Uzayda Dehşet Tora - 4
Süzlärneñ gomumi sanı 3830
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2180
28.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
41.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
devam edersem?
- Siz beni eni konu aptal yerine koyuyorsunuz Terrel.
Her gece düzenli olarak, doğru söyleten uyuşturucu sean
sından geçireceğim sizi. Hiçbir şeyi gizleyemezsiniz ben
den.
Yedinci Bölüm
BOŞLUKTA yüzer gibiyim. Yere basmak istiyorum, ama boşuna. Ayaklarımın altından kayıyor sanki zemin. Zemin? Görmüyorum bile. Bulutlar içinde yürüyorum. Binlerce kilometre yüksekteymişim gibi başım dönüyor.
Rahat bırakıyorlar nihayet. Sorgu bitti. En basit bir ayrıntıyı bile gölgede koymayan sabırlı, uzun bir sorguydu bu. Ama bitti ve kesinlikle gerçeğe dönmüş durumdayım şimdi.
İçimdeki bulantı, Massart'ın zoruyla içtiğim doğru söyleten uyuşturucudan geliyor.
Yavaş yavaş her şey sakinleşiyor. Kendime dönüyor gibiyim. Tuhaf bir duygu bu.
Keşif sırasında, hedefe ulaşıyormuş sezgisine kapılmadım hiç. Yani Massart en ufak bir sır bile koparamamıştır benden. Şimdi tamam işte, ayaklarımı zemine rahatça basabiliyorum.
Ayak basmak, söz gelimi aslında. Çünkü bir ranzanın üzerinde uzanmış durumdayım. Şimdi farkına vardım. Öldükten sonra bir dirilme etkisi var.
Gece.
Kampa döndüğümüzde ölü gibiydim yorgunluktan. Bütün tepeleri teker teker dolaştırdı Massart. Durmadan yürüdük. Çok yürüdük, çok...
Buna rağmen bütün araştırmalarım yüzeyde kaldı. Yarın Toralılar bütün bölgeyi eşit kesimlere bölecekler; ve baştan alacağız. Bu defa, inceden inceye araştırmak şartıyla.
Uyuşturucunun etkisindeyken, Riyella'dan ve ona yardıma gelecek savaşçılardan söz ettim mi acaba? Sordular-sa, mutlaka söylemişimdir. Sordularsa. Çünkü uyuşturucuyu içince kendiliğinizden her şeyi söylemiyorsunuz hemen, sorulunca söylüyorsunuz. Bu ilaç hiçbir şeyi, en gizli duy-
gu ve düşüncelerinizi bile gizlemeksizin cevap vermeye
zorluyor sizi.
Birden gözlerimi açıyorum. Şaşkınlık. Ortalık günlük güneşlik, gözlerim kamaşıyor. Kabindeki kapağı açmışlar, içeri güneş doluyor.
Dokuz saat olmuş yatalı. Divanın üzerinde. Gece kılığıy-la üstelik. Demek uyurken soydular beni. Tora modasına uygun şekilde, rengârenk bir pijama var sırtımda.
Kendimi iyi hissediyorum. Vücudum kadar sinirlerim de sağlam. Doğruluyorum. Böyle bir bölmede normal olarak bir rejeneressans (dinlendirip canlandırma, taze güç aşılama) banyosu bulunması gerekir.
Duvarları yokluyorum ellerimle. Haklıymışım. Kaplamalardan biri kayıyor işte ve basık bir oyuk beliriyor. Pijamamı çıkardıktan sonra, küvetin ortasına bırakıyorum kendimi.
* * *
Massart bir koltuğa oturmuş beni bekliyor. Banyo adetâ diriltti beni.
Hemen hareket edecek miyiz?
Rafın yerini ne kadar çabuk bulursak, gelecek hak
kında o kadar çabuk konuşabiliriz.
Niçin hemen konuşmuyoruz?
Prototipi bulduğunuz zaman, kaçamak noktanız kal
mayacaktır. Oysa şimdi durum farklı biraz. Sınırlı da olsa
seçme özgürlüğünüz var.
Gemiyi bulunca teslim edeceğime inanıyorsunuz öy
le mi?
Dün akşamdan beri eminim. Size kaçmak imkânını
tanımamam şartıyla elbette...
Doğru söyleten uyuşturucunun hüneri mi bu?
Evet.
İnançlı konuşması etkiliyor beni, kaşlarımı çatıyorum.
İhanete hazır olduğum düşüncesi, hiç de hoşuma gitmiyor.
Ama unutmayın ki, yapacak başka şeyim kalmazsa
size teslim edeceğim Rafı.
Pek öyle değil.
Hafifçe gülümseyip açıklıyor:
Ne olursa olsun, servisten ayrılacaksınız. Ama şim
dilik, kendi iradenizle ayrılmayı veya yalnız kendinize çı
kar sağlayarak ayrılmayı isteyebilecek durumdasınız.
Anlamadım.
Tora'ya karşı bir kabileler isyanının başına geçmeyi
düşünüyorsunuz.
Öyle.
Ama kararınız henüz kesinleşmemiş. Zaten bunu öğ
renebilmek için bilinçaltınızın en gizli köşelerine kadar in
mek zorunda kaldım.
Ben susunca, ekliyor:
Bir orman imparatorluğu. Solyo'lu Riyella savaş
çılarını toplamaya kalkınca geldi size bu düşünce.
Aldanıyorsunuz.
Tereddütünüz yok değil; ama bu tereddüt sadece, ka
bilelerin imkânlarını tam olarak bilmemenizden ileri geli
yor. Kuvvetlerin oransızlığı, büyük bir risk olarak görünü
yor size.
Aslında öyle de...
Kabilelerin başında, savaş disiplinini iyi bilen ger
çek bir önder bulunduğu taktirde, hayır. Siz de böyle bir
önderlik için biçilmiş kaftansınız.
Saçma.
Yakalanmadan önce de Rafı aramaktan kesinlikle
caymıştınız. Bu kararı, Gelma Arene karşısında haklı gös
terecek bir özüre ihtiyacınız vardı, o kadar.
Söyledikleri şaşırttı beni, yürümeye koyuluyorum kabinde. Sözlerine öfkelenmediğim için şaşkınım.
Düşünceli ve dalgın, cebimden bir sigara çekip çakma-
ğımla ateşliyorum. Massart merakla yüzüme bakıyor bir süre, sonra da:
Seansta hiçbir Toralı'nın bulunmayışı, sizin bakımı
nızdan şans diyor.
Niçin?
Hiçbir art niyet taşımaksızın kendileriyle birlik olan
ları severler çünkü.
Ama onlara bir rapor vereceksiniz herhalde siz?
Bir rapor vereceğini evet. Ama sizi onların gözünde
kötü düşürmeyecek cinsinden bir rapor. Ne de olsa Dünya-
lı'yız: ve ben kendimi Araman'da pek yalnız hissediyorum.
* * *
Özellikle bunun için burada kalmamı istiyor evet. Peki ya ben? Ben de mi gerçekten burada kalmak istiyorum yani? Söyledikleri altüst elti beni.
Doğru söyleten uyuşturucuların etkisini bilmez değilim. Bilinçaltınızda, henüz kabul etmediğiniz, henüz kendi kendinizden bile gizlediğiniz birtakım gerçekleri tutup ortaya dökerler.
Ve Massart'ın beni yanıltmak amacıyla yalan söylemesi de pek mümkün görülmüyor. Doğruyu söylediğini hissediyorum. ..
Bilinçaltının en diplerinin bile böyle keşfedilmesi
acı değil mi? diyor bıyık altından gülerek. Birden bir ay
nanın karşısına geçmiş de kendi kendinizi tanıyamamış
gibi olursunuz, bilirim. Ben de yaşadım aynı şeyi çünkü.
Ne zaman girdiniz servise?
On yıl oluyor.
Sınırındasınız artık. Düşüş bu sınırda başlar.
Nereden biliyorsunuz?
Ben de on yıllık hizmet burnunu dönmüştüm iha
net ettiğimde. On yılda yeterince körleniyor insandaki şe
ref duygusu. Bir alay namussuzluğa göz yummuşsunuzdur
on yıl içinde; hep hükümet adına, hep devlete yarar diye. Ve sık sık adam öldürmüşsünüzdür; hem de çoğu zaman alnınızı ak çıkarmayacak durumlarda kalleşçe, arkadan vurup öldürmüşsünüzdür.
Hepimi/ bütün bunları bilerek imzaladık antlaşma
larımızı.
Bizi uyarmışlardı evet, ama kesin bilincimiz yoktu
bu konuda. Tabii kendimize çok güveniyor ve «biz yapma
yız» diyorduk.
Belki de! Haklı yanları var dediklerinin. Hattâ çoğu doğru. İnsanlık okulu değildir Güvenlik Servisleri, yoksa iş göremez hale düşerler.
Kabinin kapısı üzerindeki ışık yanıyor. Dönüyorum
- Buyrun.
Tarr bu. Ardında iki Toralı uşak, ilk yemeğimi getiriyor.
* * *
Yine keşfe çıkıyoruz. İticilerle. Dünkü ekibimiz bizimle bugün de. Beş silâhlı adam, ve arkamda Tarr. Massart yine yanımda uçuyor. Yemekte ona Gelma ile Riyella'dan söz açmaya cesaret edememiştim; şimdi kendisi konuya giriyor:
Bu gece, adamlarımızdan üçünü kaybettik. Uzaktan
paramparça edildiler. Dumdum kurşunu atan tüfeklerle.
Elektrikli telörgüsü olmamış olsa, savaşçılar sizi kurtar
mak için kesin bir hücumu denerlerdi sanıyorum.
Gelma hâlâ serbest öyleyse?
Teorik olarak serbest. Teorik olarak diyorum, çünkü
gündüzleri gizlenmek zorunda. Nasıl gizlendiğini de bili
yoruz. Sizi sorguya çekerken, tepelerin altında sayısız yer
altı geçidi bulunduğunu öğrendim.
Bunu da söküp aldı demek benden! Dostlarımın nerede saklandığını sorması yeterdi zaten, bunu öğrenmek için. Ekliyor:
- Gündüzleri, her türlü sürprize karşı korunaklı du-rumdayız. Bulucu robotlarımız sayesinde. On kilometrelik bir yarıçap içinde kımıldayan ne varsa, bildiriyorlar bize.
Fotoelektrik hücrelerle çalışıyor bu robotlar, onun için de karanlıkta hiçbir işe yaramıyorlar. Buna karşılık gündüz son derece etkili oluyorlar. Tora ordusunun bu araçlarla donatılmış olduğunu aklımdan bile geçirmiyordum.
Kötü gözlü yuvarlak billur cihazlar bu robotlar. Her biri bir kabak büyüklüğünde; yerden beş altı yüz metre yükseklikten bütün ortalığı tarıyorlar.
Dört tepecikle çevrili küvet biçiminde bir küçük vadiyi gösteriyor parmağıyle Massart:
Oradan başlayacağız. Basit bir prensibimiz var. Çev
renizdeki her şeyi gözden geçirerek her yanı dolaşacak
sınız.
Uzun sürmeyecek mi?
Sadece bu vadi için koca bir gün ayırdım. Dün bir
komando ekibi yolladım buraya; bizim için işaret noktala
rı yerleştirdiler.
-- Nereden başlayacağız?
- Vadinin alt kısmından. Gittikçe genişleyen dairesel
bir hareketle yukarı kısma doğru tırmanacağız.
Bîr sonuç elde etmek için yapılacak en iyi şey de bu zaten. Yere iniyoruz yavaşça. Bize eşlik edenler, önceden hazırlanmış karakol noktalarına dağılıyor. Varlıklarıyla dikkatimi çekmemek için görünmeksizin gözetleyecekler
beni.
Sadece Tarr'la, Massart benimle kalıyor. Gerçekten bulmak istiyor muyum ben bu gemiyi?
Cevap veremiyorum bu soruya. Bulup bitirmek var bu pis durumu; ama Massart'ın önerisinde ciddî olduğunu bana kim kanıtlayacak! Toralılar istediklerini elde eder etmez, benden derhal kurtulmaya karar verebilirler. Günün birinde bizimkilerin eline düşmüş ajanlarıyla değiş tokuş etmek üzere, beni tutsak etmeyi de düşünebilirler.
İhanetin sakıncaları bunlar hep: Hiçbir zaman hiçbir şeyden emin değilsinizdir. Vahşi hayvanların göle sulanmaya giderken azgın otlar arasında açtığı yola benzer daracık patikada ilerlemeye koyuluyorum.
Sağımda ve solumda, balta girmemiş orman ve sık çalılıklar uzanıyor göz alabildiğine. Hiçbir duygu uyandırmıyor bende burası. Karış karış taramak gerek mi acaba? İhtiyaç duymuyorum araştırmaya: Gizli hiçbir şey yok demektir.
Şartlanmış olmam, belki de daha ileride harekete geçecek. Rafı bulmak için arzu duymuyorum aslında, ama nasıl olup bulacağımı merak ediyorum. Bulma işleminin nasıl başlayacağını da... Başlarsa tabii... Çünkü belki de, şartlanmamın bir sonucu olarak, kendimi tutsak hissettiğim sürece hiçbir şey başlamayacaktır.
Bu ihtimali de hesaba kattı mı acaba Massart?. Dar yol şimdi bir koruluğun ortasından geçiyor. Zemin daha engebeli, bitki örtüsü daha seyrek burada. Yer yer, bitkilerin bir türlü ulaşamadığı büyük kayalar görüyorum.
Bu kayalardan birinin ardında, ekipteki askerlerden birini farkediyorum birdenbire. Savaş paralizatörünü bana doğrultmuş duruyor. Kaçmaya yeltendiğim anda devirecekler.
Bu ne peki? Sağımdaki dev ağaçlardan birinin gövdesine bir resim kazılmış. Kaba bir desen bu; ama Uzay Mu-hafızları'nın olduğu yine de seçiliyor.
Kalbim çarpıyor hızlı hızlı... Prototipin ilk belirtisi olmasın bu sakın?. Amblemin bu gövdeye ne zaman kazılmış olduğuna bağlı... Massart'a işaret edip fırlıyorum.
Tarr'la birlikte hemen yetişiyorlar.
Bakın...
Uzay Muhafızları'nın amblemi bu.
Yakından inceleyince boynum bükülüyor:
Ne yazık ki çok yeni... Sanki daha dün çizilmiş...
Hattâ belki de Gelma çizmiştir bunu. Yeniden çarpma-
ya başlıyor kalbim. Tarr yanı başımda birden kaskatı kesiliyor... Hemen sonra da Massart... Düşünmeye kalmadan ben de katılaşıyorum. Bir paralizatörden fışkıran buzlu sıvı, tepeden tırnağa donduruyor gövdemi.
Bir kemendin hızla uzanıp omuzlarımı sardığını görebiliyorum ancak. Ve kendimden geçiyorum.
Bir paralizatörün etkisinde kaldıktan sonra her defasında olduğu gibi, bu sefer de birdenbire geliyorum kendime. Ayılma süresi alabildiğine kısa, ama acı verici oluyor. Etinizi içinizden parça parça söküp alıyorlar sanki. Allah tan bir saniye bile sürmüyor.
Ortalık karanlık. Silüsteki bölmemde değilim, bir mağaradayım. Riyella ve Gelma, sonunda başardılar demek beni kurtarmayı!
Bir sıçrayışta doğruluyorum. Eğreltiotlarından yapılma bir yatağa uzatmışlar beni. Başucumda Solyolu bir savaşçı bekliyor. Hemen tanıyorum adamı. Klar'ın kulesine beni o götürmüştü. Sanki bir yüzyıl geçti aradan; olaylar o kadar eski görünüyor!
Ne oldu, nasıl oldu bu iş?
Dört tepe vadisini basıp kurtardık sizi.
Gelma nerede?
Sanırım gecikmez. Bunu size teslim etmemi söyledi.
Bir fülgüranı uzatıyor! Kuşağıma zevkle yerleştiriyorum
silâhı. İnsan silâhsız olunca, kolu kanadı kırılmış gibi hissediyor kendini. Hemen önümde, taş duvarın içinde, açık bir leke seçer gibi oluyorum:
Bir yer altı geçidi mi bu?
Evet. Yandaki mağaraya çıkar.
Gidip bakıyorum. İlkinden çok daha geniş bir mağara bu. İçerde, battaniyelere sarınmış uyuyan beş altı savaşçı var. İlerde bir delik daha görünüyor. Ama bu delik, dışarıya açılıyor olmalı. Kalın yapraklardan bir perdeyle örtülü çünkü.
- Çıkmakta tehlike var mı?
- Kayalık koridorda kalmak şartıyla hayır.
Bulucu robotlardan dolayı herhalde. Fotoelektrik hücrelere görünmeyecek şekilde dikkatli davranarak dışarı uzanıyorum.
Gölün öbür tarafındayız. Sarp bir boğazın dibindeymiş gibi gözüküyor buradan. Yerimizi tayin edebiliyorum şimdi. Dört tepeden en yükseğinin altında bulunuyoruz. Savaşçıya dönüyorum:
Nasıl başardınız beni kurtarmayı peki?
Vadiye yöneldiğinizi görmüştük sabahleyin.
Ve izlediniz. Yeraltı geçitlerinden tabii, çünkü öteki
türlü bulucu robotlar derhal işaretlerdi sizi.
Geçitlerden geldik evet. Ama çok kısa uzaklıklar
katetmek şartıyla dışarıdan geçtiğimiz de oldu.
Büyük mağaraları birbirine bağlayan yer altı geçitleri. Mükemmel! Yeryüzünde değil, yer altında aramak gerekecek herhalde. Yerlilerin bile bilmediği, yahut da unutmuş olduğu bir mağara olmalı. En azından bir mağara.
Yanımdaki Toralılar ne oldu peki?
Üçü öldü. Ötekiler şu anda kendilerine gelmiştir.
Büyük gemidekiler hepsini toplayıp götürdü.
Kampın tepkisi ne oldu?
Devriyeler art arda didikledi vadiyi. Gizli geçitlerin
bir kısmını buldular; ama durum tehlikeli bir hal alma
dan kapatmayı başardık.
Massart adamlarının başına geçmeden önce, fazla ileri gidemezler. Solyo savaşçılarını küçümsüyordu, çeksin şimdi cezasını bakalım!
Tora şefleri, Massart'ın bu beceriksizliğini yanına korlar mı bilmem. Tatsız bir durum sözün kısası. Massart da bir Dünyalı nihayet. Tıpkı benim gibi o da servisten üstelik.
Kurtarıldığım an kendimde olsam, Massart'ı da almalarını söylerdim savaşçılara.
Bana paralizatörle saldıran kimdi?
Pusuya yatmış bir Toralı...
Herhalde o büyük kayanın ardında gördüğüm asker.
- Karnım aç benim.
Sarmaşık örgülü bir sepet içinde meyva getiriyor bana, soruyorum:
Adın ne senin?
Hanik.
Hatırladım evet. Karşılaştığımız zaman da söylemişti. Ekliyor:
- Riyella'dan sonra savaşçılara ben komuta ediyorum.
Biraz yavan ama son derece besleyici büyük bir şeftaliden ısırıyorum. Bizim muzlarımızı andırıyor bu şeftaliler. Etleri çok daha sert ama alışılıyor.
Öbür mağarada bir gürültü var. Girişe doğru ilerliyor Hanik, sonra Gelma'yla dört savaşçıya yol açmak için yana çekiliyor.
Perişan bir hali var Gelma'nın. Boğuk bir sesle:
- Riyella, Toralılar'ın eline düştü diyor.
Sekizinci Bölüm
ANLAYAMIYORUM önce, sonra bir küfür savuruyorum. Hanik bir dehşet çığlığı atıyor. Öfkeyle konuşuyorum :
Dışarı çıkmak için benim kendime gelmemi bekle
yemediniz mi!
Tehlike olduğunu sanmıyordu Riyella.
Benim kaçırılışımdan sonra bütün bu bölgenin sıkı
bir taramadan geçirileceğini düşünmek pek güç bir şey de
ğildi herhalde.
Riyella bu bölgede yakalanmadı ki.
Hanik boğuk bir sesle açıklıyor:
Solyo'ya dönmek istemişti.
Niçin?
- Savaşçıların çoğu aramızda değil. Onları bulup getir
mek istiyordu.
Ne diyebilirim ki, haklı. Gelma'ya dönüyorum. Anlatıyor:
İticilerimizle, yarım saate kalmadan köye varmış
bulunuyorduk.
Silüsler nasıl bıraktı sizi?
Bir tanesine bile rastlamadık yolda. Düşman askeri
de yoktu. Sanki bütün Toralılar seni bulmak için gölün
çevresine yığılmışlardı.
Peki ya bulucu robotlar? Onları unuttun mu? Bil
miyor musun gündüz görünmediklerini.
Başını sallıyor:
- İlgisi yok. Köye ulaştığımızda, yanmış kül olmak
üzereydi. Terkedilmiş olduğunu sandık. Toralılar'ın halâ
köyde bulunduğunu bir an bile geçirmedim aklımdan.
Ben ihtiyatlı davranıp geride kaldım; Riyella ise, babasının
evi önünde saygı duruşunda bulunmak için ilerledi.
Ve tuzağa düştü?
Evet. Çevreyi rahatça gözetlemek için yükselmiş ol
duğumdan, her şeyi gördüm. Alanda devrilmiş büyük ağa
cın dalları arasına ufak bir Silüs gizlemişlerdi. Üç Toralı
fırlayıp çıktı Silüsten. Ellerinde paralizatörler vardı.
Hiçbir şey yapamadın mı?
Kımıldamama kalmadan gemiye götürmüşlerdi.
Mahvoldu! diye bağırıyor Hanik. Tora'ya yollarlar
onu ve orada işini bitirirler. Tora zindanlarından, sadece
dinî bir tören sırasında kurban edilmek veya sonsuz işken
celerle öldürülmek için çıkılır.
Ekliyor:
- Tora dini, insan kurban etmeye ve işkenceye daya
nır.
Gelma soran bakışlarını dikiyor gözlerime.
- Hemen öldürülmeyeceğine göre, bir umudumuz ka
lıyor diyorum.
Hanik sıkıntılı bir sesle soruyor:
Hangi umut?
Bütün kabilelerin ayaklanması. Bu gerçekleştiği tak
tirde Toralı yöneticiler keyiflerince davranamayacaklar-
dır. Şeytandan korkar gibi korkuyorlar kabilelerden. ,
Hanik başını sallıyor:
Kabileler ayaklandıkları taktirde, acımasızca ezile
ceklerdir. Biz nasıl ezileceksek.
Hatâ diyorum. Sağlam bir kaynağa dayanarak söy
lüyorum bunu. Hapsedildiğim kampın komutanı Dünya-
lı'ydı. Bir hain yani.
Ne!, diye haykırıyor Gelma.
Dış Güvenlik servisinin eski mensuplarından üste
lik. Bir konuşma sırasında, kabilelerin ayaklanma ihtima
linden de söz açıldı. Tora'nın üstünlüğünün bir görüntü
den ibaret olduğunu ve kabilelerin böyle bir mücadeleden
galip çıkacağını söyledi komutan.
îkna olmamış bir havası var Hanik'in. Ekliyorum:
- Ellerinde iyi eğitimden geçmiş adam yok. Genel bir
isyanı kolayca göğüsleyemezler.
Mağarada kararsız adımlarla geziniyor. Devam ediyorum:
- Solyo savaşçılarına şimdi siz komuta ediyorsunuz
Hanik... Bütün kabilelere elçiler yollayın. Ayaklandıkları
taktirde bizzat başlarına geçmeye ve Dünya hükümetinden
onlar lehinde bir çağında bulunmaya hazır olduğumu
bildirin kendilerine.
Birden ciddileşiyor, uzun uzun bakıyor yüzüme ve soruyor:
Gerçekten böyle bir çağında bulunur muydunuz?
Bütün kabilelerin ayaklanması ve küçük de olsa bir
kaç başarı kazanması şartıyla, evet.
O zaman deneyebilirim.
Gözleri parlıyor şimdi, umudunu ve güvenini yeniden
kazandı. O, savaşçıları uyandırmaya giderken, ben de Gel-
ma'yı öteki mağaraya sürüklüyorum. Buradan girmişti bi
raz önce Gelma, ama hangi geçitten bulamıyorum bir
türlü.
Başıyla iri bir kayayı işaret ediyor bana:
- Milimi milimine dengelenmiştir, diyor. Doğru yön
de hafifçe dokunulunca hemen kayıp açılır. Uzun bir ko
ridor ve gölün kıyısında bulursun kendini.
Daha dikkatli bakmaya koyuluyor birden, soruyor:
Hanik'in kabileleri ayaklandırmasını gerçekten isti
yor musun?
Sen de istemiyor musun bunu? Konuşmuştuk daha
önce ve kabul etmiştim.
Halâ da aynı düşüncedeyim. Yalnız, bir kabileler
ayaklanmasının başına geçtiğimiz taktirde, asıl görevimiz
den çok uzaklaşmış olmaz mıyız?
Toralılar göl kesimini işgal altında tuttukları sürece,
görevimizi yerine getiremez durumda kalıyoruz zaten. On
ları oradan atmanın tek yolu da, kuvvete başvurmak.
Doğru ama, Dünya konfederasyonu resmî ilişkileri
ni Tora ile yürürlükte tutuyor.
Bize karşı çıkmalarından mı çekiniyorsun?
Sen çekinmiyor musun?
Ben de düşündüm, evet. Ama pek fazla durmadım bunun üzerinde, ileriye bıraktım. Hızlı bir hareketle bir sigara çekiyorum cebimden ve yakmadan önce de Gelma'yı yoklamak için:
Ayaklanma zaferle sonuçlanacak olursa, diyorum.
Bize karşı çıkmaları biraz güçleşir.
Çünkü o taktirde gezegenin hâkimleri durumuna
geliyoruz. Şeflerimizle tam bir eşitlik içinde pazarlığa otu
rurken hayal edebiliyor musun bizi?
Korkuyor musun yoksa bundan?
Hayır !
Yüzü sertleşti birden. Sigaramı yakıp derin bir nefes çekiyorum. Rahatım artık. Bir an susuyoruz; çünkü anlamış bulunuyoruz biribirimizi. Ve Gelma, değişmiş bir sesle mırıldanıyor:
- Bu düşünce, Riyella, kabilelerin ayaklanmaya hazır
olduğunu bize bildirdiği andan beri kafamda. Sana sözünü
etmedim hiç, çünkü ters bir tepki göstermenden ürküyor-
dum.
- Ben de aynı şekilde senden korkuyordum. Doğru
söyleten uyuşturucular açtı benim gözümü. Servis'te sen
den daha eskiyim; ve kendi niyetlerimi son saniyeye kadar
kendi kendimden bile gizleyebiliyorum.
Gülümseyerek gidip, bana yataklık eden ot demetinin üzerine oturuyorum:
Bir güvenlik servisi ajanının hayatı, değerlendiril
mesi gereken bir dizi fırsattan ibarettir. Hep başkaları uğ
runa değerlendirilip faydalanılması gereken fırsatlar.
Kendi adına değerlendirmen gereken büyük fırsat
la karşılaşıncaya kadar, değil mi?
Öyle tabii, ve o büyük fırsatla karşılaşınca da tered-
düt etmek zordur artık. O büyük fırsatı kendi adına kullanmak, ihanet etmek sayılmaz.
Rafı, servise geri vermek şartıyla.
Evet. Çünkü vermeyebiliriz de, öyle değil mi? Ko
nuyu ta o noktaya kadar hesaba kattın demek?
Gerçekçi olalım. Pazarlığa oturduğumuz sırada Raf
elimizde bulunduğu taktirde, kuvvetli durumdayız demek
tir. Rafı iade etmekle ancak kendi pozisyonumuzu zayıf
latmış oluruz.
Çok doğru. Başımı kaldırıyorum, çünkü Hanik geliyor öteki mağaradan. Ardında savaşçılar var. Geçerken selamlıyorlar bizi. Sonra Hanik girişteki kaya parçasını kaydırıyor ve adamlarını yolluyor birer birer. Soruyorum:
Kabilelere mi gidecekler?
Riyella adına, bütün kabile başkanlarını toplantıya
çağırıyorum.
Ne zamana?
Mümkün olduğu kadar çabuk. Örneğin yarın öğleden
sonra.
Nerede yapılacak toplantı?
Eski Araman tapınağının kalıntıları içinde. Ormanın
en sık yerindedir bu tapınak kalıntıları. Ve sadece tapan
lar bilir yolunu. Çünkü yol bataklıklar, insanı çeken kum
lar, büyük labirentler ve gezici sislerle korunmaktadır.
Gezici sisler mi dedin?
Evet. Yolcularla birlikte gezer bu sisler. İnsan, yer
deki işaret noktalarından habersizse, kendi ekseni üzerinde
döner de döner artık.
Büyük labirent?
Yolun sırrından habersiz kişileri hep aynı hareket
noktalarına sevkeden geçitlerdir?
Sen biliyorsun tabii yolun sırrını?
Tabii biliyorum. İnsanlar tarafından yapılmıştır bu
labirent. Yüzyıllar önce Araman'da yaşamış olan insanlar
tarafından. Gezici sisler de öyle. Onlar da insanlar tarafından icat edilmiştir.
Şaşkınlığım karşısında gülümseyerek ekliyor:
- Akşam karanlığı basar basmaz yola çıkarız. O zamana kadar iyice dinlenmenizi tavsiye ederim.
Ve yandaki mağaraya geçiyor. Saygısından kuşkusuz. Ne tasarlıyor acaba bizim hakkımızda? Bizden faydalanmayı mı düşünüyor sadece? Yoksa sözüne sadık kalır mı?
Ancak daha sonra... Artık hiçbir seçme hakkımız kalmadığı zaman verebileceğiz bu sorunun cevabını.
* * *
Ot yatağın üzerine, yanıma uzandı Gelma. Biribirimize karşı maskeleri atmış bulunduğumuz şu andan itibaren, Massart'la aramızda geçenleri olduğu gibi anlatabilirim kendisine.
Hiçbir yorumda bulunmaksızın dikkatle dinliyor beni. Sonra da kendi başından geçenleri anlatıyor: Ben yakalandığımı haber verir vermez. Riyella ile beraber küçük koruyu terkedip bir ilk mağaraya sığınmışlar.
Ve günün büyük bir kısmını, Toralılar'ın araştırmalarını gözetleyerek bu mağarada gçeirmişler. Riyella, savaşçılarını karşılamak amacıyla çıkmış sadece mağaradan.
Savaşçılar gelir gelmez de, bütün tepelere gözcüler yerleştirmiş. Massart'la ilk keşfe çıkışımız sırasında, defalarca bu gözcülerden birinin yanına düşmüşüm; ama savaşçılar, Riyella olmadan hareket etme sorumluluğunu yüklenmek istememişler.
ikindi üzeri Toralılar'ın dört tepe vadisini özenle işaretlediklerini ve devriye noktaları koyduklarını gördükten sonra, bugün o vadiye getirileceğimi anlamış ve beni kurtarmayı planlamışlar.
Ne yazık ki beni kurtarma fırsatı zamanından önce, yani savaşçılar oradaki bütün Toralılar'ı zararsız hale getire-
meden çıkmış. Bunun için Massart'la Tarr'dan hemen sonra beni de paralizatörle dondurmak zorunda kalmışlar.
Gerisini zaten biliyorum. Karşılıklı olarak biribirimize anlattıklarımızın yoruma gelen yanı yok. Gelma susunca, bir sigara yakıyor ve kafamda dört dönen bütün düşünceleri belli bir düzene sokmaya girişiyorum.
Konunun bir yanı var ki, göz önüne almaya ikimiz de cesaret edemedik. Servisle bağları kopardığımız andan itibaren, Dünya'ya gidiş, tıpkı Massart'a olduğu gibi bize de yasaklanacaktır.
Ailen var mıydı orada?
Hayır, diyor Gelma.
Senden ötürü acı çekecek herhangi bir kimse?
Hayır.
Bir sevgili bile?
O bile yok. Duyguları daha baştan boğup susturmak
gerekiyor bizim meslekte. Benim de gönül maceralarım ol
du tabii. Hepsi sonuçsuz kaldı. Ya sen?
Ben de aşağı yukarı aynı durumdayım.
Küçük bir gülüşle elimi yakalayıp okşuyor:
Biribirimizi anlamak için yaratılmışız biz.
Gerçekten öyle. Ve bu arada uyumak gerekiyor. Uyuyup
dinlenmek... Bu akşam uzun bir yolculuk yapacağız herhalde. Kafamı boşaltmaya çalışarak gözlerimi yumuyorum.
* * *
Omuzumu dürtüyor birisi Dövüşmeye hazır, fırlayıp doğruluyorum hemen. Hanik bu. Fısıldıyor:
- Vakit geldi:
Sadece bir reçine meşalesi aydınlatıyor mağarayı. Duman ve is yok. Ama yine de Gelma'nın tükenmez pilli elektrik feneri daha pratik bundan.
Hanik kayayı kaydırıp gizli geçidi açmış bile. Gelma da
uyandı. Birkaç saniye içinde silâh ve başlıklarımızı kuşanıp hazır duruma geliyoruz.
Gelma tüfeğini bana aktarıp geçide dalıyor. îyi biliyor zaten bu geçidi. Onun ardından ben giriyorum, ve beni de Aramalı izliyor. Mağaranın kapısını dikkatle kapıyor Hanik.
Hızla iniyoruz geçidi, yuvarlanır gibi. Çok geçmeden, gölün kıyısına açılan son bir mağaraya varıyoruz.
Dışarıda koyu karanlık bir gece uzanıyor. Çıkarken ufak bir kararsızlığa kapılıp soruyorum:
Bu karanlıkta nasıl bulacaksınız doğru yönü?
Gülümsüyor Hanik:
Meşale yakacağız.
Bizi hemen görüp yakalasınlar diye mi?
Buna niyetlendikleri takdirde, onlar da meşale yak
mak zorunda.
Peki ya Silüsler?
Bu karanlıkta yere konamazlar, uzaktan ateş açabi
lirler ancak. Ama sizi öldürmek korkusuyla buna da cesa
ret edemezler. Onların gözünde siz, şimdi en büyük hazi
neden bile değerlisiniz.
Gerçi onun kadar emin değilim ama bundan, düşününce hak veriyorum. Gelma'nın elektrik fenerini alıp, yakmadan boynuna asıyor. Buna karşılık her ikimizin de eline birer reçine meşalesi tutuşturuyor:
Böylece Toralılar bizi hareket halinde bir savaşçı
topluluğu zanneder.
Dileyelim.
Gölün güney ucuna doğru, kıyı boyunca yürümeye başlıyoruz. Güç bir yürüyüş bu. Hemen burnumuzun dibinde varlığını sezdiğimiz vahşi hayvanlardan ötürü, korkulu bir yürüyüş aynı zamanda.
Gelma'yı ortamıza aldık. Yani ben en arkadan yürüyorum; ve her an, bilinmedik bir canavar sessizce üzerime atılmaya hazırlanıyormuşcasına bir duygu var içimde.
Hanik garanti veriyor bana: Tek tehlikeli hayvan, geldiği uzaktan derhal anlaşılan dev gövdeli canavarlarmış. Ötekiler, yaklaşamayacak kadar korkarmış meşale ateşinden. Adamın kesin tavrından güven duymam gerekir ama aslında, hayal gücümün uydurduğu tehlikelere karşı elimden bir şey gelmiyor.
Gölü geride bırakıp savana dalıyoruz işte. İnsana sinsi ve tehdit edici bir şekilde sürtünen otlarla sarmaşıklardan ötürü, daha da sinir bozucu bir yürüyüş bu..
En önde hiç ışıksız yürüyen Hanik nasıl buluyor peki yolunu? Ancak arada bir ve çok kısa bir an yakıyor boynundaki feneri.
* * *
Geniş adımlarıyla yaylanarak ilerliyor Hanik. Ve şafak neredeyse sökecek olmalı, çünkü gece eskisi kadar koyu karanlık değil. Hiç yorulmaz gibi bir hali var adamın. Gelma ve ben, iki defa durup dinlenmek zorunda kaldık. Hattâ bir konakta, bizim yuttuğumuz kuvvet verici haplardan Hanik'e de vermek istedim; gülümseyerek:
İhtiyacım yok dedi.
Hiç yorulmaz mısınız peki siz?
Yorulurum ama, hedefe ulaşınca yorulurum.
Gençliğimde, And dağlarındaki İnka habercilerinin akıl
almaz mesafeleri hiç yorulmadan koşup ancak hedefe ulaştıktan sonra bitkin düştüklerini anlatmışlardı bana.
Bu korkunç yorucu orman yürüyüşüne ben de sonunda alıştım. Ama Gelma için durum başka. Birkaç kere çekim-dışı kemerine ve iticilerine başvurdu çünkü. Ama bunu da uzun süre sürdüremedi, çünkü ilerleyişini bizim yürüyüşümüz üzerine ayarlaması şarttı.
Ve iki defa da tetraton canavarlarla karşılaştık yolda. Ama Hanik'in söylemiş olduğu gibi, daha uzaktayken anladık geldiklerini; ve tehlikeli hal almadan devirdik.
Yırtıcı ve dev yapılı hayvanlar bunlar. File benziyorlar. Daha doğrusu, mamuta. Üçgen biçiminde uzun bir kafaları var, boyunları oynak. Zırhları kalın, ayakları kısa ama, son derece tez.
Dumdum kurşunlarım olmasa, halimiz haraptı. Nitekim Araman savaşçıları asla öldüremiyor bu hayvanları. Anî yön değiştirmelerle hızlarını kesip yoldan çıkararak ellerinden kurtulabiliyorlar ancak. Hayvanın arka tarafına düştükleri vakit sorun kalmıyor; çünkü tetratonda geri dönme kabiliyeti yok.
Şu anda bataklıklar arasında yürüyoruz ve dönen kumlara ulaşmak üzereyiz. Gezici sisler sardı çevremizi. Topraktan birdenbire ve durup dururken fışkırdılar sanki.
- Siz beni eni konu aptal yerine koyuyorsunuz Terrel.
Her gece düzenli olarak, doğru söyleten uyuşturucu sean
sından geçireceğim sizi. Hiçbir şeyi gizleyemezsiniz ben
den.
Yedinci Bölüm
BOŞLUKTA yüzer gibiyim. Yere basmak istiyorum, ama boşuna. Ayaklarımın altından kayıyor sanki zemin. Zemin? Görmüyorum bile. Bulutlar içinde yürüyorum. Binlerce kilometre yüksekteymişim gibi başım dönüyor.
Rahat bırakıyorlar nihayet. Sorgu bitti. En basit bir ayrıntıyı bile gölgede koymayan sabırlı, uzun bir sorguydu bu. Ama bitti ve kesinlikle gerçeğe dönmüş durumdayım şimdi.
İçimdeki bulantı, Massart'ın zoruyla içtiğim doğru söyleten uyuşturucudan geliyor.
Yavaş yavaş her şey sakinleşiyor. Kendime dönüyor gibiyim. Tuhaf bir duygu bu.
Keşif sırasında, hedefe ulaşıyormuş sezgisine kapılmadım hiç. Yani Massart en ufak bir sır bile koparamamıştır benden. Şimdi tamam işte, ayaklarımı zemine rahatça basabiliyorum.
Ayak basmak, söz gelimi aslında. Çünkü bir ranzanın üzerinde uzanmış durumdayım. Şimdi farkına vardım. Öldükten sonra bir dirilme etkisi var.
Gece.
Kampa döndüğümüzde ölü gibiydim yorgunluktan. Bütün tepeleri teker teker dolaştırdı Massart. Durmadan yürüdük. Çok yürüdük, çok...
Buna rağmen bütün araştırmalarım yüzeyde kaldı. Yarın Toralılar bütün bölgeyi eşit kesimlere bölecekler; ve baştan alacağız. Bu defa, inceden inceye araştırmak şartıyla.
Uyuşturucunun etkisindeyken, Riyella'dan ve ona yardıma gelecek savaşçılardan söz ettim mi acaba? Sordular-sa, mutlaka söylemişimdir. Sordularsa. Çünkü uyuşturucuyu içince kendiliğinizden her şeyi söylemiyorsunuz hemen, sorulunca söylüyorsunuz. Bu ilaç hiçbir şeyi, en gizli duy-
gu ve düşüncelerinizi bile gizlemeksizin cevap vermeye
zorluyor sizi.
Birden gözlerimi açıyorum. Şaşkınlık. Ortalık günlük güneşlik, gözlerim kamaşıyor. Kabindeki kapağı açmışlar, içeri güneş doluyor.
Dokuz saat olmuş yatalı. Divanın üzerinde. Gece kılığıy-la üstelik. Demek uyurken soydular beni. Tora modasına uygun şekilde, rengârenk bir pijama var sırtımda.
Kendimi iyi hissediyorum. Vücudum kadar sinirlerim de sağlam. Doğruluyorum. Böyle bir bölmede normal olarak bir rejeneressans (dinlendirip canlandırma, taze güç aşılama) banyosu bulunması gerekir.
Duvarları yokluyorum ellerimle. Haklıymışım. Kaplamalardan biri kayıyor işte ve basık bir oyuk beliriyor. Pijamamı çıkardıktan sonra, küvetin ortasına bırakıyorum kendimi.
* * *
Massart bir koltuğa oturmuş beni bekliyor. Banyo adetâ diriltti beni.
Hemen hareket edecek miyiz?
Rafın yerini ne kadar çabuk bulursak, gelecek hak
kında o kadar çabuk konuşabiliriz.
Niçin hemen konuşmuyoruz?
Prototipi bulduğunuz zaman, kaçamak noktanız kal
mayacaktır. Oysa şimdi durum farklı biraz. Sınırlı da olsa
seçme özgürlüğünüz var.
Gemiyi bulunca teslim edeceğime inanıyorsunuz öy
le mi?
Dün akşamdan beri eminim. Size kaçmak imkânını
tanımamam şartıyla elbette...
Doğru söyleten uyuşturucunun hüneri mi bu?
Evet.
İnançlı konuşması etkiliyor beni, kaşlarımı çatıyorum.
İhanete hazır olduğum düşüncesi, hiç de hoşuma gitmiyor.
Ama unutmayın ki, yapacak başka şeyim kalmazsa
size teslim edeceğim Rafı.
Pek öyle değil.
Hafifçe gülümseyip açıklıyor:
Ne olursa olsun, servisten ayrılacaksınız. Ama şim
dilik, kendi iradenizle ayrılmayı veya yalnız kendinize çı
kar sağlayarak ayrılmayı isteyebilecek durumdasınız.
Anlamadım.
Tora'ya karşı bir kabileler isyanının başına geçmeyi
düşünüyorsunuz.
Öyle.
Ama kararınız henüz kesinleşmemiş. Zaten bunu öğ
renebilmek için bilinçaltınızın en gizli köşelerine kadar in
mek zorunda kaldım.
Ben susunca, ekliyor:
Bir orman imparatorluğu. Solyo'lu Riyella savaş
çılarını toplamaya kalkınca geldi size bu düşünce.
Aldanıyorsunuz.
Tereddütünüz yok değil; ama bu tereddüt sadece, ka
bilelerin imkânlarını tam olarak bilmemenizden ileri geli
yor. Kuvvetlerin oransızlığı, büyük bir risk olarak görünü
yor size.
Aslında öyle de...
Kabilelerin başında, savaş disiplinini iyi bilen ger
çek bir önder bulunduğu taktirde, hayır. Siz de böyle bir
önderlik için biçilmiş kaftansınız.
Saçma.
Yakalanmadan önce de Rafı aramaktan kesinlikle
caymıştınız. Bu kararı, Gelma Arene karşısında haklı gös
terecek bir özüre ihtiyacınız vardı, o kadar.
Söyledikleri şaşırttı beni, yürümeye koyuluyorum kabinde. Sözlerine öfkelenmediğim için şaşkınım.
Düşünceli ve dalgın, cebimden bir sigara çekip çakma-
ğımla ateşliyorum. Massart merakla yüzüme bakıyor bir süre, sonra da:
Seansta hiçbir Toralı'nın bulunmayışı, sizin bakımı
nızdan şans diyor.
Niçin?
Hiçbir art niyet taşımaksızın kendileriyle birlik olan
ları severler çünkü.
Ama onlara bir rapor vereceksiniz herhalde siz?
Bir rapor vereceğini evet. Ama sizi onların gözünde
kötü düşürmeyecek cinsinden bir rapor. Ne de olsa Dünya-
lı'yız: ve ben kendimi Araman'da pek yalnız hissediyorum.
* * *
Özellikle bunun için burada kalmamı istiyor evet. Peki ya ben? Ben de mi gerçekten burada kalmak istiyorum yani? Söyledikleri altüst elti beni.
Doğru söyleten uyuşturucuların etkisini bilmez değilim. Bilinçaltınızda, henüz kabul etmediğiniz, henüz kendi kendinizden bile gizlediğiniz birtakım gerçekleri tutup ortaya dökerler.
Ve Massart'ın beni yanıltmak amacıyla yalan söylemesi de pek mümkün görülmüyor. Doğruyu söylediğini hissediyorum. ..
Bilinçaltının en diplerinin bile böyle keşfedilmesi
acı değil mi? diyor bıyık altından gülerek. Birden bir ay
nanın karşısına geçmiş de kendi kendinizi tanıyamamış
gibi olursunuz, bilirim. Ben de yaşadım aynı şeyi çünkü.
Ne zaman girdiniz servise?
On yıl oluyor.
Sınırındasınız artık. Düşüş bu sınırda başlar.
Nereden biliyorsunuz?
Ben de on yıllık hizmet burnunu dönmüştüm iha
net ettiğimde. On yılda yeterince körleniyor insandaki şe
ref duygusu. Bir alay namussuzluğa göz yummuşsunuzdur
on yıl içinde; hep hükümet adına, hep devlete yarar diye. Ve sık sık adam öldürmüşsünüzdür; hem de çoğu zaman alnınızı ak çıkarmayacak durumlarda kalleşçe, arkadan vurup öldürmüşsünüzdür.
Hepimi/ bütün bunları bilerek imzaladık antlaşma
larımızı.
Bizi uyarmışlardı evet, ama kesin bilincimiz yoktu
bu konuda. Tabii kendimize çok güveniyor ve «biz yapma
yız» diyorduk.
Belki de! Haklı yanları var dediklerinin. Hattâ çoğu doğru. İnsanlık okulu değildir Güvenlik Servisleri, yoksa iş göremez hale düşerler.
Kabinin kapısı üzerindeki ışık yanıyor. Dönüyorum
- Buyrun.
Tarr bu. Ardında iki Toralı uşak, ilk yemeğimi getiriyor.
* * *
Yine keşfe çıkıyoruz. İticilerle. Dünkü ekibimiz bizimle bugün de. Beş silâhlı adam, ve arkamda Tarr. Massart yine yanımda uçuyor. Yemekte ona Gelma ile Riyella'dan söz açmaya cesaret edememiştim; şimdi kendisi konuya giriyor:
Bu gece, adamlarımızdan üçünü kaybettik. Uzaktan
paramparça edildiler. Dumdum kurşunu atan tüfeklerle.
Elektrikli telörgüsü olmamış olsa, savaşçılar sizi kurtar
mak için kesin bir hücumu denerlerdi sanıyorum.
Gelma hâlâ serbest öyleyse?
Teorik olarak serbest. Teorik olarak diyorum, çünkü
gündüzleri gizlenmek zorunda. Nasıl gizlendiğini de bili
yoruz. Sizi sorguya çekerken, tepelerin altında sayısız yer
altı geçidi bulunduğunu öğrendim.
Bunu da söküp aldı demek benden! Dostlarımın nerede saklandığını sorması yeterdi zaten, bunu öğrenmek için. Ekliyor:
- Gündüzleri, her türlü sürprize karşı korunaklı du-rumdayız. Bulucu robotlarımız sayesinde. On kilometrelik bir yarıçap içinde kımıldayan ne varsa, bildiriyorlar bize.
Fotoelektrik hücrelerle çalışıyor bu robotlar, onun için de karanlıkta hiçbir işe yaramıyorlar. Buna karşılık gündüz son derece etkili oluyorlar. Tora ordusunun bu araçlarla donatılmış olduğunu aklımdan bile geçirmiyordum.
Kötü gözlü yuvarlak billur cihazlar bu robotlar. Her biri bir kabak büyüklüğünde; yerden beş altı yüz metre yükseklikten bütün ortalığı tarıyorlar.
Dört tepecikle çevrili küvet biçiminde bir küçük vadiyi gösteriyor parmağıyle Massart:
Oradan başlayacağız. Basit bir prensibimiz var. Çev
renizdeki her şeyi gözden geçirerek her yanı dolaşacak
sınız.
Uzun sürmeyecek mi?
Sadece bu vadi için koca bir gün ayırdım. Dün bir
komando ekibi yolladım buraya; bizim için işaret noktala
rı yerleştirdiler.
-- Nereden başlayacağız?
- Vadinin alt kısmından. Gittikçe genişleyen dairesel
bir hareketle yukarı kısma doğru tırmanacağız.
Bîr sonuç elde etmek için yapılacak en iyi şey de bu zaten. Yere iniyoruz yavaşça. Bize eşlik edenler, önceden hazırlanmış karakol noktalarına dağılıyor. Varlıklarıyla dikkatimi çekmemek için görünmeksizin gözetleyecekler
beni.
Sadece Tarr'la, Massart benimle kalıyor. Gerçekten bulmak istiyor muyum ben bu gemiyi?
Cevap veremiyorum bu soruya. Bulup bitirmek var bu pis durumu; ama Massart'ın önerisinde ciddî olduğunu bana kim kanıtlayacak! Toralılar istediklerini elde eder etmez, benden derhal kurtulmaya karar verebilirler. Günün birinde bizimkilerin eline düşmüş ajanlarıyla değiş tokuş etmek üzere, beni tutsak etmeyi de düşünebilirler.
İhanetin sakıncaları bunlar hep: Hiçbir zaman hiçbir şeyden emin değilsinizdir. Vahşi hayvanların göle sulanmaya giderken azgın otlar arasında açtığı yola benzer daracık patikada ilerlemeye koyuluyorum.
Sağımda ve solumda, balta girmemiş orman ve sık çalılıklar uzanıyor göz alabildiğine. Hiçbir duygu uyandırmıyor bende burası. Karış karış taramak gerek mi acaba? İhtiyaç duymuyorum araştırmaya: Gizli hiçbir şey yok demektir.
Şartlanmış olmam, belki de daha ileride harekete geçecek. Rafı bulmak için arzu duymuyorum aslında, ama nasıl olup bulacağımı merak ediyorum. Bulma işleminin nasıl başlayacağını da... Başlarsa tabii... Çünkü belki de, şartlanmamın bir sonucu olarak, kendimi tutsak hissettiğim sürece hiçbir şey başlamayacaktır.
Bu ihtimali de hesaba kattı mı acaba Massart?. Dar yol şimdi bir koruluğun ortasından geçiyor. Zemin daha engebeli, bitki örtüsü daha seyrek burada. Yer yer, bitkilerin bir türlü ulaşamadığı büyük kayalar görüyorum.
Bu kayalardan birinin ardında, ekipteki askerlerden birini farkediyorum birdenbire. Savaş paralizatörünü bana doğrultmuş duruyor. Kaçmaya yeltendiğim anda devirecekler.
Bu ne peki? Sağımdaki dev ağaçlardan birinin gövdesine bir resim kazılmış. Kaba bir desen bu; ama Uzay Mu-hafızları'nın olduğu yine de seçiliyor.
Kalbim çarpıyor hızlı hızlı... Prototipin ilk belirtisi olmasın bu sakın?. Amblemin bu gövdeye ne zaman kazılmış olduğuna bağlı... Massart'a işaret edip fırlıyorum.
Tarr'la birlikte hemen yetişiyorlar.
Bakın...
Uzay Muhafızları'nın amblemi bu.
Yakından inceleyince boynum bükülüyor:
Ne yazık ki çok yeni... Sanki daha dün çizilmiş...
Hattâ belki de Gelma çizmiştir bunu. Yeniden çarpma-
ya başlıyor kalbim. Tarr yanı başımda birden kaskatı kesiliyor... Hemen sonra da Massart... Düşünmeye kalmadan ben de katılaşıyorum. Bir paralizatörden fışkıran buzlu sıvı, tepeden tırnağa donduruyor gövdemi.
Bir kemendin hızla uzanıp omuzlarımı sardığını görebiliyorum ancak. Ve kendimden geçiyorum.
Bir paralizatörün etkisinde kaldıktan sonra her defasında olduğu gibi, bu sefer de birdenbire geliyorum kendime. Ayılma süresi alabildiğine kısa, ama acı verici oluyor. Etinizi içinizden parça parça söküp alıyorlar sanki. Allah tan bir saniye bile sürmüyor.
Ortalık karanlık. Silüsteki bölmemde değilim, bir mağaradayım. Riyella ve Gelma, sonunda başardılar demek beni kurtarmayı!
Bir sıçrayışta doğruluyorum. Eğreltiotlarından yapılma bir yatağa uzatmışlar beni. Başucumda Solyolu bir savaşçı bekliyor. Hemen tanıyorum adamı. Klar'ın kulesine beni o götürmüştü. Sanki bir yüzyıl geçti aradan; olaylar o kadar eski görünüyor!
Ne oldu, nasıl oldu bu iş?
Dört tepe vadisini basıp kurtardık sizi.
Gelma nerede?
Sanırım gecikmez. Bunu size teslim etmemi söyledi.
Bir fülgüranı uzatıyor! Kuşağıma zevkle yerleştiriyorum
silâhı. İnsan silâhsız olunca, kolu kanadı kırılmış gibi hissediyor kendini. Hemen önümde, taş duvarın içinde, açık bir leke seçer gibi oluyorum:
Bir yer altı geçidi mi bu?
Evet. Yandaki mağaraya çıkar.
Gidip bakıyorum. İlkinden çok daha geniş bir mağara bu. İçerde, battaniyelere sarınmış uyuyan beş altı savaşçı var. İlerde bir delik daha görünüyor. Ama bu delik, dışarıya açılıyor olmalı. Kalın yapraklardan bir perdeyle örtülü çünkü.
- Çıkmakta tehlike var mı?
- Kayalık koridorda kalmak şartıyla hayır.
Bulucu robotlardan dolayı herhalde. Fotoelektrik hücrelere görünmeyecek şekilde dikkatli davranarak dışarı uzanıyorum.
Gölün öbür tarafındayız. Sarp bir boğazın dibindeymiş gibi gözüküyor buradan. Yerimizi tayin edebiliyorum şimdi. Dört tepeden en yükseğinin altında bulunuyoruz. Savaşçıya dönüyorum:
Nasıl başardınız beni kurtarmayı peki?
Vadiye yöneldiğinizi görmüştük sabahleyin.
Ve izlediniz. Yeraltı geçitlerinden tabii, çünkü öteki
türlü bulucu robotlar derhal işaretlerdi sizi.
Geçitlerden geldik evet. Ama çok kısa uzaklıklar
katetmek şartıyla dışarıdan geçtiğimiz de oldu.
Büyük mağaraları birbirine bağlayan yer altı geçitleri. Mükemmel! Yeryüzünde değil, yer altında aramak gerekecek herhalde. Yerlilerin bile bilmediği, yahut da unutmuş olduğu bir mağara olmalı. En azından bir mağara.
Yanımdaki Toralılar ne oldu peki?
Üçü öldü. Ötekiler şu anda kendilerine gelmiştir.
Büyük gemidekiler hepsini toplayıp götürdü.
Kampın tepkisi ne oldu?
Devriyeler art arda didikledi vadiyi. Gizli geçitlerin
bir kısmını buldular; ama durum tehlikeli bir hal alma
dan kapatmayı başardık.
Massart adamlarının başına geçmeden önce, fazla ileri gidemezler. Solyo savaşçılarını küçümsüyordu, çeksin şimdi cezasını bakalım!
Tora şefleri, Massart'ın bu beceriksizliğini yanına korlar mı bilmem. Tatsız bir durum sözün kısası. Massart da bir Dünyalı nihayet. Tıpkı benim gibi o da servisten üstelik.
Kurtarıldığım an kendimde olsam, Massart'ı da almalarını söylerdim savaşçılara.
Bana paralizatörle saldıran kimdi?
Pusuya yatmış bir Toralı...
Herhalde o büyük kayanın ardında gördüğüm asker.
- Karnım aç benim.
Sarmaşık örgülü bir sepet içinde meyva getiriyor bana, soruyorum:
Adın ne senin?
Hanik.
Hatırladım evet. Karşılaştığımız zaman da söylemişti. Ekliyor:
- Riyella'dan sonra savaşçılara ben komuta ediyorum.
Biraz yavan ama son derece besleyici büyük bir şeftaliden ısırıyorum. Bizim muzlarımızı andırıyor bu şeftaliler. Etleri çok daha sert ama alışılıyor.
Öbür mağarada bir gürültü var. Girişe doğru ilerliyor Hanik, sonra Gelma'yla dört savaşçıya yol açmak için yana çekiliyor.
Perişan bir hali var Gelma'nın. Boğuk bir sesle:
- Riyella, Toralılar'ın eline düştü diyor.
Sekizinci Bölüm
ANLAYAMIYORUM önce, sonra bir küfür savuruyorum. Hanik bir dehşet çığlığı atıyor. Öfkeyle konuşuyorum :
Dışarı çıkmak için benim kendime gelmemi bekle
yemediniz mi!
Tehlike olduğunu sanmıyordu Riyella.
Benim kaçırılışımdan sonra bütün bu bölgenin sıkı
bir taramadan geçirileceğini düşünmek pek güç bir şey de
ğildi herhalde.
Riyella bu bölgede yakalanmadı ki.
Hanik boğuk bir sesle açıklıyor:
Solyo'ya dönmek istemişti.
Niçin?
- Savaşçıların çoğu aramızda değil. Onları bulup getir
mek istiyordu.
Ne diyebilirim ki, haklı. Gelma'ya dönüyorum. Anlatıyor:
İticilerimizle, yarım saate kalmadan köye varmış
bulunuyorduk.
Silüsler nasıl bıraktı sizi?
Bir tanesine bile rastlamadık yolda. Düşman askeri
de yoktu. Sanki bütün Toralılar seni bulmak için gölün
çevresine yığılmışlardı.
Peki ya bulucu robotlar? Onları unuttun mu? Bil
miyor musun gündüz görünmediklerini.
Başını sallıyor:
- İlgisi yok. Köye ulaştığımızda, yanmış kül olmak
üzereydi. Terkedilmiş olduğunu sandık. Toralılar'ın halâ
köyde bulunduğunu bir an bile geçirmedim aklımdan.
Ben ihtiyatlı davranıp geride kaldım; Riyella ise, babasının
evi önünde saygı duruşunda bulunmak için ilerledi.
Ve tuzağa düştü?
Evet. Çevreyi rahatça gözetlemek için yükselmiş ol
duğumdan, her şeyi gördüm. Alanda devrilmiş büyük ağa
cın dalları arasına ufak bir Silüs gizlemişlerdi. Üç Toralı
fırlayıp çıktı Silüsten. Ellerinde paralizatörler vardı.
Hiçbir şey yapamadın mı?
Kımıldamama kalmadan gemiye götürmüşlerdi.
Mahvoldu! diye bağırıyor Hanik. Tora'ya yollarlar
onu ve orada işini bitirirler. Tora zindanlarından, sadece
dinî bir tören sırasında kurban edilmek veya sonsuz işken
celerle öldürülmek için çıkılır.
Ekliyor:
- Tora dini, insan kurban etmeye ve işkenceye daya
nır.
Gelma soran bakışlarını dikiyor gözlerime.
- Hemen öldürülmeyeceğine göre, bir umudumuz ka
lıyor diyorum.
Hanik sıkıntılı bir sesle soruyor:
Hangi umut?
Bütün kabilelerin ayaklanması. Bu gerçekleştiği tak
tirde Toralı yöneticiler keyiflerince davranamayacaklar-
dır. Şeytandan korkar gibi korkuyorlar kabilelerden. ,
Hanik başını sallıyor:
Kabileler ayaklandıkları taktirde, acımasızca ezile
ceklerdir. Biz nasıl ezileceksek.
Hatâ diyorum. Sağlam bir kaynağa dayanarak söy
lüyorum bunu. Hapsedildiğim kampın komutanı Dünya-
lı'ydı. Bir hain yani.
Ne!, diye haykırıyor Gelma.
Dış Güvenlik servisinin eski mensuplarından üste
lik. Bir konuşma sırasında, kabilelerin ayaklanma ihtima
linden de söz açıldı. Tora'nın üstünlüğünün bir görüntü
den ibaret olduğunu ve kabilelerin böyle bir mücadeleden
galip çıkacağını söyledi komutan.
îkna olmamış bir havası var Hanik'in. Ekliyorum:
- Ellerinde iyi eğitimden geçmiş adam yok. Genel bir
isyanı kolayca göğüsleyemezler.
Mağarada kararsız adımlarla geziniyor. Devam ediyorum:
- Solyo savaşçılarına şimdi siz komuta ediyorsunuz
Hanik... Bütün kabilelere elçiler yollayın. Ayaklandıkları
taktirde bizzat başlarına geçmeye ve Dünya hükümetinden
onlar lehinde bir çağında bulunmaya hazır olduğumu
bildirin kendilerine.
Birden ciddileşiyor, uzun uzun bakıyor yüzüme ve soruyor:
Gerçekten böyle bir çağında bulunur muydunuz?
Bütün kabilelerin ayaklanması ve küçük de olsa bir
kaç başarı kazanması şartıyla, evet.
O zaman deneyebilirim.
Gözleri parlıyor şimdi, umudunu ve güvenini yeniden
kazandı. O, savaşçıları uyandırmaya giderken, ben de Gel-
ma'yı öteki mağaraya sürüklüyorum. Buradan girmişti bi
raz önce Gelma, ama hangi geçitten bulamıyorum bir
türlü.
Başıyla iri bir kayayı işaret ediyor bana:
- Milimi milimine dengelenmiştir, diyor. Doğru yön
de hafifçe dokunulunca hemen kayıp açılır. Uzun bir ko
ridor ve gölün kıyısında bulursun kendini.
Daha dikkatli bakmaya koyuluyor birden, soruyor:
Hanik'in kabileleri ayaklandırmasını gerçekten isti
yor musun?
Sen de istemiyor musun bunu? Konuşmuştuk daha
önce ve kabul etmiştim.
Halâ da aynı düşüncedeyim. Yalnız, bir kabileler
ayaklanmasının başına geçtiğimiz taktirde, asıl görevimiz
den çok uzaklaşmış olmaz mıyız?
Toralılar göl kesimini işgal altında tuttukları sürece,
görevimizi yerine getiremez durumda kalıyoruz zaten. On
ları oradan atmanın tek yolu da, kuvvete başvurmak.
Doğru ama, Dünya konfederasyonu resmî ilişkileri
ni Tora ile yürürlükte tutuyor.
Bize karşı çıkmalarından mı çekiniyorsun?
Sen çekinmiyor musun?
Ben de düşündüm, evet. Ama pek fazla durmadım bunun üzerinde, ileriye bıraktım. Hızlı bir hareketle bir sigara çekiyorum cebimden ve yakmadan önce de Gelma'yı yoklamak için:
Ayaklanma zaferle sonuçlanacak olursa, diyorum.
Bize karşı çıkmaları biraz güçleşir.
Çünkü o taktirde gezegenin hâkimleri durumuna
geliyoruz. Şeflerimizle tam bir eşitlik içinde pazarlığa otu
rurken hayal edebiliyor musun bizi?
Korkuyor musun yoksa bundan?
Hayır !
Yüzü sertleşti birden. Sigaramı yakıp derin bir nefes çekiyorum. Rahatım artık. Bir an susuyoruz; çünkü anlamış bulunuyoruz biribirimizi. Ve Gelma, değişmiş bir sesle mırıldanıyor:
- Bu düşünce, Riyella, kabilelerin ayaklanmaya hazır
olduğunu bize bildirdiği andan beri kafamda. Sana sözünü
etmedim hiç, çünkü ters bir tepki göstermenden ürküyor-
dum.
- Ben de aynı şekilde senden korkuyordum. Doğru
söyleten uyuşturucular açtı benim gözümü. Servis'te sen
den daha eskiyim; ve kendi niyetlerimi son saniyeye kadar
kendi kendimden bile gizleyebiliyorum.
Gülümseyerek gidip, bana yataklık eden ot demetinin üzerine oturuyorum:
Bir güvenlik servisi ajanının hayatı, değerlendiril
mesi gereken bir dizi fırsattan ibarettir. Hep başkaları uğ
runa değerlendirilip faydalanılması gereken fırsatlar.
Kendi adına değerlendirmen gereken büyük fırsat
la karşılaşıncaya kadar, değil mi?
Öyle tabii, ve o büyük fırsatla karşılaşınca da tered-
düt etmek zordur artık. O büyük fırsatı kendi adına kullanmak, ihanet etmek sayılmaz.
Rafı, servise geri vermek şartıyla.
Evet. Çünkü vermeyebiliriz de, öyle değil mi? Ko
nuyu ta o noktaya kadar hesaba kattın demek?
Gerçekçi olalım. Pazarlığa oturduğumuz sırada Raf
elimizde bulunduğu taktirde, kuvvetli durumdayız demek
tir. Rafı iade etmekle ancak kendi pozisyonumuzu zayıf
latmış oluruz.
Çok doğru. Başımı kaldırıyorum, çünkü Hanik geliyor öteki mağaradan. Ardında savaşçılar var. Geçerken selamlıyorlar bizi. Sonra Hanik girişteki kaya parçasını kaydırıyor ve adamlarını yolluyor birer birer. Soruyorum:
Kabilelere mi gidecekler?
Riyella adına, bütün kabile başkanlarını toplantıya
çağırıyorum.
Ne zamana?
Mümkün olduğu kadar çabuk. Örneğin yarın öğleden
sonra.
Nerede yapılacak toplantı?
Eski Araman tapınağının kalıntıları içinde. Ormanın
en sık yerindedir bu tapınak kalıntıları. Ve sadece tapan
lar bilir yolunu. Çünkü yol bataklıklar, insanı çeken kum
lar, büyük labirentler ve gezici sislerle korunmaktadır.
Gezici sisler mi dedin?
Evet. Yolcularla birlikte gezer bu sisler. İnsan, yer
deki işaret noktalarından habersizse, kendi ekseni üzerinde
döner de döner artık.
Büyük labirent?
Yolun sırrından habersiz kişileri hep aynı hareket
noktalarına sevkeden geçitlerdir?
Sen biliyorsun tabii yolun sırrını?
Tabii biliyorum. İnsanlar tarafından yapılmıştır bu
labirent. Yüzyıllar önce Araman'da yaşamış olan insanlar
tarafından. Gezici sisler de öyle. Onlar da insanlar tarafından icat edilmiştir.
Şaşkınlığım karşısında gülümseyerek ekliyor:
- Akşam karanlığı basar basmaz yola çıkarız. O zamana kadar iyice dinlenmenizi tavsiye ederim.
Ve yandaki mağaraya geçiyor. Saygısından kuşkusuz. Ne tasarlıyor acaba bizim hakkımızda? Bizden faydalanmayı mı düşünüyor sadece? Yoksa sözüne sadık kalır mı?
Ancak daha sonra... Artık hiçbir seçme hakkımız kalmadığı zaman verebileceğiz bu sorunun cevabını.
* * *
Ot yatağın üzerine, yanıma uzandı Gelma. Biribirimize karşı maskeleri atmış bulunduğumuz şu andan itibaren, Massart'la aramızda geçenleri olduğu gibi anlatabilirim kendisine.
Hiçbir yorumda bulunmaksızın dikkatle dinliyor beni. Sonra da kendi başından geçenleri anlatıyor: Ben yakalandığımı haber verir vermez. Riyella ile beraber küçük koruyu terkedip bir ilk mağaraya sığınmışlar.
Ve günün büyük bir kısmını, Toralılar'ın araştırmalarını gözetleyerek bu mağarada gçeirmişler. Riyella, savaşçılarını karşılamak amacıyla çıkmış sadece mağaradan.
Savaşçılar gelir gelmez de, bütün tepelere gözcüler yerleştirmiş. Massart'la ilk keşfe çıkışımız sırasında, defalarca bu gözcülerden birinin yanına düşmüşüm; ama savaşçılar, Riyella olmadan hareket etme sorumluluğunu yüklenmek istememişler.
ikindi üzeri Toralılar'ın dört tepe vadisini özenle işaretlediklerini ve devriye noktaları koyduklarını gördükten sonra, bugün o vadiye getirileceğimi anlamış ve beni kurtarmayı planlamışlar.
Ne yazık ki beni kurtarma fırsatı zamanından önce, yani savaşçılar oradaki bütün Toralılar'ı zararsız hale getire-
meden çıkmış. Bunun için Massart'la Tarr'dan hemen sonra beni de paralizatörle dondurmak zorunda kalmışlar.
Gerisini zaten biliyorum. Karşılıklı olarak biribirimize anlattıklarımızın yoruma gelen yanı yok. Gelma susunca, bir sigara yakıyor ve kafamda dört dönen bütün düşünceleri belli bir düzene sokmaya girişiyorum.
Konunun bir yanı var ki, göz önüne almaya ikimiz de cesaret edemedik. Servisle bağları kopardığımız andan itibaren, Dünya'ya gidiş, tıpkı Massart'a olduğu gibi bize de yasaklanacaktır.
Ailen var mıydı orada?
Hayır, diyor Gelma.
Senden ötürü acı çekecek herhangi bir kimse?
Hayır.
Bir sevgili bile?
O bile yok. Duyguları daha baştan boğup susturmak
gerekiyor bizim meslekte. Benim de gönül maceralarım ol
du tabii. Hepsi sonuçsuz kaldı. Ya sen?
Ben de aşağı yukarı aynı durumdayım.
Küçük bir gülüşle elimi yakalayıp okşuyor:
Biribirimizi anlamak için yaratılmışız biz.
Gerçekten öyle. Ve bu arada uyumak gerekiyor. Uyuyup
dinlenmek... Bu akşam uzun bir yolculuk yapacağız herhalde. Kafamı boşaltmaya çalışarak gözlerimi yumuyorum.
* * *
Omuzumu dürtüyor birisi Dövüşmeye hazır, fırlayıp doğruluyorum hemen. Hanik bu. Fısıldıyor:
- Vakit geldi:
Sadece bir reçine meşalesi aydınlatıyor mağarayı. Duman ve is yok. Ama yine de Gelma'nın tükenmez pilli elektrik feneri daha pratik bundan.
Hanik kayayı kaydırıp gizli geçidi açmış bile. Gelma da
uyandı. Birkaç saniye içinde silâh ve başlıklarımızı kuşanıp hazır duruma geliyoruz.
Gelma tüfeğini bana aktarıp geçide dalıyor. îyi biliyor zaten bu geçidi. Onun ardından ben giriyorum, ve beni de Aramalı izliyor. Mağaranın kapısını dikkatle kapıyor Hanik.
Hızla iniyoruz geçidi, yuvarlanır gibi. Çok geçmeden, gölün kıyısına açılan son bir mağaraya varıyoruz.
Dışarıda koyu karanlık bir gece uzanıyor. Çıkarken ufak bir kararsızlığa kapılıp soruyorum:
Bu karanlıkta nasıl bulacaksınız doğru yönü?
Gülümsüyor Hanik:
Meşale yakacağız.
Bizi hemen görüp yakalasınlar diye mi?
Buna niyetlendikleri takdirde, onlar da meşale yak
mak zorunda.
Peki ya Silüsler?
Bu karanlıkta yere konamazlar, uzaktan ateş açabi
lirler ancak. Ama sizi öldürmek korkusuyla buna da cesa
ret edemezler. Onların gözünde siz, şimdi en büyük hazi
neden bile değerlisiniz.
Gerçi onun kadar emin değilim ama bundan, düşününce hak veriyorum. Gelma'nın elektrik fenerini alıp, yakmadan boynuna asıyor. Buna karşılık her ikimizin de eline birer reçine meşalesi tutuşturuyor:
Böylece Toralılar bizi hareket halinde bir savaşçı
topluluğu zanneder.
Dileyelim.
Gölün güney ucuna doğru, kıyı boyunca yürümeye başlıyoruz. Güç bir yürüyüş bu. Hemen burnumuzun dibinde varlığını sezdiğimiz vahşi hayvanlardan ötürü, korkulu bir yürüyüş aynı zamanda.
Gelma'yı ortamıza aldık. Yani ben en arkadan yürüyorum; ve her an, bilinmedik bir canavar sessizce üzerime atılmaya hazırlanıyormuşcasına bir duygu var içimde.
Hanik garanti veriyor bana: Tek tehlikeli hayvan, geldiği uzaktan derhal anlaşılan dev gövdeli canavarlarmış. Ötekiler, yaklaşamayacak kadar korkarmış meşale ateşinden. Adamın kesin tavrından güven duymam gerekir ama aslında, hayal gücümün uydurduğu tehlikelere karşı elimden bir şey gelmiyor.
Gölü geride bırakıp savana dalıyoruz işte. İnsana sinsi ve tehdit edici bir şekilde sürtünen otlarla sarmaşıklardan ötürü, daha da sinir bozucu bir yürüyüş bu..
En önde hiç ışıksız yürüyen Hanik nasıl buluyor peki yolunu? Ancak arada bir ve çok kısa bir an yakıyor boynundaki feneri.
* * *
Geniş adımlarıyla yaylanarak ilerliyor Hanik. Ve şafak neredeyse sökecek olmalı, çünkü gece eskisi kadar koyu karanlık değil. Hiç yorulmaz gibi bir hali var adamın. Gelma ve ben, iki defa durup dinlenmek zorunda kaldık. Hattâ bir konakta, bizim yuttuğumuz kuvvet verici haplardan Hanik'e de vermek istedim; gülümseyerek:
İhtiyacım yok dedi.
Hiç yorulmaz mısınız peki siz?
Yorulurum ama, hedefe ulaşınca yorulurum.
Gençliğimde, And dağlarındaki İnka habercilerinin akıl
almaz mesafeleri hiç yorulmadan koşup ancak hedefe ulaştıktan sonra bitkin düştüklerini anlatmışlardı bana.
Bu korkunç yorucu orman yürüyüşüne ben de sonunda alıştım. Ama Gelma için durum başka. Birkaç kere çekim-dışı kemerine ve iticilerine başvurdu çünkü. Ama bunu da uzun süre sürdüremedi, çünkü ilerleyişini bizim yürüyüşümüz üzerine ayarlaması şarttı.
Ve iki defa da tetraton canavarlarla karşılaştık yolda. Ama Hanik'in söylemiş olduğu gibi, daha uzaktayken anladık geldiklerini; ve tehlikeli hal almadan devirdik.
Yırtıcı ve dev yapılı hayvanlar bunlar. File benziyorlar. Daha doğrusu, mamuta. Üçgen biçiminde uzun bir kafaları var, boyunları oynak. Zırhları kalın, ayakları kısa ama, son derece tez.
Dumdum kurşunlarım olmasa, halimiz haraptı. Nitekim Araman savaşçıları asla öldüremiyor bu hayvanları. Anî yön değiştirmelerle hızlarını kesip yoldan çıkararak ellerinden kurtulabiliyorlar ancak. Hayvanın arka tarafına düştükleri vakit sorun kalmıyor; çünkü tetratonda geri dönme kabiliyeti yok.
Şu anda bataklıklar arasında yürüyoruz ve dönen kumlara ulaşmak üzereyiz. Gezici sisler sardı çevremizi. Topraktan birdenbire ve durup dururken fışkırdılar sanki.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Dehşet Tora - 5
- Büleklär
- Uzayda Dehşet Tora - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3949Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221727.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3961Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215630.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216427.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3830Unikal süzlärneñ gomumi sanı 218028.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3984Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221028.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3867Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215027.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216528.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 448Unikal süzlärneñ gomumi sanı 35536.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.