Mozart - Prag Yolunda - 5
Süzlärneñ gomumi sanı 2427
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1437
38.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
57.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Kont, neşeyle yerinden sıçrayarak: "Leporello" diye bağırdı ve bir uşağa işaret ederek: "Şarap, şarap! Sillery şarabı, üç şişe!"
Bunun üzerine karısı yalvardı: "Ah, ne olur yapmayın? Bunun zamanı artık geçti! -Bakın, bizimkinin son şarabı hâlâ içilmemiş, bardağında duruyor"..
"Ona afiyet olsun - ve herkese de kendininki!"
Konstanze saate bakarak: "Tanrım, ben ne yaptım!" diye dövünmeye başladı, "saat nerdeyse on bire geliyor, yarın da erkenden yola çıkmamız gerek. Bu nasıl olacak?"
"Bu hiç olmayacak, aziz bayan, olması mümkün değil".
Mozart gene söze karıştı. "Bazen bir iş, şaşılacak bir biçimde duruma uyuveriyor. Benim cımbızım, şimdi dinleyeceği parçanın özellikle gecenin böyle bir saatinde ve üstelik, bu geceki gibi bir yolculuğa hazırlanmış olduğum bir anda oluştuğunu öğrenince acaba ne diyecek?"
"Sahi mi? Ne zaman?Kesin üç hafta önce Eisenstadt'a gitmek istediğin zaman!"
"Tam üstüne bastın. Bu iş de şöyle olmuştu; Ben Richterlerin yemeğinden gece saat onda eve dönmüştüm. Sen artık derin uykudaydın. Ben, söz verdiğim gibi, ertesi gün evden vaktinde çıkıp arabaya binmek için hemen yatağa girmek istiyordum. Bu aralık Veit, her zamanki gibi, yazı masasının üstündeki mumları yakmıştı, ben de o sırada ne yaptığımın farkında olmaksızın geceliğimi giymiştim. İşte o anda, son kez hazırlığımı bir daha çabucak gözden geçirmek aklımdan geçti. Fakat, ah, ne talihsizlik! Kadınların o can sıkan tümüyle vakitsiz işgüzarlıkları yok mu! Meğer sen eşyalarımı toplamış, notaları da bavula koymuşsun. Gerçi sen haklıydın, çünkü onları yanıma alacaktım: Prens benden bu opusun da provasını istemişti. - Aradım, taradım, söylendim, kızdım, boşuna! O sırada gözüm mühürlü bir zarfa ilişti: Abbete'den geliyordu; üzerindeki adres de o iğrenç kancalı yazısıyla yazılmıştı - evet, gerçekten de ondandı. - bana kendi metninin henüz işlenmemiş olan bölümünü göndermişti, bense bunun bir aydan önce geleceğini sanmıyordum. Hemen bütün hırsımla oturup okudum ve doğrusu bayıldım. Bu baykuş, benim istediğimi ne de güzel anlamış, her şey pek daha yalın, daha yoğun ve aynı zamanda daha zengin olmuştu. Gerek kilise avlusu sahnesi, gerekse son sahne, kahramanımın yok oluşuna kadar, hepsi her bakımdan çok başarılıydı. (Ey, yetkin ozan, diye düşündüm, senin göklerle cehennemi bir ikinci kez önüme getirmen teşekkürsüz kalmamalı). Beste yaparken bir şeyi, ne kadar çekici de olsa, öne almak hiç huyum değildir; bu, sonradan cezasını pek ağır biçimde çektiren kötü bir davranıştır. Ama bunun da özel durumları var. Nitekim kısaca; valinin süvari yontusu yanında görünüş sahnesiyle öldürülenin mezarından işitilen ve gece hayranının kahkahalarının birdenbire dehşet içinde kesilmesine neden olan tehdit, o sırada kafamın içine doğuvermişti. Bir akort alıp denedim, doğru kapı çalmışım; arkasında, son sahnede boşanacak olan, bütün bir dehşet seli birbiri ardına sıraya girmiş bulunuyordu. Böylece ilk kez bir adagio (74) ortaya çıktı: d-moll (75), yalnızca dört takt. Bundan sonra beşli bir ikinci kısım daha. - Bunun, en güçlü borazanların sese eşlik etmesiyle tiyatroda beklenmedik bir etki yaratacağını göz önüne getirdim. Şimdilik burada yapabildiğim kadarını dinleyin."
Yanında duran ayaklı ve kollu şamdanları söndürdü. Odanın ölüm sessizliği içinde o korkunç "Dein Lachen endet vor der Morgenröte - Senin gülüşün sabahın ilk kızıllığı önünde son bulur" ilahisinin söylendiği işitildi. Gümüş borulardan çıkan sesler, sanki uzak yıldızlar ülkesinden geliyor gibiydi; gecenin koyu mavi göğünden aşağıya süzülerek, buz gibi soğuk, insanın ruhunu ve iliğini delip geçen sesler.
Don Juan'ın "Wer ist hiers Antwort! - Burada kim var? yanıt ver!" sorusu işitildi. O vakit ses gene önceki gibi tek perdeden yükselerek, haylaz gence, ölüleri rahat bırakmasını buyurdu.
Bu dolgun sesler havada son dalgasına kadar gürledikten sonra Mozart yine söze başladı: "Şimdi artık, pekâlâ anlaşılacağı gibi, benim için durmak olamazdı. Gölün buzu herhangi bir kıyıda kırılır da nasıl arkasından hemen bütün göl yüzeyi sesler vermeye başlar ve bunlar en derin yerlere kadar yayılır giderse, işte ben de, hiç kafamı yormadan, ipucunu, aynı biçimde aşağıda, Don Juan'ın gece sofrasında, Donna Elvira'nın gene oradan çekildiği ve hayaletin, çağrıya uyarak, göründüğü bir sırada yine yakaladım. Bunu da dinleyin!"
Bunun üzerine o tüyler ürperten uzun diyalog başladı. Bunu duyan, kendine egemen bir adam da olsa, insanın düş gücünün en son sınırlarına kadar, hatta onların da ötesine sürüklenir. Biz orada, duyguların üst yanına aşan şeyler görür ve işitiriz ve varlığımızın kendi göğsümüz içinde bir uçtan öbürüne atılıp durduğunu duyumsarız.
Hayaletin, artık insan dillerine yabancılaşmış olan ölmez organı, bir daha konuşmaya davrandı. Şimdi yarı görünür bir duruma geçmişti. İlk, korkunç selam verişinden ve kendisine sunulan dünya yiyeceğini, dudak bükerek, geri çevirişinden sonra sesinin tonları işitilmeye başlandı. Bu ses, havayla örülmüş skalanın basamakları (76) üzerinde garip ve tüyler ürpertici bir biçimde düzensizce aşağı yukarı inip çıkıyordu. Hayalet hemen bir cezanın kabulünü istiyordu. Çünkü onun zamanı pek kısa, gideceği yolsa uzak, çok uzaktı! Bunun üzerine Don Juan, tanrısal düzene, görülmemiş bir inatla, kafa tutmaya başladı. Cehennem güçlerinin gittikçe artan baskısına karşın çaresiz bir durumda güreşiyor, kıvranıyor ve her davranışında tam bir yüce anlatımı asla yitirmeksizin en sonunda yere yıkılıyor. Burada kimin yüreği ve tüm organları aynı zamanda hem haz, hem de dehşet içinde titremezdi? Bu öyle bir duyguydu ki, bunu insan ancak engellenemez bir doğa gücünün heybetli görünümünü, ya da devasa bir geminin yanışını seyrederken duyabilir. Biz istemeye istemeye neredeyse büyüklük budalasının yanını tutuyor, onun kendi kendini yok edişini izlerken çektiği acıyı, diş gıcırdatarak paylaşıyoruz.
Besteci amacına ulaşmıştı. Kimse genel sessizliği bozmaya cesaret edemedi ve herkes bir süre öyle kaldı.
Sonunda Kontes, derinden derine bir soluk daha aldıktan sonra: "Rica ederim" diye söze başladı, "rica ederim, o gece kalemi elinizden ne durumda bıraktığınızı kavrayabilmemize yardım edecek bir bilgi verin!"
Mozart, sanki tatlı bir düşten uyanmış gibi, hoş bir biçimde ona baktı, biraz düşündükten sonra yarı Kontes'e, yarı karısına yönelerek konuştu: "Evet, evet! sonunda başım adamakıllı dönüyordu. Ben bu umut kırıcı Dibattimentoyu (77) ruhların korosuna kadar, açık pencere önünde, sürekli bir ateş içinde yazıp bitirmiştim. Kısa bir duraklamadan sonra sandalyemdem ayağa kalktım, niyetim odana gelmek ve seninle, heyecanım yatışıncaya dek, biraz gevezelik etmekti. Fakat o sırada aklımı çelen bir düşünce beni odanın ortasında durdurdu". (Bu noktada iki saniye kadar yere baktı, sesinin bundan sonraki tonunda pek az duyumsanabilecek bir heyecan belirtisi var gibiydi); kendi kendime dedim ki: "eğer sen daha bu gece ölüp gidiversen ve Partirurunu (78) bu noktada bırakmak zorunda kalmış olsan; acaba mezarında rahat edebilir misin?" Gözlerim elimdeki mumun fitiline ve eriyip akan yağın yaptığı kümelere takıldı. Bu düşünceler karşısında içimde bir sızının bir an için tüm vücudumu dolaştığını duyumsadım. Sonra, yine düşünmeye başladım: "ölümümden kısa ya da uzun bir süre sonra bir başkası, belki de Latinlerden biri, operayı bitirmekle görevlendirilebilir. Bu adam önsözden on yedinci numaraya dek, ancak biri dışında, her şeyi hazır bulacak. Hepsi hep tertemiz ve yan yana duran, hepsi sağlam ve olgun olan meyveleri, uzamış bir çimen içine serpiştirilmiş ve kolay toplanabilir bir durumda hazır bulacak. Fakat o burada son sahnenin ortasında biraz ürkecek ve bunun üzerine hiç ummadığı halde asıl işe yarayacak kaya parçasını şimdilik bir yana bırakılmış bulunca, buna içinden herhalde biraz da gülecek! Belki de benim onurumla oynamak hevesine bile kapılacak, ama bu yüzden belasını da bulacak. Çünkü böyle bir durumda nasıl olsa, benim damgamı tanıyacak ve benim olanı namusluca savunmasını bilecek birçok iyi dost ortaya çıkacaktır. - Bundan sonra gittim, gözlerimi göğe kaldırarak tanrıya teşekkür ettim. Sonra sevgili karıcığım, sana da teşekkür ettim. Senin bu kadar uzun bir süre derin derin uyuman ve beni bir kerecik olsun çağırmaman için her iki eliyle alnının üzerine bastırmış olan meleğe de teşekkür ettim. Arkasından odana geldiğim ve bana saatin kaç olduğunu sorduğunda, seni o anda, yaşından birkaç saat eksilterek düpedüz aldattım. Çünkü saat bir hayli geçmiş, dörde yaklaşmıştı. Şimdi artık beni neden saat altıda kuş tüyleri arasından bir türlü ayıramadığını ve bu yüzden arabacıyı evine geri gönderip ertesi gün çağırmak zorunda kaldığını anladın mı?"
Bayan Konstanze: "Kuşkusuz" dedi, "yalnız, kurnaz adam, bizim de işi çakmayacak kadar budala olduğumuzu sakın sanma! Gerçekten, bu güzel hamleni benden, özellikle bu nedenden ötürü, hiç de gizlemek zorunda değildin."
"Aslında neden de bu değildi".
"Onu da biliyorum - Sen bu hazineciğinin şimdilik duyurulmasını istemiyordun". İyi yürekli ev sahibi! "Şükür ki" diye bağırdı, "biz yarın bir Viyanalı arabacının soylu kalbini kırmak zorunda olmayacağız, nasıl olsa bay Mozart uyanamayacak. Arabacıya: Hans, atları çöz, geriye götür buyruğu her zaman acı gelir".
Bu, dolaylı olarak belirtilen ve öbürlerinin de candan katıldıkları, daha çok kalma dileği, yolcuların çok yerinde bazı karşı nedenler ileri sürmelerine yol açtı. Bununla birlikte, çok erken yola çıkılmaması ve birlikte güle oynaya kahvaltı yapılması üzerinde kolayca anlaşmaya varıldı. Daha bir süre, öbek öbek ayakta durularak gevezelik edildi. Mozart birini arıyordu, görünüşe bakılırsa aradığı gelindi. Fakat o, tam o sırada orada bulunmadığı için, Mozart da ona hazırladığı soruyu, safça hemen yanı başında duran Franziska'ya yöneltti: "Bütün olarak bizim Don Juan hakkında ne düşünüyorsunuz? Ona ne gibi bir iyi yorumda bulunabilirsiniz?"
Kız gülerek: "Yeğenim adına elimden geldiği kadar iyi yanıt vermek isterim. Benim kendime göre olan sıradan anlayışımsa şu; eğer Don Juan bütün dünyanın başını döndürmezse, aziz Tanrı da müzik kutusunu güzelce kapar - bunu belirsiz bir süre için yapar ve böylece insanlara anlatmak ister ki..." Burada amca sözü daha da düzeltmek için araya karıştı: "Ve böylece" dedi, "insanların eline gaydayı verir ve heriflerin yüreklerini odunlaştırır. Sonra artık varsınlar, Baal'e (79) tapıp dursunlar?"
Mozart gülerek: "Tanrı korusun" dedi, "Ya şu altmış yetmiş yıl içinde, ben çoktan gitmiş olduğumda, bazı yalancı peygamberler türerse!"
O sırada Eugenie, baronla ve Max'la birlikte oraya geldi. Konuşmalar, kimse farkında olmaksızın, yeniden canlanmıştı, bir kez daha ciddi ve önemli bir gidiş aldı. Öyle ki bestecimiz, herkes daha dağılmadan, kendi umutlarını okşayan birçok dikkate değer söz dinleyerek sevinç duydu. Ancak gece yarısından sonra dağıldılar. O zamana kadar kimse, ne kadar yorgun olduğunun farkına varmamıştı.
Ertesi gün (hava güzellikte, bir gün öncekinden aşağıya kalmıyordu), saat onda şirin bir yolculuk arabasının, Viyanalı konukların eşyaları içine yerleştirilmiş olduğu halde, şato avlusunda durduğu görüldü. Kont, atların ahırdan çıkarılmasından kısa bir süre önce Mozart'la birlikte arabanın yanına geldi ve ona arabayı nasıl bulduğunu sordu.
"Çok iyi, son derece rahat görünüyor".
"Peki, öyleyse, beni sevindirin ve onu benden bir anı olarak alıkoyun".
"Nasıl? Bu, ciddi mi?"
"Başka nasıl olabilir?"
"Hey kutsal Sixtus ve Calixtus (80) - Karısının öbür bayanlarla birlikte dışarıyı seyrettikleri pencereye doğru başını kaldırarak: "Konstanze, bana bak!" diye seslendi, "Bu araba benim oluyormuş! Sen de bundan sonra hep kendi arabana binecekmişsin!"
Mozart gülümsemekte olan bağışcıyı kucakladı, yeni malını seyretti, dört bir yanını dolaştı. Kapısını açıp içeriye girdi ve oradan bağırdı: "Bana Şövalye Gluck (81) kadar kibar ve onun kadar zenginmişim gibi geliyor. Viyana'da herkesin gözü faltaşı gibi açılacak." - Kontes "İnşallah", dedi "Prag dönüşünde arabanızı her yanı çelenklerle donanmış olarak görürüz!"
Sonunda, bu son neşeli sahnenin arkasından, bu çok övülen araba, dostlarıyla esenleşen Viyanalı çifti içine alarak, gerçekten hareket etti ve hızlı bir tırısla şoseye doğru yollandı. Kont arabanın Wittingau'ya kadar kendi atlarıyla gitmesini sağladı, oradan sonrası için posta beygirleri koşulacaktı.
Eğer iyi ve kusursuz insanlar, varlıklarıyla evimizi geçici olarak ruhlarının taze havasıyla şenlendirirler, varlığımıza yeni bir hareket ve heyecan vererek konukseverliğin mutluluğunu büyük ölçüde tatmamıza aracı olurlarsa, gidişleri de her zaman, geriye sıkıcı bir duraksama bırakır. Bu, hiç olmazsa o gün için bize yalnız kaldığımızı duyumsatır. Ama bu duraksama bizim şatoda olmadı. Gerçi, Franziska'nın annesi ve babasıyla yaşlı teyzesi hemen gitmişlerdi, ama o, güvey ve Max daha bir süre orada kalmışlardı. Geçirilen paha biçilmez saatleri herkesten daha derin bir biçimde duyduğu için bu öykümüzde hep ön planda söz konusu ettiğimiz Eugenie'ye gelince; insan onun hiçbir eksiklik duymamış, kendinden hiçbir şey vermemiş ve üzülmemiş olması gerektiğini sanır. Çünkü Eugenie'ye gerçekten sevdiği kocasından gelen ve şimdi de artık resmen tanınmış olan saf mutluluk duygusunun ona başka her şeyi unutturması gerekirdi, hiç olmazsa yüreğini harekete geçirebilecek olan en soylu ve en güzel şeylerin ister istemez duyduğu derin mutlulukla tek bir varlık olarak kaynaması doğaldı. Aslında bu, böyle de olacaktı; eğer Eugenie dün ve bugün yalnızca Mozart'ın varlığını ve şimdi de anısının saf zevkini tatmakla kalsaydı, bundan başka zaten ne olabilirdi? Ama ne var ki, daha o akşam, karısının onun hakkında anlattıklarını dinlerken bile, sevimli varlığını belleğinde zevkle canlandırdığı bu adam için kalbini gizli bir korku sarmıştı. Bu uğursuz önduygu onda, Mozart'ın piyano çaldığı sürece, tüm o anlatılamaz tatlı heyecan içinde ve müziğinin bütün o büyü dolu ürpertisi arasında, bilinçaltında hep sürdü durdu. En sonunda Mozart'ın bir nedenle de kendinden aynı yönde söz etmiş olması kızcağızı adam akıllı şaşırttı ve sarstı. Bu adam nefsini, hızla ve durup dinlenmeksizin, kendi öz ateşi içinde yiyip bitirecek; varlığı, içinden fışkıran taşkın sele gerçekten dayanamayacak ve bunun için de bu yeryüzünde ancak uçucu bir görünüşten ileri gidemeyecekti. Eugenie'nin artık bundan kuşkusu kalmamıştı.
O akşam yatağa yattıktan sonra, Don Juan müziği kafasında karma karışık bir biçimde yankılanıp dururken bu düşünce de, birçok başka düşünce arasında, yüreciğini sürekli baskı altında tutmuştu. Ancak sabaha doğruydu ki yorgunluktan uykuya dalabildi.
Üç hanım şimdi, işlerini yanlarına almış, bahçede oturuyorlar, erkekler de onlarla sohbet ediyorlardı. Söz, çok doğal olarak, ilk önce yalnızca Mozart üzerinde döndü. Bu sırada Eugenie de korktuklarını saklamadı. Baron ona tümüyle hak verirken öbürleri aynı kaygıyı birazcık bile olsun paylaşmadılar. İnsan iyi bir zamanda ve insanlık bakımından tümüyle saf ve mutlu duygular içindeyken kendisiyle doğrudan doğruya bir bağlantısı olmayan her türlü sıkıcı düşünceyi bütün gücüyle çürütmek ister. Özellikle amca en akla yakın, en sevindirici karşı kanıtlar öne sürdü; Eugenie bunları o kadar büyük bir zevkle dinledi ki en sonunda fazla kötümserlik ettiğine neredeyse gerçekten inanacağı geldi.
Birkaç dakika sonra Eugenie, biraz önce silip süpürülmüş ve yeniden düzene konmuş olan büyük odadan geçerken, yeşil mostralı perdelerin içeriye sızmasına izin verdiği çok hafif bir akşam ışığında, üzgün üzgün piyanonun önünde durdu. Birkaç saat önce burada kimin oturmuş olduğunu ancak bir düşmüş gibi düşünebiliyordu. Onun en son dokunduğu tuşlara düşünceli bir halde uzun uzun baktı; sonra piyanonun ön kapağını indirerek, başka bir elin pek yakında açmasını kıskanırcasına önlemek için anahtarı çekti aldı. Oradan uzaklaşırken bir iki şarkı defterini rasgele yerlerine koydu; o sırada eski bir yaprak yere düşmüştü. Bu, bir Bohemya halk türküsünün kopyasıydı. Bu türküyü eskiden hem Franziska, hem de kendisi birkaç kez söylemişlerdi. İstemeden üzerine bastığı yaprağı eğilip yerden kaldırdı. İnsanın bulunduğu böyle bir ruh durumu içinde en doğal bir olay hemen kolayca bir keramet işareti oluverir. Bunun ne anlama gelebileceğini anlamak istedi. Türkünün sözleri onu öylesine etkiledi ki bu yalın dizeleri bir kez daha okurken gözlerinden sıcak yaşlar boşandı.
Ein Taennlein grünet wo,
Wer weiss im Walde;
Ein Rosenstrauch, wer sagt,
İn welchem Garten?
Sie sind erlesen schon,
Denk'es, o Seele!
Auf einem Grab zu wurzeln
Und zu wachsen.
Zwei schwarze Rösslein welden
Auf der Wiese,
Sie kehren beim zur Stadt
İn munteren Sprüngen.
Sie werden schrittweis geben
Mit deiner Leiche,
Vielleicht, vielleicht noch eh'
An ihren Hufen
Dass Eisen los wird,
Das ich blitzen sebe.
Türkçesi:
Küçük bir çam yeşerir,
Ormanda, kimbilir nerde?
Bir gül fidanı da, kim söyleyebilir,
Hangi bahçede?
Ey ruh! Düşün ki
Onlar çoktan seçilmiş,
Kök salmak ve büyümek için
Bir mezarın üstünde.
İki kara tay
Otluyor çayırda.
Kente, evlerine dönüyorlar,
Sıçraya oynaya.
Uygun adım yürüyecekler
Cenazenle,
Belki, belki daha da önce,
Ayaklarından
Kıvılcım saçan nallar
Düşmeden önce.
Bunun üzerine karısı yalvardı: "Ah, ne olur yapmayın? Bunun zamanı artık geçti! -Bakın, bizimkinin son şarabı hâlâ içilmemiş, bardağında duruyor"..
"Ona afiyet olsun - ve herkese de kendininki!"
Konstanze saate bakarak: "Tanrım, ben ne yaptım!" diye dövünmeye başladı, "saat nerdeyse on bire geliyor, yarın da erkenden yola çıkmamız gerek. Bu nasıl olacak?"
"Bu hiç olmayacak, aziz bayan, olması mümkün değil".
Mozart gene söze karıştı. "Bazen bir iş, şaşılacak bir biçimde duruma uyuveriyor. Benim cımbızım, şimdi dinleyeceği parçanın özellikle gecenin böyle bir saatinde ve üstelik, bu geceki gibi bir yolculuğa hazırlanmış olduğum bir anda oluştuğunu öğrenince acaba ne diyecek?"
"Sahi mi? Ne zaman?Kesin üç hafta önce Eisenstadt'a gitmek istediğin zaman!"
"Tam üstüne bastın. Bu iş de şöyle olmuştu; Ben Richterlerin yemeğinden gece saat onda eve dönmüştüm. Sen artık derin uykudaydın. Ben, söz verdiğim gibi, ertesi gün evden vaktinde çıkıp arabaya binmek için hemen yatağa girmek istiyordum. Bu aralık Veit, her zamanki gibi, yazı masasının üstündeki mumları yakmıştı, ben de o sırada ne yaptığımın farkında olmaksızın geceliğimi giymiştim. İşte o anda, son kez hazırlığımı bir daha çabucak gözden geçirmek aklımdan geçti. Fakat, ah, ne talihsizlik! Kadınların o can sıkan tümüyle vakitsiz işgüzarlıkları yok mu! Meğer sen eşyalarımı toplamış, notaları da bavula koymuşsun. Gerçi sen haklıydın, çünkü onları yanıma alacaktım: Prens benden bu opusun da provasını istemişti. - Aradım, taradım, söylendim, kızdım, boşuna! O sırada gözüm mühürlü bir zarfa ilişti: Abbete'den geliyordu; üzerindeki adres de o iğrenç kancalı yazısıyla yazılmıştı - evet, gerçekten de ondandı. - bana kendi metninin henüz işlenmemiş olan bölümünü göndermişti, bense bunun bir aydan önce geleceğini sanmıyordum. Hemen bütün hırsımla oturup okudum ve doğrusu bayıldım. Bu baykuş, benim istediğimi ne de güzel anlamış, her şey pek daha yalın, daha yoğun ve aynı zamanda daha zengin olmuştu. Gerek kilise avlusu sahnesi, gerekse son sahne, kahramanımın yok oluşuna kadar, hepsi her bakımdan çok başarılıydı. (Ey, yetkin ozan, diye düşündüm, senin göklerle cehennemi bir ikinci kez önüme getirmen teşekkürsüz kalmamalı). Beste yaparken bir şeyi, ne kadar çekici de olsa, öne almak hiç huyum değildir; bu, sonradan cezasını pek ağır biçimde çektiren kötü bir davranıştır. Ama bunun da özel durumları var. Nitekim kısaca; valinin süvari yontusu yanında görünüş sahnesiyle öldürülenin mezarından işitilen ve gece hayranının kahkahalarının birdenbire dehşet içinde kesilmesine neden olan tehdit, o sırada kafamın içine doğuvermişti. Bir akort alıp denedim, doğru kapı çalmışım; arkasında, son sahnede boşanacak olan, bütün bir dehşet seli birbiri ardına sıraya girmiş bulunuyordu. Böylece ilk kez bir adagio (74) ortaya çıktı: d-moll (75), yalnızca dört takt. Bundan sonra beşli bir ikinci kısım daha. - Bunun, en güçlü borazanların sese eşlik etmesiyle tiyatroda beklenmedik bir etki yaratacağını göz önüne getirdim. Şimdilik burada yapabildiğim kadarını dinleyin."
Yanında duran ayaklı ve kollu şamdanları söndürdü. Odanın ölüm sessizliği içinde o korkunç "Dein Lachen endet vor der Morgenröte - Senin gülüşün sabahın ilk kızıllığı önünde son bulur" ilahisinin söylendiği işitildi. Gümüş borulardan çıkan sesler, sanki uzak yıldızlar ülkesinden geliyor gibiydi; gecenin koyu mavi göğünden aşağıya süzülerek, buz gibi soğuk, insanın ruhunu ve iliğini delip geçen sesler.
Don Juan'ın "Wer ist hiers Antwort! - Burada kim var? yanıt ver!" sorusu işitildi. O vakit ses gene önceki gibi tek perdeden yükselerek, haylaz gence, ölüleri rahat bırakmasını buyurdu.
Bu dolgun sesler havada son dalgasına kadar gürledikten sonra Mozart yine söze başladı: "Şimdi artık, pekâlâ anlaşılacağı gibi, benim için durmak olamazdı. Gölün buzu herhangi bir kıyıda kırılır da nasıl arkasından hemen bütün göl yüzeyi sesler vermeye başlar ve bunlar en derin yerlere kadar yayılır giderse, işte ben de, hiç kafamı yormadan, ipucunu, aynı biçimde aşağıda, Don Juan'ın gece sofrasında, Donna Elvira'nın gene oradan çekildiği ve hayaletin, çağrıya uyarak, göründüğü bir sırada yine yakaladım. Bunu da dinleyin!"
Bunun üzerine o tüyler ürperten uzun diyalog başladı. Bunu duyan, kendine egemen bir adam da olsa, insanın düş gücünün en son sınırlarına kadar, hatta onların da ötesine sürüklenir. Biz orada, duyguların üst yanına aşan şeyler görür ve işitiriz ve varlığımızın kendi göğsümüz içinde bir uçtan öbürüne atılıp durduğunu duyumsarız.
Hayaletin, artık insan dillerine yabancılaşmış olan ölmez organı, bir daha konuşmaya davrandı. Şimdi yarı görünür bir duruma geçmişti. İlk, korkunç selam verişinden ve kendisine sunulan dünya yiyeceğini, dudak bükerek, geri çevirişinden sonra sesinin tonları işitilmeye başlandı. Bu ses, havayla örülmüş skalanın basamakları (76) üzerinde garip ve tüyler ürpertici bir biçimde düzensizce aşağı yukarı inip çıkıyordu. Hayalet hemen bir cezanın kabulünü istiyordu. Çünkü onun zamanı pek kısa, gideceği yolsa uzak, çok uzaktı! Bunun üzerine Don Juan, tanrısal düzene, görülmemiş bir inatla, kafa tutmaya başladı. Cehennem güçlerinin gittikçe artan baskısına karşın çaresiz bir durumda güreşiyor, kıvranıyor ve her davranışında tam bir yüce anlatımı asla yitirmeksizin en sonunda yere yıkılıyor. Burada kimin yüreği ve tüm organları aynı zamanda hem haz, hem de dehşet içinde titremezdi? Bu öyle bir duyguydu ki, bunu insan ancak engellenemez bir doğa gücünün heybetli görünümünü, ya da devasa bir geminin yanışını seyrederken duyabilir. Biz istemeye istemeye neredeyse büyüklük budalasının yanını tutuyor, onun kendi kendini yok edişini izlerken çektiği acıyı, diş gıcırdatarak paylaşıyoruz.
Besteci amacına ulaşmıştı. Kimse genel sessizliği bozmaya cesaret edemedi ve herkes bir süre öyle kaldı.
Sonunda Kontes, derinden derine bir soluk daha aldıktan sonra: "Rica ederim" diye söze başladı, "rica ederim, o gece kalemi elinizden ne durumda bıraktığınızı kavrayabilmemize yardım edecek bir bilgi verin!"
Mozart, sanki tatlı bir düşten uyanmış gibi, hoş bir biçimde ona baktı, biraz düşündükten sonra yarı Kontes'e, yarı karısına yönelerek konuştu: "Evet, evet! sonunda başım adamakıllı dönüyordu. Ben bu umut kırıcı Dibattimentoyu (77) ruhların korosuna kadar, açık pencere önünde, sürekli bir ateş içinde yazıp bitirmiştim. Kısa bir duraklamadan sonra sandalyemdem ayağa kalktım, niyetim odana gelmek ve seninle, heyecanım yatışıncaya dek, biraz gevezelik etmekti. Fakat o sırada aklımı çelen bir düşünce beni odanın ortasında durdurdu". (Bu noktada iki saniye kadar yere baktı, sesinin bundan sonraki tonunda pek az duyumsanabilecek bir heyecan belirtisi var gibiydi); kendi kendime dedim ki: "eğer sen daha bu gece ölüp gidiversen ve Partirurunu (78) bu noktada bırakmak zorunda kalmış olsan; acaba mezarında rahat edebilir misin?" Gözlerim elimdeki mumun fitiline ve eriyip akan yağın yaptığı kümelere takıldı. Bu düşünceler karşısında içimde bir sızının bir an için tüm vücudumu dolaştığını duyumsadım. Sonra, yine düşünmeye başladım: "ölümümden kısa ya da uzun bir süre sonra bir başkası, belki de Latinlerden biri, operayı bitirmekle görevlendirilebilir. Bu adam önsözden on yedinci numaraya dek, ancak biri dışında, her şeyi hazır bulacak. Hepsi hep tertemiz ve yan yana duran, hepsi sağlam ve olgun olan meyveleri, uzamış bir çimen içine serpiştirilmiş ve kolay toplanabilir bir durumda hazır bulacak. Fakat o burada son sahnenin ortasında biraz ürkecek ve bunun üzerine hiç ummadığı halde asıl işe yarayacak kaya parçasını şimdilik bir yana bırakılmış bulunca, buna içinden herhalde biraz da gülecek! Belki de benim onurumla oynamak hevesine bile kapılacak, ama bu yüzden belasını da bulacak. Çünkü böyle bir durumda nasıl olsa, benim damgamı tanıyacak ve benim olanı namusluca savunmasını bilecek birçok iyi dost ortaya çıkacaktır. - Bundan sonra gittim, gözlerimi göğe kaldırarak tanrıya teşekkür ettim. Sonra sevgili karıcığım, sana da teşekkür ettim. Senin bu kadar uzun bir süre derin derin uyuman ve beni bir kerecik olsun çağırmaman için her iki eliyle alnının üzerine bastırmış olan meleğe de teşekkür ettim. Arkasından odana geldiğim ve bana saatin kaç olduğunu sorduğunda, seni o anda, yaşından birkaç saat eksilterek düpedüz aldattım. Çünkü saat bir hayli geçmiş, dörde yaklaşmıştı. Şimdi artık beni neden saat altıda kuş tüyleri arasından bir türlü ayıramadığını ve bu yüzden arabacıyı evine geri gönderip ertesi gün çağırmak zorunda kaldığını anladın mı?"
Bayan Konstanze: "Kuşkusuz" dedi, "yalnız, kurnaz adam, bizim de işi çakmayacak kadar budala olduğumuzu sakın sanma! Gerçekten, bu güzel hamleni benden, özellikle bu nedenden ötürü, hiç de gizlemek zorunda değildin."
"Aslında neden de bu değildi".
"Onu da biliyorum - Sen bu hazineciğinin şimdilik duyurulmasını istemiyordun". İyi yürekli ev sahibi! "Şükür ki" diye bağırdı, "biz yarın bir Viyanalı arabacının soylu kalbini kırmak zorunda olmayacağız, nasıl olsa bay Mozart uyanamayacak. Arabacıya: Hans, atları çöz, geriye götür buyruğu her zaman acı gelir".
Bu, dolaylı olarak belirtilen ve öbürlerinin de candan katıldıkları, daha çok kalma dileği, yolcuların çok yerinde bazı karşı nedenler ileri sürmelerine yol açtı. Bununla birlikte, çok erken yola çıkılmaması ve birlikte güle oynaya kahvaltı yapılması üzerinde kolayca anlaşmaya varıldı. Daha bir süre, öbek öbek ayakta durularak gevezelik edildi. Mozart birini arıyordu, görünüşe bakılırsa aradığı gelindi. Fakat o, tam o sırada orada bulunmadığı için, Mozart da ona hazırladığı soruyu, safça hemen yanı başında duran Franziska'ya yöneltti: "Bütün olarak bizim Don Juan hakkında ne düşünüyorsunuz? Ona ne gibi bir iyi yorumda bulunabilirsiniz?"
Kız gülerek: "Yeğenim adına elimden geldiği kadar iyi yanıt vermek isterim. Benim kendime göre olan sıradan anlayışımsa şu; eğer Don Juan bütün dünyanın başını döndürmezse, aziz Tanrı da müzik kutusunu güzelce kapar - bunu belirsiz bir süre için yapar ve böylece insanlara anlatmak ister ki..." Burada amca sözü daha da düzeltmek için araya karıştı: "Ve böylece" dedi, "insanların eline gaydayı verir ve heriflerin yüreklerini odunlaştırır. Sonra artık varsınlar, Baal'e (79) tapıp dursunlar?"
Mozart gülerek: "Tanrı korusun" dedi, "Ya şu altmış yetmiş yıl içinde, ben çoktan gitmiş olduğumda, bazı yalancı peygamberler türerse!"
O sırada Eugenie, baronla ve Max'la birlikte oraya geldi. Konuşmalar, kimse farkında olmaksızın, yeniden canlanmıştı, bir kez daha ciddi ve önemli bir gidiş aldı. Öyle ki bestecimiz, herkes daha dağılmadan, kendi umutlarını okşayan birçok dikkate değer söz dinleyerek sevinç duydu. Ancak gece yarısından sonra dağıldılar. O zamana kadar kimse, ne kadar yorgun olduğunun farkına varmamıştı.
Ertesi gün (hava güzellikte, bir gün öncekinden aşağıya kalmıyordu), saat onda şirin bir yolculuk arabasının, Viyanalı konukların eşyaları içine yerleştirilmiş olduğu halde, şato avlusunda durduğu görüldü. Kont, atların ahırdan çıkarılmasından kısa bir süre önce Mozart'la birlikte arabanın yanına geldi ve ona arabayı nasıl bulduğunu sordu.
"Çok iyi, son derece rahat görünüyor".
"Peki, öyleyse, beni sevindirin ve onu benden bir anı olarak alıkoyun".
"Nasıl? Bu, ciddi mi?"
"Başka nasıl olabilir?"
"Hey kutsal Sixtus ve Calixtus (80) - Karısının öbür bayanlarla birlikte dışarıyı seyrettikleri pencereye doğru başını kaldırarak: "Konstanze, bana bak!" diye seslendi, "Bu araba benim oluyormuş! Sen de bundan sonra hep kendi arabana binecekmişsin!"
Mozart gülümsemekte olan bağışcıyı kucakladı, yeni malını seyretti, dört bir yanını dolaştı. Kapısını açıp içeriye girdi ve oradan bağırdı: "Bana Şövalye Gluck (81) kadar kibar ve onun kadar zenginmişim gibi geliyor. Viyana'da herkesin gözü faltaşı gibi açılacak." - Kontes "İnşallah", dedi "Prag dönüşünde arabanızı her yanı çelenklerle donanmış olarak görürüz!"
Sonunda, bu son neşeli sahnenin arkasından, bu çok övülen araba, dostlarıyla esenleşen Viyanalı çifti içine alarak, gerçekten hareket etti ve hızlı bir tırısla şoseye doğru yollandı. Kont arabanın Wittingau'ya kadar kendi atlarıyla gitmesini sağladı, oradan sonrası için posta beygirleri koşulacaktı.
Eğer iyi ve kusursuz insanlar, varlıklarıyla evimizi geçici olarak ruhlarının taze havasıyla şenlendirirler, varlığımıza yeni bir hareket ve heyecan vererek konukseverliğin mutluluğunu büyük ölçüde tatmamıza aracı olurlarsa, gidişleri de her zaman, geriye sıkıcı bir duraksama bırakır. Bu, hiç olmazsa o gün için bize yalnız kaldığımızı duyumsatır. Ama bu duraksama bizim şatoda olmadı. Gerçi, Franziska'nın annesi ve babasıyla yaşlı teyzesi hemen gitmişlerdi, ama o, güvey ve Max daha bir süre orada kalmışlardı. Geçirilen paha biçilmez saatleri herkesten daha derin bir biçimde duyduğu için bu öykümüzde hep ön planda söz konusu ettiğimiz Eugenie'ye gelince; insan onun hiçbir eksiklik duymamış, kendinden hiçbir şey vermemiş ve üzülmemiş olması gerektiğini sanır. Çünkü Eugenie'ye gerçekten sevdiği kocasından gelen ve şimdi de artık resmen tanınmış olan saf mutluluk duygusunun ona başka her şeyi unutturması gerekirdi, hiç olmazsa yüreğini harekete geçirebilecek olan en soylu ve en güzel şeylerin ister istemez duyduğu derin mutlulukla tek bir varlık olarak kaynaması doğaldı. Aslında bu, böyle de olacaktı; eğer Eugenie dün ve bugün yalnızca Mozart'ın varlığını ve şimdi de anısının saf zevkini tatmakla kalsaydı, bundan başka zaten ne olabilirdi? Ama ne var ki, daha o akşam, karısının onun hakkında anlattıklarını dinlerken bile, sevimli varlığını belleğinde zevkle canlandırdığı bu adam için kalbini gizli bir korku sarmıştı. Bu uğursuz önduygu onda, Mozart'ın piyano çaldığı sürece, tüm o anlatılamaz tatlı heyecan içinde ve müziğinin bütün o büyü dolu ürpertisi arasında, bilinçaltında hep sürdü durdu. En sonunda Mozart'ın bir nedenle de kendinden aynı yönde söz etmiş olması kızcağızı adam akıllı şaşırttı ve sarstı. Bu adam nefsini, hızla ve durup dinlenmeksizin, kendi öz ateşi içinde yiyip bitirecek; varlığı, içinden fışkıran taşkın sele gerçekten dayanamayacak ve bunun için de bu yeryüzünde ancak uçucu bir görünüşten ileri gidemeyecekti. Eugenie'nin artık bundan kuşkusu kalmamıştı.
O akşam yatağa yattıktan sonra, Don Juan müziği kafasında karma karışık bir biçimde yankılanıp dururken bu düşünce de, birçok başka düşünce arasında, yüreciğini sürekli baskı altında tutmuştu. Ancak sabaha doğruydu ki yorgunluktan uykuya dalabildi.
Üç hanım şimdi, işlerini yanlarına almış, bahçede oturuyorlar, erkekler de onlarla sohbet ediyorlardı. Söz, çok doğal olarak, ilk önce yalnızca Mozart üzerinde döndü. Bu sırada Eugenie de korktuklarını saklamadı. Baron ona tümüyle hak verirken öbürleri aynı kaygıyı birazcık bile olsun paylaşmadılar. İnsan iyi bir zamanda ve insanlık bakımından tümüyle saf ve mutlu duygular içindeyken kendisiyle doğrudan doğruya bir bağlantısı olmayan her türlü sıkıcı düşünceyi bütün gücüyle çürütmek ister. Özellikle amca en akla yakın, en sevindirici karşı kanıtlar öne sürdü; Eugenie bunları o kadar büyük bir zevkle dinledi ki en sonunda fazla kötümserlik ettiğine neredeyse gerçekten inanacağı geldi.
Birkaç dakika sonra Eugenie, biraz önce silip süpürülmüş ve yeniden düzene konmuş olan büyük odadan geçerken, yeşil mostralı perdelerin içeriye sızmasına izin verdiği çok hafif bir akşam ışığında, üzgün üzgün piyanonun önünde durdu. Birkaç saat önce burada kimin oturmuş olduğunu ancak bir düşmüş gibi düşünebiliyordu. Onun en son dokunduğu tuşlara düşünceli bir halde uzun uzun baktı; sonra piyanonun ön kapağını indirerek, başka bir elin pek yakında açmasını kıskanırcasına önlemek için anahtarı çekti aldı. Oradan uzaklaşırken bir iki şarkı defterini rasgele yerlerine koydu; o sırada eski bir yaprak yere düşmüştü. Bu, bir Bohemya halk türküsünün kopyasıydı. Bu türküyü eskiden hem Franziska, hem de kendisi birkaç kez söylemişlerdi. İstemeden üzerine bastığı yaprağı eğilip yerden kaldırdı. İnsanın bulunduğu böyle bir ruh durumu içinde en doğal bir olay hemen kolayca bir keramet işareti oluverir. Bunun ne anlama gelebileceğini anlamak istedi. Türkünün sözleri onu öylesine etkiledi ki bu yalın dizeleri bir kez daha okurken gözlerinden sıcak yaşlar boşandı.
Ein Taennlein grünet wo,
Wer weiss im Walde;
Ein Rosenstrauch, wer sagt,
İn welchem Garten?
Sie sind erlesen schon,
Denk'es, o Seele!
Auf einem Grab zu wurzeln
Und zu wachsen.
Zwei schwarze Rösslein welden
Auf der Wiese,
Sie kehren beim zur Stadt
İn munteren Sprüngen.
Sie werden schrittweis geben
Mit deiner Leiche,
Vielleicht, vielleicht noch eh'
An ihren Hufen
Dass Eisen los wird,
Das ich blitzen sebe.
Türkçesi:
Küçük bir çam yeşerir,
Ormanda, kimbilir nerde?
Bir gül fidanı da, kim söyleyebilir,
Hangi bahçede?
Ey ruh! Düşün ki
Onlar çoktan seçilmiş,
Kök salmak ve büyümek için
Bir mezarın üstünde.
İki kara tay
Otluyor çayırda.
Kente, evlerine dönüyorlar,
Sıçraya oynaya.
Uygun adım yürüyecekler
Cenazenle,
Belki, belki daha da önce,
Ayaklarından
Kıvılcım saçan nallar
Düşmeden önce.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
- Büleklär
- Mozart - Prag Yolunda - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4246Unikal süzlärneñ gomumi sanı 239029.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Mozart - Prag Yolunda - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4268Unikal süzlärneñ gomumi sanı 233633.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Mozart - Prag Yolunda - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4392Unikal süzlärneñ gomumi sanı 234830.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Mozart - Prag Yolunda - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4435Unikal süzlärneñ gomumi sanı 233033.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Mozart - Prag Yolunda - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2427Unikal süzlärneñ gomumi sanı 143738.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.