Ölü Erkek Kuşlar - 01

Süzlärneñ gomumi sanı 3301
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2163
28.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
41.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
Ölü Erkek Kuşlar, bir kadının birine tutkulu bir aşk, ötekineyse köklü
bir sevgi ve evlilik bağıyla bağlandığı iki erkek arasındaki bölünmüşlüğünü
konu edinirken, bu üç kişinin çocukluktan kadın ve erkek olmaya giden yolda
kurallar, öngörmeler, koşullandırmalarla biçimlenişlerini irdeliyor. Bir
kadın ve iki erkek arasındaki ilişkilerin hem bireysel ve toplumsal yargıların
içinde barındırdığı katılık ve şiddet hem de belli bir tarihsel dönemin baskı
ortamında nasıl yorucu, yıpratıcı bir iletişimsizliği, uzlaşmazlık ve
çözümsüzlüğe dönüştüğünü gösteriyor. Bu karmaşa içesinde aşk, gerçekleşmeyecek
çocuksu bir düş, evlilikse düzen sanılan bir düzensizliktir.
İnci Aral ilk romanında bir kadının bağımsızlık ve mutluluğu umutsuzca
arayışını içtenlikle, ustalıkla anlatıyor.
BİRİNCİ BÖLÜM
DÜŞKÖY YAZLIK SİNEMASI
İğde ve gül kokularının birbirine karışarak içlere baygınlık verdiği bir
ilk yaz akşamı Düşköy tatil kasabasının yazlık sineması önünde bekliyorum.
Gökte parlak bir dolunay var.
Sinemanın yaz akşamları yüksek perdeden arabesk şarkılar yayan höparlörü
suskun. Işıkları sönük. Büfede birbirine vurulan kola şişelerinin çıkardığı
şıngırtılar, kiralık minder dağıtan Topal Şükrü'nün ağlamaklı sesi,
çekirdekçilerin ezgili bağırtıları, çocuk çığlıkları, gençlerin gürültücü
itiş kakışlan ve yaygaraları duyulmuyor. O uğultu, neşe, canlılık yok henüz.
Mavi boyalı tahta sandalyeler, geçip gitmiş kışın rüzgarlarıyla,
yağmurlarıyla hırpalanmış, makine dairesinin dibindeki sundurmanın altında
bekliyorlar.
Gece serin. Yazlıkçıların kasabaya doluşmalarına zaman var daha. Altında
durduğum çınarın tazecik yaprakları hafif bir esintiyle hışırdıyor. Denizin
nemini tenimde duyuyorum. Başımı gökyüzüne kaldırıyorum, bir
bulut kümesi geçiyor ayın önünden çabucak biçim değiştirerek. Gök aydınlık,
parlak koyu mavi. Ayın altında, uzakta, zeytinliklerle kaplı tepelerin
inişli çıkışlı yumuşak eğimleri belli belirsiz ince çizgilerle ayrılıyor bu
mavilikten.
Anılarla bağlıyım buraya. Kumsala çekilmiş kayıklardan balık aldığım yaz
günlerini, çayın kıyısında söğütler ve böğürtlenler arasından geçen toprak
yoldaki sabah koşularımızı, suyun denize kavuştuğu yerdeki bir
köprünün üstünde esrik, şarkılar söylediğim bir geceyi anımsıyorum şimdi.
Çağrılılar az sonra gelmeye başlarlar. Büyük aşklar yaşamış olanlar, aşka
inanmayanlar, inanıp da kimseyi sevilmeye değer bulmayanlar, sevip
pişman olmuşlar, sevmeyi bekleyenler, iş işten geçmişler, gel geç ilişkilerle
idare etmeye çalışanlar, durmuş oturmuşlar-oturamamışlar, uslanmışlar-uslanmamışlar,
duyuları körelmişler, tövbekarlar, modası geçmişler, dağıtmışlar, bileklerini
jiletlemişler, değişik seçenekler arayanlar, boşvermişler. Bu gece hepsi
gelecekler. Gelmeliler. Son on yılın en büyük aşk faciası karanlıklardan
çıkıp gözler önüne serilecek bu gece, bu sinemada...
Sinemanın ağır demir kapısında paslı bir zincirin ucunda sallanan kocaman
asma kilidi yokluyorum. Kilitli. Açık olmalıydı oysa. Neyse, önemli değil.
Hazırlıklıyım. Cebimden maymuncuk, ince uçlu bir tornavida ve eğe çıkarıyorum.
Kilidi açmam uzun sürmüyor. Ne de olsa deneyimliyim.
İçeriye giriyorum. Ay ışığında el yordamıyla daracık tahta merdiveni çıkıp
makine odasına dalıyorum. Duvarları yoklayarak elektrik düğmesini buluyor ve
bütün ışıkları yakıyorum.
İnce bir toz tabakası kaplamış her yanı. Ama yalnızca geçen zamanı
belirlemek açısından önemli olabilir bu şimdi. Zaman tozdur çünkü, kirdir,
nemdir, eskimişliktir, yenilgidir. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım koruyamayız
kendimizi ve nesneleri ondan. Boşuna o tozbezleri, fırçalar, paspaslar,
cilalar, saç boyaları, kozmetikler.
Kasetçaların üzerindeki tozu elimle sıyırıyorum, oracıkta gözüme ilişen ilk
kaseti sürüyorum içine. Bezen Göksu söylüyor. Ses düğmesini sonuna dek
açıyorum. Değer mi hiç? Değer mi, değer mi söyle? diye bağırıyor ses
büyütücüler. Canlanıyor birden bahçe.
İmbat Limited Şirketinin kola kamyonu geliyor önce.
Ardından Minderci Şükrü.
İşsiz güçsüz takımından bir kaç kopuk.
Kış kahvesinde pişti oynarken yaygarayı duyup koşan Makinist Raşit.
Tefçi Küsüm ve saz arkadaşları.
Bakkal Cavit'le şaşı karısı Necla.
Dereköy'den, Lokman Hekim Bahaettin ve at arabası.
İki keçisiyle birlikte Dul Mukadder
İhbarcı, Malakacı Osman.
Hidroforcu Cemil Usta.
Sübyancı Şakir.
Bizim evin merdivenlerini yapan Marangoz, İbrahim Sağlamel.
Fırıncı ve köfteci çırakları, berber ve inşaat kalfaları, oto elektrikçi
ve anahtarcıları, kaportacılar, yıkama yağlamacılar, pazarcılar, peynirciler.
Karadeniz Pastanesi'nin küçük bulaşıkçısı Mahir bir koşu gidip, Koç
yazıhanesine bıraktığım film bobinlerini getiriyor.
Bu geceye gelinceye kadar, zaman uzun bir süre bir yerlerde takılıp kaldı
benim için. Gereğinden uzun akşamlar, geceler, sabahlar ve günler yaşadım.
Geriye doğru çalışıyordu saatim bu sıralarda ve kimse onaramıyordu bu
bozukluğu. Herşey normal, diyorlardı saatçiler. Aslında görünüşte pek bir
aksaklık yoktu. Şu var ki benim biyolojik zaman ayarımla uyum içinde olamıyor,
apansız yıllar öncesinin saat onyedilerini, üçlerini beşlerini göstermeye
başlıyordu saatim. Bu arada bir kaç saat değiştirdim elbette ama yararı
olmadı bunun. Onlarda da aynı aksaklık ortaya çıkıyordu koluma takar takmaz.
Bir randevuya yetişmeye çalışırken geç mi kaldım acaba? kaygısıyla baktığımda,
yetişmeye çalışmış olduğum bir çok randevuya koşar buluyordum kendimi. Bir
salı günü öğleden sonra onbeşte nerede kimlerle buluşmaya gitmişsem -öyle az
buz değil bunlar- ister üç yıl ister beş on yıl önce olsun saatim akıl almaz
bir hızla geri atlamalar yaparak bütün bu salıların onbeşlerine dönüveriyordu.
Böylelikle yaşamımın bir bölümünde zaman kavramını neredeyse bütünüyle
yitirmiş oldum. Bunun yaşamıma yepyeni boyutlar kattığını yadsıyacak değilim.
Aynı anda içiçe bir kaç zamanı birden yaşayabilmek kolay olmasa da şaşırtıcı
ve olağanüstüydü.
Sonra yaralarım kapandı, iyileşme devresini dinginlik içinde geçirdim ve
her şeye, bütün o üstüste gelmiş dörtlere - sekizlere - ondokuzlara karşı
derin bir kayıtsızlık, kör bir duyarsızlık geliştirdim. En sonunda bana acı
veren bir çok şeyin hiç de o kadar dayanılmaz olmadığını, kurtulmuş olmanın
verdiği, uçuk, belli belirsiz bir sevinçle ayrımsadım.
Makine odasından aşağıya inip kapıya yürüyorum. Konuklarım gelmeye başladılar.
Ayazpaşadaki alt kat komşum Nuriya'nımla sarılıp öpüşüyoruz. Kızı okulunu
bitirmiş. Bir kamu kuruluşunda çalışıyormuş. Ayrı yaşadığı kocasından hala
boşanmamış. Adam da bir türlü ölmüyormuş körolası. Benden sonra üst kata genç
bir dul kadın taşınmış. Eve giren çıkan belli değilmiş artık. Bir kaç kez
uyaracak olmuş, dinleyen kim...
İşte Selim'le Eda. Canım Selim! Eda ile evlenmemeye karar vermişler.
Aralarındaki çelişkiler bitince aşkları biter diye korkarlar öteden beri
zaten. Selim gazetenin "Cinsel Sorunlarınız" sütununa geçmiş. Dr. Norman
Gordon kisvesi altında akıl dağıtıyormuş okurlara. Yıldız falı ve rüya
tabirleri filan da hazırlayıveriyormuş arada. Bileklerinde Eda'nın onu ilk
bırakıp gittiği gecenin jilet izleri var, beyaz, sedefli ince çizgiler
halinde.
Tarık'la selamlaşıyoruz uzaktan. Yanında dördüncü karısı olduğunu sandığım
şık, yapma burunlu bir kadın var. Onur'dan bir haber alırım umuduyla yanına
gidiyorum hemen. Ordan burdan konuşuyoruz. Tarık yurtdışında bir reklam
şirketinin Türkiye temsilciliğini almış, işler yolundaymış. Onur mu? İyiymiş.
Başka bir ajansa geçmiş. Arada bir görüşüyorlarmış. Hep aynı Onur işte, diyor.
Ayhan gelemez. Ona filmin video kasetini postalayacağım sonra.
Ya Onur? Gelecek mi? Gelebilecek mi?
Çakıl dökülmüş zeminde gıcırtılı ayak sesleri bırakarak perdeye doğru
ilerliyorum. Kadıncık Dergisi'nden iki bayan muhabirle el sıkışıyoruz.
Sinema ve sanat sayfaları yazarları, eleştirmenler; film oyuncuları görüyorum
kalabalık arasında.
Mat beyaz yağlıboya ile boyanmış perde-duvarın önündeki çıkıntıya
tırmanıyorum güçlükle. Keşke dar etek giymeseydim, pek kolay olmuyor bu.
Eteklerim sıyrılıyor ve sanırım külotum görünüyor. Bundan çok korkarım. Kan
basıncım yükseliyor. Beyaz, tombul, tırnakları kırmızı ojeli bir el kulağıma
asılıyor hemen. Çekiyor, çekiyor sonra hızla itip mutfak kapısının pervazına
vuruyor başımı. Plastik kaplanmış at dişlerinin arasından tıslıyor: Ben sana
ne tenbih ettim? O hurda kamyona tırmanma, oğlanlarla oynama demiyor muyum
sana ha? Kıçını başını bu yaşta açmaya başlarsan nasıl başedeceğiz biz
seninle bakiim! Çekiyor vuruyor, çekiyor vuruyor...
Perde duvarın çevresine dizilmiş küçük kırmızı ampullerin ışığı yüzüme
yansıyor. Yüzüm yanıyor, kulaklarım uğulduyor. Konuklar bir ağızdan
konuşuyorlar. Kahkahalar, sesler anlaşılmaz sözcükler birbirine karışarak
göğe yükseliyor.
Sandalyeler sundurmanın altındadır, lütfen birer sandalye alarak oturunuz,
diye bağırıyorum.
Sandalyeleri dizecek zamanımız olmadı, konukların birer sandalye alarak
oturmaları rica olunur. Sandalyeler sundurmanın altındadır. Herkese yetecek
kadar sandalyemiz mevcut olup kimse ayakta kalmayacaktır. Bu karışıklık için
tüm dostlardan özür dileriz.
Kim? Biz kim? Biz yani ben, sinemacı Saim, makinist Raşit, minderci Şükrü.
Sizleri ta İstanbul'dan buralara gelme zahmetine soktuk. Ancak filmimizi
İstanbul ve öteki büyük kentlerimizde gösterime sokacak salon bulamadık ne
yazık ki. Bildiğiniz gibi salonlarımız Amerikan sinemasının egemenliği
altındadır. İşte bize ancak bu şirin köyün sezon dışı yazlık sineması kaldı.
Geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim.
Hala yerleşememiş olanlar yerli çoluk çocuğun geleneksel Türk
konukseverliği örneği göstererek koşturdukları sandalyelere oturuyorlar
çabucak. Kalabalığın uğultusu yavaşca diniyor. Garip bir sersemlik içindeyim.
Başım bulutlara değiyor sanki. Kendi sesimi duyuyorum. Yabancı, tekdüze,
ruhsuz.
Değerli konuklar;
Az sonra bütünüyle benim emeğim sonucu ortaya çıkmış bir filmin ilk ve son
gösterimini izleyeceğiz.
Bu film, bütün filmlerde olduğu gibi bir takım insanların başına gelmiş bir
takım olayları anlatıyor. Birini, bir başkasını, bu iki kişiden bağımsız ya
da onlarla şu ya da bu biçimde ilintili bir üçüncü kişiyi. Belki de tek
görünüm altında iki kişiyi, ona yakın olanı ve bu üç kişiyle anlaşılması
zor bir ilişki içinde olan tek, iki ya da üç insanı konu ediniyor.
(Çok karışık, anlamadık, karıştırdın.... sesleri.)
Biraz karışık, evet ama bunlar zor durumlardır bilirsiniz. Burada şunu
özellikle belirtmeme izin verin. Filmdeki kişi ve olaylar hiç kimseyle
uzaktan yakından ilgili olmayıp baştan aşağı düzmece ve uydurmadır. Kimi
dar görüşlü kişi ve kurumlar filmde öz yaşamsal izleklerin yer almış hatta
ağır basmış olduğu savını ileri sürebilirler. Bunlar eleştirecek başka şey
bulamayanlar olacaktır benim için. Sorarım size bir sanat eseri yaratırken
insanın kendi yaşamından yararlanması neden bu kadar küçümsenir? Başkalarını
anlatmak beceri olur da kendi kendini anlatabilmek cesareti niye böylesine
hor görülür? Bu hor görücülere şunu söylüyorum: Dedikodu kötü
şeydir, dedikodularla uğraşmayın.
Söylentilere kulaklarını tıkayamayanlardan filmin senaryosunun başarısız
olduğunu söyleyenler oldu. Dedikodular yüzünden filme yapımcı, yönetmen,
kameraman ışıkçı ve set işçileri bulunamadı. Ne yapalım yani,
herkesin hayatı film! Ohooo, ben anlatsam... deyip çıktılar işin içinden.
Zaten sinemamız krizde, hiç yapılmamış, hiç anlatılmamış, görenin ağzını bir
karış açık bıraktıracak bir konu çekilsin çekilecekse bari, düşüncesiyle,
yanaşmadılar işe. Herkes sanat filmi çekmek, sanat filminde oynamak, sanat
filmi yönetmek peşinde olduğundan sıradan bir öykü, sıradan bir senaryo ile
ilgilenmediler kendilerince.
Ayıptır, yazıktır arkadaşlar! Önyargılı olmayalım.
Senaryomu son bir umutla Kültür Bakanlığının parasal destek sağlayacağı
projelerin seçici kuruluna sundum. Evet, bildiniz. Reddedildi. Seçici kurul
üyelerinden işlerinin çokluğuna rağmen uykusundan çalarak senaryomu okuma
inceliğini gösteren bir ikisi pek bir şey anlayamadıklarını söylediler.
Kırılmadım, yılmadım.
İşte, değerli arkadaşlar bu koşullar altında zorunlu olarak, yapımcı,
yönetmen, kameraman, kamera asistanı, sanat yönetmeni, ışıkçı ve işçilik
görevlerini tümüyle ben üstlendim.
İçinizde filmi her bakımdan karanlık bulanlar olacaktır. Evet, karanlıktır.
Karanlık bir dönemde karmaşık karanlık ilişkileri, karanlık duyguları ve
eylemleri başka nasıl anlatabilirdim ki... Ayrıca kadraj hataları,
ters ya da eğri çekilmiş kareler hiç de az değil az sonra göreceğiniz gibi.
Bu aksaklıklar için kendimi şöyle avutuyorum, önemli olan ruh. Önemli olan
filmin ruhu olmalı, öyle değil mi?
Asıl sorun oyuncu bulmak oldu benim için. Kısıtlı bir bütçe, kırklardan
kalma döküntü bir kamera ve evdeki iki halojen lamba ile yola çıktığım bir
filmde kim oynamak isteyebilirdi ki? Bu durumda çaresiz baş rolü de üstlenmek
zorunda kaldım. İki adet baş erkekten birini oynamayı eski kocam Ayhan'a çok
benzeyen ve gerçek bir sanatsever olduğu kadar gizli kalmış bir oyuncu
olduğunu da bu filmle kanıtlayan Gönül Sokak'taki evimin yakışıklı kapıcısı
Hüccet zorla kabul etti. Ötekini, Onur rolünü de emlak komisyoncusu olup,
oradan oraya taşınmalarımda bana depozitosuz ve peşinatsız evler bulmakta
üstün gayret ve yardımlarda bulunmuş dostum Gürol Kaçmaz'a rica minnet
yükledim.. Figürasyon gerekmedi, çalıştığımız ortamlardaki gerçek
heveslilerce çözümlendi. Kostüm sorununu herkes o günkü rolüne uygun bir
şeyler giyerek geldiği için önemsemedik.
Oyuncular yazılı senaryoya bağlı kalamadılar. Herkesin işi gücü vardı,
rollerimizi ezberlemeye yeterince zaman bulamıyorduk. -Zaten gönülsüz
oynuyorlardı, ezberleyin diye çıkışsam bırakır giderlerdi kesinlikle.- O anda
içimizden geldiği gibi, kafamıza göre konuşuyorduk, uyduruyorduk düpedüz. Bu
durumda yazılı diyaloglar alt üst olduğunda önce şaşırdık ama sonra bunun
sinemamızda belki de hiper gerçekçilik dalgası olarak tanımlanabilecek yeni
bir dönemi başlatabileceği fantezisinin coşkusuna kapıldık.
Son olarak şunu söylemeliyim ki karşı karşıya kaldığım en büyük güçlük
montaj oldu. Filmi sahneleri önceden numaralamaksızın doğaçlamadan çektim.
Senaryoda da kronolojik bir sıra olmadığı için sonunda her şey birbirine
karıştı. Ne zaman nerde ne oldu, kim ne yaptı, neden öyle oldu içinden
çıkılmaz bir duruma geldi göreceğiniz gibi. İtiraf ediyorum, bu acemilikten
kaynaklandı.
Buna karşın öykünün kendince bir tutarlılığı var sanıyorum. Hatta filmin
bu ilginç biçim denemesiyle öncü bir kurguya sahip olduğu düşüncesi çok
uzağımda durmuyor şu anda.
Alkışlar ve ıslıklar duyuyorum.
Yeter artık, in aşağı da filmi görelim!
Bravo Na, anlat, daha anlat...
Çekil ordan, makinist uyuma!
İn aşağı Na!
Konuş konuş, hepsini anlat...
Sürekli ıslıklar...
Bir dakika, diyorum son bir şey...
Sesim boğuluyor bu kargaşada. Islıklarla perdenin önünden aşağı iniyorum.
Çakıllar üzerinde, kalabalığın arasında kimseyi görmeden yürüyorum. Yeniden
o ağdalı gül ve iğde kokuları içindeyim.
En arka sıraya, film tanıtım panosunun yanındaki bir sandalyeye oturuyorum
ve orada asılı fotoğrafları görüyorum birden.
Yazlık evin merdivenlerine oturmuş ağlıyorum. Ayhan bana doğru eğilmiş.
Onunla rüzgarlı bir akşamüzeri Bebek'te bir çay bahçesinde tartışıyoruz.
Saçlarım savrulup dağılmış. Ihlamurderesi'ndeki atölyede bir tuali
siyaha boyuyor Onur. Sonra silip yeşil sürüyor. Bakır çalığı bir yeşil. Tam o
sırada ben holdeki aynada yüzüme bakıyorum. Cıvalı ışık altında beyaza dönük
yansıyorum oraya. Öfkeli ve inanmaz gözlerim iki mor çukur. Ölümümün resmi bu.
Bana verilip de tutulmamış sözler ve benim başkalarını sevdiğim ve
başkalarınca sevilmiş olduğum için ödemek zorunda olduğum her türlü bedel
yürürlükten kalkmış artık.
Buraya nasıl geldim? Kendi yatağında yıllardır akan bir suyun
alışkanlığıyla uzun yollardan geçerek mi? Geldiğim yeri önemsemiyor ya da
çoktandır hiç bir şeyi anlatılmaya, sözü edilmeye değer bulmuyorum. Zaten
gitgide daha az anımsayacağım yaşadıklarımı. Yüzleri, sesleri, ev içlerini,
uzun yolları, yüzüme vurmak için havaya kalkmış bir eli, geceyarısı yalınayak
bir sokakta koştuğumu. Sonra o eşsiz parlaklıktaki uçucu mutluluk
anlarını, ilk coşkuları, ilk korku ve kuşkuları. Bir yaz bahçesini, bir
yağmuru, yüzümü okşayan bir eli daha az anımsayacağım. Bana söylenmiş ve
söylenmemiş tüm sözcükleri, araya giren, ara bulan ya da açan sözcükleri.
Bütün ışıklar sönüyor birden. Perde aydınlanıyor.
SIĞINAKTA
Bu ayakkabıları Sultanhamam'da parti malı satan bir ucuzcudan almıştım.
İstanbul'a ilk geldiğim yıllardı. Sokaklarda başıboş, uzun uzun yürüdüğüm
zamanlar. Yitirdiğim birini arıyormuşum da umulmadık bir yerde,
bir köşebaşında birdenbire karşılaşıverecekmişim gibi. Adam'dan yeni
ayrılmıştım. İki kırık sandalye, formika bir masa, orta boy bir kitap
sandığı, annemden kalma bir çift kuşlu Isparta seccade ile kalkıp gelmiştim
İstanbul'a. O gece ton balığı konservesi yemiştim kitap sandığının üzerinde.
Karnımı doyurduktan sonra çıkmış, yağmur altında dolaşmıştım bundan böyle
yapacaklarımı düşünerek.
Yeni evimi boyayacaktım önce, çocuğumu doğurduğumda bana armağan edilen
altın ve takılan bozdurup bir kaç parça eşya alacaktım. Dolaplarımı
yerleştirecek yeni düzenimi kuracaktım. Sonra bir iş bulur, artık
tezgahtarlık mı olur, sekreterlik mi, bir kitabevinde düzeltmenlik mi hangisi
olursa, çalışmaya başlayacaktım. Ondan sonrası kolaydı. Okur, yazar, resim
yapar hatta ut çalmayı öğrenebilirdim. Sınırsız özgür duyuyordum kendimi.
Ölçüsüz güveniyordum kendime.
Bu ayakkabıları o günlerde almıştım işte.
O gece çıkarken rastgele giymişim. Sırtımdaki bakkala giderken giydiğim
eski mantom. Kumaşı iyiydi, kötü bir terzi bozdu. İçimdeki kazakla eteği
birbirine uydurmaya çalışmışım farkında olmadan. Buruşuk bir
eşarp sallanıyor boynumda. Elimdeki ağır gaz bidonuyla yokuş yukarı çıkıyorum.
Dar gelirli, kılıksız bir ev kadını gibi ezik, bezgin.
Onüç yaşında uzak bir kente tek başıma parasız yatılı sınavlarına
gönderilirken kara ortaokul önlüğümle yola çıkarılmıştım. Yengem bunun sınav
komisyonu üyelerinde iyi bir etki bırakacağını düşünmüştü. Oysa sınava giren
öteki kızlar renkli giysiler, kloş etekler, fırfırlı buluzlarla gelmişlerdi,
o kılıkta olan bir tek bendim. Birbirlerine kaş göz işaretleriyle beni
gösterip güldüklerini sezip utanmıştım. Yanlarında kaldığım eski aile dostu
Hikmet Hanım bana çabucak üzeri sarı mimozalarla süslü margizet bir giysi
dikmişti: Onu uzun süre giydim.
Sınavı kazandıktan sonra devlet malı, lacivert, kaba Sümerbank kumaşı
eteklik, altları kalın lastik kara ayakkabılar, mor şeritli kasket, fitilli
kara uzun çoraplar ve kulak memesi hizası kesilmiş saçlarla bir örnek kızlar
arasına katılmıştım.
İzin günleri gruplar halinde o küçük Ege kentine dağılıp da ezik, ürkek,
kimliksiz, bacaklarımız birbirine dolaşarak yürürken kentin ayak takımı
itlerinden sakınmak için durmadan kaldırım değiştirir, birbirimize iyice
sokulup kolkola girerdik. Bu sırada esnaf kapı önlerine çıkar, tezgahtarlar
gereksiz yere kapı önlerini sularken apış aralarını kurcalayarak sırıtırlardı.
Kent ağzını açıp bizi yutmaya hazır beklerdi.
Oturulacak yeri olan tek pastane Manolya'da, duvar yetenekli bir yağlıboya-badana
ustasınca resmedilmiş İlkbahar Manzarası'na bakarak, resmin orta yerinden
akıp giden dereye benzemez dereyi ve bu derede yüzme becerisini gösteremeyen
ördeğe benzemez ördekleri seyrederek bir dilim pasta ya da kakaolu puding
yiyebilmek hafta sonu izinlerimizin en iyi yanıydı. Kuşkusuz orası
da evde kalmış kadın öğretmenlerin sıkı ajanları tarafından göz altında
tutulurdu ve pastanenin sivilceli yeni yetme tezgahtar-garsonuna kazara yan
gözle bakanın başına gelmedik şey kalmazdı.
Aramızda biraz gözü açılmış olanların yazlık serüvenlerini soluğumuzu
tutarak ama gene de inanmadan dinlerdik tatil dönüşlerinde. Romantik
konuşmalar ve çok çok el tutmadan ileriye geçemeyen öykülerdi bunlar.
Kızlar saflıkla ve bilmeden birbirlerine aşık olur, çift dikiş giden hanyayı
konyayı anlamış uyanıklar gözlerine kestirdiklerinin yataklarına dalarlardı
herkes uyuduktan sonra.
Kömür tozu, nem, beton ve lodos kalıntısı o bayat kokuyla çıkıyorum dar,
dik merdivenleri. Arkamdan ikinci kat daire kapısı incecik, karanlık bir
çizgi halinde aralanıyor. Gözetleniyorum.
Bir kat yukarı çıkıp elimdeki gaz bidonunu kapımın önüne bırakarak mantomun
cebinden anahtarımı alıyorum. On gün öncesine kadar benim olan bir başka evin
anahtarı da takılı anahtarlığımda hala. Onu niye çıkarıp atmadım, işime
yaramayacak artık. Denedim. Hiç zaman kaybetmeden kilidi değiştirmiş Ayhan.
Kavgadan iki gün sonra bir kaç parça çamaşır, panik içinde çıkılıp
gidilirken unutulmuş bir etek, iyi bir ayakkabı, o gecenin hiçliğine,
kötülüğüne, o ayrılığa yakışmayacak bir kemer almak için uğradığımda
inanamadım buna önce. Kilidin hangi amaç ya da düşünceyle değiştirilmiş
olduğunu düşündüm sonra. Bir tür öc alma mı, yeniden karşılaşmaktan incinme
çekincesi mi, cezalandırma mı? Hangisi? Kapı önünde bir süre ne yapacağımı
bilmez durumda bekledim. Dışarıya çıktığımda sokağın ortasında durarak uzun
uzun denize baktım. Anahtarı kilide soktuğum ana kadar o gece olanları
unutmak istemiştim sanki, unutmaya çalışmıştım. Ne olursa olsun geçiştirebileceğimi
ummuştum. Oysa kendi evimin kapısında bir yabancı oluverdiğimde durumu olanca
gerçekliği ile yeniden kavradım.
O akşamüzeri dergideydim. Rekla'dan ayrılalı iki ay kadar oluyordu.
Yeniden bir reklam ajansında çalışmak istemiyor, eskiden olduğu gibi derginin
sanat sayfasına haftalık haber ve eleştiri yazıları hazırlamayı düşünüyordum.
Yönetim odasında iki arkadaşımla tartışıyorduk bu kouuyu. Bir ara arkama
yaslandım ve odayı holden ayıran camlı bölmenin ardından Ayhan'ı gördüm.
Holdeki pencerenin önünde ayakta durmuş tedirgin bakışlarla bir caddeye bir
benim bulunduğum odaya göz atıyordu. Bir süredir beni izliyordu biliyordum
ama bunu telefonlarla, dolaylı sorularla, yarattığı bahanelerle
ve incelikli bir biçimde yapıyordu. Ona dergiye gideceğimi söyleyerek daha
iki saat önce çıkmıştım evden. İnanmamış peşimden gelmişti demek. İkimiz
için de utanç verici bir durumdu bu.
Benden yana baktığında gözlerimiz karşılaştı. Bakışında öfkenin
gizleyemediği derin bir çaresizlik gördüm. Arkadaşlarımdan özür dileyerek
mantomu askıdan aldım, hole çıktım. Çok korktuğunu ve salt bu yüzden beni
kaybedeceğini bilmediğini düşündüm o anda. Gidelim, dedim.
Konuşmak zorundayız, dedi, merdivenleri inerken. Böyle sürmez, bitecekse
biter. Şu son iki saatte nasıl bir duygusal karmaşa yaşamış olabileceğini
düşünerek sustum. İki gündür pek az konuşmuştuk, zorunlu gündelik
sözcüklerle ve bu süreyi hemen tümüyle odamda geçirmiştim.
Yokuşu indik. Konuşmadan iskeleye yürüdük. Yağmur atıştırıyordu. Güverte
boştu. Tahta bir sıraya birbirimizden uzak oturduk. Elleri titreyerek bir
sigara yaktı.
Ellerine acıdım. Bir zamanlar okadar çok sevdiğim ellerine acır olmam
içimi sızlattı.
Çantamdan paketimi çıkarıp bir sigara da ben yaktım. Bana bakmadı, sustu.
Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Konuşulması gereken pek bir şey kalmamıştı.
Hepsini konuşmuştuk. Konuşamayacağımız için konuşmadıklarımız kalmıştı
yalnızca.
Denize bakarak sigaramı içtim. Çok yorgundum. Konuşmaya başlayan hiç bir
zaman ben olamam artık, diye düşündüm. Çevremle bütün bağlarım kopuktu uzun
zamandır. Dertlerimi anlatmaya değer bulduğum tek insan kalmamıştı.
Kullanmaya gereksinme duyduğum tek sözcük yoktu. Ne olacağımızı düşünmekten
bezmiştim.
Kendime ait, tepe tepe kullanacağım bir mutsuzluk ve tek başıma yaşamam
gereken bir yalnızlıktı tek istediğim. Aslında Ayhan'la birlikte olduğum ilk
günlerden beri içimde barındırmıştım bunları ama öyle olduğunu ancak şimdi
anlayabiliyordum. O beni daha iyiye doğru geliştirmek için sürekli kollayıp
kontrolu altında tutmuş, mutsuzluk ve yalnızlık hakkıma el koymuştu.
Kuşkusuz bunları sevgiyle yapmıştı öyle ki ona bu çabasında ben de
yardımcı olmaya çalışmış isteğini bölüşmüştüm. Aşkla, bastırmış örtüp
gizlemiştim kendimi bilmeden. Oyun oynamıştım belki de, onu ve kendimi bir
süre kandırmış ama içimdeki o hastalıklı mutsuzluk tutkunluğunu büsbütün
silip atamamıştım. Tersine, giderek büyütmüş ve son zamanlarda
taşıyamayacağım kadar ağırlaşmış olduğunu birden farkedivermiştim.
Nicedir Ayhan'a yeterince zaman ayıramıyor, diyelim ki haftada iki kez
sinemaya, bir gece eşe dosta, bir gece akrabalara ve dışarıya yemeğe
gidemiyor, geri kalan akşamlar da onunla yanyana oturup meyve yiyerek
TV'ye bakamıyor ve böylelikle onu yapayalnız bırakıp eziyet ediyordum.
Çok değil; birbuçuk yıl kadar önce Ayhan'ın şimdi
benden beklediği bütün bunlar için hiç zamanı yoktu oysa. Bir yandan Basın
Yayın'daki görevini sürdürürken öte yandan yeni kurulan bir Anadolu
Üniversitesinde de dersler veriyor, haftanın iki gününü evden uzakta orada
geçiriyor, profesörlük dosyasını hazırlıyor ve Marksist bir derginin yazı
kurulunda çalışıyordu.
Geçen sonbahardan sonra bütün bunlar elinden alındı. Köklerinden
koparılmış bir bitki gibi havasız, ışıksız, yapayalnız kaldı. Bütün
bağlantıları koptu. Coşkusuz, eylemsiz, güvensiz bana sundu kendini. Beni
aynı biçimde isteyerek. Tüketemediği zamanın içinde aramızdaki bağı ondan
beklenmeyecek bir düzeyde ve kertede önemser oldu.
Beni bırak, diyordum ona. Sen istediğin yerde, istediğin insanlarla
birlikte ol. Evli olduğumuzu anımsatıyordu bana hemen. Birbirimize uymak
You have read 1 text from Törek literature.
Çirattagı - Ölü Erkek Kuşlar - 02
  • Büleklär
  • Ölü Erkek Kuşlar - 01
    Süzlärneñ gomumi sanı 3301
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2163
    28.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 02
    Süzlärneñ gomumi sanı 3368
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2126
    30.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 03
    Süzlärneñ gomumi sanı 3367
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1966
    30.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 04
    Süzlärneñ gomumi sanı 3402
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2016
    32.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 05
    Süzlärneñ gomumi sanı 3470
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1952
    31.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 06
    Süzlärneñ gomumi sanı 3417
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1901
    31.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 07
    Süzlärneñ gomumi sanı 3400
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1891
    31.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 08
    Süzlärneñ gomumi sanı 3376
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1976
    32.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 09
    Süzlärneñ gomumi sanı 3299
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1947
    33.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 10
    Süzlärneñ gomumi sanı 3474
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2039
    32.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 11
    Süzlärneñ gomumi sanı 3339
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1946
    32.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 12
    Süzlärneñ gomumi sanı 3408
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1876
    31.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 13
    Süzlärneñ gomumi sanı 3380
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1915
    31.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 14
    Süzlärneñ gomumi sanı 3322
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2001
    30.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 15
    Süzlärneñ gomumi sanı 3301
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1805
    31.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 16
    Süzlärneñ gomumi sanı 3336
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1799
    31.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 17
    Süzlärneñ gomumi sanı 3363
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1833
    32.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 18
    Süzlärneñ gomumi sanı 3378
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1842
    33.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 19
    Süzlärneñ gomumi sanı 3305
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1918
    30.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 20
    Süzlärneñ gomumi sanı 3303
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1871
    30.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 21
    Süzlärneñ gomumi sanı 3249
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1849
    30.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 22
    Süzlärneñ gomumi sanı 3422
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1939
    31.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 23
    Süzlärneñ gomumi sanı 3394
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1796
    31.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Ölü Erkek Kuşlar - 24
    Süzlärneñ gomumi sanı 2541
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1707
    29.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.