Küçük Ağa - 36
Süzlärneñ gomumi sanı 2982
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1635
34.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
55.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
gerçekten de akla yatkın şeylerdi.
Ama Etem bey kendi anlayışı, kendi mantık ve muhakemesi ile kendi gerçekleri, kendi çevresiyle sınırlı :<â}
Üstelik bu sert sınırın içindeki herşeyi bütün varlığı ile, bütün varlığı olarak benimsiyor, herhangi bir
çatışmada hemencecik bir onur meselesi yapıp çıkıyordu. Onurunu hayatına eşit tutardı o. Onurunu incinmiş
görmektense ölmeyi isterdi, bu daha kolay gelirdi ona; hatta onurunu korumak için ölmek en kolay yoldu
onun için. Şimdi de işte canını koruma hakkı gibi benimsemekte idi niyetini.
Küçük Ağa düşünüyor ve bir yere gelince Etem beye karşı saygı bile duyuyordu. Etem bey kendisi ile gelmek
istemeyen ağalarına güle güle, hakkını helâl et diyebilecek kadar yükseliyordu. Yükseliyordu ama ne için?
Kendisi için, kendini aşırı derecede önemsediği için. Ve ona göre Küçük Ağa kalleşti, kancık idi.
Küçük Ağa buraya gelince bedenini ateş basmış gibi oluyor, ciğerleri damlıyordu. Uzandığı sedirden yay gibi
fırladı:
«- Tu, Al ah kahretsin» diye öfkeli öfkeli söylendi.
Öyle ya, Etem beyin bulunduğu noktadan bakınca yaptığı düpedüz kal eşlikti. Adam işte gidene güle güle
diyordu. Ben gelemeyeceğim bey, dese idi, onunla da helâlleşip güle güle diyecekti. Ama Küçük Ağa bunu
yapmıyor, Etem beyin kuvvetlerini dağıtmak, onu içinden vurmak için yol arıyordu. Bunun adı da Etem beyin
lügatin-da elbette kalleşlik, kancıklık olacaktı.
«— Al ah kahretsin» diye tekrarladı. Ancak, şimdi bir hak ve hakikat tartışması yapar gibiydi:
«— Yalnız ona göre, ama yalnız onun lüga-tında» diye kararlı, biraz da hınçlı bir gülümseme ile mırıldandı.
Kuvvetini bulmak için hınca başvuruyordu. Gerçekten, hakikati bulmak için hoşgörürlük kadar hınç ve öfke de
gerekiyordu bazan. Dış görünüşü aralamak, durumun aslını kavramak için bu lâzımdı. îsmet, Küçük Ağa'nın
umurunda değildi, ama Etem bey de umurunda değil. Aralarındaki anlaşmazlık haksız için sonuç verse de
birşeyler kaybedilecek, zarar görülecek, haklı için sonuçlansa da aynı şey olacaktı. Mesele işi bu pis gurur
çekişmesi haline getirmemekte idi. Ama gelmişti işte. Şimdi vatan'dı, mil et'ti, vatanın ve milletin yararı idi.
Bunun için tutulacak yol arın hepsi de azizdi, hiç biri de namertlik değildi.
Ve Küçük Ağa, hiç de lüzum olmadığı halde, düşünüyor,, düşünüyor, fakat Etem beyi tutmak için en ufak bir
sebep bulamıyordu.
Etem bey mertti, evet. Etem bey savaş için çok yararlı olmuştu, evet. Daha da olabilirdi, yine de evet.
Emrindeki kuvvetin büyük değeri vardı ve bu değer Etem'in düşündüğü şekilde de eksilmez, hatta tam
gücünü bulurdu, buna da evet. Ama bütün bunlar varılacak hedef için, son hedef için ne mâna ifade
edebilirdi? Bu hedef için terazinin bir kefesine Etem bey, öbür kefesine de Ankara konulursa ne olurdu?
Küçük Ağa artık ferahlamıştı. Emin bir şekilde :
«— Ne olacak? Etem bey havaya fırlar, dirhem çekmez» diye söylendi.
Küçük Ağa Akşehir'den ayrıldıktan sonra çok şey işitmiş, görmüş ve öğrenmişti. Artık o büyük yenilişten-
önceki bilgi ve inanışlarına göre düşünmüyordu. Uyanık kafası yeni şartların getirdiği ölçüleri hiç değilse
sezebiliyor ve her zaman olduğu gibi, hatta daha da kuvvetle, "önce düzen" diyordu, tki kişinin bulunduğu
yerde bile iyi'nin, verim'in, başarı'nın ilk ve bırakılmaz şartını bir düzen'de gören Küçük Ağa bir kader
savaşında yolunu seçerken elbette ölçü olarak bunu alacaktı.
Eğer hedef yaşama hakkını kurtarmak ve zaferi kendinden ibaret, ölümünü doğumuyla getiren, son'u
başlangıcında bulunan bir tabiat olayı gibi bırakmak ise, bir şimşek çakışına, bir yer sarsıntısına, bir esinti
veya yağışa döndürmemek ise savaş'ı da asıl savaş'tan sonrası olarak düşünmek, öyle değerlendirmek
gerekir. Bu bakımdan Çerkeş Etem bey ne idi? Bir hiç. Bir kuv-"• vet topluluğu, yani, evet, bir hiç. Küçük Ağa
bu inanışın insafsızlık olmadığını iyice anlamak için koskoca devlet ordularının yenilip yok edildiği
savaşları ve o devletlerin yeniden doğuşunu düşünüyordu. Demek ki önemli olan kuvvet birlikleri değil,
düzen idi. İşte o parlak, o dağ gibi Osmanlı ordusu bir hiçe dönmüştü. Fakat işte o göz kamaştıran tarih
ışıltısının o büyük düzenin ordudan, kuvvetten ibaret olmadığı bir kere daha ortaya çıkmak üzere
bulunuyordu ve bu da elbette Çerkeş Etem bey yüzünden olmuyordu.
Tam tersine bu başarı da, daha öncekiler gibi, Çerkeş Etem'lerin kendilerini de yaratan o büyük, o aziz
düzen'in eseri idi ve Etem bey bunun farkına varmazken Ankara o düzen'in şuuru ve yürütücüsü
görünüyordu. Etem bey küçük -veya büyük- galebelerin peşinde koşarken Ankara son ve kesin zaferden de
önce o mil et
ölümsüzlüğünün büyüsü olan düzen için çalışıyordu.
Küçük Ağa seziyordu ki, Çerkeş Etem anlayışının zaferi vatanı derebeylik kavgalarına, o değilse bile post
entrikalarının o kadar eritici, o kadar yıpratıcı keşmekeşine götürecek, Ankara'da görülen anlayış ise tam bir
kuvvet zaferine ulaşmasa, bile, o besleyici, o geliştirici Osmanlı düzeninin kurtuluşu, yeniden yürürlüğe girişi
olacaktı.
Küçük Ağa, aynı gülümseyişle tekrarladı: «— Elbette Etem bey dirhem çekmez, havaya fırlar!»
Etem bey dürüsttü, mertti, çapının en başarılı örneklerinin biriydi, belki de birincisiydi. Fakat herhalde bir
Yıldırım Bayezid değildi.
Küçük Ağa bu hatırlayışla burun kıvırır gibi güldü. Yıldırım bile, o nurlu kudret bile düzen'e, devlet'e "son"
olmamıştı. Etem bey bu planda ne değer taşıyabilirdi? Etem bey pusuya düşürül-se veya bir meydan
savaşında sarılıp esir edilse ne olacaktı? Her şey bitecek miydi?
Küçük Ağa'nın, Etem beyin konuşmada iyice beliren mertliği yüzünden sarsılan içi eski rahatlığını bulmuş, ilk
kararına karşı duyduğu güveni daha da kuvvetlenmiş olarak yerine gelmişti.
Şimdi bütün mesele Etem beyin vuracağı darbeyi elden geldiği kadar zayıflatmaktı. Yoksa, bir yanda koca bir
vatanın ve milletin kaderi dururken, bunun karşısında tek bir insanın toplum dışı onur kuruntularını ve büyük
yanılmalardan doğan tutumunu koyup da "kal eşlik" veya "kancıklık" gibi gereği, gerçeği, ahlâk dayanağı
bulunmayan kelimelere takılmak budalalığın ta kendisi olurdu.
Hedef beraberliği ortadan kalkacak, sırf ona dayanan anlaşma yok olacak, sonra da hâlâ "vefa"dan,
"arkadaşhk"tan ve "mertlik"ten bahsedilecek ve "kal eş" gibi, "kancık" gibi kaypak, kaypaklıktan kurtulmak
için kesin ispatlar isteyen yaftalar silâh diye kul anılacaktı öyle mi?
«— Olmaz öyle şey!..»
Küçük Ağa artık kendini dev gibi hissediyordu; dev gibi ve haklı. Yapacağı işleri toparladı :
İyice güvenmediği ağalardan üç beşini Alayunt'a Kuvvâyı Milliye kumandanına derhal gönderecekti, Etem
beyden, kendisine danışmayan birkaç birlik kumandanının daha ayrılacağım sanıyordu. Onlar diledikleri gibi
davranırlardı, ister Kuvva'ya katılır, ister dağa çıkar veya köylerine, kentlerine dönerlerdi.
Kendisine gelince, o Musa ve Musa'nın sağlam tanıdığı müfreze kumandanları ile Etem beyin yanında
kalacak, Kütahya'ya saldırışı bir bozguna çevirecek bir plân hazırlayacaktı.
Kararını üç dört cümle halinde yazdı ve ahıra inerek her zaman yaptığı gibi batmanın altındaki belli yere
bıraktı. Çıkarken de seyislerin odasına uğrayarak:
«— Musa Ağa'ya söyleyin varsa bana bir parça kahve yol asın» dedi. Musa artık vakit geçirmeden pusulayı
alırdı.
O günden sonraki olaylar Küçük Ağa'nın hesabına uygun geçti. Musa işleri iyi düzenlemişti. Gelip Etem
beyden özür dileyenlerin sayısı fazla kabarık değildi. Etem bey de buna bakarak kararında değişiklik
yapmadı. Kendisine bir şey söylenmemiş olmakla beraber Küçük Ağa, Etem beyin Yunanlılarla haberleştiğini
anlamıştı. Zira kanunisani -Ocak- ayının dördüncü günü, ikindi üzeri Etem beyin daveti üzerine gidip onunla
yaptığı konuşmada bilmediği çok şeyi öğrendi.
Küçük Ağa girdiği zaman Etem bey yine odayı arşınlayıp duruyordu. Fakat bu defa daha zinde ve bilhassa
çok daha memnun görünüyordu. Tevfik bey de içerde ve sedirin baş köşesine yakın bir yerde oturuyordu.
«— Buyur Küçük Ağa, şöyle otur» dedi. Etem beyin sesi de kuvvetli idi, ekledi:
«— Bir iki kişi daha gelecek, diyeceklerim var.»
Çok beklemediler, Gürcü Mehmet Ağa ile, müfreze kumandanlarının ileri gelenlerinden beş kişi içeri girdi.
Etem bey onlara da oturacakları yerleri bir bir gösterdi ve derhal söze başladı:
«— Garp Cephesi Kumandanı düşmanı bırakıp bizimle uğraşmaya başlamıştı, bilirsiniz. Bizi kendi düşmanı
sayıyor ve vatan düşmanından daha tehlikeli tutuyor olmalıydı, leap eden tedbirleri aldım tabi ... Fakat telâş
olmasın diye hemen söylemedim. Son dakikayı bekledim. Hadise şudur.»
öksürdü, cümlelerini kafasında sıraya koydu. Bu arada da oturanları tek tek süzdü:
«— Yunan cephesini boş bıraktılar, ellerindeki kuvvetleri bizim üzerimize saldılar. İki bin süvari ile yedi, sekiz
bin piyade bize yürüdü.
Dün bizden ayrılanları da yarı zorla, yarı türlü vaitlerle aralarına aldılar. Allah razı olsaydı bu akşam, bu
akşam değilse yarın Müslüman Müs-lümanı kıracak, kardeş kardeşi öldürecekti. Fakat bu iğrenç niyetlerini
tahakkuk ettiremediler. Çünkü karşısındaki cephenin boşaldığını, sahipsiz kaldığını gören Yunan Eskişehir'e
ve Afyon'a yürüdü. Garp Cephesi Kumandanlığının bu gafil, bu katil niyeti bir yığın vatan toprağının kaybına,
bir sürü islâm köy ve kentinin yakılıp yıkılmasına, Ümmet-i Muhammed'in yeniden kan ağlamasına mal oldu.
Lanet ki, yüzlerce, binlerce lanet...»
Etem beyin bu içten öfkesi ve kükreyişi oda-dakileri sarsmış, kuvvetle tahrik etmişti. Yaptığı tesiri uzun bir
susuşla çivileyen Etem bey tutulacak tek yolu, dünyanın en akla yakın çaresini söyler gibi ağırbaşlı, üzgün ve
karşılığa, hatta düşünceye yer bırakmayan bir tonla kararını bildirdi:
«— Şimdi bize mukaddes bir vazife düşüyor arkadaşlar. Bu adamlara hadlerini bildirecek, kendilerini doğru
yola, hak yoluna, din ve vatan yoluna davet edeceğiz. Adamlarınızı hazırlayın, harekete geçiyoruz, önce
Kütahya'yı alacak; teklifimizi yenileyeceğiz. Kabul etmezlerse hedefimiz Ankara olacak. Şunu da söyleyeyim.
Ankara halkıyla, siyâsîleri ve askeri ile bizi bağrına basmak için sabırsızlanmaktadır. Haydi şimdi. Göreyim
sizi. Hiç bir zaman yüzümü kara çıkarmadınız. Bu sefer de sizden eminim. Ancak bugün en büyük vatan
vazifesine girişeceğinizi bilmenizi isterim. Harekâtın büyük ehemmiyetini burada bulunmayan arkadaşlarınıza
ve adamlarınıza tek tek telkin ediniz ve kendilerine bildiriniz ki...»
Burada çok kısa bir zaman için sustu:
«— Bildiriniz ki, ummadıkları yardımcılarımız vardır. En büyük yardımcımız da, elbet ve elbet, Hak'dır. Hak'ka
imanımız, vatan muhabbetimiz ve şecaatimizdir!»
Müfreze kumandanları bir heyecan sar'asına kapılmış olarak Düzce'ye dağıldılar. Kararsız, kuşkulu ve tedirgin
bekleyişlerle çürüyen günler gitmiş, hareket günleri işte yeniden başlamıştı, işte yeni bir hedefleri vardı
şimdi. Hiç biri de bu hedefin aslını astarını araştırmıyor, aklına bile getirmiyor, buna karşılık Etem beyle
birlikte olunca, hedefin başarı demek olduğunu hatırlıyorlardı. Şimdiye kadar Etem bey 'yürüyün" dedi, "ileri"
dedi mi başarı değişmez, değiştirilemez kader olmuş, asıl güzeli, başarının ardından da her zaman alkış
gelmiş, sevgi gelmiş, övgü gelmişti. Şimdi de elbet böyle olacaktı.
Küçük Ağa Düzce'yi ve iki bine yakın savaş atlısını saran bu neşe dozu çarpıcı heyecanı hüzünle teneffüs
ediyordu. Ciğerleri bu hava ile dolmuş, bu hava elle tutulur, gözle görülür bir hal almıştı ve bu havanın en
güvendiği adamları salıvermesi de beklenmeyecek bir şey değildi. Bu ihtimalle canı İstemediği, bu isteksizlik
bir bitkinlik gibi koyulaştığı haide, büyük bir zorlayışla o zinde, o yılmaz görünüşünü bularak sokağa çıktı,
önce kendi müfrezesini, sonra da güvendiklerini dolaştı, etrafını saranlara kuvvet ve üstünlüğünü ilân eden
bir tavırla hep aynı şeyi söyledi :
«— Kulağınız, gözünüz, kafanız ve gönlünüz "bende olacak, bende., anlıyor musunuz bende! Beni
dinlediniz mi yüzünüz hiç bir zaman kızarmayacak. Al ah'ın huzuruna alnınız ak çıkacaksınız. Yüreğinizi pek
tutun.»
Küçük Ağa artık zerre kadar çekinmiyordu. Gidip söyleyeceklermiş, Etem bey işitecekmiş, umursamıyordu.
İpin kopacağı günler gelmişti. Dikkat ettiği, gözünü dört açtığı bir şey vardı. Gafil avlanmamak.
Yaptığı konuşmanın altında neler gizlendiğini herkes bilirdi, o da bunu iyi bilirdi ve Etem beye, hiç değilse
Gürcü Mehmet Ağa'ya bir haber uçuranın çıkması da pek muhtemeldi. Böyle bir şey gerçi dünkü, hatta bu
sabahki kadar tehlikeli netice vermeyecekti, ama hesapta bir de kıskıvrak yakalanmak vardı, işte bu ha bir ay
önce olmuş, ha şimdi fark etmezdi, o kadar zararlı olurdu. Kuvvetlerin kopuşu, Kütahya baskını sırasında
elbette çok daha netice alıcı idi. Fakat aynı işin hemen olması da küçümsenemezdi. Küçük Ağa ısrarla bunu
düşünüyor ve kendi kendine tekrarlayıp duruyordu:
«— Yeter ki kıskıvrak yakalanmayalım.»
Bu endişe ile kendisine uyacak müfreze kumandanlarına adamlarını bir an önce kasabanın dışına çekmelerini
emretti. Görünüşe göre bu birlikler harekete çabucak hazırlanmışlardı. Nitekim Etem bey görünüşü kabul etti,
beğendi. Ağalar beri taraftan hiç bir kimsenin birliğinden uzaklaşmamasını da büyük bir dikkatle önlemiş
bulunuyorlardı. Zaten hazırlık telâşı içinde kimsenin kimseye bakacak halde olmayışı da bir başka şans idi.
Böylece Etem beyin iki bine yakın atlısı ikindiden az sonra Kütahya'ya baskın yürüyüşüne çıktı. Karla kaplı
dağlar ve ova günün son ışıkları altında pırıl pırıldı.
Kütahya'daki Kuvâyı Milliye birlikleri Küçük Ağa'nın yolladığı adamlardan durumu öğrenmiş bulunuyordu.
Gözcüler çıkarıldı, eldeki kuvvetler ovaya hâkim tepelerde mevzilere yerleştirildi, mümkün olan müdafaa
tedbirleri alındı.
Bu arada Etem kuvvetlerinin geleceğini halk da işitmişti. Şehirde paniğe yakın bir telâş ve korku vardı. Yaşlı
kocalar, nineler, nineler ve sakatlar zabitlere koşuyor ve "aman. bizi koyup gitmeyin, Etern Yunandan da
zalimdir" diye yal-vanyoriardı. Eli silâh tutanlar askere katılmakta, kadınlar da onlara yemek yetiştirmekte idi.
Nihayet yol boylarına konan gözcüler yatsıya doğru haber taşımaya başladılar. Etem'in süvarileri şehre
yaklaşıyorlardı. Nitekim yatsı ile birlikte ilk silâh sesleri duyuldu. Etem'in ihtar atışları şiddetli bir karşılık gördü
ve hemen başlayan bu körlemesine savaş bütün gece sürdü.
Saldıranlar şehri yarım çember içine almışlardı. Sabaha karşı, müdafaaya kumanda eden İzzettin beye bir elçi
geldi ve şehrin teslimini, kuvvetlerin de silâh bırakmasını teklif etti.
İzzettin bey durumu şöyle görmüştü. Şehri saran kuvvetler, Etem beyin şöhretine uymayacak bir şekilde
dövüşüyorlardı. Bir kere mesafe çok uzaktı, sonra da ateş geniş çapta gelişi güzel yapılıyor; sanki, aman
isabet etmesin diye dikkat ediliyordu. Dürbünle gözüken manzara ise daha da ümit verici idi ve Etem'in
birliklerinde bir başıboşluk, bir dağınıklık vardı.
Beride kendi askerleri de, Kütahyalılar da sonuna kadar direnmeye, yeniliş mukadderse bile bunu çok pahalı
ödetmeye azimli idiler. Etem'in adamını pek ağır sözlerle kovdu, o giderken de askerlerini şiddetli bir saldırışa
karşı elinden geldiği kadar hazırladı.
Kumandan y anılmıyordu. Öğleye doğru, Etem'in askerleri kesif bir topçu ve piyade atışından sonra hücuma
kalktı. Etem onlara:
«— Kütahya'yı alın, mal mülk, para pul her-şey, herşey sizin olacak» demişti.
Küçük Ağa o keşmekeşin içinde bile, yarı kendi görüşü, yarı aldığı haberlerle sözlerin birbirine tamamen zıt
iki tesir yaptığını anladı. Etem beyin ona bağlı adamlarından bir kısmı büsbütün celallenirken bir kısmı da
şaşkın bir kararsızlığa düşüverdi; Kütahya yağma edilecekti, öyle mi?
Onlar Kütahya'da haftalarca kalmış, Kütahyalılarla hak hukuk, tuz ekmek ilgisi kurmuşlardı. En kötüsünün
tanıdığı, selâmlaştığı, hatta dertleştiği birkaç tanışı vardı. Çoğuyla, pek çoğuyla sabahların alaca
karanlıklarında yollara dökülmüş, aynı şadırvanlarda abdest almış, aynı imamın ardında aynı saflara girmiş,
beraber namaz kılmış, Allah'ın huzuruna aynı Nebi'-nin ışığı altında çıkmayı ümit etmişlerdi. Sağ düşünce ve
duygudan zerre pay alanları Etem beye bağlılıkları ile bunları karşı karşıya koyuyor ve şaşkın bir kararsızlığa
kapılmadan ya-pamıyorlardı. Saldırganlıkları bir hırs halini alanlar ise Allah'ın bahtsız kul arı idi. Küçük Ağa
inanıyordu ki, vakit geniş ve elverişli olsa da kendilerine üç beş cümle söylenebilse idi onların da değişmesi
muhakkaktı, mukadderdi.
Etem bey kuvvetleri bu hava içerisinde, öğleye doğru taarruza kalktılar. Küçük Ağa artık bütün uyanıklığı ve
elinden geldiği kadar iyi düzenlediği grafiği gözetiyordu. Bu arada dikkate değer ilk nokta, saldıranların pek
çoğunun rast-gele ateş edişi idi. Vurmak için atan mevcudun dörtte birini ya tutuyor ya tutmuyordu. İlerleyiş
de aynı şekilde devirmek, ele geçirmek için değildi.
Durdurucu bir direniş ve ateş olmadığı halde birliklerin çoğu mevzilerinde oyalanıyor, ancak Etem beyin
bizzat kumanda ettiği ve kendisine çok bağlı kuvvetler fazla mesafe alınca, Tevfik beyin müdahalesiyle
yürüyorlardı. Nihayet ikindi üzeri iş ciddiyetini tamamen yitirdi ve savaş aynı cephenin içine dönmek istidadı
gösterdi. Emirlerin yerini tehditler, sert müdahaleler almaya başlamıştı. Bunun üzerine Küçük Ağa anlaştığı
birliklere kararlaştırılan parolayı verdi. Kısa zamanda da Etem bey kuvvetlerinin yarıyı aşan bir ölçüde İzzettin
beye teslim oluver-diği görüldü.
Beride kumandan bey daha Küçük Ağa ile görüşüp işin aslını öğrenmeden Etem bey kalan adamları ile geri
çekilmeye başladı. Durumu artık iyice kavrayan İzzettin bey de bir yandan Etem'in arkasına takip birlikleri
gönderirken, bir yandan Alayunt'a ve Garp Cephesi Kumandanlığına haber yolladı. Bunun üzerine Gediz'e
kadar süren takibi, buradan sonra süvari birlikleri aldı.
Haber çok geçmeden her yana yayılmıştı. Kütahya bayram yapıyordu. Fakat şehrin bu sevinci her yerde aynı
şekilde paylaşılamadı. Etem macerasının bu sonucu yüzünden eski başarıları hatırlayıp üzülenler, hatta
umutsuzluğa kapılanlar da vardı. Onlara göre Kuvâyı Milliye sağ kolunu kaybetmişti. Fakat birkaç gün sonra
Etem beyin Demirci'den geçerek Yunan'a teslim olduğu işitilince bunlar da boyunlarını büküp sustular. Artık
istisnasız herkesin benimsediği bir avuntu vardı: Etem beyin yanında çok az insan kalmıştı. Kütahya'da iltihak
etmeyenlerin çoğu da kaçışı sırasında kendisinden ayrılmış bulunuyordu.
Aralık ayında mucizeye benzeyen bir mavilik içinde ve güneşin vuruşuyla beyaz ihtişamı büsbütün büyüyen
Murat Dağı'nın eteklerinde bir mil etin kaderiyle yakından ilgili bir oyun oynanmıştı. Bir büyük isim, bir sevilen
ve sayılan kahraman bir hain damgasını alıyor, gerçek sebeplerin dışında meydana gelen bir boşluk, Etem
kuvvetlerinin bıraktığı boşluk yeni bir kader olmak istidadı gösteriyordu; bu kader hangi yön-da gelişecekti?
Bu soru vatan için çalışan kalplerde ve kafalarda burgulanıyordu. Yine aynı tedirginlikle düşünüyordu ki,
Etem bey macerasının böylece bitiminden, bu macerada hiç bir söz hakkı olmayan kimler ne hükümler
çıkaracak, kimler hangi durumları sağlayacaktı? Acaba Etem bu tutumuyla yalnız kendi alınyazısma mı
uymuştu? Yoksa bu çok daha geniş çevrelerin ve uzak zamanların hâkimi olan ilâhi takdirin eseri miydi?
Etem'in ihaneti önemli bir sarsıntı doğurma-yabilirdi veya doğururdu da zamanla, bazı kayıplarla da olsa
giderilebilirdi.
Fakat asıl derdin, üzerinde durulacak noktanın bu sarsıntıdan ibaret olduğunu hangi aklı başında adam
söyleyebilirdi?
Düşünenler kabul etmek zorunda idiler ki, asıl üzerinde durulacak mesele Etem ihtilâfını ortaya çıkaran
tutum, anlayış ve inanışların gelişme şansı ile mahiyetleri idi. Bu şansın, bu mahiyetin bir hayat savaşına
giren vatanın savaş boyunca ve savaş sonrası kaderinde oynayacağı roldü. Bu şans ise bu mahiyeti
değerlendirmekte ve iyi taraflarını geliştirmekte, yıpratıcı taraflarını önlemekte idi.
Ve Ankara'da
Küçük Ağa ile bin atlıyı geçen birliği Kütahya'da yalnız bir gece tutuldu ve tam bir istihbarat merkezi olarak
çalışan Alayunt'a gönderildi. Küçük Ağa bölge kumandanı durumunda olan Yüzbaşı Nazım beyle camı
islenmiş bir gemici fenerinin aydınlattığı istasyon odasında konuştu. Bu arada telgraf manipleleri devamlı
olarak işliyor, ikide bir telefon çalıyordu.
Küçük Ağa kendisini "Reha" parolası ile tanıtmış, ilk bakışta da Yüzbaşı Nazım beyi hatırlamıştı : Ulu
Cami'deki o sarsıntılı vaaz günü Doktor, Yüzbaşı Haydar beyin sağ gerisinde, sütunun dibinde oturuyordu ve
Hoca'ya Kuvvacıların hepsinden çok tesir etmişti. Başını dimdik tutuyor, va'zın kendisine yaptığı tesirler yüz
çizgilerinden ve bakışlarından pek açık, pek çarpıcı bir şekilde belli oluyordu. O tam bir Osmanlı zabiti idi,
hedeflerine bütün canlılığı ile, üstün bir irade ve enerji ile sarılan Türk zabiti.
«— Acaba beni tanıyacak, Küçük Ağa'da istanbul u Hoca'yı keşfedecek mi?»
Bu endişe bütün konuşma boyunca kafasına takıldı kaldı, ayrılıştan sonra da:
«— Beni tanıdı mı? Acaba Küçük Ağa'da İstanbul u Hoca'yı keşfetti mi?» şeklini aldı.
Konuşma hiç de Küçük Ağa'nın umduğu gibi geçmedi. Yüzbaşı, sanki çok daha önemli işlerinin arasına girmiş
gibiydi. Telefonlara cevap verirken veya önüne getirilen telgraf şeritlerini okurken nasılsa Küçük Ağa'yı
dinlerken de öyleydi. Kaşları çatık, alnı canı sıkılmış gibi hafifçe kırışık ve alt dudağı daima harekette. Bununla
beraber Küçük Ağa onun uyanıklığını ve her cümleyi söylenir söylenmez değerlendirişindeki üstünlüğünü
anlamakta gecikmedi. Bu da içini ferahlattı; zira orduyla ilk defa temas ediyordu. Etem ve Tevfik beylerin
iddialarından kalmış bir tortu vardı içinde. Güvensizlik ve endişe çeşnisi taşıyan bir tortu.
Ama Etem bey kendi anlayışı, kendi mantık ve muhakemesi ile kendi gerçekleri, kendi çevresiyle sınırlı :<â}
Üstelik bu sert sınırın içindeki herşeyi bütün varlığı ile, bütün varlığı olarak benimsiyor, herhangi bir
çatışmada hemencecik bir onur meselesi yapıp çıkıyordu. Onurunu hayatına eşit tutardı o. Onurunu incinmiş
görmektense ölmeyi isterdi, bu daha kolay gelirdi ona; hatta onurunu korumak için ölmek en kolay yoldu
onun için. Şimdi de işte canını koruma hakkı gibi benimsemekte idi niyetini.
Küçük Ağa düşünüyor ve bir yere gelince Etem beye karşı saygı bile duyuyordu. Etem bey kendisi ile gelmek
istemeyen ağalarına güle güle, hakkını helâl et diyebilecek kadar yükseliyordu. Yükseliyordu ama ne için?
Kendisi için, kendini aşırı derecede önemsediği için. Ve ona göre Küçük Ağa kalleşti, kancık idi.
Küçük Ağa buraya gelince bedenini ateş basmış gibi oluyor, ciğerleri damlıyordu. Uzandığı sedirden yay gibi
fırladı:
«- Tu, Al ah kahretsin» diye öfkeli öfkeli söylendi.
Öyle ya, Etem beyin bulunduğu noktadan bakınca yaptığı düpedüz kal eşlikti. Adam işte gidene güle güle
diyordu. Ben gelemeyeceğim bey, dese idi, onunla da helâlleşip güle güle diyecekti. Ama Küçük Ağa bunu
yapmıyor, Etem beyin kuvvetlerini dağıtmak, onu içinden vurmak için yol arıyordu. Bunun adı da Etem beyin
lügatin-da elbette kalleşlik, kancıklık olacaktı.
«— Al ah kahretsin» diye tekrarladı. Ancak, şimdi bir hak ve hakikat tartışması yapar gibiydi:
«— Yalnız ona göre, ama yalnız onun lüga-tında» diye kararlı, biraz da hınçlı bir gülümseme ile mırıldandı.
Kuvvetini bulmak için hınca başvuruyordu. Gerçekten, hakikati bulmak için hoşgörürlük kadar hınç ve öfke de
gerekiyordu bazan. Dış görünüşü aralamak, durumun aslını kavramak için bu lâzımdı. îsmet, Küçük Ağa'nın
umurunda değildi, ama Etem bey de umurunda değil. Aralarındaki anlaşmazlık haksız için sonuç verse de
birşeyler kaybedilecek, zarar görülecek, haklı için sonuçlansa da aynı şey olacaktı. Mesele işi bu pis gurur
çekişmesi haline getirmemekte idi. Ama gelmişti işte. Şimdi vatan'dı, mil et'ti, vatanın ve milletin yararı idi.
Bunun için tutulacak yol arın hepsi de azizdi, hiç biri de namertlik değildi.
Ve Küçük Ağa, hiç de lüzum olmadığı halde, düşünüyor,, düşünüyor, fakat Etem beyi tutmak için en ufak bir
sebep bulamıyordu.
Etem bey mertti, evet. Etem bey savaş için çok yararlı olmuştu, evet. Daha da olabilirdi, yine de evet.
Emrindeki kuvvetin büyük değeri vardı ve bu değer Etem'in düşündüğü şekilde de eksilmez, hatta tam
gücünü bulurdu, buna da evet. Ama bütün bunlar varılacak hedef için, son hedef için ne mâna ifade
edebilirdi? Bu hedef için terazinin bir kefesine Etem bey, öbür kefesine de Ankara konulursa ne olurdu?
Küçük Ağa artık ferahlamıştı. Emin bir şekilde :
«— Ne olacak? Etem bey havaya fırlar, dirhem çekmez» diye söylendi.
Küçük Ağa Akşehir'den ayrıldıktan sonra çok şey işitmiş, görmüş ve öğrenmişti. Artık o büyük yenilişten-
önceki bilgi ve inanışlarına göre düşünmüyordu. Uyanık kafası yeni şartların getirdiği ölçüleri hiç değilse
sezebiliyor ve her zaman olduğu gibi, hatta daha da kuvvetle, "önce düzen" diyordu, tki kişinin bulunduğu
yerde bile iyi'nin, verim'in, başarı'nın ilk ve bırakılmaz şartını bir düzen'de gören Küçük Ağa bir kader
savaşında yolunu seçerken elbette ölçü olarak bunu alacaktı.
Eğer hedef yaşama hakkını kurtarmak ve zaferi kendinden ibaret, ölümünü doğumuyla getiren, son'u
başlangıcında bulunan bir tabiat olayı gibi bırakmak ise, bir şimşek çakışına, bir yer sarsıntısına, bir esinti
veya yağışa döndürmemek ise savaş'ı da asıl savaş'tan sonrası olarak düşünmek, öyle değerlendirmek
gerekir. Bu bakımdan Çerkeş Etem bey ne idi? Bir hiç. Bir kuv-"• vet topluluğu, yani, evet, bir hiç. Küçük Ağa
bu inanışın insafsızlık olmadığını iyice anlamak için koskoca devlet ordularının yenilip yok edildiği
savaşları ve o devletlerin yeniden doğuşunu düşünüyordu. Demek ki önemli olan kuvvet birlikleri değil,
düzen idi. İşte o parlak, o dağ gibi Osmanlı ordusu bir hiçe dönmüştü. Fakat işte o göz kamaştıran tarih
ışıltısının o büyük düzenin ordudan, kuvvetten ibaret olmadığı bir kere daha ortaya çıkmak üzere
bulunuyordu ve bu da elbette Çerkeş Etem bey yüzünden olmuyordu.
Tam tersine bu başarı da, daha öncekiler gibi, Çerkeş Etem'lerin kendilerini de yaratan o büyük, o aziz
düzen'in eseri idi ve Etem bey bunun farkına varmazken Ankara o düzen'in şuuru ve yürütücüsü
görünüyordu. Etem bey küçük -veya büyük- galebelerin peşinde koşarken Ankara son ve kesin zaferden de
önce o mil et
ölümsüzlüğünün büyüsü olan düzen için çalışıyordu.
Küçük Ağa seziyordu ki, Çerkeş Etem anlayışının zaferi vatanı derebeylik kavgalarına, o değilse bile post
entrikalarının o kadar eritici, o kadar yıpratıcı keşmekeşine götürecek, Ankara'da görülen anlayış ise tam bir
kuvvet zaferine ulaşmasa, bile, o besleyici, o geliştirici Osmanlı düzeninin kurtuluşu, yeniden yürürlüğe girişi
olacaktı.
Küçük Ağa, aynı gülümseyişle tekrarladı: «— Elbette Etem bey dirhem çekmez, havaya fırlar!»
Etem bey dürüsttü, mertti, çapının en başarılı örneklerinin biriydi, belki de birincisiydi. Fakat herhalde bir
Yıldırım Bayezid değildi.
Küçük Ağa bu hatırlayışla burun kıvırır gibi güldü. Yıldırım bile, o nurlu kudret bile düzen'e, devlet'e "son"
olmamıştı. Etem bey bu planda ne değer taşıyabilirdi? Etem bey pusuya düşürül-se veya bir meydan
savaşında sarılıp esir edilse ne olacaktı? Her şey bitecek miydi?
Küçük Ağa'nın, Etem beyin konuşmada iyice beliren mertliği yüzünden sarsılan içi eski rahatlığını bulmuş, ilk
kararına karşı duyduğu güveni daha da kuvvetlenmiş olarak yerine gelmişti.
Şimdi bütün mesele Etem beyin vuracağı darbeyi elden geldiği kadar zayıflatmaktı. Yoksa, bir yanda koca bir
vatanın ve milletin kaderi dururken, bunun karşısında tek bir insanın toplum dışı onur kuruntularını ve büyük
yanılmalardan doğan tutumunu koyup da "kal eşlik" veya "kancıklık" gibi gereği, gerçeği, ahlâk dayanağı
bulunmayan kelimelere takılmak budalalığın ta kendisi olurdu.
Hedef beraberliği ortadan kalkacak, sırf ona dayanan anlaşma yok olacak, sonra da hâlâ "vefa"dan,
"arkadaşhk"tan ve "mertlik"ten bahsedilecek ve "kal eş" gibi, "kancık" gibi kaypak, kaypaklıktan kurtulmak
için kesin ispatlar isteyen yaftalar silâh diye kul anılacaktı öyle mi?
«— Olmaz öyle şey!..»
Küçük Ağa artık kendini dev gibi hissediyordu; dev gibi ve haklı. Yapacağı işleri toparladı :
İyice güvenmediği ağalardan üç beşini Alayunt'a Kuvvâyı Milliye kumandanına derhal gönderecekti, Etem
beyden, kendisine danışmayan birkaç birlik kumandanının daha ayrılacağım sanıyordu. Onlar diledikleri gibi
davranırlardı, ister Kuvva'ya katılır, ister dağa çıkar veya köylerine, kentlerine dönerlerdi.
Kendisine gelince, o Musa ve Musa'nın sağlam tanıdığı müfreze kumandanları ile Etem beyin yanında
kalacak, Kütahya'ya saldırışı bir bozguna çevirecek bir plân hazırlayacaktı.
Kararını üç dört cümle halinde yazdı ve ahıra inerek her zaman yaptığı gibi batmanın altındaki belli yere
bıraktı. Çıkarken de seyislerin odasına uğrayarak:
«— Musa Ağa'ya söyleyin varsa bana bir parça kahve yol asın» dedi. Musa artık vakit geçirmeden pusulayı
alırdı.
O günden sonraki olaylar Küçük Ağa'nın hesabına uygun geçti. Musa işleri iyi düzenlemişti. Gelip Etem
beyden özür dileyenlerin sayısı fazla kabarık değildi. Etem bey de buna bakarak kararında değişiklik
yapmadı. Kendisine bir şey söylenmemiş olmakla beraber Küçük Ağa, Etem beyin Yunanlılarla haberleştiğini
anlamıştı. Zira kanunisani -Ocak- ayının dördüncü günü, ikindi üzeri Etem beyin daveti üzerine gidip onunla
yaptığı konuşmada bilmediği çok şeyi öğrendi.
Küçük Ağa girdiği zaman Etem bey yine odayı arşınlayıp duruyordu. Fakat bu defa daha zinde ve bilhassa
çok daha memnun görünüyordu. Tevfik bey de içerde ve sedirin baş köşesine yakın bir yerde oturuyordu.
«— Buyur Küçük Ağa, şöyle otur» dedi. Etem beyin sesi de kuvvetli idi, ekledi:
«— Bir iki kişi daha gelecek, diyeceklerim var.»
Çok beklemediler, Gürcü Mehmet Ağa ile, müfreze kumandanlarının ileri gelenlerinden beş kişi içeri girdi.
Etem bey onlara da oturacakları yerleri bir bir gösterdi ve derhal söze başladı:
«— Garp Cephesi Kumandanı düşmanı bırakıp bizimle uğraşmaya başlamıştı, bilirsiniz. Bizi kendi düşmanı
sayıyor ve vatan düşmanından daha tehlikeli tutuyor olmalıydı, leap eden tedbirleri aldım tabi ... Fakat telâş
olmasın diye hemen söylemedim. Son dakikayı bekledim. Hadise şudur.»
öksürdü, cümlelerini kafasında sıraya koydu. Bu arada da oturanları tek tek süzdü:
«— Yunan cephesini boş bıraktılar, ellerindeki kuvvetleri bizim üzerimize saldılar. İki bin süvari ile yedi, sekiz
bin piyade bize yürüdü.
Dün bizden ayrılanları da yarı zorla, yarı türlü vaitlerle aralarına aldılar. Allah razı olsaydı bu akşam, bu
akşam değilse yarın Müslüman Müs-lümanı kıracak, kardeş kardeşi öldürecekti. Fakat bu iğrenç niyetlerini
tahakkuk ettiremediler. Çünkü karşısındaki cephenin boşaldığını, sahipsiz kaldığını gören Yunan Eskişehir'e
ve Afyon'a yürüdü. Garp Cephesi Kumandanlığının bu gafil, bu katil niyeti bir yığın vatan toprağının kaybına,
bir sürü islâm köy ve kentinin yakılıp yıkılmasına, Ümmet-i Muhammed'in yeniden kan ağlamasına mal oldu.
Lanet ki, yüzlerce, binlerce lanet...»
Etem beyin bu içten öfkesi ve kükreyişi oda-dakileri sarsmış, kuvvetle tahrik etmişti. Yaptığı tesiri uzun bir
susuşla çivileyen Etem bey tutulacak tek yolu, dünyanın en akla yakın çaresini söyler gibi ağırbaşlı, üzgün ve
karşılığa, hatta düşünceye yer bırakmayan bir tonla kararını bildirdi:
«— Şimdi bize mukaddes bir vazife düşüyor arkadaşlar. Bu adamlara hadlerini bildirecek, kendilerini doğru
yola, hak yoluna, din ve vatan yoluna davet edeceğiz. Adamlarınızı hazırlayın, harekete geçiyoruz, önce
Kütahya'yı alacak; teklifimizi yenileyeceğiz. Kabul etmezlerse hedefimiz Ankara olacak. Şunu da söyleyeyim.
Ankara halkıyla, siyâsîleri ve askeri ile bizi bağrına basmak için sabırsızlanmaktadır. Haydi şimdi. Göreyim
sizi. Hiç bir zaman yüzümü kara çıkarmadınız. Bu sefer de sizden eminim. Ancak bugün en büyük vatan
vazifesine girişeceğinizi bilmenizi isterim. Harekâtın büyük ehemmiyetini burada bulunmayan arkadaşlarınıza
ve adamlarınıza tek tek telkin ediniz ve kendilerine bildiriniz ki...»
Burada çok kısa bir zaman için sustu:
«— Bildiriniz ki, ummadıkları yardımcılarımız vardır. En büyük yardımcımız da, elbet ve elbet, Hak'dır. Hak'ka
imanımız, vatan muhabbetimiz ve şecaatimizdir!»
Müfreze kumandanları bir heyecan sar'asına kapılmış olarak Düzce'ye dağıldılar. Kararsız, kuşkulu ve tedirgin
bekleyişlerle çürüyen günler gitmiş, hareket günleri işte yeniden başlamıştı, işte yeni bir hedefleri vardı
şimdi. Hiç biri de bu hedefin aslını astarını araştırmıyor, aklına bile getirmiyor, buna karşılık Etem beyle
birlikte olunca, hedefin başarı demek olduğunu hatırlıyorlardı. Şimdiye kadar Etem bey 'yürüyün" dedi, "ileri"
dedi mi başarı değişmez, değiştirilemez kader olmuş, asıl güzeli, başarının ardından da her zaman alkış
gelmiş, sevgi gelmiş, övgü gelmişti. Şimdi de elbet böyle olacaktı.
Küçük Ağa Düzce'yi ve iki bine yakın savaş atlısını saran bu neşe dozu çarpıcı heyecanı hüzünle teneffüs
ediyordu. Ciğerleri bu hava ile dolmuş, bu hava elle tutulur, gözle görülür bir hal almıştı ve bu havanın en
güvendiği adamları salıvermesi de beklenmeyecek bir şey değildi. Bu ihtimalle canı İstemediği, bu isteksizlik
bir bitkinlik gibi koyulaştığı haide, büyük bir zorlayışla o zinde, o yılmaz görünüşünü bularak sokağa çıktı,
önce kendi müfrezesini, sonra da güvendiklerini dolaştı, etrafını saranlara kuvvet ve üstünlüğünü ilân eden
bir tavırla hep aynı şeyi söyledi :
«— Kulağınız, gözünüz, kafanız ve gönlünüz "bende olacak, bende., anlıyor musunuz bende! Beni
dinlediniz mi yüzünüz hiç bir zaman kızarmayacak. Al ah'ın huzuruna alnınız ak çıkacaksınız. Yüreğinizi pek
tutun.»
Küçük Ağa artık zerre kadar çekinmiyordu. Gidip söyleyeceklermiş, Etem bey işitecekmiş, umursamıyordu.
İpin kopacağı günler gelmişti. Dikkat ettiği, gözünü dört açtığı bir şey vardı. Gafil avlanmamak.
Yaptığı konuşmanın altında neler gizlendiğini herkes bilirdi, o da bunu iyi bilirdi ve Etem beye, hiç değilse
Gürcü Mehmet Ağa'ya bir haber uçuranın çıkması da pek muhtemeldi. Böyle bir şey gerçi dünkü, hatta bu
sabahki kadar tehlikeli netice vermeyecekti, ama hesapta bir de kıskıvrak yakalanmak vardı, işte bu ha bir ay
önce olmuş, ha şimdi fark etmezdi, o kadar zararlı olurdu. Kuvvetlerin kopuşu, Kütahya baskını sırasında
elbette çok daha netice alıcı idi. Fakat aynı işin hemen olması da küçümsenemezdi. Küçük Ağa ısrarla bunu
düşünüyor ve kendi kendine tekrarlayıp duruyordu:
«— Yeter ki kıskıvrak yakalanmayalım.»
Bu endişe ile kendisine uyacak müfreze kumandanlarına adamlarını bir an önce kasabanın dışına çekmelerini
emretti. Görünüşe göre bu birlikler harekete çabucak hazırlanmışlardı. Nitekim Etem bey görünüşü kabul etti,
beğendi. Ağalar beri taraftan hiç bir kimsenin birliğinden uzaklaşmamasını da büyük bir dikkatle önlemiş
bulunuyorlardı. Zaten hazırlık telâşı içinde kimsenin kimseye bakacak halde olmayışı da bir başka şans idi.
Böylece Etem beyin iki bine yakın atlısı ikindiden az sonra Kütahya'ya baskın yürüyüşüne çıktı. Karla kaplı
dağlar ve ova günün son ışıkları altında pırıl pırıldı.
Kütahya'daki Kuvâyı Milliye birlikleri Küçük Ağa'nın yolladığı adamlardan durumu öğrenmiş bulunuyordu.
Gözcüler çıkarıldı, eldeki kuvvetler ovaya hâkim tepelerde mevzilere yerleştirildi, mümkün olan müdafaa
tedbirleri alındı.
Bu arada Etem kuvvetlerinin geleceğini halk da işitmişti. Şehirde paniğe yakın bir telâş ve korku vardı. Yaşlı
kocalar, nineler, nineler ve sakatlar zabitlere koşuyor ve "aman. bizi koyup gitmeyin, Etern Yunandan da
zalimdir" diye yal-vanyoriardı. Eli silâh tutanlar askere katılmakta, kadınlar da onlara yemek yetiştirmekte idi.
Nihayet yol boylarına konan gözcüler yatsıya doğru haber taşımaya başladılar. Etem'in süvarileri şehre
yaklaşıyorlardı. Nitekim yatsı ile birlikte ilk silâh sesleri duyuldu. Etem'in ihtar atışları şiddetli bir karşılık gördü
ve hemen başlayan bu körlemesine savaş bütün gece sürdü.
Saldıranlar şehri yarım çember içine almışlardı. Sabaha karşı, müdafaaya kumanda eden İzzettin beye bir elçi
geldi ve şehrin teslimini, kuvvetlerin de silâh bırakmasını teklif etti.
İzzettin bey durumu şöyle görmüştü. Şehri saran kuvvetler, Etem beyin şöhretine uymayacak bir şekilde
dövüşüyorlardı. Bir kere mesafe çok uzaktı, sonra da ateş geniş çapta gelişi güzel yapılıyor; sanki, aman
isabet etmesin diye dikkat ediliyordu. Dürbünle gözüken manzara ise daha da ümit verici idi ve Etem'in
birliklerinde bir başıboşluk, bir dağınıklık vardı.
Beride kendi askerleri de, Kütahyalılar da sonuna kadar direnmeye, yeniliş mukadderse bile bunu çok pahalı
ödetmeye azimli idiler. Etem'in adamını pek ağır sözlerle kovdu, o giderken de askerlerini şiddetli bir saldırışa
karşı elinden geldiği kadar hazırladı.
Kumandan y anılmıyordu. Öğleye doğru, Etem'in askerleri kesif bir topçu ve piyade atışından sonra hücuma
kalktı. Etem onlara:
«— Kütahya'yı alın, mal mülk, para pul her-şey, herşey sizin olacak» demişti.
Küçük Ağa o keşmekeşin içinde bile, yarı kendi görüşü, yarı aldığı haberlerle sözlerin birbirine tamamen zıt
iki tesir yaptığını anladı. Etem beyin ona bağlı adamlarından bir kısmı büsbütün celallenirken bir kısmı da
şaşkın bir kararsızlığa düşüverdi; Kütahya yağma edilecekti, öyle mi?
Onlar Kütahya'da haftalarca kalmış, Kütahyalılarla hak hukuk, tuz ekmek ilgisi kurmuşlardı. En kötüsünün
tanıdığı, selâmlaştığı, hatta dertleştiği birkaç tanışı vardı. Çoğuyla, pek çoğuyla sabahların alaca
karanlıklarında yollara dökülmüş, aynı şadırvanlarda abdest almış, aynı imamın ardında aynı saflara girmiş,
beraber namaz kılmış, Allah'ın huzuruna aynı Nebi'-nin ışığı altında çıkmayı ümit etmişlerdi. Sağ düşünce ve
duygudan zerre pay alanları Etem beye bağlılıkları ile bunları karşı karşıya koyuyor ve şaşkın bir kararsızlığa
kapılmadan ya-pamıyorlardı. Saldırganlıkları bir hırs halini alanlar ise Allah'ın bahtsız kul arı idi. Küçük Ağa
inanıyordu ki, vakit geniş ve elverişli olsa da kendilerine üç beş cümle söylenebilse idi onların da değişmesi
muhakkaktı, mukadderdi.
Etem bey kuvvetleri bu hava içerisinde, öğleye doğru taarruza kalktılar. Küçük Ağa artık bütün uyanıklığı ve
elinden geldiği kadar iyi düzenlediği grafiği gözetiyordu. Bu arada dikkate değer ilk nokta, saldıranların pek
çoğunun rast-gele ateş edişi idi. Vurmak için atan mevcudun dörtte birini ya tutuyor ya tutmuyordu. İlerleyiş
de aynı şekilde devirmek, ele geçirmek için değildi.
Durdurucu bir direniş ve ateş olmadığı halde birliklerin çoğu mevzilerinde oyalanıyor, ancak Etem beyin
bizzat kumanda ettiği ve kendisine çok bağlı kuvvetler fazla mesafe alınca, Tevfik beyin müdahalesiyle
yürüyorlardı. Nihayet ikindi üzeri iş ciddiyetini tamamen yitirdi ve savaş aynı cephenin içine dönmek istidadı
gösterdi. Emirlerin yerini tehditler, sert müdahaleler almaya başlamıştı. Bunun üzerine Küçük Ağa anlaştığı
birliklere kararlaştırılan parolayı verdi. Kısa zamanda da Etem bey kuvvetlerinin yarıyı aşan bir ölçüde İzzettin
beye teslim oluver-diği görüldü.
Beride kumandan bey daha Küçük Ağa ile görüşüp işin aslını öğrenmeden Etem bey kalan adamları ile geri
çekilmeye başladı. Durumu artık iyice kavrayan İzzettin bey de bir yandan Etem'in arkasına takip birlikleri
gönderirken, bir yandan Alayunt'a ve Garp Cephesi Kumandanlığına haber yolladı. Bunun üzerine Gediz'e
kadar süren takibi, buradan sonra süvari birlikleri aldı.
Haber çok geçmeden her yana yayılmıştı. Kütahya bayram yapıyordu. Fakat şehrin bu sevinci her yerde aynı
şekilde paylaşılamadı. Etem macerasının bu sonucu yüzünden eski başarıları hatırlayıp üzülenler, hatta
umutsuzluğa kapılanlar da vardı. Onlara göre Kuvâyı Milliye sağ kolunu kaybetmişti. Fakat birkaç gün sonra
Etem beyin Demirci'den geçerek Yunan'a teslim olduğu işitilince bunlar da boyunlarını büküp sustular. Artık
istisnasız herkesin benimsediği bir avuntu vardı: Etem beyin yanında çok az insan kalmıştı. Kütahya'da iltihak
etmeyenlerin çoğu da kaçışı sırasında kendisinden ayrılmış bulunuyordu.
Aralık ayında mucizeye benzeyen bir mavilik içinde ve güneşin vuruşuyla beyaz ihtişamı büsbütün büyüyen
Murat Dağı'nın eteklerinde bir mil etin kaderiyle yakından ilgili bir oyun oynanmıştı. Bir büyük isim, bir sevilen
ve sayılan kahraman bir hain damgasını alıyor, gerçek sebeplerin dışında meydana gelen bir boşluk, Etem
kuvvetlerinin bıraktığı boşluk yeni bir kader olmak istidadı gösteriyordu; bu kader hangi yön-da gelişecekti?
Bu soru vatan için çalışan kalplerde ve kafalarda burgulanıyordu. Yine aynı tedirginlikle düşünüyordu ki,
Etem bey macerasının böylece bitiminden, bu macerada hiç bir söz hakkı olmayan kimler ne hükümler
çıkaracak, kimler hangi durumları sağlayacaktı? Acaba Etem bu tutumuyla yalnız kendi alınyazısma mı
uymuştu? Yoksa bu çok daha geniş çevrelerin ve uzak zamanların hâkimi olan ilâhi takdirin eseri miydi?
Etem'in ihaneti önemli bir sarsıntı doğurma-yabilirdi veya doğururdu da zamanla, bazı kayıplarla da olsa
giderilebilirdi.
Fakat asıl derdin, üzerinde durulacak noktanın bu sarsıntıdan ibaret olduğunu hangi aklı başında adam
söyleyebilirdi?
Düşünenler kabul etmek zorunda idiler ki, asıl üzerinde durulacak mesele Etem ihtilâfını ortaya çıkaran
tutum, anlayış ve inanışların gelişme şansı ile mahiyetleri idi. Bu şansın, bu mahiyetin bir hayat savaşına
giren vatanın savaş boyunca ve savaş sonrası kaderinde oynayacağı roldü. Bu şans ise bu mahiyeti
değerlendirmekte ve iyi taraflarını geliştirmekte, yıpratıcı taraflarını önlemekte idi.
Ve Ankara'da
Küçük Ağa ile bin atlıyı geçen birliği Kütahya'da yalnız bir gece tutuldu ve tam bir istihbarat merkezi olarak
çalışan Alayunt'a gönderildi. Küçük Ağa bölge kumandanı durumunda olan Yüzbaşı Nazım beyle camı
islenmiş bir gemici fenerinin aydınlattığı istasyon odasında konuştu. Bu arada telgraf manipleleri devamlı
olarak işliyor, ikide bir telefon çalıyordu.
Küçük Ağa kendisini "Reha" parolası ile tanıtmış, ilk bakışta da Yüzbaşı Nazım beyi hatırlamıştı : Ulu
Cami'deki o sarsıntılı vaaz günü Doktor, Yüzbaşı Haydar beyin sağ gerisinde, sütunun dibinde oturuyordu ve
Hoca'ya Kuvvacıların hepsinden çok tesir etmişti. Başını dimdik tutuyor, va'zın kendisine yaptığı tesirler yüz
çizgilerinden ve bakışlarından pek açık, pek çarpıcı bir şekilde belli oluyordu. O tam bir Osmanlı zabiti idi,
hedeflerine bütün canlılığı ile, üstün bir irade ve enerji ile sarılan Türk zabiti.
«— Acaba beni tanıyacak, Küçük Ağa'da istanbul u Hoca'yı keşfedecek mi?»
Bu endişe bütün konuşma boyunca kafasına takıldı kaldı, ayrılıştan sonra da:
«— Beni tanıdı mı? Acaba Küçük Ağa'da İstanbul u Hoca'yı keşfetti mi?» şeklini aldı.
Konuşma hiç de Küçük Ağa'nın umduğu gibi geçmedi. Yüzbaşı, sanki çok daha önemli işlerinin arasına girmiş
gibiydi. Telefonlara cevap verirken veya önüne getirilen telgraf şeritlerini okurken nasılsa Küçük Ağa'yı
dinlerken de öyleydi. Kaşları çatık, alnı canı sıkılmış gibi hafifçe kırışık ve alt dudağı daima harekette. Bununla
beraber Küçük Ağa onun uyanıklığını ve her cümleyi söylenir söylenmez değerlendirişindeki üstünlüğünü
anlamakta gecikmedi. Bu da içini ferahlattı; zira orduyla ilk defa temas ediyordu. Etem ve Tevfik beylerin
iddialarından kalmış bir tortu vardı içinde. Güvensizlik ve endişe çeşnisi taşıyan bir tortu.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Küçük Ağa - 37
- Büleklär
- Küçük Ağa - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2952Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165833.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155736.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2913Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155934.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2868Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2898Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172731.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167234.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2859Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170533.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2958Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165331.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2887Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167434.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2855Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159436.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3075Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174633.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3047Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2968Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171532.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2927Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167734.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2954Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167435.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3030Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152435.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2877Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2991Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2964Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159136.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162335.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172533.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3004Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171434.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2899Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168433.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2965Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162337.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3043Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3032Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2956Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168633.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157434.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163134.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2943Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159733.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167831.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161736.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2979Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2935Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2982Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163534.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2852Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152736.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 57142.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.61.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.