Yeni Türkiye - 2
Süzlärneñ gomumi sanı 3785
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2262
19.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
30.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
38.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
"1904 baharında, 2 Ekim 1903 Mürzteg programıyla sultana kabul ettirilen "Avrupalı jandarma" (Hristiyan jandarma, Avrupalı subay) bazı şehirlere yerleşmişti. Umumî Vali Hilmi Paşayı çevreleyen malî müşavirlerin ve subayların çalışmalarını Osmanlı otoriteleri felce uğratıyorlar ve Avusturya, bilhassa en fazla kargaşalık içinde bulunan hududuna komşu sancakları polis kontrolundan istisna ettiriyordu. Anarşiyi arttırmak için, sultan, Makedonya'yı, ırk kavgalarını kızıştırmak için iyi bir kararla, "millî bölgelere" ayırıyordu. İhtilâlcilerin "Makedonya Makedonyalılarındır"dan başka beyanda bulunmamalarına rağmen Yunan, Sırp, Bulgar çeteleri kendi köyleri için dövüşüyorlar; Yunanlılar Ulahlarla, Sırplar Arnavutlarla hudutlardan uzaklarda bile boğazlaşıyorlar; yalnız 1907 Kasım ayı içinde Avrupalı jandarma istatistikleri 150'si Slâvlara ait olmak üzere 211 cinayet kaydediyor; 20 veya 30.000 komiteci, 100.000 başı bozuk, 150.000 Osmanlı askerine karşı 50 Avrupalı jandarma subayının elinde 6000 jandarma var! Becerebilen Makedonyalılar en çok Amerika'ya göç ediyorlar: 1903, 1908 arası dörtte üçü Slâv 75.000 göçmen" (Jacques Ancel).
Bu 19'uncu asrın uzun kargaşalığı devamınca ve geçici akitlerle zorunlu olarak arası kesilmiş harpler süresince batı düşünceleri, edebiyat sayesinde, bilhassa, İbrahim Şinasi (1826-1871) ve Namık Kemal (1840-1888) gibi mümtaz (seçkin) yazarlar yardımıyla, herşeye rağmen, Türklere nüfuz etmişti. 1865 Haziranın bir pazar günü Jean Jacques Rousseau ve Voltaire sevgisini, Stuart Mill ve Spencer bilgisiyle bir araya getiren bir gençler grubu Genç Osmanlılar Cemiyetini kurdular. Sonra Paris ve Londra'da (Ali Suavi) faaliyet şubeleri ile bir Genç Türkiye Komitesi kuruldu. İlk Jön Türk neşriyat organı Hürriyet gazetesi, 1868'de Londra'da intişar etti (yayınlandı). Bu rüşeym (oluşum) halindeki grup, suplesi olmayan, fakat liyâkatli ıslahatçı sadrazam ve Abdülhamit'ten bahsederken andığımız gibi siyasî şehit Mithat Paşanın şahsında taazzuv etmek (simge) talihine erdi. Mithat Paşa, memleketini iki meclisli bir parlemento ile cihazlandırarak (donatarak) tasarılarını gerçekleştirmişti. (11-23 Aralık 1876 Kanunu Esasisi)
Türkiye'de parlâmento rejimini Abdülhamit'le kurmak için zaman, fena seçilmişti. Harp çıkınca, sultanın emirlerine bağlı olmalarına rağmen mebuslara yol verildi: Kanunu Esasî ancak, salnamelerde kalmış, fakat işlemez bir hâlde bir kenara atılmıştı.
Jön Türk hareketi, daha sonra meşhur olan İttihat ve Terakki Komitesini, Askerî Tıbbiye'den üç arkadaşıyla kuran Dr. Abdullah Cevdet'le 1894-1895'e doğru ıslahat gördü.
Evvelce Bursa'da okul müdürü yumuşak huylu Ahmet Rıza, Paris'te Jön Türk neşriyat organlarının ilki Meşveret'i neşretti (1895). Murat Bey Cenevre'de Meşveret'e karşılık Mizan'ı çıkardı (1896).
Bu defa tek şef yoktu. Gizli olmaya gayret eden bir reisliğin vazifesini muhtelif şahsiyetler deruhte ediyorlardı (üzerlerine alıyorlardı). Bazıları kötü şöhretli oldu: Doktor Nazım, posta memuru Talât Bey, Bahattin Şakir, Damat Mahmut Paşa ve oğulları, daha sonra ayrılan Prens Sabahattin ve Prens Lütfullah.
Başlangıçta Paris ve Selânik'te yerleşmiş propaganda ocakları çoğaldılar. Abdülhamit fena metod tatbik ediyordu: ortadan kaldırmak için küçük gazeteleri satın alırken daha büyük miktarda bunların yerlerini alanları desteklemiş oluyordu.
Ordu, Fran-masonluğun desteklediği Jön Türk hareketine çabuk denebilecek bir zamanda kazanıldı. Subaylar, büyük devletlerin yerinde olmayan müdahelelerine hiddetleniyor, gayrî Müslimlerin hürriyet teşebbüslerinden telâşlanıyorlardı. Jakobenlikleri, henüz milliyetçilik seviyesinde idi. Hareketi ilk defa Selânik'teki 3'üncü Ordu topluca tasvip etti (kabul etti).
İttihat ve Terakki Komitesi'nin çok kere romantik, çok kere kahramanca olan tarihini, tafsilâtına girerek burada anlatamayız. Sadece Manastır yakınında Resne'den hareketle, bundan böyle hatırası Yeni Türkiye'nin ilk kutlama tarihi olarak tesit edilmekte olan 23 Temmuz 1908 ihtilâlini çıkaran iki subayın, Ahmet Niyazi ve Enver'in, cüretkâr hamlesini hatırlatalım.
23 Temmuz 1908 ihtilâli, herkes için, Makedonya mevzuunda Rusya ve İngiltere tasarıları üzerinde neticesiz konuşup durah batı politikacıları için, kuvvetlerini tam takdir edemeyen ve ümitlerini sultanın ölümüyle Hamit idaresinin son bulmasına bağlayan kurtarıcıların kendileri için de beklenmedik bir süpriz oldu. Filhakika, kudretin zahirî görünüşü Abdülhamit'in çevresinde emsalsiz bir baskı, men ve ihbar cihazı ile devam ettirilmekte idi. İlk isyan emaresinde, yıpranmış bir idareyi muhafaza etmeye kimsenin niyetli olmadığı ortaya çıktı. Makedonya'nın asî birliklerine karşı sultan, Asya birliklerini çağırdı, onlar ise cevap vermeyi reddettiler. Daha fenası Verisoviç'e toplanıp Yıldız'a Meşrutiyet idaresine dönüşü talep için telgraf çeken Arnavutların döneklikleri oldu.
Şu halde, razı olmak, 1876 Meşrutiyetini meriyete (yürürlüğe) koymak, seçimleri hazırlamak, yeni bir hükûmet kurmak icap ediyordu.
İktidar, bittabi ekseriyeti subay olan İttahat ve Terakki Komitesini idare edenlerindi. Bunlar, doğrudan doğruya devlet işlerini ele alacak yerde, hükûmete getirdikleri şahıslar vasıtasıyla devlet işlerini yürütmeyi ihtiyar (alışkanlık) edinmişlerdi.
Bu ilk devrede, ilk Fransız ihtilâlinin şairâne aylarında, Lui XVI gibi Abdülhamit'in de dava haricinde bırakıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü ihtiyar sultan zaruretlere boyun eğdi, iyi teşkilâtlı bir ihtilâlcilere güler yüz gösterdi.
24 Temmuz 1908, Türkiye'de ve Türkiye haricinde, sultanın hareket tarzındaki çekinmeye bakarak hükmedildiği gibi, umumî heyecan uyandırdı denilebilir.
Asi subaylar muzaffer oldukları için memnundurlar. Dünün saray adamları tekrar kendilerini toplama imkânıyla kurtulmuş olmalarına memnundurlar. Birkaç derviş, birkaç müneccim ve irtikâpla az çok doyurulmuş bir çok yüksek erkân hariç, Hamitçi memurlar, sultan ve kendileri mevkilerini muhafaza ettiklerinden hoşnutturlar. Hapse atılmış âsiler hürriyetlerine kavuştukları için bahtiyardırlar. Yunan andartları, Bulgar komitacıları Meşrutiyet sevinci içinde kardeş oluyorlar. Hristiyan halk yenilenen Kanunu Esasî'nin "tabî oldukları din ne olursa olsun, bütün imparatorluk tebaası fark gözetilmeksizin Osmanlıdır" diyen sekizinci maddesinden ötürü sevinmektedir.
Hele Fransa'da ne sevinç! Bütün cumhuriyetçiler kendilerine demokrasi ve hürriyette iltihak eden (katılan) Türk kardeşlerinin bayramını kutluyorlardı. Kendi öz telkinimizi bulmanın hoşumuza gittiği bu Türk ihtilâlinin sevinçli haberinin ilham ettiği safiyâne mısraları burada tekrarlamaya lüzum yoktur. Fakat bu hareketin diplomatik sahada tesir ve yayılışı o derece kuvvetli idi ki, Abdülhamit'e çok bağlı Almanya İmparatoru bile, iktidara gelişleri umumî bir teveccüh ile selâmlanan bu bahtiyar suikatçileri tebrik etmekten kendini alamadı. Şüphesiz ki hükûmet reisi Kâmil Paşa tarafından açıklanan programın bazı maddesi kapitülâsyonların muhtemel ilgasını bildirdiğinden yabancılar için gönül kırıcı idi. Fakat dikkatli birkaç izan (anlayış) sahibi hariç, tebliğ safhası, geçirilen zaman ve felâketlerle kazandığı gerçek ehemmiyetini bulamadı.
Yenilenen Türkiye'ye bir dostluk kredisi açılmıştı (1909). Bu evvelce olduğu gibi, idamlar sistemi işlemeye başlayana kadan uzun aylar sürdü. Fazla olarak hükûmetler tereddütlü veya yorgun cumhuriyetlerdeki kadar çabuk birbiri arkasından değişiyordu. Bir komite istibdatı, sultanın istibdatı yerine dehşet saçıyordu. İstanbul örfî idare altına alınmıştı. Biriken bu hatalar, Selânik birliklerinin müdahelesine sebep olan ve temsilî bir sultanla, Mehmet V ile değiştirilen Abdülhamit'in tasfiyesini mazur gösteren bir tepkiyi tahrik ettiler (27 Nisan 1909).
Türk dahilî hayatı böylece karışmış iken, millî ihtirasın aniden alevlenmiş olduğu Balkanlar'da, Temmuz 1908 ihtilâlinin neticeleri gelişiyordu. Türk milliyetçiliği tarafından yaratılan atmosferde, Sırp ve Bulgar milliyetçilikleri canlanıyorlardı. "Avusturya, kendini rahatsız etmeyen Bulgar milliyetçiliği ile bağdaşmazdı. Avusturya,Yugoslav kaynaşmasına son vermek için cüretkâr bir karar aldı: 5 Ekim 1908'de François-Joseph, 1878'de Avripa'nın muhafazasını kendine emanet ettiği Türk eyaletleri Bosna Hersek'in ilhakını ilân etti. Daha önc, Avrupa'yla anlaşarak Prens Ferdinant, krallığa tahvil ettiği (çevirdiği) prensliğinin istiklâlini ilân etmişti; kendini Bulgarların çarı ilân ettirdi" (J. İsaac)
Avusturya'nın kararı, başlangıcının tarihini belirtmemek ihmalcilik olabilecek olan Merkezî Avrupa buhranını açıyordu.
Bu arada, Jön Türk hükûmeti, dahilî statüsüyle aynı zamanda haricî politikasını nafile tesbite uğraşıyordu. Dahiliye nazırı Talât Bey, Selânik'te: "Rejimimizin, bütün teveccühlere rağmen, bekâsı için hakiki bir desteğe ihtiyacı olduğundan kudret sahibi Üçlü İttifak'la bilhassa Avusturya-Macaristan'la ve dolayısıyla hem kuvvetinin hem teveccühünün kâfi delillerini bize göstermiş bulunan Almanya ile sıkı bir dostluğu devam ettirmeye mecburuz," diye söylüyordu.
1911. "İhtilâl bitmemiştir. İhtilâli kazananların menfaatleri çekişmek için ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştükleri devredeyiz: Bu, Umumî Selâmet Meclisi veya İttihat ve Terakki dedikleri bütün mutlak meclislerin âkibetidir". (René Pinon) Fakat bu dahilî karışıklıklar yanında haricî hadiseler harp mantığına uygun olarak cereyan ettiler. Fas hadiseleri, Afrika toprakları için tamahı uyandırdı ve bilhassa İtalya, Fransa Fas'a ve Almanya Kongo'ya yerleştiğine göre Trablus'u kapmanın saati geldiğini düşündü. Jön Türkler, Trablus'u itibarları zedelenmeden bırakamazlardı. Harp, İtalyanlar Trablusgarp'ı işgal ettiklerinde ilân edildi (7 Ekim 1911). Bir sene sonra Türkiye, Merkezî İmparatorlukların tazyiki altında anlaşmaya mecbur oluyordu (Ekim 1912).
Fakat Türk-İtalyan harbi diğer harpleri hazırlıyordu. Bulgaristan Sırbistan'la (Mart 1912), sonra Yunanistan'la ittifak ettiğinden, Karadağ Sırbistan'a yardım vâad ettiğinden, Rusya tarafından gizlice muzaheret (yardım) gösterilen bir Balkan İttifakı Türklere karşı ortaya çıktı. Yunanlılar Selânik'e girer iken, Türkler Kırkkilise'de (Kırklareli), Bulgarlar Kumanova'da Sırplar tarafından mağlûp edildiler. Bulgarlar, İstanbul'a 30 km. mesafede, Çatalca'da, durdurulabildiler. Türkler, kendilerine Avrupa'da yalnız İstanbul ve Boğazları bırakan Londra Sulh mukaddimatını (antlaşmasını) (30 Mayıs 1913) imzaladılar. Bu mağlûbiyet saatinde ne Üçlü İttifakta ne de Küçük İtilâf'ta dostları kalmamıştı ve Pierre Loti'nin sesi "Can çekişen Türkiye" için tek başına bir matem şakısı olmuştu. Birkaç ay sonra (1913 Aralığı) Alman generali Liman von Sanders Birinci Ordu Kumandanlığına getiriliyordu. Rusya'nın itirazı üzerine, generalim görev emri Türk Ordusu Müfettişi olarak değiştirildi. 1914 Ekiminden itibaren, Türkiye Dünya Harbi'nde Almanya yanında yer alıyordu.
1908 hadiselerinden çıkan Türkiye'yi Almanya'ya doğru sürükleyen karara, halâ iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Komitesini muhalefet eden Ahrar Fıkrasının veya İtilaf Partisinin veya tam ünvanını vermek için saflarında Prens Sabahattin ve Lütfi Fikri'nin faaliyet gösterdiği, fakat Kâmil Paşa ve gayrimüslim unsurlara dayanan Hürriyet ve İtilaf 'ın yarattığı ayrılıklar sebep olmuştu. Komite ve bu muhalefet arasındaki mücadele gaddarlığın en feci şekillerine büründü: İtilâfçı Harbiye Nazırı Nazım, askerî şöhretinin kinlerden koruyamadığı Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, müteaddit defalar ilân edilen bir örfi idare marifetiyle gazeteleri muntazaman kapatılan ve üstelik kötü muameleye maruz bırakılan gazetecilere yapılan cinayetler. Tanınmış bir muharrir olan Hüseyin Cahid'in idare ettiği ve komitenin resmî neşriyat organı Tanin de bu sansürden kaçınamadı. Sansürün darbeleri eski batı usulüne göre önleniyor; kapatılan Tanin, Renin, İkdam, İktiham oluyordu.
Türk Robespierreliği rolünde ise muzaffer ihtilâlin uyanık subayı, maceralarda rütbeler alan, şimdi paşa ve Sultan mehmet V'le hânedana damat olan Enver Paşa idi. Hakikatte Türkiye'nin harp içerisinde muharip (savaşan) taraflardan birine katılmasına ve neticede sonuna karar veren de olur.
Enver, niçin Alman dostu oldu? Çünkü Almanya, Boğaziçi kıyılarında kudret ve kararı temsil ediyordu. Rusya, ananevî düşman idi ve Fransa, İstanbul'da, prestijine yaramayan imtiyazlı bir saflık havası içinde idi. Sarı kitap, Sadrazam Sait Halim'in, İtilâf temsilcilerine 4 Ağustos 1914'te "Babıâlî'nin kâti bir bitaraflık gözeteceğini" temin ederken istifade ettiği bu saflığın izlerini taşır. Aynı ayın 8'inde aynı teminatlar ve İngiliz donanmasından kaçan ve Boğaziçi'ne doğru yolda olan Alman kravüzörleri Breslau ve Goeben'e Çanakkale Boğazı'nın kapatılacağı vaadi. 10 Ağustos 1914'te iki gemi Boğazlar'ı aşıyor ve ertesi günden itibaren bir satış masalıyla Türk gemisi olarak maskeleniyordu. 11 Ağustos 1914'ten, İstanbul'la Rusya, İngiltere ve Fransa'nın bütün siyasî münasebetleri kestiği 31 Ekim 1914 tarihine kadar Türkiye, emperyalizmin yeni müttefikine cephane, işçi ve bahriyeli veren Almanya'nın askerî müstemlekesi olur. Bu, İtilâf devletleriyle harbe, aynı zamanda mukaddes cihada hazırlıktır.
Kararı Talât, Cemal ve Enver paşalar takbik edecektir: Cemal Paşa İstanbul askerî valisidir, Talât Bey dahiliyeyi, polisi idare eder ve bilâhare sadrazam olacaktır (Ocak 1917), üçüncüsü daha aldatıcı, daha kurnaz, fakat asker olduğu için kendini Napolyon sanmak derecesinde mağrurdur. Bu triumvira, ihtilâlin babası yaşlı Ahmet Rıza'yı ve intihar eden (1 Şubat 1916) Velieaht Prens Yusuf İzzetin'i susturur. Bu arada kapitülasyonlar kimseye danışılmaksızın kaldırıldığında, zorla herşey Türkleştiriliyordu. Ermenistan vak'alarına yeniden bir dönüş olduğu kendiliğinden anlaşılıyor. Amerikalı Morgenhau'un tahkikatı benzeri görülmemiş bir dehşet bilânçosunu açıklıyor.
Aşırılıkları bu sert şekilde tezahür eden (beliren) milliyetçiliğin, başka propaganda tarzları da vardı. Bilhassa, Hamdullah Suphi ve romancı Halide Edib'in beraberce çalıştıkları Türk Yurdu mecmuası ile prensipleri açıklanan milliyetçilik, Türk Ocaklarını kuruyordu. Sultan bu gösterilere yabancı kalıyordu: Çanakkale zaferine veya ordularının methine titrek bir elle manzumeler yazmakla iktifa ediyordu.
Büyük Harbin ve ona Türk iştirakinin (katılmasının) tarihini yeniden yazmanın yeri değildir. Sadece tarihçilerin nasıl bir ihtimamla bu Türk iştirakini asgariye indirdiklerine işaret etmek münasip olur. Fransa tarafından kini sürdürmek hiç temenni edilmemiştir: aksine, muharebelerin meşru şiddeti içinde, Türk ruhunu belirten alicenaplık ve insanlık çizgilerine işaret etmekle iktifa edilmiştir.
Pekâlâ şimdi, harbin müsebbibi Jön Türkler hakkında maziye intikal etmiş bir meselede, nasıl bir hüküm vermek lâzımdır? Mazeret mevzuubahs olmaksızın durumları başlı başına bir izahtır. Bu izah nedir? Osmanlı İmparatorluğunu teşkil eden bütün unsurlardan kaygılanan vatanperverlikleri ve imparatorluk Hristiyanlarının kurtuluş teşebbüsleri, İttihatçılar, Osmanlılık fikrini tutmuşlardı ve bu mükellefiyeti taşıyabilmek için doğru bir mantıkla Abdülhamit'in İttahadı İslâmcı (İslâm Birliği) politikasını yenilemek zorunda kalmışlardı. Böylece Arnavutlara, bir Hint-Avrupa dili için hemen hemen kullanışsız olan Arap harflerini aldırmaya kadar gitmişlerdi.
İslâma, sırf vatanperverlik mülâhazasıyla dönüş, imparatorluk Hristiyan tebaasının hâmileri (koruyucuları) İtilâf memleketlerine karşı Jön Türkler'in beslediği husumeti (düşmanlığı) yakından izah eder. 1908 esaslarından uzaklaşmayı anlamaya imkân verir.
Jön Türk hareketinin nazariyatçısı sosyolog Ziya Gökalp, hareketin programını şu üç kelimeyle izah etmişti: Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (Batılılaşmak)! İslâmlaşmak! O zamandan beri tasavvur edilen, devletin ve dinin ayrılmasına hiç benzemeyen bir şey!
Islahatlar, bilhassa tensikatlara (kısmalara) "idarî kadroların yeknesak, tertipli bir hâle getirilmesi için tasfiyesi"ne hasredilmişti (ayrılmıştı). İki Meclis, namuslu ve usanmaz cethi nihayet mükâfatlandırılmış Ahmet Rıza'nın riyasetinde (başkanlığında), devri sabıkın en bariz suistimallerine son vermek mevzuubahs olduğunda birçok kanuna oy verdiler; fakat yenilerini yapmada çekingen kaldılar. Dinî taassubu gücendirmek korkusu, eski alışkanlıklara şuursuz bir hürmetten bahsetmeksizin Jön Türk ıslahatçılarının heyecanını sık sık dizginledi. Onların ve Mustafa Kemal'in icraati arasında ne büyük fark! Birincilere bu dar hareket tarzını veren belki ve bilhassa bu mukayesedir (karşılaştırmadır) ve şüphesiz ki İttihatçılar için bir intikal (geçiş) devresi insanları olmak mazeretini kabul etmek doğru olacaktır.
Büyük bir şef bulmak talihine de eremediler. Belki büyük bir şef olma istidadından olan Mahmut Şevket'in ömrü, yapabileceğini göstermek için vefa etmedi. Her biri yapı itibarıyla kısa boylu üçler birtakım liyakatlere sahip idiler, fakat hiçbiri büyük çapta değildi.
Nihayet ilâve icap ederki, İttihatçılar, halk efkârının gözünde itibarlarını, iaşe rezaletleri ve aralarından bazılarının bulaşmış bulunduğu gayrimüslimlere fena muamele ile kaybettiler. Bütün dünyada olduğu gibi harp içerisinde yeni zenginler edinen Osmanlı rejimi diğer taraftan muhtelif (çeşitli) idare işlerinden de zarara uğradı. Bir Kara Kemal'in icraati meşhur olarak kaldı. Feshine karar vermek için, 1918 Ekiminde komitece yapılan son içtimada (Kongreye nazarî olarak bütün salâhiyetlerin intikali) Talât Paşa, partisine isnat edilen vakıaların doğruluğunu mahzun bir eda ile kabul etti. Bu icraatı önlemek niyetinde olduğunu ancak meselenin ahval ve şerait müsaade ettiği zaman, daha ileride ortaya atılmasını teklif etti.
Meselâ Bahattin Şakir gibi bazı ittihatçılar, isimlerinin Ermeni kaliâmlarına karışmasıyla, kötü gösterildiler. Komite bunları reddetmeyerek susmasıyla örtbas etti ve suçları üzerine almış oldu.
Bu sebepten ve başkalarından sönmeyen kinler, bu siyasî partinin idarecilerini takip edecektir. Meşhur triumvira azalarının Asya ve Avrupa'da harpten bir hayli sonra feci şekilde öldürüldükleri göze çarpacaktır. İttihatçı eski sadrazamlardan biri Prens Sait Halim ve Dr. Bahattin Şakir de aynı âkıbete uğradılar.
Komitenin fırtınalı mukadderatının feci sonu, İzmir Suikastı davası ve komite azalarından dördünün idama mahkûmiyeti oldu (26-27 Ağustos 1926). Bunlar arasında, memleketin merkezî imparatorluklar yanında harbe girişine karşı itiraz etmiş bulunan nadir Jön Türklerden biri, Cavit Bey de vardı.
29 Eylül 1918'de Bulgaristan silâhları bıraktığında, Suriye'de General Allenby Kumandasında İngiliz birliklerinin ilerleyişinden müteessir olan Türklerin daha uzun zaman mukavemet edemeyecekleri belli oldu. Filhakika bir ay sonra, yeni Bahriye Nazırı Rauf Bey ve Akdeniz Müttefik Donanmaları Baş Kumandanı Amiral Calthrope, Mondros körfezinde demirli Superb zırhlısında bir mütakere aktediyorlardı.
General Franchet d'Esperey'in tasvibini getirmesi icap eden kuriye İngiliz hatlarında kaldığından, İngiliz Amirali, Müttefikler adına, mütarekeyi yalnız olarak imzalamıştı. Müzakerelere, Kut el-Amarâ (Irak cephesi) esiri, esaretinden beri Türklerin büyük dostu olmuş olan General Towshend'in arabuluculuğu ile başlanmıştı.
Bu anlaşmanın başlıca hükümleri şunlardır: Boğazların serbestliği; ordunun terhisi ve harp gemilerinin teslimi; Toros tünellerinin işgali; telgraf merkezlerinin kontrolu; ticaret gemilerinden ve demiryollarından Müttefiklerce faydanılması; imha etmemek kaydı ile Müttefikler istediklerinde, silâh, cephane, harp malzemesinin teslimi; Ermenilerle meskûn bir yerde kargaşalık patlak verirse Müttefiklerin burayı işgal etmeleri.
Bir maddeyi, belki neticeleri itibarıyla en mühimi olanını ilâve etmek icap eder: Müttefikler, emniyetleri için lüzumlu gördükleri bazı stratejik noktaları işgal etmek hakkını muhafaza ediyorlardı. (7'nci madde)
Mütakere şartları, Türklerin derhal silâhsızlanması hususunda ısrar etmemekle, az şiddetli gibi telakki edilebilirdi, fakat bu yumuşaklık bile hiç olmazsa mevzuubahs 7'nci madde kadar müstakbel ihttilâflara gebe idi. Unutmamak lâzımdır ki, Fransa, eski bir Yunan dostu Clemanceau ve İngiltere öfkeli bir Türk düşmanı Lloyd George tarafından idare edilmekte idi.
Mondros mütakeresi Ahmet İzzet Paşanın ve Mehmet IV (Vahdettin)'nın hükümdarlığı sırasında imzalandı.
Aynı senenin temmuz ayından beri sultan olan bi ikincisi, saltanatı kısa süren Murat V dahil, diğer üç selefi gibi Abdülmecit'in oğlu idi. Zeki, fakat karaktersiz bir insan idi.
Bütün Türklere yayılmayan bir gevşeme, harbi takip etti,fakat rehavet uzun sürmedi. Zaten harpten mütessir olmuş memleketi yeni mücadeleler bekliyordu.
Türk halk efkârı, vatanın bölünmesinden bahsolunmasını istemiyordu, ancak bir manda ihtimalini kabul ediyordu. Halbuki Müttefikler, hattâ harp sırasında taksimin şartlarını, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında aktedilen 26 Nisan 1915 Londra anlaşması gibi ahitlerle (anlaşmalarla) tesbit etmişlerdi. Bu tasarılardan ve parçalanmalardan bihaber bazı Türk gazeteleri, İngiliz mandasını övüyor (bilhassa Alemdar), diğerleri 8 Ocak 1918 Reis Wilson beyannamesinin 12'nci maddesinin tesiri altında kalmış, Amerikan tarafları idiler (İstiklâl). Ali Kemal, Rıza Tevfik, Sait Molla, Şeyhül İslâm Mustafa Sabri'nin mensup oldukları bir İngiliz Dostları Cemiyeti bile kuruldu. Rahip Frew bu cemiyetin kurulmasında mühim bir rol oynadı.
Fakat az sonra, Müttefikler mütakere hükümlerinin tatbikine geçtiler. Muahede (anlaşma) hükümlerini tatbike kâfi derecede Türkiye'nin gayret etmediğini bahane ederek, Kasım 13'te, İstanbul'a kadim (eski) başşehir Hristiyanlarının heyecan gösterisi ile istikbâl edilen (karşılanan) donanmalarını gönderdiler ve aynı ayın 23'ünde General Franchet d'Esperey, Türklerin kalbinde hatırası uzun zaman hüzünle kalacak olan muzafferane girişini yaptı.
Bu hadiseler, milliyetçi (İttihatçı) veya sırf vatanperver olsun kaynaşmanın tekrar uyanmasını, aynı zamanda azınlık unsurlar arasında istiklâl emelinin yeniden doğmasını mukadder olarak tahrik edecek veya hiç olmazsa şiddetlendirecekti.
Şu manalı olaylar zikre değer: Yunan Konsolosluğu tarafından asılan ve dalgın yolcuların hayret bakışları altında Beyoğlu kaldırımlarını süpüren muazzam Yunan bayrakları ve camiye karşı muhtemel bir hareketi önlemek için ihtiyaten Ayasofya'nın kubbeleri altında yatırılan Türk askelerinin nöbet tutması.
Bu andan itibaren, Türk vatanının kurtulması için türlü cemiyetler kuruldu. Bilhassa merkezi İstanbul'da, biri Erzurum'da ve bir başkası Harput'ta mümessillikleri olan Vilâyatı Şarkiye Müdafaaî Hukuku Milliye Cemiyeti vardı. Bu cemiyetin başlıca sözcüsü meşhur Türk kitapseveri, Diyarbakır sabık (eski) Defterdarı Ali Emirî Efendi idi. Gaye, Müslümanların göçünü önlemek ve Ermenilerin muhtemel teşebbüslerine mukaveket etmek idi. Diğer cemiyetler, ademî merkeziyetçilikte bir çare veya daha az kötülük görerek, infiratçılık isnadına (ayrılıkçılık suçlamasına) uğramak pahasına bölgeci gruplaşmalar yaratıyordu. Edirne bölgesinde Trakya Paşaeli Cemiyeti veye Pontus müstakil devletini kurmak istemelerinden şüphe edilen Rumların hareketine karşı savaşmayı tasarlayan, merkezi İstanbul'da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyet gibi.
Ayrı ayrı unsurlardan mürekkep olan Osmanlılar, Türkler için yeni endiye mevzuları teşkil eden muhtelif cemiyetlerde gruplaşıyorlardı. Pontus bölgesindeki faaliyetlerinden başka olarak, Rumların İstanbul'da Patrikhanenin himaye ettiği yetişkinlere açık Mavri Mira izcilik teşkilâtı vardı.
Kürtler, bir yabancı kuvvetin himayesinde Kürdistan istiklâlini güden Kürt Tealî Cemiyetini İstanbul'da kurdular. Diyarbakır, Bitlis ve Elâzığ'da (Harput) mümessillikleri vardı.
Tamamen Türk dahilî siyaseti bakımından, partilerin durumu, uğranılan mağlûbiyetle altüst olmuştu.
Fesh edilmiş İttahat ve Terakki Komitesi tarafından terkedilmiş hükûmet mevkilerini eski Hürriyet ve İtilâf azaları ele geçirdiler; Peyam gazetesi ve daha sonra Mihranın yerine geçen Sabah'ın başyazarı polemikçi Ali Kemal Dahiliye Nazırı oluyor (gerçekte kısa zaman için: Mayıs-Haziran 1919) Filozof Rıza Tevfik'e de aynıyle bir vekâlet temin edildi.
Jön Türkler, bununla beraber iktidarı ele geçirmek ümidinden vazgeçmediler ve partinin yeni ismi olan Tereddüt Fırkası altında tekrar toplanmaya teşebbüs ettiler. İngilizler, bu kaynaşmalara, başlıca İttahatçıları (bu arada sürgün mektupları 1931'de neşredilen (yayınlanan) Ziya Gökalp'ı) hapsederek ve sonra Malta'ya sürerek son verdiler. 16 sürgün Maltan'dan kaçmaya ve Avrupa'ya geçmeye muvaffak oldu. (Sabık İaşe Nazırı Kara Kemal bunların arasında idi.)
Mütakereden sonra siyasî klüp veya cemiyet olarak, Hürriyet ve İtilâf (Reisi Albay Sadık Bey), Ferit Paşa tarafından riyaset edilen, İngiliz tarafları Sulh ve Selâmet, Tealî-i İslâm Cemiyetleri vardı.
Türk Ocakları da kapatıldı, fakat İttihatçılar gizli olarak faaliyete devam ediyorlardı.
Böylece, İngilizler memleket üzerinde baskılarını daha fazla arttırmaya lüzum gördüklerinden politika atmosferi bir hayli bulanık idi.
1919 Ocağından itibaren, Musul'u 3 Kasım'dan beri işgal altında bulunduran İnglizler Kilikye'da (Adana, Maraş, antep) ve Urfa'da (eski Edes) yerleştiler. 7 ay sonra Suriye ile beraber bu mıntıkayı Fransızlara bıraktılar. Fakat bu andan sonra Türkler, Mustafa Kemal Paşa tarafından tâyin edilen muhtelif subaylar ve 3.300 kişi ile Mersin, Tarsus, Osmaniye mıntıkasında bir Adana cephesi kurmuşlardı.
Esasen, Mütakerenin arifesinde Halep yakınında bulunan Katma'daki umumî karargâhında Mustafa Kemal Paşa, Ali Cenaî Bey gibi mümtaz kimselere millî müdafaa çeteleri teşkil etmelerini tavsiye ve onlara silâh tedarik etmişti.
29 Nisan 191'da İtalyanlar, 26 Nisan 1915 Londra anlaşmasına uygun olarak Antalya'yı ve Anadolu'nun doğu-batı köşesini işgal ettiler.
Bu toptan işgaller haricinde İç Anadolu'daki muhtelif şehirlere Müttefik birlikleri giriyordu: Konya'da İtalyanlar, Merzifon ve Samsun'a İngilizler, Bursa ve Balıkesir'e Fransızlar yerleşmişlerdi.
Müttefikler arasında tevali eden (süren) ihtilâflara ve muhtelif beynelmilel anlaşmazlıklara rağmen, Türk arazisi üzerindeki bu el koyuşlar, şüphesiz, evvelden kararlaştırılmış bir plâna göre devam ediyordu. Bununla beraber bunların halk efkârında, Türkiye'nin bütünlüğüne yeni bir darbe kadar tesirleri katî olmuyordu. Müteşebbisleri tarafından ağır bir psikoloji hatası ile İzmir Yunanlılara işgal ettirildi.
Vaziyetten iyi haberdar edilmeyen İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya başvekilleri içtimaında (toplantısında), "Yüksek Meclis", Mütakerenin 7'nci meşhur maddesi gereğince, Yunanistan'ın İzmir'i işgale salâhiyetli kılınmasına karar verdi. 14 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız, Amerikan ve Yunan birliklerinden müteşekkil (oluşan) bir donanma ile Amiral Calthrope İzmir limanına girdi. Calthrope, bu kararı XVII'nci Osmanlı Kolordu Kumandanlığına resmen tebliğ ve kumandanlığı muhalefet etmemeye davet etti. Kolordu kumandanı İstanbul'dah talimat talep etti. Fakat âciz hükûmet, İngiliz amiralinin tebliğinin Mütakere hükümlerine uygun olduğunu Harbiye Nezareti vasıtasıyla bildirdi.
15 Mayıs'ta sabahın saat 7'sinde, nakliye gemileri, Yunan Averof ve Limnos zırhlıları refaketinde (eşliğinde), Albay Zafiriotis kumandası altındaki birliklerin çıkartmasına başladılar. Yunun askerleri İzmir'in Ortodoks halkının alkışlarıyla karşılandılar. Bazı taşkınlıklar yapıldı. Türk askerleri serpuşlarını (şapkalarını) çıkararak "yaşa Venizelos" diye bağırmaya zorlanıyordu ve itaat etmeyi red eden bir Türk subayı öldürüldü. İsmi Fethi Bey idi ve XVII. Kolordu askerlik şubesi reisi ve erkânıharp albayı idi. Yunan torpitoları, Türk askerlerini getiren gemiler üzerine ateş ettiler, 30 kişiyi öldürdüler, 40 kişiyi yaraladılar. 8 gün sonra, İzmir hinterlandı da böylece işgal edildi.
Silâhlı bir mukavemet imkânsızlığından, vatanseverler, Calthrope tebliği haberi üzerine derhal bir Reddi İlhak Cemiyeti kurdular. Fakat Müttefiklerin Türkiye'ye karşı tuttukları politikaları için daha endişe verici bir hadise hemen hemen aynı zamanda vuku buldu. Tam İzmir'in işgalinin ertesi günü, 16 Mayıs, Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'u Millî Mukavemeti idare etmek üzere Samsun'a gitmek için terkediyordu.
Bu fevkalâde insanı okuyucuya takdim etmek sırası gelmiştir.
İKİNCİ BAHİS
MUSTAFA KEMAL
SAMSUN'A HAREKETİNE KADAR HAYATI
(16 MAYIS 1919)
Mustafa Kemal - Çocukluk ve tahsil seneleri - Askerlik mesleği - İlk muharebeler - Büyük harp (Çanakkale, Kafkas cephesi, Filistin ve Suriye) , Mütakereden sonra.
"Şarkın uyanış tarihine, hadiselere tesir eden nafiz (seçkin) simalı yaratıcısının siluetini çizmeksizin girmek imkânsızdır. Çok nadir ahvalde birbiriyle beraber olan iki vasıf, onda bir arada bulunmaktadır: Askerî kumandanlık kabiliyeti, sivil teşkilâtçılık kudreti.
"Kuvvetli şahsiyetiyle Anadolu'nun şefi, değiştirdiği şark ruhu üzerinde derin tesir icra eder." (Berthe Georges-Gaulis)
"Mustafa Kemal'in şahsiyeti bu son senelerin Türkiye tarihini baştan başa doldurur. Sultan ve Babıâlî'nin ihanetiyle vicdanı isyan ederek İstanbul'u terkettiği, Osmanlı İmparatorluğu yerine bir millî Türk devleti yaratmak için Samsun'a çıktığı günden beri olan askerî zaferler, siyasî ihtilâl, içtimaî ıslahatlar (devrimler), hepsi onun kendi eseridir. O, her seferinde, her sahada ve ne kritik durumlarda takip edilecek yolu çizmiştir; tatbik edilecek usul hakkında karar vermiş ve icrasını idare etmiştir. Meclisin üstünde ve dışında milletine lüzumlu teşviki aşılamaya devam eden de odur. Evvelce savaş meydanlarında ne idi ise, devletin başında yine öyle, bir hareket adamı, insan idarecisi olmak istiyordu. Nutuklarında şatafatlı cümleler, sözlerinde değersiz, ağdalı hitabet yoktur. Lisanı sade, samimî, gösterişsiz, herkesin anlayabileceği seviyededir. Ve görüldüğü gibi, tek bir ülkü onu tamamen kavramıştır: Medeniyet. Mustafa Kemal'e göre Türkiye, Dünya'yı idare eden modern medeniyeti kayıtsız, şartsız kabul etmeli, asrıyla beraber yürümelidir." (P. Gentizon. Mustafa Kemal ou L'Orient en marche)
"Kemal, diktatörlüğe, benzerini söylemek çok güç olan, neticeleri zengin, kesin bir zaferin kanatlarıyla ulaştı."
"Mustafa Kemal, tam bir istiklâlden faydalanan ve Osmanlı İmparatorluğunun en şanlı anlarından sonra maruz kaldığı yabancı müdahalelerden masun görünen yeni Türkiye'yi ortaya çıkardı. Bütün aşağılatılmalara tevekkülle katlanan ve büyük devletlerce taksimi kararlaştırılmış bir halktan en büyük devletler tarafından tam itibarla muamele edinen bir millet vücuda getirdi. Hürriyete alışmış olmayan bir halkın, kurtarıcısının elleri içine bütün kudretleri vermesine nasıl hayret etmemeli?"
"Mustafa Kemal, bir sulh idaresi ile 12 harp ve felâket senesinin yaralarını iyileştirmekle iktifa etmedi. Bir doğu halkında asla görülmemiş en derin ihtilâli Türkiye'de yaptı: Hilâfeti kaldırdı ve onu uzun zamandan beri temsil eden Osmanlı hanedanını memleket dışına çıkardı; dinin devlet işlerine karışarak idarenin temelini teşkil ettiği bir memlekette onu devletten ayırdı; esastan dine bağlı bir halktan, kökten lâik bir millet yaptı."
"Gelenekler düzeninde ortaya attığı devrim, din alanıdaki kadar deri ve tamdı." (F. Cambo)
Bu 19'uncu asrın uzun kargaşalığı devamınca ve geçici akitlerle zorunlu olarak arası kesilmiş harpler süresince batı düşünceleri, edebiyat sayesinde, bilhassa, İbrahim Şinasi (1826-1871) ve Namık Kemal (1840-1888) gibi mümtaz (seçkin) yazarlar yardımıyla, herşeye rağmen, Türklere nüfuz etmişti. 1865 Haziranın bir pazar günü Jean Jacques Rousseau ve Voltaire sevgisini, Stuart Mill ve Spencer bilgisiyle bir araya getiren bir gençler grubu Genç Osmanlılar Cemiyetini kurdular. Sonra Paris ve Londra'da (Ali Suavi) faaliyet şubeleri ile bir Genç Türkiye Komitesi kuruldu. İlk Jön Türk neşriyat organı Hürriyet gazetesi, 1868'de Londra'da intişar etti (yayınlandı). Bu rüşeym (oluşum) halindeki grup, suplesi olmayan, fakat liyâkatli ıslahatçı sadrazam ve Abdülhamit'ten bahsederken andığımız gibi siyasî şehit Mithat Paşanın şahsında taazzuv etmek (simge) talihine erdi. Mithat Paşa, memleketini iki meclisli bir parlemento ile cihazlandırarak (donatarak) tasarılarını gerçekleştirmişti. (11-23 Aralık 1876 Kanunu Esasisi)
Türkiye'de parlâmento rejimini Abdülhamit'le kurmak için zaman, fena seçilmişti. Harp çıkınca, sultanın emirlerine bağlı olmalarına rağmen mebuslara yol verildi: Kanunu Esasî ancak, salnamelerde kalmış, fakat işlemez bir hâlde bir kenara atılmıştı.
Jön Türk hareketi, daha sonra meşhur olan İttihat ve Terakki Komitesini, Askerî Tıbbiye'den üç arkadaşıyla kuran Dr. Abdullah Cevdet'le 1894-1895'e doğru ıslahat gördü.
Evvelce Bursa'da okul müdürü yumuşak huylu Ahmet Rıza, Paris'te Jön Türk neşriyat organlarının ilki Meşveret'i neşretti (1895). Murat Bey Cenevre'de Meşveret'e karşılık Mizan'ı çıkardı (1896).
Bu defa tek şef yoktu. Gizli olmaya gayret eden bir reisliğin vazifesini muhtelif şahsiyetler deruhte ediyorlardı (üzerlerine alıyorlardı). Bazıları kötü şöhretli oldu: Doktor Nazım, posta memuru Talât Bey, Bahattin Şakir, Damat Mahmut Paşa ve oğulları, daha sonra ayrılan Prens Sabahattin ve Prens Lütfullah.
Başlangıçta Paris ve Selânik'te yerleşmiş propaganda ocakları çoğaldılar. Abdülhamit fena metod tatbik ediyordu: ortadan kaldırmak için küçük gazeteleri satın alırken daha büyük miktarda bunların yerlerini alanları desteklemiş oluyordu.
Ordu, Fran-masonluğun desteklediği Jön Türk hareketine çabuk denebilecek bir zamanda kazanıldı. Subaylar, büyük devletlerin yerinde olmayan müdahelelerine hiddetleniyor, gayrî Müslimlerin hürriyet teşebbüslerinden telâşlanıyorlardı. Jakobenlikleri, henüz milliyetçilik seviyesinde idi. Hareketi ilk defa Selânik'teki 3'üncü Ordu topluca tasvip etti (kabul etti).
İttihat ve Terakki Komitesi'nin çok kere romantik, çok kere kahramanca olan tarihini, tafsilâtına girerek burada anlatamayız. Sadece Manastır yakınında Resne'den hareketle, bundan böyle hatırası Yeni Türkiye'nin ilk kutlama tarihi olarak tesit edilmekte olan 23 Temmuz 1908 ihtilâlini çıkaran iki subayın, Ahmet Niyazi ve Enver'in, cüretkâr hamlesini hatırlatalım.
23 Temmuz 1908 ihtilâli, herkes için, Makedonya mevzuunda Rusya ve İngiltere tasarıları üzerinde neticesiz konuşup durah batı politikacıları için, kuvvetlerini tam takdir edemeyen ve ümitlerini sultanın ölümüyle Hamit idaresinin son bulmasına bağlayan kurtarıcıların kendileri için de beklenmedik bir süpriz oldu. Filhakika, kudretin zahirî görünüşü Abdülhamit'in çevresinde emsalsiz bir baskı, men ve ihbar cihazı ile devam ettirilmekte idi. İlk isyan emaresinde, yıpranmış bir idareyi muhafaza etmeye kimsenin niyetli olmadığı ortaya çıktı. Makedonya'nın asî birliklerine karşı sultan, Asya birliklerini çağırdı, onlar ise cevap vermeyi reddettiler. Daha fenası Verisoviç'e toplanıp Yıldız'a Meşrutiyet idaresine dönüşü talep için telgraf çeken Arnavutların döneklikleri oldu.
Şu halde, razı olmak, 1876 Meşrutiyetini meriyete (yürürlüğe) koymak, seçimleri hazırlamak, yeni bir hükûmet kurmak icap ediyordu.
İktidar, bittabi ekseriyeti subay olan İttahat ve Terakki Komitesini idare edenlerindi. Bunlar, doğrudan doğruya devlet işlerini ele alacak yerde, hükûmete getirdikleri şahıslar vasıtasıyla devlet işlerini yürütmeyi ihtiyar (alışkanlık) edinmişlerdi.
Bu ilk devrede, ilk Fransız ihtilâlinin şairâne aylarında, Lui XVI gibi Abdülhamit'in de dava haricinde bırakıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü ihtiyar sultan zaruretlere boyun eğdi, iyi teşkilâtlı bir ihtilâlcilere güler yüz gösterdi.
24 Temmuz 1908, Türkiye'de ve Türkiye haricinde, sultanın hareket tarzındaki çekinmeye bakarak hükmedildiği gibi, umumî heyecan uyandırdı denilebilir.
Asi subaylar muzaffer oldukları için memnundurlar. Dünün saray adamları tekrar kendilerini toplama imkânıyla kurtulmuş olmalarına memnundurlar. Birkaç derviş, birkaç müneccim ve irtikâpla az çok doyurulmuş bir çok yüksek erkân hariç, Hamitçi memurlar, sultan ve kendileri mevkilerini muhafaza ettiklerinden hoşnutturlar. Hapse atılmış âsiler hürriyetlerine kavuştukları için bahtiyardırlar. Yunan andartları, Bulgar komitacıları Meşrutiyet sevinci içinde kardeş oluyorlar. Hristiyan halk yenilenen Kanunu Esasî'nin "tabî oldukları din ne olursa olsun, bütün imparatorluk tebaası fark gözetilmeksizin Osmanlıdır" diyen sekizinci maddesinden ötürü sevinmektedir.
Hele Fransa'da ne sevinç! Bütün cumhuriyetçiler kendilerine demokrasi ve hürriyette iltihak eden (katılan) Türk kardeşlerinin bayramını kutluyorlardı. Kendi öz telkinimizi bulmanın hoşumuza gittiği bu Türk ihtilâlinin sevinçli haberinin ilham ettiği safiyâne mısraları burada tekrarlamaya lüzum yoktur. Fakat bu hareketin diplomatik sahada tesir ve yayılışı o derece kuvvetli idi ki, Abdülhamit'e çok bağlı Almanya İmparatoru bile, iktidara gelişleri umumî bir teveccüh ile selâmlanan bu bahtiyar suikatçileri tebrik etmekten kendini alamadı. Şüphesiz ki hükûmet reisi Kâmil Paşa tarafından açıklanan programın bazı maddesi kapitülâsyonların muhtemel ilgasını bildirdiğinden yabancılar için gönül kırıcı idi. Fakat dikkatli birkaç izan (anlayış) sahibi hariç, tebliğ safhası, geçirilen zaman ve felâketlerle kazandığı gerçek ehemmiyetini bulamadı.
Yenilenen Türkiye'ye bir dostluk kredisi açılmıştı (1909). Bu evvelce olduğu gibi, idamlar sistemi işlemeye başlayana kadan uzun aylar sürdü. Fazla olarak hükûmetler tereddütlü veya yorgun cumhuriyetlerdeki kadar çabuk birbiri arkasından değişiyordu. Bir komite istibdatı, sultanın istibdatı yerine dehşet saçıyordu. İstanbul örfî idare altına alınmıştı. Biriken bu hatalar, Selânik birliklerinin müdahelesine sebep olan ve temsilî bir sultanla, Mehmet V ile değiştirilen Abdülhamit'in tasfiyesini mazur gösteren bir tepkiyi tahrik ettiler (27 Nisan 1909).
Türk dahilî hayatı böylece karışmış iken, millî ihtirasın aniden alevlenmiş olduğu Balkanlar'da, Temmuz 1908 ihtilâlinin neticeleri gelişiyordu. Türk milliyetçiliği tarafından yaratılan atmosferde, Sırp ve Bulgar milliyetçilikleri canlanıyorlardı. "Avusturya, kendini rahatsız etmeyen Bulgar milliyetçiliği ile bağdaşmazdı. Avusturya,Yugoslav kaynaşmasına son vermek için cüretkâr bir karar aldı: 5 Ekim 1908'de François-Joseph, 1878'de Avripa'nın muhafazasını kendine emanet ettiği Türk eyaletleri Bosna Hersek'in ilhakını ilân etti. Daha önc, Avrupa'yla anlaşarak Prens Ferdinant, krallığa tahvil ettiği (çevirdiği) prensliğinin istiklâlini ilân etmişti; kendini Bulgarların çarı ilân ettirdi" (J. İsaac)
Avusturya'nın kararı, başlangıcının tarihini belirtmemek ihmalcilik olabilecek olan Merkezî Avrupa buhranını açıyordu.
Bu arada, Jön Türk hükûmeti, dahilî statüsüyle aynı zamanda haricî politikasını nafile tesbite uğraşıyordu. Dahiliye nazırı Talât Bey, Selânik'te: "Rejimimizin, bütün teveccühlere rağmen, bekâsı için hakiki bir desteğe ihtiyacı olduğundan kudret sahibi Üçlü İttifak'la bilhassa Avusturya-Macaristan'la ve dolayısıyla hem kuvvetinin hem teveccühünün kâfi delillerini bize göstermiş bulunan Almanya ile sıkı bir dostluğu devam ettirmeye mecburuz," diye söylüyordu.
1911. "İhtilâl bitmemiştir. İhtilâli kazananların menfaatleri çekişmek için ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştükleri devredeyiz: Bu, Umumî Selâmet Meclisi veya İttihat ve Terakki dedikleri bütün mutlak meclislerin âkibetidir". (René Pinon) Fakat bu dahilî karışıklıklar yanında haricî hadiseler harp mantığına uygun olarak cereyan ettiler. Fas hadiseleri, Afrika toprakları için tamahı uyandırdı ve bilhassa İtalya, Fransa Fas'a ve Almanya Kongo'ya yerleştiğine göre Trablus'u kapmanın saati geldiğini düşündü. Jön Türkler, Trablus'u itibarları zedelenmeden bırakamazlardı. Harp, İtalyanlar Trablusgarp'ı işgal ettiklerinde ilân edildi (7 Ekim 1911). Bir sene sonra Türkiye, Merkezî İmparatorlukların tazyiki altında anlaşmaya mecbur oluyordu (Ekim 1912).
Fakat Türk-İtalyan harbi diğer harpleri hazırlıyordu. Bulgaristan Sırbistan'la (Mart 1912), sonra Yunanistan'la ittifak ettiğinden, Karadağ Sırbistan'a yardım vâad ettiğinden, Rusya tarafından gizlice muzaheret (yardım) gösterilen bir Balkan İttifakı Türklere karşı ortaya çıktı. Yunanlılar Selânik'e girer iken, Türkler Kırkkilise'de (Kırklareli), Bulgarlar Kumanova'da Sırplar tarafından mağlûp edildiler. Bulgarlar, İstanbul'a 30 km. mesafede, Çatalca'da, durdurulabildiler. Türkler, kendilerine Avrupa'da yalnız İstanbul ve Boğazları bırakan Londra Sulh mukaddimatını (antlaşmasını) (30 Mayıs 1913) imzaladılar. Bu mağlûbiyet saatinde ne Üçlü İttifakta ne de Küçük İtilâf'ta dostları kalmamıştı ve Pierre Loti'nin sesi "Can çekişen Türkiye" için tek başına bir matem şakısı olmuştu. Birkaç ay sonra (1913 Aralığı) Alman generali Liman von Sanders Birinci Ordu Kumandanlığına getiriliyordu. Rusya'nın itirazı üzerine, generalim görev emri Türk Ordusu Müfettişi olarak değiştirildi. 1914 Ekiminden itibaren, Türkiye Dünya Harbi'nde Almanya yanında yer alıyordu.
1908 hadiselerinden çıkan Türkiye'yi Almanya'ya doğru sürükleyen karara, halâ iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Komitesini muhalefet eden Ahrar Fıkrasının veya İtilaf Partisinin veya tam ünvanını vermek için saflarında Prens Sabahattin ve Lütfi Fikri'nin faaliyet gösterdiği, fakat Kâmil Paşa ve gayrimüslim unsurlara dayanan Hürriyet ve İtilaf 'ın yarattığı ayrılıklar sebep olmuştu. Komite ve bu muhalefet arasındaki mücadele gaddarlığın en feci şekillerine büründü: İtilâfçı Harbiye Nazırı Nazım, askerî şöhretinin kinlerden koruyamadığı Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, müteaddit defalar ilân edilen bir örfi idare marifetiyle gazeteleri muntazaman kapatılan ve üstelik kötü muameleye maruz bırakılan gazetecilere yapılan cinayetler. Tanınmış bir muharrir olan Hüseyin Cahid'in idare ettiği ve komitenin resmî neşriyat organı Tanin de bu sansürden kaçınamadı. Sansürün darbeleri eski batı usulüne göre önleniyor; kapatılan Tanin, Renin, İkdam, İktiham oluyordu.
Türk Robespierreliği rolünde ise muzaffer ihtilâlin uyanık subayı, maceralarda rütbeler alan, şimdi paşa ve Sultan mehmet V'le hânedana damat olan Enver Paşa idi. Hakikatte Türkiye'nin harp içerisinde muharip (savaşan) taraflardan birine katılmasına ve neticede sonuna karar veren de olur.
Enver, niçin Alman dostu oldu? Çünkü Almanya, Boğaziçi kıyılarında kudret ve kararı temsil ediyordu. Rusya, ananevî düşman idi ve Fransa, İstanbul'da, prestijine yaramayan imtiyazlı bir saflık havası içinde idi. Sarı kitap, Sadrazam Sait Halim'in, İtilâf temsilcilerine 4 Ağustos 1914'te "Babıâlî'nin kâti bir bitaraflık gözeteceğini" temin ederken istifade ettiği bu saflığın izlerini taşır. Aynı ayın 8'inde aynı teminatlar ve İngiliz donanmasından kaçan ve Boğaziçi'ne doğru yolda olan Alman kravüzörleri Breslau ve Goeben'e Çanakkale Boğazı'nın kapatılacağı vaadi. 10 Ağustos 1914'te iki gemi Boğazlar'ı aşıyor ve ertesi günden itibaren bir satış masalıyla Türk gemisi olarak maskeleniyordu. 11 Ağustos 1914'ten, İstanbul'la Rusya, İngiltere ve Fransa'nın bütün siyasî münasebetleri kestiği 31 Ekim 1914 tarihine kadar Türkiye, emperyalizmin yeni müttefikine cephane, işçi ve bahriyeli veren Almanya'nın askerî müstemlekesi olur. Bu, İtilâf devletleriyle harbe, aynı zamanda mukaddes cihada hazırlıktır.
Kararı Talât, Cemal ve Enver paşalar takbik edecektir: Cemal Paşa İstanbul askerî valisidir, Talât Bey dahiliyeyi, polisi idare eder ve bilâhare sadrazam olacaktır (Ocak 1917), üçüncüsü daha aldatıcı, daha kurnaz, fakat asker olduğu için kendini Napolyon sanmak derecesinde mağrurdur. Bu triumvira, ihtilâlin babası yaşlı Ahmet Rıza'yı ve intihar eden (1 Şubat 1916) Velieaht Prens Yusuf İzzetin'i susturur. Bu arada kapitülasyonlar kimseye danışılmaksızın kaldırıldığında, zorla herşey Türkleştiriliyordu. Ermenistan vak'alarına yeniden bir dönüş olduğu kendiliğinden anlaşılıyor. Amerikalı Morgenhau'un tahkikatı benzeri görülmemiş bir dehşet bilânçosunu açıklıyor.
Aşırılıkları bu sert şekilde tezahür eden (beliren) milliyetçiliğin, başka propaganda tarzları da vardı. Bilhassa, Hamdullah Suphi ve romancı Halide Edib'in beraberce çalıştıkları Türk Yurdu mecmuası ile prensipleri açıklanan milliyetçilik, Türk Ocaklarını kuruyordu. Sultan bu gösterilere yabancı kalıyordu: Çanakkale zaferine veya ordularının methine titrek bir elle manzumeler yazmakla iktifa ediyordu.
Büyük Harbin ve ona Türk iştirakinin (katılmasının) tarihini yeniden yazmanın yeri değildir. Sadece tarihçilerin nasıl bir ihtimamla bu Türk iştirakini asgariye indirdiklerine işaret etmek münasip olur. Fransa tarafından kini sürdürmek hiç temenni edilmemiştir: aksine, muharebelerin meşru şiddeti içinde, Türk ruhunu belirten alicenaplık ve insanlık çizgilerine işaret etmekle iktifa edilmiştir.
Pekâlâ şimdi, harbin müsebbibi Jön Türkler hakkında maziye intikal etmiş bir meselede, nasıl bir hüküm vermek lâzımdır? Mazeret mevzuubahs olmaksızın durumları başlı başına bir izahtır. Bu izah nedir? Osmanlı İmparatorluğunu teşkil eden bütün unsurlardan kaygılanan vatanperverlikleri ve imparatorluk Hristiyanlarının kurtuluş teşebbüsleri, İttihatçılar, Osmanlılık fikrini tutmuşlardı ve bu mükellefiyeti taşıyabilmek için doğru bir mantıkla Abdülhamit'in İttahadı İslâmcı (İslâm Birliği) politikasını yenilemek zorunda kalmışlardı. Böylece Arnavutlara, bir Hint-Avrupa dili için hemen hemen kullanışsız olan Arap harflerini aldırmaya kadar gitmişlerdi.
İslâma, sırf vatanperverlik mülâhazasıyla dönüş, imparatorluk Hristiyan tebaasının hâmileri (koruyucuları) İtilâf memleketlerine karşı Jön Türkler'in beslediği husumeti (düşmanlığı) yakından izah eder. 1908 esaslarından uzaklaşmayı anlamaya imkân verir.
Jön Türk hareketinin nazariyatçısı sosyolog Ziya Gökalp, hareketin programını şu üç kelimeyle izah etmişti: Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (Batılılaşmak)! İslâmlaşmak! O zamandan beri tasavvur edilen, devletin ve dinin ayrılmasına hiç benzemeyen bir şey!
Islahatlar, bilhassa tensikatlara (kısmalara) "idarî kadroların yeknesak, tertipli bir hâle getirilmesi için tasfiyesi"ne hasredilmişti (ayrılmıştı). İki Meclis, namuslu ve usanmaz cethi nihayet mükâfatlandırılmış Ahmet Rıza'nın riyasetinde (başkanlığında), devri sabıkın en bariz suistimallerine son vermek mevzuubahs olduğunda birçok kanuna oy verdiler; fakat yenilerini yapmada çekingen kaldılar. Dinî taassubu gücendirmek korkusu, eski alışkanlıklara şuursuz bir hürmetten bahsetmeksizin Jön Türk ıslahatçılarının heyecanını sık sık dizginledi. Onların ve Mustafa Kemal'in icraati arasında ne büyük fark! Birincilere bu dar hareket tarzını veren belki ve bilhassa bu mukayesedir (karşılaştırmadır) ve şüphesiz ki İttihatçılar için bir intikal (geçiş) devresi insanları olmak mazeretini kabul etmek doğru olacaktır.
Büyük bir şef bulmak talihine de eremediler. Belki büyük bir şef olma istidadından olan Mahmut Şevket'in ömrü, yapabileceğini göstermek için vefa etmedi. Her biri yapı itibarıyla kısa boylu üçler birtakım liyakatlere sahip idiler, fakat hiçbiri büyük çapta değildi.
Nihayet ilâve icap ederki, İttihatçılar, halk efkârının gözünde itibarlarını, iaşe rezaletleri ve aralarından bazılarının bulaşmış bulunduğu gayrimüslimlere fena muamele ile kaybettiler. Bütün dünyada olduğu gibi harp içerisinde yeni zenginler edinen Osmanlı rejimi diğer taraftan muhtelif (çeşitli) idare işlerinden de zarara uğradı. Bir Kara Kemal'in icraati meşhur olarak kaldı. Feshine karar vermek için, 1918 Ekiminde komitece yapılan son içtimada (Kongreye nazarî olarak bütün salâhiyetlerin intikali) Talât Paşa, partisine isnat edilen vakıaların doğruluğunu mahzun bir eda ile kabul etti. Bu icraatı önlemek niyetinde olduğunu ancak meselenin ahval ve şerait müsaade ettiği zaman, daha ileride ortaya atılmasını teklif etti.
Meselâ Bahattin Şakir gibi bazı ittihatçılar, isimlerinin Ermeni kaliâmlarına karışmasıyla, kötü gösterildiler. Komite bunları reddetmeyerek susmasıyla örtbas etti ve suçları üzerine almış oldu.
Bu sebepten ve başkalarından sönmeyen kinler, bu siyasî partinin idarecilerini takip edecektir. Meşhur triumvira azalarının Asya ve Avrupa'da harpten bir hayli sonra feci şekilde öldürüldükleri göze çarpacaktır. İttihatçı eski sadrazamlardan biri Prens Sait Halim ve Dr. Bahattin Şakir de aynı âkıbete uğradılar.
Komitenin fırtınalı mukadderatının feci sonu, İzmir Suikastı davası ve komite azalarından dördünün idama mahkûmiyeti oldu (26-27 Ağustos 1926). Bunlar arasında, memleketin merkezî imparatorluklar yanında harbe girişine karşı itiraz etmiş bulunan nadir Jön Türklerden biri, Cavit Bey de vardı.
29 Eylül 1918'de Bulgaristan silâhları bıraktığında, Suriye'de General Allenby Kumandasında İngiliz birliklerinin ilerleyişinden müteessir olan Türklerin daha uzun zaman mukavemet edemeyecekleri belli oldu. Filhakika bir ay sonra, yeni Bahriye Nazırı Rauf Bey ve Akdeniz Müttefik Donanmaları Baş Kumandanı Amiral Calthrope, Mondros körfezinde demirli Superb zırhlısında bir mütakere aktediyorlardı.
General Franchet d'Esperey'in tasvibini getirmesi icap eden kuriye İngiliz hatlarında kaldığından, İngiliz Amirali, Müttefikler adına, mütarekeyi yalnız olarak imzalamıştı. Müzakerelere, Kut el-Amarâ (Irak cephesi) esiri, esaretinden beri Türklerin büyük dostu olmuş olan General Towshend'in arabuluculuğu ile başlanmıştı.
Bu anlaşmanın başlıca hükümleri şunlardır: Boğazların serbestliği; ordunun terhisi ve harp gemilerinin teslimi; Toros tünellerinin işgali; telgraf merkezlerinin kontrolu; ticaret gemilerinden ve demiryollarından Müttefiklerce faydanılması; imha etmemek kaydı ile Müttefikler istediklerinde, silâh, cephane, harp malzemesinin teslimi; Ermenilerle meskûn bir yerde kargaşalık patlak verirse Müttefiklerin burayı işgal etmeleri.
Bir maddeyi, belki neticeleri itibarıyla en mühimi olanını ilâve etmek icap eder: Müttefikler, emniyetleri için lüzumlu gördükleri bazı stratejik noktaları işgal etmek hakkını muhafaza ediyorlardı. (7'nci madde)
Mütakere şartları, Türklerin derhal silâhsızlanması hususunda ısrar etmemekle, az şiddetli gibi telakki edilebilirdi, fakat bu yumuşaklık bile hiç olmazsa mevzuubahs 7'nci madde kadar müstakbel ihttilâflara gebe idi. Unutmamak lâzımdır ki, Fransa, eski bir Yunan dostu Clemanceau ve İngiltere öfkeli bir Türk düşmanı Lloyd George tarafından idare edilmekte idi.
Mondros mütakeresi Ahmet İzzet Paşanın ve Mehmet IV (Vahdettin)'nın hükümdarlığı sırasında imzalandı.
Aynı senenin temmuz ayından beri sultan olan bi ikincisi, saltanatı kısa süren Murat V dahil, diğer üç selefi gibi Abdülmecit'in oğlu idi. Zeki, fakat karaktersiz bir insan idi.
Bütün Türklere yayılmayan bir gevşeme, harbi takip etti,fakat rehavet uzun sürmedi. Zaten harpten mütessir olmuş memleketi yeni mücadeleler bekliyordu.
Türk halk efkârı, vatanın bölünmesinden bahsolunmasını istemiyordu, ancak bir manda ihtimalini kabul ediyordu. Halbuki Müttefikler, hattâ harp sırasında taksimin şartlarını, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında aktedilen 26 Nisan 1915 Londra anlaşması gibi ahitlerle (anlaşmalarla) tesbit etmişlerdi. Bu tasarılardan ve parçalanmalardan bihaber bazı Türk gazeteleri, İngiliz mandasını övüyor (bilhassa Alemdar), diğerleri 8 Ocak 1918 Reis Wilson beyannamesinin 12'nci maddesinin tesiri altında kalmış, Amerikan tarafları idiler (İstiklâl). Ali Kemal, Rıza Tevfik, Sait Molla, Şeyhül İslâm Mustafa Sabri'nin mensup oldukları bir İngiliz Dostları Cemiyeti bile kuruldu. Rahip Frew bu cemiyetin kurulmasında mühim bir rol oynadı.
Fakat az sonra, Müttefikler mütakere hükümlerinin tatbikine geçtiler. Muahede (anlaşma) hükümlerini tatbike kâfi derecede Türkiye'nin gayret etmediğini bahane ederek, Kasım 13'te, İstanbul'a kadim (eski) başşehir Hristiyanlarının heyecan gösterisi ile istikbâl edilen (karşılanan) donanmalarını gönderdiler ve aynı ayın 23'ünde General Franchet d'Esperey, Türklerin kalbinde hatırası uzun zaman hüzünle kalacak olan muzafferane girişini yaptı.
Bu hadiseler, milliyetçi (İttihatçı) veya sırf vatanperver olsun kaynaşmanın tekrar uyanmasını, aynı zamanda azınlık unsurlar arasında istiklâl emelinin yeniden doğmasını mukadder olarak tahrik edecek veya hiç olmazsa şiddetlendirecekti.
Şu manalı olaylar zikre değer: Yunan Konsolosluğu tarafından asılan ve dalgın yolcuların hayret bakışları altında Beyoğlu kaldırımlarını süpüren muazzam Yunan bayrakları ve camiye karşı muhtemel bir hareketi önlemek için ihtiyaten Ayasofya'nın kubbeleri altında yatırılan Türk askelerinin nöbet tutması.
Bu andan itibaren, Türk vatanının kurtulması için türlü cemiyetler kuruldu. Bilhassa merkezi İstanbul'da, biri Erzurum'da ve bir başkası Harput'ta mümessillikleri olan Vilâyatı Şarkiye Müdafaaî Hukuku Milliye Cemiyeti vardı. Bu cemiyetin başlıca sözcüsü meşhur Türk kitapseveri, Diyarbakır sabık (eski) Defterdarı Ali Emirî Efendi idi. Gaye, Müslümanların göçünü önlemek ve Ermenilerin muhtemel teşebbüslerine mukaveket etmek idi. Diğer cemiyetler, ademî merkeziyetçilikte bir çare veya daha az kötülük görerek, infiratçılık isnadına (ayrılıkçılık suçlamasına) uğramak pahasına bölgeci gruplaşmalar yaratıyordu. Edirne bölgesinde Trakya Paşaeli Cemiyeti veye Pontus müstakil devletini kurmak istemelerinden şüphe edilen Rumların hareketine karşı savaşmayı tasarlayan, merkezi İstanbul'da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyet gibi.
Ayrı ayrı unsurlardan mürekkep olan Osmanlılar, Türkler için yeni endiye mevzuları teşkil eden muhtelif cemiyetlerde gruplaşıyorlardı. Pontus bölgesindeki faaliyetlerinden başka olarak, Rumların İstanbul'da Patrikhanenin himaye ettiği yetişkinlere açık Mavri Mira izcilik teşkilâtı vardı.
Kürtler, bir yabancı kuvvetin himayesinde Kürdistan istiklâlini güden Kürt Tealî Cemiyetini İstanbul'da kurdular. Diyarbakır, Bitlis ve Elâzığ'da (Harput) mümessillikleri vardı.
Tamamen Türk dahilî siyaseti bakımından, partilerin durumu, uğranılan mağlûbiyetle altüst olmuştu.
Fesh edilmiş İttahat ve Terakki Komitesi tarafından terkedilmiş hükûmet mevkilerini eski Hürriyet ve İtilâf azaları ele geçirdiler; Peyam gazetesi ve daha sonra Mihranın yerine geçen Sabah'ın başyazarı polemikçi Ali Kemal Dahiliye Nazırı oluyor (gerçekte kısa zaman için: Mayıs-Haziran 1919) Filozof Rıza Tevfik'e de aynıyle bir vekâlet temin edildi.
Jön Türkler, bununla beraber iktidarı ele geçirmek ümidinden vazgeçmediler ve partinin yeni ismi olan Tereddüt Fırkası altında tekrar toplanmaya teşebbüs ettiler. İngilizler, bu kaynaşmalara, başlıca İttahatçıları (bu arada sürgün mektupları 1931'de neşredilen (yayınlanan) Ziya Gökalp'ı) hapsederek ve sonra Malta'ya sürerek son verdiler. 16 sürgün Maltan'dan kaçmaya ve Avrupa'ya geçmeye muvaffak oldu. (Sabık İaşe Nazırı Kara Kemal bunların arasında idi.)
Mütakereden sonra siyasî klüp veya cemiyet olarak, Hürriyet ve İtilâf (Reisi Albay Sadık Bey), Ferit Paşa tarafından riyaset edilen, İngiliz tarafları Sulh ve Selâmet, Tealî-i İslâm Cemiyetleri vardı.
Türk Ocakları da kapatıldı, fakat İttihatçılar gizli olarak faaliyete devam ediyorlardı.
Böylece, İngilizler memleket üzerinde baskılarını daha fazla arttırmaya lüzum gördüklerinden politika atmosferi bir hayli bulanık idi.
1919 Ocağından itibaren, Musul'u 3 Kasım'dan beri işgal altında bulunduran İnglizler Kilikye'da (Adana, Maraş, antep) ve Urfa'da (eski Edes) yerleştiler. 7 ay sonra Suriye ile beraber bu mıntıkayı Fransızlara bıraktılar. Fakat bu andan sonra Türkler, Mustafa Kemal Paşa tarafından tâyin edilen muhtelif subaylar ve 3.300 kişi ile Mersin, Tarsus, Osmaniye mıntıkasında bir Adana cephesi kurmuşlardı.
Esasen, Mütakerenin arifesinde Halep yakınında bulunan Katma'daki umumî karargâhında Mustafa Kemal Paşa, Ali Cenaî Bey gibi mümtaz kimselere millî müdafaa çeteleri teşkil etmelerini tavsiye ve onlara silâh tedarik etmişti.
29 Nisan 191'da İtalyanlar, 26 Nisan 1915 Londra anlaşmasına uygun olarak Antalya'yı ve Anadolu'nun doğu-batı köşesini işgal ettiler.
Bu toptan işgaller haricinde İç Anadolu'daki muhtelif şehirlere Müttefik birlikleri giriyordu: Konya'da İtalyanlar, Merzifon ve Samsun'a İngilizler, Bursa ve Balıkesir'e Fransızlar yerleşmişlerdi.
Müttefikler arasında tevali eden (süren) ihtilâflara ve muhtelif beynelmilel anlaşmazlıklara rağmen, Türk arazisi üzerindeki bu el koyuşlar, şüphesiz, evvelden kararlaştırılmış bir plâna göre devam ediyordu. Bununla beraber bunların halk efkârında, Türkiye'nin bütünlüğüne yeni bir darbe kadar tesirleri katî olmuyordu. Müteşebbisleri tarafından ağır bir psikoloji hatası ile İzmir Yunanlılara işgal ettirildi.
Vaziyetten iyi haberdar edilmeyen İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya başvekilleri içtimaında (toplantısında), "Yüksek Meclis", Mütakerenin 7'nci meşhur maddesi gereğince, Yunanistan'ın İzmir'i işgale salâhiyetli kılınmasına karar verdi. 14 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız, Amerikan ve Yunan birliklerinden müteşekkil (oluşan) bir donanma ile Amiral Calthrope İzmir limanına girdi. Calthrope, bu kararı XVII'nci Osmanlı Kolordu Kumandanlığına resmen tebliğ ve kumandanlığı muhalefet etmemeye davet etti. Kolordu kumandanı İstanbul'dah talimat talep etti. Fakat âciz hükûmet, İngiliz amiralinin tebliğinin Mütakere hükümlerine uygun olduğunu Harbiye Nezareti vasıtasıyla bildirdi.
15 Mayıs'ta sabahın saat 7'sinde, nakliye gemileri, Yunan Averof ve Limnos zırhlıları refaketinde (eşliğinde), Albay Zafiriotis kumandası altındaki birliklerin çıkartmasına başladılar. Yunun askerleri İzmir'in Ortodoks halkının alkışlarıyla karşılandılar. Bazı taşkınlıklar yapıldı. Türk askerleri serpuşlarını (şapkalarını) çıkararak "yaşa Venizelos" diye bağırmaya zorlanıyordu ve itaat etmeyi red eden bir Türk subayı öldürüldü. İsmi Fethi Bey idi ve XVII. Kolordu askerlik şubesi reisi ve erkânıharp albayı idi. Yunan torpitoları, Türk askerlerini getiren gemiler üzerine ateş ettiler, 30 kişiyi öldürdüler, 40 kişiyi yaraladılar. 8 gün sonra, İzmir hinterlandı da böylece işgal edildi.
Silâhlı bir mukavemet imkânsızlığından, vatanseverler, Calthrope tebliği haberi üzerine derhal bir Reddi İlhak Cemiyeti kurdular. Fakat Müttefiklerin Türkiye'ye karşı tuttukları politikaları için daha endişe verici bir hadise hemen hemen aynı zamanda vuku buldu. Tam İzmir'in işgalinin ertesi günü, 16 Mayıs, Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'u Millî Mukavemeti idare etmek üzere Samsun'a gitmek için terkediyordu.
Bu fevkalâde insanı okuyucuya takdim etmek sırası gelmiştir.
İKİNCİ BAHİS
MUSTAFA KEMAL
SAMSUN'A HAREKETİNE KADAR HAYATI
(16 MAYIS 1919)
Mustafa Kemal - Çocukluk ve tahsil seneleri - Askerlik mesleği - İlk muharebeler - Büyük harp (Çanakkale, Kafkas cephesi, Filistin ve Suriye) , Mütakereden sonra.
"Şarkın uyanış tarihine, hadiselere tesir eden nafiz (seçkin) simalı yaratıcısının siluetini çizmeksizin girmek imkânsızdır. Çok nadir ahvalde birbiriyle beraber olan iki vasıf, onda bir arada bulunmaktadır: Askerî kumandanlık kabiliyeti, sivil teşkilâtçılık kudreti.
"Kuvvetli şahsiyetiyle Anadolu'nun şefi, değiştirdiği şark ruhu üzerinde derin tesir icra eder." (Berthe Georges-Gaulis)
"Mustafa Kemal'in şahsiyeti bu son senelerin Türkiye tarihini baştan başa doldurur. Sultan ve Babıâlî'nin ihanetiyle vicdanı isyan ederek İstanbul'u terkettiği, Osmanlı İmparatorluğu yerine bir millî Türk devleti yaratmak için Samsun'a çıktığı günden beri olan askerî zaferler, siyasî ihtilâl, içtimaî ıslahatlar (devrimler), hepsi onun kendi eseridir. O, her seferinde, her sahada ve ne kritik durumlarda takip edilecek yolu çizmiştir; tatbik edilecek usul hakkında karar vermiş ve icrasını idare etmiştir. Meclisin üstünde ve dışında milletine lüzumlu teşviki aşılamaya devam eden de odur. Evvelce savaş meydanlarında ne idi ise, devletin başında yine öyle, bir hareket adamı, insan idarecisi olmak istiyordu. Nutuklarında şatafatlı cümleler, sözlerinde değersiz, ağdalı hitabet yoktur. Lisanı sade, samimî, gösterişsiz, herkesin anlayabileceği seviyededir. Ve görüldüğü gibi, tek bir ülkü onu tamamen kavramıştır: Medeniyet. Mustafa Kemal'e göre Türkiye, Dünya'yı idare eden modern medeniyeti kayıtsız, şartsız kabul etmeli, asrıyla beraber yürümelidir." (P. Gentizon. Mustafa Kemal ou L'Orient en marche)
"Kemal, diktatörlüğe, benzerini söylemek çok güç olan, neticeleri zengin, kesin bir zaferin kanatlarıyla ulaştı."
"Mustafa Kemal, tam bir istiklâlden faydalanan ve Osmanlı İmparatorluğunun en şanlı anlarından sonra maruz kaldığı yabancı müdahalelerden masun görünen yeni Türkiye'yi ortaya çıkardı. Bütün aşağılatılmalara tevekkülle katlanan ve büyük devletlerce taksimi kararlaştırılmış bir halktan en büyük devletler tarafından tam itibarla muamele edinen bir millet vücuda getirdi. Hürriyete alışmış olmayan bir halkın, kurtarıcısının elleri içine bütün kudretleri vermesine nasıl hayret etmemeli?"
"Mustafa Kemal, bir sulh idaresi ile 12 harp ve felâket senesinin yaralarını iyileştirmekle iktifa etmedi. Bir doğu halkında asla görülmemiş en derin ihtilâli Türkiye'de yaptı: Hilâfeti kaldırdı ve onu uzun zamandan beri temsil eden Osmanlı hanedanını memleket dışına çıkardı; dinin devlet işlerine karışarak idarenin temelini teşkil ettiği bir memlekette onu devletten ayırdı; esastan dine bağlı bir halktan, kökten lâik bir millet yaptı."
"Gelenekler düzeninde ortaya attığı devrim, din alanıdaki kadar deri ve tamdı." (F. Cambo)
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Yeni Türkiye - 3
- Büleklär
- Yeni Türkiye - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3703Unikal süzlärneñ gomumi sanı 225622.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Yeni Türkiye - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3785Unikal süzlärneñ gomumi sanı 226219.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.30.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Yeni Türkiye - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3880Unikal süzlärneñ gomumi sanı 208722.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Yeni Türkiye - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3853Unikal süzlärneñ gomumi sanı 210221.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.32.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Yeni Türkiye - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3767Unikal süzlärneñ gomumi sanı 191920.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.31.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Yeni Türkiye - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3817Unikal süzlärneñ gomumi sanı 206421.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.32.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Yeni Türkiye - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2233Unikal süzlärneñ gomumi sanı 125324.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.