Küçük Ağa - 12
Süzlärneñ gomumi sanı 3047
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1563
36.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
58.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Ali emminin kırk yıllık kehribar teşbihi bir saat düzeniyle şak şak edip duruyordu:
— O da doğru, dedi, inşallah azıcık değil de biçok biçok güleceğimiz günler de gelir. Bak Mevlit ağa sana bi
şey deyecem, iyi dinle amma, biz iyi yerden haber aldık. Zât-ı Şahane, Mustafa Kemal Paşa'ya demiş ki, bak
bunu iyi dinle, san-cak-ı şerif sizinledir, size emanettir demiş. Anladın mı?
Haberi veren "İyi yer"in neresi veya kim olduğunu soran da, merak eden de çıkmadı. Zaten Demirci Sabri
ustanın ağzını iki karış açık bırakan bir hayretle salıverdiği üç eliflik:
"Yaaa?.." böyle bir meraka zaman bırakmamıştı.
Ali emmi de rolünü onun kadar iyi oynadı ve o da ağzını ve gözlerini açıp Sabri ustayı taklit etti:
— Yaaa?.. Böyle ya usta! İşitince ben de senin gibi "Yaaa?" dediydim. Amma şöyle bi düşününce insanın
aklı eriveriyor. Başka türlü olabilir mi ki?.. Zât-ı Şahane pay tahtta eli kolu bağlı oturuyor. Bi kımıldayım dese
Yunanın ardından İngiliz de, İtalyan da, Fransız da dayanacak. Öyle de mi?..
Sabri usta yavaş yavaş akıl erdiriyormuş gibi mırıldandı:
— öyle ya...
Ali emmi sır veren bir fısıltı ile devam etti:
— Eee... Öyle diye, yani senin anlayacağın, eli kolu bağlı diye Zât-ı Şahane milletin de eli kolu bağlı
oturmasını isteyecek, gidişatı başıboş bırakacak değil a., bizim kuş beynimiz nasıl alsın., meğer Mustafa
Kemal Paşayı gizli bir fermanla göndermiş Kâzım Karabekir Paşaya, Fuat Paşaya ve diğer bütün paşalarına ve
kumandanlarına, benim emrimde gibi elele, hep beraber vatanın halâsına çalışacaksınız buyurmuş, sureta
bana karşı bile geleceksiniz, ahval ve şerait ne gerektirirse onu yapacaksınız buyurmuş. İstanbul'dan
Kuvva'ya devamlı olarak silâh, cephane ve adam gidermiş. Biz burada vırvırla, dırdırla vakit çürüte duralım,
karılar kızlar bile cephede iş görürmüş len. Bunları duydum da arımdan öle-yazdım. Kime dersin., ağzını
açsan kırk yıllık nendesin Sabri usta bilem, "Bak hele Ali emmiye o da Halifemize hıyanet eder" diyecek. Gel
de çık işin içinden. Bereket versin Mustafendi biraderimiz fırsat verdi de içimizi döktük.
Sahne iyi hazırlanmış, AH emmi de, Sabri usta da rollerini iyi oynamışlardı. Odada onaltı kişiydiler. Aralarında
ne olup biteceğini önceden bilen sadece beşi idi. Ali emmi, Mumcu Mustafa efendi, Küçük Hacı, Sabri usta ve
Toprakçılarm İmam Haşim efendi.
Geri kalan onbir kişinin aklı bir yatıverse Akşehir fethedilmiş demekti. Bu onaltı kişinin sözünü tutmayacak bir
onaltı kişi daha ya çıkar, ya çıkmazdı koca kasabada.
Ali emmi, işler fena gitmiyor diye düşünürken Hurşit ağaların Yunus bey, bir iki öksürükle söz istediğini belli
etti ve başı önüne eğik, konuştu. Sesi bütün aşinalıklara yabancı idi, 10k ve ölçülü idi. Sanki ilk defa
karşılaştığı insanlara, şimdiye kadar üzerinde hiç durulmamış bir meseleden söz ediyordu:
«— Doğrusu bu ya, Ali emminin dedikleri akla yatkın şeyler. İnsan şöyle bir düşünse haklı der. Amma benim
zihnimi kurcalayan bir mese^ le var: öyle de neden Kuvvacılar üzerine vur emri çıkar? Sonra neden gerek
Vali bey olsun, gerek İstanbul'lu Hoca efendi olsun, bütün bütün Dersaadetin mutemedi olan zatlar hep
aksini söylerler?»
Ali emmi, bir an içinde küçük Hacı'ya bakıp tekrar eskisi gibi tarafsız bir şekilde dinlemeye başladı. Böylece
Küçük Hacı'ya "Sen konuş" demiş oluyordu. Kendisi cevap verse iş münakaşa halini alacak, odadakiler,
"Haa... Ali emmi kararını vermiş" diyecekler, iş de bir Ali emmi meselesi olup çıkacaktı.
Yunus bey, İstanbul'lu Hoca'nm ağzından kapma üç beş cümle daha söyledikten sonra sustu. Gözleri şimdi
odadakileri bir bir dolaşıyor, ne dersiniz? der gibi cevap bekliyordu. Küçük Hacı dev gibi gövdesini dizlerinin
üzerinde gerip dikel-terek:
— Yunus bey doğru söyler be Ali emmi, dedi. Bana öyle geliyor. Amma, Yunus bey, hani bu dediğin işte bir
bit yeniği de var. Bir bit yeniği... Amma ben nasıl diyeceğimi pek bilemiyorum. Hani aklıma Vali Cemal beyi
İngilizlerin bando muzika ile alıp İstanbul'a götürüşleri, son-racığıma da nazır oluşu geliyor da... Sağ olsun,
büyük adammış, akıllı adammış... öyle derler. Amma milleti de birbirine düşürmüş be Yunus bey. Hatta bir
rivayete göre eşkıyaları bile himaye etmiş. İşittiğim bu.
Bir sessizlik oldu. İmam Hâşim efendi:
— Hani geçenlerde Konyalı Hacı İbrahim efendinin biraderi gelmişti, o bizim teyzenin kızını tutar. Pek
dili varmadıydı ya, o da böyle dedi.
Küçük Hacı:
— Ben de, vebali boynuma, Kaşıkçıların Necati Çelebi'den işittim, dedi.
Ali emmi bu sözlerin yaptığı tesiri perçinledi:
— Vay namussuz... Biz de kimlere büyük adam, akıllı adam deriz... Ona İngiliz gâvuru büyük desin.
Mustafendi az önce duvarı yumruklamıştı. Ihlamurlar geldi. Tepsiyi kapıdan kendi almıştı, önce Yunus beye
buyur etti. O da:
— Ali emmiye, Ali emmiye, dedi.
Fakat Ali emmi bir "Estağfurul ah" ile doğrularak ıhlamuru kendi eliyle Yunus beye verdi. Yunus beyin gönlü
kazanılmıştı.
Sabri usta:
— Haberin var mı, dedi, ortaya konuşuyordu. Dün gece doktor Haydar bey Hoca'yı ziyaret etmiş.
— Hangi Hoca'yı? diye birkaç kişi birden sordu.
— İstanbul u Hoca'yı. Uzun uzun müşavere etmişler, kapıda da zaptiyeler beklemiş. Salih dedi... Çolak.
Ali emmi:
— Git ülen sende... Pis çolağın lâfına mı kandın? dedi.
Çarıkçı Hamdi köşeden itiraz eti:
— Yoo be Ali emmi... Doğru galiba... Amma zaptiyeleri doktor beyi tutsun diye göndermişler.
Bu sefer bir başkası lâfa karıştı:
— öyle de neye tutmamışlar?
— Ne bilem ben?..
Herkes ıhlamurundan bir yudum daha aldı. Ali emmi artık teklifini çekinmeden yapabilirdi. Havayı bundan
daha uygun hale getirmenin imkânsız olduğunu biliyordu.
gmdı ve zihni çok mühim bir şeye takılıp kalmıştı da işitmemişti; cevap vermedi. Ali emmi bu sefer başka
muhatap aradı:
— Ha? Hacı bey?..
Küçük Hacı oturduğu yerde, kalkmak istermiş gibi bir sağa bir sola yekindi. Alnındaki kırışıklıklar iyice
derinleşmişti.
— Mühim... Çok mühim...
Ali emmi paylar gibi tekrarladı:
— Mühim... Çok mühim!.. Biz de anladık. Amma velâkin ne etmek, nişlemek lâzım?.. Bunu diyebiliyon mu
sen?.. Bi şeyler yapmak lâzım oğlum, bi şeyler... Yunan üstümüze geliyor bir yandan. İngilizler, Fransızlar,
Ermenileri silâhlandırmış Çukurova'ya, Antep'e, Maraş'a saldır-tır öte yandan... Rum çeteleri de asar keser,
zulmeder... Bunlar iki kere iki dört mü?
— öyle..
Ali emmi beş altı kişiye daha "öyle" dedirttikten sonra devam etti:
— Öyle de biz neden böyle elimiz böğrümüzde kazık gibi oturup dururuz?
Yunus bey belli bir direnişle sordu:
— Ne yapalım dersin Ali emmi?
Ali emmi artık üst perdeden konuşuyordu :
— Ne mi yapalım hay Yunus bey? Ben de senin akim daha iyi erer diye bunu sana sorarım ya! Amma benim
kıt aklımın yettiğini merak et-tiysen deyivereyim. Karısı kızı, genci kocası vatanı düşmandan kurtarmak için
elinden geleni
kıpkırmızı olmuştu. Fakat Ali emmi aldırış etmeden burnuna düşen tel çerçeveli gözlüğünün üstünden dik dik
ona bakıyor, cevap bekliyordu. Baktı ses yok, tahrik eden bir sesle sordu:
— Ne dedin?
Yunus bey kendisine kimsenin arka çıkamayacağını anlamıştı, mırıldandı:
— Ben cumhura uyarım Ali emmi. Madem ki söz buraya geldi, nişlemek gerektiğini kararlaştırıverelim. Ama
bir de Hoca efendiye sorsak iyi ederiz.
— Hoca efendiye sorarız helbette. Bi karara varalım, o kolay.' Hoca efendinin ilmine, fazlına, imanına
cümlemiz amenna ve saddaknâ demişiz. Amma pek genç olduğunu ve ahvâli âlemle pek ilgilenmediğini
unutmayalım. Ne ise o ayrı bahis. Şimdi burada varacağımız kararı bozmayacağımıza yemin ediyor muyuz?
Bu defa işin aslını bilen dört kişi, öbürlerine vakit komadan başta imam Hâşim efendi olmak üzere:
«— Ediyorum, ediyorum, ediyorum...» dediler.
Sesler azimli idi. Onlara öbürleri de tek tek katıldılar. Sonunda Yunus bey de mecburen:
«— Ediyoruz...» dedi.
Tam bu sırada, Mumcu:
— Kapı vuruldu de mi? diye sordu.
Kapının vurulduğunu duyan olmamıştı. Fakat O:
— Bi bakayım, diye gitti. Az sonra da dönerek, Reis bey geliyor, diye haber verdi ve yeniden gitti. Bu sefer
dönüşü uzun sürdü;
— Misafirlerin var, gelmeyim diyor. Israr ettim, bi de onlara sor dedi. Buyur edelim de mi?..
Hep bir ağızdan "Helbette" dediler. Bir iki dakika sonra da Ağırceza Reisi Mehmet bey içeri girdi. Hepsi ayağa
kalktılar.
— Buyur Reis bey, şöyle buyur, dediler.
— Allah aşkına rahatsız olmayın. İşte şuraya oturuveririm, olur biter.
Ali emmi-.
— Yo... Val aha olmaz... yemin ettim bak., şöyle buyur.
Reis bey köşedeki mindere bağdaş kurdu. Tek tek merhabalaştılar, hal hatır soruldu. Fakat söze nereden
başlanacağını, ne deneceğini bilen yoktu. Reis bey insanın tâ içine işleyen candan bir gülümseyişle:
— Oldu mu bu ya, dedi, biliyordum. İşte sohbetinizi bıçak gibi kestim.
Ev sahibi atıldı:
— Estağfurullah Reis bey, hâşa...
— Yapma be Mumcu., öyle de niye susarsınız?
Ali emmi:
— Hi ç, dedi. Boyumuzdan büyük işe giriştik de ondan, yani senin anlayacağın utandığımızdan sustuk.
Gülüştüler, bu sefer de Reis bey:
— Estağfurullah, dedi.
— Yo, yo, öyle...
Reis bey Ali emminin uzattığı tabakadan si-
gara sarıyordu. Gözleri yaptığı işde, o candan gülümseyişi ile:
— Mehmet efendi oğlumuz ne âlemde Mus-tabey? diye sordu.
Mumcu:
— Selametliyoruz, diye cevap verdi.
— Bahsettiniz mi dostlarınıza?
— Ya, dedim.
— Hayırlı olsun. Ben de Ortaköy'den geliyorum. Çiftliğe bir bakayım diye gitmiştim. Orada bir müddetten
beri doktor Haydar beyle arkadaşları kalıyor. Sağ olsunlar, boş vakitlerinde mahsul ile de ilgilenmişler,
vaziyet pek iyi.
Tabakayı iade etti. Odadakiler, Ali emmi, Mumcu, İmam efendi ve Sabri usta hariç, şaşkın şaşkın ona
bakıyordu. Demek Ağırceza Reisi Mehmet bey Kuvvacılardan yana idi, onları çiftliğinde barındırıyor, bunu da
dünyanın en olağan bir şeyi gibi söyleyiveriyordu!
Sessizliği Demirci Sabri bozdu:
— Hay bin yaşasın Reis bey. Biz de kuvvacılardan konuşur, işin aslı nedir diye düşünüp dururduk.
Bu sefer Reis bey hayret etmiş gibiydi:
— Bunda düşünecek ne var?
Hepsi birden ona baktılar. Geniş ve yüksek alnı, iri çekme burnu, yeşile çalan elâ gözleri, hafiften kırçıllaşmış
sakalı, nihayet o hiç eksilmeyen tertemiz gülümseyişi ile Ağırceza Reisi her zaman olduğu gibi şimdi de
dürüstlük, samimiyet ve saf vicdanın timsali gibi görünüyordu. O gülümseme yine dudaklarında idi, ama
kaşları çatılmış, alnı kırışmıştı. Hayreti biraz da azarlamaya benziyordu.
— Bunda düşünecek ne var, diye tekrarladı, aklı başında olan herkes kurtuluşumuz için elinden geleni
yapacak elbette. Bunun da tek yolu var-, orduyu derleyip toparlamaya uğraşanlara yardım etmek. Başka
türlü düşünmek köprüyü bırakıp çayda geçit aramaya benzer. Aklınızı zorla abese sürmeyin.
Ali emmi başını eğmişti amma, Yunus bey veya onun gibi düşünenlerden biri biraz dikkatlice bakıverse nasıl
memnun olduğunu kolayca anlardı. Mumcu da, Sabri usta da, İmam da onun gibiydi.ötekilere gelince, onlar
şimdi içten içe iki gruba ayrılmışlardı: Bir kısmının aklı bu işe tamamen yatıyordu, en ufak tereddütleri
kalmamıştı. Kalanları ise İstanbul u Hoca'nın cümlelerini silkip atamayanlardı. Fakat bunlar da verilecek
karara "Allah affetsin" diyerek uyacaklardı.
Sabri usta kalkıp Reis beyin sigarasını yaktı. Ali emmi kesik kesik öksürdü ve:
— Bağışlayın ağalar, dedi; ben apaçık deyivereceğim; Kuvvaya yardım edelim. Bu namus borcudur, işte Reis
bey, şeriatı da, ahvali âlemi de herkesten iyi bilir. Dediği gibi köprüyü bırakıp geçit aramanın âlemi yok. Siz
ne dersiniz?
Küçük Hacı dimdik bir sesle:
— Doğru, dedi.
"Doğru, doğru" diye onu takip edenlerin sayısı yarıyı çoktan aşmıştı. Ali emmi, onları işitmemiş gibi:
«— Ha, Yunus bey?» diye ısrar etti. O da: «— Doğru Ali emmi» dedi ve yutkunduktan sonra sordu:
— Amma ne yapabiliriz? Ali emmi:
— Her şey, dedi; her şey yapabiliriz, de mi Reis bey?
Reis bey başını salladı:
— Elbette. En mühimi de etrafınıza Kuvvayı Milliyenin çete olmadığını, Kurtuluş Ordusunun çekirdeği
olduğunu yaymaktır. Eli silâh tutanlar gider katılır, kalanlar da karınca kararınca para ve mal yardımında
bulunur. Aranızda bir heyet kurun. Üç beş kuruş., bir kalıp sabun., bir çift çorap., bir çaputun bile değeri
vardır. Toplayın, verin. Önümüz kış., düşman boyuna ilerliyor., yakında büyük çarpışmalar başlayacak. Ne
kadar kuvvetli olursak o kadar dayanabiliriz. Dayandıkça da derlenip toparlanırız. Millet elbirliği edecek de pis
Yunan tepelenmeyecek ha? Aklınız alır mı bunu? Mesele vakit kaybetmemekte, gaflete ve delâlete
düşmemekte. Lehül-hamd millet de bunu anladı. Şarkta, garpte, şimalde, cenupta, köylüsü kentlisi kendi
seferberliğini kendi yapıyor. Şimdi her tepede bir birliğimiz var. Yakında bunlar koca bir ordu olacak, koca
bir Osmanlı Ordusu doğacak. Benim bildiğim, inandığım bu. Yanıldığımı da sanmıyorum.
Odaya bir canlılık gelmişti. İmam Haşim efendi :
— Al ah senden razı olsun Reis bey, kalbimize ışık düşürdün, dedi; şimdi bize kol arı sıvamak kalıyor. Şimdi
ağalar, Reis beyin dediği gibi hemen bir heyet kuralım ve yarından tezi yok işe koyulalım. Tamam mı?
Tamamdı. Ali emmi, Reis beyin de yardımıyla seçimi ustaca idare etti. Beş kişilik heyette Yunus bey de vardı.
Ali emmi doktor Haydar beyle temas kurmanın yolunu -güya- arayacaktı. Birbirlerine "Hayırlı uğurlu olsun"
diyerek, geç vakit ayrıldılar. Ali emmi sokak başında, son olarak Yunus beye.
"Sayende hayırlı yola girdik" demeyi de unutmadı.
Babasından çok saydığı Ağır Ceza Reisi ile şehit düşen oğlu kadar sevdiği doktora karşı mahcup çıkmak
istemiyordu. Söz vermişti onlara.
Şimdi yetmiş sekiz yıllık göğsünde saf bir neşenin kanat çırpışları vardı; "Artık gözüm arkada kalamaz" diye
düşünüyor, uzun ve bembeyaz sakalını sıvazlıyordu: "Ayı, mehtabı ne güzel, çayın şırıltısı, söğüt dallarındaki
esinti ne güzeldi. Dünyanın bu kadar güzel oluşu enderdi, çok enderdi."
Tek kol çift koldan daha sabırsızdır
Ali emmi son olarak Sabri ustadan ayrıldı ve Hacı Etem'lerin evine bitişik olan dar sokağa saptı. Ay burayı
aydınlatmıyordu. Duvarların üstü beyaz, yol ise simsiyahtı. Nişancı'nın evini geçerken sokak kapısına çıkan
basamaklarda karanlıktan da kara bir gölge kımıldadı:
— Ali emmi, hişt...
— Kimsin len?.. Bayağı korkmuştu.
— Ben Salih, Ali emmi.
— Çatla emi... ödümü kopardın pis çolak. Salih hafifçe güldü:
— Pis çolaktan da korkulur muymuş hay Ali emmi... Ben de seni yürekli bir .şey sanırdım.
— Bırak zevzekliği. Ne anyon sen burada?
— Seni bekliyorum.
— Beni mi?
— Seni ya.
— Ne alıp vereceğin var benimle?
— Selâm getirdim sana.
— Selâm mı? Kimden? /
— Doktor beyden...
— Doktor bey selâm gönderecek adam bulamamış mı?
Salih yine güldü:
— Bildiğin gibi değil Ali emmi. Yüzbaşı şey beyin de... Neydi be adı...
— Hamdi mi?
— Ya ya. Hamdi beyin de selâmı var... Sonra mülâzimin de, çavuşun da, Top başların...
— Yeter len. Anladık. Ne derler?.. Salih tadını çıkarıyordu:
— Derler ki, Ali emmi sana pis çolak demesin, köpek hoşlar gibi konuşmasın.
Ali emmi parlayacaktı. Fakat Salih o kadarla da kalmadı ve okkalı bir.
— Anladın mı? Yerleştiriverdi.
— Hay Allanın dangalağı! Ne yılışık şeysin sen ülen. Doğru dürüst kcnuşaman mı sen oğlum?
Yürüdü. Salih de peşine takıldı:
— Vallaha doğru derim Ali emmi... Hepsinin de selâmı var sana. Dün gece giderken söylediler.
— Onu anladık Salih, oğlum başka ne dediler, sen onu de bana.
— Bi haber olursa seninle göndersin dediler.
— Seninle mi?
— Vallaha da bil âha da benimle.
— Yemin edip durma. İnandık. Nerde bula-can sen onları?
— Ortaköy'de.
Ali emmi şimdi inanmıştı.
— Git de ki, iyi bi karara varmışlar de. Anladın mı? Heyeti kurmuşlar de, hemen de işe baş-lıyorlarmış de.
Tamam mı?
— Tamam Ali emmi.
— Sen ne zaman gidecen? —• Şimdi.
— Şimdi mi? Ne ile? *— Yürüye yürüye...
— Hay deli hay... Ülen Ortaköy nere, Akşehir nere? Yayan yapıldak başa çıkar mı?
— Çıkar Ali emmi, çıkar. Senin karakaçandan hızlı gitmezsem yuf olsun ervahıma.
Ali emmi:
— Sen laf dinle de al onu, dedi.
— Neyi?
— Benim eşeği işte.
— Bi de başıma belâ alayım öyle mi? Gören nereye demez mi?
Ali emmi kendini tutamayıp güldü:
— Desin., sen de teferrüce dersin. Fakat hemen ciddileşti:
— Seni kim adam yerine kor ülen çolak? Gel de al eşeği, hadi. O senin bildiğin eşeklerden değil, pek iyi
gider.
Salih düşündü ve, "doğru be" dedi. öyle ya
olup bitenleri kim bilecekti? Aklından: "Hem de çarşının içinden, karakolun önünden sürer giderim" diye
geçirdi. Böylesi daha tatlı olurdu.
Düşündüğü gibi de yaptı. Ertesi sabah gün daha yenice yükselirken Ortaköy'de, Reis beyin çiftliğinde idi.
Mülâzimi evvel Niyazi, çeteye yeni katılan beş delikanlıya avluda talim yaptırıyor, geri kalanlar da tarlada
çalışıyordu. Talim yapanların arasında Mumcu'nun aslan gibi oğlu da vardı. Salih "hay maşallah" diye sırıta
sırıta ona bakarken yanına doktor geldi:
— Merhaba Salih.
— Merhaba doktor bey, Ali emmi dedi ki, iyi bir karara varmışlar, heyet de kurulmuş, hemen çalışmaya
başlayacaklarmış.
— İyi. Sen geç otur şurada.
Doktor, Salih güneş vurmuş merdivenin alt basamağına otururken, geniş avluya geçti ve buradan yüksekçe
bir duvarla ayrılmış bulunan büyük bahçeye girdi.
Ali emminin eşeği, açlıktan olacak, huysüzlanıyordu. Salih kalktı, onu verandayı tutan dikmenlerden birine
bağladıktan sonra tekrar aynı basamağa oturdu.
Yavaş yavaş etrafını fark etmeye başlamıştı. Burada bir başıbozuk havası esiyordu. Mülâzimin karşısında
talim eden, tüfek tutmayı öğrenenlerin içinde bile yakası bağrı açıklar vardı. Kılık kıyafet desen, biri öteki gibi
giyinmiş iki kişi çıkmazdı. Kimi avcı biçimi, kimi yarım ağlı, kimi tam ağlı pantol u, bazısı külotuna dolak
sarmış, bazısı yün çorabını çekmiş, bir kısmı da çıplak ayağına çarık veya yemeni geçirmişti. Aralarında aşağı
Kürt köylerinden, dağsal köylerden,kasabalardan gelenler vardı. Bunlar kuşaklarının renginden, sakolarindan,
delmelerinden veya cepkenlerinden belli oluyordu. Bıyıklar, sakallar ve saç kesimleri bile ayrı ayrıydı ve
kısacası, hepsi birden insanda hiç de iç açıcı, güven verici bir tesir uyandırmıyordu. Salih kendi birlik-lerindeki
intizam ve zaptu raptı hatırladı, içi yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Hatta bir ara: "Bunlar mı harp edecek
ülen..." diye düşündü, işler galiba fena gidiyordu. Aradan epey zaman geçmişti... Nihayet binbaşının
yanından dönen doktor, yine basamağa, Salih'in yanına oturdu. Pek memnun görünüyordu:
— Nasılsın bakalım?
Lâf olsun diye sorduğu bu sualin cevabı oldukça ciddi idi.
— Acıktım be doktor bey.
— Sahi, hiç düşünemedim bunu bak. Şimdi şimdi.
Seslendi. Gelen pos bıyıklı birine:
— Bizim Salih onbaşıya bir şeyler ver de yesin... dedi.
Salih talim yapanlara bakıyordu:
— Bunları adam etmek zor be doktor bey! dedi.
— Niye?
.— Askere benzeyen bi yerleri yok bunların... -— Yavaş yavaş...
— Yavaş yavaş mı dedin?
— Yavaş yavaş ya... Şimdi arkadaki tarlada çalışan ak saçlıları da bu gördüklerin gibi. Ama bir iş verdim mi
gözün arkada kalmaz. Ölür de yapmadan dönmezler.
Salih pis pis güldü -.
Doktor pek anlamadı:
— Ne gibi?..
— Ne gibi olacak hay doktor! Bol bol ölecekler desene şuna sen...
— Halt etmişsin. Onlarla çok iş gördük biz.
— Rastgele olmuştur. Bunlar daha tüfek tutmasını bilmiyorlar.
— Onlar daha yeni geldiler.
— Eskiler de öyledir... Sen kendini kandırın doktor bey, bunları önce asker etmeli, asker.
— Sen kendin asker misin be?.. Senin bile askerliğin kalmamış. Onbaşı dedikse şımar demedik.
Salih "Haklı galiba" demeye kalmadan o pos-bıyıklı irikıyım adam elinde durulmuş bir şepit ile geldi
Konuşmanın bir kısmını duymuş olmalıydı. Ekmeği uzatırken:
— Ye bakalım onbaşı. Ye de ekmek nasıl ye-nirmiş bi görelim.
Adam doktordan çok daha sinirlenmiş görünüyordu. Salih hakkı makkı unutuverdi.
— Na bu tek kolumla ekmeği de senden iyi yerim, silâhı da senden iyi atarım, dedi.
Adam, Salih'in tek kol olduğunu görünce fena halde bozulmuştu:
— Bağışla ağam, görmedim, dedi.
Salih de yaptığı çıkıştan utandı; ekmekten koca bir lokma ısırarak çiğnemeye başladı, önüne bakıyordu.
Doktor:
— Bak, dedi. Bu bizim hem aşçımız, hem de en keskin nişancımızdır. Adı Hayri... Geredeli. Binbaşının
bölüğünde harp etmiş.
Salih:
— Sağ olsun, dedi. Sonra birdenbire başını kaldırdı ve gülerek sordu: Tabanca atabilin mi, tabanca?
Hayri:
— Eh işte, dedi.
— Şunu bitireyim de bi yarışalım seninle. Salih teklifi biraz da doktora söylediklerini
ispat için yapmıştı. O da bunu merak ediyordu:
— Sahi, dedi. Bu işi üçümüz yapalım. Nişan dikeriz bahçede.
Salih'in keyfi yerine gelmişti. Lokmaları çiğnemiyor yutuyordu. Doktor ona sevgiyle baktı:
— Yavaş ülen, yavaş... Gursağma tıkanacak. Salih, lokma ağzında, sırıta sırıta homurdandı :
— Sen de her şeye, yavaş yavaş diyon be doktor bey. Vakit dediğin çok kıymatlı şu sıra! Hadi.
Elindeki şepitin kalanını da ağzına tıkıştırarak doğrulmuştu. Doktor gülerek seslendi:
— Niyazi çocukları al da gel, seyir var seyir. Hem de bildiğin gibisi değil.
Mülâzım:
— Gelin bakalım, diye acemilerle birlikte onları takip etti. Bahçeye geçtiler.
Doktor onbeş adım kadar ötedeki armut ağacında bir çift serçe görmüştü :
— Nah işte nişan da hazır, sağdaki senin, soldaki benim, davran... dedi.
Salih:
— O da doğru, dedi, inşallah azıcık değil de biçok biçok güleceğimiz günler de gelir. Bak Mevlit ağa sana bi
şey deyecem, iyi dinle amma, biz iyi yerden haber aldık. Zât-ı Şahane, Mustafa Kemal Paşa'ya demiş ki, bak
bunu iyi dinle, san-cak-ı şerif sizinledir, size emanettir demiş. Anladın mı?
Haberi veren "İyi yer"in neresi veya kim olduğunu soran da, merak eden de çıkmadı. Zaten Demirci Sabri
ustanın ağzını iki karış açık bırakan bir hayretle salıverdiği üç eliflik:
"Yaaa?.." böyle bir meraka zaman bırakmamıştı.
Ali emmi de rolünü onun kadar iyi oynadı ve o da ağzını ve gözlerini açıp Sabri ustayı taklit etti:
— Yaaa?.. Böyle ya usta! İşitince ben de senin gibi "Yaaa?" dediydim. Amma şöyle bi düşününce insanın
aklı eriveriyor. Başka türlü olabilir mi ki?.. Zât-ı Şahane pay tahtta eli kolu bağlı oturuyor. Bi kımıldayım dese
Yunanın ardından İngiliz de, İtalyan da, Fransız da dayanacak. Öyle de mi?..
Sabri usta yavaş yavaş akıl erdiriyormuş gibi mırıldandı:
— öyle ya...
Ali emmi sır veren bir fısıltı ile devam etti:
— Eee... Öyle diye, yani senin anlayacağın, eli kolu bağlı diye Zât-ı Şahane milletin de eli kolu bağlı
oturmasını isteyecek, gidişatı başıboş bırakacak değil a., bizim kuş beynimiz nasıl alsın., meğer Mustafa
Kemal Paşayı gizli bir fermanla göndermiş Kâzım Karabekir Paşaya, Fuat Paşaya ve diğer bütün paşalarına ve
kumandanlarına, benim emrimde gibi elele, hep beraber vatanın halâsına çalışacaksınız buyurmuş, sureta
bana karşı bile geleceksiniz, ahval ve şerait ne gerektirirse onu yapacaksınız buyurmuş. İstanbul'dan
Kuvva'ya devamlı olarak silâh, cephane ve adam gidermiş. Biz burada vırvırla, dırdırla vakit çürüte duralım,
karılar kızlar bile cephede iş görürmüş len. Bunları duydum da arımdan öle-yazdım. Kime dersin., ağzını
açsan kırk yıllık nendesin Sabri usta bilem, "Bak hele Ali emmiye o da Halifemize hıyanet eder" diyecek. Gel
de çık işin içinden. Bereket versin Mustafendi biraderimiz fırsat verdi de içimizi döktük.
Sahne iyi hazırlanmış, AH emmi de, Sabri usta da rollerini iyi oynamışlardı. Odada onaltı kişiydiler. Aralarında
ne olup biteceğini önceden bilen sadece beşi idi. Ali emmi, Mumcu Mustafa efendi, Küçük Hacı, Sabri usta ve
Toprakçılarm İmam Haşim efendi.
Geri kalan onbir kişinin aklı bir yatıverse Akşehir fethedilmiş demekti. Bu onaltı kişinin sözünü tutmayacak bir
onaltı kişi daha ya çıkar, ya çıkmazdı koca kasabada.
Ali emmi, işler fena gitmiyor diye düşünürken Hurşit ağaların Yunus bey, bir iki öksürükle söz istediğini belli
etti ve başı önüne eğik, konuştu. Sesi bütün aşinalıklara yabancı idi, 10k ve ölçülü idi. Sanki ilk defa
karşılaştığı insanlara, şimdiye kadar üzerinde hiç durulmamış bir meseleden söz ediyordu:
«— Doğrusu bu ya, Ali emminin dedikleri akla yatkın şeyler. İnsan şöyle bir düşünse haklı der. Amma benim
zihnimi kurcalayan bir mese^ le var: öyle de neden Kuvvacılar üzerine vur emri çıkar? Sonra neden gerek
Vali bey olsun, gerek İstanbul'lu Hoca efendi olsun, bütün bütün Dersaadetin mutemedi olan zatlar hep
aksini söylerler?»
Ali emmi, bir an içinde küçük Hacı'ya bakıp tekrar eskisi gibi tarafsız bir şekilde dinlemeye başladı. Böylece
Küçük Hacı'ya "Sen konuş" demiş oluyordu. Kendisi cevap verse iş münakaşa halini alacak, odadakiler,
"Haa... Ali emmi kararını vermiş" diyecekler, iş de bir Ali emmi meselesi olup çıkacaktı.
Yunus bey, İstanbul'lu Hoca'nm ağzından kapma üç beş cümle daha söyledikten sonra sustu. Gözleri şimdi
odadakileri bir bir dolaşıyor, ne dersiniz? der gibi cevap bekliyordu. Küçük Hacı dev gibi gövdesini dizlerinin
üzerinde gerip dikel-terek:
— Yunus bey doğru söyler be Ali emmi, dedi. Bana öyle geliyor. Amma, Yunus bey, hani bu dediğin işte bir
bit yeniği de var. Bir bit yeniği... Amma ben nasıl diyeceğimi pek bilemiyorum. Hani aklıma Vali Cemal beyi
İngilizlerin bando muzika ile alıp İstanbul'a götürüşleri, son-racığıma da nazır oluşu geliyor da... Sağ olsun,
büyük adammış, akıllı adammış... öyle derler. Amma milleti de birbirine düşürmüş be Yunus bey. Hatta bir
rivayete göre eşkıyaları bile himaye etmiş. İşittiğim bu.
Bir sessizlik oldu. İmam Hâşim efendi:
— Hani geçenlerde Konyalı Hacı İbrahim efendinin biraderi gelmişti, o bizim teyzenin kızını tutar. Pek
dili varmadıydı ya, o da böyle dedi.
Küçük Hacı:
— Ben de, vebali boynuma, Kaşıkçıların Necati Çelebi'den işittim, dedi.
Ali emmi bu sözlerin yaptığı tesiri perçinledi:
— Vay namussuz... Biz de kimlere büyük adam, akıllı adam deriz... Ona İngiliz gâvuru büyük desin.
Mustafendi az önce duvarı yumruklamıştı. Ihlamurlar geldi. Tepsiyi kapıdan kendi almıştı, önce Yunus beye
buyur etti. O da:
— Ali emmiye, Ali emmiye, dedi.
Fakat Ali emmi bir "Estağfurul ah" ile doğrularak ıhlamuru kendi eliyle Yunus beye verdi. Yunus beyin gönlü
kazanılmıştı.
Sabri usta:
— Haberin var mı, dedi, ortaya konuşuyordu. Dün gece doktor Haydar bey Hoca'yı ziyaret etmiş.
— Hangi Hoca'yı? diye birkaç kişi birden sordu.
— İstanbul u Hoca'yı. Uzun uzun müşavere etmişler, kapıda da zaptiyeler beklemiş. Salih dedi... Çolak.
Ali emmi:
— Git ülen sende... Pis çolağın lâfına mı kandın? dedi.
Çarıkçı Hamdi köşeden itiraz eti:
— Yoo be Ali emmi... Doğru galiba... Amma zaptiyeleri doktor beyi tutsun diye göndermişler.
Bu sefer bir başkası lâfa karıştı:
— öyle de neye tutmamışlar?
— Ne bilem ben?..
Herkes ıhlamurundan bir yudum daha aldı. Ali emmi artık teklifini çekinmeden yapabilirdi. Havayı bundan
daha uygun hale getirmenin imkânsız olduğunu biliyordu.
gmdı ve zihni çok mühim bir şeye takılıp kalmıştı da işitmemişti; cevap vermedi. Ali emmi bu sefer başka
muhatap aradı:
— Ha? Hacı bey?..
Küçük Hacı oturduğu yerde, kalkmak istermiş gibi bir sağa bir sola yekindi. Alnındaki kırışıklıklar iyice
derinleşmişti.
— Mühim... Çok mühim...
Ali emmi paylar gibi tekrarladı:
— Mühim... Çok mühim!.. Biz de anladık. Amma velâkin ne etmek, nişlemek lâzım?.. Bunu diyebiliyon mu
sen?.. Bi şeyler yapmak lâzım oğlum, bi şeyler... Yunan üstümüze geliyor bir yandan. İngilizler, Fransızlar,
Ermenileri silâhlandırmış Çukurova'ya, Antep'e, Maraş'a saldır-tır öte yandan... Rum çeteleri de asar keser,
zulmeder... Bunlar iki kere iki dört mü?
— öyle..
Ali emmi beş altı kişiye daha "öyle" dedirttikten sonra devam etti:
— Öyle de biz neden böyle elimiz böğrümüzde kazık gibi oturup dururuz?
Yunus bey belli bir direnişle sordu:
— Ne yapalım dersin Ali emmi?
Ali emmi artık üst perdeden konuşuyordu :
— Ne mi yapalım hay Yunus bey? Ben de senin akim daha iyi erer diye bunu sana sorarım ya! Amma benim
kıt aklımın yettiğini merak et-tiysen deyivereyim. Karısı kızı, genci kocası vatanı düşmandan kurtarmak için
elinden geleni
kıpkırmızı olmuştu. Fakat Ali emmi aldırış etmeden burnuna düşen tel çerçeveli gözlüğünün üstünden dik dik
ona bakıyor, cevap bekliyordu. Baktı ses yok, tahrik eden bir sesle sordu:
— Ne dedin?
Yunus bey kendisine kimsenin arka çıkamayacağını anlamıştı, mırıldandı:
— Ben cumhura uyarım Ali emmi. Madem ki söz buraya geldi, nişlemek gerektiğini kararlaştırıverelim. Ama
bir de Hoca efendiye sorsak iyi ederiz.
— Hoca efendiye sorarız helbette. Bi karara varalım, o kolay.' Hoca efendinin ilmine, fazlına, imanına
cümlemiz amenna ve saddaknâ demişiz. Amma pek genç olduğunu ve ahvâli âlemle pek ilgilenmediğini
unutmayalım. Ne ise o ayrı bahis. Şimdi burada varacağımız kararı bozmayacağımıza yemin ediyor muyuz?
Bu defa işin aslını bilen dört kişi, öbürlerine vakit komadan başta imam Hâşim efendi olmak üzere:
«— Ediyorum, ediyorum, ediyorum...» dediler.
Sesler azimli idi. Onlara öbürleri de tek tek katıldılar. Sonunda Yunus bey de mecburen:
«— Ediyoruz...» dedi.
Tam bu sırada, Mumcu:
— Kapı vuruldu de mi? diye sordu.
Kapının vurulduğunu duyan olmamıştı. Fakat O:
— Bi bakayım, diye gitti. Az sonra da dönerek, Reis bey geliyor, diye haber verdi ve yeniden gitti. Bu sefer
dönüşü uzun sürdü;
— Misafirlerin var, gelmeyim diyor. Israr ettim, bi de onlara sor dedi. Buyur edelim de mi?..
Hep bir ağızdan "Helbette" dediler. Bir iki dakika sonra da Ağırceza Reisi Mehmet bey içeri girdi. Hepsi ayağa
kalktılar.
— Buyur Reis bey, şöyle buyur, dediler.
— Allah aşkına rahatsız olmayın. İşte şuraya oturuveririm, olur biter.
Ali emmi-.
— Yo... Val aha olmaz... yemin ettim bak., şöyle buyur.
Reis bey köşedeki mindere bağdaş kurdu. Tek tek merhabalaştılar, hal hatır soruldu. Fakat söze nereden
başlanacağını, ne deneceğini bilen yoktu. Reis bey insanın tâ içine işleyen candan bir gülümseyişle:
— Oldu mu bu ya, dedi, biliyordum. İşte sohbetinizi bıçak gibi kestim.
Ev sahibi atıldı:
— Estağfurullah Reis bey, hâşa...
— Yapma be Mumcu., öyle de niye susarsınız?
Ali emmi:
— Hi ç, dedi. Boyumuzdan büyük işe giriştik de ondan, yani senin anlayacağın utandığımızdan sustuk.
Gülüştüler, bu sefer de Reis bey:
— Estağfurullah, dedi.
— Yo, yo, öyle...
Reis bey Ali emminin uzattığı tabakadan si-
gara sarıyordu. Gözleri yaptığı işde, o candan gülümseyişi ile:
— Mehmet efendi oğlumuz ne âlemde Mus-tabey? diye sordu.
Mumcu:
— Selametliyoruz, diye cevap verdi.
— Bahsettiniz mi dostlarınıza?
— Ya, dedim.
— Hayırlı olsun. Ben de Ortaköy'den geliyorum. Çiftliğe bir bakayım diye gitmiştim. Orada bir müddetten
beri doktor Haydar beyle arkadaşları kalıyor. Sağ olsunlar, boş vakitlerinde mahsul ile de ilgilenmişler,
vaziyet pek iyi.
Tabakayı iade etti. Odadakiler, Ali emmi, Mumcu, İmam efendi ve Sabri usta hariç, şaşkın şaşkın ona
bakıyordu. Demek Ağırceza Reisi Mehmet bey Kuvvacılardan yana idi, onları çiftliğinde barındırıyor, bunu da
dünyanın en olağan bir şeyi gibi söyleyiveriyordu!
Sessizliği Demirci Sabri bozdu:
— Hay bin yaşasın Reis bey. Biz de kuvvacılardan konuşur, işin aslı nedir diye düşünüp dururduk.
Bu sefer Reis bey hayret etmiş gibiydi:
— Bunda düşünecek ne var?
Hepsi birden ona baktılar. Geniş ve yüksek alnı, iri çekme burnu, yeşile çalan elâ gözleri, hafiften kırçıllaşmış
sakalı, nihayet o hiç eksilmeyen tertemiz gülümseyişi ile Ağırceza Reisi her zaman olduğu gibi şimdi de
dürüstlük, samimiyet ve saf vicdanın timsali gibi görünüyordu. O gülümseme yine dudaklarında idi, ama
kaşları çatılmış, alnı kırışmıştı. Hayreti biraz da azarlamaya benziyordu.
— Bunda düşünecek ne var, diye tekrarladı, aklı başında olan herkes kurtuluşumuz için elinden geleni
yapacak elbette. Bunun da tek yolu var-, orduyu derleyip toparlamaya uğraşanlara yardım etmek. Başka
türlü düşünmek köprüyü bırakıp çayda geçit aramaya benzer. Aklınızı zorla abese sürmeyin.
Ali emmi başını eğmişti amma, Yunus bey veya onun gibi düşünenlerden biri biraz dikkatlice bakıverse nasıl
memnun olduğunu kolayca anlardı. Mumcu da, Sabri usta da, İmam da onun gibiydi.ötekilere gelince, onlar
şimdi içten içe iki gruba ayrılmışlardı: Bir kısmının aklı bu işe tamamen yatıyordu, en ufak tereddütleri
kalmamıştı. Kalanları ise İstanbul u Hoca'nın cümlelerini silkip atamayanlardı. Fakat bunlar da verilecek
karara "Allah affetsin" diyerek uyacaklardı.
Sabri usta kalkıp Reis beyin sigarasını yaktı. Ali emmi kesik kesik öksürdü ve:
— Bağışlayın ağalar, dedi; ben apaçık deyivereceğim; Kuvvaya yardım edelim. Bu namus borcudur, işte Reis
bey, şeriatı da, ahvali âlemi de herkesten iyi bilir. Dediği gibi köprüyü bırakıp geçit aramanın âlemi yok. Siz
ne dersiniz?
Küçük Hacı dimdik bir sesle:
— Doğru, dedi.
"Doğru, doğru" diye onu takip edenlerin sayısı yarıyı çoktan aşmıştı. Ali emmi, onları işitmemiş gibi:
«— Ha, Yunus bey?» diye ısrar etti. O da: «— Doğru Ali emmi» dedi ve yutkunduktan sonra sordu:
— Amma ne yapabiliriz? Ali emmi:
— Her şey, dedi; her şey yapabiliriz, de mi Reis bey?
Reis bey başını salladı:
— Elbette. En mühimi de etrafınıza Kuvvayı Milliyenin çete olmadığını, Kurtuluş Ordusunun çekirdeği
olduğunu yaymaktır. Eli silâh tutanlar gider katılır, kalanlar da karınca kararınca para ve mal yardımında
bulunur. Aranızda bir heyet kurun. Üç beş kuruş., bir kalıp sabun., bir çift çorap., bir çaputun bile değeri
vardır. Toplayın, verin. Önümüz kış., düşman boyuna ilerliyor., yakında büyük çarpışmalar başlayacak. Ne
kadar kuvvetli olursak o kadar dayanabiliriz. Dayandıkça da derlenip toparlanırız. Millet elbirliği edecek de pis
Yunan tepelenmeyecek ha? Aklınız alır mı bunu? Mesele vakit kaybetmemekte, gaflete ve delâlete
düşmemekte. Lehül-hamd millet de bunu anladı. Şarkta, garpte, şimalde, cenupta, köylüsü kentlisi kendi
seferberliğini kendi yapıyor. Şimdi her tepede bir birliğimiz var. Yakında bunlar koca bir ordu olacak, koca
bir Osmanlı Ordusu doğacak. Benim bildiğim, inandığım bu. Yanıldığımı da sanmıyorum.
Odaya bir canlılık gelmişti. İmam Haşim efendi :
— Al ah senden razı olsun Reis bey, kalbimize ışık düşürdün, dedi; şimdi bize kol arı sıvamak kalıyor. Şimdi
ağalar, Reis beyin dediği gibi hemen bir heyet kuralım ve yarından tezi yok işe koyulalım. Tamam mı?
Tamamdı. Ali emmi, Reis beyin de yardımıyla seçimi ustaca idare etti. Beş kişilik heyette Yunus bey de vardı.
Ali emmi doktor Haydar beyle temas kurmanın yolunu -güya- arayacaktı. Birbirlerine "Hayırlı uğurlu olsun"
diyerek, geç vakit ayrıldılar. Ali emmi sokak başında, son olarak Yunus beye.
"Sayende hayırlı yola girdik" demeyi de unutmadı.
Babasından çok saydığı Ağır Ceza Reisi ile şehit düşen oğlu kadar sevdiği doktora karşı mahcup çıkmak
istemiyordu. Söz vermişti onlara.
Şimdi yetmiş sekiz yıllık göğsünde saf bir neşenin kanat çırpışları vardı; "Artık gözüm arkada kalamaz" diye
düşünüyor, uzun ve bembeyaz sakalını sıvazlıyordu: "Ayı, mehtabı ne güzel, çayın şırıltısı, söğüt dallarındaki
esinti ne güzeldi. Dünyanın bu kadar güzel oluşu enderdi, çok enderdi."
Tek kol çift koldan daha sabırsızdır
Ali emmi son olarak Sabri ustadan ayrıldı ve Hacı Etem'lerin evine bitişik olan dar sokağa saptı. Ay burayı
aydınlatmıyordu. Duvarların üstü beyaz, yol ise simsiyahtı. Nişancı'nın evini geçerken sokak kapısına çıkan
basamaklarda karanlıktan da kara bir gölge kımıldadı:
— Ali emmi, hişt...
— Kimsin len?.. Bayağı korkmuştu.
— Ben Salih, Ali emmi.
— Çatla emi... ödümü kopardın pis çolak. Salih hafifçe güldü:
— Pis çolaktan da korkulur muymuş hay Ali emmi... Ben de seni yürekli bir .şey sanırdım.
— Bırak zevzekliği. Ne anyon sen burada?
— Seni bekliyorum.
— Beni mi?
— Seni ya.
— Ne alıp vereceğin var benimle?
— Selâm getirdim sana.
— Selâm mı? Kimden? /
— Doktor beyden...
— Doktor bey selâm gönderecek adam bulamamış mı?
Salih yine güldü:
— Bildiğin gibi değil Ali emmi. Yüzbaşı şey beyin de... Neydi be adı...
— Hamdi mi?
— Ya ya. Hamdi beyin de selâmı var... Sonra mülâzimin de, çavuşun da, Top başların...
— Yeter len. Anladık. Ne derler?.. Salih tadını çıkarıyordu:
— Derler ki, Ali emmi sana pis çolak demesin, köpek hoşlar gibi konuşmasın.
Ali emmi parlayacaktı. Fakat Salih o kadarla da kalmadı ve okkalı bir.
— Anladın mı? Yerleştiriverdi.
— Hay Allanın dangalağı! Ne yılışık şeysin sen ülen. Doğru dürüst kcnuşaman mı sen oğlum?
Yürüdü. Salih de peşine takıldı:
— Vallaha doğru derim Ali emmi... Hepsinin de selâmı var sana. Dün gece giderken söylediler.
— Onu anladık Salih, oğlum başka ne dediler, sen onu de bana.
— Bi haber olursa seninle göndersin dediler.
— Seninle mi?
— Vallaha da bil âha da benimle.
— Yemin edip durma. İnandık. Nerde bula-can sen onları?
— Ortaköy'de.
Ali emmi şimdi inanmıştı.
— Git de ki, iyi bi karara varmışlar de. Anladın mı? Heyeti kurmuşlar de, hemen de işe baş-lıyorlarmış de.
Tamam mı?
— Tamam Ali emmi.
— Sen ne zaman gidecen? —• Şimdi.
— Şimdi mi? Ne ile? *— Yürüye yürüye...
— Hay deli hay... Ülen Ortaköy nere, Akşehir nere? Yayan yapıldak başa çıkar mı?
— Çıkar Ali emmi, çıkar. Senin karakaçandan hızlı gitmezsem yuf olsun ervahıma.
Ali emmi:
— Sen laf dinle de al onu, dedi.
— Neyi?
— Benim eşeği işte.
— Bi de başıma belâ alayım öyle mi? Gören nereye demez mi?
Ali emmi kendini tutamayıp güldü:
— Desin., sen de teferrüce dersin. Fakat hemen ciddileşti:
— Seni kim adam yerine kor ülen çolak? Gel de al eşeği, hadi. O senin bildiğin eşeklerden değil, pek iyi
gider.
Salih düşündü ve, "doğru be" dedi. öyle ya
olup bitenleri kim bilecekti? Aklından: "Hem de çarşının içinden, karakolun önünden sürer giderim" diye
geçirdi. Böylesi daha tatlı olurdu.
Düşündüğü gibi de yaptı. Ertesi sabah gün daha yenice yükselirken Ortaköy'de, Reis beyin çiftliğinde idi.
Mülâzimi evvel Niyazi, çeteye yeni katılan beş delikanlıya avluda talim yaptırıyor, geri kalanlar da tarlada
çalışıyordu. Talim yapanların arasında Mumcu'nun aslan gibi oğlu da vardı. Salih "hay maşallah" diye sırıta
sırıta ona bakarken yanına doktor geldi:
— Merhaba Salih.
— Merhaba doktor bey, Ali emmi dedi ki, iyi bir karara varmışlar, heyet de kurulmuş, hemen çalışmaya
başlayacaklarmış.
— İyi. Sen geç otur şurada.
Doktor, Salih güneş vurmuş merdivenin alt basamağına otururken, geniş avluya geçti ve buradan yüksekçe
bir duvarla ayrılmış bulunan büyük bahçeye girdi.
Ali emminin eşeği, açlıktan olacak, huysüzlanıyordu. Salih kalktı, onu verandayı tutan dikmenlerden birine
bağladıktan sonra tekrar aynı basamağa oturdu.
Yavaş yavaş etrafını fark etmeye başlamıştı. Burada bir başıbozuk havası esiyordu. Mülâzimin karşısında
talim eden, tüfek tutmayı öğrenenlerin içinde bile yakası bağrı açıklar vardı. Kılık kıyafet desen, biri öteki gibi
giyinmiş iki kişi çıkmazdı. Kimi avcı biçimi, kimi yarım ağlı, kimi tam ağlı pantol u, bazısı külotuna dolak
sarmış, bazısı yün çorabını çekmiş, bir kısmı da çıplak ayağına çarık veya yemeni geçirmişti. Aralarında aşağı
Kürt köylerinden, dağsal köylerden,kasabalardan gelenler vardı. Bunlar kuşaklarının renginden, sakolarindan,
delmelerinden veya cepkenlerinden belli oluyordu. Bıyıklar, sakallar ve saç kesimleri bile ayrı ayrıydı ve
kısacası, hepsi birden insanda hiç de iç açıcı, güven verici bir tesir uyandırmıyordu. Salih kendi birlik-lerindeki
intizam ve zaptu raptı hatırladı, içi yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Hatta bir ara: "Bunlar mı harp edecek
ülen..." diye düşündü, işler galiba fena gidiyordu. Aradan epey zaman geçmişti... Nihayet binbaşının
yanından dönen doktor, yine basamağa, Salih'in yanına oturdu. Pek memnun görünüyordu:
— Nasılsın bakalım?
Lâf olsun diye sorduğu bu sualin cevabı oldukça ciddi idi.
— Acıktım be doktor bey.
— Sahi, hiç düşünemedim bunu bak. Şimdi şimdi.
Seslendi. Gelen pos bıyıklı birine:
— Bizim Salih onbaşıya bir şeyler ver de yesin... dedi.
Salih talim yapanlara bakıyordu:
— Bunları adam etmek zor be doktor bey! dedi.
— Niye?
.— Askere benzeyen bi yerleri yok bunların... -— Yavaş yavaş...
— Yavaş yavaş mı dedin?
— Yavaş yavaş ya... Şimdi arkadaki tarlada çalışan ak saçlıları da bu gördüklerin gibi. Ama bir iş verdim mi
gözün arkada kalmaz. Ölür de yapmadan dönmezler.
Salih pis pis güldü -.
Doktor pek anlamadı:
— Ne gibi?..
— Ne gibi olacak hay doktor! Bol bol ölecekler desene şuna sen...
— Halt etmişsin. Onlarla çok iş gördük biz.
— Rastgele olmuştur. Bunlar daha tüfek tutmasını bilmiyorlar.
— Onlar daha yeni geldiler.
— Eskiler de öyledir... Sen kendini kandırın doktor bey, bunları önce asker etmeli, asker.
— Sen kendin asker misin be?.. Senin bile askerliğin kalmamış. Onbaşı dedikse şımar demedik.
Salih "Haklı galiba" demeye kalmadan o pos-bıyıklı irikıyım adam elinde durulmuş bir şepit ile geldi
Konuşmanın bir kısmını duymuş olmalıydı. Ekmeği uzatırken:
— Ye bakalım onbaşı. Ye de ekmek nasıl ye-nirmiş bi görelim.
Adam doktordan çok daha sinirlenmiş görünüyordu. Salih hakkı makkı unutuverdi.
— Na bu tek kolumla ekmeği de senden iyi yerim, silâhı da senden iyi atarım, dedi.
Adam, Salih'in tek kol olduğunu görünce fena halde bozulmuştu:
— Bağışla ağam, görmedim, dedi.
Salih de yaptığı çıkıştan utandı; ekmekten koca bir lokma ısırarak çiğnemeye başladı, önüne bakıyordu.
Doktor:
— Bak, dedi. Bu bizim hem aşçımız, hem de en keskin nişancımızdır. Adı Hayri... Geredeli. Binbaşının
bölüğünde harp etmiş.
Salih:
— Sağ olsun, dedi. Sonra birdenbire başını kaldırdı ve gülerek sordu: Tabanca atabilin mi, tabanca?
Hayri:
— Eh işte, dedi.
— Şunu bitireyim de bi yarışalım seninle. Salih teklifi biraz da doktora söylediklerini
ispat için yapmıştı. O da bunu merak ediyordu:
— Sahi, dedi. Bu işi üçümüz yapalım. Nişan dikeriz bahçede.
Salih'in keyfi yerine gelmişti. Lokmaları çiğnemiyor yutuyordu. Doktor ona sevgiyle baktı:
— Yavaş ülen, yavaş... Gursağma tıkanacak. Salih, lokma ağzında, sırıta sırıta homurdandı :
— Sen de her şeye, yavaş yavaş diyon be doktor bey. Vakit dediğin çok kıymatlı şu sıra! Hadi.
Elindeki şepitin kalanını da ağzına tıkıştırarak doğrulmuştu. Doktor gülerek seslendi:
— Niyazi çocukları al da gel, seyir var seyir. Hem de bildiğin gibisi değil.
Mülâzım:
— Gelin bakalım, diye acemilerle birlikte onları takip etti. Bahçeye geçtiler.
Doktor onbeş adım kadar ötedeki armut ağacında bir çift serçe görmüştü :
— Nah işte nişan da hazır, sağdaki senin, soldaki benim, davran... dedi.
Salih:
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Küçük Ağa - 13
- Büleklär
- Küçük Ağa - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2952Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165833.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155736.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2913Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155934.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2868Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2898Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172731.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2841Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167234.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2859Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170533.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2958Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165331.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2887Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167434.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2855Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159436.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3075Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174633.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3047Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2968Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171532.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2927Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167734.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2954Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167435.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3030Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152435.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2877Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162333.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2991Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2964Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159136.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162335.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2988Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172533.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3004Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171434.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2899Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168433.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2965Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162337.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3043Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167133.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3032Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161336.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2956Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168633.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157434.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163134.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2943Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159733.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2986Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167831.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2970Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161736.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2979Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2935Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161234.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2982Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163534.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2852Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152736.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169431.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Küçük Ağa - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 833Unikal süzlärneñ gomumi sanı 57142.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.61.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.