Suçun Piçi - 3
Süzlärneñ gomumi sanı 4288
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2053
28.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
41.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
49.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Mahkumlar isyan sonrası pisliğini kaldırmak üzereler. Karavana yarıya indi. (Tabi, mahkumlar fazla semizlenerek yeni bir isyan daha çıkartmasın diye.) Hamam artık on beş günde bir yerine ayda bir yanacakmış. Bahçeye çıkma süresi sabahtan akşama kadardı ve artık iki saate düşürüldü. Toplu halde gezinmek ve de fiskos yaparcasına konuşmak yasak. Artık gardiyanların iyi bir şekilde duyabileceği kadar yüksek sesle konuşulacak. (Ses tonu da Sanat Müziği’ni andıracak.) Gece yatma saati on iki sularıydı ama artık herkes saat dokuz olmadan yatağına girecek ve kafasına battaniyeyi çekecek. Bu rivayetlere uymayanlar kesinlikle cezalandırılacak... (mış) Müdüriyet.
Evet, işte sizlere cezaevinde demokrasi ararken isyan çıkartmanın finali. İsyandan önce hiç olmazsa pencereler sağlamdı ve koğuşlara soğuk girmiyordu. Şimdi millet soğuktan titriyor. Eski karavanayı beğenmeyenler yarıya düşmüşüne iştahla saldırıyorlar. Hamam eskiden on beş günde bir yanardı. Artık ayda bir yanacakmış. Odunluk gardiyanından daha fazla odun isteyenler nasibini fazlasıyla almış haldeler. Çünkü odunluktan odun kapan gardiyanlar koğuşlara dalalı epeyi olmuş.
Elebaşı olarak sevke gönderilenler de on beş gün ile iki ay arasında hücrede kalacaklar. Daha açıkçası gardiyanların insafına kalmış diyeyim.
Demek ki demokrasi aramak her zaman yapılacak bir iş değilmiş. Neler kazanmak için isyan başlatılıyor ve neler kaybediliyor. “Bağdat’a pirince giderken, Midyat’ın bulgurundan olmak” diye herhalde bu dalgalara deniyor olmalı.
Böyle kaç isyan çıkmıştır. Ama bizim için önemli olan isyan türleri değil, nedenleri ve sonuçlarıdır. Ehh, değişik bir demokrasi sistemini de tanımış olduk sayılır.
Cezaevinin ve Sokakların Artık Tamamen Bağımlısı Olanlar
Şimdi günümüzde hâlâ varolan bir asker türünü ele alarak başlayalım. Bazı insanlar yaşları ilerledikçe toplumun içinde yaşamaktan korkar hale gelirler. Aile ve toplumun kuralcı baskısı bir yandan. Hayat şartlarının getirmiş olduğu ağır yükler bir yandan. Kendisinde “ben beceriksizin biriyim” hislerinin beyinden gitmiyor oluşundan.... Ve daha bir çok ürkütücü nedenden dolayı kendini çaresizlik içinde gören insanlar vardır. Gelecekte neler olacak. Evlenememe korkusu. Veya evlilik sonrası daha da zorlaşacak olan yaşamın ürkütmesi. “Babam annemle evlenmiş ve evimizi geçindiriyor. Ama ben asla babam gibi olamam” gibi düşüncelere kapılmak bu insanları bitirmeye başlıyor işte.
Şimdi buna bir örnek:
Aile büyük bir trafik kazası sonucu hemen hemen yok olmuş. Uzak akrabalardan ilgi yok gibi. Sağ kalan kardeşler uzaklaşmış. Evden işe, işten eve anlayışı artık yaşamın anlamını yitirmiş. Dostluk ve iletişim kurma yönleri zaten zayıf kalmış. Buna kaza faciasını da ekleyince edinilen tek şey “yalnızlık artık benim kaderim olmuş” düşünceleridir. Eğer kişide alkol ve madde bağımlılığı eğilimleri ağır basarsa, yani duyguları kendisini o yöne doğru itiyorsa bu bir felaketin başlangıcı demektir. Düzensiz ve umutsuz bir yaşam biçimi, yalnızlık, bir kimseyle dertleşememek. Mazide kalmış olan kaybedilmiş aile bireylerinin anılarına (yani geçmişe) kapılarak yaşamak, kaderinin yalnızlık olduğuna inanmış bir insanı mahvetmeye başlar.
Artık tam bir çöküntü içine düşmüştür ki... Ortaya askerlik çıkar. Artık kişi için askerlik son bir kurtuluş yoluymuş gibi gözükmektedir. Hiç olmazsa askerlikte yemek ve yatacak yer sorunu yoktur. Birkaç sigara ve bir iki bardak çay ısmarlayacak birileri de elbet olacaktır. Eee, o zaman çalışarak sürdürülen ve ağır yüklerle dolu yaşamın ne anlamı kaldı ki? Öyle olsa da sorunlar üstüne sorunlarla bir yemek, bir yatak. Askerlikte olsa da bir yemek, bir yatak. Daha topluma kendini beğendirmek için debelenip durmaya ne gerek var.?
Ve askerlik dönemi başlar. Acemi birliği, usta birliği. Derken askerlikten iyicene hoşlanılır Eğitime çık, nöbet tut, ders dinle, yemek ye ve yat. Askerlikte yapılan bu işlere toplumda kimse bir lokma ekmek vermez. Kimse bir yatak da vermez. Eee, daha topluma dönmek gibi bir kerizlik yapmanın ne anlamı vardır ki?
Günler, haftalar ve aylar geçer. Sonunda kişinin tezkere alma zamanı yaklaşmıştır. Ama kişi korku içindedir. Çünkü onun için tezkere, kaçmış olduğu topluma geri dönüş belgesinden başka bir şey değildir. ‘Toplummm’ onun için zaten yeterince ürkütücü bir kelimedir. Kişinin aklına tek bir çare gelir: Tezkere almaya bir kaç gün kala firar ederek askerliğini yakmak. Ve bunu yapar da. Artık memnundur çünkü epey bir süre daha toplum denen ürkütücü birlikten uzak kalabilecektir.
Sonra bakmışsınız ki yıllar geçmiş ve kişi hala asker. Artık komutanlarıyla bile yüzgöz olmuş. Yani artık askerliğin bir parçası olmuş. Ama uzun yıllar sonra yaşlanmış bir halde zoraki olarak olsa da tezkeresi verilir ve yine ürkütücü toplum birliğine gönderilir.
Yıllarca yaşamış olduğum karanlık sokaklarda sadece askerlikten zoraki tezkere verilmiş olduğu için dilenciliğe, şarapçılığa, hurda kağıt toplayıcılığına düşmüş olan en az yüz kişi tanımışımdır. O yüz kişinin kat kat çok daha fazlasını da cezaevinde mahkum adı altında tanımışımdır.
Bu daha burada bitmedi. Benim anlatmış olduğum yıllarda yaşam şartları şimdikinden çok daha iyiydi. İnsanlık ve yardımseverlik denen bir şeyler vardı. Şimdi artık o şeyler de tarihe karıştı sayılır. Hâlâ insanlığın ve iyilikseverliğin olduğu bir dönemde o kadar insan aç bir şekilde sokaklara düşmüştü. Buna bir de normal bir şekilde askerlikten döndükten sonra bunalıma girenleri ve toplumdan kaçmak zorunluluğu hissedenleri ekleyelim. Yani, artık asker ocağı yerine sokakları ve cezaevlerini yuva olarak gören insanları kastediyorum. Buna şimdiki tükenmiş insan ilişkilerini de ekleyelim. Rakamlar hayal bile edemeyeceğiniz kadar yüksek ve de korkunçtur. Ve ne yazık ki hiç kimsenin yaptığı hiç bir şey de yoktur.
İşte size toplum denen büyük birliğin en büyük rahatsızlığı: Gören Körlük Hastalığı. Ve ne yazık ki bu hastalığın tedavisi mümkün değildir.
Şimdi gazete çeşitleri ve televizyon kanalları bol...
“Askerden gelen genç intihar etti. Aşk intiharı olduğu sanılıyor...” Evet, habere en uygun olan teşhis, aşk meselesi olmuş. Asker demek hayatının baharında bir genç insan demektir. Bir askerin intihar edişi sadece aşka mı bağlanmalıdır?
“Azılı bir sabıkalı falanca yerde ölü bulundu. Azılı sabıkalının, almış olduğu alkol ve uyuşturucu haplar yüzünden zehirlenerek öldüğü belirlendi..!” Habere en uygun olan teşhis, azılı sabıkalıyı zehirleyerek öldürmüş olan uyuşturucu haplardır.
Ama benim kadar polislerin de çok iyi bilmiş olduğu bir nokta vardır. Azılı bir sabıkalı, asla uyuşturucu haplar yüzünden zehirlenerek ölmez. Çünkü genellikle alkol ve hap bağımlısı olan bir azılı sabıkalı, ilaçlar konusunda en azından bir eczacı kalfası kadar bilgilere sahiptir. Yani, bağımlı bir azılı sabıkalıyı bir eczaneye bıraksalar, bildikleri karşısında doktorların, hatta ilaç konusunda uzman olanların bile şaşkınlıktan ağızları beş karış açılıverir. Daha açıkçası, azılı bir sabıkalı kendisini hangi hapın zehirleyerek öldüreceğini çok iyi bilir. Yani, azılı sabıkalı haplar yüzünden zehirlenerek ölmemiştir. Azılı sabıkalı artık bu yaşamın yüklerini omuzlayamaz bir hale gelmiş olduğu için o hapları bilerek alkol ile birlikte almış ve intihar etmiştir. Kara güneş gözlüklülerle dolu topluma duyurulur. Tabi eğer kulaklarında Walkman kulaklıkları yoksa. Bunları anlattım ama sadece gülüyorum. Çünkü hiç bir şeyin kolay kolay değişmeyeceğini biliyorum.
Bitti mi sanıyorsunuz: Hayır bitmedi. Çünkü ölenlerden başka aynı durumda olup da sokaklarda yaşayan binlerce insan daha vardır. Dahası, cezaevlerinde “burası artık benim yuvamdır” diye yaşayanlar da vardır. Onlar da ileri tarihlerde yine bir yol kenarında çeşitli maddeler yüzünden zehirlenmiş olarak bulunacak azılı sabıkalılardır. Ve zamanla yaşamın yükünü çekemez hale gelen ve gelecek sokak insanlarını da eklersek, tabloyu düşünün artık. Ve.. sadece bir haber kaynağı olacaklardır. Ama öldükten sonra mutlu olacaklarından eminim. Çünkü eskiden haber kaynağı olmak da çok zordu.
Ben senelerce gayrimeşru alem işlerini kovalayarak yaşamış ve defalarca yakalanmıştım. Ama hiç bir yerde haber kaynağı olamamıştım doğrusu. Zaten olsaydım bu günlere de gelemezdim. Çünkü geçmişime sünger çekerek iş aradığım sıralar bütün kapılar yüzüme kapanmış olurdu. Teşhir edilmiş olacaktım ya.
Bizim toplumumuz avunmayı çok iyi bilir doğrusu. Vay efendim neymiş: “Süper devlet Amerika’da, medeniyetin beşiği İngiltere’de, kibarlar diyarı Fransa’da bile sokaklar ve cezaevleri doluymuş. Çok doğrudur. Cezaevi ve sokakları boş olan memleket mi var ki? Evet ama, burası Türkiye ve ben Türkiye’den bahsediyorum. Eee, bu toplumun çocuklarının hepsi de Amerika, İngiltere ve Fransa’da mı yetişiyor? Haa, o diyarlarda yetişen bu toplumun çocukları kötü yola düşmezler. Peki ya bu toplumun bizim diyarlarda yetişen çocuklarına ne olacak? Hepsi de doktor, mühendis, pilot olacak ve kendilerini kurtaracaklar öyle mi? Görürsem söylerim.
Cezaevine ve sokaklara ait olmuş insanların geçmişlerini ele alırsak; onlar da bir zamanlar doğdukları evlere neşe getirmiş olmalıydılar. Bir zamanlar onlar da ana baba kuzusuydular. Yani şimdiki sokak insanları da bir zamanlar bu toplumun çocuklarıydılar. Bunlar taş kovuklarından çıkmadılar ya. Ve daha sonra düşecek olanlar yine bu toplumun çocukları olacaklar. Daha açıkçası, sokaklar ve cezaevleri kolay kolay boş kalmayacaklar.
Büyük bir bahçeye tohumlar atarak çiçeklerin büyümesini beklemek güzel bir şeydir. Ama çiçekler büyümeye başladığında sadece görünenleri sulamak yeterli değildir. Çünkü bir çiçek büyür ve zamanı gelince solup gider. Ama görünmeyen ve önem verilmemiş olan körpe fidanlar daha önce çürürse, o bahçeden bir daha çiçek beklenemez. Çünkü nesilleri devam ettiren hep körpe fidanlar olmuştur. Daha açıkçası, önem verilmeyen körpe fidanların çürümesine seyirci kalan toplumun büyükleri “bizim zamanımızda saygı ve sevgi denen bir şeyler vardı” diyerek anılarını tazelemeye çalışmasınlar. Çünkü o büyüklerin fidanlara baktıkları bile yoktur.
Köyüme-Evime Dönerdim Ama... Diyenler
Memleketten başlayalım. Evet, bir insanın doğmuş ve büyümüş olduğu ana toprak. Doğal güzelliklerin ve doğal besin kaynaklarının en güzel mekanıdır. Ama sadece doğal güzellikler ve besin kaynakları insanı anatoprağında tutmaya yetmiyor. Sonunda insanın o hiç bitmeyen elde etme hırsı galip geliyor ve Altın Şehir olarak görülen büyük İstanbul’a göç başlıyor. Umutlar ve düşünceler genelde hep aynı: “İstanbul o kadar insanı barındırıyor, bir bizi mi barındıramayacak? Elbet bizim de nasibimiz olacaktır.” Üstelik çocukların daha iyi okullarda okuyabilmesi de düşünülmektedir.
Cezaevi yıllarım sırasında gözlemlediğim ve gerçekten şehirde yetişmiş olan insanların işlemiş oldukları suçlara bir bakalım:
Uyuşturucu kullanmak. Aşırı alkol sebebiyle asayişi bozmak. Macera olsun diye evleneceği kızı kaçırmak. Evli kadınla zina yapmak. Kendi karısını aldatarak zina yapmak. Polisle tartışmak ve hakaret etmek. Ailevi durumu iyi olduğu halde araba çalarak gezmek. Yine ailevi durumu iyi olduğu halde çeşitli uyuşturucu alemlerine katılmak. Sarkıntılık etmek... Ve buna benzer suçlar...
Şehirde yetişmiş olan insanların işlemiş oldukları suç türlerine dikkat ettiğimizde, işlenen suçların çoğunlukla heyecan verici suç türleri olduğu hemen fark edilmektedir. Üstelik ağır bir hükümlülük getirecek suç unsurlarını teşkil etmemektedir. İki ay ve bir yıl arasında cezası olan suçlar işlemişlerdir. Ama başka bir açıdan düşünecek olursak, şehir çocukları bu tür suçları cezasını bilerek, hesap ederek mi işlemişlerdir.? Hayır! Demek ki yasaların heyecan verici suçlara öngördüğü ceza miktarı bu kadardır.
Ve, bu şehir çocuklarının cezaevinde başlayan arkadaşlıkları dışarıda yıllarca sürebilmektedir.
Yine cezaevi yıllarım sırasında gözlemlediğim ve göç yoluyla şehre yerleşmiş olan insanların bir kısmının işlemiş oldukları suçlara bir bakalım: (Tabii, bunlar her göç etmiş olan insanı kastetmek anlamına gelmez.)
Namus cinayeti. Geçimsizlik cinayeti. Kıskançlık cinayeti. Sarkıntılık cinayeti. Kumar cinayeti. Aşırı alkole bağlanan bir anlık nedensiz cinayetler. Şaka ile başlayan ve sonu kanla biten laf kaldıramama cinayeti. Bunalım sonucu cinnet geçirerek işlenen cinayetler. Alacak verecek cinayeti. Ortaklar arası işlenen cinayet... Ve daha başka nedenlerden dolayı işlenmiş olan cinayetler. (Ama bu tür cinayet suçundan hüküm giyenler çoğunlukla yuvasına geri dönerler.)
Hırsızlık. Gasp. Darp. Kapkaç. Oto teybi çalmak. Satmak için oto çalmak. Dükkan ve mağaza soymak. Ev soymak. Tanıdık birisini takip etme yoluyla karanlıkta yardımcı silahla darbe vurarak parasını ve en değerli eşyalarını gasp etmek. Bir fahişenin parasından faydalanmak için tehdit etmek., yaralamak. Maddi durumu iyi olan bir homoseksüeli tehdit etmek, yaralamak. Kadına tecavüz etmek. Kız ve erkek çocuğuna tecavüz etmek... Ve buna benzer suçlar...
İkinci kategoride yer alan suçların cezasına baktığımızda, gerçekten de çok ağır hükümlülükler getiren cezalar olduğu anlaşılmaktadır.
Cinayet şekillerine dikkat ettiğimizde, ani hiddetleri hissetmemiz mümkündür. Ama ani bir hiddetle de olsa işlenmiş olan bu cinayetlerdeki en büyük ortak yön taviz vermemedir.
Soygun şekillerine baktığımızda, kişinin kendisini kurtarma yönlerinin ağır bastığı anlaşılmaktadır. Yani, “Ulan ben ya büyük parayı bulurum ya da hayatım kayar” düşüncesiyle çok ağır cezalı suçların yükümlülüğüne girilmektedir.
Bir başka konuya girelim. Cezaevlerinde tanımış olduğum şehirli insanların ziyaretçileri her görüş günü gelirdi. “Evladımız bir hata yapmış ama onu yalnız bırakmamız doğru olmaz”düşüncesi kendini belli ediyor. Ama Anadolu kökenli bir genç küçük bir hırsızlık suçu dahi işlese, “Bizi etrafa rezil etti, kimsenin yüzüne bakamıyoruz. Ziyaretine gitmemiz doğru olmaz. Zaten kendimizi zor geçindiriyoruz, bir de cezaevine mi para yetiştireceğiz” düşünceleriyle yalnızlığa terkedilebiliyor. Bu bütün suçlu ve yakınları için geçerli değildir. Ama en az altı ayda bir yirmi suçlunun bu şekilde terkedildiğini düşünürsek, yılda kırktan fazla insan toplumdan tamamen kopmuş olacaktır.
İlk suçunu işlemiş olan bir suçluyu ailesi pek yalnız bırakmaz. Ama ya bırakılanlar... Yalnız kalmak, suçlunun yakınlarından utanması veya maddi durumun çok bozuk olması nedeniyle olabiliyor. Ama cezaevindeki suçlu, kendisine mektup gelmemesi ve ziyaret günleri hoparlörden adının okunmamasıyla iyice yalnızlık çukuruna düşüyor. Yani, “artık benim için evim ve ailem yok” düşüncesine kapılıyor. İşte asıl yokolma tehlikesi o zaman başlamış oluyor. Çünkü ziyareti gelen ve dışlanmadığını gören bir suçlu, her şeye rağmen yeniden evine ve ailesine dönebileceğini biliyor. Ama yalnızlığa terkedilmiş olan bir suçlu, serbest kaldığında nereyi soyabileceğini düşünmeye başlıyor. Aklına ilk gelen de yine aile çevresinden birinin mekanı oluyor.
Çünkü o ilk kez bir suç işlemiştir, hatta cezaevine gönderileceğini bile hesap edememiştir. Dışarıda çalışarak yaşamak başkadır, çalarak yaşamak başkadır. Yeni suçlu düşeceği yolda bir amatörden başka bir şey değildir. Çünkü ancak amatör bir hırsız yakından tanımış olduğu bir yeri soymayı düşünür. Tanıdık bir mekanı soymayı düşünmenin akla gelen ilk avantajlı yanı “nasıl olsa tanıdık, belki davacı olmaz” fikirleridir.
Ama profesyonel bir hırsız, asla tanıdık bir mekâna yaklaşmaz. Çünkü profesyonel bir hırsız, tanımadığı mekanlarda önce keşif yapar ve sonra işi bitirerek parayı kapar. Hava basmak için de tanıdık mekânlarda harcar. Profesyonel bir hırsızın cebinde daima para olur ve zaten parası olduğunda kendisine daha çok güvenerek işe çıkar. Ama amatör bir hırsız, tesadüfen de olsa bir iş yaptığında kapmış olduğu parayla yeni üstbaş, ayakkabı alır. Meyhaneye giderek öbür amatör yamyamlara hava basar. Yolunu bulmuş olduğu için parası bitene kadar daha önceleri yatmış olduğu Park Palas yerine üçüncü sınıf bir otelde yatar. Ama, “Yaa benim cebimde para var, işe çıkayım. Eğer yakalanacak olursam cezaevine paralı giderim” demez. İlla bütün parasını harcayacak. Sonra sokakları gezecek, etrafı keserek keşif yapacak. İş bitirecek mekân bulamamışsa durmadan arayacak. Bu arada aç, sefil ve de perişan bir duruma düşecek. Sonunda çaresizlikten rastgele bir yere dalacak. İş biterse biter. Yok yakalanırsa, iş o zaman kelektir işte. Nezaret’te beş parasız kalacaktır. Cezaevine girdiğinde adama önce ilk önce suçunu, sonrada cebinde kaç parası olduğunu sorarlar. Gerçi yalandan cevap daima hazırdır: “Süper bir mağaza işi bitirmiştim ama yakalandım be abiler.”.
Süper bir mağaza işi bitir ama yakalan. Üstelik gelir gelmez ondan bundan sigara istemeye başla. Iıhhh... bu hırsız, yaramaz hırsızdır. Bu hırsız, hırsızlığın yüz karasıdır. Aslında eleştirenlerin çoğu da takımın açlarındandır. Ya. Ama hiç olmazsa cezaevinde karavana yiyordur ve karnı toktur. Sigara ve çayını içebileceği bir kaç dost edinmiştir. Yeni gelen bunu hemen beceremez. Ama sonra o da alışır ve aynı tezgahı bir başka yeni gelene yapar. Akşamki yatak muhabbetlerinde hep soymuş olduğu yerlerden ve dışarıda yaşamış olduğu lüks yaşantıdan sallar durur. Sonra aynı senaryonun bir başka versiyonunu yine bir başkası sallar. Daha sonra yine aynı senaryonun başka, daha başka bir versiyonu sallanır. Ama beş kişilik grupta bir tanesinin cebinde bir paket sigara bile yoktur.
En geç iki yıla kalmaz bizim acemi hırsız bir şeyler öğrenmiş olur. Cezaevine arada bir paralı geldiği görülmeye başlanır. Sonra daha çok şeyler öğrenir. Arada bir biraz daha paralı geldiği görülür. İki ay dışarıda, sekiz ay içeride. Dört ay dışarıda, on ay içeride.
Artık mazide kalmış olan ev ve aile yaşantısının özlemi de bitmiştir. Ancak altı ayda bir hatırlanır gibidir.
Terkedilmiş ya da kendisi yolunu şaşırmış olsun, yaşantısını cezaevinde sürdürmeye başlamış olan bir suçluya biraz yakınlık göstererek yaklaşınca, onun o her şeyi unutmuş halinin aslında sadece suni bir yansıma olduğunu görmek mümkündür. Onun yarasını aralayıp biraz derinlere inince, bütün gerçekler tek tek ortaya çıkıverir. Aslıda hâlâ evinin ve ailesinin özlemleriyle kavrulmaktadır. Bir insan çocukluğunu, ailesini ve mazisini unutamaz. Ama ona göre kendisi artık ailesinden nefret etmektedir. Artık aile düşmanı gibi görünmektedir, bir daha karşılaşmak bile istemediği bir düşman gibidir. Ama biraz daha derinlere inince, o nefret sanılan duyguların aslında yıllardır çekilmekte olan özlem duyguları olduğu hemen anlaşılır. Ama artık aileye dönüş imkansız bir hale gelmiştir. Kişi artık kendini dışarıya değil, cezaevine ait biri olarak görmektedir. Yani, “artık yuvam da, ailem de cezaevi” demektedir. Bunlara bir de kendini zayıf hissetme düşüncelerini eklersek, sonu ya cezaevinde ölene kadar bir yaşam sürmek veya bir gün intihar etmektir. Veya başka bir hırsızla veya gayrimeşru alem yolcusuyla takışarak veya bir şekilde kelek yaparak ölmek de vardır işin içinde. Kendini yalnızlık çukurunda hissedenlerin yaşantıları hemen hemen böyledir işte.
“Ben beş defa cezaevine girmişim, sabıkalıyım. Toplum beni ne yapsın. Dışarıda yalnız yaşayacağıma cezaevinde yaşarım. Aman be abi, hayatım kaymış işte, battı balık yan gider. Arada bir dışarıyı görüyorum ya, yeter anasını satayım. Ben ne yapayım be abi, bana kader vurmuş yaa, ben sadece çalmayı ve ceza yatmayı biliyorum...” Ve daha bir sürü kendini kandırma türü avunmalar.
Ama bazıları da vardır ki, hala köye veya eve dönmeyi düşünürler. Yani her şeye rağmen yuvasına dönmek isteyenler var. Ama artık kendilerini şartlandırmışlar:
“Bir gün gelecek ve ben yuvama döneceğim. Ama büyük parayı bulduktan sonra. Güzel bir takım elbisem. Ceplerimde paket paket Marlboro. Altımda son model bir araba, cüzdanım da ağzına kadar para dolu olacak.”
Şimdi burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Önce güzel bir takım elbise dedikten sonra ikinci sırada Marlboro sigarası yer alıyor. Ve ben buna çok dikkat etmişimdir. Son model bir araba ve ağzına kadar dolu cüzdan daha sonraki sıralarda yer alıyor. Peki bir paket Marlboro kaç para? Son model bir araba kaç para arkadaş? Veya ağzına kadar dolu bir cüzdanın değeri ne kadardır? İşte burada kişi bilmeden otomatik olarak beynine yeniliyor ve açık veriyor. Cezaevinden çıkmış olan bir suçlu kaliteli veya kalitesiz bir takım elbise sahibi olabilir. Takım elbise alan bir insan iki paket Marlboro sigarasını da alır. Ama öyle aniden son model bir arabaya gelince bir dakika dur bakalım kardeş. Sen yuvana gitmekten bahsetmiş olduğuna göre oyuncak bir araba kastetmedin. Sen gerçekten son model bir arabadan bahsettin ama... Bunun bir de amacı var hani.
Şimdi gelelim kişinin beyninin otomatik olarak açık vermesi olayına. Kişinin düşünceleri hep kendini kanıtlama hayallerine şartlanmıştır. Ve aslında gerçekleşmesi çok zor hayalleri düşündüğünün de farkındadır. Yani “Kıçımda donum bile yok ama... Ben yine de yuvaya giderken adam sıfatında gideceğim” fikri sabitleşmiştir. Ama kişi yine de kurmuş olduğu büyük hayallerini gerçekleştiremeyeceğinin bilincindedir.
İşte burada beyin, kişiye otomatik olarak itiraf ettiriyor; takım elbise giyerek ve Marlboro sigarası içerek adam sıfatında gezmeye kişinin aklı yatmıştır. Bu yüzden önce takım elbise ve Marlboro sigarasını ilk sıraya almıştır. Ama büyük bir iş bitirerek elde edilebilecek olan son model bir araba ve ağzına kadar dolu bir cüzdan hayaline kendisi de inanamamaktadır. Kişinin anlattıklarını dinleyecek olan birisi için araba ve cüzdan hayali zor bir iş olsa da bir anlığına değer bulacaktır, çünkü bu her insanın gördüğü bir hayaldir. Ama takım elbise ve Marlboro sigarası hayali son derece saçma sapan gelecektir. Çünkü son derece ucuz ve aptalca bir hayaldir. Ama hayali kuran kişi açısından araba ve dolu bir cüzdan geri planda kalmaktadır. Yani açıkçası, kişi olabilecek basit hayallerini ön sıraya, olması çok zor veya imkansız gibi görünen hayallerini de arka sıralara atmış bulunmaktadır. Yani, beyin olabilecek ve olamayacak hayalleri eleyerek sıralamayı otomatikman yapmaktadır.
Evet, yuvasına dönmek isteyenlerin çoğu bu hayallerle yaşamışlardır. Hep “bir gün büyük parayı bulacağım, bulacağım arkadaş” diye hayal güçlerini zorlamışlardır. Ama ne yazı ki çoğu ev ve dükkan soymak, balkondan tüp, elbise çalmak ve kapkaç yapmaktan ileriye gidememişlerdir. Büyük parayı bulamadıkça da cezaevini yuva olarak görmekten kurtulamamışlardır.
Birkaç noktayı daha belirtmek istiyorum. Şehirde yetişen ve suç işledikten sonra ailesine dönen insanlar, cezaevinde çoğunlukla aile içinde yaşanmış komik olaylardan, kadın ve kız maceralarından konuşurlardı. Yani giyim kuşamdan pek söz açmazlardı. Hatta uyuşturucu, kız meselesi ve trafik suçu işlemekten dolayı tutuklanmış olan zengin çocukları da yaşantılarından fazla söz etmezlerdi. Cezaevine kimler gelmemiştir ki? Babası yağ, deri, pamuk tüccarı olanlar. Amcası sanayici olanlar ve daha ne zengin çocukları (Genelde uyuşturucu, kız ve trafik suçlarından) gelmişlerdir. Ama hiç birisi de dışarıda son model arabasını anlatıp durmamıştır. “Bir arabam var işte” gibi sözler etmiştir.
Ama şehre sonradan gelerek yerleşen insanlar arasından çıkmış olan suçlular hep dışarıda yaşadıkları lüks hayatı anlatırlar. Başlarından geçen bir hikayeyi anlatırken hep çeşit çeşit takım elbiseleri lafa sokarlar. Hep gitmiş oldukları lüks gazinolardan söz ederler. Yani şehir çocuklarının anlatmış olduklarına karşı bir altta kalma ezikliği yaşanmakta ve bu ezikliği de yalanlarla eşitleme ihtiyacı duyarak anlattıkları yerler, aslında beş veya altı masalı, tuvaletleri leş gibi sidik kokan meyhanelerden başka yerler olamaz. Eğer o beş veya altı masalı sidik kokan meyhaneler lüks gazino demekse, ben de çok lüks bir yaşam sürmüşüm demektir. Çünkü öyle boktan yerlerde çok zaman harcadığım olmuştur. Tabi yolsuz kaldığım zamanlarda.
(Mesela Çamlıca Tepesi’ne çıkarak çay içmek benim hiç aklıma gelmezdi, çünkü alkolsüz bir mekandı. Kafamın bulanmayacağı bir mekanda benim ne işim olabilirdi ki? Taksi tut, tepeye çık, çay veya kahve iç. Sonra da tepeden aşağı ineceğim diye tepin dur. Neymiş? Temiz hava alma hesabı olacakmış. Yaa, benim temiz havaya ihtiyacım olduğunu kim söylemiş ki? Temiz hava benim neyime gerek. Benim için havası tek temiz olan mekan para kokan mekandı. Ama bir gün geldi ve ben Çamlıca Tepesin’de çay içmek zorunda bırakıldım. Yine her zamanki gibi bir iftiradan yakalanmış ve on- on beş karakolu gezmem için maceraya gönderilmiştim. Suçum sabitti ve cezaevine gönderilecektim. Macera istikametim üzerinde bulunan ve en sakat karakollardan birisi olarak anılan Kısıklı Emniyet Amirliği nezarethanesinde dinleniyordum ki maceramın sona erdiğini ve ilk yakalanmış olduğum (bana iftirada bulunan) karakola gönderileceğimi söylediler. O yıllarda henüz yeni kullanılmaya başlanılmış olan Ford minibüs ekip arabasına binmiştik... Ve yanlış yolda gittiğimizi farkettim. Polisleri ve şöförlük yapan bekçiyi uyardım. Ne deseler iyi?! “Hemşerim, karakolda iş yok, güç yok. Önce bir Çamlıca Tepesi’ne çıkalım, çay kahve içtikten sonra da seni götürür teslim ederiz.” İşe bak yaa, bir çay-kahve için gezmeye gidiyormuşuz. Bekçiye “Tepede bira veya rakı var mıdır?” diye sorduğumda: “Galiba on iki karakol gezme maceran yetmemiş” dedi. Sonunda o meşhur Çamlıca Tepesi’ne çıktık ve çayımızı içtik... Akşam çayını da cezaevinde içmiştim. Ama şunu belirteyim, öğlen çayını Çamlıca Tepesi’nden manzara seyrederek içtikten sonra, cezaevinin boş havuzuna bakarak akşam çayı içmek de çok kelek bir duygu oluyor harbiden.
Gelelim yine konumuza, açıkcası bir takım elbise giydikten sonra cebine de iki paket Marlboro koyunca adam olunmuyor. Olunur da, haybeden adam olunur işte. Daha açıkçası birkaç günlük adam olunur. Yuvaya tekrar dönüş için hep zengin olma bahanelerini öne sürerek aynı yolda devam etmek, sadece boşa geçecek olan yıllar ve sağlıksız cezaevi ve sokak yaşamının daha çabuk yakınlaştırmaya başlamış olduğu acı sondan başka bir şey değildir. Çünkü insan çok yaşlanmış olduğunda çalmayı da beceremez. Ancak dilenebilir. Eğer dilenmeyi de beceremiyorsa o zaman iş daha kelek demektir. Çünkü geriye kalan yol, çöplüklerden karın doyurmaktır. İşte o duruma gelindiğinde gece yatarken bazen düşünülür: “Hani ben büyük bir iş bitirecektim ve aileme hava basacaktım. Ama ben şimdi ne hallerdeyim”.
Evet, “yuvaya dönerdim ama...” diyenlerin sonlarının başlangıcı çoğunlukla işte hep böyle olmuştur. Sokaklarda çöpten yiyecek toplayan birazcık bitirimvari bir tip görmüş olduğunuzda anlattıklarım aklınıza gele. Emi.
Aşırı Mastürbasyonun Sapıklaştırması
Mastürbasyon:
Yalnız kalmaktan veya yalnız kalmak zorunda bırakılmaktan dolayı erkeğin kadına oranla daha sık kullanmış olduğu bir tür kendi kendini tatmin etmek için boşalma yöntemi. Ya da karşı cinse ilgi duyan ama beceriksiz olma korkusu yüzünden bazen ömür boyu alışkanlık haine gelen bir saplantı.
Mastürbasyona ihtiyaç duyulan anlar:
Yalnızken ihtiyaç duyulduğunda sadece boşalmak için yapılır.
Pornografik dergi veya film gibi görsel etkilenme anında yapılır.
İlişki kurmada başarısız olma ve küçümsenme korkusu nedeniyle alışkanlık haline gelebilir (Ve korku yenilmedikçe de sürer).
Bir eğlence sırasında (dans, ten teması) kadına yaklaşamama nedeniyle yapılır.
Alkol aldıktan sonra göz önüne gelen herhangi bir hayale göre yapılır.
Uyuşturucu alındıktan sonra görülen halisünasyonlar sonucu zorlanarak yapılır. (Genellikle sapıkça hayaller olur.)
Kısacası bir insanın küçücük bir hayalden bile yola çıkarak uygulayabileceği tatmin etme yoludur.
Ama cezaevinde yatan bir insan seçebileceği tek baş ağrıtmayan yoldur. (Önce-deki bölümlerde mastürbasyon yerine ilişkiyi tercih edenlerin başlarına neler geldiğini anlatmış olduğum için baş ağrıtmayan yoldur diye ekledim.)
Cezaevi kapalı bir yapı olduğu için insan hep aynı insanları, duvarları, tuvaletleri, bahçeyi, merdivenleri ve gardiyanları görür. Bir mahkum için en çekilmez şeyleri başında da hep aynı şeyleri görmek gelir.
Cezaevinde gerçekten yeni olabilecek tek şey acık saçık resimli ucuz gazete ve dergileridir. Samimiyet kurulmuş olan bir gardiyana (gizli olarak) erotik bir dergi aldırılabilir Yaz aylarında su durumunun kritik oluşunu düşünürseniz artık durumu siz değerlendirin.
Zaten erotik dergi olmuş veya olmamış hiçbir şey fark etmez. Çünkü mastürbasyon yapmak için daima bir bahane bulunur. Erotik dergi ve gazete sadece yapılan mastürbasyon sayısını artırmaktadır. Ve böylelikle insan daha fazla çökertmektedir. Ama birisi şakayla karışık ‘Ulan, ha bire kenefe gidip tek atmaktan eridin, kurudun be’ diyerek takıldığında, kulaktan kulağa yerleşmiş olan sabit bir cevap verilir: ‘Ne erimesi, ne kuruması be koçum. Çalışan demir paslanmazmış.’ (Demir sert bir madendir. Ama organ etten başka bir şey değildir. Ama sen gel de bunu adama anlat.)
Mastürbasyon ya tahrik yoluyla veya hayal gücünü zorlama ile yapılır. Cinsel organ pompalanan aşırı kan sayesinde sertleşmektedir. Herhangi bir sorunu olmayan bir erkek şakalaşırken veya başka şekillerde bir kadınla ten temasında bulunduğunda cinsel dürtüleri uyanır. Yani normal bir uyanış şeklidir. Ama cezaevindeki bir insan her ne kadar erotik dergi resimlerinden dolayı tahrik olsa da bu kendini zorlama anlamına gelir. Çünkü ortada dişinin kendisi değil, sadece çıplak resimleri vardı.
Zoraki mastürbasyona maruz kalmış olan bir kişi zaten ilk olarak beynini yormaktadır. Çünkü hayal kurması gereklidir ama bu hayaller genellikle sabit hayaller olmamaktadır. Daha önce kurulmuş olan cinsel ilişki hayalleri ağırlıktadır. Daha sonra etrafındakilerden duymuş olduğu ve kendisine değişik gelen seks hikâyelerini beyninde değerlendirmek ve kendini o değişik hikâyenin kahramanı olarak görmek gelir. Sonra sıralama uzar gider ama daha değişik fanteziler halinde. Yolda giden bir bayana laf atarak tanışmak ve yatağa girmek. Bir bayanın adres sormasıyla başlayan yakınlık ve yatağa girmek.
Mastürbasyon arttık fanteziler de tehlikeli boyutlara ulaşmaya başlayacaktır. Çünkü her şey hayallerden ibarettir. Hep aynı fantezilerden zevk alma dönemi yavaş yavaş dona erer. Artık çok daha değişik ve zor fanteziler aranmaktadır. Bunların başında gelen en değişik ve zor fantezi de tecavüz hayalidir. Evet, daha önce hiç denemediği ve hayal edilmediği halde en cazip hayal türü haline gelmeye başlar.
Ve adı tecavüz olan bu yeni hayal türü, bir gün gelir genç bir bayanın, orta yaşlı bir kadının, hatta yaşlı bir kadının, küçük bir kız veya erkek çocuğun hayatını karartabilir. Hatta fail, sırrını saklamak ve cezadan kurtulmak için kurbanı çekinmeden öldürebilir de. Yani, sadece tatmin olabilmek için yeşertilmiş olan bir hayal, umulmadık felaketlerin başlangıcı olabilmektedir.
Tecavüz Sonrası Suçlu Taraf. Ve Nedenler
Tecavüz suçu toplum bireyleri arasında en çok tepki gösterilen bir suçtur. Ana tecavüz suçuna tepki gösteren sadece toplum bireyleri değildir. Tecavüz suçunu işleyen birine polisler, yargı organı temsilcileri, gardiyanlar ve mahkumlar da tepki gösterirler. Ayrıca, tecavüz suçunun işleniş şekillerine göre tepki gösterme yöntemleri de değişmektedir.
Evet, işte sizlere cezaevinde demokrasi ararken isyan çıkartmanın finali. İsyandan önce hiç olmazsa pencereler sağlamdı ve koğuşlara soğuk girmiyordu. Şimdi millet soğuktan titriyor. Eski karavanayı beğenmeyenler yarıya düşmüşüne iştahla saldırıyorlar. Hamam eskiden on beş günde bir yanardı. Artık ayda bir yanacakmış. Odunluk gardiyanından daha fazla odun isteyenler nasibini fazlasıyla almış haldeler. Çünkü odunluktan odun kapan gardiyanlar koğuşlara dalalı epeyi olmuş.
Elebaşı olarak sevke gönderilenler de on beş gün ile iki ay arasında hücrede kalacaklar. Daha açıkçası gardiyanların insafına kalmış diyeyim.
Demek ki demokrasi aramak her zaman yapılacak bir iş değilmiş. Neler kazanmak için isyan başlatılıyor ve neler kaybediliyor. “Bağdat’a pirince giderken, Midyat’ın bulgurundan olmak” diye herhalde bu dalgalara deniyor olmalı.
Böyle kaç isyan çıkmıştır. Ama bizim için önemli olan isyan türleri değil, nedenleri ve sonuçlarıdır. Ehh, değişik bir demokrasi sistemini de tanımış olduk sayılır.
Cezaevinin ve Sokakların Artık Tamamen Bağımlısı Olanlar
Şimdi günümüzde hâlâ varolan bir asker türünü ele alarak başlayalım. Bazı insanlar yaşları ilerledikçe toplumun içinde yaşamaktan korkar hale gelirler. Aile ve toplumun kuralcı baskısı bir yandan. Hayat şartlarının getirmiş olduğu ağır yükler bir yandan. Kendisinde “ben beceriksizin biriyim” hislerinin beyinden gitmiyor oluşundan.... Ve daha bir çok ürkütücü nedenden dolayı kendini çaresizlik içinde gören insanlar vardır. Gelecekte neler olacak. Evlenememe korkusu. Veya evlilik sonrası daha da zorlaşacak olan yaşamın ürkütmesi. “Babam annemle evlenmiş ve evimizi geçindiriyor. Ama ben asla babam gibi olamam” gibi düşüncelere kapılmak bu insanları bitirmeye başlıyor işte.
Şimdi buna bir örnek:
Aile büyük bir trafik kazası sonucu hemen hemen yok olmuş. Uzak akrabalardan ilgi yok gibi. Sağ kalan kardeşler uzaklaşmış. Evden işe, işten eve anlayışı artık yaşamın anlamını yitirmiş. Dostluk ve iletişim kurma yönleri zaten zayıf kalmış. Buna kaza faciasını da ekleyince edinilen tek şey “yalnızlık artık benim kaderim olmuş” düşünceleridir. Eğer kişide alkol ve madde bağımlılığı eğilimleri ağır basarsa, yani duyguları kendisini o yöne doğru itiyorsa bu bir felaketin başlangıcı demektir. Düzensiz ve umutsuz bir yaşam biçimi, yalnızlık, bir kimseyle dertleşememek. Mazide kalmış olan kaybedilmiş aile bireylerinin anılarına (yani geçmişe) kapılarak yaşamak, kaderinin yalnızlık olduğuna inanmış bir insanı mahvetmeye başlar.
Artık tam bir çöküntü içine düşmüştür ki... Ortaya askerlik çıkar. Artık kişi için askerlik son bir kurtuluş yoluymuş gibi gözükmektedir. Hiç olmazsa askerlikte yemek ve yatacak yer sorunu yoktur. Birkaç sigara ve bir iki bardak çay ısmarlayacak birileri de elbet olacaktır. Eee, o zaman çalışarak sürdürülen ve ağır yüklerle dolu yaşamın ne anlamı kaldı ki? Öyle olsa da sorunlar üstüne sorunlarla bir yemek, bir yatak. Askerlikte olsa da bir yemek, bir yatak. Daha topluma kendini beğendirmek için debelenip durmaya ne gerek var.?
Ve askerlik dönemi başlar. Acemi birliği, usta birliği. Derken askerlikten iyicene hoşlanılır Eğitime çık, nöbet tut, ders dinle, yemek ye ve yat. Askerlikte yapılan bu işlere toplumda kimse bir lokma ekmek vermez. Kimse bir yatak da vermez. Eee, daha topluma dönmek gibi bir kerizlik yapmanın ne anlamı vardır ki?
Günler, haftalar ve aylar geçer. Sonunda kişinin tezkere alma zamanı yaklaşmıştır. Ama kişi korku içindedir. Çünkü onun için tezkere, kaçmış olduğu topluma geri dönüş belgesinden başka bir şey değildir. ‘Toplummm’ onun için zaten yeterince ürkütücü bir kelimedir. Kişinin aklına tek bir çare gelir: Tezkere almaya bir kaç gün kala firar ederek askerliğini yakmak. Ve bunu yapar da. Artık memnundur çünkü epey bir süre daha toplum denen ürkütücü birlikten uzak kalabilecektir.
Sonra bakmışsınız ki yıllar geçmiş ve kişi hala asker. Artık komutanlarıyla bile yüzgöz olmuş. Yani artık askerliğin bir parçası olmuş. Ama uzun yıllar sonra yaşlanmış bir halde zoraki olarak olsa da tezkeresi verilir ve yine ürkütücü toplum birliğine gönderilir.
Yıllarca yaşamış olduğum karanlık sokaklarda sadece askerlikten zoraki tezkere verilmiş olduğu için dilenciliğe, şarapçılığa, hurda kağıt toplayıcılığına düşmüş olan en az yüz kişi tanımışımdır. O yüz kişinin kat kat çok daha fazlasını da cezaevinde mahkum adı altında tanımışımdır.
Bu daha burada bitmedi. Benim anlatmış olduğum yıllarda yaşam şartları şimdikinden çok daha iyiydi. İnsanlık ve yardımseverlik denen bir şeyler vardı. Şimdi artık o şeyler de tarihe karıştı sayılır. Hâlâ insanlığın ve iyilikseverliğin olduğu bir dönemde o kadar insan aç bir şekilde sokaklara düşmüştü. Buna bir de normal bir şekilde askerlikten döndükten sonra bunalıma girenleri ve toplumdan kaçmak zorunluluğu hissedenleri ekleyelim. Yani, artık asker ocağı yerine sokakları ve cezaevlerini yuva olarak gören insanları kastediyorum. Buna şimdiki tükenmiş insan ilişkilerini de ekleyelim. Rakamlar hayal bile edemeyeceğiniz kadar yüksek ve de korkunçtur. Ve ne yazık ki hiç kimsenin yaptığı hiç bir şey de yoktur.
İşte size toplum denen büyük birliğin en büyük rahatsızlığı: Gören Körlük Hastalığı. Ve ne yazık ki bu hastalığın tedavisi mümkün değildir.
Şimdi gazete çeşitleri ve televizyon kanalları bol...
“Askerden gelen genç intihar etti. Aşk intiharı olduğu sanılıyor...” Evet, habere en uygun olan teşhis, aşk meselesi olmuş. Asker demek hayatının baharında bir genç insan demektir. Bir askerin intihar edişi sadece aşka mı bağlanmalıdır?
“Azılı bir sabıkalı falanca yerde ölü bulundu. Azılı sabıkalının, almış olduğu alkol ve uyuşturucu haplar yüzünden zehirlenerek öldüğü belirlendi..!” Habere en uygun olan teşhis, azılı sabıkalıyı zehirleyerek öldürmüş olan uyuşturucu haplardır.
Ama benim kadar polislerin de çok iyi bilmiş olduğu bir nokta vardır. Azılı bir sabıkalı, asla uyuşturucu haplar yüzünden zehirlenerek ölmez. Çünkü genellikle alkol ve hap bağımlısı olan bir azılı sabıkalı, ilaçlar konusunda en azından bir eczacı kalfası kadar bilgilere sahiptir. Yani, bağımlı bir azılı sabıkalıyı bir eczaneye bıraksalar, bildikleri karşısında doktorların, hatta ilaç konusunda uzman olanların bile şaşkınlıktan ağızları beş karış açılıverir. Daha açıkçası, azılı bir sabıkalı kendisini hangi hapın zehirleyerek öldüreceğini çok iyi bilir. Yani, azılı sabıkalı haplar yüzünden zehirlenerek ölmemiştir. Azılı sabıkalı artık bu yaşamın yüklerini omuzlayamaz bir hale gelmiş olduğu için o hapları bilerek alkol ile birlikte almış ve intihar etmiştir. Kara güneş gözlüklülerle dolu topluma duyurulur. Tabi eğer kulaklarında Walkman kulaklıkları yoksa. Bunları anlattım ama sadece gülüyorum. Çünkü hiç bir şeyin kolay kolay değişmeyeceğini biliyorum.
Bitti mi sanıyorsunuz: Hayır bitmedi. Çünkü ölenlerden başka aynı durumda olup da sokaklarda yaşayan binlerce insan daha vardır. Dahası, cezaevlerinde “burası artık benim yuvamdır” diye yaşayanlar da vardır. Onlar da ileri tarihlerde yine bir yol kenarında çeşitli maddeler yüzünden zehirlenmiş olarak bulunacak azılı sabıkalılardır. Ve zamanla yaşamın yükünü çekemez hale gelen ve gelecek sokak insanlarını da eklersek, tabloyu düşünün artık. Ve.. sadece bir haber kaynağı olacaklardır. Ama öldükten sonra mutlu olacaklarından eminim. Çünkü eskiden haber kaynağı olmak da çok zordu.
Ben senelerce gayrimeşru alem işlerini kovalayarak yaşamış ve defalarca yakalanmıştım. Ama hiç bir yerde haber kaynağı olamamıştım doğrusu. Zaten olsaydım bu günlere de gelemezdim. Çünkü geçmişime sünger çekerek iş aradığım sıralar bütün kapılar yüzüme kapanmış olurdu. Teşhir edilmiş olacaktım ya.
Bizim toplumumuz avunmayı çok iyi bilir doğrusu. Vay efendim neymiş: “Süper devlet Amerika’da, medeniyetin beşiği İngiltere’de, kibarlar diyarı Fransa’da bile sokaklar ve cezaevleri doluymuş. Çok doğrudur. Cezaevi ve sokakları boş olan memleket mi var ki? Evet ama, burası Türkiye ve ben Türkiye’den bahsediyorum. Eee, bu toplumun çocuklarının hepsi de Amerika, İngiltere ve Fransa’da mı yetişiyor? Haa, o diyarlarda yetişen bu toplumun çocukları kötü yola düşmezler. Peki ya bu toplumun bizim diyarlarda yetişen çocuklarına ne olacak? Hepsi de doktor, mühendis, pilot olacak ve kendilerini kurtaracaklar öyle mi? Görürsem söylerim.
Cezaevine ve sokaklara ait olmuş insanların geçmişlerini ele alırsak; onlar da bir zamanlar doğdukları evlere neşe getirmiş olmalıydılar. Bir zamanlar onlar da ana baba kuzusuydular. Yani şimdiki sokak insanları da bir zamanlar bu toplumun çocuklarıydılar. Bunlar taş kovuklarından çıkmadılar ya. Ve daha sonra düşecek olanlar yine bu toplumun çocukları olacaklar. Daha açıkçası, sokaklar ve cezaevleri kolay kolay boş kalmayacaklar.
Büyük bir bahçeye tohumlar atarak çiçeklerin büyümesini beklemek güzel bir şeydir. Ama çiçekler büyümeye başladığında sadece görünenleri sulamak yeterli değildir. Çünkü bir çiçek büyür ve zamanı gelince solup gider. Ama görünmeyen ve önem verilmemiş olan körpe fidanlar daha önce çürürse, o bahçeden bir daha çiçek beklenemez. Çünkü nesilleri devam ettiren hep körpe fidanlar olmuştur. Daha açıkçası, önem verilmeyen körpe fidanların çürümesine seyirci kalan toplumun büyükleri “bizim zamanımızda saygı ve sevgi denen bir şeyler vardı” diyerek anılarını tazelemeye çalışmasınlar. Çünkü o büyüklerin fidanlara baktıkları bile yoktur.
Köyüme-Evime Dönerdim Ama... Diyenler
Memleketten başlayalım. Evet, bir insanın doğmuş ve büyümüş olduğu ana toprak. Doğal güzelliklerin ve doğal besin kaynaklarının en güzel mekanıdır. Ama sadece doğal güzellikler ve besin kaynakları insanı anatoprağında tutmaya yetmiyor. Sonunda insanın o hiç bitmeyen elde etme hırsı galip geliyor ve Altın Şehir olarak görülen büyük İstanbul’a göç başlıyor. Umutlar ve düşünceler genelde hep aynı: “İstanbul o kadar insanı barındırıyor, bir bizi mi barındıramayacak? Elbet bizim de nasibimiz olacaktır.” Üstelik çocukların daha iyi okullarda okuyabilmesi de düşünülmektedir.
Cezaevi yıllarım sırasında gözlemlediğim ve gerçekten şehirde yetişmiş olan insanların işlemiş oldukları suçlara bir bakalım:
Uyuşturucu kullanmak. Aşırı alkol sebebiyle asayişi bozmak. Macera olsun diye evleneceği kızı kaçırmak. Evli kadınla zina yapmak. Kendi karısını aldatarak zina yapmak. Polisle tartışmak ve hakaret etmek. Ailevi durumu iyi olduğu halde araba çalarak gezmek. Yine ailevi durumu iyi olduğu halde çeşitli uyuşturucu alemlerine katılmak. Sarkıntılık etmek... Ve buna benzer suçlar...
Şehirde yetişmiş olan insanların işlemiş oldukları suç türlerine dikkat ettiğimizde, işlenen suçların çoğunlukla heyecan verici suç türleri olduğu hemen fark edilmektedir. Üstelik ağır bir hükümlülük getirecek suç unsurlarını teşkil etmemektedir. İki ay ve bir yıl arasında cezası olan suçlar işlemişlerdir. Ama başka bir açıdan düşünecek olursak, şehir çocukları bu tür suçları cezasını bilerek, hesap ederek mi işlemişlerdir.? Hayır! Demek ki yasaların heyecan verici suçlara öngördüğü ceza miktarı bu kadardır.
Ve, bu şehir çocuklarının cezaevinde başlayan arkadaşlıkları dışarıda yıllarca sürebilmektedir.
Yine cezaevi yıllarım sırasında gözlemlediğim ve göç yoluyla şehre yerleşmiş olan insanların bir kısmının işlemiş oldukları suçlara bir bakalım: (Tabii, bunlar her göç etmiş olan insanı kastetmek anlamına gelmez.)
Namus cinayeti. Geçimsizlik cinayeti. Kıskançlık cinayeti. Sarkıntılık cinayeti. Kumar cinayeti. Aşırı alkole bağlanan bir anlık nedensiz cinayetler. Şaka ile başlayan ve sonu kanla biten laf kaldıramama cinayeti. Bunalım sonucu cinnet geçirerek işlenen cinayetler. Alacak verecek cinayeti. Ortaklar arası işlenen cinayet... Ve daha başka nedenlerden dolayı işlenmiş olan cinayetler. (Ama bu tür cinayet suçundan hüküm giyenler çoğunlukla yuvasına geri dönerler.)
Hırsızlık. Gasp. Darp. Kapkaç. Oto teybi çalmak. Satmak için oto çalmak. Dükkan ve mağaza soymak. Ev soymak. Tanıdık birisini takip etme yoluyla karanlıkta yardımcı silahla darbe vurarak parasını ve en değerli eşyalarını gasp etmek. Bir fahişenin parasından faydalanmak için tehdit etmek., yaralamak. Maddi durumu iyi olan bir homoseksüeli tehdit etmek, yaralamak. Kadına tecavüz etmek. Kız ve erkek çocuğuna tecavüz etmek... Ve buna benzer suçlar...
İkinci kategoride yer alan suçların cezasına baktığımızda, gerçekten de çok ağır hükümlülükler getiren cezalar olduğu anlaşılmaktadır.
Cinayet şekillerine dikkat ettiğimizde, ani hiddetleri hissetmemiz mümkündür. Ama ani bir hiddetle de olsa işlenmiş olan bu cinayetlerdeki en büyük ortak yön taviz vermemedir.
Soygun şekillerine baktığımızda, kişinin kendisini kurtarma yönlerinin ağır bastığı anlaşılmaktadır. Yani, “Ulan ben ya büyük parayı bulurum ya da hayatım kayar” düşüncesiyle çok ağır cezalı suçların yükümlülüğüne girilmektedir.
Bir başka konuya girelim. Cezaevlerinde tanımış olduğum şehirli insanların ziyaretçileri her görüş günü gelirdi. “Evladımız bir hata yapmış ama onu yalnız bırakmamız doğru olmaz”düşüncesi kendini belli ediyor. Ama Anadolu kökenli bir genç küçük bir hırsızlık suçu dahi işlese, “Bizi etrafa rezil etti, kimsenin yüzüne bakamıyoruz. Ziyaretine gitmemiz doğru olmaz. Zaten kendimizi zor geçindiriyoruz, bir de cezaevine mi para yetiştireceğiz” düşünceleriyle yalnızlığa terkedilebiliyor. Bu bütün suçlu ve yakınları için geçerli değildir. Ama en az altı ayda bir yirmi suçlunun bu şekilde terkedildiğini düşünürsek, yılda kırktan fazla insan toplumdan tamamen kopmuş olacaktır.
İlk suçunu işlemiş olan bir suçluyu ailesi pek yalnız bırakmaz. Ama ya bırakılanlar... Yalnız kalmak, suçlunun yakınlarından utanması veya maddi durumun çok bozuk olması nedeniyle olabiliyor. Ama cezaevindeki suçlu, kendisine mektup gelmemesi ve ziyaret günleri hoparlörden adının okunmamasıyla iyice yalnızlık çukuruna düşüyor. Yani, “artık benim için evim ve ailem yok” düşüncesine kapılıyor. İşte asıl yokolma tehlikesi o zaman başlamış oluyor. Çünkü ziyareti gelen ve dışlanmadığını gören bir suçlu, her şeye rağmen yeniden evine ve ailesine dönebileceğini biliyor. Ama yalnızlığa terkedilmiş olan bir suçlu, serbest kaldığında nereyi soyabileceğini düşünmeye başlıyor. Aklına ilk gelen de yine aile çevresinden birinin mekanı oluyor.
Çünkü o ilk kez bir suç işlemiştir, hatta cezaevine gönderileceğini bile hesap edememiştir. Dışarıda çalışarak yaşamak başkadır, çalarak yaşamak başkadır. Yeni suçlu düşeceği yolda bir amatörden başka bir şey değildir. Çünkü ancak amatör bir hırsız yakından tanımış olduğu bir yeri soymayı düşünür. Tanıdık bir mekanı soymayı düşünmenin akla gelen ilk avantajlı yanı “nasıl olsa tanıdık, belki davacı olmaz” fikirleridir.
Ama profesyonel bir hırsız, asla tanıdık bir mekâna yaklaşmaz. Çünkü profesyonel bir hırsız, tanımadığı mekanlarda önce keşif yapar ve sonra işi bitirerek parayı kapar. Hava basmak için de tanıdık mekânlarda harcar. Profesyonel bir hırsızın cebinde daima para olur ve zaten parası olduğunda kendisine daha çok güvenerek işe çıkar. Ama amatör bir hırsız, tesadüfen de olsa bir iş yaptığında kapmış olduğu parayla yeni üstbaş, ayakkabı alır. Meyhaneye giderek öbür amatör yamyamlara hava basar. Yolunu bulmuş olduğu için parası bitene kadar daha önceleri yatmış olduğu Park Palas yerine üçüncü sınıf bir otelde yatar. Ama, “Yaa benim cebimde para var, işe çıkayım. Eğer yakalanacak olursam cezaevine paralı giderim” demez. İlla bütün parasını harcayacak. Sonra sokakları gezecek, etrafı keserek keşif yapacak. İş bitirecek mekân bulamamışsa durmadan arayacak. Bu arada aç, sefil ve de perişan bir duruma düşecek. Sonunda çaresizlikten rastgele bir yere dalacak. İş biterse biter. Yok yakalanırsa, iş o zaman kelektir işte. Nezaret’te beş parasız kalacaktır. Cezaevine girdiğinde adama önce ilk önce suçunu, sonrada cebinde kaç parası olduğunu sorarlar. Gerçi yalandan cevap daima hazırdır: “Süper bir mağaza işi bitirmiştim ama yakalandım be abiler.”.
Süper bir mağaza işi bitir ama yakalan. Üstelik gelir gelmez ondan bundan sigara istemeye başla. Iıhhh... bu hırsız, yaramaz hırsızdır. Bu hırsız, hırsızlığın yüz karasıdır. Aslında eleştirenlerin çoğu da takımın açlarındandır. Ya. Ama hiç olmazsa cezaevinde karavana yiyordur ve karnı toktur. Sigara ve çayını içebileceği bir kaç dost edinmiştir. Yeni gelen bunu hemen beceremez. Ama sonra o da alışır ve aynı tezgahı bir başka yeni gelene yapar. Akşamki yatak muhabbetlerinde hep soymuş olduğu yerlerden ve dışarıda yaşamış olduğu lüks yaşantıdan sallar durur. Sonra aynı senaryonun bir başka versiyonunu yine bir başkası sallar. Daha sonra yine aynı senaryonun başka, daha başka bir versiyonu sallanır. Ama beş kişilik grupta bir tanesinin cebinde bir paket sigara bile yoktur.
En geç iki yıla kalmaz bizim acemi hırsız bir şeyler öğrenmiş olur. Cezaevine arada bir paralı geldiği görülmeye başlanır. Sonra daha çok şeyler öğrenir. Arada bir biraz daha paralı geldiği görülür. İki ay dışarıda, sekiz ay içeride. Dört ay dışarıda, on ay içeride.
Artık mazide kalmış olan ev ve aile yaşantısının özlemi de bitmiştir. Ancak altı ayda bir hatırlanır gibidir.
Terkedilmiş ya da kendisi yolunu şaşırmış olsun, yaşantısını cezaevinde sürdürmeye başlamış olan bir suçluya biraz yakınlık göstererek yaklaşınca, onun o her şeyi unutmuş halinin aslında sadece suni bir yansıma olduğunu görmek mümkündür. Onun yarasını aralayıp biraz derinlere inince, bütün gerçekler tek tek ortaya çıkıverir. Aslıda hâlâ evinin ve ailesinin özlemleriyle kavrulmaktadır. Bir insan çocukluğunu, ailesini ve mazisini unutamaz. Ama ona göre kendisi artık ailesinden nefret etmektedir. Artık aile düşmanı gibi görünmektedir, bir daha karşılaşmak bile istemediği bir düşman gibidir. Ama biraz daha derinlere inince, o nefret sanılan duyguların aslında yıllardır çekilmekte olan özlem duyguları olduğu hemen anlaşılır. Ama artık aileye dönüş imkansız bir hale gelmiştir. Kişi artık kendini dışarıya değil, cezaevine ait biri olarak görmektedir. Yani, “artık yuvam da, ailem de cezaevi” demektedir. Bunlara bir de kendini zayıf hissetme düşüncelerini eklersek, sonu ya cezaevinde ölene kadar bir yaşam sürmek veya bir gün intihar etmektir. Veya başka bir hırsızla veya gayrimeşru alem yolcusuyla takışarak veya bir şekilde kelek yaparak ölmek de vardır işin içinde. Kendini yalnızlık çukurunda hissedenlerin yaşantıları hemen hemen böyledir işte.
“Ben beş defa cezaevine girmişim, sabıkalıyım. Toplum beni ne yapsın. Dışarıda yalnız yaşayacağıma cezaevinde yaşarım. Aman be abi, hayatım kaymış işte, battı balık yan gider. Arada bir dışarıyı görüyorum ya, yeter anasını satayım. Ben ne yapayım be abi, bana kader vurmuş yaa, ben sadece çalmayı ve ceza yatmayı biliyorum...” Ve daha bir sürü kendini kandırma türü avunmalar.
Ama bazıları da vardır ki, hala köye veya eve dönmeyi düşünürler. Yani her şeye rağmen yuvasına dönmek isteyenler var. Ama artık kendilerini şartlandırmışlar:
“Bir gün gelecek ve ben yuvama döneceğim. Ama büyük parayı bulduktan sonra. Güzel bir takım elbisem. Ceplerimde paket paket Marlboro. Altımda son model bir araba, cüzdanım da ağzına kadar para dolu olacak.”
Şimdi burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Önce güzel bir takım elbise dedikten sonra ikinci sırada Marlboro sigarası yer alıyor. Ve ben buna çok dikkat etmişimdir. Son model bir araba ve ağzına kadar dolu cüzdan daha sonraki sıralarda yer alıyor. Peki bir paket Marlboro kaç para? Son model bir araba kaç para arkadaş? Veya ağzına kadar dolu bir cüzdanın değeri ne kadardır? İşte burada kişi bilmeden otomatik olarak beynine yeniliyor ve açık veriyor. Cezaevinden çıkmış olan bir suçlu kaliteli veya kalitesiz bir takım elbise sahibi olabilir. Takım elbise alan bir insan iki paket Marlboro sigarasını da alır. Ama öyle aniden son model bir arabaya gelince bir dakika dur bakalım kardeş. Sen yuvana gitmekten bahsetmiş olduğuna göre oyuncak bir araba kastetmedin. Sen gerçekten son model bir arabadan bahsettin ama... Bunun bir de amacı var hani.
Şimdi gelelim kişinin beyninin otomatik olarak açık vermesi olayına. Kişinin düşünceleri hep kendini kanıtlama hayallerine şartlanmıştır. Ve aslında gerçekleşmesi çok zor hayalleri düşündüğünün de farkındadır. Yani “Kıçımda donum bile yok ama... Ben yine de yuvaya giderken adam sıfatında gideceğim” fikri sabitleşmiştir. Ama kişi yine de kurmuş olduğu büyük hayallerini gerçekleştiremeyeceğinin bilincindedir.
İşte burada beyin, kişiye otomatik olarak itiraf ettiriyor; takım elbise giyerek ve Marlboro sigarası içerek adam sıfatında gezmeye kişinin aklı yatmıştır. Bu yüzden önce takım elbise ve Marlboro sigarasını ilk sıraya almıştır. Ama büyük bir iş bitirerek elde edilebilecek olan son model bir araba ve ağzına kadar dolu bir cüzdan hayaline kendisi de inanamamaktadır. Kişinin anlattıklarını dinleyecek olan birisi için araba ve cüzdan hayali zor bir iş olsa da bir anlığına değer bulacaktır, çünkü bu her insanın gördüğü bir hayaldir. Ama takım elbise ve Marlboro sigarası hayali son derece saçma sapan gelecektir. Çünkü son derece ucuz ve aptalca bir hayaldir. Ama hayali kuran kişi açısından araba ve dolu bir cüzdan geri planda kalmaktadır. Yani açıkçası, kişi olabilecek basit hayallerini ön sıraya, olması çok zor veya imkansız gibi görünen hayallerini de arka sıralara atmış bulunmaktadır. Yani, beyin olabilecek ve olamayacak hayalleri eleyerek sıralamayı otomatikman yapmaktadır.
Evet, yuvasına dönmek isteyenlerin çoğu bu hayallerle yaşamışlardır. Hep “bir gün büyük parayı bulacağım, bulacağım arkadaş” diye hayal güçlerini zorlamışlardır. Ama ne yazı ki çoğu ev ve dükkan soymak, balkondan tüp, elbise çalmak ve kapkaç yapmaktan ileriye gidememişlerdir. Büyük parayı bulamadıkça da cezaevini yuva olarak görmekten kurtulamamışlardır.
Birkaç noktayı daha belirtmek istiyorum. Şehirde yetişen ve suç işledikten sonra ailesine dönen insanlar, cezaevinde çoğunlukla aile içinde yaşanmış komik olaylardan, kadın ve kız maceralarından konuşurlardı. Yani giyim kuşamdan pek söz açmazlardı. Hatta uyuşturucu, kız meselesi ve trafik suçu işlemekten dolayı tutuklanmış olan zengin çocukları da yaşantılarından fazla söz etmezlerdi. Cezaevine kimler gelmemiştir ki? Babası yağ, deri, pamuk tüccarı olanlar. Amcası sanayici olanlar ve daha ne zengin çocukları (Genelde uyuşturucu, kız ve trafik suçlarından) gelmişlerdir. Ama hiç birisi de dışarıda son model arabasını anlatıp durmamıştır. “Bir arabam var işte” gibi sözler etmiştir.
Ama şehre sonradan gelerek yerleşen insanlar arasından çıkmış olan suçlular hep dışarıda yaşadıkları lüks hayatı anlatırlar. Başlarından geçen bir hikayeyi anlatırken hep çeşit çeşit takım elbiseleri lafa sokarlar. Hep gitmiş oldukları lüks gazinolardan söz ederler. Yani şehir çocuklarının anlatmış olduklarına karşı bir altta kalma ezikliği yaşanmakta ve bu ezikliği de yalanlarla eşitleme ihtiyacı duyarak anlattıkları yerler, aslında beş veya altı masalı, tuvaletleri leş gibi sidik kokan meyhanelerden başka yerler olamaz. Eğer o beş veya altı masalı sidik kokan meyhaneler lüks gazino demekse, ben de çok lüks bir yaşam sürmüşüm demektir. Çünkü öyle boktan yerlerde çok zaman harcadığım olmuştur. Tabi yolsuz kaldığım zamanlarda.
(Mesela Çamlıca Tepesi’ne çıkarak çay içmek benim hiç aklıma gelmezdi, çünkü alkolsüz bir mekandı. Kafamın bulanmayacağı bir mekanda benim ne işim olabilirdi ki? Taksi tut, tepeye çık, çay veya kahve iç. Sonra da tepeden aşağı ineceğim diye tepin dur. Neymiş? Temiz hava alma hesabı olacakmış. Yaa, benim temiz havaya ihtiyacım olduğunu kim söylemiş ki? Temiz hava benim neyime gerek. Benim için havası tek temiz olan mekan para kokan mekandı. Ama bir gün geldi ve ben Çamlıca Tepesin’de çay içmek zorunda bırakıldım. Yine her zamanki gibi bir iftiradan yakalanmış ve on- on beş karakolu gezmem için maceraya gönderilmiştim. Suçum sabitti ve cezaevine gönderilecektim. Macera istikametim üzerinde bulunan ve en sakat karakollardan birisi olarak anılan Kısıklı Emniyet Amirliği nezarethanesinde dinleniyordum ki maceramın sona erdiğini ve ilk yakalanmış olduğum (bana iftirada bulunan) karakola gönderileceğimi söylediler. O yıllarda henüz yeni kullanılmaya başlanılmış olan Ford minibüs ekip arabasına binmiştik... Ve yanlış yolda gittiğimizi farkettim. Polisleri ve şöförlük yapan bekçiyi uyardım. Ne deseler iyi?! “Hemşerim, karakolda iş yok, güç yok. Önce bir Çamlıca Tepesi’ne çıkalım, çay kahve içtikten sonra da seni götürür teslim ederiz.” İşe bak yaa, bir çay-kahve için gezmeye gidiyormuşuz. Bekçiye “Tepede bira veya rakı var mıdır?” diye sorduğumda: “Galiba on iki karakol gezme maceran yetmemiş” dedi. Sonunda o meşhur Çamlıca Tepesi’ne çıktık ve çayımızı içtik... Akşam çayını da cezaevinde içmiştim. Ama şunu belirteyim, öğlen çayını Çamlıca Tepesi’nden manzara seyrederek içtikten sonra, cezaevinin boş havuzuna bakarak akşam çayı içmek de çok kelek bir duygu oluyor harbiden.
Gelelim yine konumuza, açıkcası bir takım elbise giydikten sonra cebine de iki paket Marlboro koyunca adam olunmuyor. Olunur da, haybeden adam olunur işte. Daha açıkçası birkaç günlük adam olunur. Yuvaya tekrar dönüş için hep zengin olma bahanelerini öne sürerek aynı yolda devam etmek, sadece boşa geçecek olan yıllar ve sağlıksız cezaevi ve sokak yaşamının daha çabuk yakınlaştırmaya başlamış olduğu acı sondan başka bir şey değildir. Çünkü insan çok yaşlanmış olduğunda çalmayı da beceremez. Ancak dilenebilir. Eğer dilenmeyi de beceremiyorsa o zaman iş daha kelek demektir. Çünkü geriye kalan yol, çöplüklerden karın doyurmaktır. İşte o duruma gelindiğinde gece yatarken bazen düşünülür: “Hani ben büyük bir iş bitirecektim ve aileme hava basacaktım. Ama ben şimdi ne hallerdeyim”.
Evet, “yuvaya dönerdim ama...” diyenlerin sonlarının başlangıcı çoğunlukla işte hep böyle olmuştur. Sokaklarda çöpten yiyecek toplayan birazcık bitirimvari bir tip görmüş olduğunuzda anlattıklarım aklınıza gele. Emi.
Aşırı Mastürbasyonun Sapıklaştırması
Mastürbasyon:
Yalnız kalmaktan veya yalnız kalmak zorunda bırakılmaktan dolayı erkeğin kadına oranla daha sık kullanmış olduğu bir tür kendi kendini tatmin etmek için boşalma yöntemi. Ya da karşı cinse ilgi duyan ama beceriksiz olma korkusu yüzünden bazen ömür boyu alışkanlık haine gelen bir saplantı.
Mastürbasyona ihtiyaç duyulan anlar:
Yalnızken ihtiyaç duyulduğunda sadece boşalmak için yapılır.
Pornografik dergi veya film gibi görsel etkilenme anında yapılır.
İlişki kurmada başarısız olma ve küçümsenme korkusu nedeniyle alışkanlık haline gelebilir (Ve korku yenilmedikçe de sürer).
Bir eğlence sırasında (dans, ten teması) kadına yaklaşamama nedeniyle yapılır.
Alkol aldıktan sonra göz önüne gelen herhangi bir hayale göre yapılır.
Uyuşturucu alındıktan sonra görülen halisünasyonlar sonucu zorlanarak yapılır. (Genellikle sapıkça hayaller olur.)
Kısacası bir insanın küçücük bir hayalden bile yola çıkarak uygulayabileceği tatmin etme yoludur.
Ama cezaevinde yatan bir insan seçebileceği tek baş ağrıtmayan yoldur. (Önce-deki bölümlerde mastürbasyon yerine ilişkiyi tercih edenlerin başlarına neler geldiğini anlatmış olduğum için baş ağrıtmayan yoldur diye ekledim.)
Cezaevi kapalı bir yapı olduğu için insan hep aynı insanları, duvarları, tuvaletleri, bahçeyi, merdivenleri ve gardiyanları görür. Bir mahkum için en çekilmez şeyleri başında da hep aynı şeyleri görmek gelir.
Cezaevinde gerçekten yeni olabilecek tek şey acık saçık resimli ucuz gazete ve dergileridir. Samimiyet kurulmuş olan bir gardiyana (gizli olarak) erotik bir dergi aldırılabilir Yaz aylarında su durumunun kritik oluşunu düşünürseniz artık durumu siz değerlendirin.
Zaten erotik dergi olmuş veya olmamış hiçbir şey fark etmez. Çünkü mastürbasyon yapmak için daima bir bahane bulunur. Erotik dergi ve gazete sadece yapılan mastürbasyon sayısını artırmaktadır. Ve böylelikle insan daha fazla çökertmektedir. Ama birisi şakayla karışık ‘Ulan, ha bire kenefe gidip tek atmaktan eridin, kurudun be’ diyerek takıldığında, kulaktan kulağa yerleşmiş olan sabit bir cevap verilir: ‘Ne erimesi, ne kuruması be koçum. Çalışan demir paslanmazmış.’ (Demir sert bir madendir. Ama organ etten başka bir şey değildir. Ama sen gel de bunu adama anlat.)
Mastürbasyon ya tahrik yoluyla veya hayal gücünü zorlama ile yapılır. Cinsel organ pompalanan aşırı kan sayesinde sertleşmektedir. Herhangi bir sorunu olmayan bir erkek şakalaşırken veya başka şekillerde bir kadınla ten temasında bulunduğunda cinsel dürtüleri uyanır. Yani normal bir uyanış şeklidir. Ama cezaevindeki bir insan her ne kadar erotik dergi resimlerinden dolayı tahrik olsa da bu kendini zorlama anlamına gelir. Çünkü ortada dişinin kendisi değil, sadece çıplak resimleri vardı.
Zoraki mastürbasyona maruz kalmış olan bir kişi zaten ilk olarak beynini yormaktadır. Çünkü hayal kurması gereklidir ama bu hayaller genellikle sabit hayaller olmamaktadır. Daha önce kurulmuş olan cinsel ilişki hayalleri ağırlıktadır. Daha sonra etrafındakilerden duymuş olduğu ve kendisine değişik gelen seks hikâyelerini beyninde değerlendirmek ve kendini o değişik hikâyenin kahramanı olarak görmek gelir. Sonra sıralama uzar gider ama daha değişik fanteziler halinde. Yolda giden bir bayana laf atarak tanışmak ve yatağa girmek. Bir bayanın adres sormasıyla başlayan yakınlık ve yatağa girmek.
Mastürbasyon arttık fanteziler de tehlikeli boyutlara ulaşmaya başlayacaktır. Çünkü her şey hayallerden ibarettir. Hep aynı fantezilerden zevk alma dönemi yavaş yavaş dona erer. Artık çok daha değişik ve zor fanteziler aranmaktadır. Bunların başında gelen en değişik ve zor fantezi de tecavüz hayalidir. Evet, daha önce hiç denemediği ve hayal edilmediği halde en cazip hayal türü haline gelmeye başlar.
Ve adı tecavüz olan bu yeni hayal türü, bir gün gelir genç bir bayanın, orta yaşlı bir kadının, hatta yaşlı bir kadının, küçük bir kız veya erkek çocuğun hayatını karartabilir. Hatta fail, sırrını saklamak ve cezadan kurtulmak için kurbanı çekinmeden öldürebilir de. Yani, sadece tatmin olabilmek için yeşertilmiş olan bir hayal, umulmadık felaketlerin başlangıcı olabilmektedir.
Tecavüz Sonrası Suçlu Taraf. Ve Nedenler
Tecavüz suçu toplum bireyleri arasında en çok tepki gösterilen bir suçtur. Ana tecavüz suçuna tepki gösteren sadece toplum bireyleri değildir. Tecavüz suçunu işleyen birine polisler, yargı organı temsilcileri, gardiyanlar ve mahkumlar da tepki gösterirler. Ayrıca, tecavüz suçunun işleniş şekillerine göre tepki gösterme yöntemleri de değişmektedir.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Suçun Piçi - 4
- Büleklär
- Suçun Piçi - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4360Unikal süzlärneñ gomumi sanı 217028.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Suçun Piçi - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4292Unikal süzlärneñ gomumi sanı 218827.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Suçun Piçi - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4288Unikal süzlärneñ gomumi sanı 205328.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Suçun Piçi - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4273Unikal süzlärneñ gomumi sanı 214328.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Suçun Piçi - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4396Unikal süzlärneñ gomumi sanı 221628.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Suçun Piçi - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 1936Unikal süzlärneñ gomumi sanı 109736.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.