Kapı Tekrar Vuruldu - 01

Süzlärneñ gomumi sanı 3977
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2056
31.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
43.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
BAŞLANGIÇ

Okul Açılıyor
Meadowbank özel okulunda yeni bir ders yılı başlıyordu. Akşam güneşi binanın önündeki geniş, çakıllı yolu aydınlatmaktaydı. Ön kapılar, ardına kadar açılmıştı, eşikte hali tavrı, on sekizinci asırda yapılmış olan binanın haşmetine pek uyan Miss Eleanor Vansittart duruyordu. Saçlarım intizamla taramış olan kadının sırtında gayet zarif bir tayyör vardı.
Tecrübesiz bazı anne ve babalar onun meşhur Miss Buls- trode olduğunu sanmışlardı. Zira okulun Müdiresinin böyle günlerde hususî odasına çekildiğini ve sadece seçme, imtiyazlı bir iki kişiyle konuştuğunu bilmiyorlardı.
Miss Vansittart'ın solunda ondan tamamiyle farklı bir kadın olan Miss Chadwick duruyordu. Herkesin yanında rahat ettiği müşfik ve bilgili bir öğretmendi o. Meadowbank demek, Miss Chadwick demekti. Onsuz okul tahayyül bile edilemezdi. Zaten Meadowbank hiç bir zaman onsuz kalmamıştı. Miss Chadwickle Miss Bulstrode, mektebi yıllar önce beraber açmışlardı. Miss Chadwick kelebek gözlük takan, bi- çimsiz elbiseler giyen, dostça tavırlı, dalgın, kanburu çıkmış, yaşlı bir kadındı. Onu gören fevkalâde bir matematikçi olduğuna kat'iyen inanmazdı.
Miss Vansittart'ın kibar bir tavırla söylediği sözler, koca mektepte akisler yapıyordu.
«Nasılsınız, Mrs. Arnold? E, Lydia, Akdeniz gezisinden memnun musun? Ne harikulâde bir fırsat bu! Güzel fotoğraflar çektin mi?»
«Evet, Lady Barnett, Miss Bulstrode sanat dersleriyle alâkalı mektubunuzu aldı. Merak etmeyin, icabına bakıldı.»
«Nasılsınız, Mrs. Bird?... Ya? Miss Bulstrode'un bu meseleyi sizinle bugün konuşmak için vakit bulabileceğini hiç sanmıyorum. Öğretmenimiz Miss Rowan, buralarda bir yerde. Bu meseleyi onunla görüşmek ister misiniz?»
«Yatak odam değiştirdik, Pamela. Sen, dipteki -bölüktesin. Yani elma ağacının yanmdakinde...»
«Hakikaten, Lady Violet, havalar çok fena gitti. Küçük oğlunuz mu bu? Adı nedir? Hector mu? Uçağın ne kadar güzel, Hector...»
«Tres heureuse de vous voir, Madame. Ah, je regrette, ce ne şerait pas possible, cette apres-midi. Mademoiseüe Bulstrode est tellement occupee»
«Günaydın, profesör. Son kazılarda neler ortaya çıkardınız bakalım?»
II
İlk kattaki küçük bir odada Miss Bulstrode'un sekreteri Ann Shapland, makinede sür'atle yazı yazıyordu. Otuz beş yaşlarında olan Ann Shapland, kısacık kesilmiş, parlak siyah saçlarıyla hakikaten hoş bir kadındı. İstediği zaman son derecede cazip de olabilirdi. Fakat hayat ona ehliyet ve çalışkanlığın ekseri daha iyi netice verdiğini, üstelik bunların üzücü karışıklıklara sebep olmadığını öğretmişti. Şu anda Ann Shapland, kızlara mahsus meşhur bir mektebin sekreterine yakışacak şekilde hareket etmeğe çalışıyordu.
Arada sırada, makineye yeni kâğıt takarken pencereden; bakıyor ve gelenleri alâkayla seyrediyordu. Bir ara, şaşkın şaşkın, «Allah Allah,» dedi. «İngiltere'de bu kadar çok üniformalı şoför olduğunu bilmiyordum.» Sonra da gayri ihtiyarî güldü. Zira uzaklaşan, muhteşem bir Rolls-Royce'un yerini gayet küçük ve eski bir araba almışt: Otomobilden şaşkın ve yorgun bir babayla, ondan daha saki olan kızı indiler. Adam tereddütle etrafına bakınırken, Mis Vansittart hemen dışarı çıkarak vaziyete müdahale etti:
«Mr. Hargreaves? Bu da Alison olacak? Lütfen içeri buyurun. Alison'un odasını görmenizi istiyorum. Ben—»
Ann, gülümsiyerek, tekrar makinesine döndü.
«Vansittart da müdirenin diiblörü âdeta. Kadın, Buls trode'un her hareketini ezberlemiş. Onu iyi taklit ediyor.»
Koskocaman, inanılmayacak kadar lüks, iki renkli (ağaç çileği pembesi ve gök mavisi) bir Cadillac, boyunun uzunluğu dolayısiyle güçlükle çakıllı yolda dönerek, küçük, eski arabanın arkasında durdu.
Şoför, kapıyı açmak için seyirtti. Cadillac'tan esmer tenli, gür sakallı, sırtında bol bir harmaniye olan bir adam indi. Onu Paris'li mankenlerden farksız, şık bir kadınla, ince, esmer bir kız takip etti.
Ann, «Her halde bu meşhur Prenses,» diye düşündü. «Doğrusu onu mektep üniformasiyle tahayyül edemiyorum. Neyse... Elbet bu mucizeyi de yarın göreceğiz...»
Küçük grubu hem Miss Vansittart, hem de Miss Chad- wick karşıladı.
Ann, kendi kendine, «Galiba huzura kabul olunacaklar,» dedi.
Sonra da mırıldandı. «Ne garip? Miss Bulstrode'la alay etmek insanın hoşuna gitmiyor... Mühim bir kadın o... En iyisi, sen yazdıklarına dikkat et ve hata yapmadan şu mektupları bitir, kızım.»
Hoş, Ann öyle hata yapacak sekreterlerden değüdi. Mü kemmel bir kâtibeydi o, arzu ettiği gibi iş bulması da gayet kolaydı. Bir petrol şirketinin Umum Müdürünün,—kültürü, aksiliği ve yazısının kötülüğüyle tanınmış olan Sie Mervyn
Tudhunter'in husus! sekreterliğini yapmıştı. Patronları arasında iki nazır ve mühim bir hükümet memuru da vardı. Fakat, genç kadın daima erkeklerin arasında çalışmıştı. Şimdi, kendi tâbiriyle 'kızların arasında boğulmak' bakalım hoşuna gidecek miydi? Ama-neticede iş işti. Sıkıldığı takdirde Den- nis'le evlenebilirdi. Malaya'da Birmanya'da-dünyanm dört bucağında çalışan ve İngiltere'ye her dönüşünde kendisine evlenme teklif eden, sadık ve müşfik, Dennis! Sevgili Dennis! Fakat Dennis'le evlilik de herhalde biraz iç sıkıcı bir şey olacaktı.
Ann, içini çekti. «Evet, pek yakında erkekleri özliyece- ğim. Mektep, kadın öğretmenlerle dolu. Buna karşılık—sek- senindeki bahçıvan hariç—bir tek erkek bile yok.»
Fakat Ann yanılıyordu. Pencereden dışarı bakan genç kadın hayretle irkildi. Bir erkek çakıllı yolun yanındaki mazıları buduyordu. Bahçıvan olduğu belliydi ama—sekseninde de yoktu. Bilâkis, esmer, genç ve yakışıklı bir adamdı. Ann, yabancının kim olabileceğini düşündü. Bahçıvana bir yardımcı alınacağından bahsetmişlerdi ama bu genç adamda öyle köylü hali yoktu. «Aman neyse... Son zamanlarda herkes türlü işe giriyor. Herhalde bir iş için para biriktirmeğe-veya sadece hayatını kazanmağa çalışıyor... 'Yalnız mazıları profesyonel bir bahçıvan gibi kesiyor. Aslında bahçıvan demek... Fa- kat-insanı eğlendirebilecek bir genç hali var onda...»
Genç kadın, yazılacak bir mektup kaldığını memnuniyetle gördü. Ondan sonra bahçede şöyle bir dolaşacaktı...
III
Yukarıda idare memuru Miss Johnson, çocuklara odalarını KÖstoriyor, eski talebelerini karşılıyor, yenileriyle tanışıyordu.
Mnkt,o|)ln açılmış olmasından çok memnundu. Tatillerde nn yııpncııfliHi bilmiyordu. Miss Johnson tatillerini evli olan iki kız kardeşinin yanında geçirirdi. Fakat onları kendi günlük hayatları ve aileleri, Meadowbank'den daha alâkadar ediyordu. Miss Johnson kardeşlerini hakikaten çok severdi ama kendisini Meadowbank'ten başka hiç bir şey ilgilendirmezdi.
Evet, mektebin açılması iyi olmuştu—
«Miss Johnson?»
«Ne var, Pamela?»
«Şey—Miss Johnson. Bavulumdaki şişelerden biri kırılmış sanırım. İçindeki elbiselere bulaşmış. Galiba şampuan bu.»
Miss Johnson, «Vah, vah,» diye haykırarak, yardıma koştu.
Çakıllı yolun gerisindeki çim sahada yeni Fransızca öğretmeni Matmazel Blanche dolaşıyordu. Mazıları budayan kuvvetli genç adamı takdirle süzdü.
«Assez bien.»
Matmazel Blanche, zayıf, nahif, fare gibi bir kadındı. Et- rafmdakilerin dikkatini fazla çekmezdi o. Fakat gözünden de bir şey kaçmazdı.
Bakışları, sırayla ön kapıya yaklaşan arabalara kaydı. Kadın bunları kafasında hemen paraya çeviriverdi. Doğrusu bu Meadowbank hakikaten fevkalâde bir yerdi. Matmazel Blanche, Miss Bulstrode'un kârını çabucak hesapladı.
«Evet! Hakikaten fevkalâde!»
V
İngilizce ve Coğrafya dersleri veren Miss Eileen Rich, hızla mektebe doğru ilerliyor,—her zamanki gibi nereye bastığına bakmadığı için—arada sırada sendeliyordu. Saçları—yine her zamanki gibi—topuzdan kurtulup, karışmıştı. Çirkin, heyecan dolu bir çehresi vardı.
Kendi kendine, «Buraya dönmek,» diyordu. «Burada olmak... Bana sanki aradan yıllar geçmiş gibi geliyor...» Tırmığa takıldı. Az kalsın yuvarlanıyordu. Genç bahçıvan kendisini tuttu.
— «Dikkat edin, Miss.»
Eileen Rich, onun yüzüne bakmadan, «Teşekkür ederim,» diye mırıldandı.
VI
Genç öğretmenlerden Miss Rowan'la Miss Blake ağır ağır spor pavyonuna gidiyorlardı. Miss Rowan, esmer, zayıf ve heyecanlıydı, Miss Blake ise tombul ve sarışın... İki arkadaş Floransa'daki son maceralarından bahsediyorlardı. Gördükleri tablolar... Heykeller... Çiçekler... Ve iki İtalyan gencinin (tehlikeli olduğunu sandıkları) alâkaları...
Miss Blake, «Tabii,» dedi. «İnsan İtalyanların nasıl olduklarını bilir.»
İktisattan başka Psikoloji de tahsil etmiş olan Miss Ro- wan başını salladı. «Çok serbestler. İnsan onların gayet sıhhatli olduklarını hissediyor. Duygularını baskı altında tutmuyorlar.»
Miss Blake, «Guiseppe, Meadowbank'de öğretmenlik ettiğimi duyunca çok şaşırdı,» diye gülümsedi. «Daha hürmet- kâr bir tavır takındı. Yeğeni buraya gelmek istiyormuş. Fakat Miss Blustrode, yer olduğundan pek emin değildi.»
Miss Rowan, sevinçle içini çekti. «Meadowbank hakikaten mühim bir mektep... Doğrusu şu spor pavyonu da çok hoşuma gitti. Pavyonun açılışa yetişeceğini hiç sanmıyor- f hırtı.»
Miss Blake, son sözü söyliyen bir insan tavrıyla, «Mise Bulstrode 'yetişmesi lâzım,' demişti,» diye cevap verdi. Sonra hayretle irkildi. «A!...»
Spor pavyonun kapısı birdenbire açılmış ve dışarıya kı- zil mu;1i, iri kemikli, genç bir kadm çıkmıştı. İki öğretmeni düşmanca nazarlarla süzdükten sonra hızla uzaklaştı.
Miss Blake, «Bu yeni Beden terbiyesi öğretmem olacak,» dedi. «Ne de kaba!»
Miss Rowan, mırıldandı. «Meadowbank için bir kazanç Nayılmaz! Ondan önceki öğretmen ne kadar iyi, ne kadar dost canlısıydı.»
Miss Blake, hiddetle, «Gözleri âdeta ateş saçıyordu,» diye homurdandı.
İki arkadaş fena halde kızmışlardı.
VII
Miss Bulstrode'un oturma odasının pencerelerinin bir kısmı çakıllı yolla, bunun gerisindeki çim sahaya, bir kısmı ise binanın arkasındaki rododendron tarhına bakıyordu. Görenlerde hayranlık uyandıran bir odaydı bu. Miss Bulstrode da öyle...
Uzun boylu, asil tavırlı bir kadındı o. Kır saçlarının dağıldığını gören olmamıştı. Neşe dolu gri gözleri ve azimli bir insan olduğunu gösteren muntazam hatlı bir ağzı vardı. İngiltere'nin en beğenilen mekteplerinden biri olan Meadow- bank'in bu muvaffakiyeti tamamiyle müdirenin şahsiyetine bağlıydı. Meadowbank çok pahalıydı—ama mesele o değildi. Bunu daha güzel şu şekilde ifade edebiliriz: Meadowbank'a çok para verirdiniz, fakat bunun karşılığını da alırdınız.
Kızınız, hem sizin arzu ettiğiniz şekilde yetiştirilirdi, hem de Miss Bulstrode'un. Bu netice herkesi de memnun ederdi. Miss Bulstrode, taksitlerin yüksek oluşu sayesinde bir sürü öğretmen ve memur tutabiliyordu. Mektep hemen her hususta diğerlerinden farklıydı. Burada şahsiyete ehemmiyet verilirdi ama Meadowbank'e disiplin de hâkimdi. Miss Bulstrode, 'çocukları ezmeden disiplin altına sokmanın,' lüzumuna inanırdı. «Çocuklar disiplin sayesinde kendilerini emniyette hissederler. Fakat onları ezerseniz, hırçınlaşmalarına sebep olursunuz.» Talebeler de dikkati çekecek gibiydi. Mea- dowbank'de muhakkak iyi ailelere mensup birkaç yabancı--- ekseri ecnebi prensesler bulunurdu. Mektebe asil, kibar veya zengin İngiliz aileleri kızlarını yollarlardı. Bu çocuklara sanat v.s. dersleri verilir, etiket öğretilirdi. Onların bakımlı, kibar, zarif, kültürlü, her mevzuda konuşabilecek insanlar olabilmeleri için uğraşırlardı. Meadowbank'e, Üniversitelerin giriş imtihanlarını kazanmayı isteyen, bu yüzden iyi öğretmen ve hususî ihtimama ihtiyacı olan kızlar da gelirdi. Talebeler arasında diğer mekteplere uyamıyan çocuklar da bulunurdu. Fakat Miss Bulstrode'un bazı prensipleri vardı. Geri zekâlı veya suçlu çocukları mektebine almazdı. Müdire, anne ve babalarından hoşlandığı kızları, ilerliyeceklerine inandığı talebeleri Meadowbank'e kabul ederdi. Kızların yaşları arasında da bir hayli fark olurdu. Eski ölçülere göre bazı talebelerin tahsil çağı çoktan geçmişti. Bir kısmı ise henüz çocuk denecek yaştaydı. Bunların çoğunun ailesi uzakta olur, Miss Buls- trode da kızların tatillerde eğlenebilmeleri için türlü hazırlıklar yapardı. Ne olursa olsun son kararı daima Miss Buls- trode verirdi.
Müdire şimdi de şöminenin önünde durmuş, inler gibi konuşan Mrs. Gerald Hope'u dinliyordu. Akıllılık etmiş ve kadına oturmasını söylememişti.
— «Anlıyacağınız, Hanrietta çok hassas. Hakikaten çok hassas. Doktorumuzun söylediğine göre--»
Miss Bulstrode, şefkatle başını salladı. Dilinin ucuna ka- dar gelen sözleri haykırmamak için kendini güç tutuyordu, «Budala! Her sersem kadının çocuğu hakkında aynı sözleri söylediğini bilmiyor musun?»
Sonra da kat'î ve müşfik bir tavırla konuşmağa başladı." «Üzülmeniz yersiz, Mrs. Hope. Öğretmenlerimizden Miss Ro- van mükemmel bir psikologdur. Henrietta'nın burada bir iki sömestr kaldıktan sonra ne kadar değiştiğini görecek ve şaşıracaksınız.» İçinden ilâve etti: «Henrietta zeki ve hoş bir kız. Sen ona ana olmağa lâyık değilsin.»
«Ah, biliyorum! Lambeth'lerin çocuğunun nasıl fevkalâde bir şekilde yetiştirdiğinizin farkındayım. Onun için kızımın burada okumasından çok memnunum. Ve—o, sahi! Az kalsın unutuyordum. Altı hafta sonra Riviera'ya gideceğiz. Henrietta'yı da götürmek istiyorum. Bu onun için de bir tatil olur.»
Miss Bulstrode, çabucak, «Korkarım, bu imkânsız,» diye cevap verdi. Sanki karşısındakinin teklifini red değil de kabul etmiş gibi, tatlı tatlı gülümsiyordu.
«A! Fakat—» Mrs. Hope'un zayıf karakterini gösteren, somurtkan çehresi karıştı. Kadın sinirlenmişti. «Maalesef bu hususta ısrar edeceğim. Neticede Henrietta benim kızım.»
Biss Bulstrode, başını salladı. «Evet. Fakat burası da benim mektebim.»
«Çocuğumu istediğim zaman mektepten alabilirim herhalde?»
Müdire, «Tabiî,» dedi. «Tabiî alabilirsiniz. Fakat o zaman da ben kendisini geri almam.»
Mrs. Hope, iyice kızmıştı artık. «Buraya yerdiğin taksitleri düşünecek olursa—»
Miss Bulstrode cevap verdi: «Evet. Zira kızınızın buraya gelmesini istiyordunuz. Fakat ya mektebin kaidesine uyarsınız, ya da Henrietta'yı alır gidersiniz. Meadowbank, başka şekle sokulamaz. Tıpkı şu sırtınızdaki zarif Balanoiaga modeli gibi... Elbise Balanoiaga'nm değil mi? Giyimden hakikaten anlıyan biriyle karşılaşmak büyük zevk.»
Mrs. Hope'un elini tutarak sıktı. Kadını usulca kapıya doğru götürdü.
«Kat'iyen endişelenmeyin. Ah, işte Henrietta da sizi bekliyor...» Akıllı uslu bir kız olan Hanrietta'ya baktı. Çocuk daha iyi bir anneye lâyıktı doğrusu.. «Margeret, Hanrietta Hope'u Miss Johnson'a götür.»
Miss Bulstrode, tekrar oturma odasına girdi. Bir iki dakika sonra Fransızca konuşuyordu.
«Tabiî, Ekselans. Yeğeninize modem salon dersleri öğretilebilir. Cemiyet bakımından lüzumlu bu. Tabiî lisan da şart.»
Ondan sonraki ziyaretçiler odaya girmeden evvel, sürdükleri pahalı koku girdi. Miss Bulstrode, geriledi.
Gayet şık olan esmer kadını selâmlarken, «Galiba her gün bir şişe parfümü tepesinden boşaltıyor,» diye düşünüyordu.
— «Enciıaniee, Madame.»
Madam şirin şirin güldü.
Sırtında ipek harmaniye olan, gür sakallı adam Müdire- nin elini öperek, kusursuz bir İngilizceyle, «Prenses Şaista*- yı mektebinize getirmekten şeref duyarım,» dedi.
Miss Bulstrode, İsviçre'deki bir mektepten gelen talebfr sinin kim olduğunu gayet iyi biliyordu, tabiî. Yalnız kızı getirenleri tanımıyordu. «Her halde gelen Emir'in kendisi değil,» diye düşündü. «Ya bir nazır veya Sefir.» Pek emin olmadığı zaman yaptığı gibi adama 'Ekselans' diye hitap ederek Prenses Şaista'ya gerekli ihtimamı göstereceklerini söyledi.
Şaista, terbiyeli bir tavırla gülümsüyordu. Kız da gayet şık elbiseler giymiş ve parfüm sürmüştü. Miss Bulstrode, Prensesin on beş yaşında olduğunu biliyordu. Fakat birçok doğulu ve Akdenizli kız gibi o da yaşından daha büyük, daha olgun duruyordu. Miss Bulstrode ona derslerden bahsetti. Şaista, lüzumsuz yere gülmeden, derhal mükemmel bir İngilizceyle cevap verince de rahat bir nefes aldı. Zaten hali ve tavırları on beş yaşındaki İngiliz kızlarımnkinden çok nazikti. Miss Bulstrode, her zamanki gibi, «İngiliz kızlarını terbiye ve nezaket dersi almaları için Yakın Doğu memleketlerine göndermeli,» diye düşündü.
Karşılıklı iltifatlardan sonra ziyaretçiler çıktılar. Fakat odadaki esans kokusu boğucu bir hal almıştı. Miss Bulstrode bu parfüm bulutunun dışarı çıkması için pencereleri ardına kadar açtı.
Ondan sonra Mrs. Upjohn'la kizı Julia Müdireyi görmeğe geldiler.
Mrs. Upjohn, otuz beş-otuz altı yaşlarında, açık kumral saçlı, çilli, şirin bir kadındı. Başında kendisine hiç yakışmı- yan bir şapka vardı. Mrs. Upjohn'un aslında şapka giymekten hoşlanmadığı, o biçimsiz şeyi de sırf günün ciddiyetine uymak için başına geçirdiği daha ilk bakışta anlaşılıyordu.
Julia ise geniş alınlı, çilli, zeki ve neşeli bir kızdı.
Lüzumlu meseleler çabucak konuşuldu. Ve Julia Marga- ret'e teslim edilerek, idare memuru Miss Johnson'a gönderildi. Çocuk çıkarken gülümseyerek «Allahaısmarladık, anneciğim,» dedi. «Şofbeni yakarken dikkat et. Artık ben yokum, o iş sana düşüyor.»
Miss Bulstrode, gülerek Mrs. Upjohn'a döndü. Fakat genç kadına oturmasını da söylemedi. Zira Julia'nın o neşeli ve makul haline rağmen, annesi kızının çok hassas olduğunu anlatmaya kalkabilirdi.
— «Bana Julia hakkında söylemek istediğiniz bir şey yok mu?» diye sordu.
Mrs. Upjohn, neşeyle cevap verdi. «Yok ya... Julia alelade bir çocuk. Gayet sıhhatli. Bence çok ta akıllı ama her halde bütün anneler çocukları hakkında aynı şeyleri düşünürler. Öyle değil mi?»
Mrs. Bulstrode, dişlerinin arasından, «Anneden anneye fark var,» dedi.
Mrs. Upjohn, gülümsedi. «Julia'nın Meadowbank'de okuyacağına çok seviniyorum. Aslında taksitleri teyzem ödeyecek. Daha doğrusu ödenmesine yardım edecek. Ben tek başıma bu masrafı kaldıramam. Fakat hakikaten çok memnunum. Julia da öyle.» Pencereye doğru giderek âdeta hasetle ilâve etti. «Bahçeniz ne kadar güzel! Çok ta temiz--ve intizamlı. Her halde bir sürü bahçıvanınız var.»
Miss Bulstrode, içini çekti. «Eskiden üç bahçıvanımız vardı ama artık yok. Civarda oturan bir iki kişiden faydalanmağa çalışıyoruz.»
Mrs. Upjohn, «Tabiî, diye başını salladı. «Artık hiç bir şey eskisi gibi değil. Bahçıvan olduğunu iddia eden adam muhakkak boş zamanında para kazanmak istiyen bir sütçü veya seksenlik bir ihtiyar. Ben bazen—» Hâlâ pencereden bakmakta olan Mrs. Upjohn hayretle bağırdı. «A! İşte bu çok garip!»
Ne yazık ki Miss Bulstrode, bu anî hayrete pek aldırmadı. Zira o anda kendisi de pencereden dışarıya, rododon- dronlarm bulunduğu tarafa bir göz atmış ve hiç te hoşuna git- miyen bir şey görmüştü. Lady Yeronica Carlton-Sandways'di bu. İyice sarhoş olduğu hemen anlaşılan kadının geniş kenarlı, siyah kadife şapkası yana kaymıştı. Yalpalayarak, kendi kendine söylenerek bahçe yolundan ilerliyordu.
Lady Veronica, malûmdu. Aslında hoş bir kadındı o. İkiz kızlarına çok düşkündü. Ailesinin tâbiriyle 'kendinde' olduğu zaman pek şirindi. Ama ne yazık ki Lady Veronica ekseri kendinde değildi. Kocası Carlton-Sandways, vaziyeti oldukça iyi bir şekilde idare ediyordu. Kuzinlerinden biri onlarla oturuyor, Lady Veronica'ya göz kulak olduğu gibi, onun içkiyi fazla kaçırmaması için de elinden geleni yapıyordu. Spor bayramında Lady Veronica, kocası Ca rlton-Sandways ve kuzininin sayesinde mektebe ayık olarak gelir ve zarif kıyafetiyle âdeta diğer annelere örnek olurdu.
Fakat zaman zaman Lady Veronica, kocasiyle kuzininin elinden kurtulur, iyice içtikten sonra evlât sevgisinin ne kadar kuvvetli olduğunu ispat için doğru mektebe koşardı... İkizler de o gün daha evvel trenle gelmişlerdi ama kimse Lady Veronica'yı beklemiyordu.
Mrs. Upjohn hâlâ konuşuyordu, fakat Miss Bulstrode'un onu dinlediği yoktu. Müdire, ne şekilde hareket etmeleri lâzım geldiğini düşünüyordu. Zira Lady Veronica'nm sarhoşluğu 'hiddet' derecesine yaklaşmak üzereydi. Neyse, sanki Miss Bulstrode'un sessiz niyazını duymuş gibi birdenbire Miss Chadwick ortaya çıktı. Nefes nefese kalmıştı, koşarcasına yürüyordu. Miss Bulstrode içinden «Sevgili, sadık: Chaddy,» dedi. Miss Chachvick'e 'Chaddy' diye hitap ederdi. «Ona daima güvenilir.,. Düşmüş bir talebe—veya sarhoş bir anne,— Chaddy hemen yetişir.»
Lady Veronica, Miss Chadwick'e cıyak cıyak, «Rezalet!» diye bağırdı. «Bana mâni olmağa kalktılar—buraya gelmemi istemiyorlardı,—ama ben Edith'i atlattım. Dinlenmek için odama çıkarmış gibi yaptım—ve arabama atladım... Aptal Edith'i kandırdım... Kara kuru, ihtiyar bir kız o... Erkekler ona bakmıyorlar bile... Yolda polisle de kavga ettim... Güya araba kullanacak halde değilmişim... Ş-ş-saçma!... Miss Buls- trode'a kızlarımı eve götüreceğimi söyliyeceğim... Onları yanımdan ayıramam... Anne sevgisi bu. Dünyanın en ulvi hissi anne sevgisidir—»
Miss Chadwick, «Fevkalâde, Lady Veronica,» dedi. «Geldiğinize o kadaı sevindik ki. Sizin bilhassa Spor pavyonumuzu görmenizi çok istiyoruz. Pavyonu çok beğeneceksiniz.»
Yalpalamakta olan Lady Veronica'yı ustalıkla döndürerek, binadan uzaklaştırdı.
Neşeyle, «Her halde kızlarınız da orada,» diye ilâve etti, «Fevkalâde bir Spor pavyonu bizimki. Yeni dolaplar. Mayolar için kurutma odası—» Sesleri uzaklaştı.
Miss Bulstrode, dikkatle onların arkasından bakıyordu. Lady Veronica bir ara Miss Chadwick'in elinden kurtulup, mektebe dönmeğe çalıştı ama imkânı mı var? Rodendron tarhının köşesini dönerek uzaktaki Spor pavyonuna doğru gittiler.
Miss Blustrode, rahat bir nefes aldı. «Yaşa Chaddy!» Ne kadar da güvenilecek bir arkadaştı o. Modern değildi. Matematik hariç fazla zeki de sayılmazdı ama en müşkül anlarda muhakkak yetişirdi.
Derin bir nefes alarak, suçlu suçlu, hâlâ konuşmakta olan Mrs. Upjohn'a döndü.
Genç kadın, «—tabiî,» diyordu. «Aslında hakikî casusluk sayılmaz. Paraşütle düşman ülkelere inmedim. Sabotaj yapmadım. Kuriye de değildim. Zaten öyle şeyler yapacak cesaretim yoktu. Doğrusu işim bir hayli sıkıcıydı. Büro işi... Plânlama... Yani haritaya, bakarak bazı plânlar yapmak. Tabiî bazı heyecanlı vak'alar—sık sık ta komik hâdiseler olurdu. Demin anlattığım gibi. Bütün gizli ajanlar Cenevre'de birbirlerini takip ederler ve bu kovalamaca ekseri aynı barda sona ererdi. Hepsi birbirlerini tanırlardı. Ben o zaman henüz evlenmemiştim. Doğrusu bazen çok eğlenirdim.»
Birdenbire duraklıyarak, mahcup ve dostça bir tavırla gülümsedi. «Affedersiniz, fazla gevezelik ettim. Vaktinizi de aldım. Halbuki daha bir sürü kimseyle konuşacaksınız.»
Miss Bulstrode'un elini sıkarak dışarı çıktı.
Müdire, odanın ortasında duruyordu. Kaşları çatılmıştı. İç güdüsü ona çok mühim olabilecek bir şeyi kaçırdığını haber veriyordu.
Bu fikri kafasından kovmağa çalıştı. Mektebin açılış günüydü bu. Daha birçok anne ve babayla konuşacaktı. Mea- dowbank, bu seneki kadar hücuma hiç uğramamıştı. Muvaffakiyetin en yüksek noktasına erişmişti artık.
Tabiî Miss Bulstrode, Meadov/bank'in bir iki hafta içerisinde korkunç hâdiselere sahne olacağını,—derdinin başından aşacağını—-hattâ mektepte cinayet bile işleneceğini bilmiyordu... Bilemezdi...
Halbuki daha evvel cereyan eden bazı hâdiseler bu neticeyi hazırlamıştı...
1. Eamat'da İhtilâl:
Meadowbank'in açılışından iki ay evvel cereyan eden hâdiseler, bu meşhur kızlar mektebinde beklenmedik akisler yapacaktı. ..
Ramat sarayında iki genç oturmuş sigara içiyor ve yarım düşünüyorlardı. Bunlardan esmer, ince çehreli, iri mahzun gözlüsü Prens Ali Yusuf'tu. Orta Doğuda küçük, fakat çok zengin bir yer olan Ramat'm şeyhiydi o. Karşısında ise kumral saçlı, çilli bir genç oturuyordu. Aslında beş parasız sayılabilirdi. Yalnız Son Altes Prens Ali Yusuf'un hususî pilotu olarak dolgun bir ücret alıyordu. Mevkilerindeki farka rağmen iki genç dostça konuşuyorlardı. Zira aslında mektep arkadaşıydılar. Mezun olduktan sonra da dostlukları hiç bir zaman bozulmamıştı.
Prens Ali, âdeta inanmıyormuş gibi, «Bize ateş ettiler,» diye mırıldandı.
Arkadaşı Bob Rawlinson homurdandı. «Evet. Bize ateş ettiler.»
—«— Niyetleri de kötüydü. Bizi düşürmek istiyorlardı.»
Bob, hiddetle, «Evet,» dedi. «Maksatları buydu.»
Ali bir an düşündü.
—- «Bir tecrübe daha yapmağa değer mi?»
«Bu defa şansımız yardım etmeyebilir. Doğrusunu istersen Ali, biz çok geç kaldık. Senin iki hafta evvel çıkıp gitmen lâzımdı. Bunu sana söyledim.»
Ramat şeyhi, «İnsan kaçmaktan hoşlanmıyor,» diye cevap verdi.
«Ne demek istediğini anlıyorum. Fakat Shakespeare, 'Kaçarsan, sağ kalır ve ertesi günü tekrar döğüşürsün,' demiş: Shakespeare veya öyle biri.»
Genç Prens, ıstırapla, «Memleketi refaha kavuşturmak için harcadığım parayı düşünüyorum da,» dedi. «Hastahane- ler, mektepler—»
Bob Rawlinson sözünü kesti:
«Sefaret bir şey yapamaz mı acaba?»
Ali Yusuf, hiddetten mosmor kesildi.
«Yani sizin sefarete mi sığmayım? Olmaz! Bunu da yapamam! O zaman müfritler muhakkak sefareti basarlar. Diplomatik dokunulmazlığa filân da aldırmazlar. Zaten böyle bir şey yaparsam, her şey de sona erer. Zira herkes beni batı taraftarı olmakla itham ediyor.» İçini çekti. «Bu olanları anlamak o kadar güç ki.» Şimdi yirmi beşinden de gençti sanki. «Büyük babam zalim bir adamdı. Hakikî bir müstebitti o. Yüzlerce esiri vardı. Hepsine de gayet fena muamele ederdi. Kabileler arasındaki savaşlarda düşmanlarını hiç acımadan öldürür veya korkunç bir şekilde idam ettirirdi. İsmini duyan korkuyla titrerdi. Buna rağmen—o hâlâ efsanevî bir şeyh addediliyor. Hayranı çok! Ulu Ahmet Abdullah! Ya ben? Ben ne yaptım? Hastahaneler, mektepler açtırttım. Evler yaptırdım... Halkın istediği söylenilen her şeyi temin ettim... Peki, ahali bunları istemiyor mu? Büyük babam gibi bir terör devri hoşlarına mı gidecek? İstedikleri bu mu?»
Bob Rawlinson, başını salladı. «Herhalde... Haksızlık ama— ne yaparsın?»
«Fakat neden, Bob? Neden?»
Bob Rawlinson içini çekti, kıpırdandı, hissettiklerini anlatmağa çalıştı. Aslında duygularını kolaylıkla ifade edebilen bir insan değildi o.
«Şey... O renkli bir şahsiyetti—zannedersem mesele bu. Büyük baban—biraz—melodrama meraklıydı. Ne demek istediğimi anlıyorsun ya?»
Melodramla alâkası olmıyan arkadaşına baktı. İyi, sakin, dürüst, samimî ve şu anda biraz da şaşkın bir genç. Ali böyle bir insandı işte. Bob da onu bu meziyetlerinden dolayı çok severdi. O ne öyle şiddetli, hiddetli bir adamdı, ne de dramatik. İngiltere'de hiddetli şiddetli, melodram meraklısı adamlar etrafmdakileri utandırdığı için pek sevilmezdi ama Bob, Orta Doğuda vaziyetin ayni olmadığından emindi.
Ali, «Fakat demokrasi—» diye başladı.
«Ah, demokrasi—» Bob, piposunu salladı. «Bu sözün mânası her yerde başka. Kelimenin esas mânasının unutulduğu muhakkak. Seninle istediğin iddiaya girmeye hazırım. Sen buradan ayrıldıktan sonra yerine gevezenin, yaygaracının biri geçecek. Kendini her gün ciyak ciyak bağırarak methedip, halkın gözünde bir ilâh seviyesine yükselecek. İtiraz etmeğe kalkan olacak olursa da kellesini uçuruverecek. Ve—bana inan—kurduğunun demokratik bir hükümet olduğunu söyli- yecek. Halktan—ve yine halk için kurulmuş bir hükümet! Ahali her halde bundan da hoşlanacak. Onlar için heyecanlı bir şey olacak bu. Kan dökülecek...»
«Biz vahşi değiliz ki. Çoktan medenî olduk.»
Bob, mırıldandı: «Medeniyetten medeniyete fark var... Sonra—-bana kalırsa hepimizin vahşi bir tarafı olmalı. İyi bir bahane bulduk mu, tamam.»
Ali, üzüntüyle: «Belki de haklısın,» diye cevap verdi.
Bob, «Son zamanlarda aklı başında, makul insanlardan hoşlanan yok... Ben, zeki bir insan değilim. Bunu sen de bilirsin, Ali. Fakat sık sık dünyanın aslında makul insanlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.» Piposunu bırakarak arkasına yaslandı. «Neyse... Bunları bırakalım. Şimdi bütün mesele seni Ramat'dan nasıl çıkarabileceğimiz. Burada tam mâ- nasiyle itimat ettiğin biri var mı?»
Prens Ali Yusuf, başını ağır ağır salladı:
«On beş gün önce bu sualine 'Evet,' diye cevap verirdim. Ama şimdi—bilmiyorum. Emin değilim—»
«Haklısın. İşin kötüsü de bu ya. Doğrusu senin bu saray da beni korkutuyor.»
Ali, sakin bir tavırla cevap verdi:
«Evet, sarayda da casuslar var... Her şeyi duyuyor,~ her şeyi öğreniyorlar...»
—' «Hangarlarda bile--» Bob, birdenbire sustu. «İhtiyar Mehmed'e güveniyorum. Adamın seziş kabiliyeti fevkalâde. Geçen giin makinistlerden birini uçağı karıştırırken yakalamış. Hem de sadık olduğuna iyice inandığımız bir makinist. Buraya bak, Ali. Buradan gideceksek, bunu bir an evvel yapmamız lâzım.»
«Biliyorum—biliyorum. Burada kaldığım takdirde öldürüleceğimi hissediyorum—hattâ bundan eminim.»
Prens, korku ve heyecanla değil de, sakin bir alâka ve merakla konuşmuştu.
Bob, ihtar etti: «Ama öldürülmemiz yine ihtimal dahilinde. Bildiğin gibi kuzeye doğru uçacağız. O zaman yolumuzu kesemezler. Fakat bu mevsimde de kuzeydeki o dağları aşmak—»
Omuzunu silkti. «Anlıyorsun değil mi, Ali? Bu çok tehlikeli bir iş.»
Ali Yusuf, endişelenmişti.
«Eğer sana bir şey olursa, Bob--»
«Sen benim için üzülme, Ali. Ben bunu kasdetmedim. Şu anda ben mühim değilim. Kaldı ki, ben genç yaşında şu veya bu sebeple öldürülen insanlardanım. Delilik yapmadığını gün yok.. Hayır—ben seni düşünüyorum. Seni zorla ikna etmek istemiyorum. Karar senin. İstersen kal, istersen kaçalım. Eğer adamlarının bir kısmı sadık olsaydı—»
Ali, kısaca, «Kaçmak hoşuma gitmiyor,» diye cevap verdi. «Fakat burada kalıp, halk tarafından parça parça edilmek te istemiyorum.»
Bir iki dakika düşündü.
Sonra da içini çekerek: «Pekâlâ,» dedi. «Gitmeği bir deneyelim. Bu işi ne zaman yapacağız?»
Bob, omuzunu silkti.
«Ne kadar çabuk yola yıkarsak o kadar iyi olur. Münasip bir bahaneyle hava alanına gelmen lâzım... Hım... Al Casar'daki yeni yol inşaatına ne dersin? Birdenbire inşaatı görmeğe karar verir, bu akşam üzeri oraya gidersin. Arabayla hava alanının önünden geçerken, durup inersin—ben de uçağı hazırlar, motoru da çalıştırırım. Yol inşaatını havadan daha iyi göreceğini söyler ve uçağa atlarsın. Tamam mı? Hemen havalanırız! Tabii yanımıza eşyalarımızı filân alamayacağız. Birdenbire karar vermiş gibi davranmamız şart.»
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Kapı Tekrar Vuruldu - 02
  • Büleklär
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 01
    Süzlärneñ gomumi sanı 3977
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2056
    31.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 02
    Süzlärneñ gomumi sanı 3917
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1988
    31.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 03
    Süzlärneñ gomumi sanı 3866
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1935
    32.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 04
    Süzlärneñ gomumi sanı 3962
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1910
    32.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 05
    Süzlärneñ gomumi sanı 3912
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1730
    34.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 06
    Süzlärneñ gomumi sanı 3955
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1744
    31.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 07
    Süzlärneñ gomumi sanı 3902
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1787
    31.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 08
    Süzlärneñ gomumi sanı 3986
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1879
    32.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 09
    Süzlärneñ gomumi sanı 3915
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1860
    32.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 10
    Süzlärneñ gomumi sanı 3883
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1918
    31.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 11
    Süzlärneñ gomumi sanı 3924
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1741
    33.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 12
    Süzlärneñ gomumi sanı 3948
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1974
    32.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 13
    Süzlärneñ gomumi sanı 3905
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1944
    33.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kapı Tekrar Vuruldu - 14
    Süzlärneñ gomumi sanı 941
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 611
    43.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    58.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    65.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.