Uzayda Dehşet Tora - 5
Süzlärneñ gomumi sanı 3984
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2210
28.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
41.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Vücuda adetâ yapışan cinsinden, rutubetsiz sis perdeleri bunlar. Uzunlukları hakkında bir fikir edinmek imkânsız. Adam başına bir sis demeti düşüyor gibi bir şey. Sizi birden sarıp çevrenizi seçmenize engel olan bir sis demeti.
Bastığınız yeri görebiliyorsunuz sadece. Hanik'in söz ettiği işaretlerden de şimdilik eser yok. Sadece bir ip verdi elimize, ardına takıldık sürükleniyoruz.
Körler gibi tıpkı. Gelma birkaç kere tökezledi, bir keresinde ben de düşer gibi oldum. Hanik durmadan seslenerek cesaret veriyor bize; ve yol bir türlü bitmek bilmiyor.
* * *
Birdenbire bitti. Kendiliğinden kayboldu sis. geriye baktığımızda hiçbir şey göremedik. Böyle bir sis hiç olmamıştı sanki.
Nasıl? diye soruyor Hanik.
Korkunç.
Sadece inananlar geçebilir buradan. Başkaları ya
bataklıklarda telef olur gider, ya da dönen kumların ara
sında.
Ama bir Silüs'le geçilebilir pekâlâ?
- Yönlenmek için çok yüksekten uçmak şartıyla. Ama o zaman da bambaşka savunma yolları vardır. Söyledim size. Doğal bir sis değildir bu; şehirlerini korumak için atalarımız tarafından icat edilmiş bir sistir.
Önümüzde labirent var şimdi. Ancak arka arkaya yürüyebildiğimiz daracık bir koridor bu. Yer yer açık, yer yer de tünel biçiminde bir koridor.. Ve aşağı yukarı her yüz metrede bir dörtyol ağzı var.
Üçüncü dört yol ağzında, hepsinin de birbirinin aynı olduğunu ve her seferinde bize altı imkân sunulduğunu anladım. Hanik en ufak bir tereddüt göstermiyor. Nasıl buluyor acaba doğru yolu? İçgüdüsüyle mi?
Veya bir rakam sayesinde. Tek bir cümle ya da bir rakam dizisi olmalı.
Başlarımızın üzerinde güneş beliriyor birden. Aşağı yukarı bir saatten beri bu koridorda dönüp duruyorduk ve bu, biraz daha sürse, Hanik'in aldanmış olduğuna karar verecektim.
Ama hayır! Kayalık bir boğaza doğruluyor işte. Ardından yürüyoruz; ve çok geçmeden de, yıkıntılarla dolu bir vadiye hâkim bir sahanlıkta buluyoruz kendimizi.
- Bu gördükleriniz sadece bir tapmağın kalıntısı de
ğildir, diyor Hanik. Geçmiş yüzyıllarda binlerce nüfusu
barındırmış koca bir şehrin kalıntıları bunlar.
Müthiş bir şey gerçekten. Hiçbir canlı iz bırakmadan göçüp gitmiş eski uygarlıkların kalıntıları bana daima heyecan vermiştir, ve bir an susar kalırım bunların karşısında.
Gelma mırıldanıyor:
- Çok güzel.
İnanılmaz demek gerek aslında. Ama bize doğru tırmananlar var, ve Hanik inmemizi işaret ediyor:
- Bekliyorlar bizi.
Beş savaşçı. İkisi Solyolu.. Hanik'in önüne gelir gelmez
eğiliyorlar; ve komutanları olduğu anlaşılan adam, hızlı hızlı konuşmaya başlıyor..
Toralılar, ellerindeki rehinelerden bir kısmını serbest bırakmak suretiyle onlarla temas kurmuş ve bir pazarlık teklif etmişler:
Gelma ile benim kendilerine geri verilmem şartıyla, Ri-yellayı teslim etmeye hazırlar. Olmazsa öldürecekler Ri-yella'yı.
Dokuzuncu Bölüm
İÇGÜDÜSÜYLE bana sokuluyor Gelma. Yerlilerin tepkisi ne olacak? Hanik bize dönüyor: Yüzü perişan, ama ifadesinde korkutucu bir yan yok. Bu acılı çehre verdiriyor bana kararı:
Haberciyi gönder, diye başlıyorum. Beni hemen tes
lime hazır olduğunuzu söyle Toralılara. Ama yanımdaki
kadının senin elinde olmadığını bildir.
Guy! diye haykırıyor Gelma.
Bırak. Beni öldürmek değil ki niyetleri.
Raf bulununcaya kadar.
Evet ama hiçbir iyi niyet göstermeyeceğim bulmak
için. Tam tersine, geciktirmek için seferber edeceğim ira
demi. Riyella ile senin bütün kabileleri toplamanıza yete
cek kadar uzatırım herhalde.
Hanik karışmıyor konuşmaya, endişeli bakışlarla dinliyor. Gelma kararsız. Devam ediyorum:
- Bir kabileler ayaklanmasının başına geçmek için tek
şansımız bu. Riyella'yı terkettiğimiz taktirde, bizi hiçbir
zaman bağışlamayacaklardır.
İçini çekiyor Gelma, kabulleniyor:
- Şef sensin, diyor. Ne yaptığını biliyorsundur herhal
de.
Hanik'e dönüyorum yeniden:
- İyice anladın değil mi: Beni teslime hazırsın, ama
Gelma kaçmış bulunuyor elinden. Bu nokta çok önemlidir,
dikkat et: Toralılar'la pazarlığa oturan ben değilim, sen
sin.
Gelma atılıyor:
Doğru söyleten uyuşturucuları ne yapıyorsun? Daha
ilk gün öğreneceklerdir durumu.
Şüphesiz, ama ben sorumlu tutulamam ki.
Hanik talimat veriyor habercisine. Gülümseyerek kolumu boynuna doluyorum Gelma'nın ve şehir tarafına sürüklüyor um onu.
- Kampta belirli bir özgürlüğüm olacaktır. Sonuca
ulaşmamı istiyorlarsa, başka türlü yapamaz Toralılar.
-. İşkence ederek şartlanmanı parçalama yoluna gidebileceklerini de düşündün mü hiç?
Yüzde bir şanstır o.
Ama kendilerine yardım etmeye niyetli olmadığını
sezer sezmez o şansı denemeye kalkamazlar mı?
- Uzun süre tutsak kalmaya niyetli değilim.
Gülerek ekliyorum:
Hanik senin kaçtığını söyleyeceğine göre, yerlilerin
içinde Dünyalı bir kadın görülmemesi gerekir. Yani senin
de artık yerli kadınlar gibi giyinmen gerekiyor.
Yani yarı çıplak?
-' Başka çare yok. Teninin rengini de hafifçe karartacaksın.
Servise girmeden önce geçtiği özel bir antrenmanla bütün bunlara hazırlanmıştı aslında ama, yine de kızarıyor.
Pek de öyle korkunç bir şey değil, diyorum. Çabuk
alışırsın.
Sanırım.
Bir ağaç demetinin arkasındayız, Hanik ve adamlarının bizi görmesi imkânsız. Eğiliyorum, dudaklarını uzatıyor.
Bizimki gibi bir sefer sırasında bu da kaçınılmaz bir şeydir elbette. Tehlikenin sürekli oluşu, karşılıklı duyguları er geç kızıştırıyor.
Her dönüşte servis, ajanlarını bir arınma tedavisinden geçirerek, bu türlü bozuklukları düzene koyar yeniden; ve tedavi fayda etmediği taktirde, ajanlara yol verir.
* * *
Zamanla, yavaş yavaş yıkılmamış bu şehir. Bir anda yıkmışlar. Hemen her köşede bir atom patlamasının izleri
var.
Otomatik bir refleksle, göstergecini çalıştırıyor Gelma:
Işınım normal., diyor.
Demek ki binlerce yıl önce bombalanıp yıkıldı bu
şehir.
Yaklaştıkça alışılmadık yanları çıkıyor meydana şehrin. Atom bombası olsa altüst olurdu şehir diye mırıldandı Gelma. Bütün bu bina kalıntıları toz haline gelirdi.
- Bu şehri kurmuş olan halk belki de çok ileri inşaat
sırlarına sahipti; onun için böyle kalmış da olabilir. Bu sır
lar onlarla birlikte gömülüp gitmiştir belki de...
Bu halk, belli ki, üstün bir uygarlığa sahipmiş. Caddeleri beş kısma ayrılıyor. Bazı mimarî özelliklere bakılırsa, ana yolun yanında ikişer yürür kaldırımla ikişer normal kaldırım var.
Temellerden, yapıların çok yüksek olduğunu anlamak mümkün: Yirmi otuz katlı. Gökdelenler. Ve her şey, muhteşem bir dekor içinde düşünülüp gerçekleştirilmiş.
- Radyasyon yokluğu bizi yanıltabilir, diyorum. Örne
ğin bizlerin radyasyonları emmek için özel bir tertibatımız
bulunuyor? Belki bu şehirde yaşayanların da böyle bir ter
tibatı vardı?
Hanik geliyor yanımıza:
Hayran kaldınız değil mi? diyor.
Dünya'da, bugün bile, buna benzer bir şehir yoktur
sanırım. Burası, büyük bir uzay imparatorluğunun başken
ti olmalı.
Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Peki hiçbir yazıta, rastlamadınız mı taşların üze
rinde?
Rastlamaz olur muyuz! Ama okuyamadık.
Uzmanlar da mı okuyamadı?
Siz Dünyalılar bizi ilk keşfettiğiniz sıralarda, sayısız
arkeoloji heyetleri gelip yerleşti buraya. Zaten şehrin bu hale gelmesini o heyetlere borçluyuz: Kocaman kum dağlarının altından çekip çıkardılar ortaya bu şehri. Yeniden yarattılar bir çeşit; ama sırrını onlar da çözemedi.
Ben aynı düşüncede değilim. Bu büyük sır, Dünyadaki arkeoloji arşivlerinden birinde saklı bulunmaktadır herhalde; ve Araman, Dünya bakımından gerçek bir stratejik önem kazandığı anda açıklanacaktır.
__ Çok eskiye aittir bu kalıntılar, diyor Hanik.
Kabile başkanlarının bütün toplantıları bu harabeler
arasında mı yapılır?
Evet. Kabileler için burası bir hac yeri haline gel
miştir; ve bizi ilgilendiren bütün önemli kararlar, bu şeh
rin tapınağında alınır.
Yani böylece, kendinizi bir çeşit, uzak atalarınızın
himayesi altında görmek istiyorsunuz?
Evet.
Fizik yapılarını biliyor musunuz? Size benziyorlar
mıydı acaba?
Şaşırıyor. Bu uzak ataların kendilerinden farklı olabileceği aklından bile geçmemiş, belli. Bütün insanlardaki, tanrılarını kendilerine benzetme saplantısı bu...
Sözün kısası, koskoca bir uygarlık vahşice yıkılıp süpürülmüş. Onunla birlikte, gezegenin büyük bir kısmı da tuzbuz olmuş. Bu kadar iyi muhafaza edilmiş olması herhalde bundan ileri geliyor Aynı anda yıkılmış ve gömülmüş olsa gerek bu şehir.
Onlara göre orman savaşçıları ve Tora halkı birer mutan (kökten değişikliğe uğramış insan) durumunda olmalı. Dünyalılar'a benzediklerine göre de, binlerce ışık yılı ötesinde bizler de herhalde aynı biyolojik süreçten geçmi-şizdir.
Bütün galaksileri kapsayan bir uzay imparatorluğu muydu bu yoksa? Neden olmasın? Bütün galaksilere hükmeden ve bir devler ırkı tarafından yönetilen bir imparatorluk.
Uygarlığın zirvesine ulaştığı an kendi kendini çökerten, Araman'da bu şehri ve Dünyada da kimbilir belki Sodom ile Gomorra'yı yerle bir ederek evrenden silinen bir ırkın imparatorluğu.
Eğer böyleyse, Aramanlılar'la biz Dünyalılar aynı soydan iniyoruz ve aynı felâketin çocuklarıyız demektir.
* * *
Kısmen restore edilmiş bir eve götürdü bizi Hanik. Tek katlı. Abideyi andıran bir kapıdan giriliyor eve. Önce geniş bir iç avlu var; sekiz özel giriş kapısı açılıyor bu avluya.
Bu küçük kapılar da birincisinden daha ufak birtakım avlulara açılıyor. Her avluda bir havuz var. Havuzların kenarı, üzerine örtülü bir galeriyle çevrili ve işte bu galerilere açılıyor bütün odalar.
Bize ayrılan odada, Solyo'da ilk geceyi geçirdiğimiz ev-dekine benzer hasırlar bulduk.
Gece boyunca ormanda yürümüş olduğumuz için tükenmiş bir haldeydik, ve derhal uyuduk. Önce ben uyandım, ama kımıldamıyorum.
Riyella'yı kurtarmak için Hanik tarafından Toralılar'a teslim edilme kararını düşünmeden almıştım. İçgüdümle davranmıştım bir çeşit, ama pişman değilim.
Kabilelerin asla unutmayacağı politik bir jestti bu aslında. Belki biraz utanmazca düşünüyorum ama serviste ahlâk ve namus kurallarına daima saygılı olmayı öğretmediler bize.
Ve her şey bir yana, ben şu anda dış görevde bulunan bir ajanım. Yasalarda saygıyla yükümlü gelişigüzel bir yurttaş değil. Bir tek şey var gözümde: Sonuca ulaşmak. İyisi kadar kötüsü de dahil, bütün yollara başvurarak sonuca ulaşmak.
Dünyada geçerli ahlâk kuralları, biz güvenlik ajanları-
nın uygarlığımızın yayılması bakamından zorunlu olduğumuzu çoktan kabul etmiş bulunuyor.
Diğer yurttaşlarla aynı yasalara tâbi olsak, hiçbir yarar sağlayamaz hale düşerdik. İşte bunun içindir ki, bütün yasaların üzerinde bir statü tanıdılar bize; ve bu durumun yaratabileceği bütün sonuçları da önceden kabul etmek zorunda kaldılar.
Son derece kademeli bir toplum piramidinin tam tepesinde yer almış bulunuyoruz biz. Uygarlığımızın, yasaların herkes için eşit olduğuna inanılır görünen bir çağda doğduğunu düşünürüm de bazen, gülesim gelir.
Yüzyıllar boyunca bütün kurumlar, orta zekâlıları pek memnun eden bu saçma anlayış yüzünden tökezledi durdu. O çağda henüz bir büyük sır halindeydi uzay. En yakın gezegenlerin yeni yeni keşfedilmeğe başlandığı çağdı o..
Ama uzayın geniş çapta fethiyle birlikte herşeyin değişmesi gerekti; ve nitekim, bütün gelenekler altüst oldu. Görev kavramı, kaçınılmaz bir şekilde, hak kavramının yerini aldı. Ve bazı görevlilere bazı haklar tanındı.
Toplumun uyumlu bir denge içinde yaşayabilmesi için, görevlerle hakların herkes için eşit olmaması gerektiği çıktı ortaya. İstenilen her şeyi dağıtmak yerine, hakkedilen her şeyi vermek prensibini benimsedi insanlık.
Çünkü islenen herşeyi dağıtmanın kendilerini ancak iflâsa sürükleyeceğini anlamışlardı.
Hasır yatağında şöyle bir geriniyor Gelma, sonra esneyerek doğruluyor ve soruyor:
Geç oldu galiba?
Öğleden sonra üç suları...
Acıktım ben...
Besleyici haplardan alalım.
Her zamanki gibi yavan bir yemek. Bir saniye bile sür-
müyor işte; ama her türlü açlık duygusunu gideri veriyor. Soruyor Gelma:
Hanik'in Toralılar'a yolladığı haberci döndü mü?
Sanmam. Yoksa derhal haber verirlerdi bize.
Kollarımı açıyorum. Geliyor. Sarılıyoruz. Bundan böyle,
insanlığın bütün çağlarındaki bütün çiftler gibiyiz.
Senin düşman elinde olduğunu bilmek korkunç bir
acı verecek bana.
Bu, ilk değil ki...
O zaman başkaydı.
Gözlerinde yaşlar beliriyor. Ajanları arasında herhangi bir duygusal ilintinin görevden sonra da devam etmesine, işte bunun için göz yummuyor servis. Görev sırasında ellerinden bir şey gelmiyor şeflerin; ama dönüşte, en kesin şekilde önlem alıyorlar.
Daha önce de üç kere seviştim ben. Kiminle seviştiğimi bile hatırlamıyorum şimdi. Günün birinde belki Gelma'yı da hatırlamayacağımı düşünüyorum birdenbire ve içim burkuluyor.
İğrenç bir şey bu. İnsanlıkdışı bir şey.
Öteki üç sevgilimle de aynı duyguya kapılmış mıydım acaba? Birden, bugüne kadar yaşadığım hayata karşı müthiş bir iğrenme kaplıyor içimi.
Ne düşünüyorsun?
ikimizi. Dünyaya dönmüş düşünüyorum ikimizi.
Sevişmeye hakkımız olmayacak.
Birbirimizle ilgili en ufak hatıralarımızı bile silip
kaldıracaklar kafamızdan. Hiç başından geçmiş miydi da
ha önce?
Bir kere.
Belki de benimleydi...
Kimbilir?.. Kalkıyor Gelma; tenini tunçlaştıracak boyaları hazırladıktan sonra soyunmaya başlıyor.
Utanıp sıkılmıyor artık benim karşımda. Ona yardım ediyorum. Riyella'nın rengine çabucak bürünüyor teni.
Kısa bir beyaz şort giyiyor sonra ve beline deri bir kemer geçiriyor.
İki kılıf asılı kemerde. Birine paralizatörünü sokuyor, ikincisine de benim fülgüranımı.
- Artık fülgürana ihtiyacım yok, diyorum uzatırken
silâhı.
Birkaç adım gerileyip Gelma'yı hayranlıkla seyrediyorum:
- Harika bir yerli kızı olduğunu biliyor musun! Ger
çek bir yerli olsan bile, rengine rağmen sana vurulurdum
sanırım.
Gerçekten de, Dünyalı gözüyle, dik göğüsleri ve ahenkli kalçalarıyla Riyella'dan çok daha güzeldi.
Saçlarını at kuyruğu şeklinde bağlayıp gülümsüyor:
- Hâlâ hoşuna gittiğim için memnunum.
Bakışları kararır gibi oluyor birden:
- Dünyaya hiç dönmeksizin burada yaşamaya razı olur
muydun gerçekten?
- Hiç şüphesiz.
Pişmanlık da duymaz miydin peki hiç?
Ya sen?
Hayır!
Farkına varmadan iyice dolmuş bulunuyorduk her
halde ikimiz de. Bizim gibi insanların gözünde Dünya ne
ifade eder ki artık?. Bize bizden başka vatan da yoktur.
Kendi kendimizin vatanıyız biz.
Bizi bu göreve yollamadan önce, bütün testlerden
geçirdi servis. Nasıl oldu da farkına varmadılar peki bu
halimizin?
Bu da bir sır! Ama düşünmek bile istemiyorum şimdi.
Odamızdan çıkıyoruz işte; ve galerilerin altından geçerek büyük avluya ulaşıyoruz. Bir alay savaşçı grubu var; ve Gelma hiçbir şey olmamış gibi yürümeden önce hafif bir kararsızlık geçiriyor.
Hemen Solyolu bir adam koşuyor bize doğru. Soruyorum:
Hanik nerede?
Başkanlar toplantısında.
Bizi de götür.
Eğiliyor önümüzde. Binadan çıkıp eski şehrin merkezine doğru ilerliyoruz. Tapınağın kalıntıları orada çünkü...
Tapınak diyoruz ama, belki de aslında başka bir şeydi o yapı. Bir sirkti örneğin...
Dünyada olsak, bir sirk gibi görürdük bu tapınağı. Anfiteatrı ve sıralarıyla bir sirki andırıyor.
İlk sırada duruyor kılavuzumuz. Bütün kabile başkanları aşağıda, daire şeklinde oturmuş tartışıyorlar. Aralarında üç de kadın var ama üçü de Riyella'dan çok daha yaşlı.
Konuşulanları işitmek veya yüz hareketlerini görmek için çok uzaktayız; ve kılavuz, olduğumuz yerde kalmamızı işaret ediyor.
Yabancıları kabul etmemeleri normal. Hanik hemen farkediyor bizi, ve kollarını sallıyor. Ötekiler derhal susuyorlar. Ve Hanik aralarından ayrılıp bize doğru geliyor.
Anfiteatrın önünde kalan yuvarlak boşlukta, bir heykelin kaidesini andıran büyük bir taş blok yükseliyor.
Alabildiğine ciddî bir ifadeyle konuşuyor Hanik:
Haberci döndü. Teklifimizi kabul ediyor Toralılar.
Seni teslim ettiğimiz taktirde, Riyella'yı verecekler.
Ya Gelma?
Haberci onun kaçtığını bildirdi Toralılar'a.
Mükemmel. Değiştirme sırasında aldanmamaya, tu
zağa düşmemeye çalışalım.
Gülümsüyor:
Urbiya tepesinde yapacağız değiştirmeyi. Tepeye iki
ayrı geçitten varılır. Herbiriniz bir yandan, geçitlere girdi
ğiniz andan itibaren hiçbir ihanet söz konusu olamaz.
Güzel.
Senin isteğine uyarak, Başkanlar Konseyi savaşçıları-
mum başına Dünyalı Gelma'yı tayin etti. Gelma şu andan itibaren bütün kabileler üzerinde tam yetkiye sahiptir.
Elinden tutuyor Gelma'yı aşağıya indiriyor. Arkalarından yürüyorum. Bu kadar erkeğin karşısında yarı çıplak durmaktan müthiş sıkılıyor Gelma, belli.
Hanik, büyük taş bloku gösteriyor ona, çıkmasını işaret ediyor. Birkaç basamak var zaten. Tek başına çıkıyor Gelma; ve doruğa gelip de durduğu anda, bütün kabile başkanları mızraklarını kaldırıp savaş çığlıkları atıyorlar.
Onuncu Bölüm
KENDİLİĞİMDEN teslim olmak yerine Toralılar'a zorla teslim edilmeyi istediğim için kollarımı arkama bağlattım. Urbiya tepesinin doruğuna açılan geçidin ağzında bekliyorum.
Son derece isabetli seçilmiş bir yer. Her iki taraftan da hiçbir ihanet söz konusu olamaz: Çünkü tarafların herbiri, ötekine ait geçidin yarısını kontrol ediyor.
Bizi sevkedecek olanlar gibi birleşme noktasında teslim alacak olanlar da, geri hatlarıyla sürekli olarak irtibat halinde kalacaklar.
Beni götüren savaşçı, önümden yürüyor. Son saniyede yana kayıp bana yol verecek. Tepenin öbür tarafında da her şey yolunda olmalı. Beni teslim alacak olan Toralı savaşçıyı görüyorum.
Bataklık baykuşlarınınkini andırır bir çığlık atıyor kılavuzum. Buna bir çığlık cevap veriyor. Kayalık duvara yapışarak bana yol veriyor.
Öteki geçitte de aynı olay geçiyor herhalde. Önüne geçip yürümemi işaret ediyor Toralı. Otuz adım sayıyorum; ve kayalar arasında ufak bir düzlüğe ulaşıyoruz. Orada beş kişilik bir gezinti Silüs'ü bekliyor bizi.
Uçağın giriş deliği önünde Toralı bir subay ayakta duruyor. Memnun, gülümsüyor beni görür görmez; binmemi işaret ediyor, biniyorum. Yanıma oturuyor.
Silüs havalanıyor hemen; ve Toralı subay, adamlarından birine dönüp kollarımı çözmesini emrediyor, iyi işaret! Demek yumuşak davranmaya karar verdiler bana. Bileklerimi ovuşturuyorum. Subay kendini tanıtıyor.
- Komutan Helmar. Göl kıyısındaki kampa dönüyoruz,
araştırmalarınıza derhal yeniden başlayacaksınız. Daha ön
ceki sorgularınızın kayıtlarını birbir inceledim.
Kocaman bir gülümseyiş beliriyor yüzünde:
- Rahatlıkla anlaşabiliriz sizinle.
Benim bakımımdan işin tatsız yanı, bu kayıtlar artık hiçbir şey ifade etmiyor. Bilinçaltımda servise ihanete hazır olduğumu okumuştu Massart; ve bu ihanetin, Tora lehine olacağı sonucuna varmıştı.
Büyük halâ. Gerçi yine servis umurumda değil; ama bu ormanda kendime bir krallık kurmak imkânını keşfettiğim için böyle.
Bu da Helmar'ın işine gelmez herhalde. Hele doğru söyleten uyuşturucularla beni konuşturup da kendi teslim oluşumu bizzat düzenlediğimi ve Gelma'nın da ayaklanmaya hazır bekleyen kabilelerin başına geçtiğini öğrenince.
Ayaklanma aktif bir şekilde başlar başlamaz, göl bölgesindeki kampın durumu alabildiğine nazikleşecek ve To-ralılar bu kampı boşaltmak zorunda kalacaklar. Bu taktirde beni Tora'ya götüreceklerdir sanırım. Ve sanırım, ortalık durulunca araştırmalara yeniden başlayabilmek umu-duyle, öldürmezler beni.
Evet! Bir de tabii, kaçma ihtimali var. Ama bu da, şimdilik büyük bir hayal.
* * *
Silüs gittikçe alçalıyor işte. Deliklerin birinden göl görünüyor. Sonra da kamp. Yine aynı bölmeye mi hapsedecekler beni acaba; ve yine Massart mı benimle yükümlü
olacak?
Massart ve Tarr. Yere konuyoruz, ve kapı açılıyor. Massart yok ortada, ikinci komutan üniformasını taşıyan bir
Toralı var.
Helmar'ı selamlıyor Toralı subay. İki asker aralarına alı-
yorlar beni; ve kampta bir çeşit kale rolü oynayan büyük Silüse doğru ilerliyoruz.
İyi. Eski kabinime götürüyorlar beni. Önce Helmar giriyor içeri, sonra ben. Benim ardımdan da, elindeki tepside bir enjektör taşıyan bir uşak. Uyuşturucu bu. Dakika bile kaybetmeden konuşturacaklar beni. Helmar gülümseyerek:
- Anlarsınız ya! diyor.
Elbette anlarım, hele itiraz etmek mümkün olmayınca.
* * *
Yoksa bu uyuşturucuya alışmaya mı başladım ben? Bilinçsizlikten bilince geçiş dönemi, daha kısa sürüyor çünkü eskisine oranla. Hemen hemen bir zihin sıçrayışıyle gerçeğe dönüyorum.
Ve derhal toparlayabiliyorum bütün zekâmı. Karşımda, bir koltukta Helmar oturuyor. Memnun bir ifade var yüzünde.
Serinletici bir şurup ikram ediyor bana uşak. Soruyorum?
- Bitti mi?
Dışarıya bir göz atıyorum hemen: Güneşin durumuna bakılacak olursa, bu seferki sorgu oldukça uzun sürmüş. Müthiş bir susuzluk var içimde.
Massart'ınkinden farklı bir uyuşturucu kullandığı anlaşılıyor Helmar'ın.
- Tam Yetkililerimizle temas kurmuş bulunuyorum
diyor. Ve size, Tora adına, babadan oğula geçmek şartıyla
kabileler genel valiliğini teklif ediyorum.
Çıldırmış! Dört açıyorum gözlerimi: Babadan oğula geçmek şartıyla kabileler genel valiliği demek, krallık demektir aslında. Hiçbir şey anlamıyorum.
Şaşırmış görünüyorsunuz Terrel.
Haksız mıyım?
Sizin dürüst davranacağınıza güvenimiz var.
Alay mı ediyor benimle yoksa? Yine de tutuyorum kendimi, renk vermiyorum. İnanmış görünüyorum ona, işlerin akışından son derece memnun görünüyorum.
Ama Toralılar'la kader birliği etmeye hiç mi hiç niyetim yok. Helmar devam ediyor:
- Belki fazla açık konuştum. Henüz almadığınız ama
bilinçaltınızda hazır bekleyen ve mutlaka alacağınız bir ka
rarı göz önünde tutuyorum ben...
Yürümeyen bir yan var bu işte mutlaka. Ama şaşkınlığımı belli etmiyor ve oynuyorum:
Kabileler valisi. Basit bir unvandan ibaret bu. Ko
layca verildiği gibi, kolayca alınabilir de...
Babadan oğula geçmek şartıyla valilik, dedim. Dün
yalı olduğunuz için, kabileler sizi derhal kabul edecekler
dir. Sizi kabul ettikleri andan itibaren de, onların rızasını
almadan sizi atamayız.
O zaman iş değişir. Önemli bir mevki bu.
Önemli ve özellikle de, bağımsız bir mevki.
Neye borçluyum bu şerefi?
Tora'nın sizin gibi adamlara ihtiyaç duymasına...
Açık konuşalım: Prototipi bulup size teslim ettiğim
taktirde, Dünya hükümeti Araman'a derhal bir uzay filo
su yollayacak ve bütün sonuçları göze alarak gezeninizi
askerî işgal altına alacaktır.
Bu ihtimali hesaba kattım ben.
Çıkmasını işaret ediyor uşağa, ve başbaşa kaldığımız zaman açıklıyor:
- Rafı emniyet altına alır almaz, size gösterişli bir ka
çış düzenleyeceğiz. Sözümona elimizden kurtulmuş olacak
ve ormana ulaşarak, yardımcınız olan kadınla buluşacak
sınız. Rafı bulduğunuzu söylemeyeceksiniz ona; birlikte
araştırmalara devam edeceksiniz.
Gözlerinin içi gülüyor birden:
- Aradan birkaç gün geçtikten sonra da, Rafın yerini
hatırladığınızı söyleyeceksiniz yardımcınıza; ve onu, Ram-
pell'in gemisini gizlediği deliğin yakınlarında bir yere götüreceksiniz. Tek başınıza gireceksiniz bu deliğe. Birkaç dakika sonra da Gelma Arene, mağarasına daldığınız tepenin bir atom patlamasıyla yokolduğunu görecek. Sizin Rafa girmek isterken, otomatik korunma sistemini yanlış işlettiğinizden ötürü öldüğünüzü sanacak.
Çok memnun bir hali var kendinden, zafer kazanmış bir komutan gibi bakıyor yüzüme. Bir baş işaretiyle onaylıyorum onu, ve devam ediyor:
Gelma Arene'e bu durumda, sizi Araman'a getirmiş
olan ve hâlâ bıraktığınız yerde emrinize hazır bekleyen
Silüs'le Dünyaya dönmekten başka çare kalmayacak böy
lelikle.
Ve ben de ölmüş sayılacağım?
Evet. Yardımcınız ister istemez böyle rapor verecek.
Siz de, Tora filosunu oluşturacak olan Rafların inşasını
rahatça yönetebileceksiniz. Aynı zamanda, bu gemiler için
gerekli özel tayfaları da yetiştireceksiniz. Servisiniz gerçeği
öğrendiği zaman da, amiral rütbesiyle bizim filomuzun
komutanı olarak çıkacaksınız karşılarına...
Ve böylece bana hiçbir kurtuluş yolu kalmayacak. Genellikle bütün hainler gibi, yurdumun en korkunç düşmanı gibi davranmış olacağım.
Helmâr kalkıyor:
Bugün tepelerde araştırma yapamayız diyor. Geç ol
du. Dinlenmenize bakın. Size söylediklerim üzerinde iyi
ce düşünün lütfen. Bir büyük planın sadece ana hatlarını
açıkladım ben size. Bu konudaki düşüncelerinizi dikkatle
göz önünde tutmaya hazırım Terrel...
İtiraf edeyim ki şaşkın bir durumdayım diyorum.
Tahmin ederim. Çünkü bilinçaltınızın en gizli, en
derin çizgilerine kadar indim.
Son bir selam verip kapıya yöneliyor. Kafam darmadağın bir halde. Nasıl olur da böyle konuşabilir benimle? Yoksa bir tuzak mı bu?
Ve ne cins bir tuzak? Çünkü teslim olmaya bizzat benim karar verdiğimi ve Solyolu savaşçıların da, sırf kaçmak hakkını koruyayım diye beni elleri bağlı teslim ettiklerini bilmesi gerekir Helmar'ın.
Ve Gelma'nın, ilk çağında ayaklanmaya hazır bekleyen kabilelerin şefi olabilmesi için böyle davrandığımı da bilmesi gerekir Helmar'ın. Bu durumla ilgili en ufak bir söz bile söylemedi oysa. Gelma'nın gerçekten kaçmış olduğuna
inanmış göründü.
Bütün orman kaynamaya başlayacak birkaç saate kalmadan. Yerli çeteciler adım adım kovalayacaklar Toralı-lar'ı. Her çalılıkta ayrı bir pusu kuracaklar, binbir şekliyle ölüm saçacaklar ortalığa.
Bütün bunları bildiği halde hiç endişe etmiyor. Toralı-lar'la asla işbirliği yapmayacağımı bildiği halde güveniyor bana. Akıl almaz bir şey bu!
Dalgın dalgın düşünüyorum uzun süre. Belki servis beni öyle bir şekilde şartlandırmış olabilir ki, bütün doğru söyleten uyuşturuculara meydan okuyabilirim! Tek açıklama tarzı bu işte. Düşüncelerimi gizleyebilecek şekilde şartlandırılmış olmam.
Uyuşturucunun etkisi altına girer girmez, yapay bir düşünce çizgisini izleyen cevaplar veriyorum herhalde. Servis tarafından belirlenmiş bir düşünce çizgisine uygun şekilde. Eğer böyleyse, Helmar'ın bana tuzak kurması söz konusu olamaz; hakkımda kökten yanılması söz konusu olabilir ancak. Öyle mi, değil mi?
Hem evet, hem de hayır! Gelma'ya ormanda bir krallık kurmayı teklif ederken içtenliğimden eminim çünkü. Gerçi böyle bir krallık kurmakla Rafı Tora'ya teslim etmek arasında büyük bir fark var: Biri tam ihanet, öteki ise
değil.
Değil; çünkü temel düşüncem, kuracağım krallığı Dün-ya'nın sadık bir müttefiki haline getirmekti. Arada bir düşmanlık ihtimalini hesaba katıyordum ama, karara var-
madan önce en kötü ihtimali bile katmak gerekir diye düşünerek katıyordum.
Belki de şartlanmamım önce Massart'a sonra da Hel-ınar'a ihanete hazır olduğum sanısını veren yanı bu.
Peki ama, o zaman Servis kendi kuyusunu kendi kazmış demektir? Niçin olmasın? B,u ihtimal, şimdilik beni son derece rahatlatıyor; öngördüğüm planı değiştirmeye gerek yok. Yani kaçacağım.
Yalnız bu kaçışın acele olması gerekmiyor artık. Tam tersine. Toralılar'la ne kadar uzun süre beraber kalırsam, o kadar iyi: Bütün zayıf noktalarını öğrenmek fırsatını bulurum.
Sayılarının oldukça yüksek olduğunu belirtmişti Mas-sart. En son anda, yani kabilelerin isyanını bastırmak üzere ne gibi önlemler aldıklarını öğrendikten sonra kaçacağım.
Servis, bunu da öngörmüştür sanırım. Bölmenin deliğine yaklaşıyorum. Kamptan kaçmayacağım hayır, zamanı gelince...
Tepelerde araştırma yaptığım bir sırayı gözleyeceğim. Gölün öbür kıyısına hâkim olan tepedeki en son sığındığım mağaraya açılan kayalık yeri kolayca bulabilirim.
Hele ikinci mağaraya ulaşıp da, şaşkınlıktan faydalanarak gizli geçide geçecek kadar zaman bulabilirsem, tamamıyla kurtuldum demektir. İyi hesaplamalı. Araştırma yapacağım yerleri seçecek olan da ben değil miyim?
Öyleyse, istediğim an o tepeye gidebilirim. Katiyen acele etmemeli. Meyvanın içindeki kurt gibiyim ben burada şimdi; ve eylem saati gelinceye kadar da, yapabileceğim en iyi şey, Helmar'ın öğüdüne uyup dinlenmektir.
* * *
Dün gece açık bırakmış olduğum delikten güneş giriyor içeri. Yatağımdan fırlayıp rejeneresans banyosuna geçiyorum.
Bütün gece rüyalar gördüm. Toralılar'a karşı olan durumumla ilgili rüyalar... Helmar'ın, ve daha önce de Massart'ın, uyuşturucuların etkisi altına girdiğim zamanki şartlanma özelliklerim tarafından aldatılmış olduklarına, gittikçe biraz daha inanıyorum.
Servis yepyeni bir teknik kullanmış olsa gerek. Uyuşturucuları uyuşturma tekniği. Müthiş bir güven aşılıyor bu düşünce bana. Taze güç veren köpüğün derimin delikçik-lerine süzülüşünü büyük bir hazla hissediyorum. Hafif ve hoş bir gıdıklanma duyar gibi oluyor insan. Sanki masaj yaptırıyorsunuz.
Sözün kısası, Helmar'ın tekliflerini reddetmek için neden yok: Massart'ın olduğu gibi onun da, Tora'yla işbirliği yapmaya hazır olduğuma inanmasını sağlamakla, çok daha büyük bir hareket özgürlüğü kazanmış olurum.
Serbest hareket edebileceğim alanı milimi milimine bilmem gerekiyor. Küvetten çıkıyorum; ve sıcak bir hava akıntısı bedenimi kurutuyor.
Dakika bile sürmüyor. Giyinmeye başlıyorum hemen. Gayet iyi hissediyorum kendimi. Tam formdayım. Giyinmem bitti bile, bölmeye dönüyorum.
Ben banyodayken, bir tepsi dolusu yemek getirmişler içeri. Toralılar'm boğazlarına iyice düşkün oldukları anlaşılıyor.
Izgara et ve meyva. Bir meyvayla yetinip kapıya ilerliyorum. Bakalım açık mı, yoksa kapalı mı? Açık. Koridorda da nöbetçi yok üstelik.
Bastığınız yeri görebiliyorsunuz sadece. Hanik'in söz ettiği işaretlerden de şimdilik eser yok. Sadece bir ip verdi elimize, ardına takıldık sürükleniyoruz.
Körler gibi tıpkı. Gelma birkaç kere tökezledi, bir keresinde ben de düşer gibi oldum. Hanik durmadan seslenerek cesaret veriyor bize; ve yol bir türlü bitmek bilmiyor.
* * *
Birdenbire bitti. Kendiliğinden kayboldu sis. geriye baktığımızda hiçbir şey göremedik. Böyle bir sis hiç olmamıştı sanki.
Nasıl? diye soruyor Hanik.
Korkunç.
Sadece inananlar geçebilir buradan. Başkaları ya
bataklıklarda telef olur gider, ya da dönen kumların ara
sında.
Ama bir Silüs'le geçilebilir pekâlâ?
- Yönlenmek için çok yüksekten uçmak şartıyla. Ama o zaman da bambaşka savunma yolları vardır. Söyledim size. Doğal bir sis değildir bu; şehirlerini korumak için atalarımız tarafından icat edilmiş bir sistir.
Önümüzde labirent var şimdi. Ancak arka arkaya yürüyebildiğimiz daracık bir koridor bu. Yer yer açık, yer yer de tünel biçiminde bir koridor.. Ve aşağı yukarı her yüz metrede bir dörtyol ağzı var.
Üçüncü dört yol ağzında, hepsinin de birbirinin aynı olduğunu ve her seferinde bize altı imkân sunulduğunu anladım. Hanik en ufak bir tereddüt göstermiyor. Nasıl buluyor acaba doğru yolu? İçgüdüsüyle mi?
Veya bir rakam sayesinde. Tek bir cümle ya da bir rakam dizisi olmalı.
Başlarımızın üzerinde güneş beliriyor birden. Aşağı yukarı bir saatten beri bu koridorda dönüp duruyorduk ve bu, biraz daha sürse, Hanik'in aldanmış olduğuna karar verecektim.
Ama hayır! Kayalık bir boğaza doğruluyor işte. Ardından yürüyoruz; ve çok geçmeden de, yıkıntılarla dolu bir vadiye hâkim bir sahanlıkta buluyoruz kendimizi.
- Bu gördükleriniz sadece bir tapmağın kalıntısı de
ğildir, diyor Hanik. Geçmiş yüzyıllarda binlerce nüfusu
barındırmış koca bir şehrin kalıntıları bunlar.
Müthiş bir şey gerçekten. Hiçbir canlı iz bırakmadan göçüp gitmiş eski uygarlıkların kalıntıları bana daima heyecan vermiştir, ve bir an susar kalırım bunların karşısında.
Gelma mırıldanıyor:
- Çok güzel.
İnanılmaz demek gerek aslında. Ama bize doğru tırmananlar var, ve Hanik inmemizi işaret ediyor:
- Bekliyorlar bizi.
Beş savaşçı. İkisi Solyolu.. Hanik'in önüne gelir gelmez
eğiliyorlar; ve komutanları olduğu anlaşılan adam, hızlı hızlı konuşmaya başlıyor..
Toralılar, ellerindeki rehinelerden bir kısmını serbest bırakmak suretiyle onlarla temas kurmuş ve bir pazarlık teklif etmişler:
Gelma ile benim kendilerine geri verilmem şartıyla, Ri-yellayı teslim etmeye hazırlar. Olmazsa öldürecekler Ri-yella'yı.
Dokuzuncu Bölüm
İÇGÜDÜSÜYLE bana sokuluyor Gelma. Yerlilerin tepkisi ne olacak? Hanik bize dönüyor: Yüzü perişan, ama ifadesinde korkutucu bir yan yok. Bu acılı çehre verdiriyor bana kararı:
Haberciyi gönder, diye başlıyorum. Beni hemen tes
lime hazır olduğunuzu söyle Toralılara. Ama yanımdaki
kadının senin elinde olmadığını bildir.
Guy! diye haykırıyor Gelma.
Bırak. Beni öldürmek değil ki niyetleri.
Raf bulununcaya kadar.
Evet ama hiçbir iyi niyet göstermeyeceğim bulmak
için. Tam tersine, geciktirmek için seferber edeceğim ira
demi. Riyella ile senin bütün kabileleri toplamanıza yete
cek kadar uzatırım herhalde.
Hanik karışmıyor konuşmaya, endişeli bakışlarla dinliyor. Gelma kararsız. Devam ediyorum:
- Bir kabileler ayaklanmasının başına geçmek için tek
şansımız bu. Riyella'yı terkettiğimiz taktirde, bizi hiçbir
zaman bağışlamayacaklardır.
İçini çekiyor Gelma, kabulleniyor:
- Şef sensin, diyor. Ne yaptığını biliyorsundur herhal
de.
Hanik'e dönüyorum yeniden:
- İyice anladın değil mi: Beni teslime hazırsın, ama
Gelma kaçmış bulunuyor elinden. Bu nokta çok önemlidir,
dikkat et: Toralılar'la pazarlığa oturan ben değilim, sen
sin.
Gelma atılıyor:
Doğru söyleten uyuşturucuları ne yapıyorsun? Daha
ilk gün öğreneceklerdir durumu.
Şüphesiz, ama ben sorumlu tutulamam ki.
Hanik talimat veriyor habercisine. Gülümseyerek kolumu boynuna doluyorum Gelma'nın ve şehir tarafına sürüklüyor um onu.
- Kampta belirli bir özgürlüğüm olacaktır. Sonuca
ulaşmamı istiyorlarsa, başka türlü yapamaz Toralılar.
-. İşkence ederek şartlanmanı parçalama yoluna gidebileceklerini de düşündün mü hiç?
Yüzde bir şanstır o.
Ama kendilerine yardım etmeye niyetli olmadığını
sezer sezmez o şansı denemeye kalkamazlar mı?
- Uzun süre tutsak kalmaya niyetli değilim.
Gülerek ekliyorum:
Hanik senin kaçtığını söyleyeceğine göre, yerlilerin
içinde Dünyalı bir kadın görülmemesi gerekir. Yani senin
de artık yerli kadınlar gibi giyinmen gerekiyor.
Yani yarı çıplak?
-' Başka çare yok. Teninin rengini de hafifçe karartacaksın.
Servise girmeden önce geçtiği özel bir antrenmanla bütün bunlara hazırlanmıştı aslında ama, yine de kızarıyor.
Pek de öyle korkunç bir şey değil, diyorum. Çabuk
alışırsın.
Sanırım.
Bir ağaç demetinin arkasındayız, Hanik ve adamlarının bizi görmesi imkânsız. Eğiliyorum, dudaklarını uzatıyor.
Bizimki gibi bir sefer sırasında bu da kaçınılmaz bir şeydir elbette. Tehlikenin sürekli oluşu, karşılıklı duyguları er geç kızıştırıyor.
Her dönüşte servis, ajanlarını bir arınma tedavisinden geçirerek, bu türlü bozuklukları düzene koyar yeniden; ve tedavi fayda etmediği taktirde, ajanlara yol verir.
* * *
Zamanla, yavaş yavaş yıkılmamış bu şehir. Bir anda yıkmışlar. Hemen her köşede bir atom patlamasının izleri
var.
Otomatik bir refleksle, göstergecini çalıştırıyor Gelma:
Işınım normal., diyor.
Demek ki binlerce yıl önce bombalanıp yıkıldı bu
şehir.
Yaklaştıkça alışılmadık yanları çıkıyor meydana şehrin. Atom bombası olsa altüst olurdu şehir diye mırıldandı Gelma. Bütün bu bina kalıntıları toz haline gelirdi.
- Bu şehri kurmuş olan halk belki de çok ileri inşaat
sırlarına sahipti; onun için böyle kalmış da olabilir. Bu sır
lar onlarla birlikte gömülüp gitmiştir belki de...
Bu halk, belli ki, üstün bir uygarlığa sahipmiş. Caddeleri beş kısma ayrılıyor. Bazı mimarî özelliklere bakılırsa, ana yolun yanında ikişer yürür kaldırımla ikişer normal kaldırım var.
Temellerden, yapıların çok yüksek olduğunu anlamak mümkün: Yirmi otuz katlı. Gökdelenler. Ve her şey, muhteşem bir dekor içinde düşünülüp gerçekleştirilmiş.
- Radyasyon yokluğu bizi yanıltabilir, diyorum. Örne
ğin bizlerin radyasyonları emmek için özel bir tertibatımız
bulunuyor? Belki bu şehirde yaşayanların da böyle bir ter
tibatı vardı?
Hanik geliyor yanımıza:
Hayran kaldınız değil mi? diyor.
Dünya'da, bugün bile, buna benzer bir şehir yoktur
sanırım. Burası, büyük bir uzay imparatorluğunun başken
ti olmalı.
Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Peki hiçbir yazıta, rastlamadınız mı taşların üze
rinde?
Rastlamaz olur muyuz! Ama okuyamadık.
Uzmanlar da mı okuyamadı?
Siz Dünyalılar bizi ilk keşfettiğiniz sıralarda, sayısız
arkeoloji heyetleri gelip yerleşti buraya. Zaten şehrin bu hale gelmesini o heyetlere borçluyuz: Kocaman kum dağlarının altından çekip çıkardılar ortaya bu şehri. Yeniden yarattılar bir çeşit; ama sırrını onlar da çözemedi.
Ben aynı düşüncede değilim. Bu büyük sır, Dünyadaki arkeoloji arşivlerinden birinde saklı bulunmaktadır herhalde; ve Araman, Dünya bakımından gerçek bir stratejik önem kazandığı anda açıklanacaktır.
__ Çok eskiye aittir bu kalıntılar, diyor Hanik.
Kabile başkanlarının bütün toplantıları bu harabeler
arasında mı yapılır?
Evet. Kabileler için burası bir hac yeri haline gel
miştir; ve bizi ilgilendiren bütün önemli kararlar, bu şeh
rin tapınağında alınır.
Yani böylece, kendinizi bir çeşit, uzak atalarınızın
himayesi altında görmek istiyorsunuz?
Evet.
Fizik yapılarını biliyor musunuz? Size benziyorlar
mıydı acaba?
Şaşırıyor. Bu uzak ataların kendilerinden farklı olabileceği aklından bile geçmemiş, belli. Bütün insanlardaki, tanrılarını kendilerine benzetme saplantısı bu...
Sözün kısası, koskoca bir uygarlık vahşice yıkılıp süpürülmüş. Onunla birlikte, gezegenin büyük bir kısmı da tuzbuz olmuş. Bu kadar iyi muhafaza edilmiş olması herhalde bundan ileri geliyor Aynı anda yıkılmış ve gömülmüş olsa gerek bu şehir.
Onlara göre orman savaşçıları ve Tora halkı birer mutan (kökten değişikliğe uğramış insan) durumunda olmalı. Dünyalılar'a benzediklerine göre de, binlerce ışık yılı ötesinde bizler de herhalde aynı biyolojik süreçten geçmi-şizdir.
Bütün galaksileri kapsayan bir uzay imparatorluğu muydu bu yoksa? Neden olmasın? Bütün galaksilere hükmeden ve bir devler ırkı tarafından yönetilen bir imparatorluk.
Uygarlığın zirvesine ulaştığı an kendi kendini çökerten, Araman'da bu şehri ve Dünyada da kimbilir belki Sodom ile Gomorra'yı yerle bir ederek evrenden silinen bir ırkın imparatorluğu.
Eğer böyleyse, Aramanlılar'la biz Dünyalılar aynı soydan iniyoruz ve aynı felâketin çocuklarıyız demektir.
* * *
Kısmen restore edilmiş bir eve götürdü bizi Hanik. Tek katlı. Abideyi andıran bir kapıdan giriliyor eve. Önce geniş bir iç avlu var; sekiz özel giriş kapısı açılıyor bu avluya.
Bu küçük kapılar da birincisinden daha ufak birtakım avlulara açılıyor. Her avluda bir havuz var. Havuzların kenarı, üzerine örtülü bir galeriyle çevrili ve işte bu galerilere açılıyor bütün odalar.
Bize ayrılan odada, Solyo'da ilk geceyi geçirdiğimiz ev-dekine benzer hasırlar bulduk.
Gece boyunca ormanda yürümüş olduğumuz için tükenmiş bir haldeydik, ve derhal uyuduk. Önce ben uyandım, ama kımıldamıyorum.
Riyella'yı kurtarmak için Hanik tarafından Toralılar'a teslim edilme kararını düşünmeden almıştım. İçgüdümle davranmıştım bir çeşit, ama pişman değilim.
Kabilelerin asla unutmayacağı politik bir jestti bu aslında. Belki biraz utanmazca düşünüyorum ama serviste ahlâk ve namus kurallarına daima saygılı olmayı öğretmediler bize.
Ve her şey bir yana, ben şu anda dış görevde bulunan bir ajanım. Yasalarda saygıyla yükümlü gelişigüzel bir yurttaş değil. Bir tek şey var gözümde: Sonuca ulaşmak. İyisi kadar kötüsü de dahil, bütün yollara başvurarak sonuca ulaşmak.
Dünyada geçerli ahlâk kuralları, biz güvenlik ajanları-
nın uygarlığımızın yayılması bakamından zorunlu olduğumuzu çoktan kabul etmiş bulunuyor.
Diğer yurttaşlarla aynı yasalara tâbi olsak, hiçbir yarar sağlayamaz hale düşerdik. İşte bunun içindir ki, bütün yasaların üzerinde bir statü tanıdılar bize; ve bu durumun yaratabileceği bütün sonuçları da önceden kabul etmek zorunda kaldılar.
Son derece kademeli bir toplum piramidinin tam tepesinde yer almış bulunuyoruz biz. Uygarlığımızın, yasaların herkes için eşit olduğuna inanılır görünen bir çağda doğduğunu düşünürüm de bazen, gülesim gelir.
Yüzyıllar boyunca bütün kurumlar, orta zekâlıları pek memnun eden bu saçma anlayış yüzünden tökezledi durdu. O çağda henüz bir büyük sır halindeydi uzay. En yakın gezegenlerin yeni yeni keşfedilmeğe başlandığı çağdı o..
Ama uzayın geniş çapta fethiyle birlikte herşeyin değişmesi gerekti; ve nitekim, bütün gelenekler altüst oldu. Görev kavramı, kaçınılmaz bir şekilde, hak kavramının yerini aldı. Ve bazı görevlilere bazı haklar tanındı.
Toplumun uyumlu bir denge içinde yaşayabilmesi için, görevlerle hakların herkes için eşit olmaması gerektiği çıktı ortaya. İstenilen her şeyi dağıtmak yerine, hakkedilen her şeyi vermek prensibini benimsedi insanlık.
Çünkü islenen herşeyi dağıtmanın kendilerini ancak iflâsa sürükleyeceğini anlamışlardı.
Hasır yatağında şöyle bir geriniyor Gelma, sonra esneyerek doğruluyor ve soruyor:
Geç oldu galiba?
Öğleden sonra üç suları...
Acıktım ben...
Besleyici haplardan alalım.
Her zamanki gibi yavan bir yemek. Bir saniye bile sür-
müyor işte; ama her türlü açlık duygusunu gideri veriyor. Soruyor Gelma:
Hanik'in Toralılar'a yolladığı haberci döndü mü?
Sanmam. Yoksa derhal haber verirlerdi bize.
Kollarımı açıyorum. Geliyor. Sarılıyoruz. Bundan böyle,
insanlığın bütün çağlarındaki bütün çiftler gibiyiz.
Senin düşman elinde olduğunu bilmek korkunç bir
acı verecek bana.
Bu, ilk değil ki...
O zaman başkaydı.
Gözlerinde yaşlar beliriyor. Ajanları arasında herhangi bir duygusal ilintinin görevden sonra da devam etmesine, işte bunun için göz yummuyor servis. Görev sırasında ellerinden bir şey gelmiyor şeflerin; ama dönüşte, en kesin şekilde önlem alıyorlar.
Daha önce de üç kere seviştim ben. Kiminle seviştiğimi bile hatırlamıyorum şimdi. Günün birinde belki Gelma'yı da hatırlamayacağımı düşünüyorum birdenbire ve içim burkuluyor.
İğrenç bir şey bu. İnsanlıkdışı bir şey.
Öteki üç sevgilimle de aynı duyguya kapılmış mıydım acaba? Birden, bugüne kadar yaşadığım hayata karşı müthiş bir iğrenme kaplıyor içimi.
Ne düşünüyorsun?
ikimizi. Dünyaya dönmüş düşünüyorum ikimizi.
Sevişmeye hakkımız olmayacak.
Birbirimizle ilgili en ufak hatıralarımızı bile silip
kaldıracaklar kafamızdan. Hiç başından geçmiş miydi da
ha önce?
Bir kere.
Belki de benimleydi...
Kimbilir?.. Kalkıyor Gelma; tenini tunçlaştıracak boyaları hazırladıktan sonra soyunmaya başlıyor.
Utanıp sıkılmıyor artık benim karşımda. Ona yardım ediyorum. Riyella'nın rengine çabucak bürünüyor teni.
Kısa bir beyaz şort giyiyor sonra ve beline deri bir kemer geçiriyor.
İki kılıf asılı kemerde. Birine paralizatörünü sokuyor, ikincisine de benim fülgüranımı.
- Artık fülgürana ihtiyacım yok, diyorum uzatırken
silâhı.
Birkaç adım gerileyip Gelma'yı hayranlıkla seyrediyorum:
- Harika bir yerli kızı olduğunu biliyor musun! Ger
çek bir yerli olsan bile, rengine rağmen sana vurulurdum
sanırım.
Gerçekten de, Dünyalı gözüyle, dik göğüsleri ve ahenkli kalçalarıyla Riyella'dan çok daha güzeldi.
Saçlarını at kuyruğu şeklinde bağlayıp gülümsüyor:
- Hâlâ hoşuna gittiğim için memnunum.
Bakışları kararır gibi oluyor birden:
- Dünyaya hiç dönmeksizin burada yaşamaya razı olur
muydun gerçekten?
- Hiç şüphesiz.
Pişmanlık da duymaz miydin peki hiç?
Ya sen?
Hayır!
Farkına varmadan iyice dolmuş bulunuyorduk her
halde ikimiz de. Bizim gibi insanların gözünde Dünya ne
ifade eder ki artık?. Bize bizden başka vatan da yoktur.
Kendi kendimizin vatanıyız biz.
Bizi bu göreve yollamadan önce, bütün testlerden
geçirdi servis. Nasıl oldu da farkına varmadılar peki bu
halimizin?
Bu da bir sır! Ama düşünmek bile istemiyorum şimdi.
Odamızdan çıkıyoruz işte; ve galerilerin altından geçerek büyük avluya ulaşıyoruz. Bir alay savaşçı grubu var; ve Gelma hiçbir şey olmamış gibi yürümeden önce hafif bir kararsızlık geçiriyor.
Hemen Solyolu bir adam koşuyor bize doğru. Soruyorum:
Hanik nerede?
Başkanlar toplantısında.
Bizi de götür.
Eğiliyor önümüzde. Binadan çıkıp eski şehrin merkezine doğru ilerliyoruz. Tapınağın kalıntıları orada çünkü...
Tapınak diyoruz ama, belki de aslında başka bir şeydi o yapı. Bir sirkti örneğin...
Dünyada olsak, bir sirk gibi görürdük bu tapınağı. Anfiteatrı ve sıralarıyla bir sirki andırıyor.
İlk sırada duruyor kılavuzumuz. Bütün kabile başkanları aşağıda, daire şeklinde oturmuş tartışıyorlar. Aralarında üç de kadın var ama üçü de Riyella'dan çok daha yaşlı.
Konuşulanları işitmek veya yüz hareketlerini görmek için çok uzaktayız; ve kılavuz, olduğumuz yerde kalmamızı işaret ediyor.
Yabancıları kabul etmemeleri normal. Hanik hemen farkediyor bizi, ve kollarını sallıyor. Ötekiler derhal susuyorlar. Ve Hanik aralarından ayrılıp bize doğru geliyor.
Anfiteatrın önünde kalan yuvarlak boşlukta, bir heykelin kaidesini andıran büyük bir taş blok yükseliyor.
Alabildiğine ciddî bir ifadeyle konuşuyor Hanik:
Haberci döndü. Teklifimizi kabul ediyor Toralılar.
Seni teslim ettiğimiz taktirde, Riyella'yı verecekler.
Ya Gelma?
Haberci onun kaçtığını bildirdi Toralılar'a.
Mükemmel. Değiştirme sırasında aldanmamaya, tu
zağa düşmemeye çalışalım.
Gülümsüyor:
Urbiya tepesinde yapacağız değiştirmeyi. Tepeye iki
ayrı geçitten varılır. Herbiriniz bir yandan, geçitlere girdi
ğiniz andan itibaren hiçbir ihanet söz konusu olamaz.
Güzel.
Senin isteğine uyarak, Başkanlar Konseyi savaşçıları-
mum başına Dünyalı Gelma'yı tayin etti. Gelma şu andan itibaren bütün kabileler üzerinde tam yetkiye sahiptir.
Elinden tutuyor Gelma'yı aşağıya indiriyor. Arkalarından yürüyorum. Bu kadar erkeğin karşısında yarı çıplak durmaktan müthiş sıkılıyor Gelma, belli.
Hanik, büyük taş bloku gösteriyor ona, çıkmasını işaret ediyor. Birkaç basamak var zaten. Tek başına çıkıyor Gelma; ve doruğa gelip de durduğu anda, bütün kabile başkanları mızraklarını kaldırıp savaş çığlıkları atıyorlar.
Onuncu Bölüm
KENDİLİĞİMDEN teslim olmak yerine Toralılar'a zorla teslim edilmeyi istediğim için kollarımı arkama bağlattım. Urbiya tepesinin doruğuna açılan geçidin ağzında bekliyorum.
Son derece isabetli seçilmiş bir yer. Her iki taraftan da hiçbir ihanet söz konusu olamaz: Çünkü tarafların herbiri, ötekine ait geçidin yarısını kontrol ediyor.
Bizi sevkedecek olanlar gibi birleşme noktasında teslim alacak olanlar da, geri hatlarıyla sürekli olarak irtibat halinde kalacaklar.
Beni götüren savaşçı, önümden yürüyor. Son saniyede yana kayıp bana yol verecek. Tepenin öbür tarafında da her şey yolunda olmalı. Beni teslim alacak olan Toralı savaşçıyı görüyorum.
Bataklık baykuşlarınınkini andırır bir çığlık atıyor kılavuzum. Buna bir çığlık cevap veriyor. Kayalık duvara yapışarak bana yol veriyor.
Öteki geçitte de aynı olay geçiyor herhalde. Önüne geçip yürümemi işaret ediyor Toralı. Otuz adım sayıyorum; ve kayalar arasında ufak bir düzlüğe ulaşıyoruz. Orada beş kişilik bir gezinti Silüs'ü bekliyor bizi.
Uçağın giriş deliği önünde Toralı bir subay ayakta duruyor. Memnun, gülümsüyor beni görür görmez; binmemi işaret ediyor, biniyorum. Yanıma oturuyor.
Silüs havalanıyor hemen; ve Toralı subay, adamlarından birine dönüp kollarımı çözmesini emrediyor, iyi işaret! Demek yumuşak davranmaya karar verdiler bana. Bileklerimi ovuşturuyorum. Subay kendini tanıtıyor.
- Komutan Helmar. Göl kıyısındaki kampa dönüyoruz,
araştırmalarınıza derhal yeniden başlayacaksınız. Daha ön
ceki sorgularınızın kayıtlarını birbir inceledim.
Kocaman bir gülümseyiş beliriyor yüzünde:
- Rahatlıkla anlaşabiliriz sizinle.
Benim bakımımdan işin tatsız yanı, bu kayıtlar artık hiçbir şey ifade etmiyor. Bilinçaltımda servise ihanete hazır olduğumu okumuştu Massart; ve bu ihanetin, Tora lehine olacağı sonucuna varmıştı.
Büyük halâ. Gerçi yine servis umurumda değil; ama bu ormanda kendime bir krallık kurmak imkânını keşfettiğim için böyle.
Bu da Helmar'ın işine gelmez herhalde. Hele doğru söyleten uyuşturucularla beni konuşturup da kendi teslim oluşumu bizzat düzenlediğimi ve Gelma'nın da ayaklanmaya hazır bekleyen kabilelerin başına geçtiğini öğrenince.
Ayaklanma aktif bir şekilde başlar başlamaz, göl bölgesindeki kampın durumu alabildiğine nazikleşecek ve To-ralılar bu kampı boşaltmak zorunda kalacaklar. Bu taktirde beni Tora'ya götüreceklerdir sanırım. Ve sanırım, ortalık durulunca araştırmalara yeniden başlayabilmek umu-duyle, öldürmezler beni.
Evet! Bir de tabii, kaçma ihtimali var. Ama bu da, şimdilik büyük bir hayal.
* * *
Silüs gittikçe alçalıyor işte. Deliklerin birinden göl görünüyor. Sonra da kamp. Yine aynı bölmeye mi hapsedecekler beni acaba; ve yine Massart mı benimle yükümlü
olacak?
Massart ve Tarr. Yere konuyoruz, ve kapı açılıyor. Massart yok ortada, ikinci komutan üniformasını taşıyan bir
Toralı var.
Helmar'ı selamlıyor Toralı subay. İki asker aralarına alı-
yorlar beni; ve kampta bir çeşit kale rolü oynayan büyük Silüse doğru ilerliyoruz.
İyi. Eski kabinime götürüyorlar beni. Önce Helmar giriyor içeri, sonra ben. Benim ardımdan da, elindeki tepside bir enjektör taşıyan bir uşak. Uyuşturucu bu. Dakika bile kaybetmeden konuşturacaklar beni. Helmar gülümseyerek:
- Anlarsınız ya! diyor.
Elbette anlarım, hele itiraz etmek mümkün olmayınca.
* * *
Yoksa bu uyuşturucuya alışmaya mı başladım ben? Bilinçsizlikten bilince geçiş dönemi, daha kısa sürüyor çünkü eskisine oranla. Hemen hemen bir zihin sıçrayışıyle gerçeğe dönüyorum.
Ve derhal toparlayabiliyorum bütün zekâmı. Karşımda, bir koltukta Helmar oturuyor. Memnun bir ifade var yüzünde.
Serinletici bir şurup ikram ediyor bana uşak. Soruyorum?
- Bitti mi?
Dışarıya bir göz atıyorum hemen: Güneşin durumuna bakılacak olursa, bu seferki sorgu oldukça uzun sürmüş. Müthiş bir susuzluk var içimde.
Massart'ınkinden farklı bir uyuşturucu kullandığı anlaşılıyor Helmar'ın.
- Tam Yetkililerimizle temas kurmuş bulunuyorum
diyor. Ve size, Tora adına, babadan oğula geçmek şartıyla
kabileler genel valiliğini teklif ediyorum.
Çıldırmış! Dört açıyorum gözlerimi: Babadan oğula geçmek şartıyla kabileler genel valiliği demek, krallık demektir aslında. Hiçbir şey anlamıyorum.
Şaşırmış görünüyorsunuz Terrel.
Haksız mıyım?
Sizin dürüst davranacağınıza güvenimiz var.
Alay mı ediyor benimle yoksa? Yine de tutuyorum kendimi, renk vermiyorum. İnanmış görünüyorum ona, işlerin akışından son derece memnun görünüyorum.
Ama Toralılar'la kader birliği etmeye hiç mi hiç niyetim yok. Helmar devam ediyor:
- Belki fazla açık konuştum. Henüz almadığınız ama
bilinçaltınızda hazır bekleyen ve mutlaka alacağınız bir ka
rarı göz önünde tutuyorum ben...
Yürümeyen bir yan var bu işte mutlaka. Ama şaşkınlığımı belli etmiyor ve oynuyorum:
Kabileler valisi. Basit bir unvandan ibaret bu. Ko
layca verildiği gibi, kolayca alınabilir de...
Babadan oğula geçmek şartıyla valilik, dedim. Dün
yalı olduğunuz için, kabileler sizi derhal kabul edecekler
dir. Sizi kabul ettikleri andan itibaren de, onların rızasını
almadan sizi atamayız.
O zaman iş değişir. Önemli bir mevki bu.
Önemli ve özellikle de, bağımsız bir mevki.
Neye borçluyum bu şerefi?
Tora'nın sizin gibi adamlara ihtiyaç duymasına...
Açık konuşalım: Prototipi bulup size teslim ettiğim
taktirde, Dünya hükümeti Araman'a derhal bir uzay filo
su yollayacak ve bütün sonuçları göze alarak gezeninizi
askerî işgal altına alacaktır.
Bu ihtimali hesaba kattım ben.
Çıkmasını işaret ediyor uşağa, ve başbaşa kaldığımız zaman açıklıyor:
- Rafı emniyet altına alır almaz, size gösterişli bir ka
çış düzenleyeceğiz. Sözümona elimizden kurtulmuş olacak
ve ormana ulaşarak, yardımcınız olan kadınla buluşacak
sınız. Rafı bulduğunuzu söylemeyeceksiniz ona; birlikte
araştırmalara devam edeceksiniz.
Gözlerinin içi gülüyor birden:
- Aradan birkaç gün geçtikten sonra da, Rafın yerini
hatırladığınızı söyleyeceksiniz yardımcınıza; ve onu, Ram-
pell'in gemisini gizlediği deliğin yakınlarında bir yere götüreceksiniz. Tek başınıza gireceksiniz bu deliğe. Birkaç dakika sonra da Gelma Arene, mağarasına daldığınız tepenin bir atom patlamasıyla yokolduğunu görecek. Sizin Rafa girmek isterken, otomatik korunma sistemini yanlış işlettiğinizden ötürü öldüğünüzü sanacak.
Çok memnun bir hali var kendinden, zafer kazanmış bir komutan gibi bakıyor yüzüme. Bir baş işaretiyle onaylıyorum onu, ve devam ediyor:
Gelma Arene'e bu durumda, sizi Araman'a getirmiş
olan ve hâlâ bıraktığınız yerde emrinize hazır bekleyen
Silüs'le Dünyaya dönmekten başka çare kalmayacak böy
lelikle.
Ve ben de ölmüş sayılacağım?
Evet. Yardımcınız ister istemez böyle rapor verecek.
Siz de, Tora filosunu oluşturacak olan Rafların inşasını
rahatça yönetebileceksiniz. Aynı zamanda, bu gemiler için
gerekli özel tayfaları da yetiştireceksiniz. Servisiniz gerçeği
öğrendiği zaman da, amiral rütbesiyle bizim filomuzun
komutanı olarak çıkacaksınız karşılarına...
Ve böylece bana hiçbir kurtuluş yolu kalmayacak. Genellikle bütün hainler gibi, yurdumun en korkunç düşmanı gibi davranmış olacağım.
Helmâr kalkıyor:
Bugün tepelerde araştırma yapamayız diyor. Geç ol
du. Dinlenmenize bakın. Size söylediklerim üzerinde iyi
ce düşünün lütfen. Bir büyük planın sadece ana hatlarını
açıkladım ben size. Bu konudaki düşüncelerinizi dikkatle
göz önünde tutmaya hazırım Terrel...
İtiraf edeyim ki şaşkın bir durumdayım diyorum.
Tahmin ederim. Çünkü bilinçaltınızın en gizli, en
derin çizgilerine kadar indim.
Son bir selam verip kapıya yöneliyor. Kafam darmadağın bir halde. Nasıl olur da böyle konuşabilir benimle? Yoksa bir tuzak mı bu?
Ve ne cins bir tuzak? Çünkü teslim olmaya bizzat benim karar verdiğimi ve Solyolu savaşçıların da, sırf kaçmak hakkını koruyayım diye beni elleri bağlı teslim ettiklerini bilmesi gerekir Helmar'ın.
Ve Gelma'nın, ilk çağında ayaklanmaya hazır bekleyen kabilelerin şefi olabilmesi için böyle davrandığımı da bilmesi gerekir Helmar'ın. Bu durumla ilgili en ufak bir söz bile söylemedi oysa. Gelma'nın gerçekten kaçmış olduğuna
inanmış göründü.
Bütün orman kaynamaya başlayacak birkaç saate kalmadan. Yerli çeteciler adım adım kovalayacaklar Toralı-lar'ı. Her çalılıkta ayrı bir pusu kuracaklar, binbir şekliyle ölüm saçacaklar ortalığa.
Bütün bunları bildiği halde hiç endişe etmiyor. Toralı-lar'la asla işbirliği yapmayacağımı bildiği halde güveniyor bana. Akıl almaz bir şey bu!
Dalgın dalgın düşünüyorum uzun süre. Belki servis beni öyle bir şekilde şartlandırmış olabilir ki, bütün doğru söyleten uyuşturuculara meydan okuyabilirim! Tek açıklama tarzı bu işte. Düşüncelerimi gizleyebilecek şekilde şartlandırılmış olmam.
Uyuşturucunun etkisi altına girer girmez, yapay bir düşünce çizgisini izleyen cevaplar veriyorum herhalde. Servis tarafından belirlenmiş bir düşünce çizgisine uygun şekilde. Eğer böyleyse, Helmar'ın bana tuzak kurması söz konusu olamaz; hakkımda kökten yanılması söz konusu olabilir ancak. Öyle mi, değil mi?
Hem evet, hem de hayır! Gelma'ya ormanda bir krallık kurmayı teklif ederken içtenliğimden eminim çünkü. Gerçi böyle bir krallık kurmakla Rafı Tora'ya teslim etmek arasında büyük bir fark var: Biri tam ihanet, öteki ise
değil.
Değil; çünkü temel düşüncem, kuracağım krallığı Dün-ya'nın sadık bir müttefiki haline getirmekti. Arada bir düşmanlık ihtimalini hesaba katıyordum ama, karara var-
madan önce en kötü ihtimali bile katmak gerekir diye düşünerek katıyordum.
Belki de şartlanmamım önce Massart'a sonra da Hel-ınar'a ihanete hazır olduğum sanısını veren yanı bu.
Peki ama, o zaman Servis kendi kuyusunu kendi kazmış demektir? Niçin olmasın? B,u ihtimal, şimdilik beni son derece rahatlatıyor; öngördüğüm planı değiştirmeye gerek yok. Yani kaçacağım.
Yalnız bu kaçışın acele olması gerekmiyor artık. Tam tersine. Toralılar'la ne kadar uzun süre beraber kalırsam, o kadar iyi: Bütün zayıf noktalarını öğrenmek fırsatını bulurum.
Sayılarının oldukça yüksek olduğunu belirtmişti Mas-sart. En son anda, yani kabilelerin isyanını bastırmak üzere ne gibi önlemler aldıklarını öğrendikten sonra kaçacağım.
Servis, bunu da öngörmüştür sanırım. Bölmenin deliğine yaklaşıyorum. Kamptan kaçmayacağım hayır, zamanı gelince...
Tepelerde araştırma yaptığım bir sırayı gözleyeceğim. Gölün öbür kıyısına hâkim olan tepedeki en son sığındığım mağaraya açılan kayalık yeri kolayca bulabilirim.
Hele ikinci mağaraya ulaşıp da, şaşkınlıktan faydalanarak gizli geçide geçecek kadar zaman bulabilirsem, tamamıyla kurtuldum demektir. İyi hesaplamalı. Araştırma yapacağım yerleri seçecek olan da ben değil miyim?
Öyleyse, istediğim an o tepeye gidebilirim. Katiyen acele etmemeli. Meyvanın içindeki kurt gibiyim ben burada şimdi; ve eylem saati gelinceye kadar da, yapabileceğim en iyi şey, Helmar'ın öğüdüne uyup dinlenmektir.
* * *
Dün gece açık bırakmış olduğum delikten güneş giriyor içeri. Yatağımdan fırlayıp rejeneresans banyosuna geçiyorum.
Bütün gece rüyalar gördüm. Toralılar'a karşı olan durumumla ilgili rüyalar... Helmar'ın, ve daha önce de Massart'ın, uyuşturucuların etkisi altına girdiğim zamanki şartlanma özelliklerim tarafından aldatılmış olduklarına, gittikçe biraz daha inanıyorum.
Servis yepyeni bir teknik kullanmış olsa gerek. Uyuşturucuları uyuşturma tekniği. Müthiş bir güven aşılıyor bu düşünce bana. Taze güç veren köpüğün derimin delikçik-lerine süzülüşünü büyük bir hazla hissediyorum. Hafif ve hoş bir gıdıklanma duyar gibi oluyor insan. Sanki masaj yaptırıyorsunuz.
Sözün kısası, Helmar'ın tekliflerini reddetmek için neden yok: Massart'ın olduğu gibi onun da, Tora'yla işbirliği yapmaya hazır olduğuma inanmasını sağlamakla, çok daha büyük bir hareket özgürlüğü kazanmış olurum.
Serbest hareket edebileceğim alanı milimi milimine bilmem gerekiyor. Küvetten çıkıyorum; ve sıcak bir hava akıntısı bedenimi kurutuyor.
Dakika bile sürmüyor. Giyinmeye başlıyorum hemen. Gayet iyi hissediyorum kendimi. Tam formdayım. Giyinmem bitti bile, bölmeye dönüyorum.
Ben banyodayken, bir tepsi dolusu yemek getirmişler içeri. Toralılar'm boğazlarına iyice düşkün oldukları anlaşılıyor.
Izgara et ve meyva. Bir meyvayla yetinip kapıya ilerliyorum. Bakalım açık mı, yoksa kapalı mı? Açık. Koridorda da nöbetçi yok üstelik.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Dehşet Tora - 6
- Büleklär
- Uzayda Dehşet Tora - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3949Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221727.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3961Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215630.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216427.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3830Unikal süzlärneñ gomumi sanı 218028.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3984Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221028.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3867Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215027.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216528.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 448Unikal süzlärneñ gomumi sanı 35536.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.