Küçük Ağa - 37
Süzlärneñ gomumi sanı 2852
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1527
36.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
49.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Yüzbaşının ölçülü, azimkar ve çabuk karar veren, sorumluluk düşüncesini bir an bile bırakmayan mizacı bu
tortuyu silip attı. Hayatta en önem verdiği disiplin ise, Etem beyin çevresinden çıkınca, burada el e tutulur bir
hal alıyordu. Buna da ayrıca sevindi. Yüzbaşıyla vedalaşıp kendisine gösterilen odaya girdiği zaman artık iyice
rahatlamıştı. Son cümleleri kafasının içinde evirip çeviriyor, bunu da zevkle yapıyordu; Yüzbaşı:
«— Çok büyük, çok hayırlı bir iş bscerdiniz. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sizi bizzat taltif edecekler. Bu
gece dinlenin, yarın sizi Ankara'ya yollarız.»
Küçük Ağa buz gibi odada, çifte yorganın altında yatağını nefesiyle ısıtmaya çalışırken tekrarlamaktan da
kendini alamıyordu:
«— Acaba istanbul u Hoca'yı keşfetti mi?» İstanbul u Hoca keşfedilmemeli, üzerine vur emri çıkan bu adam
Allah'ın mağfiretine bırakılmalı idi. Fakat Küçük Ağa'nın kendisi İstanbul u Hoca'yı. Mazisini unutamıyordu,
unutamayacaktı da. Emine nasıl unutulur, Mehmet nasıl unutulurdu?
Peki, Salih nerelerde idi? Acaba Salih'in basma da Akşehir'e yolladığı ilk haberci gibi, kötü biz'şeyler mi
gelmişti? Salih'i bir daha göremeyecek miydi? Fakat Küçük Ağa bu üzüntü dolu merakın sırf evinden
beklediği haberlerle ilgili olmadığını kendi kendine kabul ettirmeye de çalışıyordu. Salih'i sevmiş benimsemiş,
yeni ve memnun olduğu kaderinin yapıcısı diye kabul etmişti. O kış gününü, o Ketenlik yaylasındaki sahneyi,
o Salih'in tabancasını uzatışını ömrü oldukça hatırlayacak, hem de minnetle, heyecana varan bir sevgiyle
hatırlayacaktı.
Nitekim uykuya dalarken yaptığı duasında Salih vardı. Salih'ten bir an önce haber almak için yalvarış vardı.
Ama bu nasıl olacaktı? İşte bunu bir türlü bilemiyordu. Meselâ kalkıp da düpedüz soruvereydi, Yüzbaşıya
sanki Küçük Ağa'nın İstanbullu Hoca olduğu anlaşılacakmış, an-iaşıhrmış gibi geliyordu ona.
Fakat Küçük Ağa sabah kalkıp da buz gibi su ile apdestini alırken bu endişesinin ne kadar yersiz olduğunu
artık kabul etmiş bulunuyordu. Yüzbaşıya Salih'i soracaktı. Ve artık her karşılaştığına da soracaktı. Ve sordu:
— Yüzbaşım, bizim Salih adında bir arkadaşımız vardı, sağ kolu sakat, yüzü yaralı bir yiğitti. Buraya
kendisiyle haber yol amıştık. O gün, bugün ses çıkmadı. Acaba bilir misiniz nerelerdedir?
Yüzbaşı Nazım ilk defa olarak, fakat gene de kısa bir an için Küçük Ağa'ya baktı ve donuk bir sesle cevap
verdi:
— Salih'i tanırım. Ama Akşehir'den. Burada hiç rastlamadım. Belki benden evvel geldi. Zira ben ancak bir
aydır buradayım. Daha önce Yüzbaşı Hamdi beyle Doktor Haydar bey bulunuyordu. Alayunt'ta. Hem onlar
daha yakından tanırlar Salih'i. Bilhassa Doktor; hem hemşehrisi, hem de cenup cephesinde beraber
bulunmuşlar. Doktoru Ankara'da göreceksiniz sanırım; beş on gün daha orada kalacak. Hemen şimdi haber
veririm hareketinizi, o da sizi arar. Küçük Ağa adı yabancısı değildir, hep överlerdi sizi.
Küçük Ağa kendini tutamadi ve :
— Ne siz zahmet edin, ne de Doktor bey rahatsız olsun., mühim değil., bizim Çolak nasıl olsa bir taşın
altından çıkar, dedi.
Doktor'un kendisini tanıyacağından emindi. Nitekim yanılmadığı da ortaya çıktı:
Yüzbaşı Nazım bey Küçük Ağa'nın Ankara'ya hareketini bildirmiş, bu arada Doktor, Yüzbaşı Haydar bey için
de bir not vermişti. Böylece de Küçük Ağa1 yi yerleştirildiği medresede ilk ziyaret eden Doktor Yüzbaşı
Haydar bey oldu. Doktor hücrenin eşiğine geldiği zaman Küçük Ağa şiltesini seriyordu. Aradan daha bir saat
bile geçmediği halde titiz temizliği ve derli topluluğu kendisini belli etmeye başlamıştı. Donuk kış güneşinin
düşürdüğü gölgeyi farkedince kapıya döndü ve gülümseyerek:
— Buyurun efendim, beni mi emrettiniz? dedi. Aynı anda da gülümseyişi donakaldı. Gönülsüzlerin Haydar
beyi tanımıştı.
Ustaca bir hareketle, yol gösterir gibi yaparak loş bir köşeye çekildi:
— Buyurun, bendeniz Küçük Ağa... Tekrarladı:
— Beni mi emrettiniz?
Doktor konuşmak için güçlük çeker gibiydi. İçeri girdi, Küçük Ağa'ya bakmıyor, eşya ile ilgileniyordu. Nihayet
kendisini tanıttı ve:
— Alayunt'tan Yüzbaşı Nazım bey bildirdi teşrifinizi. Galiba sormak istediğiniz bazı şeyler varmış.
— Ha, evet., bir arkadaşımızı merak ediyordum., yiğit, vefakâr ve mühim işler becermiş biriydi., çoktandır
haber alamadık kendisinden. Salih'ti adı. Çolak Salih derlerdi. Buyurun oturun şöyle., henüz
yerleşemedim, kusura bakmayın.
Doktor gösterilen peykeye otururken:
— Çok iyi tanırım Salih'i, dedi. Biz de çok severiz kendisini. Son olarak Alayunt'a yol adığınız kıymetli bilgilen
getirdiği zaman görmüştüm. Üç beş gün için Akşehir'e gidip sıla yapacak, sonra da tekrar sizin yanınıza
dönecekti.
Sustu ve tabakasını çıkardı:
— îzin verir misiniz içeyim?
— Hay hay, elbette.
— Siz?
— içmiyorum efendim.
— Demek dönmedi yanınıza?
— Hayır efendim. Şimdi daha çok merak edeceğim. Zira katiyen başıboş biri değildi.
— Evet., ama bir nokta var. Pontus'a karşı dövüşeceğim diye tutturmuştu. Belki de...
Küçük Ağa bu yorumu kabul etmedi:
— Bilirim. Lâkin bana uğramadan düşmezdi bu işin peşine., eminim.
Doktor birdenbire başını kaldırdı ve sesine özel bir anlam vermeden soruverdi:
— özel bir haber mi bekliyordunuz Salih'ten?
Küçük Ağa sarsıldı:
— Ne gibi efendim?
Doktor yeniden başını eğip eski donukluğunu almıştı. Belirdiği an sönen bir gülümseyişle:
— Müphem mi buldunuz sualimi? Küçük Ağa anlamıştı. Tanıdı diye düşündü.
Belki de hep tanıyor, İstanbullu Hoca olduğunu çoktan beri biliyordu. Kıpkırmızı olmuştu. Doktor yumuşak ve
dost bir sesle fısıldadı:
— Mühim değil.
— Anlamadım efendim?
— Lâf olsun diye sormuştum. Bir an için Akşehir'den öğrenmek istedikleriniz bulunabilir gibi bir zanna
kapıldım. Zan tabii. Ben bilhassa merak ediyorum da. Akşehirliyim ben.
Küçük Aga kendini zorluyordu. Bir karar vermiş gibi başladı:
— Doktor bey... Fakat devam edemedi.
Doktor cesaret verdi:
— Evet?..
Küçük Ağa birdenbire kendini buldu. Açık bir gülümseyiş güneş ve ayazdan yanmış güzel yüzünü kapladı.-
— Akşehir'i merak etmek fena bir şey midir?
— Neden fena olsun?
— Fena bir şeyler düşündürebilir mi bazı kimselere?
Sustular. Küçük Ağa ısrar etti:
— Benim için çok mühimdir bu. Lütfen cevap veriniz Doktor bey.
Doktor sigarasından son nefesleri çekmek için oyalandı, sonra:
— Bir kere, Küçük Ağa, dedi. Böyle bir şey olsa olsa yalnız benim için bahis mevzuudur. Bunun için
cemîlendirmenizin sebebini anlayamadım.
Küçük Ağa'nm başı önüne düştü. Doktor pek güzel bir şekilde: "İstanbul'lu Hoca'yı benden başka tanıyan
yok" demek istemişti.
— Sonra, diye devana etti doktor; ben de böyle bir merakın neden fena bir şey olabileceğini bilemiyorum. Bir
nokta daha var: Salih verdiğimiz bir emre rağmen Akşehir'e gitmekte direnince kendisiyle konuştum ve
aklıma takılan bir ihtimal üzerinde bilgi istedim. Ne yaptı bilir misiniz? Bana ve bütün büyüklerine karşı daima
terbiyeli, edepli ve muti davranan Salih, kalktı, "Söylenecek şeyleri söylemediğim oldu mu? Bu işte
üstüme varma, söyleyecek hiçbir şeyim yok" dedi çıktı... Hem de çatık kaşla...
Sustu. Küçük Ağa da o yeni bir sigara ya-ken ani bir cesaretle üstüne üstüne vardı:
— Ne idi bu iş?
Doktor umursamazmış gibi cevap verdi:
— Biz geçen kışın sonlarında Akşehir'de ufak Bir tevkif için emir almıştık. Adamı bulamadık kaçmış. O
günler için...
Bir nefes çektikten sonra sesine hususî bir tarar mânası vererek devam etti:
— Bilhassa adamın o günlerdeki tavrı, hare-l tti cihetinden pek mühim bir işti bu. Kaçırdığımız için pek
üzgündük. Salih bize, izin verin, ban bulurum onu, dedi. Razı olduk. O da bir ar-kudaşıyla birlikte aldı başını
gitti. Gidiş o gidiş. Kendisini ancak sizden haber getirdiği zaman Kördük. Sevindik. Konuşma sırasında o
hadise hukkında bir şeyler sorduk: "ne yaptınız, neler geçti başınızdan?" dedik. Bu sual erimiz karşısında
da tıpkı Akşehir yolculuğu için yaptığı gibi, adeta, haşin davrandı. Yüzbaşı Hamdi beye de, bana da epey
tuhaf geldi bu, ama üzerinde durmadık, unuttuk gittik.
Bir iki dakika kadar süren bir sessizlik oldu Küçük Ağa kımıldamadan pabuçlarının burnuna bakıyor ve
Doktorun ısrarla kendisini incelediğini seziyordu. Doktor gerçekten de Küçük Aga'ya dikmişti gözlerini. Ama
bu bakışlarda MVgi, saygı, hatta hayranlık vardı.
Nihayet içinde bu duyguların gülümsediği im sesle:
— Küçük Ağa... Küçük Ağa, daima Küçük . Herkes Küçük Ağa diyordu son zamanında. Tabii ben de Küçük
Ağa deyip duruyor ve herkes gibi ben de Küçük Ağa'yı merak ediyordum. Gördüm işte... Ve çok sevdim...
Herkesten çok daha büyük olacak benim sevincim.
Küçük Ağa başını kaldırdı ve soran gözlerle baktı. Doktor çevik bir davranışla ayağa kalkmıştı. Gidecekti artık.
Onun hâlâ soran gözlerine dost gözlerle bakarak:
— Çünkü, dedi. Küçük Ağa'nın siz oluşu... yani... nasıl söylemeli?.. Anlıyor musunuz veya anlatabiliyor
muyum bilmem... Sizin gibi genç, güçlü, kuvvetli... ve bilhassa bilgili, akıllı biri oluşu... Kısacası işte siz
oluşunuz benim için hususi bir kıymet ve ehemmiyet taşıyor.
Bir müddet gözgöze kaldılar. Sonra doktor alçak bir sesle:
— Tabii, dedi, bu pek hususî telâkki yalnız beni ilgilendirir ve elbette yalnız bende kalacak. Bunu en yakın
ahbabım Yüzbaşı Hamdi beye bile anlatabileceğimi zannetmiyorum. İnşal ah bundan böyle hepimiz yeni bir
dostluk kazanmış oluruz. Müsaadenizi rica edeceğim. Salih'i arattırırız. Ayrıca sizi bazı eşhasla tanıştırmak
isterim. Meselâ Mehmet Akif ve Hasan Basri beylerle... Onlar da burada kalıyorlar. Birbirinizden pek
hoşlanacağınızı sanırım. Allahaısmarladık efendim. Ziyaretinize yine geleceğim. Ben İstasyon'da kalıyorum,
gerekirse oradan ararsınız.
Küçük Ağa Doktor'u, bir tek kelime söylemeden dış kapıya kadar uğurladı ve ancak ayrılacakları sırada:
— Size müteşekkirim, dedi.
— Estağfurul ah.
Küçük Ağa mahzun bir gülümseyişle ısrar etti:
— Hatta minnettarım.
Hüznü Doktor'a da geçmişti. Doktor, Küçük Ağa'nın İstanbullu Hoca olduğunu öğrendikten, daha doğrusu
Salih'in sebep olduğu şüphenin doğruluğunu anladıktan sonra ister istemez, bu dramatik havaya kayıyordu.
Onun ruh yapısı maceranın insan yönüne, erkeksiz kalan ev'e, körpe zevceye ve baba yüzü görmeyen
çocuğa kayıtsız kalamaz. Küçük Ağa'nın yakıcı özleyişine yakınlık duymadan yapamazdı.
Küçük Ağa, kendisine teşekkürden, minnetten bahsetmişti. Peki kendisi Küçük Ağa'ya neler söylemek, onun
için neler duymak zorundaydı? Doktor İstasyon'a doğru yürürken, asıl borçlu kim diye düşünüyordu. Küçük
Ağa'yi herkes övmüştü, herkes övüyordu... öveceklerdi de. Fakat bunu tam hakkı ile yapacak bir tek insan
daha var mıydı kendisinden başka?
«— Bir de Salih» diye mırıldandı.
Küçük Ağa'nın, keşfettiği hakikat için neler bıraktığını bilen bir de Salih vardı, o kadar.
Doktor düşünüyordu ki, istanbullu Hoca, isteseydi, Küçük Ağa olacak yerde, pekâlâ İstanbul'a geçebilir, bunu
da kolaylıkla yapabilirdi. O zaman ölüm tehlikeleri, yokluklar ve sefalet yerine, asıl asıl bütün bunlardan beter
olan büyük hasretler yerine rahat ve varlıklı bir hayat sürebilirdi. Zira karısı ile çocuğunu İstanbul'a, yanına
aldırması mesele olmayacaktı.
Fakat İstanbul u Hoca bu yolu tutmamış, nefsini değil vatanını düşünmüştü. Buna, en parlak ve.en değerli
ifadesi ile "nefsini feda etmişti" demek gerekirdi.
Ve Doktor, Taşhan'ın önünden geçerken, düşünüyordu ki, bugün, Ankara denen bu ölü şehire ayrı hatta
destani bir hava veren binlerce insanın, politikacısı dahil, askeri dahil, ne idiği ve ne istedikleri bilinmeyenleri
dahil, kaç tanesi İstanbul'lu Hoca'nın Küçük Ağa olmak için göze aldığı tehlikeleri, feragati ve didişmeyi göze
almıştı veya alabilirdi?
Halbuki bu maceranın çok daha güzel, gönül bağlayıcı bir yönü daha vardı. Küçük Ağa hayatı çapındaki bu
karardan hiç bir şey beklemiyordu, bekleyemezdi. O erdiği hidayetin, vardığı inancın, yarattığı yeni bir imanın
peşine düşmüş, en asil manasıyla, gönüllü bir er kişiydi. Yola çırılçıplak bir canıyla çıkmıştı, yolun sonuna da
çırılçıplak bir canı ile varacaktı. Umduğu en büyük şeref, en parlak kazanç gazilikti, şehadetti. Doktor:
«— Eli öpülür bu adamın» diye mırıldandı. İstanbul u Hoca'nın sırrını elbette kalbine gömecekti. Artık
İstanbullu Hoca onun için de yoktu, onun için de rahmetle anılacak bir ölü idi. Salih'in sır saklayışını yalnız
güzel bulmakla kalmıyor, saygı ile düşünüyordu... Ve Küçük Ağa için Salih'i bulmak başta, elinden gelen
herşeyi yapacaktı.
IV
Medresedeki Okyanus
Küçük Ağa hücresine iyice yerleşmiş, son temizliğini de yapmıştı. Hacı Bayram Camiindeki ikindi namazından
çıkarken yanına orta boylu, fakat yere çaksan girecek cinsinden, otuz yaşlarında, gür kaşlı ve gür bıyıklı biri
geldi:
— Yeni teşrif buyurdunuz sanırım?
— Estağfurul ah... Bugün geldim.
— Oda komşusuyuz. Benim adım Sait...
— Şerefyâb oldum efendim. Bendeniz ... Sait bey, gülerek tamamladı:
— Küçük Ağa... Namınız semtimize çok daha evvelleri geldi. Ama mirim, müsade buyurulursa bir noktayı arz
edeceğim...
— İstirham ederim efendim...
— Biz sizi -güldü- kıyafetiniz için yanılmamışız... Fakat... Evet, sizi böyle bir kıyafete uygun bir zat
zannederdik. Halbuki mirim siz daha ziyade bir mollaya benzersiniz.
O kadar candan, o kadar tatlı bir gülüşü vardı ki, Küçük Ağa da neşelendi:
— İltifat buyuruyorsunuz, dedi.
Kendisini kırk yıllık bir ahbabın yanında sanıyordu artık. Yanılmamıştı da. Sait bey:
— Estağfurul ah, estağfurul ah, dedikten sonra ilâve etti, bilmem Mehmet Akif ismini işitmişliğiniz var mıdır?
— Elbette, elbette, o nefis, o harikulade Bülbül manzumesini., af buyurun; ona neşide denip., ibda eden
edibi tanımaz olur muyum? Tanıma-saydım utanırdım efendim.
— Hay bin yaşayasın mirim... Böyle olduğunu bütün kalbimle tahmin etmiştim. Üstadın kendisi de bizim
medresemizde kalmaktadır. Bu akşam lokmayı beraber yeriz, tanışmış olursunuz. Kabul mü mirim?
Küçük Ağa heyecanlanmıştı, bir çocuk samimiyeti ile atıldı:
— Ne şeref, ne şeref...
Sait bey güldü ve "Neredeyse el çırpacak" diye düşündü. İçinde aylardır yaşadığı savaşçı ve politikacılarda
sevincin bu kadar canlısına bir kere olsun rastlamamıştı. Artık bu adamla her-şeyi rahatçı konuşabilirdi.
Şadırvanı kıvrılıp medreseye doğru yürüyorlardı. Durdu. Küçük Ağa da ona uyup durunca, tam karşısına
alarak:
— Dinle mirim, dedi, üstadı görmek istediğinizi, görünce de sevineceğinizi pek güzel anladım. Siz de biliniz
ki, sizi görmek isteyenler ve sizinle tanışınca pek sevinecek olanlar da az değildir. Küçük Ağa'nm Ankara'da
nasıl bir kıymet ifade ettiğini bilmez gibisiniz...
Küçük Ağa'nm yüzü kızarıverdi:
— Aman efendim...
— Yok yok... Bunu böylece bilesiniz. Zaten çok geçmeyecek bizzat göreceksiniz. Sizinle bizzat Mustafa
Kemal Paşa Hazretleri dahi alâkalan-ıılaktadırlar. Zannım odur ki, yarın veya en geç öbür gün sizi kabul
buyuracaklardır.
Sait bey Küçük Ağa'nın biraz önceki o çocuksu heyecan ve sevincini kaybedip donuklaşlıgını gördü. Bunun
neden ileri geldiğini de anlayamadı ve tam karakterine uygun bir şekilde açıkça sordu:
— Ne o mirim; pek hoşlanmamışa benzersiniz?
Küçük Ağa onun kadar samimi olamadı:
— Ne münasebet efendim? Bilâkis...
Sait bey yeniden yürümeye başlayınca da yaptığından utandı:
— Veya... bilir misiniz, sıkılıyorum beyefendi. Belki kendimi iltifata lâyık görmüyor, belki de usul ve erkândan
çekiniyorum... Çekiniyorum işte. Bilmem arzedebildim mi?
Sait beyin güceneceğini şimdi anlamıştı. Hak da verdi ve gönlünü almaya çalıştı:
— Emin olunuz mesele bundan ibaret. Siz sorar sormaz söylemeliydim bunu. Lâkin beni nobran bulmanızdan
korktum. Bilirsiniz, insan dağda bayırda yaşayınca değişiyor. Daha önceleri de öyle cemiyete karışmışlığımız
yoktu.
Medresenin avlusuna girmişlerdi. Sait bey açık neşesini bulmuştu.
— Anlıyorum, dedi. Fakat ortada bir hakikat var. Siz seviliyor, meth ediliyorsunuz. Bir de sizi tanıdılar mı
kıymetiniz bir kat daha artacak evleviyetle. Mürekkep yalamışların bile mumla arandığı bir muhitte sizin gibi
tahsil i, terbiyeli, akıllı...
Küçük Ağa dostça bir gülüşle kesti:
— Bütün bunları da nereden çıkarıyorsunuz kuzum Allahaşkına?
— Nereden mi? Nereden mi? Ne zannettiniz beni a mirim? Bırakınız da bir parça övüneyim. Biz adamı
selikasından, şivesinden tanırız a iki gözüm efendim.
— Bendeniz işte burada ikamet eylemedeyim. Şerikim de benim gibi izmir'den İzzet beydir. Üstadımız ise şu
köşedeki odada Hasan Basri beyle beraber kalırlar. Akşama size uğrarım. Yalnız mirim lil âh aşkına
çekingenliği bırakıp söyleyiniz. Herhangi bir noksanınız var mıdır?
Küçük Ağa anık tamamen samimiydi. Hiç çekinmeden nüktesini yaptı:
— Sağ olunuz. Şahsımdaki noksanlardan başkaca noksanım kalmadı; lâmbamın gazı bile dolduruldu!
Güldüler ve vedalaştılar. Sait bey, öbür arkadaşları kendisine.-
— Küçük Ağa nasıl biri, diye sordukları zaman, tereddüt etmeden şu cevabı verdi:
— Cin gibi biri. Zeki, nüktedan, sanırım ki çok da bilgili. Fakat mirim, bana sorarsanız en güzel tarafı da
ahlâkı. Mert, yiğit, mahviyetkâr ve hürmetkar.
Sait beyin adam tanımadaki ustalığını bildikleri için ötekiler böylece hazırlanan hava içinde, beraberce yenen
ilk -yemek ve nohutla bulgur pilâvından ibaret olan bu yemekten sonraki sohbet pek tatlı geçti.
Küçük Ağa hücresine çekildikten^ sonra yeni tanıştığı bu insanları geç vakte kadar düşündü, bazı cümlelerin
üzerinde uzun uzun durdu. Bütün bunlardan sonra vardığı neticeler şunlardı:
Bir kere Ankara umduğu ve sandığı gibi kuvvetli bir düzenin merkezi değildi, fakat umduğundan da
sandığından da çok daha büyük, çok lana önemli bir karakter kazanmaya istidatlı görünüyordu. Bunu sezmek
Küçük Ağa'nın başım döndürdü.
Bugünkü panoramaya bakınca birbiriyle güç bağdaşan, hatta bağdaşmaya şansı bulunmayan, zira kimi
tiksindirici, kimi ümit ve şevk kamçılayıcı, kimi insanı kara kara düşündüren, kimi de hayran eden detaylar
göze çarpıyordu. Üç saat kadar konuşmada, .bilhassa Mehmet Akif beyin anlattıklarında ve görüşlerini
belirten cümlelerinde bu durum açığa çıkmış gibiydi. Zaten bu üç saatlik sohbet de kâh heyecana varan bir
iyimserlik tonunda, kâh hüznü bir kader zannettiren kötümserlik havasında geçmiş övgülerin ardından
küfürler gelmiş, hayranlıkları lânetlemeler kovalamıştı ve alternatifin tersinden başladığı da olmuştu.
Olaylardan, insanlardan, plânlar ve ümitlerden bahsediliyor, bunlara eklenen hükümler ve telâkkiler
Ankara'nın realitesini Küçük Ağa için bir düşünce çabasıyla sezilebilir hale getiriyordu.
Ankara bugün için tasnifi yapılmamış bir kitap deposuna benzetilebilirdi, karmakarışık bir yığmak halindeydi.
İnsanlar, insanlar, insanlar vardı, bunlar da ani bir göçten sonra bir salona doldurulmuş kitapları
andırıyorlardı. Aralarında şaheserler bulunuyor, bilgi ve usûl verenleri, yardımcıları, fakat aynı zamanda da
pek beyhu-deleri, hatta pek zararlıları da bulunuyordu. En faydalısının belki de bir cildi bu köşede, öteki cildi
bambaşka bir köşedeydi, aralarında fasikül-leri bile oraya buraya sıkışmışları olabilirdi. Ve asıl önemlisi hiç biri
bulunması gereken yerde değildi, o onun, o da berikinin yerini almıştı, bu şunun yanında olacak iken, gidip
kendisiyle ilgisi ilişiği gösterilemeyecek birinin altına girmişti. Kısaca söylemek gerekirse bu durumuyla ona
bir değer biçmek güçten de fazla bir şeydi, insana imkânsız geliyordu.
Ama Küçük Ağa aynı sohbetten anlamıştı ki, bu karmakarışık şehirde, cephedekine eşit bir de tasnif,
düzenleme çabası vardı. Ve bu yine cephedekine eşit bir ölüm-kahm önemi taşıyordu. Kolayca söylenebilirdi.
Burada da -cephede olduğu gibi- Yunan vardı. İstanbul vardı. Kuvâyı Milliye vardı, ordu çekirdeği vardı.
Kuvâyı Seyyare ve çeteler vardı, hatta bütün grafiği ve bu grafiğin buhranları ile birlikte İstanbullu Hoca
vardı; hepsi de tasnifi kendine göre yapmak için didiniyor, sonucu kendi anlayışının yönüne çevirmek
istiyordu. Kısacası savaş burada da aynı hızı, aynı karakteri taşımakta idi.
Kitaplar kendi köşelerini bulabilecek, her köşe kendi içinde doğru sıralamayı bulabilecek miydi? Bu mümkün
müydü?
Küçük Ağa tam bir dua psikolojisi ile:
«— Bu olmalıdır» diye mırıldandı. Zira kurtuluş,, cepheden çok ve cepheden önce buna bağlı idi.
Küçük Ağa bunu derin bir endişe ile seziyordu.
Tarih bilgisi kuvvetli idi. Hâdiselerden hüküm çıkarabilecek bir kafası vardı. İçinde bulunduğu zamanın
şartlarına takılıp kalan, toplumun fevkalâde anlarını yalnız kendi sınırları içinde değerlendirmeye kalkışan
budalalardan değildi. Şimşek çaktı deyip geçmez, şu şu sebeplerden şimşek çaktı demeye çalışır ve aynı
sebepler biraraya gelince şimşeğin yeniden çakacağını düşünürdü. Yani toplumu ilgilendiren hadiselerde de
sebeplere inmeyi denerdi.
Bu yapısı içinde Küçük Ağa biliyordu ki büyük sarsıntı ve çalkantı devreleri vurguncuları çok şiddetle
ilgilendirmektedir. Vurgunla zengin olmak, emeksiz ve liyakatsiz mevki edinmek isteyenler böyle devrelerde
tortuyu silip attı. Hayatta en önem verdiği disiplin ise, Etem beyin çevresinden çıkınca, burada el e tutulur bir
hal alıyordu. Buna da ayrıca sevindi. Yüzbaşıyla vedalaşıp kendisine gösterilen odaya girdiği zaman artık iyice
rahatlamıştı. Son cümleleri kafasının içinde evirip çeviriyor, bunu da zevkle yapıyordu; Yüzbaşı:
«— Çok büyük, çok hayırlı bir iş bscerdiniz. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sizi bizzat taltif edecekler. Bu
gece dinlenin, yarın sizi Ankara'ya yollarız.»
Küçük Ağa buz gibi odada, çifte yorganın altında yatağını nefesiyle ısıtmaya çalışırken tekrarlamaktan da
kendini alamıyordu:
«— Acaba istanbul u Hoca'yı keşfetti mi?» İstanbul u Hoca keşfedilmemeli, üzerine vur emri çıkan bu adam
Allah'ın mağfiretine bırakılmalı idi. Fakat Küçük Ağa'nın kendisi İstanbul u Hoca'yı. Mazisini unutamıyordu,
unutamayacaktı da. Emine nasıl unutulur, Mehmet nasıl unutulurdu?
Peki, Salih nerelerde idi? Acaba Salih'in basma da Akşehir'e yolladığı ilk haberci gibi, kötü biz'şeyler mi
gelmişti? Salih'i bir daha göremeyecek miydi? Fakat Küçük Ağa bu üzüntü dolu merakın sırf evinden
beklediği haberlerle ilgili olmadığını kendi kendine kabul ettirmeye de çalışıyordu. Salih'i sevmiş benimsemiş,
yeni ve memnun olduğu kaderinin yapıcısı diye kabul etmişti. O kış gününü, o Ketenlik yaylasındaki sahneyi,
o Salih'in tabancasını uzatışını ömrü oldukça hatırlayacak, hem de minnetle, heyecana varan bir sevgiyle
hatırlayacaktı.
Nitekim uykuya dalarken yaptığı duasında Salih vardı. Salih'ten bir an önce haber almak için yalvarış vardı.
Ama bu nasıl olacaktı? İşte bunu bir türlü bilemiyordu. Meselâ kalkıp da düpedüz soruvereydi, Yüzbaşıya
sanki Küçük Ağa'nın İstanbullu Hoca olduğu anlaşılacakmış, an-iaşıhrmış gibi geliyordu ona.
Fakat Küçük Ağa sabah kalkıp da buz gibi su ile apdestini alırken bu endişesinin ne kadar yersiz olduğunu
artık kabul etmiş bulunuyordu. Yüzbaşıya Salih'i soracaktı. Ve artık her karşılaştığına da soracaktı. Ve sordu:
— Yüzbaşım, bizim Salih adında bir arkadaşımız vardı, sağ kolu sakat, yüzü yaralı bir yiğitti. Buraya
kendisiyle haber yol amıştık. O gün, bugün ses çıkmadı. Acaba bilir misiniz nerelerdedir?
Yüzbaşı Nazım ilk defa olarak, fakat gene de kısa bir an için Küçük Ağa'ya baktı ve donuk bir sesle cevap
verdi:
— Salih'i tanırım. Ama Akşehir'den. Burada hiç rastlamadım. Belki benden evvel geldi. Zira ben ancak bir
aydır buradayım. Daha önce Yüzbaşı Hamdi beyle Doktor Haydar bey bulunuyordu. Alayunt'ta. Hem onlar
daha yakından tanırlar Salih'i. Bilhassa Doktor; hem hemşehrisi, hem de cenup cephesinde beraber
bulunmuşlar. Doktoru Ankara'da göreceksiniz sanırım; beş on gün daha orada kalacak. Hemen şimdi haber
veririm hareketinizi, o da sizi arar. Küçük Ağa adı yabancısı değildir, hep överlerdi sizi.
Küçük Ağa kendini tutamadi ve :
— Ne siz zahmet edin, ne de Doktor bey rahatsız olsun., mühim değil., bizim Çolak nasıl olsa bir taşın
altından çıkar, dedi.
Doktor'un kendisini tanıyacağından emindi. Nitekim yanılmadığı da ortaya çıktı:
Yüzbaşı Nazım bey Küçük Ağa'nın Ankara'ya hareketini bildirmiş, bu arada Doktor, Yüzbaşı Haydar bey için
de bir not vermişti. Böylece de Küçük Ağa1 yi yerleştirildiği medresede ilk ziyaret eden Doktor Yüzbaşı
Haydar bey oldu. Doktor hücrenin eşiğine geldiği zaman Küçük Ağa şiltesini seriyordu. Aradan daha bir saat
bile geçmediği halde titiz temizliği ve derli topluluğu kendisini belli etmeye başlamıştı. Donuk kış güneşinin
düşürdüğü gölgeyi farkedince kapıya döndü ve gülümseyerek:
— Buyurun efendim, beni mi emrettiniz? dedi. Aynı anda da gülümseyişi donakaldı. Gönülsüzlerin Haydar
beyi tanımıştı.
Ustaca bir hareketle, yol gösterir gibi yaparak loş bir köşeye çekildi:
— Buyurun, bendeniz Küçük Ağa... Tekrarladı:
— Beni mi emrettiniz?
Doktor konuşmak için güçlük çeker gibiydi. İçeri girdi, Küçük Ağa'ya bakmıyor, eşya ile ilgileniyordu. Nihayet
kendisini tanıttı ve:
— Alayunt'tan Yüzbaşı Nazım bey bildirdi teşrifinizi. Galiba sormak istediğiniz bazı şeyler varmış.
— Ha, evet., bir arkadaşımızı merak ediyordum., yiğit, vefakâr ve mühim işler becermiş biriydi., çoktandır
haber alamadık kendisinden. Salih'ti adı. Çolak Salih derlerdi. Buyurun oturun şöyle., henüz
yerleşemedim, kusura bakmayın.
Doktor gösterilen peykeye otururken:
— Çok iyi tanırım Salih'i, dedi. Biz de çok severiz kendisini. Son olarak Alayunt'a yol adığınız kıymetli bilgilen
getirdiği zaman görmüştüm. Üç beş gün için Akşehir'e gidip sıla yapacak, sonra da tekrar sizin yanınıza
dönecekti.
Sustu ve tabakasını çıkardı:
— îzin verir misiniz içeyim?
— Hay hay, elbette.
— Siz?
— içmiyorum efendim.
— Demek dönmedi yanınıza?
— Hayır efendim. Şimdi daha çok merak edeceğim. Zira katiyen başıboş biri değildi.
— Evet., ama bir nokta var. Pontus'a karşı dövüşeceğim diye tutturmuştu. Belki de...
Küçük Ağa bu yorumu kabul etmedi:
— Bilirim. Lâkin bana uğramadan düşmezdi bu işin peşine., eminim.
Doktor birdenbire başını kaldırdı ve sesine özel bir anlam vermeden soruverdi:
— özel bir haber mi bekliyordunuz Salih'ten?
Küçük Ağa sarsıldı:
— Ne gibi efendim?
Doktor yeniden başını eğip eski donukluğunu almıştı. Belirdiği an sönen bir gülümseyişle:
— Müphem mi buldunuz sualimi? Küçük Ağa anlamıştı. Tanıdı diye düşündü.
Belki de hep tanıyor, İstanbullu Hoca olduğunu çoktan beri biliyordu. Kıpkırmızı olmuştu. Doktor yumuşak ve
dost bir sesle fısıldadı:
— Mühim değil.
— Anlamadım efendim?
— Lâf olsun diye sormuştum. Bir an için Akşehir'den öğrenmek istedikleriniz bulunabilir gibi bir zanna
kapıldım. Zan tabii. Ben bilhassa merak ediyorum da. Akşehirliyim ben.
Küçük Aga kendini zorluyordu. Bir karar vermiş gibi başladı:
— Doktor bey... Fakat devam edemedi.
Doktor cesaret verdi:
— Evet?..
Küçük Ağa birdenbire kendini buldu. Açık bir gülümseyiş güneş ve ayazdan yanmış güzel yüzünü kapladı.-
— Akşehir'i merak etmek fena bir şey midir?
— Neden fena olsun?
— Fena bir şeyler düşündürebilir mi bazı kimselere?
Sustular. Küçük Ağa ısrar etti:
— Benim için çok mühimdir bu. Lütfen cevap veriniz Doktor bey.
Doktor sigarasından son nefesleri çekmek için oyalandı, sonra:
— Bir kere, Küçük Ağa, dedi. Böyle bir şey olsa olsa yalnız benim için bahis mevzuudur. Bunun için
cemîlendirmenizin sebebini anlayamadım.
Küçük Ağa'nm başı önüne düştü. Doktor pek güzel bir şekilde: "İstanbul'lu Hoca'yı benden başka tanıyan
yok" demek istemişti.
— Sonra, diye devana etti doktor; ben de böyle bir merakın neden fena bir şey olabileceğini bilemiyorum. Bir
nokta daha var: Salih verdiğimiz bir emre rağmen Akşehir'e gitmekte direnince kendisiyle konuştum ve
aklıma takılan bir ihtimal üzerinde bilgi istedim. Ne yaptı bilir misiniz? Bana ve bütün büyüklerine karşı daima
terbiyeli, edepli ve muti davranan Salih, kalktı, "Söylenecek şeyleri söylemediğim oldu mu? Bu işte
üstüme varma, söyleyecek hiçbir şeyim yok" dedi çıktı... Hem de çatık kaşla...
Sustu. Küçük Ağa da o yeni bir sigara ya-ken ani bir cesaretle üstüne üstüne vardı:
— Ne idi bu iş?
Doktor umursamazmış gibi cevap verdi:
— Biz geçen kışın sonlarında Akşehir'de ufak Bir tevkif için emir almıştık. Adamı bulamadık kaçmış. O
günler için...
Bir nefes çektikten sonra sesine hususî bir tarar mânası vererek devam etti:
— Bilhassa adamın o günlerdeki tavrı, hare-l tti cihetinden pek mühim bir işti bu. Kaçırdığımız için pek
üzgündük. Salih bize, izin verin, ban bulurum onu, dedi. Razı olduk. O da bir ar-kudaşıyla birlikte aldı başını
gitti. Gidiş o gidiş. Kendisini ancak sizden haber getirdiği zaman Kördük. Sevindik. Konuşma sırasında o
hadise hukkında bir şeyler sorduk: "ne yaptınız, neler geçti başınızdan?" dedik. Bu sual erimiz karşısında
da tıpkı Akşehir yolculuğu için yaptığı gibi, adeta, haşin davrandı. Yüzbaşı Hamdi beye de, bana da epey
tuhaf geldi bu, ama üzerinde durmadık, unuttuk gittik.
Bir iki dakika kadar süren bir sessizlik oldu Küçük Ağa kımıldamadan pabuçlarının burnuna bakıyor ve
Doktorun ısrarla kendisini incelediğini seziyordu. Doktor gerçekten de Küçük Aga'ya dikmişti gözlerini. Ama
bu bakışlarda MVgi, saygı, hatta hayranlık vardı.
Nihayet içinde bu duyguların gülümsediği im sesle:
— Küçük Ağa... Küçük Ağa, daima Küçük . Herkes Küçük Ağa diyordu son zamanında. Tabii ben de Küçük
Ağa deyip duruyor ve herkes gibi ben de Küçük Ağa'yı merak ediyordum. Gördüm işte... Ve çok sevdim...
Herkesten çok daha büyük olacak benim sevincim.
Küçük Ağa başını kaldırdı ve soran gözlerle baktı. Doktor çevik bir davranışla ayağa kalkmıştı. Gidecekti artık.
Onun hâlâ soran gözlerine dost gözlerle bakarak:
— Çünkü, dedi. Küçük Ağa'nın siz oluşu... yani... nasıl söylemeli?.. Anlıyor musunuz veya anlatabiliyor
muyum bilmem... Sizin gibi genç, güçlü, kuvvetli... ve bilhassa bilgili, akıllı biri oluşu... Kısacası işte siz
oluşunuz benim için hususi bir kıymet ve ehemmiyet taşıyor.
Bir müddet gözgöze kaldılar. Sonra doktor alçak bir sesle:
— Tabii, dedi, bu pek hususî telâkki yalnız beni ilgilendirir ve elbette yalnız bende kalacak. Bunu en yakın
ahbabım Yüzbaşı Hamdi beye bile anlatabileceğimi zannetmiyorum. İnşal ah bundan böyle hepimiz yeni bir
dostluk kazanmış oluruz. Müsaadenizi rica edeceğim. Salih'i arattırırız. Ayrıca sizi bazı eşhasla tanıştırmak
isterim. Meselâ Mehmet Akif ve Hasan Basri beylerle... Onlar da burada kalıyorlar. Birbirinizden pek
hoşlanacağınızı sanırım. Allahaısmarladık efendim. Ziyaretinize yine geleceğim. Ben İstasyon'da kalıyorum,
gerekirse oradan ararsınız.
Küçük Ağa Doktor'u, bir tek kelime söylemeden dış kapıya kadar uğurladı ve ancak ayrılacakları sırada:
— Size müteşekkirim, dedi.
— Estağfurul ah.
Küçük Ağa mahzun bir gülümseyişle ısrar etti:
— Hatta minnettarım.
Hüznü Doktor'a da geçmişti. Doktor, Küçük Ağa'nın İstanbullu Hoca olduğunu öğrendikten, daha doğrusu
Salih'in sebep olduğu şüphenin doğruluğunu anladıktan sonra ister istemez, bu dramatik havaya kayıyordu.
Onun ruh yapısı maceranın insan yönüne, erkeksiz kalan ev'e, körpe zevceye ve baba yüzü görmeyen
çocuğa kayıtsız kalamaz. Küçük Ağa'nın yakıcı özleyişine yakınlık duymadan yapamazdı.
Küçük Ağa, kendisine teşekkürden, minnetten bahsetmişti. Peki kendisi Küçük Ağa'ya neler söylemek, onun
için neler duymak zorundaydı? Doktor İstasyon'a doğru yürürken, asıl borçlu kim diye düşünüyordu. Küçük
Ağa'yi herkes övmüştü, herkes övüyordu... öveceklerdi de. Fakat bunu tam hakkı ile yapacak bir tek insan
daha var mıydı kendisinden başka?
«— Bir de Salih» diye mırıldandı.
Küçük Ağa'nın, keşfettiği hakikat için neler bıraktığını bilen bir de Salih vardı, o kadar.
Doktor düşünüyordu ki, istanbullu Hoca, isteseydi, Küçük Ağa olacak yerde, pekâlâ İstanbul'a geçebilir, bunu
da kolaylıkla yapabilirdi. O zaman ölüm tehlikeleri, yokluklar ve sefalet yerine, asıl asıl bütün bunlardan beter
olan büyük hasretler yerine rahat ve varlıklı bir hayat sürebilirdi. Zira karısı ile çocuğunu İstanbul'a, yanına
aldırması mesele olmayacaktı.
Fakat İstanbul u Hoca bu yolu tutmamış, nefsini değil vatanını düşünmüştü. Buna, en parlak ve.en değerli
ifadesi ile "nefsini feda etmişti" demek gerekirdi.
Ve Doktor, Taşhan'ın önünden geçerken, düşünüyordu ki, bugün, Ankara denen bu ölü şehire ayrı hatta
destani bir hava veren binlerce insanın, politikacısı dahil, askeri dahil, ne idiği ve ne istedikleri bilinmeyenleri
dahil, kaç tanesi İstanbul'lu Hoca'nın Küçük Ağa olmak için göze aldığı tehlikeleri, feragati ve didişmeyi göze
almıştı veya alabilirdi?
Halbuki bu maceranın çok daha güzel, gönül bağlayıcı bir yönü daha vardı. Küçük Ağa hayatı çapındaki bu
karardan hiç bir şey beklemiyordu, bekleyemezdi. O erdiği hidayetin, vardığı inancın, yarattığı yeni bir imanın
peşine düşmüş, en asil manasıyla, gönüllü bir er kişiydi. Yola çırılçıplak bir canıyla çıkmıştı, yolun sonuna da
çırılçıplak bir canı ile varacaktı. Umduğu en büyük şeref, en parlak kazanç gazilikti, şehadetti. Doktor:
«— Eli öpülür bu adamın» diye mırıldandı. İstanbul u Hoca'nın sırrını elbette kalbine gömecekti. Artık
İstanbullu Hoca onun için de yoktu, onun için de rahmetle anılacak bir ölü idi. Salih'in sır saklayışını yalnız
güzel bulmakla kalmıyor, saygı ile düşünüyordu... Ve Küçük Ağa için Salih'i bulmak başta, elinden gelen
herşeyi yapacaktı.
IV
Medresedeki Okyanus
Küçük Ağa hücresine iyice yerleşmiş, son temizliğini de yapmıştı. Hacı Bayram Camiindeki ikindi namazından
çıkarken yanına orta boylu, fakat yere çaksan girecek cinsinden, otuz yaşlarında, gür kaşlı ve gür bıyıklı biri
geldi:
— Yeni teşrif buyurdunuz sanırım?
— Estağfurul ah... Bugün geldim.
— Oda komşusuyuz. Benim adım Sait...
— Şerefyâb oldum efendim. Bendeniz ... Sait bey, gülerek tamamladı:
— Küçük Ağa... Namınız semtimize çok daha evvelleri geldi. Ama mirim, müsade buyurulursa bir noktayı arz
edeceğim...
— İstirham ederim efendim...
— Biz sizi -güldü- kıyafetiniz için yanılmamışız... Fakat... Evet, sizi böyle bir kıyafete uygun bir zat
zannederdik. Halbuki mirim siz daha ziyade bir mollaya benzersiniz.
O kadar candan, o kadar tatlı bir gülüşü vardı ki, Küçük Ağa da neşelendi:
— İltifat buyuruyorsunuz, dedi.
Kendisini kırk yıllık bir ahbabın yanında sanıyordu artık. Yanılmamıştı da. Sait bey:
— Estağfurul ah, estağfurul ah, dedikten sonra ilâve etti, bilmem Mehmet Akif ismini işitmişliğiniz var mıdır?
— Elbette, elbette, o nefis, o harikulade Bülbül manzumesini., af buyurun; ona neşide denip., ibda eden
edibi tanımaz olur muyum? Tanıma-saydım utanırdım efendim.
— Hay bin yaşayasın mirim... Böyle olduğunu bütün kalbimle tahmin etmiştim. Üstadın kendisi de bizim
medresemizde kalmaktadır. Bu akşam lokmayı beraber yeriz, tanışmış olursunuz. Kabul mü mirim?
Küçük Ağa heyecanlanmıştı, bir çocuk samimiyeti ile atıldı:
— Ne şeref, ne şeref...
Sait bey güldü ve "Neredeyse el çırpacak" diye düşündü. İçinde aylardır yaşadığı savaşçı ve politikacılarda
sevincin bu kadar canlısına bir kere olsun rastlamamıştı. Artık bu adamla her-şeyi rahatçı konuşabilirdi.
Şadırvanı kıvrılıp medreseye doğru yürüyorlardı. Durdu. Küçük Ağa da ona uyup durunca, tam karşısına
alarak:
— Dinle mirim, dedi, üstadı görmek istediğinizi, görünce de sevineceğinizi pek güzel anladım. Siz de biliniz
ki, sizi görmek isteyenler ve sizinle tanışınca pek sevinecek olanlar da az değildir. Küçük Ağa'nm Ankara'da
nasıl bir kıymet ifade ettiğini bilmez gibisiniz...
Küçük Ağa'nm yüzü kızarıverdi:
— Aman efendim...
— Yok yok... Bunu böylece bilesiniz. Zaten çok geçmeyecek bizzat göreceksiniz. Sizinle bizzat Mustafa
Kemal Paşa Hazretleri dahi alâkalan-ıılaktadırlar. Zannım odur ki, yarın veya en geç öbür gün sizi kabul
buyuracaklardır.
Sait bey Küçük Ağa'nın biraz önceki o çocuksu heyecan ve sevincini kaybedip donuklaşlıgını gördü. Bunun
neden ileri geldiğini de anlayamadı ve tam karakterine uygun bir şekilde açıkça sordu:
— Ne o mirim; pek hoşlanmamışa benzersiniz?
Küçük Ağa onun kadar samimi olamadı:
— Ne münasebet efendim? Bilâkis...
Sait bey yeniden yürümeye başlayınca da yaptığından utandı:
— Veya... bilir misiniz, sıkılıyorum beyefendi. Belki kendimi iltifata lâyık görmüyor, belki de usul ve erkândan
çekiniyorum... Çekiniyorum işte. Bilmem arzedebildim mi?
Sait beyin güceneceğini şimdi anlamıştı. Hak da verdi ve gönlünü almaya çalıştı:
— Emin olunuz mesele bundan ibaret. Siz sorar sormaz söylemeliydim bunu. Lâkin beni nobran bulmanızdan
korktum. Bilirsiniz, insan dağda bayırda yaşayınca değişiyor. Daha önceleri de öyle cemiyete karışmışlığımız
yoktu.
Medresenin avlusuna girmişlerdi. Sait bey açık neşesini bulmuştu.
— Anlıyorum, dedi. Fakat ortada bir hakikat var. Siz seviliyor, meth ediliyorsunuz. Bir de sizi tanıdılar mı
kıymetiniz bir kat daha artacak evleviyetle. Mürekkep yalamışların bile mumla arandığı bir muhitte sizin gibi
tahsil i, terbiyeli, akıllı...
Küçük Ağa dostça bir gülüşle kesti:
— Bütün bunları da nereden çıkarıyorsunuz kuzum Allahaşkına?
— Nereden mi? Nereden mi? Ne zannettiniz beni a mirim? Bırakınız da bir parça övüneyim. Biz adamı
selikasından, şivesinden tanırız a iki gözüm efendim.
— Bendeniz işte burada ikamet eylemedeyim. Şerikim de benim gibi izmir'den İzzet beydir. Üstadımız ise şu
köşedeki odada Hasan Basri beyle beraber kalırlar. Akşama size uğrarım. Yalnız mirim lil âh aşkına
çekingenliği bırakıp söyleyiniz. Herhangi bir noksanınız var mıdır?
Küçük Ağa anık tamamen samimiydi. Hiç çekinmeden nüktesini yaptı:
— Sağ olunuz. Şahsımdaki noksanlardan başkaca noksanım kalmadı; lâmbamın gazı bile dolduruldu!
Güldüler ve vedalaştılar. Sait bey, öbür arkadaşları kendisine.-
— Küçük Ağa nasıl biri, diye sordukları zaman, tereddüt etmeden şu cevabı verdi:
— Cin gibi biri. Zeki, nüktedan, sanırım ki çok da bilgili. Fakat mirim, bana sorarsanız en güzel tarafı da
ahlâkı. Mert, yiğit, mahviyetkâr ve hürmetkar.
Sait beyin adam tanımadaki ustalığını bildikleri için ötekiler böylece hazırlanan hava içinde, beraberce yenen
ilk -yemek ve nohutla bulgur pilâvından ibaret olan bu yemekten sonraki sohbet pek tatlı geçti.
Küçük Ağa hücresine çekildikten^ sonra yeni tanıştığı bu insanları geç vakte kadar düşündü, bazı cümlelerin
üzerinde uzun uzun durdu. Bütün bunlardan sonra vardığı neticeler şunlardı:
Bir kere Ankara umduğu ve sandığı gibi kuvvetli bir düzenin merkezi değildi, fakat umduğundan da
sandığından da çok daha büyük, çok lana önemli bir karakter kazanmaya istidatlı görünüyordu. Bunu sezmek
Küçük Ağa'nın başım döndürdü.
Bugünkü panoramaya bakınca birbiriyle güç bağdaşan, hatta bağdaşmaya şansı bulunmayan, zira kimi
tiksindirici, kimi ümit ve şevk kamçılayıcı, kimi insanı kara kara düşündüren, kimi de hayran eden detaylar
göze çarpıyordu. Üç saat kadar konuşmada, .bilhassa Mehmet Akif beyin anlattıklarında ve görüşlerini
belirten cümlelerinde bu durum açığa çıkmış gibiydi. Zaten bu üç saatlik sohbet de kâh heyecana varan bir
iyimserlik tonunda, kâh hüznü bir kader zannettiren kötümserlik havasında geçmiş övgülerin ardından
küfürler gelmiş, hayranlıkları lânetlemeler kovalamıştı ve alternatifin tersinden başladığı da olmuştu.
Olaylardan, insanlardan, plânlar ve ümitlerden bahsediliyor, bunlara eklenen hükümler ve telâkkiler
Ankara'nın realitesini Küçük Ağa için bir düşünce çabasıyla sezilebilir hale getiriyordu.
Ankara bugün için tasnifi yapılmamış bir kitap deposuna benzetilebilirdi, karmakarışık bir yığmak halindeydi.
İnsanlar, insanlar, insanlar vardı, bunlar da ani bir göçten sonra bir salona doldurulmuş kitapları
andırıyorlardı. Aralarında şaheserler bulunuyor, bilgi ve usûl verenleri, yardımcıları, fakat aynı zamanda da
pek beyhu-deleri, hatta pek zararlıları da bulunuyordu. En faydalısının belki de bir cildi bu köşede, öteki cildi
bambaşka bir köşedeydi, aralarında fasikül-leri bile oraya buraya sıkışmışları olabilirdi. Ve asıl önemlisi hiç biri
bulunması gereken yerde değildi, o onun, o da berikinin yerini almıştı, bu şunun yanında olacak iken, gidip
kendisiyle ilgisi ilişiği gösterilemeyecek birinin altına girmişti. Kısaca söylemek gerekirse bu durumuyla ona
bir değer biçmek güçten de fazla bir şeydi, insana imkânsız geliyordu.
Ama Küçük Ağa aynı sohbetten anlamıştı ki, bu karmakarışık şehirde, cephedekine eşit bir de tasnif,
düzenleme çabası vardı. Ve bu yine cephedekine eşit bir ölüm-kahm önemi taşıyordu. Kolayca söylenebilirdi.
Burada da -cephede olduğu gibi- Yunan vardı. İstanbul vardı. Kuvâyı Milliye vardı, ordu çekirdeği vardı.
Kuvâyı Seyyare ve çeteler vardı, hatta bütün grafiği ve bu grafiğin buhranları ile birlikte İstanbullu Hoca
vardı; hepsi de tasnifi kendine göre yapmak için didiniyor, sonucu kendi anlayışının yönüne çevirmek
istiyordu. Kısacası savaş burada da aynı hızı, aynı karakteri taşımakta idi.
Kitaplar kendi köşelerini bulabilecek, her köşe kendi içinde doğru sıralamayı bulabilecek miydi? Bu mümkün
müydü?
Küçük Ağa tam bir dua psikolojisi ile:
«— Bu olmalıdır» diye mırıldandı. Zira kurtuluş,, cepheden çok ve cepheden önce buna bağlı idi.
Küçük Ağa bunu derin bir endişe ile seziyordu.
Tarih bilgisi kuvvetli idi. Hâdiselerden hüküm çıkarabilecek bir kafası vardı. İçinde bulunduğu zamanın
şartlarına takılıp kalan, toplumun fevkalâde anlarını yalnız kendi sınırları içinde değerlendirmeye kalkışan
budalalardan değildi. Şimşek çaktı deyip geçmez, şu şu sebeplerden şimşek çaktı demeye çalışır ve aynı
sebepler biraraya gelince şimşeğin yeniden çakacağını düşünürdü. Yani toplumu ilgilendiren hadiselerde de
sebeplere inmeyi denerdi.
Bu yapısı içinde Küçük Ağa biliyordu ki büyük sarsıntı ve çalkantı devreleri vurguncuları çok şiddetle
ilgilendirmektedir. Vurgunla zengin olmak, emeksiz ve liyakatsiz mevki edinmek isteyenler böyle devrelerde
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Küçük Ağa - 38
- Büleklär
- Küçük Ağa - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2952Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165833.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155736.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2913Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155934.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2868Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2898Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172731.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167234.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2859Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170533.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2958Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165331.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2887Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167434.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2855Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159436.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3075Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174633.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3047Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2968Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171532.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2927Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167734.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2954Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167435.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3030Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152435.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2877Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2991Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2964Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159136.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162335.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172533.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3004Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171434.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2899Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168433.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2965Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162337.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3043Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3032Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2956Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168633.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157434.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163134.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2943Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159733.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167831.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161736.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2979Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2935Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2982Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163534.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2852Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152736.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 57142.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.61.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.