Uzayda Dehşet Tora - 7
Süzlärneñ gomumi sanı 3841
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2165
28.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
47.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Bir keresinde, başımıza neler gelebileceğini sezer gibi olduk. Kocaman canavarlardan biri bir ağacımızın altında asılı kaldıktan sonra, dalları teker teker sarmaya koyuldu kollarıyla. Bir sürü dev yılandan farksızdı.
Ve bu kollara karşı paralizatörler, fülgüranlardan daha etkili oluyor. Kolları donup kalınca şaşırıyor hayvanlar. Oysa ölüm, günlük hayat mücadelesinin ayrılmaz bir parçası onlar için; ölenin yerine on tane daha geliyor.
Yeniden hücuma geçtiler. Massart dümeni bırakıp benim yanıma, en uç dalların arasına tırmanmak zorunda kalıyor.
Dokunaçları paralizatörle temizliyoruz ama, bu kez dört taraftan kuşatılmış durumdayız. Kollardan bazıları, insan gövdesi genişliğinde.
Allah kahretsin! Bu sefer bir ordu halinde geliyor
lar üstümüze. Çok bekledik, çok kaldık bu ağaçta.
Bırakacak mıyız ağacı?
- Keşfedilmek pahasına da olsa bırakmak zorundayız.
İşin kötüsü, halâ ırmağın ortasındayız.
- Ahtapotlar iyice aç kalmış bugün. Akşam olmadan
böyle saldırdıklarına bakılırsa...
Ağacın alt dalları üzerinde ilk canavar belirirken, iticilerimizi harekete geçirip havalanıyoruz. Buna da. adıyla sanıyla, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak derler. Gökyüzünde iki Silüs beliriveriyor birden.
Ancak henüz epeyce uzaktalar. Derhal bize doğru yöneldiklerini görüyoruz.
- Tesbit ettiler hemen.
-. Normal değil mi?
İticilerimizi sonuna kadar açıp, elimizdeki dar zamandan faydalanarak, dağlara ulaşmak çabasındayız şimdi. Allahtan yakın. Ve bizi yer yer gizleyebilecek birkaç çalılık var. Görünmemek için yere iniyoruz, ama devam ediyoruz ilerlemeye.
Massart geriye bakıyor bir an:
Tamam işte! diye mırıldanıyor. Silüslerden orman
devriyeleri iniyor. Üç ayrı koldan saldırıyorlar hem de.
Sonun başlangıcı mı yani?
Yamaca ulaşabilirsek değil.
Pek uzakta sayılmayız yamaçtan. Ama Toraklar olanca hızlarıyla geliyor üzerimize. Biz de hızlanıyoruz. Çevremizde, yer yer saz demetleriyle örtülü kocaman bataklıklar uzanıyor.
- Devriyeler yaklaşıyor! İticilerini çalıştırmadılar he
nüz; oysa bizimkiler sabahtan beri çalışmaktan nsrdeyse
boşalacak!
Büyük bir risk bu. Bataklıklar uzuyor. Yer yer kum yığınları da belirdi. Bu manzarayı tanır gibiyim ben.
Tanıyorum, evet. Birden bir bulut sarıyor ikimizi. Hızlı bir refleksle Massart'ın kemerine yapışıp haykırıyorum:
- Gezen sisler! Aman dikkat et. Dümdüz yürüyeceksin. Sımsıkı yum gözlerini. Unutma ki kendine yön vermeye çalıştığın anda mahvolduk demektir.
Onüçüncü Bölüm
«KENDİNE yön vermeğe çalışmadan.» Kurtulmanın tek yolu bu. Umarım bu. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Massart, bir engelle karşılaşmak korkusu içinde, ellerini öne doğru uzatıyor.
Tora devriyeleri acaba ardımıza takıldılar mı diye düşünüyorum. Büyük bir ihtimalle takılmışlar, ve hatırladığım kadarıyla, sisli bölge oldukça geniş.
Üstelik bir de zemine basarak yürümek yanlışını işleyecek olurlarsa, bataklıklar veya dönem kumlar tarafından yutulmak tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır.
Bir dehşet çığlığı yükseliyor ardımızdan. Çok geçmeden bunu bir ikinci çığlık izliyor. Bana dönüyor Massart:
Ne oluyor kuzum?
Bataklıklar veya dönen kumlar. Takipçilerimizden
ikisi saplandı herhalde.
Bu korkunç sis yetmiyor demek!
Başka çığlıklar geliyor kulağımıza. Sonra emirler. Biri-birini tutmayan, şaşkınca emirler. Takım komutanları adamlarını bir araya toplamak istiyor. Durmadan ilerliyoruz.
İşaret noktalarını bulmadan yürümenin imkânsız olduğunu söylemişti Hanik. Hiçbir işaret göremiyorum.
Nereye varacağız acaba bunun sonunda? İster doğal, ister yapay olsun, dümdüz yürümeye devam ettiğimiz takdirde, bu sis bir noktada elbet sona erecektir.
Nitekim, birden açıklığa çıkıyoruz işte. Bir alacakaranlık içindeyiz. Akşam oluyor. Üzerimize inen bir perde gibiydi bu sis.
Sarp bir yamaç yükseliyor önümüzde. Arkamızda ise, gürültülü bir kargaşalık var. Yüzlerce ve yüzlerce küçücük bulut delice dansediyor sanki.
Bunların, insanlara ikinci bir deri gibi yapışan ufak bulutlar olduğunu düşünmekte yanılmamışım demek ki.
Durmadan dönüyorlar oldukları yerde. Dehşetle seyrediyoruz. Bazıları birden hareketsiz kalıyor, sonra yutulmuş gibi batıp gidiyor yere. Toralılar,'dan biri daha bataklığa saplandı, veya dönen kumlar tarafından emildi.
- Hepsi yere inmiş, diyor Massart.
İner tabiî. İçgüdüyle inerler. İnsan yönünü şaşırınca, hiç olmazsa sağlam bir zemine basmak ister. Aramanlılar'ın ataları bunu da hesap ederek kurmuştur herhalde bu tuzağı düşmanlarına. Psikolojik bir silâh niteliğinde bu sisler.
Toralı takım komutanları derhal yere inmelerini emretmiş olsa gerek adamlarına. Bu emirle onları kesin bir ölüme mahkûm ettikleri, akıllarının ucundan bile geçmemiştir.
Sapsarı kesildi Massart:
Hiçbir şey gelmez mi elimizden? diyor.
Hiçbir şey.
Emin misin?
İmdatlarına koşacak olursak, işaret noktalarını biz
de bilmediğimiz için, onlarla birlikte ölür, gideriz.
Oysa buradan, dışarıdan bakınca yardım etmek ko
lay görünüyor.
Buradan evet. Birer birer ve kıvrıla kıvrıla yere gömülüp kayboluyor sisler. Göz alabildiğine uzanan bataklıklara bakıyoruz. Üzerlerinde üç kocaman bulut hareket ediyor.
Bizi takip eden Silüsler olsa gerek bu bulutlar. Massart'a dönüyorum:
Sislerin, kurbanlarını havada bile bırakmadıklarını
söylemişti Hanik bana.
Biyolojik dalgalar tarafından mıknatıslanıyor her
halde bu sisler., diye mırıldanıyor.
Silüslerden biri yükselir gibi oluyor, sonra alçalıyor yeniden. Üçü de zikzaklar yaparak uçuyor şimdi.
Uçuş cihazlarının tümü de bozulmuş gibi bir halleri
var, diyor Massart.
Tümünü bilmeni ama, yönlendirme cihazlarının bo
zulduğu muhakkak.
Tam bu sırada zemine çarpıp parçalanıyor Silüsler'den birisi. Ötekilerin de sonu yaklaştı demektir. Massart başını sallıyor:
Bu korkunç tuzaktan nasıl oldu da kurtulmayı ba
şardık?
Çünkü biliyordum. Öyle sanıyorum ki bizden önce,
işaret noktalarını tanıyan birkaç savaşçı dışında hiç kimse
bu bataklıklardan canlı çıkmayı başaramamıştır.
İkinci Silüs'ün de yere çarpıp parçalandığını görüyoruz. Çok geçmeden üçüncü bir patlama sesi ve son Silüs de siliniyor ortadan.
- Müthiş bir şey bu.
Bir baş hareketiyle onaylayarak açıklıyorum:
Bu tuzaklar sisteminin, Araman'ın bugünkü sakin
lerinin çok uzak ataları tarafından icat edilmiş olduğunu
söylemişti bana Hanik.
Nerede yaşıyormuş peki o atalar?
Labirentten çıktığımız zaman kalıntılarını görece
ğimiz büyük bir şehirde.
Yani önümüzde bir de labirent mi var?
Üstünden uçarak da geçebiliriz sanırım..
Öteki türlü, geceyi geçirecek bir yer bulmamız gerekir kendimize. Neredeyse karanlık basacak ve yönümüzü şaşırmamız işten değil. İticilerimizi harekete geçirip yamacın zirvesi'ne varıyoruz. Ne yazık ki, bunun ardında ikinci bir sarp yamaç var. Sonra bir daha, bir daha. Dördüncü yamacın ötesinde de kalın bir sis tabakası uzanıyor.
Bu yeni sisin içine dalmaya cesaretimiz yok yarı karanlıkta Geri dönüyoruz.
Aynı cins değil bu sis diyorum. Ama yine de tedbirli
olmalıyız.
Ne yapacağız peki?
Hanik'le geçtiğimiz labirentin girişlerinden birine
rastlayıncaya kadar, yamaç boyunca yürüyeceğiz.
Peki. Sağa doğru mu gidiyoruz, sola doğru mu?
Önemi yok.
Sağa doğru ilerlemeye koyuluyor Massart; ama ortalık gittikçe kararıyor, ve sonunda bu da endişe verici olmaya başlıyor. Çaresiz, duruyorum:
Karanlık iyice bastı, biraz sonra burnumuzun ucunu
bile göremeyeceğiz.
Öyleyse burada kalalım.
Ortaklık ağarıncaya kadar fena olmayacak.
Yalnız burada, bataklıklara pek yakınız.
Bir saldırıdan mı çekiniyorsun ?
Bütün bataklıklar, karanlık basar basmaz yiyecek
aramaya koyulan iğrenç vahşi hayvanlarla doludur. Koku
muzu uzaktan da olsa alır bu canavarlar.
O zaman yamacın doruğunda bir sığınak bulalım.
Orada belki de daha beterine çatarız, kimbilir!
Başka çaremiz yok sanırım. Bataklıklardan yana en
ufak bir şansımız olmadığını söylüyorsun ya.
Öyle. Ben cesur bir adamım. Koca bir orman devri-
yesiyle mücadeleye hazırım. Bataklıklardaki hayvanlardan
yine de dehşet duyuyorum.
Ben de...
İticilerimizle yamacın doruğuna doğru uçarken, kayalar arasında bir delik çarpıyor gözüme.
- Buldum Massart!
Deliğin önündeki dar sahanlığa iniyoruz. Dar bir girişi var mağaranın. Ama mağara alabildiğine derin, ve bütün öteki taraflardan da sımsıkı kapalı.
Elektrik feneriyle dalıyor Massart:
- Tam bize göre, diyor. Yerleşir yerleşmez gider çan
tamla deliği kapatırım.
Mükemmel! Yaralı bacağımı çarpmamaya gayret ederek giriyorum içeri. Bacağım şimdilik sızlamıyor.
içinden besleyici haplar çıkarıp, çantasını girişin önüne yerleştiriyor Massart. Homurdanıyorum:
Gene bu pis yemek!
Gülüyor Massart:
Yemeği bitirir bitirmez bacağına bakacağım.
* * *
İğrenç bir gece. Sözüm ona bir nöbet sırası tesbit ettik ama o ne ikimiz de uyuyamıyoruz. Allahtan Dünya sigaraları var üzerimde, ve Massart'ın ağzı kulaklarına varıyor.
Vakit geçirmemize yarıyor. İçinde bulunduğumuz durumda uyku, en korkunç canavardan daha da tehlikeli görünüyor bize. Peşimizdeki Toralılar'ın nasıl can verdiğini gördüğümüz için herhalde.
Gezegen sislerine benzer daha bir çok esrarengiz tehlike hâlâ dolanmaktadır çevremizde. Soruyorum:
Nedir bu orman komondoları?
Tora ordusunun kaymağı diyebilirim.
Öyleyse bu üç Silüs'ün parçalanmasıyla Tora ağır
bir kayba uğramış oluyor?
Belki de boşluğu doldurulamıyacak kadar ağır bir
kayıp hem de. Öyle ki, kabileler ayaklandığı vakit, karşı
larında sadece eğitimsiz birlikler bulacaklar.
Eğitimsiz ama, en korkunç silâhlarla donanmış bir
likler.
Orası doğru.
- Gelma'nın zaman kaybedeceğini sanmıyorum. Ayak
lanma ve savaş, Urbiya tepesindeki değiş tokuştan hemen
sonra başlamış olsa gerektir.
Savaşmalar yıllarca sürse bile, Tora için sonun baş
langıcı demektir bu artık. Hele ormanda kimseye söz geçi
remezler.
Umarım.
Tora güvenlik sistemi, sadece ve sadece, orman ko-
mandolarıyla polis ekiplerine dayanmaktadır. Bütün ovayı
sindirmek için üç dört bin komando yeter de artar.
Bu sırada, mağaranın girişini kapatan çanta birden itiliyor, sonra da dışarı doğru çekiliyor şiddetle. Ben anî bir refleksle paralizatörüme sarılıp ateş ederken, Massart fenerini yakıyor.
Mağaranın önündeki dar sahanlığa tutunmaya çabalayan dev yapılı bir siyah kuş görüyoruz. Bir kanadı tamamıyla felce uğramış durumda. Uzun gagalı dört köşe bir kafası ve küçük kırmızı gözleri var. Yiyecek gibi bakıyor bize.
Ağır gövdesi birden aşağı çekiyor kendisini ve uzun bir çığlıkla gecenin içine yuvarlanıyor. Massart, yeniden yerleştiriyor çantayı:
Gördün değil mi? diyor. Dana iriliğinde ve uçan bir
hayvan.
Nedir bu?
Neslinin tükendiği bilinen bir canavar. Toralılar
destra der bunlara. Başkentteki tabiat bilimleri Müzesinde
fosillerini görmüştüm.
Öfkeli çığlıklarla süslü yeni bir hücum başlıyor hemen ardından. Bu sefer toplu olarak saldırıyorlar, ama paraliza-törlerimiz onları perişan ediyor.
Hiç söndürmüyor feneri Massart ve durmadan ateş ediyoruz. Kartallarınkini andıran anî bir hücum tarzları var, zaten pençeleri de büyük birer kartal pençesi gibi.
Destralar ansızın kayboluyorlar, oysa hiçbirinin kaçtığını görmedik. Yamacın eteğine yuvarlanmış olsalar gerek demeye kalmadan, aşağıdan müthiş bir gürültü yükseliyor.
Bir savaş var orada, belli. Neyle savaşıyor şimdi peki bu
yaralı uçan canavarlar? Çantasından bir havafişeği çıkarıp fırlatıyor Massart. Göz kamaştırıcı aydınlıkla beraber, gürültü kesiliyor. Mağaranın girişinden eğilip bakıyoruz: Destralar'a karşı hücuma kalkmış olan ahtapotlar, ışıktan kaçıyorlar.
Her iki taraf da çok ağır kayıp vermiş olmalı. Destralar şu anda ahtapot leşlerine saldırıyorlar.
İçimizde bir bulantıyla mağaraya dönüyoruz. Karanlıkla birlikte gürültü yeniden başlıyor ve yeniden bir havafişeği fırlatıyor Massart. Soruyorum:
Neden yaptın bunu?
Bu mağara destraların yuvasıydı herhalde diyor. Bi
zim yüzümüzden yuvasız kalınca güç duruma düştüler. Or
manda, hayvanların daima eşit şartlar altında savaşması
nı sağlamak gerekir.
* * *
Nihayet şafak söküyor! Ne kadar uzun sürdü gece. Güneş ufku aydınlattığı zamanda Massart'la ben, yeni baştan doğmuş gibiydik. Mağaranın girişini açıp iticilerimi harekete geçirerek dışarı fırlıyorum.
Aşağıda geceki savaştan en ufak bir iz kalmamış. Destraların bir kısmı, paralizatörün etkisi geçip de oynak yerleri yeniden işlemeye başlayınca uçup kurtulmuş olsalar gerek. Kalanları da bataklığın dibinde misafir etmiştir ahtapotlar!
Pırıl pırıl güneşin altında dördüncü yamaca doğru yük-seliyoruz. Bu defa dalacağız oradaki kalın sisin içine. Ama sis diye bir şey kalmamış ortada. Önümüzde bir vadi uzanıyor.
- Aramanlılar'ın şehri!
Derhal tanıyorum. Kabile başkanları toplantısının yapılmış olduğu büyük tapınağın anfiteatrı duruyor ortada.
İticilerimi harekete geçirip dalıyorum hemen, Massart da beni izliyor.
Şehir ıssız değil. Savaşçılar ve kadınlar görüyoruz, hepsi tapınağa doğru koşuyor. Savaşçılar! Kurtulduk işte.
Anfiteatrda, Gelma'nın komutanlığının ilân edildiği heykel kaidesinin önüne iniyoruz"; hemen kuşatıyorlar bizi. Mızraklarıyle tehdit ediyor savaşçılar. Kendimi tanıtmak için haykırmak zorunda kalıyorum:
- Riyella geri verilsin diye teslim olan Dünyalı'yım
ben!
Mızraklar derhal iniyor, ihtiyar birisi ilerliyor bize doğru:
Bataklığı, dönen kumları ve labirenti nasıl aştın?
Şimdi önemli olan, burada bulunmamdır. Kabilelere
komuta eden Dünyalı kadının yanına götürün hemen bizi.
Buna Riyella karar verir.
Burada mı Riyella?
Dönüp bana tiyatronun üst basamaklarını gösteriyor ihtiyar. Riyella koşarak bize doğru iniyor.
* * *
Her şey yoluna girmiş durumda. Riyella bizi, Gelma ile geceyi geçirdiğimiz binaya benzer ikinci bir binaya götürdü. Her şey yoluna girmiş durumda ama, Toralılar'ın direnci Massart'm sandığından daha da fazlaymış.
Ayaklanmanın başlangıcında art arda başarı kazanmış savaşçılar; ama ilk şaşkınlık geçer geçmez düşman teşkilâtlanmış ve göl kıyısmdakine benzer kamplar kurup direnmeye başlamış. Hattâ hücumları kolayca püskürtmüş.
Riyella içini çekiyor:
- Bombardıman Silüsleri gerekli bize. Hücuma kalk
mak imkânımız bile kalmadı: Savaşçılar saldırıya geçmek
için bir araya toplanır toplanmaz düşmanın napalm bom
balarını tepemizde buluyoruz.
Massart'a dönüyorum, omuz silkiyor:
Toralılar o kamplarda abluka altında sayılır; ellerin
de yeterli orman komandosu da kalmadığına göre, şim
diki avantajlarından faydalanamayacaklar demektir.
Belki diyor Riyella. Ama bir gerilla savaşının ne ka
dar uzayacağını da kimse bilemez. Bütün köylerin bu arada
yakılıp yıkılmasını da unutma.
Massart gülümsüyor:
Bu durumda doğrudan doğruya başkente hücuma
geçin.
Ne?
Toralılar, ormanı savunmak için, kıyı şehirlerinde
güvenliği sağlayan kuvvetlerin çoğunu size karşı burada
seferber etmiş bulunuyor.
Doğrudan doğruya Tora'ya hücum? Hoşuma gitmiyor değil bu fikir, ama Riyella hemen itiraz ediyor:
Savaşçıları nasıl nakledeceğiz peki?
Bunu Gelma'yla konuşmak gerekir, diyorum. Ama
Massart haklı. Çünkü bu bir kuvvetler oranı meselesi ve
Massart, genel kurmaylarında görev almış olduğu için To-
ralılar'ın bütün imkânlarını biliyor.
Gelma, göle hâkim durumdaki büyük mağarada ka
rargâh kurdu.
Bizi Araman'a getiren Silüs'ü ele geçirmek için hiç
bir teşebbüste bulunmadı mı?
Hayır.
Oysa işe oradan başlamalıydı. Tabii Silüs yok edil
mediyse.
İki saatte ulaşabiliriz Gelma'nın mağarasına.
- Mükemmel.
Massart atılıyor burada:
- Acele etme, önce bacağını tedavi etmemiz lâzım; bir
de o korkunç gecenin yorgunluğunu çıkarmalıyız.
Riyella'ya dönüyor:
- Rejeneresans banyonuz yok değil mi burada?
Hayır! Ama aynı işi mükemmel görecek masörleri
miz var. Bana güvenebilirsiniz.
Peki ya Terrel'in bacağı? Kırık var.
Onu da hallederler.
Halledemeseler ne yapabiliriz sanki! Riyella havuza götürüyor bizi; çünkü Aramanlı masörler su içinde iş görüyor. Onların gelmesini beklerken soruyorum:
Dün akşam dördüncü yamaca kadar çıktık Massart'-
la, ama vadiyi göremedik bir türlü.
Sis yüzünden mi?
Evet! Sabahleyin de sis diye bir şey kalmamıştı or
tada.
Riyella gülümsüyor:
O sis, Tora Silüsleri bataklıkların üzerinden aştığı
anda bastı vadiyi.
Vadi görünmesin diye mi?
Evet. Havadan gelen her araç o sisle karşılaşır.
-- Peki ama o zaman, Dünyalı arkeologlar nasıl keşfedebildi bu kalıntıları?
Çünkü burada bir kabile yaşıyordu. Bu kabilenin
savaşçıları da avlanmak için ormana inmek zorundaydılar.
Tabii bütün gizli geçitleri biliyorlardı?
Bildiklerini de bizim kabile başkanlarımıza zamanla
öğrettiler.
Riyella'nın çağırttığı masörler geliyor, yanlarında bacağım için bir de doktor var.
Müthiş adamlar bu masörler! Bizim rejeneresans banyolarımız, bunların hüneri yanında hiç kalır. Doktorlar da işini iyi biliyor. Manyetik bağları çözdürdü önce ve yaralı kısma bir merhem sürdü. Hem acıyı aldı bu merhem; hem de manyetik bağlar yeniden konduğu halde bacağıma esneklik sağlandı.
Bir saat sonra kaslarımızdan her türlü yorgunluk silinmiş bir halde ve tam formda olarak çıkıyoruz havuzdan, ve gitmeye hazırız.
Riyella da bizimle beraber gelmek kararında. Daha çabuk davranabilmek üzere, iticilerimizi kullanacağız; üstelik böylece, yanımıza kalabalık bir ekip almak derdinden de kurtulmuş oluyoruz.
Bataklıkları ve labirenti geçerken Riyella kılavuzluk ediyor bize, işaret noktalarını da gösteriyor. Son derece kolay bu işaretleri bulmak. Yere saçılmış ufacık kırmızı serpintiler. Sürüngen bir böceğin çıkardığı şuymuş bu.
Labirente gelince, önceden ezberlenmiş bir rakamlar listesine uygun düşen koridora sapmak gerekiyor.
Gezegenin sisler kesiminden çıkar çıkmaz, bataklıkları incelemek amacıyle dönüp bakıyoruz. Yere çarpıp parçalanın üç Tora Silüsünden eser yok. Silüsler'in mürettebatından da iz kalmamış hiç.
Müthiş derin olması lâzım bu bataklıkların. Bu ge
ce yamaçta destralar saldırdı bize; onların çoğunu da ah
tapotlar hakladı.
Biliyorum, diyor Riyella. Korkunç ve merhametsiz
bir yerdir burası.
Kuzeye yöneliyoruz. En kısa yoldan, Massart'la bir gün önce sığınmış olduğumuz ormanın üzerinden götürüyor bizi Riyella. Gökyüzü bomboş. Bir tek Silüs bile yok.
Bundan faydalanıp sonuna kadar açıyoruz iticilerimizi. Neredeyse göl görünecek. Torahlar'ın kampı göründü. İyice genişletmişler kampı; içeride tam beş Silüs sayıyoruz.
Dünya devletinin simgelerini taşıyan gemiler bunlar. Birden duruyoruz, sonra gölün öbür kıyısına doğru dalıyoruz hızla. Ama çok geç. Gördüler bizi.
Silüsler'den ikisi derhal havalanıyor, uzun menzilli bir paralizatör bir anda tarıyor gökyüzünü. Massart'la Riyella atik davranamıyorlar. Sadece ben sıyrılabiliyorum parali-
zatörlerin fışkırtısından, ve en yüksek tepenin üzerindeki kayalık sahanlığa ulaşıyorum.
İşte mağara. Gelma'yı görüyorum. Uzay kılığına bürünmüş, ama yalnız değil. Dünyalı Uzay Muhafızları teşkilâtına mensup iki görevlinin arasında ilerliyor. Onların biraz berisinde, doğrudan doğruya emrine tâbi olduğum şefim general Darsaut'yıı görüyorum,
Toralı bir yüksek rütbeli subay var yanında generalin. İki adım ilerliyorlar bana doğru, ve soğuk bir sesle:
- Sizi yeniden gördüğüme memnun oldum Terrel, diyor. Toralılar, kabilelerin isyanını bastırabilmek için Dünya'dan yardım talebinde bulundular; ve komutan Helmar, sorgularınızın kayıtlarını baştan sona dinletti bana. Düşüncelerinizi son derece ilgi çekici buldum.
Partiyi kaybettik demektir. Acı buruk bir gülümseyişle bakıyorum Gelma'ya. Muhafızlardan biri ilerleyip silâhlarımı alıyor. Bu sırada Riyella ile Massart'ı baygın bir halde getiriyorlar.
Ondördüncü Bölüm
AMİRAL gemisinde, herşeye rağmen konforlu bir hücre vermişler bize. Bize. Yani Gelma, Massart ve bana. Çünkü Riyella'yı ayrı tutuyorlar.
Riyella herhalde kurtulacak. Kabileleri kesin olarak yatıştırmayı kabul ettiği taktirde. Bu işi de ancak o yapabilir. Bizi ise, divanıharp bekliyor.
- Tepedeki mağarada kendimi güvenlikte sanıyordum, diyor Gelma. Dünyalı Silüslerin geldiğini görmüştüm ve her türlü direncin saçma, ve faydasız olduğunu da biliyordum. Ormanda her tarafa haberciler yollayıp savaşı kesecektim. Tam bu sırada saldırdılar tepeye. Uyuşturucu bombalarla saldırdılar.
Acı bir gülümseyişle ekliyor:
Kendime geldiğim vakit general başucumdaydı ve
ben tutsaktım.
Nasıl buldular peki o mağarayı?
- Yerli esirlerden biri konuştu herhalde.
Herhalde. Çaresizlik gösteren bir jestten sonra soruyo
rum:
Darsaut'yla nasıl geçti?
Sorguma henüz başlamıştı ki gelip Riyella ile senin
yakalandığınızı haber verdiler.
Tora Dünya'dan resmen yardım istemiş. Namussuz
luğa bak sen! Eğer Helmar'la Tora genel kurmayını doğ
ru söyleten uyuşturucularla sorguya çekselerdi, ağızları bir
karış açık kalırdı hayretten.
Massart gülümsüyor:
- Ne yazık ki böyle bir sorgu, genel kurmaylar sevi
yesinde mümkün değil.
Darsaut da biliyordur herhalde işin içyüzünü; ama ke-
sin bir ihbarla karşı karşıya. Sorguda söylediklerimi dinlemiş olması yeter.
Beni asıl huzursuzlandıran, Helmar'm beni şahsen
lalep edeceğidir, diyor Massart.
Ve servisin seni ona teslim etmesinden mi korkuyor
sun?
Böyle bir durumda biliyorsun başıma ne geleceğini.
Hiç korkma! Dünyalısın sen. Ancak bir Dünya mah
kemesi tarafından yargılanıp mahkûm edilebilirsin. Yasa
lar bu konuda kesin ve açık.
Bacağımla ilgilenmediler bile. Nasıl olsa kurşuna dizileceğim için, zahmete değer bulmuyorlardır! Şimdilik acı vermiyor Yürümeme de engel olmuyor.
Hücrenin kapısı açılıyor birden, genç bir uzay muhafız subayı beliriyor ve selam verdikten sonra konuşuyor:
General, komutan Terrel'i bekliyor.
Tek başıma mı istiyor beni?
Evet komutanım.
Bir bakıma bu tavır, Gelma için iyi belirti: Darsaut, kabilelerin teslim şartlarını Riyella ile görüşüp sonuca bağladı demektir. Bu da, Gelma'yı daha bir insafla sorguya çekmesine yol açar. Dilerim, yanılmamış olayım!
Elimle küçük bir selam sarkıtıyorum Gelma'ya:
- Divanıharp yolu göründü işte...
Bu türlü işler için zaman kaybetmez şefler. Genç subayın arkasında ana koridorda konferans salonuna kadar yürüyorum. Salonun kapısında bir asker nöbet tutuyor.
Kapıyı tıkırdatıyor genç subay, içeriden otomatik olarak açılıyor kapı, ve subay bana yol veriyor. Henüz harp divanında değiliz: Darsaut tek başına içeride. Alaycı gözlerle bana bakıyor:
Alçak küçük bir masanın önünde bir koltuğa oturmuş. Serinletici içkiler var masanın üzerinde. Yalnız girdim içeri. Beni getiren genç subay koridorda kaldı.
- Oturun Terrel. Sizi candan tebrik ederim.
Alay etmeyin generalim.
Alabildiğine ciddî konuşuyorum Terrel. Görevinizi
mükemmel bir şekilde yerine getirmiş bulunuyorsunuz.
Nasıl?
Toralı subayın yanında sizinle ters konuşmak zorun
da kaldım ama buna mecburdum.
Ama ben...
İhanet etmek üzereydiniz, değil mi? Gerçekte sizin
ki, tam bir ihanet değildi: Gelma ile beraber servisten ay
rılmayı tasarlıyordunuz. Ormanda bir krallık kurma im
kânına sahip olduğunuza göre, bu da olağan sayılabilir.
İhanet değildi, çünkü Dünya devletinin samimi bir dostu
olmak arzusundaydınız. Yoksa aldanıyor muyum?
Hayır ama o duruma gelebilmek için sizinle biraz
çatışmak zorunda kalacaktım herhalde.
Şimdi o işi yapacaksınız işte.
Anlamadım...
Biz Tora ile yapılan ittifakın bir hatâ olduğunu çok
tan anladık. Ne var ki büyük konseyimiz bu ittifaktan tek
taraflı olarak sıyrılamıyor. Bir ittifakın Dünyalılar tarafın
dan bozulması, bütün kıyı gezegenlerinde ters tepkiler ya
ratır. Yani bu ittifakın Aramanlılar tarafından bozulması
şart. Yani kabileler tarafından. Anlamaya başladınız mı
şimdi?
Biraz.
Servisimizin zorlamalarından kurtulmak için gizli
bir arzu besleyecek şekilde şartladık sizi. Bu şartlanmanın
sonucu olarak, kabileler ayaklanmasının başına geçtiniz.
Tabii Toralılar da aldandı bu duruma. Tam umduğum
tepkiyi gösterdiler.
Dünyadan resmen yardım talep etmekle mi?
Evet. Ve şimdi siz bu sayede üç savaş Rafına sahip
olacaksınız.
Nasıl? __ Kaçarken çalmak suretiyle. Elinizin altında kesin
sonuca götürecek silah bulunmadığı sürece, ormandaki mücadeleniz uzadıkça uzayacaktır. Oysa üç Rafla en can alıcı noktaları bombalayıp Tora'yı onbeş gün içinde teslim olmaya zorlayabilirsiniz. Susuyorum soruyor:
- Aynı fikirde değil misiniz?"
Aynı fikirdeyim.
Nedir öyleyse kafanızı kurcalayan?
Rafları çalacak olursak, derhal harp suçlusu duru
muna düşeriz.
Tora'nın imdadına yetişecek olan Dünya filosu, ye
ni Araman kralı ile pazarlık etmek zorunda kalırsa, düş
mezsiniz. Nitekim Araman kralı unvanını almış olacaksı
nız bu arada; ve Dünya Yüksek Konseyi de, yabancı bir
ülkede sonu belirsiz bir savaştan kaçınmak için sizinle an
laşma yolunu seçecektir.
Gözlerinin içi gülüyor konuşurken. Uzun boylu ve ince. Ağarmaya yüz tutmuş kalın ve sık kaşları var.
Riyella ne diyor bu projenize?
Onaylıyor. Zaten o da sizinle beraber kaçacak. Şimdi
lik, sizin hücrenizin yanındaki hücrede sözüm ona tutsak
durumda. Ben Dünya'ya dönerken, kabilelerin davasını
Yüksek Konsey önünde savunmak üzere, yerlilerin ileri
gelenlerinden sadece birkaçını götüreceğim.
Anlıyorum generalim.
Bir tek nokta kalıyor geriye, aydınlanması gereken. Dikenli bir nokta, ama açıkça ortaya dökmek gerekiyor:
Peki Massart? O ne olacak? diyorum.
Siz onun tutsağı değil miydiniz?
Evet ama Toralılar'ı terkedip benim tarafıma geçti.
Hayatımı borçluyum ona, üstelik bir hain de değil Massart:
Ya aylar boyunca korkunç işkenceler altında yavaş yavaş
ölmek, yada Tora'da kalmak gibi bir seçim koymuşlar önü
ne. O da...
Massart bizim gözümüzde resmen ölmüş bulunmak-
tadır. Ben şu anda, komutan Helmar'ın açık delillere dayanan ihbarına rağmen, ölmüş bir adamı diriltmek zorunda değilim.
Yani o da bizimle beraber kaçabilecek mi?
Evet... İlerde de örneğin Araman kralının temsilcisi
olarak Dünya'ya rahatça gelip gidebilir.
Üç Rafı çalabilmemiz için gerekli olan herşey herhalde hazırlanmıştır; ama dördüncüyü merak ediyorum:
Peki ya Rampell'in prototipi ne olacak?
O bundan yirmi beş yıl önce havalanırken patlayıp
parçalanmıştı.
Nasıl?
Hem Torahlar'ı tahrik etmek, hem de sizin Ara-
man'a gönderilmeniz için bir bahane bulmak amacıyla uy
durduk o hikâyeyi.
Uydurma bir Raf. İhanetimizi öngören bir şartlanma. İçimi çekiyorum: İnsanın servisin ellerinde basit bir oyuncaktan başka bir şey olmadığını keşfetmesi, umut kırıcı oluyor doğrusu! Suratımı astım herhalde, Darsaut soruyor:
Nen var? Niye üzgünsünüz?
Bütün bu hikâyede silik bir rol oynadığıma. Demek
uzaktan idare edilen basit bir robottum ben, o kadar?
Yanılıyorsunuz. Sahte bir durum yarattık biz sade
ce; ve görevinizi kolaylaştırmak için de, birtakım duygu
larla donattık sizi. Hepsi bu. Ama bu çok önemli görev
için Gelma Arene'le sizin seçilmenizde rol oynayan, kendi
üstün niteliklerinizdir. Size güvendim ben; arzu ettiğim
sonuca bir başkasıyle ulaşamayacağımı biliyordum çünkü.
Belki! Aslında pek inanmış değilim ama uzun boylu tartışacak zaman yok artık. Robot veya değil, sonuna kadar götürmek zorundayım başladığım bu işi.
- Tek başıma çağırdınız beni. Bundan, Gelma ile Mas.
sart'ın hiçbir şey bilmemeleri gerekliği anlamını mı çıkar
malıyım?
- Siz karar verin Terrel. Etkilemek istemem sizi bu
konuda.
Herşeyi onlara da anlatacağım öyleyse.
Nasıl isterseniz.
Raflar nerede?
Altı, yedi ve sekiz numaralı fırlatma ambarlarında
sizi bekliyorlar.
Mürettebat?
Hepsi robot. Hafıza şeritlerini pilot tablosunda bu
lursunuz.
Anbarlarda kaç muhafız var?
Hiç. Yalnız, son kademede bir muhafız karakolu var
dır, onu aşamazsınız. Ayrıca gerek de yok, çünkü ambar
ların kapısı dışarıya açılır.
Yani ambarlara ancak, bir süre uzayda uçmak su
retiyle varabiliriz öyle mi?
Evet. Hücrelerinizin koridoru üzerindeki dolaplar
da uzay kıyafetleri vardır. Durumun inandırıcı olması için,
hücrelerinizin önüne nöbetçi dikmek zorunda kaldım. Hiç
kimse, sizin gibi yetenekli bir ajanın nasıl olup da bir pa-
ralizatör ele geçirdiğine hayret etmeyecektir.
Bu son cümleyi söylerken, kuşağından çıkardığı bir pa-ralizatorü masanın üzerine bırakıp bana doğru itiyor.
Özetliyorum, diyor. Rafları çalıp kaçtığınız resmen
açıklandıktan sonra Dünya'dan derhal bir filo talep ediyor
ve Yüksek Konseye durumu bildirmeye gidiyorum. Müda
hale için gelecek filo, ancak on beş gün sonra Araman'da
olabilir. Yani sizin, bu on beş gün zarfında Toralıları pes
ettirmeniz şart. Sözün kısası, Büyük Amiral Terrano'yu
on beş gün sonra Tora sarayında bizzat siz karşılamalısınız
Terrel.
Büyük Amirali oldu bitti karşısında bırakmak için
tabii?
Ve bu kollara karşı paralizatörler, fülgüranlardan daha etkili oluyor. Kolları donup kalınca şaşırıyor hayvanlar. Oysa ölüm, günlük hayat mücadelesinin ayrılmaz bir parçası onlar için; ölenin yerine on tane daha geliyor.
Yeniden hücuma geçtiler. Massart dümeni bırakıp benim yanıma, en uç dalların arasına tırmanmak zorunda kalıyor.
Dokunaçları paralizatörle temizliyoruz ama, bu kez dört taraftan kuşatılmış durumdayız. Kollardan bazıları, insan gövdesi genişliğinde.
Allah kahretsin! Bu sefer bir ordu halinde geliyor
lar üstümüze. Çok bekledik, çok kaldık bu ağaçta.
Bırakacak mıyız ağacı?
- Keşfedilmek pahasına da olsa bırakmak zorundayız.
İşin kötüsü, halâ ırmağın ortasındayız.
- Ahtapotlar iyice aç kalmış bugün. Akşam olmadan
böyle saldırdıklarına bakılırsa...
Ağacın alt dalları üzerinde ilk canavar belirirken, iticilerimizi harekete geçirip havalanıyoruz. Buna da. adıyla sanıyla, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak derler. Gökyüzünde iki Silüs beliriveriyor birden.
Ancak henüz epeyce uzaktalar. Derhal bize doğru yöneldiklerini görüyoruz.
- Tesbit ettiler hemen.
-. Normal değil mi?
İticilerimizi sonuna kadar açıp, elimizdeki dar zamandan faydalanarak, dağlara ulaşmak çabasındayız şimdi. Allahtan yakın. Ve bizi yer yer gizleyebilecek birkaç çalılık var. Görünmemek için yere iniyoruz, ama devam ediyoruz ilerlemeye.
Massart geriye bakıyor bir an:
Tamam işte! diye mırıldanıyor. Silüslerden orman
devriyeleri iniyor. Üç ayrı koldan saldırıyorlar hem de.
Sonun başlangıcı mı yani?
Yamaca ulaşabilirsek değil.
Pek uzakta sayılmayız yamaçtan. Ama Toraklar olanca hızlarıyla geliyor üzerimize. Biz de hızlanıyoruz. Çevremizde, yer yer saz demetleriyle örtülü kocaman bataklıklar uzanıyor.
- Devriyeler yaklaşıyor! İticilerini çalıştırmadılar he
nüz; oysa bizimkiler sabahtan beri çalışmaktan nsrdeyse
boşalacak!
Büyük bir risk bu. Bataklıklar uzuyor. Yer yer kum yığınları da belirdi. Bu manzarayı tanır gibiyim ben.
Tanıyorum, evet. Birden bir bulut sarıyor ikimizi. Hızlı bir refleksle Massart'ın kemerine yapışıp haykırıyorum:
- Gezen sisler! Aman dikkat et. Dümdüz yürüyeceksin. Sımsıkı yum gözlerini. Unutma ki kendine yön vermeye çalıştığın anda mahvolduk demektir.
Onüçüncü Bölüm
«KENDİNE yön vermeğe çalışmadan.» Kurtulmanın tek yolu bu. Umarım bu. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Massart, bir engelle karşılaşmak korkusu içinde, ellerini öne doğru uzatıyor.
Tora devriyeleri acaba ardımıza takıldılar mı diye düşünüyorum. Büyük bir ihtimalle takılmışlar, ve hatırladığım kadarıyla, sisli bölge oldukça geniş.
Üstelik bir de zemine basarak yürümek yanlışını işleyecek olurlarsa, bataklıklar veya dönem kumlar tarafından yutulmak tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır.
Bir dehşet çığlığı yükseliyor ardımızdan. Çok geçmeden bunu bir ikinci çığlık izliyor. Bana dönüyor Massart:
Ne oluyor kuzum?
Bataklıklar veya dönen kumlar. Takipçilerimizden
ikisi saplandı herhalde.
Bu korkunç sis yetmiyor demek!
Başka çığlıklar geliyor kulağımıza. Sonra emirler. Biri-birini tutmayan, şaşkınca emirler. Takım komutanları adamlarını bir araya toplamak istiyor. Durmadan ilerliyoruz.
İşaret noktalarını bulmadan yürümenin imkânsız olduğunu söylemişti Hanik. Hiçbir işaret göremiyorum.
Nereye varacağız acaba bunun sonunda? İster doğal, ister yapay olsun, dümdüz yürümeye devam ettiğimiz takdirde, bu sis bir noktada elbet sona erecektir.
Nitekim, birden açıklığa çıkıyoruz işte. Bir alacakaranlık içindeyiz. Akşam oluyor. Üzerimize inen bir perde gibiydi bu sis.
Sarp bir yamaç yükseliyor önümüzde. Arkamızda ise, gürültülü bir kargaşalık var. Yüzlerce ve yüzlerce küçücük bulut delice dansediyor sanki.
Bunların, insanlara ikinci bir deri gibi yapışan ufak bulutlar olduğunu düşünmekte yanılmamışım demek ki.
Durmadan dönüyorlar oldukları yerde. Dehşetle seyrediyoruz. Bazıları birden hareketsiz kalıyor, sonra yutulmuş gibi batıp gidiyor yere. Toralılar,'dan biri daha bataklığa saplandı, veya dönen kumlar tarafından emildi.
- Hepsi yere inmiş, diyor Massart.
İner tabiî. İçgüdüyle inerler. İnsan yönünü şaşırınca, hiç olmazsa sağlam bir zemine basmak ister. Aramanlılar'ın ataları bunu da hesap ederek kurmuştur herhalde bu tuzağı düşmanlarına. Psikolojik bir silâh niteliğinde bu sisler.
Toralı takım komutanları derhal yere inmelerini emretmiş olsa gerek adamlarına. Bu emirle onları kesin bir ölüme mahkûm ettikleri, akıllarının ucundan bile geçmemiştir.
Sapsarı kesildi Massart:
Hiçbir şey gelmez mi elimizden? diyor.
Hiçbir şey.
Emin misin?
İmdatlarına koşacak olursak, işaret noktalarını biz
de bilmediğimiz için, onlarla birlikte ölür, gideriz.
Oysa buradan, dışarıdan bakınca yardım etmek ko
lay görünüyor.
Buradan evet. Birer birer ve kıvrıla kıvrıla yere gömülüp kayboluyor sisler. Göz alabildiğine uzanan bataklıklara bakıyoruz. Üzerlerinde üç kocaman bulut hareket ediyor.
Bizi takip eden Silüsler olsa gerek bu bulutlar. Massart'a dönüyorum:
Sislerin, kurbanlarını havada bile bırakmadıklarını
söylemişti Hanik bana.
Biyolojik dalgalar tarafından mıknatıslanıyor her
halde bu sisler., diye mırıldanıyor.
Silüslerden biri yükselir gibi oluyor, sonra alçalıyor yeniden. Üçü de zikzaklar yaparak uçuyor şimdi.
Uçuş cihazlarının tümü de bozulmuş gibi bir halleri
var, diyor Massart.
Tümünü bilmeni ama, yönlendirme cihazlarının bo
zulduğu muhakkak.
Tam bu sırada zemine çarpıp parçalanıyor Silüsler'den birisi. Ötekilerin de sonu yaklaştı demektir. Massart başını sallıyor:
Bu korkunç tuzaktan nasıl oldu da kurtulmayı ba
şardık?
Çünkü biliyordum. Öyle sanıyorum ki bizden önce,
işaret noktalarını tanıyan birkaç savaşçı dışında hiç kimse
bu bataklıklardan canlı çıkmayı başaramamıştır.
İkinci Silüs'ün de yere çarpıp parçalandığını görüyoruz. Çok geçmeden üçüncü bir patlama sesi ve son Silüs de siliniyor ortadan.
- Müthiş bir şey bu.
Bir baş hareketiyle onaylayarak açıklıyorum:
Bu tuzaklar sisteminin, Araman'ın bugünkü sakin
lerinin çok uzak ataları tarafından icat edilmiş olduğunu
söylemişti bana Hanik.
Nerede yaşıyormuş peki o atalar?
Labirentten çıktığımız zaman kalıntılarını görece
ğimiz büyük bir şehirde.
Yani önümüzde bir de labirent mi var?
Üstünden uçarak da geçebiliriz sanırım..
Öteki türlü, geceyi geçirecek bir yer bulmamız gerekir kendimize. Neredeyse karanlık basacak ve yönümüzü şaşırmamız işten değil. İticilerimizi harekete geçirip yamacın zirvesi'ne varıyoruz. Ne yazık ki, bunun ardında ikinci bir sarp yamaç var. Sonra bir daha, bir daha. Dördüncü yamacın ötesinde de kalın bir sis tabakası uzanıyor.
Bu yeni sisin içine dalmaya cesaretimiz yok yarı karanlıkta Geri dönüyoruz.
Aynı cins değil bu sis diyorum. Ama yine de tedbirli
olmalıyız.
Ne yapacağız peki?
Hanik'le geçtiğimiz labirentin girişlerinden birine
rastlayıncaya kadar, yamaç boyunca yürüyeceğiz.
Peki. Sağa doğru mu gidiyoruz, sola doğru mu?
Önemi yok.
Sağa doğru ilerlemeye koyuluyor Massart; ama ortalık gittikçe kararıyor, ve sonunda bu da endişe verici olmaya başlıyor. Çaresiz, duruyorum:
Karanlık iyice bastı, biraz sonra burnumuzun ucunu
bile göremeyeceğiz.
Öyleyse burada kalalım.
Ortaklık ağarıncaya kadar fena olmayacak.
Yalnız burada, bataklıklara pek yakınız.
Bir saldırıdan mı çekiniyorsun ?
Bütün bataklıklar, karanlık basar basmaz yiyecek
aramaya koyulan iğrenç vahşi hayvanlarla doludur. Koku
muzu uzaktan da olsa alır bu canavarlar.
O zaman yamacın doruğunda bir sığınak bulalım.
Orada belki de daha beterine çatarız, kimbilir!
Başka çaremiz yok sanırım. Bataklıklardan yana en
ufak bir şansımız olmadığını söylüyorsun ya.
Öyle. Ben cesur bir adamım. Koca bir orman devri-
yesiyle mücadeleye hazırım. Bataklıklardaki hayvanlardan
yine de dehşet duyuyorum.
Ben de...
İticilerimizle yamacın doruğuna doğru uçarken, kayalar arasında bir delik çarpıyor gözüme.
- Buldum Massart!
Deliğin önündeki dar sahanlığa iniyoruz. Dar bir girişi var mağaranın. Ama mağara alabildiğine derin, ve bütün öteki taraflardan da sımsıkı kapalı.
Elektrik feneriyle dalıyor Massart:
- Tam bize göre, diyor. Yerleşir yerleşmez gider çan
tamla deliği kapatırım.
Mükemmel! Yaralı bacağımı çarpmamaya gayret ederek giriyorum içeri. Bacağım şimdilik sızlamıyor.
içinden besleyici haplar çıkarıp, çantasını girişin önüne yerleştiriyor Massart. Homurdanıyorum:
Gene bu pis yemek!
Gülüyor Massart:
Yemeği bitirir bitirmez bacağına bakacağım.
* * *
İğrenç bir gece. Sözüm ona bir nöbet sırası tesbit ettik ama o ne ikimiz de uyuyamıyoruz. Allahtan Dünya sigaraları var üzerimde, ve Massart'ın ağzı kulaklarına varıyor.
Vakit geçirmemize yarıyor. İçinde bulunduğumuz durumda uyku, en korkunç canavardan daha da tehlikeli görünüyor bize. Peşimizdeki Toralılar'ın nasıl can verdiğini gördüğümüz için herhalde.
Gezegen sislerine benzer daha bir çok esrarengiz tehlike hâlâ dolanmaktadır çevremizde. Soruyorum:
Nedir bu orman komondoları?
Tora ordusunun kaymağı diyebilirim.
Öyleyse bu üç Silüs'ün parçalanmasıyla Tora ağır
bir kayba uğramış oluyor?
Belki de boşluğu doldurulamıyacak kadar ağır bir
kayıp hem de. Öyle ki, kabileler ayaklandığı vakit, karşı
larında sadece eğitimsiz birlikler bulacaklar.
Eğitimsiz ama, en korkunç silâhlarla donanmış bir
likler.
Orası doğru.
- Gelma'nın zaman kaybedeceğini sanmıyorum. Ayak
lanma ve savaş, Urbiya tepesindeki değiş tokuştan hemen
sonra başlamış olsa gerektir.
Savaşmalar yıllarca sürse bile, Tora için sonun baş
langıcı demektir bu artık. Hele ormanda kimseye söz geçi
remezler.
Umarım.
Tora güvenlik sistemi, sadece ve sadece, orman ko-
mandolarıyla polis ekiplerine dayanmaktadır. Bütün ovayı
sindirmek için üç dört bin komando yeter de artar.
Bu sırada, mağaranın girişini kapatan çanta birden itiliyor, sonra da dışarı doğru çekiliyor şiddetle. Ben anî bir refleksle paralizatörüme sarılıp ateş ederken, Massart fenerini yakıyor.
Mağaranın önündeki dar sahanlığa tutunmaya çabalayan dev yapılı bir siyah kuş görüyoruz. Bir kanadı tamamıyla felce uğramış durumda. Uzun gagalı dört köşe bir kafası ve küçük kırmızı gözleri var. Yiyecek gibi bakıyor bize.
Ağır gövdesi birden aşağı çekiyor kendisini ve uzun bir çığlıkla gecenin içine yuvarlanıyor. Massart, yeniden yerleştiriyor çantayı:
Gördün değil mi? diyor. Dana iriliğinde ve uçan bir
hayvan.
Nedir bu?
Neslinin tükendiği bilinen bir canavar. Toralılar
destra der bunlara. Başkentteki tabiat bilimleri Müzesinde
fosillerini görmüştüm.
Öfkeli çığlıklarla süslü yeni bir hücum başlıyor hemen ardından. Bu sefer toplu olarak saldırıyorlar, ama paraliza-törlerimiz onları perişan ediyor.
Hiç söndürmüyor feneri Massart ve durmadan ateş ediyoruz. Kartallarınkini andıran anî bir hücum tarzları var, zaten pençeleri de büyük birer kartal pençesi gibi.
Destralar ansızın kayboluyorlar, oysa hiçbirinin kaçtığını görmedik. Yamacın eteğine yuvarlanmış olsalar gerek demeye kalmadan, aşağıdan müthiş bir gürültü yükseliyor.
Bir savaş var orada, belli. Neyle savaşıyor şimdi peki bu
yaralı uçan canavarlar? Çantasından bir havafişeği çıkarıp fırlatıyor Massart. Göz kamaştırıcı aydınlıkla beraber, gürültü kesiliyor. Mağaranın girişinden eğilip bakıyoruz: Destralar'a karşı hücuma kalkmış olan ahtapotlar, ışıktan kaçıyorlar.
Her iki taraf da çok ağır kayıp vermiş olmalı. Destralar şu anda ahtapot leşlerine saldırıyorlar.
İçimizde bir bulantıyla mağaraya dönüyoruz. Karanlıkla birlikte gürültü yeniden başlıyor ve yeniden bir havafişeği fırlatıyor Massart. Soruyorum:
Neden yaptın bunu?
Bu mağara destraların yuvasıydı herhalde diyor. Bi
zim yüzümüzden yuvasız kalınca güç duruma düştüler. Or
manda, hayvanların daima eşit şartlar altında savaşması
nı sağlamak gerekir.
* * *
Nihayet şafak söküyor! Ne kadar uzun sürdü gece. Güneş ufku aydınlattığı zamanda Massart'la ben, yeni baştan doğmuş gibiydik. Mağaranın girişini açıp iticilerimi harekete geçirerek dışarı fırlıyorum.
Aşağıda geceki savaştan en ufak bir iz kalmamış. Destraların bir kısmı, paralizatörün etkisi geçip de oynak yerleri yeniden işlemeye başlayınca uçup kurtulmuş olsalar gerek. Kalanları da bataklığın dibinde misafir etmiştir ahtapotlar!
Pırıl pırıl güneşin altında dördüncü yamaca doğru yük-seliyoruz. Bu defa dalacağız oradaki kalın sisin içine. Ama sis diye bir şey kalmamış ortada. Önümüzde bir vadi uzanıyor.
- Aramanlılar'ın şehri!
Derhal tanıyorum. Kabile başkanları toplantısının yapılmış olduğu büyük tapınağın anfiteatrı duruyor ortada.
İticilerimi harekete geçirip dalıyorum hemen, Massart da beni izliyor.
Şehir ıssız değil. Savaşçılar ve kadınlar görüyoruz, hepsi tapınağa doğru koşuyor. Savaşçılar! Kurtulduk işte.
Anfiteatrda, Gelma'nın komutanlığının ilân edildiği heykel kaidesinin önüne iniyoruz"; hemen kuşatıyorlar bizi. Mızraklarıyle tehdit ediyor savaşçılar. Kendimi tanıtmak için haykırmak zorunda kalıyorum:
- Riyella geri verilsin diye teslim olan Dünyalı'yım
ben!
Mızraklar derhal iniyor, ihtiyar birisi ilerliyor bize doğru:
Bataklığı, dönen kumları ve labirenti nasıl aştın?
Şimdi önemli olan, burada bulunmamdır. Kabilelere
komuta eden Dünyalı kadının yanına götürün hemen bizi.
Buna Riyella karar verir.
Burada mı Riyella?
Dönüp bana tiyatronun üst basamaklarını gösteriyor ihtiyar. Riyella koşarak bize doğru iniyor.
* * *
Her şey yoluna girmiş durumda. Riyella bizi, Gelma ile geceyi geçirdiğimiz binaya benzer ikinci bir binaya götürdü. Her şey yoluna girmiş durumda ama, Toralılar'ın direnci Massart'm sandığından daha da fazlaymış.
Ayaklanmanın başlangıcında art arda başarı kazanmış savaşçılar; ama ilk şaşkınlık geçer geçmez düşman teşkilâtlanmış ve göl kıyısmdakine benzer kamplar kurup direnmeye başlamış. Hattâ hücumları kolayca püskürtmüş.
Riyella içini çekiyor:
- Bombardıman Silüsleri gerekli bize. Hücuma kalk
mak imkânımız bile kalmadı: Savaşçılar saldırıya geçmek
için bir araya toplanır toplanmaz düşmanın napalm bom
balarını tepemizde buluyoruz.
Massart'a dönüyorum, omuz silkiyor:
Toralılar o kamplarda abluka altında sayılır; ellerin
de yeterli orman komandosu da kalmadığına göre, şim
diki avantajlarından faydalanamayacaklar demektir.
Belki diyor Riyella. Ama bir gerilla savaşının ne ka
dar uzayacağını da kimse bilemez. Bütün köylerin bu arada
yakılıp yıkılmasını da unutma.
Massart gülümsüyor:
Bu durumda doğrudan doğruya başkente hücuma
geçin.
Ne?
Toralılar, ormanı savunmak için, kıyı şehirlerinde
güvenliği sağlayan kuvvetlerin çoğunu size karşı burada
seferber etmiş bulunuyor.
Doğrudan doğruya Tora'ya hücum? Hoşuma gitmiyor değil bu fikir, ama Riyella hemen itiraz ediyor:
Savaşçıları nasıl nakledeceğiz peki?
Bunu Gelma'yla konuşmak gerekir, diyorum. Ama
Massart haklı. Çünkü bu bir kuvvetler oranı meselesi ve
Massart, genel kurmaylarında görev almış olduğu için To-
ralılar'ın bütün imkânlarını biliyor.
Gelma, göle hâkim durumdaki büyük mağarada ka
rargâh kurdu.
Bizi Araman'a getiren Silüs'ü ele geçirmek için hiç
bir teşebbüste bulunmadı mı?
Hayır.
Oysa işe oradan başlamalıydı. Tabii Silüs yok edil
mediyse.
İki saatte ulaşabiliriz Gelma'nın mağarasına.
- Mükemmel.
Massart atılıyor burada:
- Acele etme, önce bacağını tedavi etmemiz lâzım; bir
de o korkunç gecenin yorgunluğunu çıkarmalıyız.
Riyella'ya dönüyor:
- Rejeneresans banyonuz yok değil mi burada?
Hayır! Ama aynı işi mükemmel görecek masörleri
miz var. Bana güvenebilirsiniz.
Peki ya Terrel'in bacağı? Kırık var.
Onu da hallederler.
Halledemeseler ne yapabiliriz sanki! Riyella havuza götürüyor bizi; çünkü Aramanlı masörler su içinde iş görüyor. Onların gelmesini beklerken soruyorum:
Dün akşam dördüncü yamaca kadar çıktık Massart'-
la, ama vadiyi göremedik bir türlü.
Sis yüzünden mi?
Evet! Sabahleyin de sis diye bir şey kalmamıştı or
tada.
Riyella gülümsüyor:
O sis, Tora Silüsleri bataklıkların üzerinden aştığı
anda bastı vadiyi.
Vadi görünmesin diye mi?
Evet. Havadan gelen her araç o sisle karşılaşır.
-- Peki ama o zaman, Dünyalı arkeologlar nasıl keşfedebildi bu kalıntıları?
Çünkü burada bir kabile yaşıyordu. Bu kabilenin
savaşçıları da avlanmak için ormana inmek zorundaydılar.
Tabii bütün gizli geçitleri biliyorlardı?
Bildiklerini de bizim kabile başkanlarımıza zamanla
öğrettiler.
Riyella'nın çağırttığı masörler geliyor, yanlarında bacağım için bir de doktor var.
Müthiş adamlar bu masörler! Bizim rejeneresans banyolarımız, bunların hüneri yanında hiç kalır. Doktorlar da işini iyi biliyor. Manyetik bağları çözdürdü önce ve yaralı kısma bir merhem sürdü. Hem acıyı aldı bu merhem; hem de manyetik bağlar yeniden konduğu halde bacağıma esneklik sağlandı.
Bir saat sonra kaslarımızdan her türlü yorgunluk silinmiş bir halde ve tam formda olarak çıkıyoruz havuzdan, ve gitmeye hazırız.
Riyella da bizimle beraber gelmek kararında. Daha çabuk davranabilmek üzere, iticilerimizi kullanacağız; üstelik böylece, yanımıza kalabalık bir ekip almak derdinden de kurtulmuş oluyoruz.
Bataklıkları ve labirenti geçerken Riyella kılavuzluk ediyor bize, işaret noktalarını da gösteriyor. Son derece kolay bu işaretleri bulmak. Yere saçılmış ufacık kırmızı serpintiler. Sürüngen bir böceğin çıkardığı şuymuş bu.
Labirente gelince, önceden ezberlenmiş bir rakamlar listesine uygun düşen koridora sapmak gerekiyor.
Gezegenin sisler kesiminden çıkar çıkmaz, bataklıkları incelemek amacıyle dönüp bakıyoruz. Yere çarpıp parçalanın üç Tora Silüsünden eser yok. Silüsler'in mürettebatından da iz kalmamış hiç.
Müthiş derin olması lâzım bu bataklıkların. Bu ge
ce yamaçta destralar saldırdı bize; onların çoğunu da ah
tapotlar hakladı.
Biliyorum, diyor Riyella. Korkunç ve merhametsiz
bir yerdir burası.
Kuzeye yöneliyoruz. En kısa yoldan, Massart'la bir gün önce sığınmış olduğumuz ormanın üzerinden götürüyor bizi Riyella. Gökyüzü bomboş. Bir tek Silüs bile yok.
Bundan faydalanıp sonuna kadar açıyoruz iticilerimizi. Neredeyse göl görünecek. Torahlar'ın kampı göründü. İyice genişletmişler kampı; içeride tam beş Silüs sayıyoruz.
Dünya devletinin simgelerini taşıyan gemiler bunlar. Birden duruyoruz, sonra gölün öbür kıyısına doğru dalıyoruz hızla. Ama çok geç. Gördüler bizi.
Silüsler'den ikisi derhal havalanıyor, uzun menzilli bir paralizatör bir anda tarıyor gökyüzünü. Massart'la Riyella atik davranamıyorlar. Sadece ben sıyrılabiliyorum parali-
zatörlerin fışkırtısından, ve en yüksek tepenin üzerindeki kayalık sahanlığa ulaşıyorum.
İşte mağara. Gelma'yı görüyorum. Uzay kılığına bürünmüş, ama yalnız değil. Dünyalı Uzay Muhafızları teşkilâtına mensup iki görevlinin arasında ilerliyor. Onların biraz berisinde, doğrudan doğruya emrine tâbi olduğum şefim general Darsaut'yıı görüyorum,
Toralı bir yüksek rütbeli subay var yanında generalin. İki adım ilerliyorlar bana doğru, ve soğuk bir sesle:
- Sizi yeniden gördüğüme memnun oldum Terrel, diyor. Toralılar, kabilelerin isyanını bastırabilmek için Dünya'dan yardım talebinde bulundular; ve komutan Helmar, sorgularınızın kayıtlarını baştan sona dinletti bana. Düşüncelerinizi son derece ilgi çekici buldum.
Partiyi kaybettik demektir. Acı buruk bir gülümseyişle bakıyorum Gelma'ya. Muhafızlardan biri ilerleyip silâhlarımı alıyor. Bu sırada Riyella ile Massart'ı baygın bir halde getiriyorlar.
Ondördüncü Bölüm
AMİRAL gemisinde, herşeye rağmen konforlu bir hücre vermişler bize. Bize. Yani Gelma, Massart ve bana. Çünkü Riyella'yı ayrı tutuyorlar.
Riyella herhalde kurtulacak. Kabileleri kesin olarak yatıştırmayı kabul ettiği taktirde. Bu işi de ancak o yapabilir. Bizi ise, divanıharp bekliyor.
- Tepedeki mağarada kendimi güvenlikte sanıyordum, diyor Gelma. Dünyalı Silüslerin geldiğini görmüştüm ve her türlü direncin saçma, ve faydasız olduğunu da biliyordum. Ormanda her tarafa haberciler yollayıp savaşı kesecektim. Tam bu sırada saldırdılar tepeye. Uyuşturucu bombalarla saldırdılar.
Acı bir gülümseyişle ekliyor:
Kendime geldiğim vakit general başucumdaydı ve
ben tutsaktım.
Nasıl buldular peki o mağarayı?
- Yerli esirlerden biri konuştu herhalde.
Herhalde. Çaresizlik gösteren bir jestten sonra soruyo
rum:
Darsaut'yla nasıl geçti?
Sorguma henüz başlamıştı ki gelip Riyella ile senin
yakalandığınızı haber verdiler.
Tora Dünya'dan resmen yardım istemiş. Namussuz
luğa bak sen! Eğer Helmar'la Tora genel kurmayını doğ
ru söyleten uyuşturucularla sorguya çekselerdi, ağızları bir
karış açık kalırdı hayretten.
Massart gülümsüyor:
- Ne yazık ki böyle bir sorgu, genel kurmaylar sevi
yesinde mümkün değil.
Darsaut da biliyordur herhalde işin içyüzünü; ama ke-
sin bir ihbarla karşı karşıya. Sorguda söylediklerimi dinlemiş olması yeter.
Beni asıl huzursuzlandıran, Helmar'm beni şahsen
lalep edeceğidir, diyor Massart.
Ve servisin seni ona teslim etmesinden mi korkuyor
sun?
Böyle bir durumda biliyorsun başıma ne geleceğini.
Hiç korkma! Dünyalısın sen. Ancak bir Dünya mah
kemesi tarafından yargılanıp mahkûm edilebilirsin. Yasa
lar bu konuda kesin ve açık.
Bacağımla ilgilenmediler bile. Nasıl olsa kurşuna dizileceğim için, zahmete değer bulmuyorlardır! Şimdilik acı vermiyor Yürümeme de engel olmuyor.
Hücrenin kapısı açılıyor birden, genç bir uzay muhafız subayı beliriyor ve selam verdikten sonra konuşuyor:
General, komutan Terrel'i bekliyor.
Tek başıma mı istiyor beni?
Evet komutanım.
Bir bakıma bu tavır, Gelma için iyi belirti: Darsaut, kabilelerin teslim şartlarını Riyella ile görüşüp sonuca bağladı demektir. Bu da, Gelma'yı daha bir insafla sorguya çekmesine yol açar. Dilerim, yanılmamış olayım!
Elimle küçük bir selam sarkıtıyorum Gelma'ya:
- Divanıharp yolu göründü işte...
Bu türlü işler için zaman kaybetmez şefler. Genç subayın arkasında ana koridorda konferans salonuna kadar yürüyorum. Salonun kapısında bir asker nöbet tutuyor.
Kapıyı tıkırdatıyor genç subay, içeriden otomatik olarak açılıyor kapı, ve subay bana yol veriyor. Henüz harp divanında değiliz: Darsaut tek başına içeride. Alaycı gözlerle bana bakıyor:
Alçak küçük bir masanın önünde bir koltuğa oturmuş. Serinletici içkiler var masanın üzerinde. Yalnız girdim içeri. Beni getiren genç subay koridorda kaldı.
- Oturun Terrel. Sizi candan tebrik ederim.
Alay etmeyin generalim.
Alabildiğine ciddî konuşuyorum Terrel. Görevinizi
mükemmel bir şekilde yerine getirmiş bulunuyorsunuz.
Nasıl?
Toralı subayın yanında sizinle ters konuşmak zorun
da kaldım ama buna mecburdum.
Ama ben...
İhanet etmek üzereydiniz, değil mi? Gerçekte sizin
ki, tam bir ihanet değildi: Gelma ile beraber servisten ay
rılmayı tasarlıyordunuz. Ormanda bir krallık kurma im
kânına sahip olduğunuza göre, bu da olağan sayılabilir.
İhanet değildi, çünkü Dünya devletinin samimi bir dostu
olmak arzusundaydınız. Yoksa aldanıyor muyum?
Hayır ama o duruma gelebilmek için sizinle biraz
çatışmak zorunda kalacaktım herhalde.
Şimdi o işi yapacaksınız işte.
Anlamadım...
Biz Tora ile yapılan ittifakın bir hatâ olduğunu çok
tan anladık. Ne var ki büyük konseyimiz bu ittifaktan tek
taraflı olarak sıyrılamıyor. Bir ittifakın Dünyalılar tarafın
dan bozulması, bütün kıyı gezegenlerinde ters tepkiler ya
ratır. Yani bu ittifakın Aramanlılar tarafından bozulması
şart. Yani kabileler tarafından. Anlamaya başladınız mı
şimdi?
Biraz.
Servisimizin zorlamalarından kurtulmak için gizli
bir arzu besleyecek şekilde şartladık sizi. Bu şartlanmanın
sonucu olarak, kabileler ayaklanmasının başına geçtiniz.
Tabii Toralılar da aldandı bu duruma. Tam umduğum
tepkiyi gösterdiler.
Dünyadan resmen yardım talep etmekle mi?
Evet. Ve şimdi siz bu sayede üç savaş Rafına sahip
olacaksınız.
Nasıl? __ Kaçarken çalmak suretiyle. Elinizin altında kesin
sonuca götürecek silah bulunmadığı sürece, ormandaki mücadeleniz uzadıkça uzayacaktır. Oysa üç Rafla en can alıcı noktaları bombalayıp Tora'yı onbeş gün içinde teslim olmaya zorlayabilirsiniz. Susuyorum soruyor:
- Aynı fikirde değil misiniz?"
Aynı fikirdeyim.
Nedir öyleyse kafanızı kurcalayan?
Rafları çalacak olursak, derhal harp suçlusu duru
muna düşeriz.
Tora'nın imdadına yetişecek olan Dünya filosu, ye
ni Araman kralı ile pazarlık etmek zorunda kalırsa, düş
mezsiniz. Nitekim Araman kralı unvanını almış olacaksı
nız bu arada; ve Dünya Yüksek Konseyi de, yabancı bir
ülkede sonu belirsiz bir savaştan kaçınmak için sizinle an
laşma yolunu seçecektir.
Gözlerinin içi gülüyor konuşurken. Uzun boylu ve ince. Ağarmaya yüz tutmuş kalın ve sık kaşları var.
Riyella ne diyor bu projenize?
Onaylıyor. Zaten o da sizinle beraber kaçacak. Şimdi
lik, sizin hücrenizin yanındaki hücrede sözüm ona tutsak
durumda. Ben Dünya'ya dönerken, kabilelerin davasını
Yüksek Konsey önünde savunmak üzere, yerlilerin ileri
gelenlerinden sadece birkaçını götüreceğim.
Anlıyorum generalim.
Bir tek nokta kalıyor geriye, aydınlanması gereken. Dikenli bir nokta, ama açıkça ortaya dökmek gerekiyor:
Peki Massart? O ne olacak? diyorum.
Siz onun tutsağı değil miydiniz?
Evet ama Toralılar'ı terkedip benim tarafıma geçti.
Hayatımı borçluyum ona, üstelik bir hain de değil Massart:
Ya aylar boyunca korkunç işkenceler altında yavaş yavaş
ölmek, yada Tora'da kalmak gibi bir seçim koymuşlar önü
ne. O da...
Massart bizim gözümüzde resmen ölmüş bulunmak-
tadır. Ben şu anda, komutan Helmar'ın açık delillere dayanan ihbarına rağmen, ölmüş bir adamı diriltmek zorunda değilim.
Yani o da bizimle beraber kaçabilecek mi?
Evet... İlerde de örneğin Araman kralının temsilcisi
olarak Dünya'ya rahatça gelip gidebilir.
Üç Rafı çalabilmemiz için gerekli olan herşey herhalde hazırlanmıştır; ama dördüncüyü merak ediyorum:
Peki ya Rampell'in prototipi ne olacak?
O bundan yirmi beş yıl önce havalanırken patlayıp
parçalanmıştı.
Nasıl?
Hem Torahlar'ı tahrik etmek, hem de sizin Ara-
man'a gönderilmeniz için bir bahane bulmak amacıyla uy
durduk o hikâyeyi.
Uydurma bir Raf. İhanetimizi öngören bir şartlanma. İçimi çekiyorum: İnsanın servisin ellerinde basit bir oyuncaktan başka bir şey olmadığını keşfetmesi, umut kırıcı oluyor doğrusu! Suratımı astım herhalde, Darsaut soruyor:
Nen var? Niye üzgünsünüz?
Bütün bu hikâyede silik bir rol oynadığıma. Demek
uzaktan idare edilen basit bir robottum ben, o kadar?
Yanılıyorsunuz. Sahte bir durum yarattık biz sade
ce; ve görevinizi kolaylaştırmak için de, birtakım duygu
larla donattık sizi. Hepsi bu. Ama bu çok önemli görev
için Gelma Arene'le sizin seçilmenizde rol oynayan, kendi
üstün niteliklerinizdir. Size güvendim ben; arzu ettiğim
sonuca bir başkasıyle ulaşamayacağımı biliyordum çünkü.
Belki! Aslında pek inanmış değilim ama uzun boylu tartışacak zaman yok artık. Robot veya değil, sonuna kadar götürmek zorundayım başladığım bu işi.
- Tek başıma çağırdınız beni. Bundan, Gelma ile Mas.
sart'ın hiçbir şey bilmemeleri gerekliği anlamını mı çıkar
malıyım?
- Siz karar verin Terrel. Etkilemek istemem sizi bu
konuda.
Herşeyi onlara da anlatacağım öyleyse.
Nasıl isterseniz.
Raflar nerede?
Altı, yedi ve sekiz numaralı fırlatma ambarlarında
sizi bekliyorlar.
Mürettebat?
Hepsi robot. Hafıza şeritlerini pilot tablosunda bu
lursunuz.
Anbarlarda kaç muhafız var?
Hiç. Yalnız, son kademede bir muhafız karakolu var
dır, onu aşamazsınız. Ayrıca gerek de yok, çünkü ambar
ların kapısı dışarıya açılır.
Yani ambarlara ancak, bir süre uzayda uçmak su
retiyle varabiliriz öyle mi?
Evet. Hücrelerinizin koridoru üzerindeki dolaplar
da uzay kıyafetleri vardır. Durumun inandırıcı olması için,
hücrelerinizin önüne nöbetçi dikmek zorunda kaldım. Hiç
kimse, sizin gibi yetenekli bir ajanın nasıl olup da bir pa-
ralizatör ele geçirdiğine hayret etmeyecektir.
Bu son cümleyi söylerken, kuşağından çıkardığı bir pa-ralizatorü masanın üzerine bırakıp bana doğru itiyor.
Özetliyorum, diyor. Rafları çalıp kaçtığınız resmen
açıklandıktan sonra Dünya'dan derhal bir filo talep ediyor
ve Yüksek Konseye durumu bildirmeye gidiyorum. Müda
hale için gelecek filo, ancak on beş gün sonra Araman'da
olabilir. Yani sizin, bu on beş gün zarfında Toralıları pes
ettirmeniz şart. Sözün kısası, Büyük Amiral Terrano'yu
on beş gün sonra Tora sarayında bizzat siz karşılamalısınız
Terrel.
Büyük Amirali oldu bitti karşısında bırakmak için
tabii?
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Dehşet Tora - 8
- Büleklär
- Uzayda Dehşet Tora - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3949Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221727.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3961Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215630.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216427.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3830Unikal süzlärneñ gomumi sanı 218028.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3984Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221028.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3867Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215027.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216528.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 448Unikal süzlärneñ gomumi sanı 35536.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.