz bir kadındı. Hixie Rice ise daha genç, daha canlı, daha
tombul ve daha uzun kirpikliydi.

Hixie bir yandan içkisini yudumluyor bir yandan da kanepeleri midesine indiriyordu. Oldukça
yüksek bir sesle, "Çikolata için deli oluyorum, çikolatalı kremaları, çikolataya batırılmış
kurabiyeleri, kekleri, tartları... Kısacası çikolata, üç bardak şeker ve bir kalıp tereyağ ile
yapılmış her şeyi çok seviyorum." Konuşmasını jambona sarlmış bir istiridyeyi ağzına atmak
için yarıda kesti.

Qwilleran, Hixie'nin görkemli bir kadın olduğunu düşündü. Hixie'nin bütün vücudu portakal
renkli dar elbisesinden fırlayacak gibiydi. Saçları çikolatalı sufle gibi tombul ve gamzeli
yüzünün üstünde toplanmıştı.

Rosemary, Qwilleran'a bir tabak uzatarak, "Havyar?" diye sordu.

Qwilleran derin bir nefes aldı ve başını sallayarak reddetti.

"D vitamini açısından oldukça zengindir" diye devam etti Rosemary.

"Yine de teşekkür ederim, istemiyorum."

"Mickey Maus" diye söze başladı William. "Tam bir tereyağ hastasıdır. Soğukkanlılığını
kaybettiği tek olay. Bir keresinde ufak bir brunch verirken evde yalnızca bir buçuk kilo
tereyağı kaldığını farkedince ciddi biçimde panik olmuştu."

"Maalesef, hayvani yağlar..." diye yumuşak bir sesle konuşmaya başladı Rosemary. Ama
Hixie onun sözünü keserek, "Çok fazla yemek yiyorum çünkü sıkıntılıyım. Ama zayıf ve
huysuz bir kadın olmaktansa tombul ve neşeli olmayı tercih ederim." Kirpiklerini kırpıştırdı
ve diğer bir kanepeye doğru uzandı. "Bu geceki mönümüz nedir Willie?"


"Pek bir şey yok. Yalnızca kremalı suteresi çorbası, limon soslu midye, doldurulmuş tavuk
göğsü, tereyağlı hindiba -hindibadan nefret ederim- ızgarada kızartılmış körili domates, yeşil
salata ve crep suzet."

"Bu Charlotte'un tabiriyle 'bir lokma bir şey'" dedi Hixie.

William, Qwilleran'a açıklamada bulundu. "Charlotte hiçbir zaman yemek yemez. O yalnızca
'bir lokma bir şey' dediği bir şeyler yer. İşte Charlotte orada, beyaz saçlı, üzerinde beş kilo
mücevher bulunan şu yaşlı kız."

Saçları toz şeker gibi bembeyaz yaşlı bayan iki koca göbekli centilmenle heyecanlı heyecanlı
konuşuyordu. Centilmen beyler kadını ilgiden çok nezaketle dinliyor gibiydi. Qwü-leran, Sivil
Sanat Komisyonu'ndan Penniman Kardeşler'i hemen tanıdı. Morning Rampage
Penniman'ların sermayesiyle kurulmuştu. Sanat okuluna yüklü bir bağışta bulunmuşlar, şehrin
park sisteminin planlanmasında da hatırı sayılır mali destek vermişlerdi.

Büyük Salon'da gergin bir biçimde dolaşan bir başka adam da oldukça tanıdıktı. Son derece
yakışıklı bir yüzü, yüzünde, karşısına güzel bir kadın çıkar çıkmaz göz kamaştırıcı bir
gülümsemeye dönüşen düşünceli bir ifade vardı. Görünümündeki şaşırtıcı şey tamamen
tıraşlanmış kafasıydı.

Qwilleran diğer konukları incelemeye başladı. Koyu yeşil elbise giymiş kızıl saçlı alımlı bir
kadın... hafif sakallı bir genç adam... ve birden onu gördü. Bir an için nefes almayı unuttu.

İmkânsız! diye düşündü kendi kendine. Ancak, bu gür kestane rengi saçlar, bu incecik beden,
hele o baştan çıkarıcı, çarpık gülümseme; hayır, yanılmış olmasına imkân yoktu.

Aynı anda kadın da Qwilleran'a doğru döndü ve yüzünde bir şaşkınlık ifadesi beliriverdi.
Qwilleran o an üst dudağında bir karıncalanma hissetti, bıyıklarına hafifçe dokundu. Kadın
ona doğru yürümeye başlamıştı bile. Her zamanki gibi etekleri uçuşarak kayarcasına
ilerliyordu. O tanıdık melodik sesiyle seslendi, "Jim Qwilleran, gerçekten sen misin?"

"Joy! Joy Wheatley!"

"Gözlerime inanamıyorum!" Birden kollarına atıldı.

"İzin ver de sana bir bakayım Joy! Biliyor musun, hiç değişmemişsin!"

"Ah, hayır değiştim." "Kaç yıl oldu?"

"Lütfen şimdi onu hesaplamayalım... Bıyığını çok beğendim Jim, sanki seni eskisinden daha
iri yarı gösteriyor."

"Yani şişman demek istiyorsun, çok naziksin. Her zaman çok naziktin zaten."

Kadın geri çekildi. "Ama her zaman değil, sana yaptıklarımı hatırladığımda gerçekten çok
utanıyorum."

Qwilleran kadının yüzüne dikkatle baktı ve birden boğazının düğümlendiğini hissetti. "Seni
bir daha göreceğimi hiç zannetmiyordum Joy. Ne yapıyorsun burada?"

"Ocak ayından beri burada yaşıyoruz. Eşimle ben bu binanın arkasındaki çömlek atölyesini
işletiyoruz."

"Evlendin mi!" Qwilleran’ın bütün umutları bir anda suya düşmüştü.

"Şimdi soyadım Graham. Peki, sen burada ne yapıyorsun Jim?"

"Artık bana hiç kimse Jim demiyor. Son yirmi yıldan beri adım Qwill."

"Hâlâ Qwilleran'i W ile mi yazıyorsun?"

"Evet ve hâlâ dizgi ve düzelti yapan arkadaşlara karın ağrıları veriyor."

"Peki, evlendin mi?" "Şu an evli değilim." "Hâlâ yazıyor musun?"

"Bir yıldan uzun bir zamandır Daily Fluxton'da çalışıyorum, hiç yazılarımı görmedin mi?"

"Unuttun mu, ben öyle pek okuyan bir insan değilim. Ayrıca kocam Fluxion'un sanat
eleştirmenine çok kızıyor ve bu yüzden Morning Rampage okuyor."

"Bunca yıldır nerelerdeydin Joy?"

"Çoğunlukla California'da. Sonra Bay Maus bizi buraya davet etti ve çömlek işine başladık.
Konuşacak o kadar çok şey var ki! Mutlaka seninle... seninle... ne zaman..."

"Joy" dedi Qwilleran sesini alçaltarak. "Neden kaçtın?"


Kadın içini çekti ve önce bir yöne sonra diğer yöne doğru baktı. "Bunu sana sonra açıklarım.
Önce şu sinirli kocam Bay G. kriz geçirmeden seni onunla tanıştırmalıyım" dedi acı bir
gülümseyişle.

Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Kırmızı Gören Kedi - 02
  • Büleklär
  • Kırmızı Gören Kedi - 01
    Süzlärneñ gomumi sanı 3711
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2068
    30.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 02
    Süzlärneñ gomumi sanı 3677
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2009
    31.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 03
    Süzlärneñ gomumi sanı 3752
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2047
    32.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 04
    Süzlärneñ gomumi sanı 3739
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2025
    32.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 05
    Süzlärneñ gomumi sanı 3702
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2058
    31.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 06
    Süzlärneñ gomumi sanı 3628
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2013
    31.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 07
    Süzlärneñ gomumi sanı 3623
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1992
    32.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 08
    Süzlärneñ gomumi sanı 3635
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1941
    33.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 09
    Süzlärneñ gomumi sanı 3666
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1984
    32.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 10
    Süzlärneñ gomumi sanı 3600
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2087
    31.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 11
    Süzlärneñ gomumi sanı 3719
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2034
    32.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kırmızı Gören Kedi - 12
    Süzlärneñ gomumi sanı 1363
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 908
    38.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    59.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.