Taras Bulba - 3

Süzlärneñ gomumi sanı 3768
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2232
27.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
40.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
46.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
- Olmaz, ne Türklerin, ne de Tatarların yurduna giremeyiz.
- Niçin giremezmişiz?
- Öyle işte. Söz verdik padişaha, barışı bozamayız.
- Ama onlar gavur! Kutsal kitabımız "Gavurları öldürünüz!" diye buyurmuyor mu?
- Hayır, yapamayız. Dinimiz üstüne ant içmemiş olsaydık yapabilirdik. Ama şimdi olmaz.
- Olmayacağını nasıl söyleyebiliyorsun? Neden olmazmış? Bak, aslan gibi iki oğlum var, daha ne savaş yüzü gördüler, ne de düşman tanıdılar. Sen şimdi kalkmış, "Savaşmaya hakkımız yok!" diyorsun. Bundan böyle Zaporojyeliler savaşmayacaklar mı yani?
- Hayır, savaşmayacaklar.
- Demek oluyor ki, Kazaklar yerlerinden kıpırdamayacaklar, hareketsiz dura dura çürüyecekler, ne yurdumuza, ne dinimize zerrece yararımız dokunmayacak!.. Öyleyse sence yaşamamızın ne anlamı kalıyor? Hadi, söyle de anlayalım. Aklı eren bir adamsın sen, başımıza geçirdiklerine göre bir bildiğin var demektir. Bir yol açıkla şunu: Ne diye yaşıyoruz şu dünyada?
Ordu atamanının sorulara doyurucu bir yanıt vermeyişinden, Taras Bulba atamanın onu çatlatmak için bildiklerini kendisinden sakladığı kanısına vardı. Ataman bir süre sustuktan sonra:
- Sen ne dersen de, savaş olmayacak, dedi.
- Ya, demek savaş olmayacak?
- Hayır, olmayacak...
- Şimdi biz ne yapsak, boş öyle mi?
- Kafanı hiç yorma, hepsi boş...
Bulba içinden; "Seni şeytanın dölü! Gör şimdi başına ne işler açacağım!" dedi. Kararını vermişti: Bu işi atamanın yanına koymayacaktı.
Bir-iki dostuna danıştıktan sonra bütün arkadaşları ortak bir eğlentiye çağırdı. Yediler, içtiler, kafalar iyice dumanlanınca hepsi birden toplantı (dernek) alanına geldiler. Oradaki direkte çağrı davulu asılıydı ama çomaklarını davulcu götürmüştü. Bunun üzerine ellerine birer sopa geçirip davulu dövmeye başladılar. En önde koşup gelen sırık gibi adam, davulcunun ta kendisiydi. Tek gözü kördü, sağlam gözünden de uyku akıyordu:
- Kimdir o? Davulu kim çalıyor? diye bağırdı.
Taras ile çakırkeyf arkadaşları;
- Kes sesini! diye çıkıştılar adama.
- Çomaklarını al da doğru dürüst çal şunu!
Bu gibi işlerin sonunun neye varacağını çok iyi bilen davulcu yanında getirdiği çomakları çıkardı. Davul gümbürdemeye başlayınca Kazaklar arı kovanı boşalır gibi alana akın ettiler, direğin çevresinde halka olup durdular. Davulun üçüncü kez dövülüşünde ordunun ileri gelenleri sökün etti. Elinde asasıyla otağ atamanı, ordu mührüyle yargıç, hokkası, divitiyle yazıcı, değneğiyle kolcubaşı ortadaki yerlerini alıp dört bir yana selam verdiler. Kazaklar elleri kalçalarında, onların çevresinde cakalı cakalı dikiliyorlardı.
- Ne diye toplandınız? Ne istiyorsunuz, arkadaşlar? diye başladı ataman.
Ama bağrışmalar, sövmeler üzerine konuşmasını yarıda kesti.
- Şeytanın dölüne bak! İstemiyoruz seni! Bırak asanı da git başımızdan!
Başka bölümlerden kafaları tütsülenmemiş Kazaklar isyancıları durdurmak istedilerse de onları dinleyen çıkmadı, ayıklarla sarhoşlar sıkı bir yumruk kavgasına tutuştular, ortalık ana-baba gününe döndü.
Bu kargaşalıkta sesini duyuramayacağını anlayan ataman asasını hemen oracığa bıraktı, kalabalığa saygılı bir selam verdikten sonra dövüşenlerin arasına karıştı gitti. Böyle durumlarda nasıl davranılacağını çok iyi biliyordu. Gözü dönen Kazaklar atamanın bile gözünün yaşına bakmazlardı.
Yargıç, yazıcı, kolcubaşı da ellerindeki mühürü, hokkayı, diviti, değneği bırakmaya davrandılar.
- Biz de gidiyoruz arkadaşlar!
- Hayır, hayır, siz durun durduğunuz yerde. Sizinle zorumuz yok bizim...
- Ordunun başı olacak adamı istemiyoruz biz. Ataman değil karının biriymiş meğer. Yenisini seçelim hemen.
Gedikliler kalabalığa seslendiler.
- Arkadaşlar, ataman olarak kimi seçiyorsunuz?
- Kukubenko'yu! Kukubenko'yu! diye bağrışanlar oldu.
- İstemeyiz Kukubenko'yu, daha dünkü çocuk, ağzında ana sütü kokuyor.
- Şilo'yu isteriz! Baba Şilo'yu getirelim! diye birkaç ses yükseldi.
Bu öneri de sövgüyle karşılandı:
- Böğrünüzü Şilo (5) delsin e mi? Tatar gibi hırsızlık yapan heriften hayır mı gelir. Üstelik sarhoşun teki. Sok başını çuvala, yolla şeytana!
- Borodatiy olsun! Borodatiy'i seçelim!
- Borodatiy'in de canı cehenneme! O da kim oluyor.
Taras Bulba birkaç kişinin kulağına eğildi:
- "Kirdiyaga" diye bağırın!
- Kirdiyaga'yı istiyoruz! Kirdiyaga! Kirdiyaga!
- Borodatiy! Borodatiy!
- Şilo! Şilo!
- Şilo'nun canı cehenneme!
- Kirdiyaga!
Aday olarak adı çağrılanlar hemen kalabalığın arasından öne çıkıyorlardı. Çünkü yerlerinde dursalar çevrelerindekileri kışkırttıkları, kendilerini seçtirmek istedikleri sanılabilirdi.
"Kirdiyaga! Kirdiyaga!" diye bağıranların sesi ötekileri bastırmakla birlikte "Borodatiy!" diyenler de çoktu. Baktılar ki olmayacak iş yumruğa bindi, sonunda kavgayı Kirdiyaga'nın yandaşları kazandılar.
- Gidin de Kirdiyaga'yı getirin! dedi birkaç kişi.
Kalabalıktan on Kazak çıktı, ordu atamanı seçildiğini Kirdiyaga'ya duyurmaya gittiler. Bir-ikisi öyle çok içmişlerdi ki, ayakta güçlükle duruyorlardı.
Kirdiyaga çok yaşlı, tilki gibi de kurnaz bir adamdı. Alanda olup bitenlerden hiç haberi yokmuş gibi, koruganda sakin sakin oturmaktaydı.
- Buyurun arkadaşlar, bir şey mi istiyorsunuz? dedi.
- Bizimle geleceksin. Seni ataman seçtik.
- Amanın, siz ne yapıyorsunuz, ağalar? ben böyle yüce bir onura değer miyim? Atamanlık kim, ben kimim? Böyle bir görevi yürütecek aklım mı kaldı ki? Koca orduda bula bula beni mi buldunuz?
Kirdiyaga'yı götürmeye gelenler:
- Haydi, fazla uzatma! Seni seçtiğimize göre katır gibi diretmeden kabul et şu işi! diyerek iki yandan adamı koltukladılar; sövüp sayarak, yumruklarla, tekmelerle itekleyerek alana doğru sürüklediler.
Kalabalığın yanına varınca:
- Ne diyorsunuz, arkadaşlar? Bu Kazak'ın ataman olmasını istiyor musunuz? diye bağırdılar.
- İstiyoruz! Hepimiz istiyoruz! sesleriyle alan gümbür gümbür gümbürdedi.
Gediklilerden biri makam asasını yeni seçilen ordu komutanına sundu. Ataman geleneklere uyarak önce almak istemedi. İkinci kez sunuluşunda da geri çevirdi, ancak üçüncüsünde aldı. Bunun üzerine bütün kalabalık "Yaşa! Çok yaşa!" sesleriyle alanı bir daha inletti. O sırada Kazaklar arasından ak perçemli, kır bıyıklı, en yaşlısından dört kişi çıktı. (Zaporojyeliler ecelleriyle ölmediklerinden bunlardan daha yaşlısı bulunamamıştı.) Çıkanlar eğilip yerden birer avuç toprak, daha doğrusu, geceleyin yağmur yağdığı için, çamur aldılar; götürüp Kirdiyaga'nın başına koydular. Çamur adamcağızın yanaklarından aşağı süzüldü, bütün yüzüne yayıldı. Kirdiyaga kıpırdamadan duruyor, kendisine onur verdikleri için Kazaklara teşekkür ediyordu.
Bu şamatalı seçim işi böylece bitmiş oldu. Bulba kıvançlıydı, çünkü hem eski atamandan öcünü almış, hem de onun yerine yakın bir arkadaşını seçtirmişti. Kirdiyaga ile pek çok sefere katılmışlar; karada, denizde bir nice güçlüğü birlikte yenmişlerdi.
Seçimi kutlamak için dağılan Kazaklar öyle görkemli bir eğlence düzenlediler ki, Ostap ile Andrey böylesini hiç görmedikleri için şaşırıp kaldılar. Meyhanelerin kapıları kırıldı; bal şerbetleri, biralar, votkalar sel gibi aktı. İçilenlerin parasını almak şöyle dursun, meyhaneciler canlarını kurtardıklarına şükrettiler. Kahramanlık türküleri, bağrışmalar bütün gece sürdü gitti. Banduralarını, cümbüşlerini, yuvarlak karınlı balalaykalarını tıngırdatan çalgıcılar; şarkılarıyla Kazaklığı öven otağ kilisesi ilahicileri ay ışığında sokak sokak dolaştılar durdular. Ama sarhoşluğa, yorgunluğa uzun süre kim dayanabilir ki? Şurada Kazak'ın biri yere düşüyor, orada bir başkası yuvarlanıyordu. Arkadaş arkadaşa sarılarak ağlaşanları, ikisi de ayakta duramayıp yıkılanları mı ararsınız?.. Yoksa topluca yerlere serilenleri, kendine yatacak bir yer ararken kütüğün üstüne devrilenleri mi?.. En son ayakta kalanlar bile anlaşılmaz birtakım sözler söylediler, sendelediler, sonra ötekiler gibi oldukları yere yığılıverdiler. Bütün Zaporojye uykuya dalmıştı şimdi...


IV
Ertesi gün Taras Bulba, Zaporojyelileri eyleme sürüklemenin yollarını aramak için yeni atamanla bir görüşme yaptı. Kazakları avucunun içi gibi bilen eski kurt önce pek oralı olmadı.
- Ne yapsak da hır çıkarsak? Andımızı bozamayız... cinsinden bir-iki laf geveledikten sonra;
- Bir yolu bulunur elbet, dedi. Andımızı bozmasak bile çaresine bakarız. Kazaklar toplansınlar ama ben çağırmış olmayayım. O işi nasıl yapacağını sen daha iyi bilirsin, Taras. Daha sonra bir şeyden haberim yokmuş gibi yardımcılarımla birlikte ben de gelirim.
Bu konuşmanın üzerinden bir saat geçti geçmedi, birden çağrı davulu dövülmeye başladı. Kazaklardan ayık, aklı başında gezen kaç kişi vardır ki! Kalpağını havaya fırlatan alana üşüştü.
- Ne oluyor?
- Gene ne var?
- Neden davul çalıyorlar?
Kimse bu sorulara yanıt verememekle birlikte şurada burada şöyle konuşmalar oluyordu:
- Savaş yapılmadığı için Kazak soyu boş yere çürüyor... Başımızdakiler yiyip içip şişmekten başka bir şey yapmıyorlar... Din, iman kalmadı memlekette...
Bu konuşmaları dinleyenler de o yollu konuşmalara katıldılar:
- Din, iman elden gidiyor. Hani, Kazaklık ruhu nerde kaldı?
Bölükbaşları, gedikliler bu işe pek şaşırmış göründüler. En sonunda, söylentileri işiten ataman da çıktı geldi.
- Arkadaşlar, sizinle konuşacaklarım var! dedi.
- Söyle ne söyleyeceksen!
- Peki değerli arkadaşlarım, sağda solda öyle şeyler konuşuluyor ki, sözde Kazak kardeşlerimiz Çıfıt meyhanelerine, ayrıca birbirlerine çok borçlanmışlar. Siz daha iyisini bilirsiniz ya, borç boğazı aşmış diyorlar. Başka bir söylenti de, gençlerimiz savaş nedir bilmemekten dolayı sızlanırlarmış. Haklıdır gençler, savaşı bilmemek yakışır mı Zaporojyeli'ye? Gavur kanı dökmeyen Kazak mı olur?
Bulba içinden;
- Güzel konuşuyor doğrusu, dedi.
- Benim bunları Türklerle barışı bozmak için söylediğimi sanmayın sakın! Tanrı korusun, sağda solda konuşulanları iletiyorum ben. Ayrıca belirteceğim bir şey daha var: Otağımız kurulalıdan beri şurada bir kilisemiz bulunuyor. Dışını süslemekten vazgeçtik, içindeki aziz tasvirleri bile dımdızlak duruyor. Aziz tasvirlerini gümüş çerçevelere koymak da mı kimsenin aklına gelmedi? Rahmetli arkadaşlarımız kiliseyi ne durumda bıraktılarsa onunla yetiniyoruz. Kazaklar ellerindeki avuçlarındakini çabucak yiyip bitirdiklerine göre hiç olmazsa bize kalanların değerini bilelim. Bu durumda gümüşü nereden bulacağız? Bunları söylemekten amacım, padişaha savaş açalım demek değildir. Öyle bir şeye kalkışırsak günaha gireriz. Çünkü dinimiz üzerine ant içtik.
- Bu herif neler karıştırıyor? diye söylenmeye başladı Taras.
- İşte, arkadaşlar, gördüğünüz gibi savaş açamayız. Yiğitlik onurumuz buna el vermez. Benim aklım pek ermez ama size bir danışayım dedim. Şu gençleri salsak da Anadolu kıyılarını kayıklarla şöyle bir kolaçan etseler, nasıl olur?
- Yalnızca gençler değil, hepimiz gideriz. Dinimiz uğruna kellemizi vermeye hazırız.
Ataman ürktü birden. Amacı bütün Zaporojye'yi ayaklandırmak değildi elbet. Böyle bir sorumluluğun altına girmek istemezdi.
- Arkadaşlar, izin verin, daha söyleyeceklerim var! dedi.
- Yeter, yeter! Bu sözlerini çok beğendik, fazlasını istemeyiz.
- Madem öyle, sizin dediğiniz gibi olsun. Emriniz başım üstüne. Kutsal kitap "halkın istediği hakkın istediğidir" demiyor mu? Topluluğun düşündüğünden daha iyisini mi düşüneceğiz? Yalnızca şunu bilmenizi isterim: Padişah, gençlerimizin gönül eğlencesini yanımıza komaz. Savaşa hazırlanmış olsak, eksiklerimizi tamamlasaydık kimseden korkumuz olmazdı. Oysa şimdi buradan hep birden ayrılırsak Tatarlar (6) saldırır yurdumuza. Onlar Türklerin çoban köpekleridir. Bizim karşımıza çıkmayı göze alamazlar, yerimizde durdukça da yaklaşmaktan korkarlar. Ama bir yola çıkmaya görelim, hemen baldırlarımızı dalar, arkadan bizi ısırıverirler. Başka bir gerçek de şu: Hep birden gidersek ne kayığımız yeter, ne de barutumuz. Gene de siz bilirsiniz. İstekleriniz başım üstüne...
Kirdiyaga sustu. Kurnazlığı etkisini göstermişti. Bölükbaşları aralarında tartışmaya, herkes bu konuyu görüşmeye başladı. Bereket, sarhoşlukları geçmiş, aklı başında bir adamın söyledikleri kafalarına girmişti.
Bunun üzerine birkaç kişi seçilip Dinyeper'in karşı kıyısına gönderildi. Orada ırmakta, kamışlar arasına gizli bir depo yapılmış; içine çeşitli savaş gereçleri, düşmandan alınan toplar, tüfekler saklanmıştı. Kayıkları gözden geçirip eksiklerini tamamlamaya sıra gelince bütün Kazaklar kolları sıvadılar. Dülgerler ellerinde keserleriyle hazır bekliyorlardı. Güneşten yüzleri yanmış, kır bıyıklı ihtiyarlar; geniş omuzlu, kara yağız, çam yarması gençler paçalarını çemreyip suya daldılar. Kalın urganlar bağlanarak sandallar karaya çekildi, keresteler, çeşit çeşit tahtalar getirilip yığıldı. Ondan sonra dört bir yanda büyük bir çalışma başladı. Şurada sandallara yeni tahtalar döşeniyor, biraz ilerde omurgaları kalafatlanıp ziftleniyor, Kazaklarda gelenek olduğu üzere, iki yanlarına saz demetleri bağlanıyordu. Ta ilerdeyse, kıyı boyunca ateşler yakılıp üzerlerine bakır kazanlar konduktan sonra fokur fokur ziftler kaynatılmaktaydı. Yaşlılar görgülerini, bilgilerini gençlere öğretiyorlar; işçilerin bağrışmaları çekiç, keser seslerine karışıyordu. Bütün kıyıda dehşetli bir kıpırdanma, bir kaynaşma başlamıştı.
O sırada büyük sal yaklaşmaya başladı. Üstündekiler ta uzaktan beri ellerini kollarını sallayıp duruyorlardı. Tümü de Kazaktı gelenlerin, yalnızca üstleri başları paramparçaydı. Kimisinin sırtında yırtık bir mintan, ağzında kısa bir çubuktan başka bir şey kalmamıştı. Onların bu durumları bir felaketten zor kurtulduklarını ya da neleri var, neleri yok hepsini içkiye yatırdıklarını düşündürüyordu insana. İçlerinden biri aradan sıyılıp ilerledi. Geniş omuzlu, yerden bitme, elli yaşlarında bir adamdı bu. Herkesten daha çok bağırıyor, kollarını oynatıyordu, ama ırmak kıyısındaki takırtıdan, gürültüden ne dediği pek anlaşılmıyordu.
Sal kıyıya iyice yaklaşınca ataman:
- Ne var? Ne istiyorsunuz? diye sordu.
İşçiler keserlerini, çekiçlerini bırakmışlar; merakla bekliyorlardı. Kısa boylu Kazak saldan seslendi:
- Haberler kötü.
- Söyle, ne oldu?
- Konuşmama izin var mı, arkadaşlar?
- Konuş dedik ya!..
- Belki bir toplantı yapmak gerekiyor.
- Söyle, söyle, hepimiz buradayız.
Kalabalık, salın çevresini sarmıştı.
- Anayurdumuzda neler olup bittiğini işitmediniz mi?
Bölükbaşlarından biri;
- Ne olmuş ki? diye sordu.
- Anlaşılan Tatarlar kulağınıza tutkal akıtmışlar da hepten sağırlaşmışsınız.
- Ağzında geveleyip durma, be adam, doğru dürüst anlat şunu!
- Ah, olanları bir bilseniz! Ananızdan doğalı, vaftiz edileliberi böylesini işitmemişsinizdir.
Sabrı tükenenlerden biri kalabalık arasından bağırdı:
- Söylesene, köpoğlu köpek, bizi çatlatacak mısın?
- Öyle zamanlara kaldık ki, kilise bizim değil artık.
- Nasıl bizim değil?
- Hepsi Yahudilerin elinde, kirada. Gidip dua etmek istersen önce Çıfıtlara para ödemen gerekir.
- Sen neler söylüyorsun?
- Ne sandın ya! Paskalya çöreği yaptırıp kiliseye kutsamaya götürdüğünde Çıfıt murdar eliyle üzerine bir işaret koymazsa, çöreği kutsamaya hakkın yok!
- Yalan söylüyor bu herif! Kutsal çöreğe pis Yahudi'nin eli mi değermiş! Olacak şey mi bu?
- Durun, dinleyin, bitmedi daha! Şimdi bütün Ukrayna'da cakalı arabalarıyla Katolik papazları (7) dolaşıyor. Arabaları hayvanlar çekse gene iyi, atların yerine Ortodoks kardeşlerimizi koşuyorlar. Dinleyin, daha neler anlatacağım! Yahudi karıları bizim papazların cüppelerini kesip kendilerine etek yapıyorlarmış. İşte, arkadaşlar, Ukrayna'da neler olduğunu işittiniz. Ama sizin dünyadan haberiniz yok. Zaporojye'de gününüzü gün etmekten başka bir şey düşünmüyorsunuz. Yoksa Tatar'dan ödünüz patladı da gözleriniz kör, kulaklarınız sağır mı oldu?
Zaporojyeliler bu gibi durumlarda hemen öfkelenip parlamazlar, derin bir sessizlik içinde yüreklerinde toplanan korkunç hıncı olgunlaştırmak isterlerdi. Ataman da suskunluğunu bozmadan, başı önünde bir süre dinledi, sonra konuşmaya başladı:
- Dur, be aslanım, bizim de söyleyeceklerimiz var! Pis gavurlar anamızı bellerken siz ne güne duruyordunuz? Elinizde kılıcınız da mı yoktu? Böyle rezilliklere nasıl katlandınız?
- Katlanmak mı? Karşınızda yalnızca Lehlilerin elli bin askerini görseniz siz ne yapardınız? Ne yalan söylemeli, bizim aramızdan da köpekler çıkmadı değil. Hainlik ettiler, dinlerinden dönüp Katolik oldular.
- Pekiyi, atamanınız, albaylarınız ne yaptılar?
- Ne mi yaptılar?.. Onların başına gelenleri ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim.
- Anlat, anlat be adam!
- Atamanımızı tunç bir öküz yontusunun (heykelinin) içine koyup kızarttılar, sonra Varşova'ya götürdüler. Albaylarınsa ellerini, başlarını kestiler, şimdi halka ibret olsun diye panayır panayır dolaştırıyorlar.
Kalabalık bütün bu anlatılanlardan irkilmiş gibiydi. Fırtınadan önceki sessizliğe benzer bir suskunluk çöktü ortalığa, sonra hep bir ağızdan konuşmaya, bağırıp çağırmaya başladılar.
- Yahudiler, Hıristiyan kiliselerini kiralıyorlarmış ha?.. Rus topraklarında imansızların alçaklıklarına göz yumuyorlarmış ha?.. Atamana, albaylara bunları yapmışlar, öyle mi? Yanlarına koymayacağız onların, öcümüzü alacağız!..
Bu gibi konuşmalar Zaporojye'nin bir ucundan öbür ucuna yankılanıyor, kalabalık coştukça öfkeler bilenip hınca dönüşüyordu. Kazakların öfkesi duyguların şöyle geçici olarak kabarması değildi. Ağırlığını bilen, sert yaradılışlı bir halkın yavaş kızışan, ama bir kızışınca da ateşi sönmeyen kükreyişiydi.
- Çıfıtları ipe çekelim! Papaz cüppelerinden karılarına etek dikmeyi gösterelim onlara! Kutsal çöreklerimize işaret koymak neymiş, anlasınlar! Namussuzların hepsini Dinyeper'e atıp gebertelim!
Kalabalıktan birinin söylediği bu sözler barut gibi parladı, zaten coşmuş olan yürekleri bir kat daha alevlendirdi. Azgın bir sürü, Yahudileri öldürmek üzere yakındaki köye doğru yürüdü.
Zavallı İsrailoğulları korkularından bacalara, boş içki fıçılarına, hatta karılarının etekleri altına gizlendikleri halde Kazaklar onları bulup bulup çıkarıyorlardı.
Sırık gibi ince uzun bir Yahudi korkudan çarpılmış suratını öteki Yahudilerin omuzları üzerinden uzatarak:
- Efendilerim, saygıdeğer efendilerim, bırakın, bir çift söz söyleyeyim! dedi. Diyeceklerim çok önemli. Beni bir kere dinlerseniz gerçeği siz de anlayacaksınız.
Bulba, üzerine suç atılan bir kimseye savunma hakkı verilmesinden yanaydı.
- Bırakın da konuşsun, dedi.
- Benim ünlü efendilerim! Şu dünyaya sizin gibi yiğitler, sizin gibi soylular gelmiş midir? Yemin ederim gelmemiştir. (Zavallıcık tir tir titreyen sesiyle ikide bir tıkanıyor, güçlükle soluk alıyordu.) Biz nasıl kalkarız da Kazak beylerimize karşı böyle kötü işler çeviririz? Ukrayna'da kiliseleri kiralayanlar bizden değildir. İşte size yemin, bizden değildir. Tükürüp geçin siz onları, hiçbirini adamdan saymayın. Doğru söylemiyor muyum, Şlema? Haksız mıyım, Şmail?
Üstleri başları lime lime dökülen Şlema ile Şmail'in yüzleri kireç gibiydi. Onlar da titreyerek:
- Doğru... Doğru söylüyor... dediler.
Uzun boylu Yahudi konuşmasını sürdürdü:
- O sizin düşmanlarınızla bizim hiç, ama hiçbir ilişkimiz yoktur! Katolikleri derseniz, şeytan görsün suratlarını! Ama Zaporojyeliler kardeşlerimizdir bizim, onları sever sayarız...
Kalabalıktan bir ses yükseldi:
- Nasıl, nasıl? Zaporojyeliler kardeşiniz mi sizin? Şunun yediği halta bak! Arkadaşlar, atın şu alçakları suya! Hiçbiri sağ kalmasın! Nereden kardeşiniz oluyormuşuz?
Bu sözler bir işaret yerine geçti. Yahudileri tutup tutup ırmağa atmaya başladılar. Zavallıların çığlıkları, terlikli çoraplı ayaklarının havada tepe taklak çırpınışı kudurgan Kazakları insafa getirmek şöyle dursun, daha da azdırıyor, kahkahadan çıldırtıyordu. Kendi diliyle başına bela açan Yahudi konuşmacı, sımsıkı yakalandığı halde, can korkusuyla nasıl silkindiyse, ceketinin içinden sıyrıldı, seğirtip gelerek Taras Bulba'nın ayaklarına kapandı.
- Efendim, benim soylu efendim! Kardeşiniz Doroş'u tanırdım. Yiğitlikte üstüne yoktu Doroş'un, Kazakların göz bebeğiydi. Türklere tutsak düştüğünde sekiz yüz altın verip onu kurtaran benim.
- Sen benim kardeşimi gerçekten tanıdın mı?
- Tanıdım ya! Soylu, gönlü yüce bir efendiydi.
- Adın ne senin?
- Yankel.
Taras biraz düşündü, sonra Kazaklara dönüp:
- Bu herifi asmak gerekirse sırası gelince asarız. Ama şimdilik dursun, onu bana bırakın! dedi.
Yahudi'yi yanına aldı, adamlarının beklediği arabalara doğru götürdü.
- Sen şu arabanın altına gir, hiç sesini çıkarma bakayım! Arkadaşlar, bu Çıfıt'ı kaçırayım demeyin sakın!
Bunları söyledikten sonra halkın çoktandır toplanıp beklediği alana doğru ilerledi. Irmak kıyısındakiler katran kazanlarını, sandalları oldukları yere bırakmışlardı. Çünkü artık deniz yolculuğu yapılmayacağına göre, ne gemi isterlerdi, ne sandal... Onların işi atla, arabaylaydı şimdi. Gediklilerin, bölükbaşıların, otağ atamanının kurulda aldıkları karar üzerine gencinin, yaşlısının tek amacı, Lehistan üzerine yürümek, Kazakların onuruna sürülen lekeyi temizleyerek bozkırlarda ün salmak, tarlaları yakıp öç almak, köyleri, kentleri yağmalamaktı. Zaporojyeliler savaşa hazırlanıyorlardı. Otağ komutanı silahlarını kuşanınca boyu bir arşın daha yükselmiş gibi oldu. Başıbozuk bir topluluğun her istediğini yerine getiren aksakallıdan gerçek bir önder çıktı. En dik başlı, en acar savaşçılar dahi şimdi onun önünde saygıyla eğiliyor; o buyruk verirken gözlerini bile kaldıramıyorlardı. İyi düşünülüp tasarlanmış birkaç seferi yöneten kurt bir atamanın yapması gereken de buydu işte. İvecenlik göstermeden buyruklarını vermek, bağırıp çağırmamak, söyleyeceklerini tek tek söylemek...
Kazak topluluğu karşısında şöyle konuştu:
- Gereçlerinizi iyice gözden geçirin! Arabalarınızın, atlarınızın eksiğini gediğini tamamlayın. Silahlarınızı son bir kez deneyin, çok giyim kuşam almayın yanınıza; bir gömlek, bir de şalvar yetişir. Sonra birer kap pelteyle öğütülmüş darıdan fazlasını bulundurmayın çantanızda. Arabalarda her türlü yiyecek var. Ama her Kazak'ın bir çift atı bulunmalı. İki yüz çift kadar öküz alırsanız ırmak geçitlerinde, bataklıklarda çok işimize yarar. Sonra, düzene kesinlikle uymanızı istiyorum. Bilirim, içinizde öyle kişiler vardır ki, fırsat çıksa ayaklarına dolak yapmak için atlasları, ipeklileri yağmalarlar. Bırakın o kötü huylarınızı, süslü bez parçalarına değer vermeyin! Elinize iyi silah geçerse kaçırmayın; bir de yükte hafif, pahada ağır oldukları için altın, gümüş toplayın. Arkadaşlar, hepinizin önünde peşin söylüyorum: Sefer sırasında birinizin sarhoş olduğunu işitirsem, yargılamaya gerek görmeden köpek gibi arabaya bağlatır sürükletirim. İsterse ordunun en gözü pek, en yılmaz askeri olsun. Ondan sonra kurşuna dizdirip leşini kurdun kuşun yemesi için ortada bırakırım. Çünkü savaşta sarhoşluk edenin toprakta yeri yoktur. Genç arkadaşlar size söylüyorum! Eğer bir kurşun yerseniz; başınızdan, başka bir yerinizden kılıç yarası alırsanız tasa etmeyin! Hemen bir kadeh votkayı bir tutam barutla karıştırın, sonra bir dikişte içiverin! Ağrınızı, ateşinizi o saat giderir. Yaranız pek büyük değilse, yerden biraz toprak alır, tükrükleyip avucunuzda ovar, üzerine basarsanız, yaranızın hemen kuruduğunu göreceksiniz. Haydi, şimdi iş başına! Göreyim sizi, yavaş yavaş, ama iyi çalışın!
Atamanın bu konuşmasından sonra Kazaklar işe koyuldular. İçkiye el süren tek kişi kalmamıştı. Onları görenler ömürlerinde hiç içki içmemiş sanırdı. Kimi arabaların teker şınalarını (çemberlerini) değiştirip dingillerini onarıyor; kimi yiyecekleri, silahları yüklüyor; kimi de çayırlardan atları, öküzleri topluyordu. Atların koşuşmaları, öküzlerin böğürmeleri, sığırtmaçların bağrışmaları, sınanan tüfek patırtılarına, kılıç şakırtılarına, teker gıcırtılarına karışıyordu. Çok geçmedi. Kazak arabaları bozkırda yola düzüldü. Kervanın bir ucundan öbür ucuna varmak için hayli yol gitmek gerekiyordu. Otağın ahşap kilisesinde papaz dua okudu, hepsinin üstüne kutsal su serpti. Kazaklar sıra olup birer birer haç öptüler. Zaporojye'den çıktıktan sonra bir ara geriye dönüp baktılar, hep bir ağızdan:
- Hoşçakal kutsal yuvamız! Tanrı seni belalardan korusun! dediler.
Bir köye vardıklarında Taras Bulba bir de ne görsün: Yahudi Yankel işini uydurmuş, bir evin saçağı altında tezgah kurup çakmaktaşı, tüfek sıkısı, barut, her türlü savaş gereci, hatta simit, çörek satmıyor mu? İçinden; "Vay köpoğlusu!" dedikten sonra atını Yahudi'nin yanına sürdü.
- Aklını mı kaçırdın, be adam? Seni görseler serçe gibi avlayacaklarını bilmiyor musun?
Buna karşılık Yankel, Taras Bulba'ya daha bir sokuldu, gizli bir şey söyleyecekmiş gibi iki eliyle işaretler yaparak:
- Aman, beyim, sakın kimseye söyleme! dedi. Kazak arabalarının arasında bir tane de benim arabam var. Yolda sizinkilere ne gerekliyse hepsini yükledim. Giderken ucuz ucuz satacağım. Hiçbir Yahudi benim gibi ucuz satamaz. Yemin ederim, yalanım varsa gözüm çıksın!
Becerikli Çıfıt'ın işlerine akıl erdiremeyen Taras Bulba omuz silkti, kervandaki arkadaşlarına katıldı.
V
Çok geçmedi, güney-doğu Lehistan'ı bir baştan bir başa korku kapladı. "Zaporojyeliler geliyor!" diyorlar da başka bir şey söylemiyorlardı. Yerinden kalkabilen kim varsa yollara döküldü, herkes evini barkını bırakıp kaçmaya başladı. O karışık, düzensiz çağın insanları böyleydi: Sağlam kaleler, şatolar kurmazlar; saman örtülü, derme çatma evciklerde barınırlardı. "Emeğimize de yazık, paramıza da. Yarın Tatarlar akın edip yakacak değil mi?" derlerdi.
Lehistan'da yer yerinden oynamış, herkes ayağa kalkmıştı. Kimi çiftini çubuğunu atla, tüfekle değiştirip alaylara katılıyor; kimi de davarını, sığırını sürüp kabını kacağını alarak kuytu bir köşeye çekiliyordu. Bazen Kazaklara direnmeye kalkışanlar oluyordu ama, çoğu, gelenlerin kimliklerini öğrenince tabanı yağlıyordu. Çünkü cenkçi, azgın bir kalabalıkla baş etmeye kalkmaktansa canını kurtarmanın yolunu aramak en iyisiydi. Kazaklar dıştan dağınık, başı bozuk görünürlerse de sıra savaşmaya gelince düzenden hiç ayrılmazlardı. Şimdi de öyle, atlılar hayvanlarını ağır ağır, yormadan sürüyorlar; yayalar, arabalarının peşinden bir adım bile ayrılmıyorlardı. Hep geceleri yapılıyordu yolculuk; gündüzleriyse gözden ırak duldalarda, o çağda bolca olan ormanlarda mola verip dinleniyorlardı. Ordunun önünden giden gözetleyicileri, nerde ne var öğrenen ulakları vardı. Hiç beklenmedikleri yerde birden bitiveriyorlar, oradan artık hayır kalmıyordu: Köyleri aleve verip yakıyorlar, götüremedikleri davarı, sığırı hemen oracıkta boğazlıyorlardı. Onlarınki savaşmak değil, can yakıp gönül eğlendirmekti. O yarı yabanıl çağlarda Zaporojyelilerin yavuzluklarını öğrenir de insanın tüyleri nasıl diken diken olmaz? Çocuklar boğuluyor, kadınların memeleri kesiliyor, sağ bırakılanların şuralarından buralarından yüzülmüş derileri sarkıyordu. Lehliler çok ağır ödüyorlardı ettiklerini. Bir manastırın başrahibi Kazakların yaklaştığını duyunca, Leh Krallığı'yla Kazaklar arasında bir antlaşma bulunduğunu; yaptıklarının antlaşmaya da, insanlığa da sığmadığını bildirmek için bir keşişi gönderdi.
Ordu komutanı elçiye;
- Başrahibine benden ve bütün Zaporojyelilerden selam söyle, dedi. Bizden korkmalarına hiç gerek yok, çünkü çubuğumuzu daha yeni yakıyoruz.
Aradan çok geçmedi, o görkemli manastırı alevler sardı; dev gözlerini andıran karanlık gotik pencerelerden, dalga dalga ateşler saçıldı. Kaçışan keşişlerin, Yahudilerin, kadınların oluşturduğu yığınlar kentlere doluştular. Oralarda askeri birlikler bulunduğunu, kentlerin ne de olsa iyi korunacağını sanıyorlardı. Hükümet akıncılara karşı asker göndermeye göndermişti, gelgelelim bu ufak birlikler ya Kazakları bulamamış ya da onlarla karşılaşınca yılgınlığa kapılıp pahalı atlarına binerek döngeri etmişlerdi. Leh krallık ordusunun bir nice savaşta ün yapmış komutanları yok değildi, işte bu kurt savaşçılar Zaporojyelilere karşı el birliğiyle karşı koymaya karar verdiler. Genç Kazakların asıl istediği de buydu. Savunmasız bir düşmanla çarpışmak, çoluk çocuğu kılıçtan geçirmek, ev yağmalamak için katılmamışlardı bu sefere. Güzel bir ata kurulmuş, cepkenini savurarak caka satan, burnu havada bir Leh cenkçisi bulmak, onunla kozunu paylaştıktan sonra büyüklerinin gözüne girmekti asıl amaçları. Hem bu işin zevkini tatmak; hem de koşumlar, değerli kılıçlar, tüfekler ele geçirmek hoş bir şeydi. Aradan bir ay bile geçmedi, delikanlılar üstlerindeki pılı pırtıyı atarak yeni baştan giyindiler, donandılar. Tüyü yeni bitmiş yüzlerinin çocuksu anlatımı da sertleşmiş, erkekleşmişti.
Koca Taras, iki oğlunu, genç yiğitler arasında ön sıralarda gördükçe koltukları kabarıyordu. Ostap askerlik için biçilmiş kaftandı sanki; öğrenmediği hüner, beceremediği iş yok gibiydi. Hiçbir şaşkınlığa kapılmıyor, her güçlüğün altından büyük bir soğukkanlılıkla kalkıyordu. Tehlikenin biçimini, büyüklüğünü anında değerlendirmesi, zor durumdan sıyrılmanın bir yolunu bulup düşmanını tepelemek için geri dönmek üzere oradan hızla uzaklaşması yirmi iki yaşındaki toy bir genç için küçümsenmeyecek bir beceriydi. Şimdiden davranışlarında kendine güvenen, ne yaptığını bilen bir önderin kararlılığı vardı. Yiğitliği, gözü pekliği yanında aslan gibi güçlü kuvvetli oluşu babasını hayran bırakmaktaydı.
- Oo! Bu oğlan büyük bir komutan olacak. Hem öyle büyük bir komutan olacak ki, yanında babası hiç kalır!
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Taras Bulba - 4
  • Büleklär
  • Taras Bulba - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3786
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2443
    26.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3821
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2404
    26.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    39.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3768
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2232
    27.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    40.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3872
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2310
    28.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3847
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2257
    30.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3756
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2310
    27.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    40.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 3811
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2299
    27.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 8
    Süzlärneñ gomumi sanı 3937
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2206
    32.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Taras Bulba - 9
    Süzlärneñ gomumi sanı 1580
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1127
    28.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.