Türkiye'nin Yeni Dünyası - 5

Süzlärneñ gomumi sanı 3736
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1842
20.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
31.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
37.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
Bu tür farklılıklar 1950’lerdeki katı düşmanlığa hiçbir şekilde benzememektedir. Bugün her iki ülke de barış sürecini desteklemekte, ABD ile yakın stratejik ilişkilerini sürdürmekte ve radikal islami gruplardan kendi ulusal güvenliklerine yönelik benzer tehdit algılaması içinde bulunmaktadırlar. Arap dayanışması ve Arap dünyası içinde Mısır’ın doğal lider konumu bazen sürtüşmeleren neden olabilmektedir. Türkiye’nin Arap komşularıyla ilişkilerindeki uyuşmazlıklar bunalıma dönüştüğünde Mısır’ın Türkiye’yi destekleyeceğini ya da en azından sessiz kalacağını beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Ürdün
Ürdün ve Türkiye arasında öteden beri iyi ilişkiler bulunmaktadır. Soğuk Savaş sırasında Ürdün'ün Batı yanlısı tutumu ve Türkiye'yle de aralarında soğuk ilişkiler bulunan radikal Arap ülkeleriyle yaşadığı uyuşmazlıklar bu ilişkileri etkileyen önemli etkenlerdi. Türkiye gibi Ürdün'ün de, daha değişik nedenlerden kaynaklansa da Suriye'yle arasında sorunlu ilişkiler bulunmaktadır. Suriye'nin krala karşı Filistinli grupları desteklemek için Eylül 1970'te Ürdün'ü kısa süre işgal etmesi Ürdünlülerin hala hafızasındadır. 1990'ların sonunda dahi, Kral Hüseyin Suriye'yi, ülkesindeki radikal grupları ve terörizmi desteklemekle suçlamıştır.
Türk-Ürdün ilişkileri, 1990'ların sonunda belirgin bir biçimde gelişmeye başladı. Her taraflar arasında yüksek düzeyli ziyaretler ve sıklıkla da daha alt düzeyde görüşmeler gerçekleşti. Merhum Kral Hüseyin, su sorunu, kuzey Irak ve Türk-İsrail askeri işbirliği gibi konulardaki ılımlı ve dengeli tutumu nedeniyle Türkiye'nin övgüsüne mazhar olmuştu. Ürdün, Ocak 1998'de İsrail, Türkiye ve ABD tarafından gerçekleştirilen arama-kurtarma tatbikatına gözlemci olarak katılmıştı.32 Nisan 1998'de, Ürdün ve Türkiye karşılıklı askeri ziyaretlerde bulunma konusunuda mutabakata vardılar. Yine aynı yıl genel kurmay başkan yardımcısı orgeneral Çevik Bir, Kral'dan bir liyakat nişanı aldı.33Yakın ilişkilere yönelik bu eğilimin Kral Hüseyin'in oğlu ve halefi II. Abdullah döneminde de süreceği beklenmektedir.
Filistinliler
Türkiye'nin Filistin davasındaki ilişkileri inişli çıkışlı bir grafik çizmektedir. 1947'de Türkiye, Arap devletleriyle birlikte Filistin'in parçalanması aleyhinde oy kullanmıştır. Fakat 1949'da, Türkiye, İsrail'i tanıyan ilk müslüman ülke olmuş ve 1960'ların sonlarına değin, Filistin davasından uzak kalmıştır. Bu tarihten sonra ise düzenli olarak, Filistin haklarını destekleyen BM kararlarının lehinde oy kullanmıştır. İlişkilerin gelişmesi ve Ankara’da bir FKÖ temsilciliğinin açılması için, FKÖ’nün Türkiye’deki terör eylemlerine karışan radikal grupları desteklemesi nedeniyle, 1979 yılına kadar beklemek gerekecektir.34 Fakat bu tarihten sonra, Türk-Filistin ilişkileri, çok olumlu bir hal almıştır. Türkiye, Filistin Ulusal Konseyi 1988’de bağımsızlık ilan ettiğinde, Filistinlilerin “devlet” statüsünü tanıyan Arap olmayan ilk devletlerden biri olmuştur. Arafat 1994’te Filistin Yönetimini kurduktan hemen sonra Türkiye’ye bir ziyarette bulunmuş, bundan bir yıl sonra da başbakan Tansu Çiller, İsrail’e yaptığı resmi bir ziyaretten sonra Gazze’ye uğrayarak, dünyada Arafat’ı ziyaret eden ilk hükümet başkanı olmuştur.
Türkiye’nin barış süreci içinde yer almasının önemini vurgulayan ve Filistin’in ekeonomik gelişimi için Türkiye’den yardım isteyen Arafat, birçok vesileyle Türkiye’ye ziyarette bulunmuştur. Kral Hüseyin gibi Arafat da, Türk-İsrail ilişkilerine ve Türkiye’nın Kuzey Irak’a düzenlediği sınır ötesi operasyonlara dengeli bir yaklaşım benimsemiştir. 1997 Haziranında FKÖ’nün Ankara nezdindeki elçisi Fuad Yasin, “Türkiye’nin sınırlarını terörist saldırılardan korumaya hakkı olduğunu” söyleyerek Filistinlilerin, Türkiye’den kendileri için önem arz eden meselelerde daha duyarlı davranmasını beklediklerini belirtmiştir.35
1990’ların sonunda, barış sürecinin tıkanması, Filistinlilerin Türk-İsrail ilişkilerinden daha fazla rahatsızlık duymalarına yol açtı. Temmuz 1998’de Türk dışişleri bakanı İsmail Cem’in İsrail ve Filistin Yönetimi’ne gerçekleştirdiği ziyaret sırasında, Arafat, Türkiye ile İsrail arasındaki yakın ilişkilerin Filistinlileri derinden yaraladığını dile getirdi. Bir Filistinli milletvekili de, Cem’e, “Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler ne kadar güçlenirse, İsrail’in Kudüs’te yeni bir statüko dayatmak için o kadar avantaj elde edeceğini” söyledi.36 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu şikayetleri cevaplamak için Nisan 1999’da Ankara’da Arafat’la biraraya geldi. Demirel bu görüşmede “İsrail’in, Ortadoğu barış sürecini tıkayan West Bank ve Kudüs’te izlediği politikaları onaylamamız mümkün değildir” diyerek açıkça İsrail’i eleştirdi. Demirel, Türkiye’nin Filistin davasına destek olacağı hususunda Arafat’ı temin ederek, Türkiye’nin İsrail üzerindeki tüm nüfuzunu barış sürecinin devam etmesi için kullanacağına söz verdi.37
Sıcak ikili ilişkilere karşın, Türk dış politikası defalarca Filistinlileri hayal kırıklığına uğratmış ve verdiği taahhütleri yerine getirmemiştir. Arafat, Demirel’den Uluslararası gözlemci olarak Filistin seçimlerine 60 Türk gözlemcinin katılması için ricada bulunmuş ancak 1996 yılındaki seçimlere yalnızca 4 gözlemci gönderilmiştir. Halbuki, birçok ülke sözkonusu seçimlere parlamento üyeleri ve önde gelen politikacılar da dahil olmak üzere çok sayıda gözlemci göndermiştir. 2000 yılı itibariyle, Türkiye hala Filistin Yönetimi’ne 1993 yılında vaat ettiği 50 milyon $’lık krediyi serbet bırakmadığı gibi, dışişleri bakanlığının Filistinli mültecileri eğitmeye yönelik projesi de gerekli 4 milyon $ bulunamadığı için gerçekleştirilememiştir.
Türkiye, barış sürecini ve Filistinlileri destekleme potansiyelini kullanamamaktadır. Bu durum çok üzücüdür çünkü Türkiye İsrail ve Filistinliler arasındaki iyiniyetli birkaç ülkeden biridir. Barış sürecindeki olumsuz gelişmeler ve Filistinlilerin mağduriyeti Türkiye’nin iç siyasetini de doğrudan etkileyeceği ve bundan radikal gruplarla Türkiye’nin Ortadoğu’daki rakipleri yararlanacağı için, Türkiye, bu iyiniyetini daha etkin bir biçimde kullanmalıdır.
Körfez Ülkeleri
1990-91 Körfez krizine kadar, Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında yoğun ekonomik ilişkiler bulunmaktaydı. Türkiye Suudi Arabistan ve Kuveyt'ten petrol ithal etmekte, karşılığında ise tarım ürünleri satmaktaydı. Çok sayıda Türk şirketi, Körfez bölgesinde özellikle de Suudi Arabistan'daki büyük inşaat projelerinde yer almıştır. Yine de Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle anlamlı güvenlik ve siyasi bağları bulunmamaktadır.
Irak'ın Kuveyt'i işgali bir yandan bu ülkelerle olan ticareti yok ederken, diğer yandan da Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerine yepyeni bir boyut kazandırmıştır. Türkiye Irak sınırına yüzbinlerce asker yığarak ve Irak'ın bombalanması için ABD'nin, topraklarını kullanmasına izin vererek, Körfez krizinde, çok kritik bir rol oynadı.38 Hem Kuveyt hem de Suudi Arabistan, Türkiye'nin oynadığı rolden dolayı minnettarlıklarını sunarak, Irak'a uygulanan ticari ambargo nedeniyle Türkiye'nin uğradı zararların karşılanması için mali yardım sözü verdiler.39 Türkiye bu yardımın bir kısmını hibe ve petrol şeklinde aldı40 ama alınan yardım miktarının düşüklüğü, Türklerde ihanete uğrama ve fedakarlıklarının karşılığını alamama hissi uyandırdı.41Körfez krizinden beri, Irak'tan geçen direkt ticaret yollarınının yok olması nedeniyle, Türkiye'nin bölgeye yaptığı ihracat düşmüş bundan sonra Türk inşaat şirketleri Orta Asya, Rusya ve Avrupa pazarlarına açılmıştır. Türkiye'nin Suudi Arabistan'dan yaptığı petrol ithalatı, Irak'tan yapılan ithalatın yerine ikame edildiği için belirgin bir biçimde artmıştır. Fakat gelecekteki petrol ve doğal gaz ithalatı açısından Türkiye, yönünü Körfezden çok İran, Orta Asya ve Azerbaycan'a çevirme eğilimindedir. Irak'a uygulanan ambargo kalkmadan ve ekonomik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi için idari çaba gösterilmeksizin, Türkiye'nin körfezdeki ekonomik konumunu yeniden nasıl elde edeceği, helede bu bölgedeki ticari bağlantılar yok olmuşken, büyük bir soru işaretidir.
Ankara'nın Körfez ülkelerine yönelik önemli bir girişimde bulunacağı şüphelidir. Nitekim, Dışişleri bakanı İsmail Cem, 1998'in sonlarındaki bir mülakatta Türk dış politikasının açılımlarını irdelerken, Türkiye'nin bir Ortadoğu ülkesi olduğu kadar bir Balkan ülkesi de olduğunu belirtmiş fakat mülakatın hiçbir yerinde Körfez ülkelerine doğrudan göndermede bulunmamıştı.42
İran
Türkiye ve İran, yüzyıllardır bölgede rekabet halinde bulunan iki devlettir. Fakat, çok sayıda bilimadamının da işaret ettiği gibi, bu iki devlet 17. Yüzyıldan beri savaşmamakta ve aralarında herhangi bir toprak anlaşmazlığı bulunmamaktadır.43Bu uzun göreli barış dönemi iki devletin pragmatik ilişkiler geliştirmesine yardımcı olmuştur.
1979 İran devriminden sonra, ilişkiler çok düşük düzeye indi. Bu durumun nedeni her iki devletin de birbirini kendi içişlerine karışmakla suçlamasıydı. Türkiye, sık sık, İran'ı İslami köktendinci grupları desteklemekle suçlamış; İran ise, Türkiye'yi Halkın Mücahitleri gibi muhalif grupları barındırmak ve İran içindeki Azeri azınlığı ayrılıkçılığa teşvik etmekle itham etmiştir.44
Son birkaç yıldır, Türk ordusunun PKK'ya yönelik operasyonları İran sınırına yakın yerlerde yoğunlaştığında, iki devlet askeri çatışmanın eşiğine gelmiştir. 1994 ve 1999 yıllarında, PKK’yı takip eden Türk savaş uçakları İran sınırındaki köylere zarar vermişti. Söylendiğine göre, 1995 Mayısının başlarında, dönemin hükümeti, İran’daki PKK üslerini vurmayı bile düşünmüştü.45 Temmuz 1996'da PKK, İran sınırı üzerindeki Türk karakollarına saldırı düzenledi. Demirel saldırı sonrasında sınırı ziyaret ederek İran'ı sert bir biçimde eleştirdi.46 Şubat 1997'de, İran'ın Ankara büyükelçisi, İslami köktendincilerin Sincan'da düzenledikleri bir toplantıda kışkırtıcı bir konuşma yapınca ilişkiler daha da gerginleşti.
1999 yazında, ilişkiler bir kez daha kötüleşti. Başbakan Ecevit, İran şehirlerinde patlak veren hükümet karşıtı gösterileri "sonu gelmiş bir baskı rejimi"ne karşı gösterilen "doğal" bir tepki olarak nitelendirdi. Dört gün sonra, Tahran, PKK'yı takip eden Türk savaş uçaklarının İran sınırındaki köyleri vurarak beş sivilin hayatını kaybetmesine sebep olduğunu iddia etti. Türkiye, başlangıçta iddiayı reddetmiş olmasına karşın daha sonra olayın doğru olduğunu zımnen kabul etti. Bombalama olayından sadece birkaç gün sonra, İran, sınır bölgesinde iki Türk askerini yakalamış, yargılamakla tehdit etmiş ve iki hafta sonra serbest bırakmıştır. Askerlerin Türkiye’ye geri dönmesiyle, gerilim düşmüş ve ihtilaf sona ermiştir.47
Türkiye’nin İran’a yönelttiği PKK ve İslami köktendinciliği desteklediğine ilişkin iddialarının dışında, iki ülke arasında birçok uyuşmazlık alanı bulunmaktadır. Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetleri için en iyi modelin hangi ülke olacağı konusunda iki ülke arasında çetin bir rekabet bulunmaktadır. Fakat, her iki ülke de sözkonusu bölgeyi etkileri altına alabilecek kaynaklara sahip olmadığı ve Orta Asya ülkeleri, Türk ya da İran modelini seçmekten çok ilişkilerini çeşitlendirmeye hevesli gözüktükleri için iki ülke arasındaki rekabetin hızı azaldı. İran’ın pan-Türkizme ve pan-Türkizmin İran’daki Azeri azınlık üzerindeki etkisine yönelik korkusu, Azerbaycan’ın pan-Türkist devlet başkanı Ebulfeyz Elçibey’in 1993’te iktidardan düşmesiyle hafifledi.48 İki ülke arasındaki diğer uyuşmazlık konuları ise, İran’ın uzun menzilli füze ve kitle iletişim silahları geliştirme çabalarıdır. Tahran ayrıca, Ermenistan, Yunanistan ve bir ölçüde Rusya ile stratejik ilişkiler kurma arayışına girmiştir.49
İkili sorunlar ve rejim farklılıklarına karşın, pragmatizm ve sağduyu genellikle Türk-İran ilişkilerine egemen olmaktadır. Türkiye doğal gaza ihtiyaç duymakta ve kaynaklarını çeşitlendirmek istemektedir. 2001’in ortalarından başlayarak İran’dan gaz alımı konusunda mutabakata varmıştır. Türkiye İran’ı önemli bir pazar ve Orta Asya’ya transit geçiş yolu olarak görmektedir. Aynı şekilde İran açısından da Türkiye Batı’ya açılan kapı niteliğindedir.
Türkiye, İran’da bazı ılımlı liderlerin ortaya çıkması ve 1997’de Muhammed Hatemi’nin Cumhurbaşkanı olmasıyla umutlanmıştır. 1998’de Hatemi yönetimi, Türkiye ile Suriye arasındaki krizde arabulucu olmuştu. Söylendiğine göre, Suriye’nin PKK’ya verdiği desteği keserek Öcalan’ı sınırdışı etmeye hazır olduğunu ilk kez İran dışişleri bakanı Kemal Harazzi söylemişti.50 Yine de, Ankara, gözlemcilerin, Tahran’da Hatemi’den çok baskıcı mollaların siyasi gücü ellerinde tutmaya devam ettiklerine ilişkin görüşlerini paylaşmaktadır. Eğer İran’da siyasi sistemin liberalleşme süreci devam ederse, Türk-İran ilişkilerine pragmatizm, daha az sorun ve iki ülke tarafından paylaşılan ortak çıkarlar egemen olacaktır.51
Ortadoğuda Türkiye ve ABD
Türkiye ve ABD, Missouri zırhlısı, Stalin’in tehditlerine karşılık olarak, 1946’da İstanbul limanına demirlediğinden beri iki müttefik devlettir. Fakat iki ülke arasındaki ilişkiler hep pürüzsüz bir zeminde ilerlememiştir. Ortadoğu’yla ilgili olarak iki ülke sık sık anlaşmazlığa düşse de, anlaşmazlık noktaları temele ilişkin olmayıp nüanslarla ilgilidir. 1950’lerde ve 1960’lı yılların çoğunda, Ankara ve Washington’un Ortadoğu’ya ilişkin görüşleri ortaktı. Her iki ülkede Ortadoğu’ya Soğuk Savaş merceğinden bakmakta ve İsrail’le ilgili olarak aralarında önemli bir görüş ayrılığı bulunmamaktaydı.
Bu uyum 1967 Arap-İsrail savaşıyla bozuldu. İsrail’in Arap topraklarını özellikle de Doğu Kudüs’ü işgali Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü’ne katılmasında önemli bir rol oynadı. Türk diplomatlar, Kıbrıs’ta Türk tezlerine Arapların ve İslam ülkelerinin desteğini sağlama arayışına girdiler. Bu çaba, korktukları gibi, pek başarılı olmadı. Kıbrıs Rumlar, bağlantısız hareket içindeki üyeliklerinden gelen etki ve prestif sayesinde Araplar ve Müslümanlar arasında Türklere karşı üstünlük sağladı. 1970’lerin başlarında Türkiye’de İslamcı bir partinin yükselişi ve 1973 petrol krizinden sonra Arap pazarına girme ihtiyacı, Türkiye’nin ABD politikasından farklı bir yön benimsemesine yol açtı. Fakat, Türkiye İsrail’le ilişkilerini kesmedi. İsrail’in o topraklarda kalıcı ama sınırlarının tartışmalı olduğunu baştan kabul ederek, Filistin davasını destekledi ve FKÖ ile diplomatik ilişkiler kurdu.
İran-Irak savaşı sırasında, Irak’ı destekleyen ABD’nin aksine Türkiye tarafsız kaldı. Washington’un, İran’a yönelik çatışmacı yaklaşımını desteklemekten de kaçındı. Bunun yerine, Özal’ın liderliğinde, ticari çıkarlarla İslami ve kültürel dayanışmayı harmanlayan bir Ortadoğu politikası geliştirdi.
Irak bunalımının ardından, Özal 1992 yılında başlayan çok taraflı Ortadoğu barış süreci aracılığıyla yeni bir Ortadoğu yaratma olasılığının coşkusuna kapıldı. Bu sürecin arkasındaki düşünce- İsrailli ve Arap temsilcileri biraraya getiren çok taraflı çalışma grupları ve bölgesel barış ve güvenlikle ilgili kapsamlı yaklaşımıyla- Özal'ın karşılıklı bağımlılık olgusuna dayalı Ortadoğu vizyonuyla örtüşmekteydi. Fakat, Türkiye'nin barış sürecine katkısı çok az, etkisi de sınırlı olmuştur. Süreç tıkandıktan sonra, ABD'nin İsrail'i uzlaşmaya ikna etmekteki isteksizliği, özellikle Türk kamuoyunda düş kırıklığı yarattı.
Ortadoğu'daki Türk nüfuzu, tıkalı barış sürecini yeniden başlatmak ya da Ortadoğu'daki olayları etkilemek için yetersiz kalmaktadır. Yine de, ABD, Batı yanlısı demokratik bir Türkiye'yi Soğuk Savaş sonrası Ortadoğusunda, özellikle de Clinton yönetiminin İran ve Irak'a karşı "çifte çevreleme" politikasının uygulanmasında önemli bir ülke olarak görmektedir.52
İran ve Irak'ın yalnızlaştırılmasını hatta her ikisinde de rejim değişikliklerini öngören çifte çevreleme politikası, Türkiye'nin işbirliği olmaksızın uygulanamazdı. Irak'a yönelik BM yaptırımlarının etkili bir biçimde uygulanmasında Türkiye'nin desteği çok kritik bir rol oynamıştır. Çekiç Güç/Kuzeyden Keşif Harekatı'nın devamı için Türkiye'nin rızası, kuzey Irak'ın korunmasında çok önemlidir. Çekiç Güç/Kuzeyden Keşif Harekatı, ABD’nin, Kuzey Irak’ta, muhalif Irak Ulusal Kongresi’ni örgütlemesini–en azından Irak ordusu 1996’da hareketi yok edene değin- ve Kürt grupları Bağdat’ın denetiminin dışında tutmasını sağladı. ABD’nin İran politikası ise, müttefiklerinin iyiniyet ve işbirliğini gerektiren tek taraflı ilan edilmiş ambargoya dayanmaktadır. Türkiye’nin İran’la yakın ekonomik ilişkiler geliştirebilmesinin önünde önemli engeller bulunmaktadır. Örneğin, aralarındaki doğal gaz anlaşmasının yürürlüğe girmesi Ocak 2000’den Temmuz 2001’e ertelenmiştir. İran’ın PKK’yı ve köktendinci grupları desteklemesinden duyduğu memnuniyetsizlik de Türkiye’nin, ABD’nin İran’ı çevreleme çabalarına meyletmesini kolaylaştırmaktadır.
Batı’nın da görmeyi arzuladığı istikrarlı ve karşılıklı bağımlılık ilişkisine dayalı bir Ortadoğu ile Türkiye’nin çıkarlarına en iyi hizmet edecek Ortadoğu arasında tam bir uyum bulunmaktadır. Fakat günlük politikalar bakımından Ankara ve Washington birçok konuda birbirinden farklı davranmaya devam etmektedir.
Kuzey Irak’ta Çekiç Güç/Kuzeyden Keşif Harekatı ile ABD’nin varlığı, Türkiye’de, kendi toprak bütünlüğü pahasına ABD’nin bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına destek verdiğine ilişkin yaygın bir kanıya yol açtı.53 Sonuçta, Türk ordusundaki birçok subay da, onyıllara dayanan ittifaka rağmen, ABD’nin bölgedeki varlığına şüpheyle bakmaya başladı.54 Gerçekte ABD, kuzey Irak’ta Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgelere Irak hukukunca verilen özerkliğin ötesine geçen federal bir düzenleme getirmek istiyor gözükmektedir. ABD, KYP ve KDP’yi 1992’de kurulan federe yönetimin yeniden canlandırılması için işbirliği yapmaya ikna ettikten sonra Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan bunalım sırasında görüldüğü gibi Türkiye bu tasarıya karşı çıkmaktadır.
Türkiye Irak’ın BM kararlarına uyması gerektiğini düşünmesine karşın, yakın çıkarları uygulanan ticari yaptırımların gevşetilmesi ya da kaldırılmasından yanadır. Türkiye’deki karar alıcılar, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olmasıdan büyük rahatsızlık duymakla birlikte bunların kuvvet kullanımı yoluyla yok edilmesine karşı çıkmaktadırlar. Bu bağlamda kamuoyu çok önemli bir rol oynamakta ve Türk liderler bölgedeki ABD politikasının bir aracı olarak görülmek istememektedirler. Şubat 1998’de, Irak’ın BM’nin silah incelemelerine karşı çıkması üzerine yaşanan krizde, Ankara, ABD’nin Irak’a saldırı düzenlemesi için Türk topraklarını kullanmasına karşı çıktı. Bu karar kamuoyunun isteği doğrultusunda alınmıştı. Şubat 1998 krizinde yapılan komuoyu yoklamalarına göre, halkın % 80’i, Türkiye’deki üslerin Irak’a yönelik saldırılarda kullanılmasına karşı çıkmıştı.55 Fakat benzer bir bunalım 1998’in sonunda yine yaşanınca, Türk hükümeti bu kez işbirliği için hazırdı. Bu belirgin değişikliğin nedeni hiç şüphesiz ABD’nin Öcalan sorununda Türkiye’ye verdiği destekti.56
Türkiye’deki karar alıcılar, ABD’nin, Suriye’nin terörizme verdiği destekle ilgili pek çok konuda Suriye’ye baskı yapmayı keseceğinden endişe etmektedirler. Çoğu kişi, ABD açısından, Ortadoğu barış sürecinde Suriye’nin desteğini kazanmanın, Türkiye’nin terörizm karşıtı çıkarlarını dikkate almaktan daha önemli olduğunu düşünmektedir. Benzer şekilde, Suriye’nin Golan Tepeleri’ndeki su kaynaklarını İsrail’e devretmesini sağlamak için ABD’nin Fırat-Dicle su uyuşmazlığında Türkiye’ye baskı yapacağından endişe edilmektedir.
Sonuç
Ortadoğu’daki gelişmeler Türkiye-ABD ilişkilerini muhtemelen gelecekte de etkilemeye devam edecektir. 1990’larda iki diplomatın da belirttiği gibi Türkiye bölgede her zaman ABD’yle uyuşmayacağı gibi, ABD’nin taşeronu görüntüsü çizmek de istemeyecektir. Dolayısıyla ABD ve Türkiye’nin bölgeye ilişkin politikalarında gelecekte de farklılıklar olması muhtemeldir.57 Ancak bu, Türkiye ile ABD’nin bir çatışmaya doğru sürüklendikleri anlamına gelmemelidir. İki ülke bölgenin geleceğine yönelik ortak çıkarlara ve büyük ölçüde de ortak stratejik görüşe sahiptir. İran’daki liberalleşme çabaları da Türkiye ile ABD arasındaki farklılıkları azaltabilir. Ayrıca şimdilik bu farklılıklar, ABD’nin, Öcalan ve PKK konusunda Ankara’ya verdiği destek sayesinde Türkiye’de yarattığı olumlu hava ile büyük ölçüde azaltılmış durumdadır.
Türkiye’nin imkan ve kaabiliyetleri, Ortadoğu’daki siyasi gelişmeleri belirgin bir biçimde etkilemekten uzaktır. Fakat, Türkiye en azından varlığını hissettirebilir. Türkiye’deki karar alıcılar, Ortadoğu’ya büyük önem atfetmekte ve 1998’de Suriye’yle yaşanan bunalımda da görüldüğü gibi, bölgede iddialı davranmaya istekli olduklarını göstermektedirler. Kuzey Irak sorunu ile bölgedeki suların paylaşımına ilişkin uyuşmazlıklar Türkiyesiz çözülemez. Ekonomik gelişme de Türkiye’nin bölgedeki etkisini arttırabilir. Mısır, İran, İsrail ve son zamanlarda Suriye Türkiye’yle aralarındaki ticari ilişkileri genişletmek istemektedirler. Eğer Türkiye, demokrasisini daha iyi işler hale getirebilir ve toplumu daha özgürleştirirse, bu durum Ortadoğu’da toplumlararası etkileşimi teşvik edebilir. Böylece, Arapları ve İsrail’i de içeren bölgesel bir işbirliği ve bütünleşme çerçevesinin oluşturulmasına katkıda bulunulabilir.58
Meliha Benli Altunışık
Türkiye’nin İsrail Politikası
İsrail’le ittifak, Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasının en önemli yönlerinden birini oluşturmaktadır. Türkiye’nin siyasi ve askeri eliti, Ortadoğu politikasını, Türkiye’deki rejimin devamına, laikliğe ve ülkesel bütünlüğe doğrudan bağlı olarak görmeye başladığı için, İsrail'le yakın ilişkiler, büyük ölçüde Türkiye’nin bölgesel güvenlik endişelerinin yeniden tanımlanmasınının bir sonucudur.
Türk-İsrail ittifakı bölgede şok dalgalarına yol açmış ve Türkiye bölge devletlerinin, özellikle de Suriye ve İran'ın eleştirilerine hedef olmuştur. Fakat, önceki dönemlerde İsrail ve Arap devletleri arasında katı bir denge politikası güden Ankara, bu dönemde Arap-İsrail barış sürecinde çıkan sorunlara fazla önem vermemiş ve eleştirileri çoğunlukla gözardı etmiştir.
İlişkilerin Normalleşmesi
Ortadoğu, 1990'ların başlarında önemli bir yol ayrımındaydı. Soğuk Savaş'ın sona ermesinin yansımaları, henüz hissedilmeye başlanıyordu. Körfez Savaşı siyasi-stratejik ortamı daha da değiştirdi. Türk yöneticiler, diğer birçok ülkedeki karşıtları gibi, bu gelişmelerden faydalanmaya çalıştılar. Türkiye, Irak'a karşı ABD önderliğinde oluşturulan koalisyona dolaylı ama etkin bir biçimde katılmıştı. Bu politika ve Turgut Özal'ın cesur liderlik tarzı ülke içinde sıcak tartışmalara neden oldu. Türkiye'nin Körfez Savaşı'ndan beklediği faydaları elde edemediğine ilişkin yaygın görüş, Özal'ı ve politikalarını maceracalıkla eleştirenlerin ellerini güçlendirdi. Özal'ın 1993'te ölümü, dış politikada risk alma dönemine kesin olarak bir son verdi.
Türk-İsrail ilişkilerindeki normalleşme, büyük ölçüde yeni uluslararası ve bölgesel gelişmelere bir tepki niteliğindeydi. 1991 Madrid barış konferansı ile başlayan Arap-İsrail barış süreci, ilişkilerin normalleşmesine ivme kazandırdı. Bu süreç Türkiye'nin özellikle 1960'lardan beri sürdürdüğü Arap ülkeleri ve İsrail arasında denge politikasını terk etmesini sağladı. Fakat, "Arap yanlısı" politikanın zirvesinde bile ve Arap ülkelerinin baskısına rağmen, Ankara, İsrail'le ilişkileri bütünüyle kesmeyi hiç düşünmemiştir. NATO üyesi ve ABD'nin müttefiki olarak Türkiye eskiden beri İsrail'e olumlu bakmıştır. Siyasi elit daha çok ABD'deki İsrail yanlısı lobi ve örgütlerin yardımını elde etmekle ilgilenmiştir.
Körfez Savaşı'ndan sonra İsrail'le ilişkilerin normalleşmesi bir ölçüde 1980'lerin sonlarında iki ülke arasındaki artan temasın sonucudur. Türkiye ile İsrail arasındaki resmi ilişkiler maslahatgüzar düzeyinde yürütülse de 1985'ten itibaren, iki ülke birbirlerine yüksek düzeyli diplomatlar atadı. Türkiye, diplomatik ilişkileri ikinci katip düzeyine indirdiğinde ilişkiler yeniden 1980 öncesine döndü. Eylül 1987'de Türk ve İsrail dışişleri bakanları bir Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında biraraya geldiler. Dönemin Başbakanı Özal, İsrail'le ilişkilerin geliştirilmesi hususunu açıkça tartışmaya açtı. Özal, eğer Türkiye, Ortadoğu sorunlarının çözümünde rol oynamak istiyorsa, Arap ülkelerinin yanı sıra İsrail'le de ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini savundu. 1980'lerde iki ülke arasında istihbari işbirliğinin arttığına ilişkin söylentiler de bulunmaktadır.1 Bundan dolayı, barış sürecinin başlaması, ilişkilerin iyileşmesinin önündeki son engeli de ortadan kaldırdı. Daha da önemlisi, barış süreci, Arap ülkeleriyle İsrail arasındaki ilişkileri de normalleştirdiği için, Türk-İsrail yakınlaşmasını kamuoyu nezdinde de kabuledilebilir hale getirdi.
Bu dönemde, ilişkilerin gelişmesini kolaylaştıran iki etken daha bulunmaktaydı. Birincisi, ABD, her iki ülkenin de Soğuk Savaş'ta stratejik önemi olduğunu düşünmekte ve "yeni dünya düzeni"nin doğmasında bu iki ülkenin rolüyle ilgilenmekteydi.2Bu nedenle iki müttefiki arasındaki ilişkileri memnuniyetle karşılayarak destekledi.
İkincisi, Arap yanlısı politakanın sonuçları Ankara'yı düş kırıklığına uğratmıştı. Bu düş kırıklığı, politikacılar tarafından gizlice fakat birçok gazeteci ve akademisyen tarafından açıkça dile getirilmeye başlandı.3Türk dış politikasında 1960'ların ortalarına değin uzanan Arap yanlısı tutumun nedenlerinden biri de, özellikle Kıbrıs sorununda Ankara'nın dış politika çıkarlarına Arap devletlerinin desteğini çekmekti.4Fakat, gerek Kıbrıs gerekse başka konularda hiçbir destek sağlanamadı.
Sonunda, 1960'lardan 1980'lere kadar süren Arap yanlısı politikadan arda kalan, Arap dünyasıyla gelişmiş ekonomik ilişkiler oldu. Fakat, ayrıntılı bir biçimde incelendiğinde kolaylıkla görülebileceği gibi, bu ilişkiler özel koşullara bağlıydı. 1970'lerde, bölge çapındaki petrol ekonomisi, ticari ilişkilerin gelişmesini kolaylaştırdı.5Bundan sonra bile, ilişkiler petrol üreten devletlerle sınırlı kaldı. 1980'lerde, 8 yıl süren İran-Irak savaşı bir ticaret patlamasına yol açtı. 1980'lerin ortasında başlayan petrol gelirlerindeki düşüş, Türk işadamları açısından bölgenin cazibesinin düşmesine yol açtı. Türkiye'nin Ortadoğu'ya yaptığı ihracatın toplam ihracat içindeki payı 1987'de % 27 iken 1993'te % 14'e düştü. Aynı dönemde, bölgeden yapılan ithalat ise % 19'dan % 11'e düşmüştü.
Ayrıca, Kürt sorunu ve Dicle-Fırat sularının paylaşımıyla ilgili uyuşmazlık, 1980'lerde Türkiye'nin Ortadoğu komşularıyla ilişkilerini zaten sınırlandırmıştı. Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yirmiden fazla baraj inşa etmek suretiyle hidroelektrik enerji ve sulama ihtiyacını karşılamayı düşünen Türkiye 1977 yılında Güneydoğu Anadolu Projesini (GAP) başlattı. Bu büyük proje, Ankara'nın Şam ve Bağdat'la olan ilişkilerinde sorunlara neden oldu.6 Suriye'nin PKK lideri Öcalan'ı barındırmaya karar vermesi de, Türkiye'de 1980 askeri darbesinden sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde gerilimler yaşanmasına yol açtı.7
Bu mülahazaları göz önünde bulunduran Türk siyasi eliti, İsrail'le ilişkileri normalleştirmeye karar verdi. Aralık 1991'de, Ankara hem İsrail'le hem de FKÖ ile ilişkilerini büyükelçilik düzeyine yükseltti. Bu başlangıç aşamasında, ikili ilişkilerdeki gelişme kendisini en fazla ticaret üzerinde hissettirdi. Ticaret hacmi 1992-1994 arasında % 62 arttı. Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik olarak yasal bir çerçeve hazırlamak için, iki ülke, çifte vergilendirme, yatırım teşvikleri ve serbest ticaret anlaşması konusunda müzakerelere başladı. Türkiye'yi ziyaret eden İsrail'li turist sayısındaki çarpıcı artış da –yılda 300.000- normalleşmenin bir başka önemli göstergesiydi.
Türkiye ile İsrail Arasındaki İkili Ticaret (ABD $ olarak)
Yıl
İhracat
İthalat
Denge*
Hacim
1989


1990


1991


1992


1993


1994


1995


1996


1997


1998


1999


* Bu sütunda, artı değerler ticaret dengesinin Türkiye lehine, eksi değerler ise İsrail lehine olduğunu göstermektedir. Fakat Ankara, her türlü siyasi ve güvenlik işbirliği olasılığını reddettiği için Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin gelişmesinde hala sınırlılıklar bulunmaktaydı. Ekim 1992'de, genel kurmay genel sekreterliği, Türk-İsrail işbirliğinin hiçbir biçimde askeri nitelik taşımadığını açıkladı. Açıklamada, "Ortadoğu'daki gerçeklerin ışığında, kendisi de bir İslam ülkesi olan Türkiye, İsrail ve Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinde dengeli olmaya özen göstermektedir"8denildi. İsrail'in güney Lübnan'a düzenlediği saldırının ertesinde, dönemin dışişleri bakanı Hikmet Çetin'in Temmuz 1993'te İsrail'e gerçekleştirmeyi planladığı ziyaret iptal edildi. Bundan dolayı, Körfez Savaşı'nın hemen sonrasında Türkiye, Ortadoğu sorunlarına etkin bir biçimde katılma politikasından yine geleneksel denge ve ihtiyat politikasına geri döndü. Ankara, İsrail'le ilişkilerin gelişmesini Arap-İsrail barış sürecine bağladı.
Yine bu dönemde Türkiye, Suriye'yle arasındaki sorunları çözme arayışına girdi ve Türk-Suriye ilişkileri 1990'ların başında gelişmeye başladı. Nisan 1992'de aralarında dışişleri bakanı Hikmet Çetin ve içişleri bakanı İsmet Sezgin'in de bulunduğu yüksek düzeyli Türk yetkililerinden oluşan bir heyet Şam'a giderek yeni bir güvenlik protokolü üzerinde müzakerelerde bulundu. Türkiye ve Suriye "terörizme karşı işbirliği yapma ve teröristlerin bir ülkeden diğerine geçini engelleme" hususunda anlaşmaya vardılar.9 Dönüşte Sezgin Suriye'nin PKK'yı desteklemeyeceğini, PKK'nın Türkiye'ye karşı saldırılarda bulunmasına izin vermeyeceğini ve Suriye'nin denetimindeki Bekaa Vadisi'ndeki PKK üslerinin kapatılacağını kamuoyuna duyurdu.10 1994 yılında, Suriye'ye bir ziyarette bulunan içişleri bakını Nahit Menteşe iki ülke arasındaki ilişkilerin çok iyi olduğunu açıkladı. Kasım 1992'den itibaren, Türkiye, önemli bölgesel sorunları özellikle de kuzey Irak'taki durumu görüşmek üzere Suriye ve İran'la üçlü toplantılar düzenlemeye başladı. Bu toplantıların en önemli nedeni, Irak'ın üç komşusu tarafından Kürt devletine yönelik ciddi bir adım olarak algılanan Mayıs 1992'deki Kürt ulusal meclisi seçimleriydi. Bu toplantılarda, Suriye ve Türkiye, Irak'ın ülke bütünlüğünün yeniden kurulması çağrısında bulundu. Ocak 1993'te İncirlik'ten kalkan ABD savaş uçakları Irak tesislerini bombaladığında her iki ülke de ABD'yi eleştirdi. Başbakan Süleyman Demirel, gelişmeleri Hafız Esat'la görüşmek üzere Şam'a uçtu. Görüşmeden sonra, Demirel "Irak'taki sivil halka zarar verebilecek her eylemin karşısındayız" açıklamasında bulundu.11
İran'ın da yer aldığı üçlü toplantılar, Türkiye ile Suriye arasındaki sorunların çözümü için de fırsat yarattı. 1994'te İstanbul'daki üçlü toplantıdan önce, Türk ve Suriye dışişleri bakanları bir saatlik özel bir görüşme yaptılar. Görüşmenin ardından, Suriye dışişleri bakanı Faruk El Şara görüşmeden duyduğu memnuniyeti dile getirirken, Türk karşıtı Çetin Türk-Suriye ilişkilerinin her alanda geliştirilmesi için iki ülkenin de ellerinden geleni yapacağı hususunda anlaşmaya vardıklarını açıkladı.12 Bunu, Türk basınında yer alan Suriye'nin 400 PKK militanını tutukladığına ilişkin haberler izledi.13İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman, Ocak 1994'te Türkiye'ye bir ziyarette bulunarak İsrail'in Suriye ile daha iyi ilişkiler geliştirmesi gerektiğini ve Türkiye'nin de bu konuda arabulucu olmasını arzuladıklarını ifade etti.14
Türkiye'nin Ortadoğu'daki Değişen Algılamaları
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Türkiye'nin Yeni Dünyası - 6
  • Büleklär
  • Türkiye'nin Yeni Dünyası - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3658
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2002
    18.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    28.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    34.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Türkiye'nin Yeni Dünyası - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3563
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1989
    21.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    32.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    38.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Türkiye'nin Yeni Dünyası - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3810
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1735
    19.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    29.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    34.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Türkiye'nin Yeni Dünyası - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3856
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1920
    20.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    30.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    36.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Türkiye'nin Yeni Dünyası - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3736
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1842
    20.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    31.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    37.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Türkiye'nin Yeni Dünyası - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3788
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1938
    18.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    29.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    35.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Türkiye'nin Yeni Dünyası - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 269
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 210
    39.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.