Stuttgart Cücesi - 6

Süzlärneñ gomumi sanı 4037
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2179
33.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
46.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
54.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  Feldstatt sınırındaki bayırda, arkadan ona doğru, iki güçlü öküz koşulmuş olan boş arabasıyla, Böhringli bir köylü gelmekteydi. Seppe yolun bir bölümünü arabada geçmek istedi ve köylüye tatlılıkla kendisini arabaya almasını önerdi. Ancak herif gayet kaba ve dik kafalı biriydi; sanki onu işitmiyormuş gibi davrandı. Seppe: "Vay canına" dedi, beni işitmiyorsun demek; hem de gördüğün halde! Ama yine de beni götüreceksin! - Herifin arkasında uçucu bir ruh gibi gözden yitiverdi ve arabanın arka tahtasına kuruldu. Köylü kendi kendine konuşuyordu: "Eğer ben bu herifleri arabama almak istesem, başıma çok iş açmış olurum. Deli mi ne? Yersiz yurtsuz serseriler! Her dakika bir başkası koşup geliyor. Kimse benim eşeğimi atlayıp arabama binemez!" - Kalfa bunu büyük bir keyifle dinledi. Hiç sesini çıkarmadı. Nitekim öbürü de artık susmuştu. Aradan biraz geçtikten sonra Böhringli köylü tam da, Şvabların biçeminde, burnunu temizlemek için hazırlanıyorken, birdenbire o durumda kalakaldı. Çünkü arkasından, boş bir fıçıdan çıkıyor gibi bir ses ona şöyle diyordu:
  "On öküzle bir köylü on iki tane öküz kafalı yapar."
  Köylü ağzı açık çevresine bakındı. Üstündeki tenteyi aradı, dinledi. Öküzlere "oha!" diye bağırdı. Arabadan aşağı indi, altına, tekerleklerin arasına baktı. Görünürde kimse olmadığını anlayınca ve ovada da bütün genişliğince bir insanın saklanabileceği hiçbir ağaç veya hendek ya da herhangi bir araç görünmediği için saçları dimdik oldu. Çabucak yerine atlayarak hayvanları, evinin önüne varıncaya kadar, var güçleriyle koşturdu. Çünkü şeytanın oyununa gelmiş olmaktan başka bir şey düşünemiyordu ve aklını başına toplamazsa yaşamının tehlikeye gireceğini sanıyordu.
  Seppe arabadan ancak köylü, kendi yapılarının önünde durdurduğu zaman indi. Sonra köy içinden görünmez bir durumda geçti. Bu şaka sayesinde, aradaki küçük duraklama sayılmadığı takdirde, yarım millik bir yol kazanmış oluyordu.
  Oradan aşağıdaki koyağa ve Urach'a yürüdü ve buraya kadar nasıl geldiğini bilemedi. Stuttgart'tan ilk yola çıktığında geceyi geçirmiş olduğu hanın önüne geldiğinde, birçok soylu yolcu, yanlarında uşaklarıyla birlikte, tam o sırada atlarına binmek üzereydi. Onların Stuttgart'a yollandıklarını gördü. Bay Eberhard'ın kızının bir gün önce Kont Rudolph von Hohenberg ile düğünü olmuştu. Aynı zamanda kızın babası Kont da kendi gümüş yılını (48) kutluyordu. Eğlenceler sarayda ve kentte daha üç gün sürecekti. Yarışmalar ve başka oyunlar da yapılıyordu. Bütün bunları kalfamız zevkle dinledi. Anlaşılan, sana pek aldıran olmayacak ve dostların da senin bu eğlenceler için geldiğini sanacaklar, diye düşündü. Gerçi bunlar onu pek ilgilendirmiyordu; ama yine vakit yitirmeden yola koyuldu ve bütün ceplerini arayarak güçlükle bir araya getirdiği üç Groschen (49) ve birkaç Heller ile bir kere daha namusluca karnını doyurup susuzluğunu giderdikten sonra güçlenmiş ve cesaretlenmiş bir halde sopasını eline aldı. Suyu hep hızlı akan Erms deresini izleyerek kısa sürede Metzingen'e vardı.
  Yarım yıl önce alaya alındığı ve sövgüler arasında utançla bırakıp kaçtığı bu yerden şimdi herkesin önünde başı havada ve gururla geçmeyi göze aldı. Yalnızca köyün dışında ikinci çizmeyi de giyerek, yine adamları şaşırtıp zorla alay konusu olmayı önlemek istedi. Ancak tam bunu yapmaya hazırlanırken, araya giren başka bir olay buna vakit bırakmadı.
  Köyün tam önünde bir çiftliğin toprakları üzerinde açıkta bir boyacının evi bulunuyordu. Bu evin bir yüzünde: Kırmızı, mavi, sarı ve yeşil renklere boyanmış her tür parça ve kumaş, sırıklar ve çarmıhlar üzerine asılmıştı. Önlerinde yemyeşil bir çimenlik vardı. Orda, ama sokağa yakın bir yerde, kendisinden bir taş atımı kadar uzakta, o utanmaz boyacı çırağının, yüzü kasabaya dönük olduğu halde, ayakta durduğunu gördü. Delikanlı, ustaları evde olmadığı için, orada boş boş dineliyor ve belki güzel bir köylü kızını gözetlediği için başka hiçbir şeyi ne görüyor, ne de işitiyordu.
  Bunu gören Seppe içinden sevinerek: "İşte seni kıstırdım, kerata!" dedi ve çabucak sokağın öte yanına atladı. "Şimdi sana bir temiz dayak çekeyim de gör" diye söylendi. Çantasını soluna aldı ve hemen ona doğru koştu. Görünmez durumda, çimen üzerinde boyacının on iki adım gerisinde durdu. Önce nasıl davranacağını çabucak bir düşündü. Sırıkların yanına gitti, bir şimşek hızıyla, artık kurumuş olan kırmızı bezleri çimenin üzerine serdi; sonra selamsız sabahsız, ne iyi ne de dargın bir yüzle boyacının hemen önüne çıkıverdi. Delikanlı düşmanını hemen tanıyarak hamur yutmuş bir sıpa gibi budala budala bakakaldı ve bir an oradan sıvışmak istedi; ama kunduracı onu yakalamıştı. Hiçbir mengene, çeneleri arasına konan bir iş ağacını bizim kalfanın delikanlıyı tutan iki kol kıskacı kadar güçlü kıstıramazdı. Ona ses çıkarmamasını buyurdu, ve acıdığı için vücuduna bir zarar vermeyeceğini söyledi, sonra onu yavaşça kaldırarak bir bezin sonuna, enlemesine yatırdı. Dirseklerini vücuduna yapıştırdı ve onu bezin içine doğru iterek, tıpkı eskiden kuru ütülemeye yarayan tahta tezgahların merdanesi gibi, eliyle yuvarladı. Böylece delikanlı çenesine kadar bir güzel kundaklanmış oldu. Bundan sonra, yine sırıklardan çektiği yeşil bir şeritle onu çaprazlamasına aşağıdan yukarıya kadar sıkı sıkı sardı ve göğsünün üzerinde güzel bir fiyong yaparak iyice bağladı. Bütün bunları tamamladıktan sonra onu, sulu gözlü cırlak bir yumurcağı taşıyormuş gibi, kollarının üzerine aldı ve yola koyuldu, (bastonunu da kayışından bir koluna asmıştı). Bütün bunları yaparken çekülü solunda taşıdığı ve bu durumda ahtapot dişi kendini taşıyandan fazlasını görünmez hale getirmediği için, ortaya çok şaşırtıcı, hatta dehşet verici, aynı zamanda tuhaf ve gülünç bir görünüm çıkıyordu; geniş şose üzerinde, ortada, kanlı canlı ve kıvırcık kara saçlı sapasağlam bir delikanlı, bir kundak çocuğu halinde, havada duruyor ve bağırıyordu. Halk bütün sokaklardan o yöne doğru koşuyor ve bu görünüm karşısında, aynı zamanda, hem gülüyor, hem de çığlığı basıyordu. Kadınlar mucize diye bağırıyor ve: "Aman Tanrım, bu boyacının oğlanı, Vite! Erkekler, hiç içinizden bu çaresizin yardımına koşacak kimse yok mu?" diyorlardı - Ama hiç kimse yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
  O zaman Seppe, açık bir sesle, şarkı okur gibi, söylemeye başladı:
 
  Makas bileyicisi, cız, cız, cız,
  Tekerleğini vızıldat dur,
 
  Stuttgart büyük bir kent, ortasından
  Bir kaz deresi akar durur.
 
  Çocuğun uslu durmadığını görünce de onu sağa sola sallayıp kışkışlayarak şu türküyü söylemeye başladı:
 
  Faerbersbüable, schrei net so,
  Mach'mer keine Maendla!
  D'Büasinger mit zwanzig Johr
  Trait mer en de Wendla,
  Heissasa, Hopsasa!
  Wia de kleine Kendla.
 
  Boyacı oğlancığı, ağlama öyle,
  Adam olmuş gibi çırpınıp durma.
  Gelince yirmi yaşına, çırpınıp durma.
  Taşırız kundakta işte biz böyle:
  Hoppala, hoppala, hoppini
  Küçücük ufacık çocuk gibi.
 
  Halkın korkusu, şaşırması, titreyişi ve kaçışması ne sözle, ne de işaretle anlatılabilirdi. Bu garip olay karşısında, aralarında itişerek ya da abanarak, birbirlerini ya öne sürüyor ya da geri çekiyorlardı; Seppe belediye yapısının önüne gelince, hiç beklenmedik bir biçimde kilise alanına doğru saptı, önüne raslayanlar bağrışarak iki yana kaçıştılar.
  Alanın ortasında Vite'nin yavaşça yere konduğu görüldü. Böylece oracıkta, garip bir vaftiz çocuğu, hiçbir yardım görmeksizin, uzun boylu tepinip uludu. Kunduracı bu sırada kalabalığın arasından sıyrılıp gitmişti. Halkın gürültüsü ve hayhuyu, Seppe oradan bir hayli uzaklaşıncaya değin sürdü.
  Neckar ırmağı kıyısında Tolfingen'de bacaklarının yorgunluğunu duymaya başladı. Geçirdiği gece hiçbir yatak yüzü görmemişti ve sonra bir çırpıda on beş saatlik bir yol almıştı. Bu da yetmiyormuş gibi, son yaptığı öç alma oyunu da onu hayli terletmişti. Akşamın alacakaranlığı çoktan başlamıştı. Oysa onun hedefine varması için daha beş saatlik yolu vardı. Taze güçle bile Stuttgart'a gece yarısından önce varması olanaksızken, şimdi sıfırı tüketmiş durumuyla ve kesesindeki ancak dört fenik parasıyla bunu göze almak ona akıllıca bir iş gibi görünmedi. Ama geceyi, ambar diplerinde pinekleyen bir serseriye benzemeden, nerede geçirebilirdi. O sırada aklına geldi. -Dur, dedi, Münsterli Kilian burada, yalnızca bir buçuk saat ötedeki Nürtingen kasabasında değirmenci kalfası olarak çalışmıyor muydu? O, dünyanın en iyi insanıdır, senin sokakta kalmana gönlü razı olmaz ve yolluk olarak, sana çekinmeden biraz ödünç de verir.- Artık hiçbir sıkıntı kalmadı! Önce, suyun parasız olduğu Tolfingen'de susuzluğunu giderdi, sonra son parasıyla bir ekmek satın aldı ve hemen yedi. Bu arada karanlık bastırırken o da Neckar ırmağı boyunca yükselen yolda sallana sallana yürümeye çalıştı. Kendini son gücüyle zorla sürümeye çalışıyordu; ama en sonunda kentin ışıklarını gördü ve köprünün ötesinde büyük seddin şarıltısıyla onun hemen yanında, kıyıdaki birçok tesisin takırtısını işitti.
  Değirmenci, tam o sırada ev halkı ve işçileriyle birlikte akşam yemeği yiyordu, ama aralarında Kilian görünmüyordu. Kunduracıya, onun üç ay önce oradan ayrılıp başka bir yere göç ettiğini söylediler. Zavallı delikanlı allahlık pabucu ve çizmesiyle, oracıkta donakaldı. Şimdi artık ne yapacağını hiç bilmiyordu. Bu sırada değirmenci kadın ona, yükünü indirmesini ve onlarla birlikte yemek yemesini söyledi. Sofra duasından sonra da değirmenci, o arada Seppe'nin, aslında temiz pak ama dertli bir insan olduğunun farkına varmış olmalı ki, geceyi geçirmesi için, değirmen çıraklarının dinlendikleri bekleme odacığındaki tahta kerevetlerden birine yatmasını önerdi. Seppe bunu hemen kabul etti ve biraz sonra da yola koyuldu. Bir genç çocuk önüne düşerek onu altı koridordan geçirdi, bu sırada işittiği gürültüler kulaklarına pek kötü gelmedi. İki merdiven aşağıya inip bir merdivende yukarıya çıktılar ve duvarları kaplı genişçe bir odaya girdiler. Seppe dar bir yatağa uzandı. Ama zavallı o kadar ağır bir yorgunluk içinde olduğu halde, gözüne bir türlü uyku girmedi. Pencereler ve döşeme hiç durmaksızın hep sarsıntı halindeydi. Arada bir oradan buradan çıngırak sesleri de geliyordu. İşçiler girip çıktıkça kapılar vuruldu ve ışık bütün gece yandı.
  Saat bire geldiği sırada baş kalfa Seppe'nin hâlâ uyumadığını görünce ona, eğer bu gece gerçekten dinlenmek istiyorsa, yanlış kapı çalmış olduğunu, çünkü bir değirmende uyumanın tıpkı cehennemde ilahi söylemek gibi, önceden alıştırma yapılmış olması gerektiğini söyledi ve "iyisi mi, kalk da üç kişi olalım, üç kol iskambil oynayarak vakit geçirelim" dedi. Oradaki raftan iskambil kâğıtlarını aldı, masanın üstüne de bir dolu bira testisi koydu. Seppe oynamak istemiyordu; sonunda onlara beş parası olmadığını da itiraf etti; ancak dinlemediler: "Kunduracı! Torbanda bir hayli ağırlık var, herhalde taş doldurmadın; hem öyle de olsa, bize namusunla borçlanırsın!" dediler. Böylece onu sonunda razı ettiler ve oyun başladı. Vay canına, heriflerin gözleri fal taşı gibi açıldı! Seppe ne çekse, hangi kâğıdı oynasa her defasında en iyi oyunu çıkarıyordu! Şimdi artık tümüyle açılmış ve dikkat kesilmişti, kendi kendine aman, burada bana bir yol parası çıkıyor, diye düşündü. Birinci oyunu kazandı, ikinciyi de aynı biçimde. Üçüncü ve dördüncüde, iş belli olmasın, diye pabucunu, masanın altında, gizlice ayağından çıkardı ve bu yüzden, birbiri arkasına yitirdi. Bununla birlikte kaybını önce dört, sonra altı kat olarak yeniden geri aldı. İçlerinden biri oyunun sonucunu her defasında bir tahta üzerine çizgilerle yazıyordu. Böylece sonra hesabı toplamak kolay olacaktı, nitekim en sonunda Seppe'nin bir Gulden (altın para) kazandığı anlaşıldı ve artık öbürlerinin daha fazla oynamaya istekleri kalmayınca, onun da işine geldi ve bir saatçik olsun yine oraya uzandı. Bu kez uyku çabuk bastırdı ve bir külçe gibi hemen sızdı. Ama aradığı dinlenme olmadı. Düşünde Ulm'a gitmiş ve yalnızca kötülük, zehir ve sıkıntılı şeylerle uğraşmıştı. Odadan geçen bir çırak onun düşünde, aşağı yukarı: "Darağacına hiçbir boyun atkısının baş ağrısına da hiçbir çelengin yararı olmaz", diye bağırdığını duydu. Gidip bunu kalfalara yetiştirdi. Onlar da alay için geldiler, çevresini sararak onun uykuda üzüntü içindeki yüzünü seyrederek eğlendiler. Ayrıca azizlik olsun, diye torbasını karıştırarak içinde ne gibi bir değer sakladığını anlamak istediler. Ağır kurşun parçasını ellerine alınca delikanlının saflığına o kadar güldüler ki, az kaldı kasıkları çatlayacaktı. İçlerinden biri: "Zavallı sefil", dedi "çalacak başka bir şey bulamamışsın, bunun için senin boynuna ip salmazlar!" - ve torbasını yeniden güzelce yerleştirdiler.
  Seppe sonunda güpegündüz uyanınca hemen kuşanıp şapkasını ve değneğini aldı, iki oyun arkadaşını değirmende çalışırken buldu. Onlardan kazandığı parayı, hatta yarısı veya üçte biri bile olsa, koparmayı çok isterdi. Ama onlar tuhaf davranışlar ve işaretler yaparak güldüler ve böylelikle ona, ne istediğini gürültüden dolayı anlamadıklarını ve onun için hiç zamanları olmadığını söylemek istediler. Seppe sonunda aldatıldığını anladı ve bu namussuz soytarılara arkasını çevirip kendisine borçlu olduğu teşekkürü etmek için değirmencinin yanına çıktı. Orada mutfaktan ona, üzerine yağ kızdırılmış mercimek lapası verdiler. Bu sayede karnı iyice ısınmış olarak kent kapısından çıktı ve köprüyü geçtikten sonra sağa saparak Oberensingen'e yöneldi. Daha kentten ayrılmadan önce, kendisini gece evinde barındırmış olan değirmenciden, yol anısı olarak bir iki satır rica etmek istemişti, ama pek cesaret edemedi; çünkü Ulm'da da defterine hiçbir ayrılık anısı yazdırmamış bulunuyordu.
  Wolfschluger ormanının başladığı tepenin üstünde, o zamanlar açık bir yerde birkaç çok yaşlı ıhlamur ağacıyla yanı başlarında, çevresine dinlenme sıraları yerleştirilmiş, genel bir dua evi vardı. Seppe buradan mavi Şvab Alplerini, Breitenstein'ı, basbayağı bir kent kadar büyük şatolarıyla Teckberg'i ve pencerelerinin uzaktan parıldadığını gördüğü Hohenneuffen'ı doya doya seyretti. Bütün Alman ülkelerinde, yaz mevsiminde, bu dağlardan ve bu çok bereketli topraklardan daha güzel yerlerin olamayacağını düşündü; bu kadar kötü olaylar ve üzüntüler arasında yine gözlerine bir şölen olsun çekebildiğine sevindi.
  Arkasına döndüğünde, dinlenme sıralarının birinde tebeşirle bir şiirciğin yazılı olduğunu gördü; bunu güçlükle sökebildi; çünkü yazı oraya yazılalı aradan hayli zaman geçmişti ve üzerine kar ve yağmur yağmış olduğu ortadaydı. Şiir şuydu: (50)
 
  Ich habe Kreuz und Leiden,
  Das schreibe ich mit der Kreiden,
  Und wer kein Kreuz und Leiden hat,
  Der Wische meinen Reimen ab.
 
  Üzgünüm, acılıyım çok,
  Yazıyorum bunu tebeşirle,
  Kimin üzüntüsü ve acısı yoksa,
  Bu dizelerimi buradan sile.
 
  Seppe uzun bir süre yazıya baktı ve kendi kendine: "bunu yazan adamcağız senin gibi, belki senden de fazla, bütün cesaretini yitirmiş diye düşündü. Tanrı yardımcısı olsun! - Düşünceler arasında küçük kiliseye döndü, torbasını, şapka ve bastonunu, yakışık aldığı gibi, dışarıda bir yere koydu ve duasını yapmak için içeriye daldı. Duası bittikten sonra, oradan geçmiş her türlü insan, inançlı ziyaretçi ya da işsiz duacılar tarafından duvarların her yüzüne kırmızı taşla ya da çakıyla yazılmış adları ve sözleri okumakla bir hayli vakit geçirdi. İyice arkada bir köşede şu dizeler okunuyordu:
 
  Bitt, Wanderer, für mich,
  So bittst du für dich.
 
  Mit Schmerzen ich büsse,
  In Traenen ich fliesse,
 
  Das Erbe der Armen,
  Das heisst Erbarmen.
 
  Dua et, ey yolcu, sen benimçin
  Böylece kendine de edersin dua.
 
  Acılarla ödüyorum günahımı ben,
  Döküyorum gözyaşımın son damlasını,
 
  Ardı acımak olan
  Yoksullar mirasını.
 
  Bu sözler bir şimşek ışını gibi doğruca onun yüreğine işledi. Sanki bu satırların arasından, kavuşturulmuş ellerle, ona yalvarılıyor gibiydi; ondan, o kadın için, özellikle yaşayan bir insan olarak gereksinim duyduğu son bir iyilik için ondan arkaçıkma dileniliyordu.
  Ulm'den sessizce ayrıldığı zamandan bu yana bu ahlaksız, insanlık için kaybolmuş kadın hakkında aklından ne bir düşünce ne de bir kaygı geçmişti; ama şimdi, vefalı Şvab yüreğinin isteğiyle, oracıkta diz çökerek onu kendi adına bağışladı ve Tanrı'dan da, onun kötü duygularını pişmanlığa çevirmesini ve ona acımasını bütün yüreğiyle diledi. Kendisi için de, Tanrı'dan kendisini korumasını ve kadının kanlı sonunu kendisine göstermemesini diledi. Bundan sora kalktı, yaşlı gözlerini yenleriyle silerek yeniden yola koyuldu.
  Üç saat sonra Bernhausen yakınlarında, tarlalar arasında, midesi yine yakınmaya ve guruldamaya başladı. O çekülü sayesinde, birçok zengin köylünün evinde ya da mutfağında kolayca bunun çaresine bakabilirdi; tıpkı Roland'ın uşağının sultanın cücesi yardımıyla onun en sevdiği yemeği, tabağıyla birlikte önünden kaptığı gibi; ancak üzüntüleri arasında böyle bir şey kesinlikle aklından geçmedi; kaldı ki bütün ömrünce ne bir şey çalmış, ne de dilenmişti. Yalnızça açlıktan daha kötü bir yol arkadaşı da düşünülemezdi. Bir kez başladı mı, zavallı yolcunun bacaklarından bütün gücünü kemirir, yüreğinden bütün güven ve neşesini alır, bütün eski dertleri ayaklandırır, tıpkı gece yarısı bir köpeğin öbürünü uyandırması, böylece yedisinin birden ulumaya başlaması gibi bir şeyler olurdu. Bu savaş, zavallı kalfamızda sonunda Degerloch'a ulaşıncaya ve artık tam öğle vakti, anayurdunu, parlak bir güneş altında ve dumanlar arasında, tepeden görünceye kadar sürdü. O zaman gözlerinin tuzlu sevinç damlalarıyla dolduğunu duydu ve ayakları, sanki yeni doğmuş gibi oldu.
  Uzaktan boru sesleri işitti, kent kapısı önünde ve sokaklarda parıltılar ve kaynaşmalar gördü. Soylu atlılar, kalkan ve zırhlarıyla büyük yarışmadan dönüyorlardı; atlarla binicileri, başlarındaki miğferlere kadar toza bulanmıştı. Kontlar, soylular ve uşakları, kentliler ve birçok köylüden oluşan bir alaca kalabalık ortalıkta dalgalanmaktaydı.
  Seppe, kente girince evlerin hizasından çekine çekine yol aldı: En çok üstünün başının kötülüğünden dolayı kimseye görünmeden yürüyor, zaten midesi bulanıyor ve aşırı yorgunluktan gücü kesilmiş, başı dönmekte olduğu için de selam vermekten ve konuşmaktan kaçınıyordu. Böylece her adımda ona sanki, herkes kendisini gözetliyormuş gibi geliyordu. Yolda iyi tanıdığı biri ya da eski komşularından bir kız, önünden gülerek geçtiğinde, ya kızarıyor ya da sapsarı kesiliyordu. Bohnen mahallesinde yaşlı bir yeğeninin oturduğu dar sokağa doğru döndü. Köşe başına geldiğinde torbasını sağa aldı ve işte iyi yürekli yaşlı kız, sevgili Dott, penceresinden onu selamlıyordu. Seppe son bir çabayla basamaklardan yukarı sıçradı; ancak kapının önünde dizleri kıvrılıverdi ve kendinden geçti. Kadın kapıcısını çağırdı, şarap getirdi ve daha ne gibi yardım çaresi varsa başvurdu, böylece çok sürmeden zavallı haylazı yeniden ayağa kaldırabildi ve masa başına oturtarak yedirip içirdi.
  Kadıncık bu sırada ona bütün o zamana kadar geçen olayları anlattı; saraydaki törenli düğünden de söz etti, ama asıl törenin yarın olacağını söyledi. Kent meclisi, karnaval zamanının yaklaştığını ve görkemli gelinin, güzel bir maskeli eğlenceden çok hoşnut olacağını düşünerek pazar yerinde bu tür son derece tantanalı bir eğlencenin düzenlenmesine karar vermiş; Kont da buna karşılık kent halkına, öğleyin sokaklarda bir yemek vermek istiyormuş; bu yıl, kış çok ılık ve kısa geçtiği için mevsim de böyle bir düzene pek uygun düşmüş; nitekim gerçekten Stuttgart ovasında hemen bütün ağaçlar uyanmışmış. Yeğen hanım: "Görüyorsun" dedi, "bugün genç yaşlı, yoksul varsıl herkes elinden geleni ortaya koyacak: Bir kafir ya da Arap rolünü yapamayacak durumda olan, çingene giyimine olsun bürünebilmek için, bir renkli paçavra bulacak ve yüz maskesi bulamayan da suratını boyayacak. Biraz önce, senin pekâlâ tanıdığın Kiderlenlerin kızı Vrone, şimdi bizde kapıcılık etmekte olan yeğeninin bayramlık cepkeniyle pantolonunu aldırdı. O da büyükannesinin düğün takımlarını giyecek. Seppe, daha zaman varken biz de senin için bir şey arayalım. Ama şimdilik en çok yatağa gereksinmen olduğunu görüyorum" - Seppe: "Ah, hem de nasıl bir bilsen? Dot kadın" dedi, "gecenin de kırk sekiz saat olmasını dilerdim doğrusu!" Kadın: "Öyleyse" dedi, "biz akşam yemeği yiyinceye kadar dört saatlik zamanın olacak, bu arada bir uykucuk kestirebilirsin!" - Ve onu yukarıya, küçük bir odaya götürdü. Orada, her zaman için iyi bir konuk yatağı hazır dururdu.
  Seppe soyunur soyunmaz, o parça parça ayrılmış, kırılıp dökülmüş ve tümüyle çürümüş olan iskeletini şöyle usul usul yatağa serdi ve hemen bir porsuk gibi, bir çırpıda akşam geç vakte kadar uyuyakaldı. O zaman, kadın ona etli bir çorba getirdi ve onunla biraz konuştuktan sonra yine iyi geceler dileyerek mumunu alıp çekildi.
  Ama kadın merdiveni daha aşağıya kadar inmemişti ki, Seppe'nin odasındaki sandalyeye bir şey çarptı; bir lambacık odayı aydınlatıverdi ve bir ses şu sözleri söyledi: "Merhaba Seppe, Korkma! Gelen Karagün Dostu, yer cücesi, Hızır. Eeey, demek yine buralı oldun ha! Seni uzun boylu oyalayacağım diye kaygılanma! Dinlenmeye gereksinmen var- - yalnızca bir söz; söyle bana, haydi delikanlı, külçe yanında mı?"
  "Evet usta, kuşkusuz yanımda."
  "Bana göster! Nereye sakladın? - Torbada mı? - Buldum bile, kalıplarımın yanında! Evet, ahtapot dişi de oradan bakıyor! Seni gidi divanenin sevgili talih kumkuması seni! Bir tek köpekçikle, hiç fazla yorulmadan, güzel bir av yakaladın! - Seni gidi, gözü pek, talihli çapkın seni!" - Küçük adam bu sözlerle ve daha birçok başka başka deli saçması sözle sevincini belirtti. Sonra ciddi olarak: "Oğlum, sen bu değerli parçayı, gerçi borçluluk duyduğun patronuna, tam bir doğrulukla teslim ettin. Onu pekâlâ, Nonenhof'ta Sukızı'nın gönlünden gelme değersiz bir şey karşılığı elinden kaptırabilirdin. Bunun gibi, onunla kralın ya da imparatorun önüne de çıkardın ve onlar da sana bu kötü kurşunu altı kat ve daha fazla ağırlıkta altınla tartarlardı; ama şimdi, Seppe, düşün ki ben varım ve sen bundan pişman olmayacaksın. İyi geceler!" - Giderken bir de: "Çöreğin durumu nasıl?" diye sordu.
  "Ah, usta! O elimden gitti, o.."
  "Yendi mi?"
  "Evet, ama benim tarafımdan değil!"
  "Vah, vah, Ah, seni seni! Demek bu da budalaca yitirilecekti? Peki, eğer yalnızca yenmişse, belki bir başkasını buluruz. Hoşça kal! Yarın zamanı gelince beni yine göreceksin."
  Ertesi sabah, gökte parlak ve güzel bir güneş yükselmiş, güçlü ışınlarıyla kentin üzerindeki sis tabakasını erkenden yok etmişti. Sokaklardan koşuşma, gülüşme ve hoplama sesleri işitiliyordu. Saat sekize gelmişti. Alay yarım saat sonra başlayacaktı. Seppe'nin yeğeni, zamanın artık gelmiş olduğu yargısına vararak vaftiz çocuğunu uyandırmak istedi; çünkü onun kesinlikle bu parlak şenliğe katılması ve bütün kent çocukları gibi Kont'un hesabına, kalfalar sofrasında yemek yemesi gerektiğini düşünüyordu. Geçen akşam bin bir güçlükle bir eskici kadından bir uzun ve ak Yahudi sakalıyla bir de cüppe ve külah kiralayabilmişti. Sevgili oğlancığını sevindirmek için bu çaputları da koluna takarak onun odasına götürdü: O sırada kapıya vuruldu ve soylu bir delikanlıdan pek aşağı kalmayacak biçimde giyinmiş genç bir sanat kalfası içeriye girdi, sırtında yepyeni, kırmızı-boz renkte kadifeden kısa bir ceket, ayağında siyah kısa şalvar, ipekten diz bağları ve sarı çoraplar vardı. Delikanlı, bere biçimindeki takkesiyle yüzünü kapamıştı. Takkeyi çekince, sevgili Dot'unun karşısında, yarı utanç yarı sevinç içinde yüzen bakışlarıyla kunduracı Seppe ortaya çıktı. Kadın ellerini çırparak bağırdı: "Vay, bu da ne demek oluyor? Çocuk, söyle, bunları nereden ödünç aldın?" - Bunu bugün daha sonra öğreneceksiniz, sevgili yeğenim! Bunun öyküsü uzun, bense hemen gitmeliyim" - "Artık nereden gelmişse gelmiş, herhalde kibar bir adamın dolabından çıkmış olmalı. Yok ama Seppe, bunlar sana ne kadar da yakışmış, o güzel gömlek yakasına varıncaya kadar hepsi, hepsi yakışmış! Eğer maske takmış olsaydın, doğrusu pek yazık olacaktı, adeta günaha girecektin. Artık benim Yahudi karısı, aramızdaki anlaşmaya göre, takımını başka birine verebilir. Bak, ben de sana ne güzel bir şey hazırladım!" Bunu diyerek mutfağa koştu ve delikanlıya kahvaltı için nefis bir arpa lapası getirdi.
  Seppe tabağını boşaltırken kadın da kendi köşesinde tören giysilerini giydi. O da şenlikleri pazar yerindeki bir terzinin üst kat penceresinden seyredecekti. Ancak Seppe Leonhard'ın Kilisesi'ne ve yarışların yapılacağı yere koştu.
  Yolda bir kimse tarafından ne tanındı, ne de görüldü. Neden acaba? Yoksa çekülü de yanına mı almıştı? Hayır ama, sol yanındaki göğüs cebinde zarif bir koruyucu kap bulunuyordu. Çekülden sökülmüş olan ahtapot dişi, altın içine işlenmiş ve ayrıca altından bir kutucuğa vidalanmış olarak yeşil bir kordonla birlikte bu koruyucu kabın içine konmuştu. Cüce, kentte iyi dost olduğu bir ustaya bütün bunları daha önceden hazırlatmış ve bu mücevheri Seppe'ye teslim ederek, ona, şenliklerin sona erdiğini ve büyüklerin yerlerinden kalkıp gitmek üzere olduklarını duyumsadığı zaman, bu tören gününün onuruna, ülkenin başı olan Kont'a sunmasını tembih etmişti.
  Kalfamız şenlik yerine geldiğinde, pazar alanının üç yandan halk tarafından tutulmuş ve bütün pencerelerin de, birbirine dokunurcasına başlarla dolmuş olduğunu gördü. O da Gasthof zum Adler adındaki hanın yanında, özellikle görünmez durumda, yasak sınırının dışında yer tuttu. Evlerden birkaç adım uzaklıkta tahtalarla sınır çekilmiş ve seyircilerin, yalnızca bunların arkasında yer almalarına izin verilmişti. Böylece bu sınırın çevirdiği alan yeri tümüyle karnaval gösterileriyle yabancı sanatçıların dans ve atlama oyunlarına ayrılmıştı. Nitekim bunlar için tam ortada, belediye yapısından karşı yana doğru büyük bir ip gerilmiş bulunuyordu, bu ip her iki uçta eğik olarak yere iniyor ve böylece öbür yanda ve ötede maskeliler alayının geçmesi için geniş bir yol bırakılmış oluyordu.
  Belediye yapısının ön yüzündeki büyük balkonun üzerinde, altınla işlenmiş püskülleriyle, Kontluk armalarıyla ve zarif bayraklarla süslü, safran renginde kadifeden bir çadır kurulmuştu. Çadırın giriş kapısını, kentin ileri gelenlerinden Hellebardeli (51) altı silahşör koruyordu. Evlerin bütün pencerelerinden renkli halılar sarkıtılmış ve alanı çeviren sınır tahtaları hizasında birbirinden aynı uzaklıkta aralarla yeşil çam ağaçları dikilmişti; pazar yerine açılan altı sokaktan dördü koruma altında bulunuyordu; bu sokaklarda halk için sofralar hazırlanmış, gezici mutfaklar ve içki sunma kulübeleri dizilmişti. Sonra buralardan bira ve şarap dağıtılacak ve elli kadar garson yemek taşıyacaktı.
  Belediye yapısının karşısında, pazar alanının öbür ucunda çalgıcılar için yer ayrılmıştı. Şimdi büyük bir karşılama havası çalmaya başlamışlardı. Çünkü aralarındaki yoldan saraylılar yaklaşıyordu. Bunlar arasında Kont von Hohenberg ile Kont Eberhard, onun babası, sonra genç evlilerle Kont'un oğlu bay Ulrich çok güzel koşumlarla süslü beyaz atlara binmiş olarak geliyordu. Buna karşılık Kont'un karısıyla öbür yüksek kadınlar, kapalı sedyeler içinde taşınmaktaydı. Bunların her iki yanında saray oğlanları (pajlar) yürüyor, aradan da atlı beyler atlarını sürüyorlardı.
  Efendiler belediye başkanı tarafından törenle karşılandıktan sonra yapıya girdiler ve balkonda yer aldılar. Ama bazı saygın konuklar da pencerelere dizildi. Karnaval alayı hemen başladı.
  İyi bir düzen içinde, belediye yapısının köşesinde, taştan atlı yontularıyla süslü çeşmenin yanındaki yoldan, hem tek tek hem de toplu olarak geçmeye başladılar.
  En başta, yaşlı bir adam kılığındaki kış, güzel bir kadın tarafından ışınlar içinde temsil edilen yazı elinden tutmuş olarak geçti. Kadının örgüsüz sarı saçlarında bir gül çelengi vardı. Giysisinin uzun eteğini, elinde bir çiçek demeti olan bir oğlan çocuğu tutuyordu. Bir kömür leğeniyle bir kuru diken dalı taşıyan bir başka oğlan da onun yanında yürüyordu. Bu oğlanın başı ve üzerindeki kürk, şekerden yapılmış bir tür karla örtülmüştü; yazı temsil eden kız, bu sıcakta biraz ferahlamak için, arada sırada, nazik parmaklarıyla, pinti oğlanın bırakmak istememesine aldırmayarak bu kardan biraz çalıyordu.
  Şimdi de boynuzlarını takmış olan Siegfried (52) büyük bir kalabalık içinde geçti, aralarında o korkunç Hagen (53) ile Volker de vardı.
  Arkasından yirmi tane çıngıraklı deli bir iple bağlı olarak geçti. Pek akıllı davranıyorlardı; çünkü her biri, arkasından gelen delinin burnunu, görmeden, eliyle yakalamak istiyordu. Nitekim sonuncu da, arkasından gelen olmadığı için elini boş yere havada dolaştırıp duruyordu. Dört siyah at tarafından çekilen bir cehennem arabasında; içki şeytanı, oyun ve onların kardeş çocukları, Bayan Hoffahrt (54) ve gözdesi iki kız, en sonunda, arabacı yerinde, ölümü temsil eden kuru iskelet geçtiler.
  Şimdi büyük bir yelkenli gemi, su mavisi bir bezle sarılı alçak bir iskele üzerinde, adeta suda yüzer gibi yaklaştı. İskelenin çevresinde ne tekerler, ne de gemiyi yürütenler görünüyordu. Güvertesinde duran bir Hollandalı tüccar, bu yabancı kenti, sanki gemisiyle rasgele geçerken seyretmekteydi.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Stuttgart Cücesi - 7
  • Büleklär
  • Stuttgart Cücesi - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 4133
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2219
    32.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Stuttgart Cücesi - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 4169
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2195
    33.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Stuttgart Cücesi - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 4019
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2123
    32.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Stuttgart Cücesi - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 4208
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2148
    33.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Stuttgart Cücesi - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3999
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2236
    29.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Stuttgart Cücesi - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 4037
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2179
    33.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Stuttgart Cücesi - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 3668
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2009
    32.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.