Küçük Ağa - 26
Süzlärneñ gomumi sanı 3043
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1671
33.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
sayılabilecek çarpışmadaki yeniliş çeşitli sarsıntılar doğurdu, güvensizliklere, hoşnutsuzluklara sebep oldu.
Asıl önemlisi, Fuad Paşanın getirilmesi ile milisler nizamiyeye ve cephe kumandanlığına açıktan açığa ters bir
tavır takındılar.
Bu arada Etem bey ciğerlerinden hastalanmış, bütün işleri Tevfik beye bırakmıştı. Bir yandan Etem bey
Ankara'da bir başkumandan muamelesi görüyor, bir yandan da Tevfik bey, yani Etem beyin kuvvetleri ile
Garp Cephesi Kumandanlığının arası açıldıkça açılıyordu. Geçimsizlik dört başı tamam bir sinir harbi haline
gelmiş, hatta olaylar, küçümsemeler, hakaretler başlamıştı.
Tevfik bey İsmet Paşa'yı ehliyetsiz ve bilhassa anlayışsız buluyordu. İsmet Paşa da gevşemeyen bir inatla
Etem bey ile kardeşlerinin yetki ve itibarlarını azaltmak, azaltmak sonunda da cephe kumandanlığına bağlı
herhangi bir müfreze haline getirmek için çalışıyordu.
İki taraf da, haberleşmedeki klişe tâbirlere ve duygusuz, sopsoğuk üsluba rağmen birbirlerinin asıl
düşüncelerini, asıl kanaatlerini anlamıştı. Emirler kadar bunların reddedilişleri de gerçekte birer kuvvet
denemesi, birer oyuna getirmek veya oyuna karşı koymak isteğiyle oluyordu.
Meselâ kumandanlık "Geçici olarak" kaydıyla küçük bir müfreze istiyor, Tevfik bey de vereceği müfrezenin bir
daha geri dönmeyeceğine inandığı için "Şimdilik imkânsız" diyerek, bir takım sebepler sıralayıp özür diliyordu.
Yine meselâ, Kumandanlık Tevfik beyden "Birinci Kuvayı Seyyare" unvanını kul anmasını istiyor buna karşılık
beriki "Umum" kelimesini bırakmak şöyle dursun, imzanın üstüne ağabe-yisine vekâleten "Umum Kuvayı
Seyyare ve Kütahya Havalisi Kumandanı" diye yazmaya başlıyordu.
Bu çeşit örneklerden biri veya ikisi hemen her hafta görülür olmuştu ve artık
yanından ayırmaz olduğu Küçük Ağa işin tehlikeli bir çıkmaza doğru hızla ilerlediğini açıkça anlıyordu.
Gerçi Tevfik bey bütün bu hadiselerden önce onunla konuşur, hatta akıl sorardı, fakat Küçük Ağa davayı
yumuşatmak için girişeceği teşebbüslerin birşeye yaramayacağını, üstelik beyi kendisinden soğutacağını iyice
anlamıştı. Çünkü beyi tanımıştı. Onun kendisine güvenerek olup bitenleri anlatışı akıl sormak için değil,
mizacının, hissi ve asabi yapısını hadise ile birlikte vardığı kararı desteklemek içindi. Ortada kimsenin ve hiç
bir kuvvetin değiştiremeyeceği bir durum vardı. Tevfik bey, İsmet Paşa'yı sevmiyor, hele Paşa'ya hiç
güvenmiyordu. Kaderi çizecek olan da işte bu idi.
Bu karşılıklı güvensizlikle sevgisizlik bir gün gelecek düşmanlık halini alacaktı. Nitekim de öyle oldu.
Akşam yemeğinden sonra idi. Tevfik beyin kaldığı ve Balıklı hamamının karşılarına düşen evde, ikinci katta,
bahçeye bakan balkonda oturuyorlardı, îki atlı habercinin geldiğini bildirdiler. Tevfik bey:
— Alın buraya, dedi.
İsmet Paşa'nm karargâhında çalışan bir zabit gönderiyordu adamları. Karakeçili müfrezesinin bütün sırları
öğrenilmişti.
Tevfik beyin donukluğu bir an sürdü ve Küçük Ağa bile bunu ancak sezdi:
Adamlar çekildikten sonra Tevfik bey bardağına yeniden rakı koydu. Halbuki bir parça tatlı yiyip sade
kahvesini de içtikten sonra, ortaya hatır gönül konsa bile ağzına bir yudum ol-
Küçük Ağa/417
sun rakı almazdı. Şimdi ise bir dikişde bardağı yarılamıştı. Dudaklarını ve gür bıyıklarını elinin tersiyle
kuruladı, üç beş defa yutkundu okkalı bir küfür sal adı.
— Başımıza belâ geldi bu îsmet. Kafa yok herifte kafa. O çıtkırıldım, toy, ana kuzusu nizamiye askerleri ile bir
halt edeceğini sanıyor sersem. Gördük Gediz'de ne... b... a yaradıklarını... Sekiz merminin yedisini havaya,
birini de dağa taşa yakarlar, düşmanın şapkasını görünce de tabanları kıçlarını döver. Yaraları da hep kıçtan,
kıçtan. Şu güne kadar ne yaptıysa beğenmediği çeteler yaptı. Karakeçili'yi keşfetmiş. Etsin bakalım. Marifet
onu keşfetmek değil kudurtma-maktaydı. Sanki vatana saldıran Yunanlı değil de biziz. Herifin derdi yükü
bizimle. Sanki biz aptaldık da elimizi kolumuzu bağlayıp oturacak, tavuk gibi enselenecektik. Hiç bir şeye
yanmam bu mil ete yanarım.
Durup durup yeniden alevleniyor, atıyor, tutuyordu. Küçük Ağanın çok eskiden tahmin ettiği bir durum şimdi
gözlerinin önünde sahneleş-mekteydi. Küçük Ağa Tevfik beyin ateşli bir sayıklamayı andıran öfkesinde asıl
sebebi görüyordu. Bu, gururu hastalık derecesini bulan bir adamın kendini gadre ve hakarete uğramış
saymasından başka bir şey değildi. Tevfik bey çok büyük işler başardıklarına, büyük başarıların da ancak
kendi sayelerinde ve kendi anlayışlarına göre sağlanacağına inanıyor, iman ediyordu. İsmet Paşaymış, Ali
veya Veli Paşaymış, işe burnunu sokan kim olursa olsun, ona göre zarar vermekten, ayak bağı olmaktan
kurtulamazdı.
Küçük Ağa yakaladığı bu gerçekten hem üzüntü duyuyordu, hem de korkuyordu. Tevfik beye acıyor, fakat
onu saran ve ihtiraslara sebep olan gururundan korkuyordu. Bu gurur, işte en sonunda "inceldiği yerden
kopsun" der çıkardı işin içinden. En kötü ihtimali, hatta düpedüz ölümü göze aldı mı onun için mesele
bitiyordu. Çünkü dünya, gururu ile sınırlı idi. Koca bir milletin kaderi ile ilgili konuda bile durum, işte,
değişmiyordu. Acaba haksız mıyım? endişesi kafasının ucundan bile geçmiyordu.
Cephe kumandanlığından da, Ankara'dan da Karakeçili meselesi ile doğrudan doğruya ilgili bir hareket
çıkmadı. Fakat buna karşılık, Tevfik bey'e, müfrezelerini cephe kumandanının teftişine arzetmesi için bir emir
geldi. Tevfik bey red cevabını gelen posta ile derhal gönderdi.
Müfrezeleri nizamiye kıtaları gibi askercilik oynamıyor, kışlalarında, konaklarında, yan gelip yatmıyor, ense
yapmıyordu. Herbiri bir yerde düşmanla çarpışmakta, çarpışmaktan başka da bir şeye niyet etmemektedirler.
Hele bayram bebekleri gibi giyinip kuşanıp Paşa ağalarının gözüne hoş görünmek diye bir gaileleri kat'iyyen
yoktu. Kendisi de onları mukaddes vazifelerinden ayırıp büyük zaman kayıplarına sebep olamazdı. Paşa ille
paşalık yapmak istiyorsa düşmandan köşe bucak kaçan birliklere görünmeliydi.
Tevfik bey bu cevabı yazıp bitirdikten sonra bir kere de yüksek sesle okumuş, içindeki imaları açıklamıştı.
Küçük Ağa odada bulunan müfreze kumandanlarının nasıl koltuk kabarttıklarını da aynı üzüntü ve aynı korku
ile farketti.
Bu hadiseden sonra Tevfik bey iki gün için ortadan kayboldu. Dönüşünde artık Garp Cephesi
Komutanlığından gelen evrakı ya cevaplamıyor, ya da gerekli bulursa cevabını doğrudan doğruya Ankara'ya
yazıyordu. Kumandanlıktan, mülkiye işleri ile geri hizmete karışmamasını isteyen bir yazı gelince de
müdahalelerini büsbütün şiddetlendirdi ve Kütahya ile civarında âde-da bir örfi idare kurdu. Artık istediğini
silâh altına alıyor, dilediği gibi para ve mal topluyordu. Şimdi Askerlik Şubesi de o idi, kadı da, mutasar-rıf da
o idi. Asker kaçakları artık yakalanacaklarını anladılar veya pişman oldular mı kıt'alan-na teslim oluyor, istiklâl
Mahkemelerinden kurtulmak için doğru Tevfik beye sığınıyorlardı. O da onları af ediyor kendi
müfrezelerinden birine veriyordu. Sığınanların arasında casusluk etmişler bile vardı.
Derken düşmanın Simav'ı bırakıp çekilmesi üzerine Cephe Kumandanlığı buraya yüzel i kadar mevcutlu bir
jandarma bölüğü gönderdi ve Simav havalisi kumandanlığı adında bir makam kurdu, kumandanlığa da
ibrahim bey adında bir kaymakamı getirdi.
Asayişten, her çeşit hadiseden bu makam sorumlu olacak ayrıca Ahz-ı asker şubesi yetkisini de taşıyacaktı.
Fakat istilâdan yeni kurtulan bu bölge halkının iki ay askere alınmaması da kararlaştırılmıştı.
Tevfik bey bunu öğrenince küplere bindi ve ibrahim beye "arabanı çek git" diye haber gön-dordi. Sonunda
da Simav ve dolaylarını âdeta is-lılu etti, oralarda da dilediği gibi harekete başladı. Kısacası, kendi dediği gibi,
ip inceldikçe incelmişti. Küçük Ağa kopuştan önceki son sahneyi de gördü.
Küçük Ağa/421
420/Küçûk Ağa " .
Kasım ayının sonlarına doğru Garp Cephesi Kumandanlığının insan, cephane, erzak, malzeme ve hayvan
mevcudunun bildirilmesini isteyen bir emri geldi.
O günler Tevfik beyin -son kararını verenlerde ve verdiği son karara iyice güvenenlerde görülen- bir neş'esi
vardı. Eskiden onu barut fıçısına döndüren olaylar şimdi bol gülmesine, nükteler patlatmasına sebep
oluyordu. Bu sefer de emri okuduktan sonra bastı kahkahayı.
Odada sekiz on kadar müfreze kumandanı vardı. Tevfik bey alaycı bir gülümseyişle onları tek. tek süzdü:
— Topal sen bir yana.. Küçük Ağa, sen de... Halil Efe be, sen Elifi görsen tanır mısın?
Zır cahil, fakat cin gibi bir psikolog olan Halil Efe durumu sezmişti.
— Nedir ki o Elif dediğin beğ? Dur ama, bizim emmizadenin sümüklü bi kızı vardı, adı Elif -di, onu mu
soran?
Tevfik bey katıldı gülmekten:
— Vay ayı vay... Elif be dediklerini de duymadın mı? Elif elif, be'den önceki elif, adamın başındaki, paşanın
kıçındaki elif. Görsen okur, deseler yazabilir misin? Sonra kara cümlen var mıdır?
Halil Efe belindeki tabancayı okşadı, ciddi ciddi:
— Valla beğ, sen de bilin işte, kimsesiz herifin biriyim ben, bi şu kara kızım var.
Nükte yapan, pişekârlık yapan sanki o değildi. Ve artık herkes gülüyordu. Sonra Tevfik bey aynı şeyi
ötekilere de sordu. Dediği gibi, Topal İsmail ile Küçük Ağa'dan başka kimsenin
okuması yazması yoktu. Bunun üzerine Tevfik bey, kaşlarım yapmacıktan çatarak:
— Anlamam, dedi; elinizi tez tutun, yarına kadar bana kuvva cetvellerinizi yazıp getirin. Paşa böyle
emrediyor. Emir emirdir.
Bir parça daha süren tuluattan sonra Tevfik Bey ayağa kalkıp yüzünü pencereye dönerek yalnız kalmak
istediğini belli etti; ötekiler de birer birer:
— Müsaade beğ, diyerek çıkmaya başladılar, Tevfik bey Topal İsmail ile Küçük Ağa'ya sıra gelince:
— Sen kal Topal... Sen de Küçük Ağa dedi ve hemen masasına oturarak yazmaya başladı. Bu iş onbeş yirmi
dakika kadar sürdü. Sonra:
— Dinleyin, dedi; bu işin gizli kapaklı hiç bir yanı kalmadı. Bu İsmet Paşa belli ki kafasına iyice koymuş, ille
bizi pençesine düşürmek ister. Ankara da onu tutar. Maksadı ağabeyimi başçavuş, beni çavuş, sizleri ise birer
onbaşı yapıp çırak çıkarmak. Amma bu maksadına eremeye-cek, ölmek var, dönmek yok. Herşeyi göze
aldık. İşte örneği, ben okuyayım, bir de siz dinleyin.
Ve kâh alay, kâh hakaret fışkıran bir sesle okudu. Cephe kumandanlığının umumi kuvva cetveli isteyen
emrine karşı Tevfik beyin söyledikleri şunlardı:
Kuvvayı Seyyare ne bir fırka ne de bir kuv-ve-i muntazama haline sokulabilir, hele hele kafiyen
parçalanamaz. Adamlarımız size göre serserilerdir. Gerçekten de aralarında ipten kazıktan kurtulmuş veya
kaçmış olanlar vardır. Başlarına bir zabit, bir hesap memuru koymanın imkânı yoktur,bunu biz istesek de
onlar kabul etmezler. Çünkü zabit gördüler mi azrail görmüş gibi oluyorlar. Böyle bir teşebbüse isyan ederler,
isyanı da kimse önleyemez. Bizim müfrezelerimizi Halil Efe, San Mehmet, Ahmet Onbaşı, Kız Ali gibi adamlar
idare eder. Elif'i görseler mertek sanır bunlar. Müfreze eminleri de yazdıklarını okuyamaz, okuduklarını da
yazamazlar. Bunları da "sen yapamıyorsun bu işi, çekil" diye değiştirmenin de yolu yoktur. Esasen Kuvvayı
Seyyareyi, sizin anladığınız mânâda zapt-ı rapta koymak bir yana, bu fikre temayül edildiği hissedilince bile
elde tutmamız imkânsızdır.
Tevfik bey okumasını bitirdikten sonra Topal ismail ile Küçük Ağa'ya sordu:
— Doğru değil mi bunlar?.. Topal canı gönülden:
— Elbette, diye tasdik etti. Küçük Ağa kendini zorladığı halde bir şey diyemiyordu. Tevfik bey ısrar etti:
— Sen bir şey demedin Küçük Ağa?.. Küçük Ağa konuşmak zorunda kaldı:
— Ne diyebilirim bey? Hal-ü keyfiyeti siz elbette benden iyi bilirsiniz. Fakat arkadaşların okuma yazma
bilmediklerini az önce öğrendik işte.
Fakat Tevfik bey peşini bırakmadı.
— Açık sordum, açık söyle Küçük Ağa. Şu yazdıklarım doğru mu, değil mi?
— Doğrudur bey. Doğrudur amma bu doğru ne netice verir, işte onu bilmiyorum. Tereddüdüm bundandır.
Tevfik bey hafifçe sarardı:
— Neticenin kaygusu bize mi düşecek? Derdini ona sebep olanlar çeksin.
Küçük Ağa ayağa kalktı, pencereye doğru yürüdü ve bahçeye bakarak konuştu. Sesi, bütün inandığı
meselelerde olduğu gibi hafifçe hüzünlü, basık, net ve insanın gönlüne işleyecek kadar tatlıydı. Cümleleri de
öyle. Onlar da bütün inançlarında olduğu gibi apaçık, sağlam ve birbirine bağlıydı, tavizden, hele
çekingenlikten zerre kadar eser yoktu. Bu yüzden de Tevfik bey onu kesmeye kalkışmadan, hatta
öfkelenmeden dinlemek zorunda kaldı. Küçük Ağa diyordu ki:
— îsmet Paşanın size ve Kuvvayı Seyyare'ye karşı tarz-ı hareketi meydanda. Bu husustaki teşhisiniz
doğrudur. Münakaşadan vareste bir hatası da var. Size karşı muamelesi yakışıksızdır. Şu anda bir
muhasebesi yapılsa sizlerin İsmet Paşa'dan çok daha üstün bulunmanız bedihidir. Vatan, mil et gayretinde
fedakârlık ve muvaffakiyetlerinizle ona hem takaddüm, hem de tevafuk etmiş vaziyettesiniz. Paşa size borcu
olan hürmeti göstermedi. Burası muhakkak. Fakat düşünmeliyiz ki, o bir askerdir, rütbeden başka bir mikyası
yoktur. Olamaz da. Ona bir mafevki nasıl muamele ediyorsa, o da bir madununa o tarzda davranacaktır.
Bunu böyle bilip anlayışsızlıklarını hoş karşılamak, münasebatı gerginleştirme-mek mümkündü. Bu geçti. Beni
tereddüde düşüren bir nokta daha var. Vatanımız bir ordu tarafından işgal edilmiştir. Müstevliyi iz'aç etmek,
ızrar etmek başka, def-ü tard etmek, imha etmek başkadır. Acaba bu ikinci ve tabiatiyle müreccah neticenin
istihsali ancak ve ancak bir orduya vabeste değil midir? Yani bir orduyu mağlûp etmenin tek yolu bir orduya
sahip olmak değil midir? Ankara işte buna inanıyor. Hakikatte İsmet Paşa bu inanış ve bu kararın olsa olsa
kötü bir tatbikçisi olarak mütalâa edilebilir. Bu demektir ki ismet Paşa'ya karşı, onun dirayetsizliği yüzünden
takınılacak menfi tavır Ankara'ya karşı takınılmış olacaktır. Vaziyeti güçleştiren de işte budur. Şimdi, Ankara o
kadar mühim midir? denebilir. Bana sorulursa, evet, o kadar mühimdir. Zira büyük hareketlerin bir dimağı
olmak gerekir. Aksi halde kuvvetler ve imkânların arasında ahenk kurulamaz, bunların aynı hedefe tevcihi
mümkün olamaz. Münferit kuvvetlerin âki-beti ise izahtan müstağnidir, inhilâl mukadderdir.
Küçük Ağa ani ve enerjik bir hareketle döndü ve sözlerine, ara vermeden, fakat artık Tevfik beyin gözlerine
baka baka devam etti:
— Bütün bunları bilmek, doğru saymak neye yarar? Bugün ihtilâf o hale gelmiştir ki, hal i ancak hissiyattan
yapılacak fedakârlıkla, haktan vazgeçmekle mümkündür. Hak artık burada hissiyatın ve gururun tatmininden
başka bir işe yaramaz olmuştur. Hakkını kurtaran bir şey kazanmayacak, fakat aziz dâvamıza zararlar
verecektir. Ve ihtilâf o noktaya gelmiştir ki, hissiyatın feragat ve fedakârlığı artık bir cephe kumandanından
beklemek beyhudedir. O cephe kumandanı ne kadar hatalı, ne denli dirayetsiz olsa da. Bugünler, Tevfik bey,
şahsi dâvaların günleri, şahsi hak hukukun günleri değil, memleket, millet günleridir. Köprüleri atmadan önce
çok düşünmeli, hattâ köprüleri atmayı düşünmemelidir.
Kısa bir sessizlik oldu. Küçük Ağa da bunun üzerine teklifini yaptı:
— Meselenin halline bir de Ankara kanalıyla teşebbüs ediniz, Tevfik bey.
Tevfik bey pufladı. Kararsız olduğu kolayca anlaşılıyordu. Fakat bu uzun Sürmedi ve her zamanki başına
buyruk, kendine yüzde yüz güvenen haliyle.-
— Bilmiyorsun.Küçük Ağa, çok şeyi bilmiyorsun, dedi. Hulus-u kalbini takdir ediyor, endişelerini anlıyorum.
Fakat emin ol artık bizim yapacağımız bir şey kalmamıştır. Ben sana güveniyorum, sen de bana güven. Bunu
isterim, bunu bekliyorum. Bir başka devremiz başlıyor, vefanı, sadakatini beklerim. Bu cevabı hemen
göndereceğim. Yapabileceğim tek şey bu olduğu gibi, yapılacak tek şey de budur. Gerisi îsmet Paşa dedikleri
o vüs'ati nasipsiz herife kalmıştır. Sırtını dayadığı yeri kendi bildiğince kullanır, alet ederse vebali de, kaybı da
büyük olacaktır. Şimdi yalnız kalmak dilerim.
Topal İsmail, Küçük Ağa'dan geri kalmak istediyse de Tevfik bey onu da yol adı. Bu yüzden de sofada
beraber oldular. Küçük Ağa, To-pal'a bakmak bile istemiyordu. Onun ne düşündüğünü adı gibi bildiğini
sanıyordu. Fakat aldandığını gördü. Topal, biraz tereddütle de olsa:
—Küçük Ağa, dedi. Ben de senin gibi düşünüyorum. Beğe diyecektim de... amma bırakmadı. Ne etmeli
bilmem ki... Etem beyin hastalığı da kötü zamana rastladı.
Küçük Ağa ona hiç çekinmeden baktı: Asıl maksadının ne olduğunu anlamak istiyordu. Topal, fırça gibi ve
kızıla çalan sakallarla kaplı yanık ve kırış kırış yüzüne bir çocuk saflığı veren bir gülümseyişle:
— Vallahi, dedi.
Küçük Ağa inandı. Fakat inanışına göre davranmamaya da kendini zorladı. Herşey, sonuna kadar karşıdan
gelmeli, kendisi bir ipucu vermemeliydi. İçi burkuluyordu, ama çaresiz diye düşünüyordu.
— Bilmem ki, diye duygusuz ve imansız bir sesle mırıldanıp merdivene doğru yürüdü. Merdiven başında iki
silâhlı bekliyordu. Ahırların, mutfağın, kilerin, odunluğun bulunduğu kata indiler. Burada bir sürü silâhlı vardı.
Sokak kapısının önünde de dört nöbetçi bekliyordu ve bunlara yirmi adım ötedeki köşebaşında da rastladılar.
Eskiden bu kadar sıkı tertibat alınmazdı. Yol arı ayrılıyordu, fakat Topal:
— Buyur, bizde bir kahve içelim, dedi. Küçük Ağa durakladı. Gerçekten de kendi <jvine gitmek
istiyordu. Çolağı akşam Akşehir'e gönderecekti. Emine ile Mehmet'ten bir haber alamamak artık ona
dayanılmaz bir dert gibi gelmeye başlamıştı. Tevfik beye katılmadan önce saldığı haberci geri dönmemiş,
bir ikinci teşebbüs için de fırsat çıkmamıştı.
Fakat, beş on dakika konuşmak isabetli olacak diye düşündü, daveti kabul etti. Belki de Çolağın Yüzbaşıya
götüreceği haber daha da zen-ginleşebilirdi.
Topal evde hizmetine bakan adamı çarşıya savdı ve cezveyi kendi hazırlayıp mangala sürdü. Lâfa nasıl
başlayacağını düşünüyor ve mutlaka konuşmak istiyordu:
— Hani bir gün Tevfik bey sana, bizleri göstererek; ben bunlara inanırım, bunlar da benim için ölümü göze
alırlar dediydi ya? Doğrudur bu Küçük Ağa. Tevfik bey de, Etem bey de öl deseler gözümüzü yummadan
ölürüz. Doğrudur yani. Kahveye şeker attıydım, ister miydin?..
Küçük Ağa bağdaş kurup oturduğu sedirden sokağa bakıyordu. Başını çevirmeden:
— Nasıl olsa olur, dedi.
Topal da yutkunarak devam etti:
— ölürüz dediysem inan. Can dediğin nedir ki?.. Bugün varız, yarın yok. İnsandan mertlik kalır, yiğitlik kalır,
nam kalır. Zaten bize rahat döşeğinde ölüm var mı ki?.. Neyse işte; o dediği doğrudur. Amma...
Kahve kabarıyordu. Topal cezveyi mangalın kıvılcımlı kül erine birkaç defa sürdü çekti. Şimdi bütün aklı fikri
yaptığı işe bağlanmış gibiydi. Fincanları doldurdu. Köpüklüsünü Küçük Ağa'ya buyur etti. Kendi de onun
karşısına oturdu ve bir yudum höpürdettikten sonra:
— Amması var bir de, dedi. Kahve sanki ona gereken cesareti vermişti artık canlı ve kesin konuşuyordu. Biz
Tevfik beyin, Etem beyin yoluna baş koyduksa bu sırf onların akıllı, mert ve yiğit oluşlarından değildi. Analar
neler doğurmuş. Hadi fazlasına bakmayalım, ama Tevfik bey kadar akıllı, onun gibi mert ne yiğitler vardır
kim bilir? Biz onlara akıllarını, yiğitliklerini vatan uğruna koydular diye bağlandık. Şunu da diyeyim sana
Küçük Ağa: Tevfik bey doğru söyler, hemen hepimiz zabitleri sevmeyiz, hemen hepimiz serseriyiz. Ne var
ki, hiçbirimiz namussuz değiliz. Aklımız bi yattı mı sevmediğimiz işi de yaparız. Tevfik bey işte burada
yanılıyor. Yanılır mı, yoksa keyfine mi öyle gelir, onu da bilmem ya... Ne ise. Burada Tevfik bey pek hırslı
davrandı, kibrine kapıldı gibi gelir bana. Şunu da deyeyim, Küçük Ağa: Bizim içimizde bir kuşku vardı. Oturup
kendi aramızda konuştuk da. Ama seni dinlemssey-dim, bu dediklerimi deyemezdim. Pek güzel anlattın hâl-ü
keyfiyeti. Maksadımız düşmanı bu vatandan koğmak değ mi. Eh öyleyse, bu azim iş bizim çapulcu sürüsüyle
olur mu? Hani kendimizi küçük gördüğümüzden de değel. Ama bu böyle işte. Dediğin gibi ordu orduyla
yenilir. Kısacası, vebali boynuma, Tevfik bey kendi itibarına öyle kapılmış ki bunları göremez olmuş.
Kahve fincanlarını alıp kaldırdı. Bu iş de ona aşıl söylemek istediği şeyi söylemek için zaman ve cesaret verdi;
yerine oturup dizini altına alırken:
—Ee, Küçük Ağa, sen kafası işleyen, her işin girdisini çıktısını düşünen bir adamsın, de bakalım; bu hale göre
biz nidek? Şunu da deyeyim. Bi şeyler yapıp etmek isteriz, çünkü bunun gerektiğine inanırız. De bakalım!
Küçük Ağa Topal'a daha Tevfik beyin sofasında inanmıştı. Şimdi büsbütün güveniyordu. Fakat verdiği
karardan şaşmadı. Hep karşıdan gelecek, kendisi bir ipucu vermeyecekti. Bu kararla durumun dışında
konuştu:
— Bana açıldığın için hiç üzülme. Ben sır satmam. Konuştuklarımız burada kalır. Sordun diye söylüyorum.
Kat'î kararınızı vermek, hele bir-şey yapmak için acele etmeyin. Sakın acele etmeyin. İyi yapalım derken çok
kötü yapmış olursunuz.Bekleyin. Çok sabırsızlanır, yani birşeyler-den kuşkulanırsanız bana haber verin, ben
de o zaman aklımın erdiğini size söylerim. Şimdilik bildiğim bu, bu işte acelenin çok zarar getireceğinden
ibarettir. Tevfik bey yanılıyor. Bunda sizinle beraberim. Fakat Tevfik beyin de, Etem beyin de kötü bir şey
yapacaklarını sanmam. Al-îah şaşırtmasın. Amma bilinmez. Dediğim gibi o zaman da vebal sizden gider.
Topal bir müddet susup Küçük Ağanın dediklerini düşündü, kafasında evirip çevirdi sonunda da-.
— Sağol, dedi, hakkın var. Seni kendimizden ayırmayız. Küçük Ağa toparlandı.
— Bana müsaade. Çolak Akşehir'e gidecek de..
— Haberim var. İnşallah iyi haberler getirir... güle güle Küçük Ağa.
Tâ sokak kapısına kadar geçirdi.
Bir perde kapanıyor
Salih iki iş görecekti. Birincisi Doktor'u veya Yüzbaşı Nazım'ı görüp burada olanları anlatmak ve emir almak,
ikincisi de Küçük Ağa'dan evine haber götürmek.
Küçük Ağa ona Topal İsmail ile konuşmasından sonra ortaya çıkan son durumu da anlattı ve belki de
sekizinci defa olarak bir daha tembih etti:
Asıl önemlisi, Fuad Paşanın getirilmesi ile milisler nizamiyeye ve cephe kumandanlığına açıktan açığa ters bir
tavır takındılar.
Bu arada Etem bey ciğerlerinden hastalanmış, bütün işleri Tevfik beye bırakmıştı. Bir yandan Etem bey
Ankara'da bir başkumandan muamelesi görüyor, bir yandan da Tevfik bey, yani Etem beyin kuvvetleri ile
Garp Cephesi Kumandanlığının arası açıldıkça açılıyordu. Geçimsizlik dört başı tamam bir sinir harbi haline
gelmiş, hatta olaylar, küçümsemeler, hakaretler başlamıştı.
Tevfik bey İsmet Paşa'yı ehliyetsiz ve bilhassa anlayışsız buluyordu. İsmet Paşa da gevşemeyen bir inatla
Etem bey ile kardeşlerinin yetki ve itibarlarını azaltmak, azaltmak sonunda da cephe kumandanlığına bağlı
herhangi bir müfreze haline getirmek için çalışıyordu.
İki taraf da, haberleşmedeki klişe tâbirlere ve duygusuz, sopsoğuk üsluba rağmen birbirlerinin asıl
düşüncelerini, asıl kanaatlerini anlamıştı. Emirler kadar bunların reddedilişleri de gerçekte birer kuvvet
denemesi, birer oyuna getirmek veya oyuna karşı koymak isteğiyle oluyordu.
Meselâ kumandanlık "Geçici olarak" kaydıyla küçük bir müfreze istiyor, Tevfik bey de vereceği müfrezenin bir
daha geri dönmeyeceğine inandığı için "Şimdilik imkânsız" diyerek, bir takım sebepler sıralayıp özür diliyordu.
Yine meselâ, Kumandanlık Tevfik beyden "Birinci Kuvayı Seyyare" unvanını kul anmasını istiyor buna karşılık
beriki "Umum" kelimesini bırakmak şöyle dursun, imzanın üstüne ağabe-yisine vekâleten "Umum Kuvayı
Seyyare ve Kütahya Havalisi Kumandanı" diye yazmaya başlıyordu.
Bu çeşit örneklerden biri veya ikisi hemen her hafta görülür olmuştu ve artık
yanından ayırmaz olduğu Küçük Ağa işin tehlikeli bir çıkmaza doğru hızla ilerlediğini açıkça anlıyordu.
Gerçi Tevfik bey bütün bu hadiselerden önce onunla konuşur, hatta akıl sorardı, fakat Küçük Ağa davayı
yumuşatmak için girişeceği teşebbüslerin birşeye yaramayacağını, üstelik beyi kendisinden soğutacağını iyice
anlamıştı. Çünkü beyi tanımıştı. Onun kendisine güvenerek olup bitenleri anlatışı akıl sormak için değil,
mizacının, hissi ve asabi yapısını hadise ile birlikte vardığı kararı desteklemek içindi. Ortada kimsenin ve hiç
bir kuvvetin değiştiremeyeceği bir durum vardı. Tevfik bey, İsmet Paşa'yı sevmiyor, hele Paşa'ya hiç
güvenmiyordu. Kaderi çizecek olan da işte bu idi.
Bu karşılıklı güvensizlikle sevgisizlik bir gün gelecek düşmanlık halini alacaktı. Nitekim de öyle oldu.
Akşam yemeğinden sonra idi. Tevfik beyin kaldığı ve Balıklı hamamının karşılarına düşen evde, ikinci katta,
bahçeye bakan balkonda oturuyorlardı, îki atlı habercinin geldiğini bildirdiler. Tevfik bey:
— Alın buraya, dedi.
İsmet Paşa'nm karargâhında çalışan bir zabit gönderiyordu adamları. Karakeçili müfrezesinin bütün sırları
öğrenilmişti.
Tevfik beyin donukluğu bir an sürdü ve Küçük Ağa bile bunu ancak sezdi:
Adamlar çekildikten sonra Tevfik bey bardağına yeniden rakı koydu. Halbuki bir parça tatlı yiyip sade
kahvesini de içtikten sonra, ortaya hatır gönül konsa bile ağzına bir yudum ol-
Küçük Ağa/417
sun rakı almazdı. Şimdi ise bir dikişde bardağı yarılamıştı. Dudaklarını ve gür bıyıklarını elinin tersiyle
kuruladı, üç beş defa yutkundu okkalı bir küfür sal adı.
— Başımıza belâ geldi bu îsmet. Kafa yok herifte kafa. O çıtkırıldım, toy, ana kuzusu nizamiye askerleri ile bir
halt edeceğini sanıyor sersem. Gördük Gediz'de ne... b... a yaradıklarını... Sekiz merminin yedisini havaya,
birini de dağa taşa yakarlar, düşmanın şapkasını görünce de tabanları kıçlarını döver. Yaraları da hep kıçtan,
kıçtan. Şu güne kadar ne yaptıysa beğenmediği çeteler yaptı. Karakeçili'yi keşfetmiş. Etsin bakalım. Marifet
onu keşfetmek değil kudurtma-maktaydı. Sanki vatana saldıran Yunanlı değil de biziz. Herifin derdi yükü
bizimle. Sanki biz aptaldık da elimizi kolumuzu bağlayıp oturacak, tavuk gibi enselenecektik. Hiç bir şeye
yanmam bu mil ete yanarım.
Durup durup yeniden alevleniyor, atıyor, tutuyordu. Küçük Ağanın çok eskiden tahmin ettiği bir durum şimdi
gözlerinin önünde sahneleş-mekteydi. Küçük Ağa Tevfik beyin ateşli bir sayıklamayı andıran öfkesinde asıl
sebebi görüyordu. Bu, gururu hastalık derecesini bulan bir adamın kendini gadre ve hakarete uğramış
saymasından başka bir şey değildi. Tevfik bey çok büyük işler başardıklarına, büyük başarıların da ancak
kendi sayelerinde ve kendi anlayışlarına göre sağlanacağına inanıyor, iman ediyordu. İsmet Paşaymış, Ali
veya Veli Paşaymış, işe burnunu sokan kim olursa olsun, ona göre zarar vermekten, ayak bağı olmaktan
kurtulamazdı.
Küçük Ağa yakaladığı bu gerçekten hem üzüntü duyuyordu, hem de korkuyordu. Tevfik beye acıyor, fakat
onu saran ve ihtiraslara sebep olan gururundan korkuyordu. Bu gurur, işte en sonunda "inceldiği yerden
kopsun" der çıkardı işin içinden. En kötü ihtimali, hatta düpedüz ölümü göze aldı mı onun için mesele
bitiyordu. Çünkü dünya, gururu ile sınırlı idi. Koca bir milletin kaderi ile ilgili konuda bile durum, işte,
değişmiyordu. Acaba haksız mıyım? endişesi kafasının ucundan bile geçmiyordu.
Cephe kumandanlığından da, Ankara'dan da Karakeçili meselesi ile doğrudan doğruya ilgili bir hareket
çıkmadı. Fakat buna karşılık, Tevfik bey'e, müfrezelerini cephe kumandanının teftişine arzetmesi için bir emir
geldi. Tevfik bey red cevabını gelen posta ile derhal gönderdi.
Müfrezeleri nizamiye kıtaları gibi askercilik oynamıyor, kışlalarında, konaklarında, yan gelip yatmıyor, ense
yapmıyordu. Herbiri bir yerde düşmanla çarpışmakta, çarpışmaktan başka da bir şeye niyet etmemektedirler.
Hele bayram bebekleri gibi giyinip kuşanıp Paşa ağalarının gözüne hoş görünmek diye bir gaileleri kat'iyyen
yoktu. Kendisi de onları mukaddes vazifelerinden ayırıp büyük zaman kayıplarına sebep olamazdı. Paşa ille
paşalık yapmak istiyorsa düşmandan köşe bucak kaçan birliklere görünmeliydi.
Tevfik bey bu cevabı yazıp bitirdikten sonra bir kere de yüksek sesle okumuş, içindeki imaları açıklamıştı.
Küçük Ağa odada bulunan müfreze kumandanlarının nasıl koltuk kabarttıklarını da aynı üzüntü ve aynı korku
ile farketti.
Bu hadiseden sonra Tevfik bey iki gün için ortadan kayboldu. Dönüşünde artık Garp Cephesi
Komutanlığından gelen evrakı ya cevaplamıyor, ya da gerekli bulursa cevabını doğrudan doğruya Ankara'ya
yazıyordu. Kumandanlıktan, mülkiye işleri ile geri hizmete karışmamasını isteyen bir yazı gelince de
müdahalelerini büsbütün şiddetlendirdi ve Kütahya ile civarında âde-da bir örfi idare kurdu. Artık istediğini
silâh altına alıyor, dilediği gibi para ve mal topluyordu. Şimdi Askerlik Şubesi de o idi, kadı da, mutasar-rıf da
o idi. Asker kaçakları artık yakalanacaklarını anladılar veya pişman oldular mı kıt'alan-na teslim oluyor, istiklâl
Mahkemelerinden kurtulmak için doğru Tevfik beye sığınıyorlardı. O da onları af ediyor kendi
müfrezelerinden birine veriyordu. Sığınanların arasında casusluk etmişler bile vardı.
Derken düşmanın Simav'ı bırakıp çekilmesi üzerine Cephe Kumandanlığı buraya yüzel i kadar mevcutlu bir
jandarma bölüğü gönderdi ve Simav havalisi kumandanlığı adında bir makam kurdu, kumandanlığa da
ibrahim bey adında bir kaymakamı getirdi.
Asayişten, her çeşit hadiseden bu makam sorumlu olacak ayrıca Ahz-ı asker şubesi yetkisini de taşıyacaktı.
Fakat istilâdan yeni kurtulan bu bölge halkının iki ay askere alınmaması da kararlaştırılmıştı.
Tevfik bey bunu öğrenince küplere bindi ve ibrahim beye "arabanı çek git" diye haber gön-dordi. Sonunda
da Simav ve dolaylarını âdeta is-lılu etti, oralarda da dilediği gibi harekete başladı. Kısacası, kendi dediği gibi,
ip inceldikçe incelmişti. Küçük Ağa kopuştan önceki son sahneyi de gördü.
Küçük Ağa/421
420/Küçûk Ağa " .
Kasım ayının sonlarına doğru Garp Cephesi Kumandanlığının insan, cephane, erzak, malzeme ve hayvan
mevcudunun bildirilmesini isteyen bir emri geldi.
O günler Tevfik beyin -son kararını verenlerde ve verdiği son karara iyice güvenenlerde görülen- bir neş'esi
vardı. Eskiden onu barut fıçısına döndüren olaylar şimdi bol gülmesine, nükteler patlatmasına sebep
oluyordu. Bu sefer de emri okuduktan sonra bastı kahkahayı.
Odada sekiz on kadar müfreze kumandanı vardı. Tevfik bey alaycı bir gülümseyişle onları tek. tek süzdü:
— Topal sen bir yana.. Küçük Ağa, sen de... Halil Efe be, sen Elifi görsen tanır mısın?
Zır cahil, fakat cin gibi bir psikolog olan Halil Efe durumu sezmişti.
— Nedir ki o Elif dediğin beğ? Dur ama, bizim emmizadenin sümüklü bi kızı vardı, adı Elif -di, onu mu
soran?
Tevfik bey katıldı gülmekten:
— Vay ayı vay... Elif be dediklerini de duymadın mı? Elif elif, be'den önceki elif, adamın başındaki, paşanın
kıçındaki elif. Görsen okur, deseler yazabilir misin? Sonra kara cümlen var mıdır?
Halil Efe belindeki tabancayı okşadı, ciddi ciddi:
— Valla beğ, sen de bilin işte, kimsesiz herifin biriyim ben, bi şu kara kızım var.
Nükte yapan, pişekârlık yapan sanki o değildi. Ve artık herkes gülüyordu. Sonra Tevfik bey aynı şeyi
ötekilere de sordu. Dediği gibi, Topal İsmail ile Küçük Ağa'dan başka kimsenin
okuması yazması yoktu. Bunun üzerine Tevfik bey, kaşlarım yapmacıktan çatarak:
— Anlamam, dedi; elinizi tez tutun, yarına kadar bana kuvva cetvellerinizi yazıp getirin. Paşa böyle
emrediyor. Emir emirdir.
Bir parça daha süren tuluattan sonra Tevfik Bey ayağa kalkıp yüzünü pencereye dönerek yalnız kalmak
istediğini belli etti; ötekiler de birer birer:
— Müsaade beğ, diyerek çıkmaya başladılar, Tevfik bey Topal İsmail ile Küçük Ağa'ya sıra gelince:
— Sen kal Topal... Sen de Küçük Ağa dedi ve hemen masasına oturarak yazmaya başladı. Bu iş onbeş yirmi
dakika kadar sürdü. Sonra:
— Dinleyin, dedi; bu işin gizli kapaklı hiç bir yanı kalmadı. Bu İsmet Paşa belli ki kafasına iyice koymuş, ille
bizi pençesine düşürmek ister. Ankara da onu tutar. Maksadı ağabeyimi başçavuş, beni çavuş, sizleri ise birer
onbaşı yapıp çırak çıkarmak. Amma bu maksadına eremeye-cek, ölmek var, dönmek yok. Herşeyi göze
aldık. İşte örneği, ben okuyayım, bir de siz dinleyin.
Ve kâh alay, kâh hakaret fışkıran bir sesle okudu. Cephe kumandanlığının umumi kuvva cetveli isteyen
emrine karşı Tevfik beyin söyledikleri şunlardı:
Kuvvayı Seyyare ne bir fırka ne de bir kuv-ve-i muntazama haline sokulabilir, hele hele kafiyen
parçalanamaz. Adamlarımız size göre serserilerdir. Gerçekten de aralarında ipten kazıktan kurtulmuş veya
kaçmış olanlar vardır. Başlarına bir zabit, bir hesap memuru koymanın imkânı yoktur,bunu biz istesek de
onlar kabul etmezler. Çünkü zabit gördüler mi azrail görmüş gibi oluyorlar. Böyle bir teşebbüse isyan ederler,
isyanı da kimse önleyemez. Bizim müfrezelerimizi Halil Efe, San Mehmet, Ahmet Onbaşı, Kız Ali gibi adamlar
idare eder. Elif'i görseler mertek sanır bunlar. Müfreze eminleri de yazdıklarını okuyamaz, okuduklarını da
yazamazlar. Bunları da "sen yapamıyorsun bu işi, çekil" diye değiştirmenin de yolu yoktur. Esasen Kuvvayı
Seyyareyi, sizin anladığınız mânâda zapt-ı rapta koymak bir yana, bu fikre temayül edildiği hissedilince bile
elde tutmamız imkânsızdır.
Tevfik bey okumasını bitirdikten sonra Topal ismail ile Küçük Ağa'ya sordu:
— Doğru değil mi bunlar?.. Topal canı gönülden:
— Elbette, diye tasdik etti. Küçük Ağa kendini zorladığı halde bir şey diyemiyordu. Tevfik bey ısrar etti:
— Sen bir şey demedin Küçük Ağa?.. Küçük Ağa konuşmak zorunda kaldı:
— Ne diyebilirim bey? Hal-ü keyfiyeti siz elbette benden iyi bilirsiniz. Fakat arkadaşların okuma yazma
bilmediklerini az önce öğrendik işte.
Fakat Tevfik bey peşini bırakmadı.
— Açık sordum, açık söyle Küçük Ağa. Şu yazdıklarım doğru mu, değil mi?
— Doğrudur bey. Doğrudur amma bu doğru ne netice verir, işte onu bilmiyorum. Tereddüdüm bundandır.
Tevfik bey hafifçe sarardı:
— Neticenin kaygusu bize mi düşecek? Derdini ona sebep olanlar çeksin.
Küçük Ağa ayağa kalktı, pencereye doğru yürüdü ve bahçeye bakarak konuştu. Sesi, bütün inandığı
meselelerde olduğu gibi hafifçe hüzünlü, basık, net ve insanın gönlüne işleyecek kadar tatlıydı. Cümleleri de
öyle. Onlar da bütün inançlarında olduğu gibi apaçık, sağlam ve birbirine bağlıydı, tavizden, hele
çekingenlikten zerre kadar eser yoktu. Bu yüzden de Tevfik bey onu kesmeye kalkışmadan, hatta
öfkelenmeden dinlemek zorunda kaldı. Küçük Ağa diyordu ki:
— îsmet Paşanın size ve Kuvvayı Seyyare'ye karşı tarz-ı hareketi meydanda. Bu husustaki teşhisiniz
doğrudur. Münakaşadan vareste bir hatası da var. Size karşı muamelesi yakışıksızdır. Şu anda bir
muhasebesi yapılsa sizlerin İsmet Paşa'dan çok daha üstün bulunmanız bedihidir. Vatan, mil et gayretinde
fedakârlık ve muvaffakiyetlerinizle ona hem takaddüm, hem de tevafuk etmiş vaziyettesiniz. Paşa size borcu
olan hürmeti göstermedi. Burası muhakkak. Fakat düşünmeliyiz ki, o bir askerdir, rütbeden başka bir mikyası
yoktur. Olamaz da. Ona bir mafevki nasıl muamele ediyorsa, o da bir madununa o tarzda davranacaktır.
Bunu böyle bilip anlayışsızlıklarını hoş karşılamak, münasebatı gerginleştirme-mek mümkündü. Bu geçti. Beni
tereddüde düşüren bir nokta daha var. Vatanımız bir ordu tarafından işgal edilmiştir. Müstevliyi iz'aç etmek,
ızrar etmek başka, def-ü tard etmek, imha etmek başkadır. Acaba bu ikinci ve tabiatiyle müreccah neticenin
istihsali ancak ve ancak bir orduya vabeste değil midir? Yani bir orduyu mağlûp etmenin tek yolu bir orduya
sahip olmak değil midir? Ankara işte buna inanıyor. Hakikatte İsmet Paşa bu inanış ve bu kararın olsa olsa
kötü bir tatbikçisi olarak mütalâa edilebilir. Bu demektir ki ismet Paşa'ya karşı, onun dirayetsizliği yüzünden
takınılacak menfi tavır Ankara'ya karşı takınılmış olacaktır. Vaziyeti güçleştiren de işte budur. Şimdi, Ankara o
kadar mühim midir? denebilir. Bana sorulursa, evet, o kadar mühimdir. Zira büyük hareketlerin bir dimağı
olmak gerekir. Aksi halde kuvvetler ve imkânların arasında ahenk kurulamaz, bunların aynı hedefe tevcihi
mümkün olamaz. Münferit kuvvetlerin âki-beti ise izahtan müstağnidir, inhilâl mukadderdir.
Küçük Ağa ani ve enerjik bir hareketle döndü ve sözlerine, ara vermeden, fakat artık Tevfik beyin gözlerine
baka baka devam etti:
— Bütün bunları bilmek, doğru saymak neye yarar? Bugün ihtilâf o hale gelmiştir ki, hal i ancak hissiyattan
yapılacak fedakârlıkla, haktan vazgeçmekle mümkündür. Hak artık burada hissiyatın ve gururun tatmininden
başka bir işe yaramaz olmuştur. Hakkını kurtaran bir şey kazanmayacak, fakat aziz dâvamıza zararlar
verecektir. Ve ihtilâf o noktaya gelmiştir ki, hissiyatın feragat ve fedakârlığı artık bir cephe kumandanından
beklemek beyhudedir. O cephe kumandanı ne kadar hatalı, ne denli dirayetsiz olsa da. Bugünler, Tevfik bey,
şahsi dâvaların günleri, şahsi hak hukukun günleri değil, memleket, millet günleridir. Köprüleri atmadan önce
çok düşünmeli, hattâ köprüleri atmayı düşünmemelidir.
Kısa bir sessizlik oldu. Küçük Ağa da bunun üzerine teklifini yaptı:
— Meselenin halline bir de Ankara kanalıyla teşebbüs ediniz, Tevfik bey.
Tevfik bey pufladı. Kararsız olduğu kolayca anlaşılıyordu. Fakat bu uzun Sürmedi ve her zamanki başına
buyruk, kendine yüzde yüz güvenen haliyle.-
— Bilmiyorsun.Küçük Ağa, çok şeyi bilmiyorsun, dedi. Hulus-u kalbini takdir ediyor, endişelerini anlıyorum.
Fakat emin ol artık bizim yapacağımız bir şey kalmamıştır. Ben sana güveniyorum, sen de bana güven. Bunu
isterim, bunu bekliyorum. Bir başka devremiz başlıyor, vefanı, sadakatini beklerim. Bu cevabı hemen
göndereceğim. Yapabileceğim tek şey bu olduğu gibi, yapılacak tek şey de budur. Gerisi îsmet Paşa dedikleri
o vüs'ati nasipsiz herife kalmıştır. Sırtını dayadığı yeri kendi bildiğince kullanır, alet ederse vebali de, kaybı da
büyük olacaktır. Şimdi yalnız kalmak dilerim.
Topal İsmail, Küçük Ağa'dan geri kalmak istediyse de Tevfik bey onu da yol adı. Bu yüzden de sofada
beraber oldular. Küçük Ağa, To-pal'a bakmak bile istemiyordu. Onun ne düşündüğünü adı gibi bildiğini
sanıyordu. Fakat aldandığını gördü. Topal, biraz tereddütle de olsa:
—Küçük Ağa, dedi. Ben de senin gibi düşünüyorum. Beğe diyecektim de... amma bırakmadı. Ne etmeli
bilmem ki... Etem beyin hastalığı da kötü zamana rastladı.
Küçük Ağa ona hiç çekinmeden baktı: Asıl maksadının ne olduğunu anlamak istiyordu. Topal, fırça gibi ve
kızıla çalan sakallarla kaplı yanık ve kırış kırış yüzüne bir çocuk saflığı veren bir gülümseyişle:
— Vallahi, dedi.
Küçük Ağa inandı. Fakat inanışına göre davranmamaya da kendini zorladı. Herşey, sonuna kadar karşıdan
gelmeli, kendisi bir ipucu vermemeliydi. İçi burkuluyordu, ama çaresiz diye düşünüyordu.
— Bilmem ki, diye duygusuz ve imansız bir sesle mırıldanıp merdivene doğru yürüdü. Merdiven başında iki
silâhlı bekliyordu. Ahırların, mutfağın, kilerin, odunluğun bulunduğu kata indiler. Burada bir sürü silâhlı vardı.
Sokak kapısının önünde de dört nöbetçi bekliyordu ve bunlara yirmi adım ötedeki köşebaşında da rastladılar.
Eskiden bu kadar sıkı tertibat alınmazdı. Yol arı ayrılıyordu, fakat Topal:
— Buyur, bizde bir kahve içelim, dedi. Küçük Ağa durakladı. Gerçekten de kendi <jvine gitmek
istiyordu. Çolağı akşam Akşehir'e gönderecekti. Emine ile Mehmet'ten bir haber alamamak artık ona
dayanılmaz bir dert gibi gelmeye başlamıştı. Tevfik beye katılmadan önce saldığı haberci geri dönmemiş,
bir ikinci teşebbüs için de fırsat çıkmamıştı.
Fakat, beş on dakika konuşmak isabetli olacak diye düşündü, daveti kabul etti. Belki de Çolağın Yüzbaşıya
götüreceği haber daha da zen-ginleşebilirdi.
Topal evde hizmetine bakan adamı çarşıya savdı ve cezveyi kendi hazırlayıp mangala sürdü. Lâfa nasıl
başlayacağını düşünüyor ve mutlaka konuşmak istiyordu:
— Hani bir gün Tevfik bey sana, bizleri göstererek; ben bunlara inanırım, bunlar da benim için ölümü göze
alırlar dediydi ya? Doğrudur bu Küçük Ağa. Tevfik bey de, Etem bey de öl deseler gözümüzü yummadan
ölürüz. Doğrudur yani. Kahveye şeker attıydım, ister miydin?..
Küçük Ağa bağdaş kurup oturduğu sedirden sokağa bakıyordu. Başını çevirmeden:
— Nasıl olsa olur, dedi.
Topal da yutkunarak devam etti:
— ölürüz dediysem inan. Can dediğin nedir ki?.. Bugün varız, yarın yok. İnsandan mertlik kalır, yiğitlik kalır,
nam kalır. Zaten bize rahat döşeğinde ölüm var mı ki?.. Neyse işte; o dediği doğrudur. Amma...
Kahve kabarıyordu. Topal cezveyi mangalın kıvılcımlı kül erine birkaç defa sürdü çekti. Şimdi bütün aklı fikri
yaptığı işe bağlanmış gibiydi. Fincanları doldurdu. Köpüklüsünü Küçük Ağa'ya buyur etti. Kendi de onun
karşısına oturdu ve bir yudum höpürdettikten sonra:
— Amması var bir de, dedi. Kahve sanki ona gereken cesareti vermişti artık canlı ve kesin konuşuyordu. Biz
Tevfik beyin, Etem beyin yoluna baş koyduksa bu sırf onların akıllı, mert ve yiğit oluşlarından değildi. Analar
neler doğurmuş. Hadi fazlasına bakmayalım, ama Tevfik bey kadar akıllı, onun gibi mert ne yiğitler vardır
kim bilir? Biz onlara akıllarını, yiğitliklerini vatan uğruna koydular diye bağlandık. Şunu da diyeyim sana
Küçük Ağa: Tevfik bey doğru söyler, hemen hepimiz zabitleri sevmeyiz, hemen hepimiz serseriyiz. Ne var
ki, hiçbirimiz namussuz değiliz. Aklımız bi yattı mı sevmediğimiz işi de yaparız. Tevfik bey işte burada
yanılıyor. Yanılır mı, yoksa keyfine mi öyle gelir, onu da bilmem ya... Ne ise. Burada Tevfik bey pek hırslı
davrandı, kibrine kapıldı gibi gelir bana. Şunu da deyeyim, Küçük Ağa: Bizim içimizde bir kuşku vardı. Oturup
kendi aramızda konuştuk da. Ama seni dinlemssey-dim, bu dediklerimi deyemezdim. Pek güzel anlattın hâl-ü
keyfiyeti. Maksadımız düşmanı bu vatandan koğmak değ mi. Eh öyleyse, bu azim iş bizim çapulcu sürüsüyle
olur mu? Hani kendimizi küçük gördüğümüzden de değel. Ama bu böyle işte. Dediğin gibi ordu orduyla
yenilir. Kısacası, vebali boynuma, Tevfik bey kendi itibarına öyle kapılmış ki bunları göremez olmuş.
Kahve fincanlarını alıp kaldırdı. Bu iş de ona aşıl söylemek istediği şeyi söylemek için zaman ve cesaret verdi;
yerine oturup dizini altına alırken:
—Ee, Küçük Ağa, sen kafası işleyen, her işin girdisini çıktısını düşünen bir adamsın, de bakalım; bu hale göre
biz nidek? Şunu da deyeyim. Bi şeyler yapıp etmek isteriz, çünkü bunun gerektiğine inanırız. De bakalım!
Küçük Ağa Topal'a daha Tevfik beyin sofasında inanmıştı. Şimdi büsbütün güveniyordu. Fakat verdiği
karardan şaşmadı. Hep karşıdan gelecek, kendisi bir ipucu vermeyecekti. Bu kararla durumun dışında
konuştu:
— Bana açıldığın için hiç üzülme. Ben sır satmam. Konuştuklarımız burada kalır. Sordun diye söylüyorum.
Kat'î kararınızı vermek, hele bir-şey yapmak için acele etmeyin. Sakın acele etmeyin. İyi yapalım derken çok
kötü yapmış olursunuz.Bekleyin. Çok sabırsızlanır, yani birşeyler-den kuşkulanırsanız bana haber verin, ben
de o zaman aklımın erdiğini size söylerim. Şimdilik bildiğim bu, bu işte acelenin çok zarar getireceğinden
ibarettir. Tevfik bey yanılıyor. Bunda sizinle beraberim. Fakat Tevfik beyin de, Etem beyin de kötü bir şey
yapacaklarını sanmam. Al-îah şaşırtmasın. Amma bilinmez. Dediğim gibi o zaman da vebal sizden gider.
Topal bir müddet susup Küçük Ağanın dediklerini düşündü, kafasında evirip çevirdi sonunda da-.
— Sağol, dedi, hakkın var. Seni kendimizden ayırmayız. Küçük Ağa toparlandı.
— Bana müsaade. Çolak Akşehir'e gidecek de..
— Haberim var. İnşallah iyi haberler getirir... güle güle Küçük Ağa.
Tâ sokak kapısına kadar geçirdi.
Bir perde kapanıyor
Salih iki iş görecekti. Birincisi Doktor'u veya Yüzbaşı Nazım'ı görüp burada olanları anlatmak ve emir almak,
ikincisi de Küçük Ağa'dan evine haber götürmek.
Küçük Ağa ona Topal İsmail ile konuşmasından sonra ortaya çıkan son durumu da anlattı ve belki de
sekizinci defa olarak bir daha tembih etti:
You have read 1 text from Törek literature.
Çirattagı - Küçük Ağa - 27
- Büleklär
- Küçük Ağa - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2952Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165833.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155736.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2913Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155934.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2868Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2898Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172731.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167234.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2859Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170533.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2958Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165331.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2887Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167434.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2855Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159436.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3075Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174633.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3047Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2968Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171532.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2927Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167734.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2954Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167435.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3030Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152435.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2877Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2991Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2964Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159136.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162335.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172533.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3004Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171434.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2899Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168433.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2965Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162337.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3043Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3032Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2956Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168633.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157434.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163134.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2943Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159733.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167831.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161736.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2979Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2935Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2982Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163534.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2852Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152736.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 57142.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.61.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.