Uzayda Dehşet Tora - 2
Süzlärneñ gomumi sanı 3961
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2156
30.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
* * *
Bir çığlık uyandırıyor beni. Bir hayvan çığlığı. Islığı andıran bir haykırış. Hasırın üzerinde doğruluyorum. Ortalık ağarmış. Çığlık yeniden yükseliyor işte. Biliyorum: Köyün kümeslerinden birinde öten bir horozdur bu. Bizim horozlarımızdan çok daha büyüktür; ve en az onlar kadar kendini beğenmiş inatçıdır.
Gelma öteki hasırın üzerinde yatıyor daha. Silâhlarıyle kayışı yanıbaşında. Hiçbir şeye dokunmamışlar.
Kendi kayışım da yanımda duruyor, silâhlarım tasta-
mam. Yalnız kayışımı ne zaman çıkardım? Hoşgeldin şarabını içer içmez devrildiğimizi hatırlıyorum sadece.
Dayanılmaz bir uyku sarmıştı ikimizi de. Gece gördüğümüz kâbusların sebebi anlaşılıyor şimdi. Şüpheci bir ıslıkla doğruluyorum. Pencereye ilerliyorum. Pencere kapalı, oysa dün akşam açık bırakmıştım ben pencereyi. Yemek yediğimi de hatırlamıyorum üstelik. Mükemmel.
Kayışımı alıp kuşanıyorum, sonra da silâhlarımı gözden geçiriyorum. Teker teker hepsini. Dokunmamışlar. Gelma nihayet gözlerini açıyor ve şaşkınlıkla bakıyor bana.
Esner gibi yapıyorum:
- Dün akşam biraz çabuk uyumuşuz.
Derhal katılaşıyor bakışları, oyunu anlıyor ve o da rol yapmaya koyuluyor hemen; içini çekerek konuşuyor:
Ama müthiş yorgunduk Guy.
Yemek yemeyi bile unutacak kadar. Şimdi de kurt
gibi açım işte. Ya sen?
Örtüyü aralayıp koridora girdiğim anda Tillü beliriyor; meyva yüklü bir tepsi var elinde. Yüzünde bir gülümseyiş parlıyor. Gülümsediği zaman güzelleşiyor bu kız, çizgilerindeki kabalık hepten kayboluyor.
Kılavuzunuz çoktan geldi. Sizi bekliyor.
Reisin görevlendirdiği kılavuz mu?
Riyella, evet. Klar'ın öz kızıdır.
Kızı mı dedin? Şu halde bana büyük itibar gösteri
yor reis.
Kendilerine rağmen, evet.
Ne demek istiyorsun?
Kaçak bakışlarla etrafı taradıktan sonra sesini alçaltıyor ve yüzünde derin bir korku ifadesiyle fısıldıyor:
İkimizi de öldürmek istiyorlar.
Riyella ile babası mı?
Odaya geçip elindeki tepsiyi hasırlardan birinin üzerine bırakıyor ve fısıldıyor yeniden:
- Hiçbir şey söylemedim ben size. Hiçbir şey.
Ve gözlerinde büyük bir panik ifadesiyle derhal kapıya yürüyüp örtüyü aralıyor ve kayboluyor. Gelma kaşlarını çatıyor:
Ne oluyor, ne var?
Söylemesi güç biraz.
* * *
Riyella da Tülü gibi uzun ve ince, ama çok daha açık tenli. Melez olduğu belli. Annesi beyaz ırktan olmalı. To-ralı veya bir başka gezegenden.
Yüz çizgilerinde kabilenin öteki kadınlarında görülen kabalık yok. Omuzlarına kadar dökülen uzun siyah saçlı, alabildiğine güzel bir kız.
O da öteki yerli kızlar gibi beline kadar çıplak. Sık ormanda bizimle birlikte rahatça yürüyebilmek için kısa bir şort geçirmiş ayağına, ayaklarında kısa deri çizmeler var, bacaklarını da yeşile boyamış.
Boyanın rengi önemli değil. Bizim algılayamadığımız, ama yılanları şeytan görmüş gibi kaçıran hafif bir kokusu var.
Evin önünde ilk defa karşılaştığımız zaman bize de bu yeşil boyadan çizmelerimize sürmemizi öğütledi ilk iş olarak. Ve hemen yaptık dediğini. Biraz şaşkındık, çünkü hiç kimse görünmüyordu ortalıkta. Tillü bile yoktu. Köy, dün geldiğimiz zamanki ıssızlığına bürünmüştü yeniden. Daha da beterdi aslında. Ölü gibiydi. Ve Güneye doğru yol almak üzere köyü terkettik.
Yola çıkalı bir saat oldu. Riyella on metre kadar önümüzde... Samanyolu dilini biliyor herhalde. Ama Fransızca bilmiyor sanırım; vardığım sonuçları Fransızca olarak söylüyorum Gelma'ya:
- Dün akşam bize içirdikleri, basit bir uyuşturucu de-
ğildi; gerçek bir doğru söyleten uyuşturucuydu içirdikleri. Ve bütün uykumuz boyunca beyinlerimizi okudular.
Emin misin?
Adım gibi. Tillü bu yüzden uyardı beni. Son derece
bağlı olduğu ama ihanet edildiğini gördüğü konukseverlik
kuralları adına uyardı. Bizim aslında Dünyalı olduğumu
zu ve Rafı bulur bulmaz öldürüleceğimizi biliyor.
Kısa bir gülüşle devam ediyorum:
Rampell'in gemiyi sakladığı yeri, bizim kafalarımız
da bulacaklarını sandılar. Ve bütün öğrendikleri, prototipi
kendime rağmen bulmaya şartlanmış olduğum.
Bizi kurtaran da bu durum herhalde?
- Kuşkusuz. Bunun için devam etmemize göz yummayı kararlaştırdılar. Sıkı kontrol altında devanı edeceğiz tabii.
Yerlilerin kontrolü mü?
Tora'dan telsizle yönetilen yerlilerin.
Yani yerli kabileler Tora'nın egemenliğini kabul
ediyor.
Şüphe edemeyiz bundan. Dünyalılar için besledikle
ri ortak kin ve nefret, her iki tarafı da birleşmeye sürük
lüyor.
Neyimizi suçluyorlar peki?
Hemen hemen sınırsız bir imparatorluğun başında
bulunmamızı.
Bu nokta belki Tora'yı ilgilendirir ama, kabileleri
niçin ilgilendirsin?
Unutma ki kabileler her şeye rağmen Tora uygarlı
ğına bağlı bulunuyor.
Bizim, bilinmedik galaksilerden inme bir ırkın muh
temel saldırılarına karşı tek dayanak olduğumuzu anlama
ları gerekir.
-- Ne yazık ki bu konu, her şeyden önce siyasal bir şekle bürünüyor. Samanyolumuzun kıyısındaki bütün gezegen
halkı, kendi aralarında savaşmak veya birleşip bize saldırmak üzere bağımsızlık hayalleri içinde.
Ama bunun er geç günün birinde böyle olacağı söy
leniyor.
Dünyamızda kişisel gururun yerini rahat düşkünlü
ğünün aldığı gün, böyle olacaktır. Ama henüz o çağa ulaş-
mış değiliz.
* * *
İlk konak yeri olarak, bir ırmağın kenarında durdu Riyella. Yerçekimi dışı kalış prensibinden haberi yok herhalde. Yükümüzün çok ağır olduğunu sanıyor olmalı. Silâhlarından başka sadece basit bir örtü taşıyor.
Elinde uzun bir mızrak var, belinde de bir tabancayla geniş ağızlı büyük bir bıçak. İlerliyoruz; kızın yanına, bir kayanın üzerine oturuyor Gelma.
İlerde görülen ormanlık tepelerden, ırmağı aştıktan sonra arazinin daha da engebeli olduğu anlaşılıyor. Bitki örtüsünün çok daha yüksek ve çok daha iç içe olduğuna bakılırsa, yürümek de bir o kadar güçleşecek demektir.
- Karnı acıkan veya susayan var mı?
İkisi de «hayır» anlamına başını sallıyor. Serinletici bir hap alıp suya yaklaşıyor ve Riyella'ya soruyorum:
Nasıl geçmeyi tasarlıyordun bu ırmağı?
Yüzerek.
Yüzmek şart değil. Gelma'yla ikimiz seni karşı kıyı
ya rahatça taşıyabiliriz. Yeter ki korkma.
Neden?
Alaycı bir gülümseyiş geziniyor dudaklarında. Büyük Araman ovasında hiçbir şeye güvenmemek gerekir. Riyella belki de, ormandaki köyüne dönüp yarı vahşi hayatına bıraktığı yerden başlamadan önce, bizim üniversitelerimizden birinde okumuştur.
- Çekimsizlik prensibini biliyor musun?
Evet.
Nerede öğrendin? Tora'da mı?
Hayır. Destra'da. Üç yıl okudum.
Oradaki Dünya Üniversitesi'nde mi?
Ondan daha iyisi yoktu ki.
Ve buna rağmen düşmansın Dünyalılar'a?
Hafifçe dudak büküyor:
Ben değilim.
Kabileler mi?
Onları yönetenler.
Tora'daki yöneticiler yani?
Dünyalılar'ın bizi ellerine terkettiği kimseler.
Yanlış o söylediğin. Dünyalılar, yerli kabilelerin ba
ğımsız kalmasını istemiştir her zaman.
Bağımsızlığın sadece bir tek şeklini tatmak mümkün
oluyor: Sizden daha güçlünün göz yumduğu veya zorla si
ze uyguladığı şeklini. Ve insanlar, ister kabile olsun, ister
halk; kendi kendilerini yönetmek istedikleri andan itiba
ren, sadece egoizmi besleyen ve dış görünüşten başka bir
şeye saygı duymayan yasaların zulmüyle başbaşa kalıyorlar.
Omuz silkip kalkıyor. Konaklama bitti. -- Prensibi bildiğine göre, sana istersen çekimdışı bir kemer verebilirim, diyorum.
- Olur.
Gelma'nın sırtımdaki çantadan çıkarıp uzattığı kemeri, kız büyük bir rahatlıkla derhal kuşanıyor.
Daha önce de kullanmış miydin?
Sık sık.
Köyde niye söylemedin bana?
Biraz zaman geçsin istedim.
Dizi üzerinde sıçrayıp yükselir yükselmez iticiyi çalıştırıyor. Onun ardından biz de ırmağı aşıyoruz. Bu gece olup bitenleri hesaba katarsak, Rampell'in Rafı indirdiği noktaya yaklaşıyoruz demektir. Bundan aşağı yukarı eminim.
Hele şartlanmış olduğumu da hesaba katınca. Konmak için savanın bu bölgesini seçişim, herhalde sebepsiz değildi.
Yukarıdan, ama fazla değil, hemen birkaç metre yukardan bakınca, orman bambaşka bir görünüş kazanıyor. İlk olarak, vahşi hayvanları seçmeye başlıyoruz. İşte bir man-da-arslan veya arslan-manda sürüsü. Karar vermek güç: Gövde, ayaklar ve ağız yapısı arslandan gelme; fazladan da iki keskin ve sivri boynuzları var.
Önlerinde insandan başka hiçbir şeyin duramadığı canavar yaratıklar bunlar. Biraz ileride kara ahtapotları var. Dünya denizlerindeki ahtapotların aynı, sadece biraz daha iri. Vücutları kabuklu bir zırhla örtülü; çekmenli uzun dokunaçları üzerinde yürüyorlar.
Bu ahtapotlar avlarını öldürmüyor, kanlarının büyük bir bölümünü emmekle yetiniyorlar sadece; ve avlarının çoğu daha sonra yaşamaya devam ediyor.
Şimdi bir taraudon. Çene ve diş yapısıyla olduğu kadar, iriliğiyle de dehşet verici bir su aygırı cinsi bu. Daha ötede, tıpkı insanlar gibi toplu yaşayan ve bir başkana itaat eden dev maymunlar görüyoruz.
İticime dokunup Riyella'nın hizasına yükseliyorum:
Dünyalılar'ın, kabileleri Toralı yöneticilerin keyfine
terkettiğini nerden çıkardın?
Gerçek bu.
Benim bildiğim kadarıyla Dünyalılar, nerede olursa
olsun, gezegenlerin iç işlerine ellerinden geldiğince karış
mamaya çaba harcarlar.
Öyle değil. Yalancı bir özür bu. İşin doğrusu, biz ka
bilelerin Dünyalılar'ı ilgilendirmediğidir. Kabileler ovada
dağınık yaşar, ilkel ve vahşi görünüşlüdürler. Önemli de
ğildirler sözün kısası. İşte bunun içindir ki Dünyalılar,
yukarıdaki uygar halk topluluklarına, Toralılar'a yaslanmayı çıkarlarına daha uygun bulmuşlardır.
İş birliği önerisi Dünyalılar'a Toralılar'dan gel
miştir.
Evet. İçten içe ihanet edebilmek umuduyla birlikte.
Niçin benimle böyle konuşuyorsunuz Riyella?. To
ralı değilimki ben, ikinci kıtadan geliyorum.
İkinci kıtadan gelmiş olsanız babamı rehin almaz
lardı: Sizi, yirmi beş yıl önce Dünya'dan gelen bir uzay ge
misinin bulunduğu yere doğru götürmeye beni zorlamak
için.
Sesi titriyor heyecandan:
İkinci kıtadan gelmiş olsanız, sizden önce köye dam
lamazdı polisler. Biliyor musunuz ki Tillü'nün annesiyle
erkek ve kız kardeşleri de rehine olarak köy dışında bir
yere götürüldü. Biliyor musunuz ki dün gece...
Bize doğru söyleten bir uyuşturucu içirdiler.
Farkına varmış mıydınız?
Evet.
Gözlerimin içine bakıyor. Güvensizlik dolu bir kararsızlık okuyorum bakışlarında. Aslında ben de bir tuhaflaş-tım. Demek ki bizim ufak Silüs'ün geldiği anlaşıldı ve bizi bekliyorlardı.
Hanik de tesadüfen karşımıza çıkmadı ormanda. İçimi çekerek soruyorum:
Yirmi beş yıl önce dünyadan gelen gemiye ne ol
muş peki?
Hiç bilmiyorum. Ben doğmamıştım daha. Söylendiği
ne göre, büyük bir gölün kıyısına konmuş bu gemi; hemen
bütün kabilelerden yardım görmüş, sonra da bir gün kalkıp
gitmiş. Kamp gibi bir şey kurmuşmuş tayfaları; kalıntıları
daha halâ duruyor. Şimdi seni oraya götürüyorum işte.
-- O gemi geri gitmedi Riyella, komutan tarafından gizlendi sadece. Sonra da aynı komutan Tora'ya gitmek üzere tayf asıyla birlikte yola koyuldu.
Benim kabilemin ihtiyarları böyle anlatmıyor duru
mu.
Belki de Rampell ve adamları, ova kabilelerinden
biri tarafından katledilmiş oldukları için.
Kim söylüyor bunu?
Toralı yöneticiler. Bununla da kalmıyorlar: Ara-
man'a son olarak gönderilen bir araştırma komisyonu üye
lerinin de kabileler tarafından öldürüldüğünü iddia edi
yorlar.
Ve tabii, Dünyalılar da onlara inanıyor?
İşin o yanını henüz düşünmedim Riyella. Şeflerim
den emir aldığım sırada Toralılar'm bu iddiasını da aklı
mın bir köşesine kaydettim.
Toralılar yalan söylüyor. Eğer Dünyalılar ovada
katledildiyse, onların emri üzerine katledilmiştir. Toralılar
sizden nefret ediyorlar çünkü.
Bir kahkahayla soruyorum:
Peki ya kabileler?
Kabileler sizden sadece tiksiniyor.
Birden fırlayıp uzaklaşıyor yanımdan, on metre gerisinde kalıyorum. Üstelemiyorum artık. Gelma ulaşıyor bana:
Öfkeden nerdeyse kuduracak galiba diyor.
Evet ama öfkelendiği zaman müthiş güzelleşiyor di
yorum.
Soğuk bir sesle cevap veriyor Gelma:
- Ben aynı fikirde değilim.
* * *
Tora'nın bize düşman olduğunu uzun zamandır biliyoruz. Buna karşılık, kabilelere dayanmak suretiyle bir denge kurulabileceğinden servisin haberi yok.
Ne yazık ki derhal Dünya ile temasa geçmemiz imkânsız. Ama Rafı bulunca Gelma'yla göndermeyi şimdiden
kararlaştırdım bile. Bense Silüs'le kalıp bütün kabileleri bir bir dolaşacağım.
Silüs'ümüz yok edilmediyse tabii. Düşmanlarımız yerini öğrendi çünkü. Neyse, ikinci dereceden önemli bir sorun bu şimdilik.
- Göl göründü Guy!
Kolumu tutuyor Gelma. Göl evet. Masmavi. Köşeleri yuvarlak kocaman bir gönye biçiminde. En uzun yeri, dört kilometre kadar olsa gerek.
Riyella önümüzde, küçük bir koya doğru dalıyor. Koyun kıyısında, tam ortada, eski bir köyün kalıntılarını görüyo-
ruz.
Dördüncü Bölüm
DÜNYALILAR'ın gelişinden önce de vardı bu köy
diyor Riyella. Ama terkedilmiş bir köydü.
Rampell buraya mı yerleşmiş?
Evlerden birkaçını onarıp oturulacak hale koyduk
tan sonra. Onları gençliğinde görmüş olan babam, göl kıyı
sında atölyeler kurduklarını anlatmıştı bana.
Raf'ı sadece kendi imkânlarıyla tamir edebilecekleri
ni umdukları için şüphesiz. Hiç olmazsa işin başında. Ne
olursa olsun şu gördüğümüz durum, yirmi beş yıl gecik
meyle Ay'ın ikmal uydusuna ulaşan mesaja uygun düşmü
yor. Ve herhalde yalan söyleyen de, mesaj olmasa gerek.
İçimi çekiyorum. Orman, kumların ortasındaki kayalık bir yükseltinin üzerinde kurulmuş olan bu köyün yıkıntılarına saldırmamış. Bütün bitki örtüsü, on kadar cüce ağaçla biraz ot ve gri renkte büyük yosun lekelerinden oluşuyor.
Sağlam kalmış tek yapı yok. En yüksek duvar yarım metreyi aşmıyor. Kararmış taş yığınlarından başka bir şey kalmamış geriye.
Riyella, yuvarlak bir boşluğun ortasında bırakıyor bizi. Burası, köyün etrafında yavaş yavaş şekillendiği eski alan olsa gerek.
Klar'ın kızının göle doğru indiğini görüyoruz.
Araştırmalarımızla hiç ilgilenmez görünüyor, diyor
Gelma.
Bizi aldatmayı denemesi de mümkün.
Rehine olarak alınan babasına rağmen mi?
Öyle bir hikâye anlattı bize... Ama doğru olup ol
madığını bilemeyiz ki...
Rampel’le arkadaşlarının buradan geçtiğini gösteren bir iri yirmi beş yıl sonra bulmak, pek kolay olmasa gerek.
Kaldı ki Rampell gerçekten burada kamp kurduysa, bütün yıkıntıları inceden inceye taramıştır Toralılar.
Toralılar kadar yerliler de. Yine de, görev bilinciyle, araştırmaya koyuluyoruz; ve çok geçmeden Gelma soruyor:
Radyoaktiviteyi ölçtün mü hiç?
Hayır.
Tehlikeli olmamakla birlikte hatırı sayılır bir rad
yoaktivite var burada.
Hemen yanına koşup sayacına bir göz atıyorum. Devam ediyor:
Tekdüze bir radyoaktivite bu. Görünürde kaynağı
da yok.
Bir atom patlaması artığına benziyor.
Yerde değil, belirli bir yükseklikte meydana gelmiş
bir atom patlamasından.
Susuyorum, yeniden soruyor:
İmkânsız mı görünüyor sana böyle bir şey?
Hayır. Yalnız mesajda bundan söz edilmediği için
kararsızım.
Ne kadar öncesine ait bir patlama acaba? Dikkatimiz uyandı artık, başka belirtiler de görüyoruz. Hemen hemen her yerde. Cam haline gelmiş kum yığınları ve bazı taşların üzerinde karakteristik gölgeler var.
Hattâ bir sütun gövdesi üzerinde, hayal fenerinden çıkma akisleri andıran gerçek bir fotoğraf göze çarpıyor: Bir insan fotoğrafı.
- Kabul et ki, akıl bulandırıcı bir şey bu.
Başımı sallayarak onaylıyorum. Rampell mesajını yolladığı zaman, Rafı gizlemişti. Demek ki bu patlama sonucunda parçalanıp yok olan şey, prototip değil.
- Orası öyle... Çok daha eski bir patlama söz konusu
olabilir. Ne yazık ki, patlamanın yaşını ölçecek durumda
değiliz. Çok daha eski bir patlama. Riyella bizi aldatmak
üzere burayı özellikle seçti belki de.
Onun yönünden normal bir davranış; çünkü kendisine
inanmamamız için yeterli bilgiye sahip olduğumuzdan haberi yok. Kendiliğinden mi böyle davranıyor acaba, yoksa Toralı yöneticilerin emriyle mi?
Kendi iradesiyle kuşkusuz. Çünkü Toralı yöneticilerin çıkarı, kabilelerin tersine, benim bir an önce prototipi keş-fetmemdedir.
Gelma araştırmaya devam ediyor. Kazı yapıyor şimdi. Boşuna bir çaba olarak görüyorum bunu, ama ses çıkarmıyorum. Rafın Solyo topraklarına indiği besbelli. İki kesin nokta var bunu kanıtlayan.
Birinci olarak, benim buraya inişim. İkinci olarak da, Toraklar'in bana Solyo'lu bir kılavuz verdirtmesi. Eğer bu girişim, bizzat Klar'dan gelmediyse.
Ama Klar'dan geliyorsa o zaman da, kabilelerin beni niye aldatmak istediklerini öğrenmem gerekir? Hangi çıkar veya hangi korku sonucu aldatmak isteyebilirler ki beni?. Korku.
Evet, sebep bir korku olabilir. Rampell'le adamlarının kendi kabilesi tarafından katledildiğini öğrenmemden kor-kabilir Riyella.
Riyella kumların üzerine uzanmış. Güneşten korunmak için. Çok ince tülden bir fular atmış yüzüne. Uyumuyor, çünkü yaklaşınca geldiğimi anlıyor ve doğrulup oturuyor.
Bir şeyler buldunuz mu bari?
Orta kuvvette bir atom patlamasının izlerini bulduk
diyorum.
Yirmibeş yıllık bir patlama mı?
Orasını bilmek zor biraz. Bunların, Dünya'dan ge
len prototipin patlamasından meydana çıkmış izler olduğu
na dair en ufak bir belirti yok.
Oysa ben, nükleer bir patlamanın yaşını kesinlikle
saptayabildiğinizi sanırdım.
Evet ama biz değil, uzmanlar.
Bozulmuş görünmüyor. Eğer bana yalan söylüyorsa, bu
kız müthiş bir oyuncu demektir; yarım başarısızlığımdan dolayı içtenlikle üzülmüş bir hali var çünkü. Yine soruyorum:
Bizi buraya getirmenizi, Toralı yöneticiler mi emret
ti size?
Evet.
Bakın Riyella: Eğer yalan söylüyorsanız, gemiyi hiç
bir zaman bulamayacağım demektir. Toralı yöneticiler de
sonunda usanıp beni yakalamaya çalışacaklardır ve o gün,
kafamın içini okumak mümkün olduğundan, bütün ger
çeği öğreneceklerdir.
Bundan yirmi beş yıl önce buraya Dünya'dan gelen
bir gemi indi. Babam gördü bu gemiyi ve komutanıyla da
konuştu.
Öyleyse olayı baştan sona biliyor babanız. Daha son
ra ne olup bittiğini anlatmadı mı size?
Söz konusu komutan burada kamp kurdu ve adam
larıyla birlikte gemiyi onarmaya koyuldu. Aradan aşağı
yukarı üç ay geçince de, bir gün gideceğini, geri döneceği
ni ilân etti. Ve o korkunç patlama oldu. O günden beri ne
Dünyahlar'ı gören var, ne de gemilerini.
Peki ya Toraklar ne yaptı sonra?
Askerlerden, bilginlerden, polislerden kurulu koca
man bir ekip geldi Tora'dan. Bu ekip köy civarına yerleşti;
ve burası uzun bir süre yasak bölge ilân edildi. Sebep ola
rak da, nükleer radyasyonlar ileri sürüldü. Bütün bildiğim
bu.
Raftan en ufak bir iz bile yok. Eğer patlama havada olduysa, iz bulunmaması normaldir. Gemi bir prototip olduğu için, parçalanıp dağılacaktır bir anda. Ama bir başka açıklama da mümkün.
Birden geldi bu açıklama aklıma. Rampell, gemisini iyice gizledikten sonra, Toraklar kendisini geri dönmek isterken gemisi parçalandı sansınlar diye bir atom bombası patlatmış olamaz mı acaba?
Sadece bir varsayım bu, Bütün varsayımlar gibi, eveti ve hayırı olan bir varsayım; ve ben, en inanılmaz şeyi bile hesaba katmak zorundayım. Şimdilik bu görüşü çürüten bir nokta da var: Rampell'le arkadaşları, Toralılar tarafından yakalanıp doğru söyleten uyuşturucularla sorguya çekilince, Rafı gizledikleri yeri söylememeyi nasıl başarabildi ler?
Yıkıntılardan birden ayrılıyor Gelma. Bir taş yığınının tepesinden havalanıp yüzlercesinin bulunduğu bizim tarafa doğru dalıyor.
Başı ileride. Hizamıza gelince duruyor birden, ve kusursuz bir rahatlıkla önümüze iniyor:
- Guy, bak ne buldum.
On beş santim genişliğinde basık bir taş parçası uzatıyor bana. Taşın ortasına bir motif kazılı. Oval bir motif. Üzerinde harfler ve rakamlar bulunması gereken bir madalyon sanki. Nitekim, içice geçmiş iki harf görüyorum: U ve M harfleri. Haykırıyorum hemen
Uzay muhafızlarından birinin kimlik plakası bu!
Patlama sırasında eriyip taşın içine geçmiş olsa gerek.
Uzay muhafızlarındandı değil mi Rafın tayfası?
Öyleydi evet.
Ne düşünmem gerektiğini şaşırmış durumdayım aslında. Riyella soran bakışlarını yüzüme dikiyor. Karar veriyorum:
- Burada kamp kuracağız.
* * *
Çantalarımızın ağırlığını sıfıra indiren çekimdışı tertibat olmasa, yanımızdaki teçhizatın yüzde birini bile taşıyamazdık herhalde.
Sadece büyüklük ve hacim sorununu çözmek zorunda kaldık o kadar. Çadır problem değil: Katlıyorsun bitiyor; açtığın zaman da kendiliğinden kuruluyor. Kumaşı hem
olağanüstü ince, hem de kurşun geçirmeyecek kadar sağlam. Kurduktan sonra küçük bir jeneratör bağlıyorum or-ta direğine.
Jeneratör bağlandığı andan itibaren, bir güç alanı içinde tecrit edilmiş kalacağız. Gelma üç yatak çantasıyla yiyecek çıkarıyor. Riyella'ya yiyecekleri işaret ediyorum:
- Ne yazık ki sentetik hepsi.
Gülümsüyor:
- İlk yemek olduğundan yetinebiliriz bunlarla. Yarın
ava çıkarız, olur biter.
Paylarımızı hazırlıyor Gelma. Kumu andıran ufak taneli yiyeceklerin üzerine yarı saydam bir pudra ekiyor. Sonra da, küçücük bir şişenin içindeki amber kokulu sıvıdan bir damla ekliyor.
Ve her şey bir sıvıya dönüşüveriyor birdenbire. Şurup gibi koyu bir sıvı. Riyella'ya uzatıyor ilk bardağı. Biraz da ürkerek alıyor kız:
Destra'dayken böyle bir besinden söz etmişlerdi di
yor. Ama hiç tatmadım. Nedir bu?
En nefis meyvaların etini bir arada yiyormuş duygu
suna kapılacaksınız. Dünya meyvalarını tabii. Biz buna
Cennet yemeği adını verdik.
Bardağını kaldırıyor kız, biz de kaldırıyoruz. Önce tadıyor ve hoşlanmış olmalı ki dikiyor bardağı. Bizse alışkınız artık. Birazcık şekerli bir meyva suyu bu aslında. Ve bir bardağı, gerekli kaloriyle vitaminleri içeriyor.
Son derece besleyici ama bir o kadar da çabuk sindiriliyor. Bütün sentetik besinlerin sıkıcı tarafı da budur. Mideniz tıkabasa doludur, yine de açlık hissedersiniz.
Dışarısı henüz aydınlık. Gölün kıyısına iniyorum tek başıma. Rampell'in bu koyun kenarına indiğinden, bu köyde bir süre kaldığından ve adamlarından en az birinin patlama sırasında burada bulunduğundan aşağı yukarı eminim artık.
Belki de zaten ölmüştü o adam; ve çoktan gömülmüştü.
Atomik cehennem patlak verdiği zaman da, kimlik plakası Gelma'nın bulmuş olduğu taşla kaynaşıp eridi.
Bu bakımdan aşağı yukarı emin olunca, her şey akla yakın. Rafın hemen yanı başımızda bulunması bile. Beynimi boşaltıp sadece onu düşünüyorum; çünkü Rafı bulmak için her şeyden çok şartlanmış olmama güveniyorum. Gölün dibine gömmüş olamazlar mı? Aramayı bile düşünmüyorum: Tora'dan gelen uzmanlar çoktan yapmıştır o işi. Gölü derinlemesine altüst etmişlerdir herhalde. Hattâ en rahat bir şekilde arayabilmek için, kurutmuşlardır bile! Öte yandan Rampell, bir kovuk kazdırmaya yönelmemiştir eminim; çünkü bu cins bir gizleme yeri, genellikle iz bırakır. Geri kalan tek ihtimal, Rafı bu civardaki doğal bir çukura gizledikten sonra çukuru kamufle etmiş olmaları...
Çok büyük bir çukurdur sanırım. Belki de bir mağara. Raf I'in tayfası on iki kişiydi. Her katta; hareket için iki, savaş için iki olmak üzere dört adam bulunuyordu.
Ve pilot kulesinin dışında üç katlı bir gemiydi. Altı metre yarıçap üzerine on beş metre yükseklik. Gemiyi mağaraya dik olarak da sokmuş olabilirler, yatık olarak da. Birinci durumda derinlemesine, ikinci durumda ise diklemesine bir mağara gerekli.
Gölü çevreleyen sayısız tepelerden birinin oyuk olması yeterli bunun için. Tamam! Araştırmaları bu açıdan yürütmek gerekir öyle ya! Girişi örtülmüş doğal bir mağara. Önce taşlarla, sonra da topraklarla örtülmüş. Ormandaki taşkın bitki örtüsünün girişi de sarmasını sağlamak amacıyla.
Rampell'in köyde bu kadar uzun süre kalmış olmasının nedeni de açıklanmış oluyor: Mesajını yollamadan önce, gemiyi gizlediği yerin tam bir dokunulmazlık kazanmasını beklemişti herhalde.
Mesajın içeriği hakkında kesin bir bilgim de olmayabilir ayrıca. Ve şartlanmam da, ustaca ardarda sıralanmış
birtakım yalanlara dayanabilir. Reflekslerimi gerçeğe doğru yöneltecek şekilde sıralanmış yalanlara. Gerçeğin, o ana kadar bildiğimi sandığım şeye uymadığını her keşfedişim-de bir yalandan kurtularak; ve böylece, her yalanda gerçeğe biraz daha yaklaşarak...
Örneğin şu anda benim gerçek- olarak aldığım şeyi, bana doğru söyleten uyuşturucuları vermiş olanlar kesin bir doğru olarak kabul ediyor; ve böylece çıkmaza saplanmış oluyorlar.
Hafifçe gülümseyip bir sigara yakıyorum. Önümde, ufukta iyice alçalmış olan güneşin ışınları göle yayılıyor... Harika bir parıltı var suda. İnsanın gözleri kamaşıyor.
Gece neredeyse bastıracak. Çadırı bir kuvvet alanının içine alıp korumakta yarar var. Kumdaki bazı izlere bakacak olursak, yabani hayvanlar buradan su içiyor olmalı.
Hattâ belki bir dev canavar bile gelir kimbilir?
Bunlardan birini avlamak bayağı hoş olurdu hani. Hem de daha ilk günü. Ağır ağır çadıra doğru çıkıyorum. Gel-ma ile Riyella eşikte oturmuş. Onlar da sigara içiyor.
Dışarıdan bakan bir gözlemci için, ideal birer avcı kılı-ğındayız. Kadınlara yaklaşıp da Riyella'ya bazı tepelerin içindeki oyukları işitip işitmediğini sormaya hazırlanırken, gecenin ilk çığlığını işitiyoruz.
Bir gece kuşunun bağırtısını andıran uzun bir çığlık bu. Üç perdeden çıkıyor. Bir sıçrayışta doğruluyor Riyella, dikkat kesiliyor birden. Gelma soruyor:
Vahşi bir hayvan mı bu?
Hayır! Bir tehlike işareti. Tarar'ın haykırışı bu.
Kimin?
Tarar. Benim kabilemden biri.
İkinci defa çınlıyor aynı bağırtı. Bu defa başka bir perdeden geliyor ve bu kez Riyella da keskin bir bağırtıyla cevap veriyor.
Ne var, ne oluyor?
Bir mesaj herhalde diyor omuzlarını kaldırarak.
Böyle bir mesaj mı bekliyordunuz?
Hayır! Köyde bir şey oldu galiba. Herhalde babam
yollamıştır.
Niçin?
Ne bileyim ben. Solyo'dan ayrıldığımız zaman, evde
gözetleme altında tutuyorlardı.
Altüst olmuş bir hali var kızın, yoksa endişelenmeyeceğim. Alabildiğine tedirgin ve sinirli bir sesle:
Bekleyelim bakalım diyor.
Yürümeye koyuluyor sonra.
Körfezden uzakta mı bu haberci?
Pek değil... Sonra... İki kişiler.
Her ikisinin de sizin kabileden olduğuna emin mi
siniz?
Evet!
Bir gece kuşunun çığlığını herkes kolayca taklit
edebilir. Sizi aldatmaya çalışan, Toralı polisler olmasın
bunlar?
- Bağıranlar, benim kabilemin adamlarıydı. Bunu ke
sinlikle söyleyebilirim, ama yalnız olup olmadıklarını bil
mem.
Bu defa Riyella uzun bir çığlık atıyor, son titreşimleri biraz farklı bir çığlık. Ve cevap derhal işitiliyor. İyice yakında bu defa.
- Yalnızlar diyor Riyella. Ama eğer Toralılar, bizim
sesli şifremizi biliyorlarsa, habercileri istedikleri gibi bağır
maya zorlamış olabilirler.
Gözüktüler işte. Körfezin kıyısındaki yüksek otların arasından çıkıyorlar. Mızraklı iki savaşçı. İkisi de koşuyor ama biri daha geride kalıyor. Koşamıyor gibi bir hali var adamın. Sendelediğini görüyoruz.
Hemen çadıra dalıp Riyella'ya verdiğim çekimdışı kemeri alıyorum ve iticiye uzanıyorum bir sıçrayışta. İkinci bir sıçrayış, beni sendeleyen habercinin yanına ulaştırıyor. Geldiğimi görünce duruyor adam. Omuzundan yaralı. Ya-
rası ağır değil aslında, ama epeyce kan kaybetmiş. Yanına iniyorum:
- Toralılar mı?
Yarasını göstererek sorduğum için anlıyor ve «evet» diyor bir baş hareketiyle. Kemeri uzatıyorum:
- Bağla bunu beline.
Hiçbir şey sormadan dediğimi yapıyor adam; ve kemeri beline geçirir geçirmez, tertibatı çalıştırıyor, ve adamı kolundan sımsıkı yakalayıp havalandırıyorum.
Ayakları yerden kesilince küçük bir çığlık atıyor dehşetten, ama mızrağını bırakmıyor yine de. Hızlı bir uçuş. Öteki haberciyle aynı anda çadıra ulaşıyoruz.
Riyella'nın ayaklarına kapanıyor ilk haberci ve soluk soluğa sesle:
- Toralılar babanı öldürdüler diye bağırıyor. Solyolu
Klar yok artık. Bundan böyle ovanın hükümdarı sensin
Riyella.
Beşinci Bölüm
- BABAMI!..
Sapsarı kesiliyor Riyella. Bir dehşet ifadesi okuyorum gözlerinde. Habercinin yanma diz çöküp:
Anlat ne oldu? diyor.
Tillü ile bütün ailesinin öldürülmesini emretti Tora-
lılar ve Klar bunu karşı çıktı; ama dinlemediler kendisi.
O da bunun üzerine gizli geçitten kuleyi terkedip savaşçı
ları çağırdı.
Çatışma oldu mu?
Oldu ve polisler köyü terketmek zorunda kaldılar.
Ama çok geçmeden yardım alıp döndüler; ve Klar, köyün
yakılıp yıkılmasını önlemek için teslim oldu.
Dişlerini sıkıyor adam, boğuk bir sesle ekliyor:
- Yine de yakıp yıktılar köyü. Klar'ı cellâda teslim et
tikten sonra, köyün altını üstüne getirdiler. Bir ay işkence
yapacaklardı babana; ama o, ilk aldığı yaralardan birine
zehir döküp ölmeyi başardı.
Riyella yavaşça doğruluyor. Yüzü ifadesiz. Bu sefer ben yaklaşıyorum haberciye:
Tillü, geceyi geçirdiğimiz evde bize hizmet eden
genç kız değil mi?
Evet.
- Suçu neymiş peki?
Sert sert bakıyor adam:
Seni uyarmak. Toralılar'ın sizi öldürmek istediğini
söylemiş sana.
Nerden biliyor polisler bunu söylediğini?
Odanıza mikrofon yerleştirmişler.
Demek ki, nereye konacağımızı önceden biliyorlardı! Ancak bir casusun varlığıyle açıklanabilir bu durum. Dünyadaki Dış Güvenlik Servisinde Tora'nın bir casusu!.
Tillü öldü mü?
Bir çığlık uyandırıyor beni. Bir hayvan çığlığı. Islığı andıran bir haykırış. Hasırın üzerinde doğruluyorum. Ortalık ağarmış. Çığlık yeniden yükseliyor işte. Biliyorum: Köyün kümeslerinden birinde öten bir horozdur bu. Bizim horozlarımızdan çok daha büyüktür; ve en az onlar kadar kendini beğenmiş inatçıdır.
Gelma öteki hasırın üzerinde yatıyor daha. Silâhlarıyle kayışı yanıbaşında. Hiçbir şeye dokunmamışlar.
Kendi kayışım da yanımda duruyor, silâhlarım tasta-
mam. Yalnız kayışımı ne zaman çıkardım? Hoşgeldin şarabını içer içmez devrildiğimizi hatırlıyorum sadece.
Dayanılmaz bir uyku sarmıştı ikimizi de. Gece gördüğümüz kâbusların sebebi anlaşılıyor şimdi. Şüpheci bir ıslıkla doğruluyorum. Pencereye ilerliyorum. Pencere kapalı, oysa dün akşam açık bırakmıştım ben pencereyi. Yemek yediğimi de hatırlamıyorum üstelik. Mükemmel.
Kayışımı alıp kuşanıyorum, sonra da silâhlarımı gözden geçiriyorum. Teker teker hepsini. Dokunmamışlar. Gelma nihayet gözlerini açıyor ve şaşkınlıkla bakıyor bana.
Esner gibi yapıyorum:
- Dün akşam biraz çabuk uyumuşuz.
Derhal katılaşıyor bakışları, oyunu anlıyor ve o da rol yapmaya koyuluyor hemen; içini çekerek konuşuyor:
Ama müthiş yorgunduk Guy.
Yemek yemeyi bile unutacak kadar. Şimdi de kurt
gibi açım işte. Ya sen?
Örtüyü aralayıp koridora girdiğim anda Tillü beliriyor; meyva yüklü bir tepsi var elinde. Yüzünde bir gülümseyiş parlıyor. Gülümsediği zaman güzelleşiyor bu kız, çizgilerindeki kabalık hepten kayboluyor.
Kılavuzunuz çoktan geldi. Sizi bekliyor.
Reisin görevlendirdiği kılavuz mu?
Riyella, evet. Klar'ın öz kızıdır.
Kızı mı dedin? Şu halde bana büyük itibar gösteri
yor reis.
Kendilerine rağmen, evet.
Ne demek istiyorsun?
Kaçak bakışlarla etrafı taradıktan sonra sesini alçaltıyor ve yüzünde derin bir korku ifadesiyle fısıldıyor:
İkimizi de öldürmek istiyorlar.
Riyella ile babası mı?
Odaya geçip elindeki tepsiyi hasırlardan birinin üzerine bırakıyor ve fısıldıyor yeniden:
- Hiçbir şey söylemedim ben size. Hiçbir şey.
Ve gözlerinde büyük bir panik ifadesiyle derhal kapıya yürüyüp örtüyü aralıyor ve kayboluyor. Gelma kaşlarını çatıyor:
Ne oluyor, ne var?
Söylemesi güç biraz.
* * *
Riyella da Tülü gibi uzun ve ince, ama çok daha açık tenli. Melez olduğu belli. Annesi beyaz ırktan olmalı. To-ralı veya bir başka gezegenden.
Yüz çizgilerinde kabilenin öteki kadınlarında görülen kabalık yok. Omuzlarına kadar dökülen uzun siyah saçlı, alabildiğine güzel bir kız.
O da öteki yerli kızlar gibi beline kadar çıplak. Sık ormanda bizimle birlikte rahatça yürüyebilmek için kısa bir şort geçirmiş ayağına, ayaklarında kısa deri çizmeler var, bacaklarını da yeşile boyamış.
Boyanın rengi önemli değil. Bizim algılayamadığımız, ama yılanları şeytan görmüş gibi kaçıran hafif bir kokusu var.
Evin önünde ilk defa karşılaştığımız zaman bize de bu yeşil boyadan çizmelerimize sürmemizi öğütledi ilk iş olarak. Ve hemen yaptık dediğini. Biraz şaşkındık, çünkü hiç kimse görünmüyordu ortalıkta. Tillü bile yoktu. Köy, dün geldiğimiz zamanki ıssızlığına bürünmüştü yeniden. Daha da beterdi aslında. Ölü gibiydi. Ve Güneye doğru yol almak üzere köyü terkettik.
Yola çıkalı bir saat oldu. Riyella on metre kadar önümüzde... Samanyolu dilini biliyor herhalde. Ama Fransızca bilmiyor sanırım; vardığım sonuçları Fransızca olarak söylüyorum Gelma'ya:
- Dün akşam bize içirdikleri, basit bir uyuşturucu de-
ğildi; gerçek bir doğru söyleten uyuşturucuydu içirdikleri. Ve bütün uykumuz boyunca beyinlerimizi okudular.
Emin misin?
Adım gibi. Tillü bu yüzden uyardı beni. Son derece
bağlı olduğu ama ihanet edildiğini gördüğü konukseverlik
kuralları adına uyardı. Bizim aslında Dünyalı olduğumu
zu ve Rafı bulur bulmaz öldürüleceğimizi biliyor.
Kısa bir gülüşle devam ediyorum:
Rampell'in gemiyi sakladığı yeri, bizim kafalarımız
da bulacaklarını sandılar. Ve bütün öğrendikleri, prototipi
kendime rağmen bulmaya şartlanmış olduğum.
Bizi kurtaran da bu durum herhalde?
- Kuşkusuz. Bunun için devam etmemize göz yummayı kararlaştırdılar. Sıkı kontrol altında devanı edeceğiz tabii.
Yerlilerin kontrolü mü?
Tora'dan telsizle yönetilen yerlilerin.
Yani yerli kabileler Tora'nın egemenliğini kabul
ediyor.
Şüphe edemeyiz bundan. Dünyalılar için besledikle
ri ortak kin ve nefret, her iki tarafı da birleşmeye sürük
lüyor.
Neyimizi suçluyorlar peki?
Hemen hemen sınırsız bir imparatorluğun başında
bulunmamızı.
Bu nokta belki Tora'yı ilgilendirir ama, kabileleri
niçin ilgilendirsin?
Unutma ki kabileler her şeye rağmen Tora uygarlı
ğına bağlı bulunuyor.
Bizim, bilinmedik galaksilerden inme bir ırkın muh
temel saldırılarına karşı tek dayanak olduğumuzu anlama
ları gerekir.
-- Ne yazık ki bu konu, her şeyden önce siyasal bir şekle bürünüyor. Samanyolumuzun kıyısındaki bütün gezegen
halkı, kendi aralarında savaşmak veya birleşip bize saldırmak üzere bağımsızlık hayalleri içinde.
Ama bunun er geç günün birinde böyle olacağı söy
leniyor.
Dünyamızda kişisel gururun yerini rahat düşkünlü
ğünün aldığı gün, böyle olacaktır. Ama henüz o çağa ulaş-
mış değiliz.
* * *
İlk konak yeri olarak, bir ırmağın kenarında durdu Riyella. Yerçekimi dışı kalış prensibinden haberi yok herhalde. Yükümüzün çok ağır olduğunu sanıyor olmalı. Silâhlarından başka sadece basit bir örtü taşıyor.
Elinde uzun bir mızrak var, belinde de bir tabancayla geniş ağızlı büyük bir bıçak. İlerliyoruz; kızın yanına, bir kayanın üzerine oturuyor Gelma.
İlerde görülen ormanlık tepelerden, ırmağı aştıktan sonra arazinin daha da engebeli olduğu anlaşılıyor. Bitki örtüsünün çok daha yüksek ve çok daha iç içe olduğuna bakılırsa, yürümek de bir o kadar güçleşecek demektir.
- Karnı acıkan veya susayan var mı?
İkisi de «hayır» anlamına başını sallıyor. Serinletici bir hap alıp suya yaklaşıyor ve Riyella'ya soruyorum:
Nasıl geçmeyi tasarlıyordun bu ırmağı?
Yüzerek.
Yüzmek şart değil. Gelma'yla ikimiz seni karşı kıyı
ya rahatça taşıyabiliriz. Yeter ki korkma.
Neden?
Alaycı bir gülümseyiş geziniyor dudaklarında. Büyük Araman ovasında hiçbir şeye güvenmemek gerekir. Riyella belki de, ormandaki köyüne dönüp yarı vahşi hayatına bıraktığı yerden başlamadan önce, bizim üniversitelerimizden birinde okumuştur.
- Çekimsizlik prensibini biliyor musun?
Evet.
Nerede öğrendin? Tora'da mı?
Hayır. Destra'da. Üç yıl okudum.
Oradaki Dünya Üniversitesi'nde mi?
Ondan daha iyisi yoktu ki.
Ve buna rağmen düşmansın Dünyalılar'a?
Hafifçe dudak büküyor:
Ben değilim.
Kabileler mi?
Onları yönetenler.
Tora'daki yöneticiler yani?
Dünyalılar'ın bizi ellerine terkettiği kimseler.
Yanlış o söylediğin. Dünyalılar, yerli kabilelerin ba
ğımsız kalmasını istemiştir her zaman.
Bağımsızlığın sadece bir tek şeklini tatmak mümkün
oluyor: Sizden daha güçlünün göz yumduğu veya zorla si
ze uyguladığı şeklini. Ve insanlar, ister kabile olsun, ister
halk; kendi kendilerini yönetmek istedikleri andan itiba
ren, sadece egoizmi besleyen ve dış görünüşten başka bir
şeye saygı duymayan yasaların zulmüyle başbaşa kalıyorlar.
Omuz silkip kalkıyor. Konaklama bitti. -- Prensibi bildiğine göre, sana istersen çekimdışı bir kemer verebilirim, diyorum.
- Olur.
Gelma'nın sırtımdaki çantadan çıkarıp uzattığı kemeri, kız büyük bir rahatlıkla derhal kuşanıyor.
Daha önce de kullanmış miydin?
Sık sık.
Köyde niye söylemedin bana?
Biraz zaman geçsin istedim.
Dizi üzerinde sıçrayıp yükselir yükselmez iticiyi çalıştırıyor. Onun ardından biz de ırmağı aşıyoruz. Bu gece olup bitenleri hesaba katarsak, Rampell'in Rafı indirdiği noktaya yaklaşıyoruz demektir. Bundan aşağı yukarı eminim.
Hele şartlanmış olduğumu da hesaba katınca. Konmak için savanın bu bölgesini seçişim, herhalde sebepsiz değildi.
Yukarıdan, ama fazla değil, hemen birkaç metre yukardan bakınca, orman bambaşka bir görünüş kazanıyor. İlk olarak, vahşi hayvanları seçmeye başlıyoruz. İşte bir man-da-arslan veya arslan-manda sürüsü. Karar vermek güç: Gövde, ayaklar ve ağız yapısı arslandan gelme; fazladan da iki keskin ve sivri boynuzları var.
Önlerinde insandan başka hiçbir şeyin duramadığı canavar yaratıklar bunlar. Biraz ileride kara ahtapotları var. Dünya denizlerindeki ahtapotların aynı, sadece biraz daha iri. Vücutları kabuklu bir zırhla örtülü; çekmenli uzun dokunaçları üzerinde yürüyorlar.
Bu ahtapotlar avlarını öldürmüyor, kanlarının büyük bir bölümünü emmekle yetiniyorlar sadece; ve avlarının çoğu daha sonra yaşamaya devam ediyor.
Şimdi bir taraudon. Çene ve diş yapısıyla olduğu kadar, iriliğiyle de dehşet verici bir su aygırı cinsi bu. Daha ötede, tıpkı insanlar gibi toplu yaşayan ve bir başkana itaat eden dev maymunlar görüyoruz.
İticime dokunup Riyella'nın hizasına yükseliyorum:
Dünyalılar'ın, kabileleri Toralı yöneticilerin keyfine
terkettiğini nerden çıkardın?
Gerçek bu.
Benim bildiğim kadarıyla Dünyalılar, nerede olursa
olsun, gezegenlerin iç işlerine ellerinden geldiğince karış
mamaya çaba harcarlar.
Öyle değil. Yalancı bir özür bu. İşin doğrusu, biz ka
bilelerin Dünyalılar'ı ilgilendirmediğidir. Kabileler ovada
dağınık yaşar, ilkel ve vahşi görünüşlüdürler. Önemli de
ğildirler sözün kısası. İşte bunun içindir ki Dünyalılar,
yukarıdaki uygar halk topluluklarına, Toralılar'a yaslanmayı çıkarlarına daha uygun bulmuşlardır.
İş birliği önerisi Dünyalılar'a Toralılar'dan gel
miştir.
Evet. İçten içe ihanet edebilmek umuduyla birlikte.
Niçin benimle böyle konuşuyorsunuz Riyella?. To
ralı değilimki ben, ikinci kıtadan geliyorum.
İkinci kıtadan gelmiş olsanız babamı rehin almaz
lardı: Sizi, yirmi beş yıl önce Dünya'dan gelen bir uzay ge
misinin bulunduğu yere doğru götürmeye beni zorlamak
için.
Sesi titriyor heyecandan:
İkinci kıtadan gelmiş olsanız, sizden önce köye dam
lamazdı polisler. Biliyor musunuz ki Tillü'nün annesiyle
erkek ve kız kardeşleri de rehine olarak köy dışında bir
yere götürüldü. Biliyor musunuz ki dün gece...
Bize doğru söyleten bir uyuşturucu içirdiler.
Farkına varmış mıydınız?
Evet.
Gözlerimin içine bakıyor. Güvensizlik dolu bir kararsızlık okuyorum bakışlarında. Aslında ben de bir tuhaflaş-tım. Demek ki bizim ufak Silüs'ün geldiği anlaşıldı ve bizi bekliyorlardı.
Hanik de tesadüfen karşımıza çıkmadı ormanda. İçimi çekerek soruyorum:
Yirmi beş yıl önce dünyadan gelen gemiye ne ol
muş peki?
Hiç bilmiyorum. Ben doğmamıştım daha. Söylendiği
ne göre, büyük bir gölün kıyısına konmuş bu gemi; hemen
bütün kabilelerden yardım görmüş, sonra da bir gün kalkıp
gitmiş. Kamp gibi bir şey kurmuşmuş tayfaları; kalıntıları
daha halâ duruyor. Şimdi seni oraya götürüyorum işte.
-- O gemi geri gitmedi Riyella, komutan tarafından gizlendi sadece. Sonra da aynı komutan Tora'ya gitmek üzere tayf asıyla birlikte yola koyuldu.
Benim kabilemin ihtiyarları böyle anlatmıyor duru
mu.
Belki de Rampell ve adamları, ova kabilelerinden
biri tarafından katledilmiş oldukları için.
Kim söylüyor bunu?
Toralı yöneticiler. Bununla da kalmıyorlar: Ara-
man'a son olarak gönderilen bir araştırma komisyonu üye
lerinin de kabileler tarafından öldürüldüğünü iddia edi
yorlar.
Ve tabii, Dünyalılar da onlara inanıyor?
İşin o yanını henüz düşünmedim Riyella. Şeflerim
den emir aldığım sırada Toralılar'm bu iddiasını da aklı
mın bir köşesine kaydettim.
Toralılar yalan söylüyor. Eğer Dünyalılar ovada
katledildiyse, onların emri üzerine katledilmiştir. Toralılar
sizden nefret ediyorlar çünkü.
Bir kahkahayla soruyorum:
Peki ya kabileler?
Kabileler sizden sadece tiksiniyor.
Birden fırlayıp uzaklaşıyor yanımdan, on metre gerisinde kalıyorum. Üstelemiyorum artık. Gelma ulaşıyor bana:
Öfkeden nerdeyse kuduracak galiba diyor.
Evet ama öfkelendiği zaman müthiş güzelleşiyor di
yorum.
Soğuk bir sesle cevap veriyor Gelma:
- Ben aynı fikirde değilim.
* * *
Tora'nın bize düşman olduğunu uzun zamandır biliyoruz. Buna karşılık, kabilelere dayanmak suretiyle bir denge kurulabileceğinden servisin haberi yok.
Ne yazık ki derhal Dünya ile temasa geçmemiz imkânsız. Ama Rafı bulunca Gelma'yla göndermeyi şimdiden
kararlaştırdım bile. Bense Silüs'le kalıp bütün kabileleri bir bir dolaşacağım.
Silüs'ümüz yok edilmediyse tabii. Düşmanlarımız yerini öğrendi çünkü. Neyse, ikinci dereceden önemli bir sorun bu şimdilik.
- Göl göründü Guy!
Kolumu tutuyor Gelma. Göl evet. Masmavi. Köşeleri yuvarlak kocaman bir gönye biçiminde. En uzun yeri, dört kilometre kadar olsa gerek.
Riyella önümüzde, küçük bir koya doğru dalıyor. Koyun kıyısında, tam ortada, eski bir köyün kalıntılarını görüyo-
ruz.
Dördüncü Bölüm
DÜNYALILAR'ın gelişinden önce de vardı bu köy
diyor Riyella. Ama terkedilmiş bir köydü.
Rampell buraya mı yerleşmiş?
Evlerden birkaçını onarıp oturulacak hale koyduk
tan sonra. Onları gençliğinde görmüş olan babam, göl kıyı
sında atölyeler kurduklarını anlatmıştı bana.
Raf'ı sadece kendi imkânlarıyla tamir edebilecekleri
ni umdukları için şüphesiz. Hiç olmazsa işin başında. Ne
olursa olsun şu gördüğümüz durum, yirmi beş yıl gecik
meyle Ay'ın ikmal uydusuna ulaşan mesaja uygun düşmü
yor. Ve herhalde yalan söyleyen de, mesaj olmasa gerek.
İçimi çekiyorum. Orman, kumların ortasındaki kayalık bir yükseltinin üzerinde kurulmuş olan bu köyün yıkıntılarına saldırmamış. Bütün bitki örtüsü, on kadar cüce ağaçla biraz ot ve gri renkte büyük yosun lekelerinden oluşuyor.
Sağlam kalmış tek yapı yok. En yüksek duvar yarım metreyi aşmıyor. Kararmış taş yığınlarından başka bir şey kalmamış geriye.
Riyella, yuvarlak bir boşluğun ortasında bırakıyor bizi. Burası, köyün etrafında yavaş yavaş şekillendiği eski alan olsa gerek.
Klar'ın kızının göle doğru indiğini görüyoruz.
Araştırmalarımızla hiç ilgilenmez görünüyor, diyor
Gelma.
Bizi aldatmayı denemesi de mümkün.
Rehine olarak alınan babasına rağmen mi?
Öyle bir hikâye anlattı bize... Ama doğru olup ol
madığını bilemeyiz ki...
Rampel’le arkadaşlarının buradan geçtiğini gösteren bir iri yirmi beş yıl sonra bulmak, pek kolay olmasa gerek.
Kaldı ki Rampell gerçekten burada kamp kurduysa, bütün yıkıntıları inceden inceye taramıştır Toralılar.
Toralılar kadar yerliler de. Yine de, görev bilinciyle, araştırmaya koyuluyoruz; ve çok geçmeden Gelma soruyor:
Radyoaktiviteyi ölçtün mü hiç?
Hayır.
Tehlikeli olmamakla birlikte hatırı sayılır bir rad
yoaktivite var burada.
Hemen yanına koşup sayacına bir göz atıyorum. Devam ediyor:
Tekdüze bir radyoaktivite bu. Görünürde kaynağı
da yok.
Bir atom patlaması artığına benziyor.
Yerde değil, belirli bir yükseklikte meydana gelmiş
bir atom patlamasından.
Susuyorum, yeniden soruyor:
İmkânsız mı görünüyor sana böyle bir şey?
Hayır. Yalnız mesajda bundan söz edilmediği için
kararsızım.
Ne kadar öncesine ait bir patlama acaba? Dikkatimiz uyandı artık, başka belirtiler de görüyoruz. Hemen hemen her yerde. Cam haline gelmiş kum yığınları ve bazı taşların üzerinde karakteristik gölgeler var.
Hattâ bir sütun gövdesi üzerinde, hayal fenerinden çıkma akisleri andıran gerçek bir fotoğraf göze çarpıyor: Bir insan fotoğrafı.
- Kabul et ki, akıl bulandırıcı bir şey bu.
Başımı sallayarak onaylıyorum. Rampell mesajını yolladığı zaman, Rafı gizlemişti. Demek ki bu patlama sonucunda parçalanıp yok olan şey, prototip değil.
- Orası öyle... Çok daha eski bir patlama söz konusu
olabilir. Ne yazık ki, patlamanın yaşını ölçecek durumda
değiliz. Çok daha eski bir patlama. Riyella bizi aldatmak
üzere burayı özellikle seçti belki de.
Onun yönünden normal bir davranış; çünkü kendisine
inanmamamız için yeterli bilgiye sahip olduğumuzdan haberi yok. Kendiliğinden mi böyle davranıyor acaba, yoksa Toralı yöneticilerin emriyle mi?
Kendi iradesiyle kuşkusuz. Çünkü Toralı yöneticilerin çıkarı, kabilelerin tersine, benim bir an önce prototipi keş-fetmemdedir.
Gelma araştırmaya devam ediyor. Kazı yapıyor şimdi. Boşuna bir çaba olarak görüyorum bunu, ama ses çıkarmıyorum. Rafın Solyo topraklarına indiği besbelli. İki kesin nokta var bunu kanıtlayan.
Birinci olarak, benim buraya inişim. İkinci olarak da, Toraklar'in bana Solyo'lu bir kılavuz verdirtmesi. Eğer bu girişim, bizzat Klar'dan gelmediyse.
Ama Klar'dan geliyorsa o zaman da, kabilelerin beni niye aldatmak istediklerini öğrenmem gerekir? Hangi çıkar veya hangi korku sonucu aldatmak isteyebilirler ki beni?. Korku.
Evet, sebep bir korku olabilir. Rampell'le adamlarının kendi kabilesi tarafından katledildiğini öğrenmemden kor-kabilir Riyella.
Riyella kumların üzerine uzanmış. Güneşten korunmak için. Çok ince tülden bir fular atmış yüzüne. Uyumuyor, çünkü yaklaşınca geldiğimi anlıyor ve doğrulup oturuyor.
Bir şeyler buldunuz mu bari?
Orta kuvvette bir atom patlamasının izlerini bulduk
diyorum.
Yirmibeş yıllık bir patlama mı?
Orasını bilmek zor biraz. Bunların, Dünya'dan ge
len prototipin patlamasından meydana çıkmış izler olduğu
na dair en ufak bir belirti yok.
Oysa ben, nükleer bir patlamanın yaşını kesinlikle
saptayabildiğinizi sanırdım.
Evet ama biz değil, uzmanlar.
Bozulmuş görünmüyor. Eğer bana yalan söylüyorsa, bu
kız müthiş bir oyuncu demektir; yarım başarısızlığımdan dolayı içtenlikle üzülmüş bir hali var çünkü. Yine soruyorum:
Bizi buraya getirmenizi, Toralı yöneticiler mi emret
ti size?
Evet.
Bakın Riyella: Eğer yalan söylüyorsanız, gemiyi hiç
bir zaman bulamayacağım demektir. Toralı yöneticiler de
sonunda usanıp beni yakalamaya çalışacaklardır ve o gün,
kafamın içini okumak mümkün olduğundan, bütün ger
çeği öğreneceklerdir.
Bundan yirmi beş yıl önce buraya Dünya'dan gelen
bir gemi indi. Babam gördü bu gemiyi ve komutanıyla da
konuştu.
Öyleyse olayı baştan sona biliyor babanız. Daha son
ra ne olup bittiğini anlatmadı mı size?
Söz konusu komutan burada kamp kurdu ve adam
larıyla birlikte gemiyi onarmaya koyuldu. Aradan aşağı
yukarı üç ay geçince de, bir gün gideceğini, geri döneceği
ni ilân etti. Ve o korkunç patlama oldu. O günden beri ne
Dünyahlar'ı gören var, ne de gemilerini.
Peki ya Toraklar ne yaptı sonra?
Askerlerden, bilginlerden, polislerden kurulu koca
man bir ekip geldi Tora'dan. Bu ekip köy civarına yerleşti;
ve burası uzun bir süre yasak bölge ilân edildi. Sebep ola
rak da, nükleer radyasyonlar ileri sürüldü. Bütün bildiğim
bu.
Raftan en ufak bir iz bile yok. Eğer patlama havada olduysa, iz bulunmaması normaldir. Gemi bir prototip olduğu için, parçalanıp dağılacaktır bir anda. Ama bir başka açıklama da mümkün.
Birden geldi bu açıklama aklıma. Rampell, gemisini iyice gizledikten sonra, Toraklar kendisini geri dönmek isterken gemisi parçalandı sansınlar diye bir atom bombası patlatmış olamaz mı acaba?
Sadece bir varsayım bu, Bütün varsayımlar gibi, eveti ve hayırı olan bir varsayım; ve ben, en inanılmaz şeyi bile hesaba katmak zorundayım. Şimdilik bu görüşü çürüten bir nokta da var: Rampell'le arkadaşları, Toralılar tarafından yakalanıp doğru söyleten uyuşturucularla sorguya çekilince, Rafı gizledikleri yeri söylememeyi nasıl başarabildi ler?
Yıkıntılardan birden ayrılıyor Gelma. Bir taş yığınının tepesinden havalanıp yüzlercesinin bulunduğu bizim tarafa doğru dalıyor.
Başı ileride. Hizamıza gelince duruyor birden, ve kusursuz bir rahatlıkla önümüze iniyor:
- Guy, bak ne buldum.
On beş santim genişliğinde basık bir taş parçası uzatıyor bana. Taşın ortasına bir motif kazılı. Oval bir motif. Üzerinde harfler ve rakamlar bulunması gereken bir madalyon sanki. Nitekim, içice geçmiş iki harf görüyorum: U ve M harfleri. Haykırıyorum hemen
Uzay muhafızlarından birinin kimlik plakası bu!
Patlama sırasında eriyip taşın içine geçmiş olsa gerek.
Uzay muhafızlarındandı değil mi Rafın tayfası?
Öyleydi evet.
Ne düşünmem gerektiğini şaşırmış durumdayım aslında. Riyella soran bakışlarını yüzüme dikiyor. Karar veriyorum:
- Burada kamp kuracağız.
* * *
Çantalarımızın ağırlığını sıfıra indiren çekimdışı tertibat olmasa, yanımızdaki teçhizatın yüzde birini bile taşıyamazdık herhalde.
Sadece büyüklük ve hacim sorununu çözmek zorunda kaldık o kadar. Çadır problem değil: Katlıyorsun bitiyor; açtığın zaman da kendiliğinden kuruluyor. Kumaşı hem
olağanüstü ince, hem de kurşun geçirmeyecek kadar sağlam. Kurduktan sonra küçük bir jeneratör bağlıyorum or-ta direğine.
Jeneratör bağlandığı andan itibaren, bir güç alanı içinde tecrit edilmiş kalacağız. Gelma üç yatak çantasıyla yiyecek çıkarıyor. Riyella'ya yiyecekleri işaret ediyorum:
- Ne yazık ki sentetik hepsi.
Gülümsüyor:
- İlk yemek olduğundan yetinebiliriz bunlarla. Yarın
ava çıkarız, olur biter.
Paylarımızı hazırlıyor Gelma. Kumu andıran ufak taneli yiyeceklerin üzerine yarı saydam bir pudra ekiyor. Sonra da, küçücük bir şişenin içindeki amber kokulu sıvıdan bir damla ekliyor.
Ve her şey bir sıvıya dönüşüveriyor birdenbire. Şurup gibi koyu bir sıvı. Riyella'ya uzatıyor ilk bardağı. Biraz da ürkerek alıyor kız:
Destra'dayken böyle bir besinden söz etmişlerdi di
yor. Ama hiç tatmadım. Nedir bu?
En nefis meyvaların etini bir arada yiyormuş duygu
suna kapılacaksınız. Dünya meyvalarını tabii. Biz buna
Cennet yemeği adını verdik.
Bardağını kaldırıyor kız, biz de kaldırıyoruz. Önce tadıyor ve hoşlanmış olmalı ki dikiyor bardağı. Bizse alışkınız artık. Birazcık şekerli bir meyva suyu bu aslında. Ve bir bardağı, gerekli kaloriyle vitaminleri içeriyor.
Son derece besleyici ama bir o kadar da çabuk sindiriliyor. Bütün sentetik besinlerin sıkıcı tarafı da budur. Mideniz tıkabasa doludur, yine de açlık hissedersiniz.
Dışarısı henüz aydınlık. Gölün kıyısına iniyorum tek başıma. Rampell'in bu koyun kenarına indiğinden, bu köyde bir süre kaldığından ve adamlarından en az birinin patlama sırasında burada bulunduğundan aşağı yukarı eminim artık.
Belki de zaten ölmüştü o adam; ve çoktan gömülmüştü.
Atomik cehennem patlak verdiği zaman da, kimlik plakası Gelma'nın bulmuş olduğu taşla kaynaşıp eridi.
Bu bakımdan aşağı yukarı emin olunca, her şey akla yakın. Rafın hemen yanı başımızda bulunması bile. Beynimi boşaltıp sadece onu düşünüyorum; çünkü Rafı bulmak için her şeyden çok şartlanmış olmama güveniyorum. Gölün dibine gömmüş olamazlar mı? Aramayı bile düşünmüyorum: Tora'dan gelen uzmanlar çoktan yapmıştır o işi. Gölü derinlemesine altüst etmişlerdir herhalde. Hattâ en rahat bir şekilde arayabilmek için, kurutmuşlardır bile! Öte yandan Rampell, bir kovuk kazdırmaya yönelmemiştir eminim; çünkü bu cins bir gizleme yeri, genellikle iz bırakır. Geri kalan tek ihtimal, Rafı bu civardaki doğal bir çukura gizledikten sonra çukuru kamufle etmiş olmaları...
Çok büyük bir çukurdur sanırım. Belki de bir mağara. Raf I'in tayfası on iki kişiydi. Her katta; hareket için iki, savaş için iki olmak üzere dört adam bulunuyordu.
Ve pilot kulesinin dışında üç katlı bir gemiydi. Altı metre yarıçap üzerine on beş metre yükseklik. Gemiyi mağaraya dik olarak da sokmuş olabilirler, yatık olarak da. Birinci durumda derinlemesine, ikinci durumda ise diklemesine bir mağara gerekli.
Gölü çevreleyen sayısız tepelerden birinin oyuk olması yeterli bunun için. Tamam! Araştırmaları bu açıdan yürütmek gerekir öyle ya! Girişi örtülmüş doğal bir mağara. Önce taşlarla, sonra da topraklarla örtülmüş. Ormandaki taşkın bitki örtüsünün girişi de sarmasını sağlamak amacıyla.
Rampell'in köyde bu kadar uzun süre kalmış olmasının nedeni de açıklanmış oluyor: Mesajını yollamadan önce, gemiyi gizlediği yerin tam bir dokunulmazlık kazanmasını beklemişti herhalde.
Mesajın içeriği hakkında kesin bir bilgim de olmayabilir ayrıca. Ve şartlanmam da, ustaca ardarda sıralanmış
birtakım yalanlara dayanabilir. Reflekslerimi gerçeğe doğru yöneltecek şekilde sıralanmış yalanlara. Gerçeğin, o ana kadar bildiğimi sandığım şeye uymadığını her keşfedişim-de bir yalandan kurtularak; ve böylece, her yalanda gerçeğe biraz daha yaklaşarak...
Örneğin şu anda benim gerçek- olarak aldığım şeyi, bana doğru söyleten uyuşturucuları vermiş olanlar kesin bir doğru olarak kabul ediyor; ve böylece çıkmaza saplanmış oluyorlar.
Hafifçe gülümseyip bir sigara yakıyorum. Önümde, ufukta iyice alçalmış olan güneşin ışınları göle yayılıyor... Harika bir parıltı var suda. İnsanın gözleri kamaşıyor.
Gece neredeyse bastıracak. Çadırı bir kuvvet alanının içine alıp korumakta yarar var. Kumdaki bazı izlere bakacak olursak, yabani hayvanlar buradan su içiyor olmalı.
Hattâ belki bir dev canavar bile gelir kimbilir?
Bunlardan birini avlamak bayağı hoş olurdu hani. Hem de daha ilk günü. Ağır ağır çadıra doğru çıkıyorum. Gel-ma ile Riyella eşikte oturmuş. Onlar da sigara içiyor.
Dışarıdan bakan bir gözlemci için, ideal birer avcı kılı-ğındayız. Kadınlara yaklaşıp da Riyella'ya bazı tepelerin içindeki oyukları işitip işitmediğini sormaya hazırlanırken, gecenin ilk çığlığını işitiyoruz.
Bir gece kuşunun bağırtısını andıran uzun bir çığlık bu. Üç perdeden çıkıyor. Bir sıçrayışta doğruluyor Riyella, dikkat kesiliyor birden. Gelma soruyor:
Vahşi bir hayvan mı bu?
Hayır! Bir tehlike işareti. Tarar'ın haykırışı bu.
Kimin?
Tarar. Benim kabilemden biri.
İkinci defa çınlıyor aynı bağırtı. Bu defa başka bir perdeden geliyor ve bu kez Riyella da keskin bir bağırtıyla cevap veriyor.
Ne var, ne oluyor?
Bir mesaj herhalde diyor omuzlarını kaldırarak.
Böyle bir mesaj mı bekliyordunuz?
Hayır! Köyde bir şey oldu galiba. Herhalde babam
yollamıştır.
Niçin?
Ne bileyim ben. Solyo'dan ayrıldığımız zaman, evde
gözetleme altında tutuyorlardı.
Altüst olmuş bir hali var kızın, yoksa endişelenmeyeceğim. Alabildiğine tedirgin ve sinirli bir sesle:
Bekleyelim bakalım diyor.
Yürümeye koyuluyor sonra.
Körfezden uzakta mı bu haberci?
Pek değil... Sonra... İki kişiler.
Her ikisinin de sizin kabileden olduğuna emin mi
siniz?
Evet!
Bir gece kuşunun çığlığını herkes kolayca taklit
edebilir. Sizi aldatmaya çalışan, Toralı polisler olmasın
bunlar?
- Bağıranlar, benim kabilemin adamlarıydı. Bunu ke
sinlikle söyleyebilirim, ama yalnız olup olmadıklarını bil
mem.
Bu defa Riyella uzun bir çığlık atıyor, son titreşimleri biraz farklı bir çığlık. Ve cevap derhal işitiliyor. İyice yakında bu defa.
- Yalnızlar diyor Riyella. Ama eğer Toralılar, bizim
sesli şifremizi biliyorlarsa, habercileri istedikleri gibi bağır
maya zorlamış olabilirler.
Gözüktüler işte. Körfezin kıyısındaki yüksek otların arasından çıkıyorlar. Mızraklı iki savaşçı. İkisi de koşuyor ama biri daha geride kalıyor. Koşamıyor gibi bir hali var adamın. Sendelediğini görüyoruz.
Hemen çadıra dalıp Riyella'ya verdiğim çekimdışı kemeri alıyorum ve iticiye uzanıyorum bir sıçrayışta. İkinci bir sıçrayış, beni sendeleyen habercinin yanına ulaştırıyor. Geldiğimi görünce duruyor adam. Omuzundan yaralı. Ya-
rası ağır değil aslında, ama epeyce kan kaybetmiş. Yanına iniyorum:
- Toralılar mı?
Yarasını göstererek sorduğum için anlıyor ve «evet» diyor bir baş hareketiyle. Kemeri uzatıyorum:
- Bağla bunu beline.
Hiçbir şey sormadan dediğimi yapıyor adam; ve kemeri beline geçirir geçirmez, tertibatı çalıştırıyor, ve adamı kolundan sımsıkı yakalayıp havalandırıyorum.
Ayakları yerden kesilince küçük bir çığlık atıyor dehşetten, ama mızrağını bırakmıyor yine de. Hızlı bir uçuş. Öteki haberciyle aynı anda çadıra ulaşıyoruz.
Riyella'nın ayaklarına kapanıyor ilk haberci ve soluk soluğa sesle:
- Toralılar babanı öldürdüler diye bağırıyor. Solyolu
Klar yok artık. Bundan böyle ovanın hükümdarı sensin
Riyella.
Beşinci Bölüm
- BABAMI!..
Sapsarı kesiliyor Riyella. Bir dehşet ifadesi okuyorum gözlerinde. Habercinin yanma diz çöküp:
Anlat ne oldu? diyor.
Tillü ile bütün ailesinin öldürülmesini emretti Tora-
lılar ve Klar bunu karşı çıktı; ama dinlemediler kendisi.
O da bunun üzerine gizli geçitten kuleyi terkedip savaşçı
ları çağırdı.
Çatışma oldu mu?
Oldu ve polisler köyü terketmek zorunda kaldılar.
Ama çok geçmeden yardım alıp döndüler; ve Klar, köyün
yakılıp yıkılmasını önlemek için teslim oldu.
Dişlerini sıkıyor adam, boğuk bir sesle ekliyor:
- Yine de yakıp yıktılar köyü. Klar'ı cellâda teslim et
tikten sonra, köyün altını üstüne getirdiler. Bir ay işkence
yapacaklardı babana; ama o, ilk aldığı yaralardan birine
zehir döküp ölmeyi başardı.
Riyella yavaşça doğruluyor. Yüzü ifadesiz. Bu sefer ben yaklaşıyorum haberciye:
Tillü, geceyi geçirdiğimiz evde bize hizmet eden
genç kız değil mi?
Evet.
- Suçu neymiş peki?
Sert sert bakıyor adam:
Seni uyarmak. Toralılar'ın sizi öldürmek istediğini
söylemiş sana.
Nerden biliyor polisler bunu söylediğini?
Odanıza mikrofon yerleştirmişler.
Demek ki, nereye konacağımızı önceden biliyorlardı! Ancak bir casusun varlığıyle açıklanabilir bu durum. Dünyadaki Dış Güvenlik Servisinde Tora'nın bir casusu!.
Tillü öldü mü?
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Dehşet Tora - 3
- Büleklär
- Uzayda Dehşet Tora - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3949Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221727.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3961Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215630.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216427.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3830Unikal süzlärneñ gomumi sanı 218028.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3984Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221028.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3867Unikal süzlärneñ gomumi sanı 215027.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216528.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Dehşet Tora - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 448Unikal süzlärneñ gomumi sanı 35536.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.