Küçük Ağa - 06

Süzlärneñ gomumi sanı 2841
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1672
34.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
56.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
tazeledi:
— İşleri güçleri vır vır çene çalmak... Yok Devlet-i Osmaniyeymiş... Yok İstanbul u Hocaymış... Yok
padişahımızmış... Ne yapmış bana Devlet-i Osmaniye? Padişah bana kılını mı vermiş? İstanbul u Hoca
topları iftar topu mu sanırmış?..
"Hak tuu" diye açık pencereden sokağa tü-kürdü. Salim ateşe sürdüğü cezveyi ocağın kenarında tuttu,
vazgeçecekti. Fakat yine de pişirdi ve sal antılı bir sesle:
— Töbe de, töbe!..
Ve getirip kahveyi, köpeğe kemik atar gibi, Salih'in önüne koydu.
— Yaptın kahveyi ha?., hi hi hi...
Salih sırıtıyordu. Fakat bu sırıtışların bu "hı
kadere lanet okuyan bir taşlama olduğunu artık anlamamak için insamn gönül gözü kör doğmuş olması
gerekti.
Salim tez uzaklaştı ve yine fincanlarla, tabaklan şakırdatmaya başladı. Salih şimdi hem kahvesini içiyor, hem
de doğrudan doğruya ona sesleniyordu:
— Töbe demesi kolay. Demesine deyeyim, deyince ne olacak? Bunu bilebildin mi? Ben bilemiyorum işte.
Salım, onun duymasını ister gibi konuştu:
— Küfür dağı çatlatırmış.
— Ne dedin, ne dedin?
— Heç... Bi şey demedim. Amma diyeyim: îç de şu kahveyi git burdan. Gelme bi daha da Allasen...
Salih kahveyi bitirmişti. Kalktı: .
— Gelmem, korkma. Sen gel amma benim kahveye.
Merdiven başında durdu:
— Sahiden, kimdi o Mehmet dedikleri ayı?.. Salim durakladı. Salih de kımıldamadan cevap bekliyordu:
— Topçunun kardeşi...
— Çerkeş Reşidin..
— Hı!..
Salih bir tuhaf gülümsedi ve paldır küldür inip gitti. Merdivenlerin yarısında iken Salim arkasından
seslenmişti:
— Doktor bey seni görmek istermiş. Salih'in kahvesi alafranga bir şey olacaktı.
Yer, o zamana kadar görülmemiş bir şekilde, sokakla bir hizada bir salondu. Seki yerine hep masalar
Konmuştu. Çoktan açılacaktı ama çırak bulunamıyordu. Kimse çocuğunu vermedi. Sonunda Niko küçük Rum
oğlanı buldu ve:
— Aldırma, dedi, zaten müşterilerin bizimkiler olacak.
Bu işi -bizimkiler işini epeyden beri açıktan açığa konuşur olmuşlardı.
Salih dükkânına bakıyor, bakıyor, bir türlü doyamıyordu. İçinde gurura, emniyete, sevince benzer bir şeyler
vardı. Fakat içinde bir tatsızlık da vardı. Üzerine düşse bu pırıl pırıl kahve zehir zemberek olacaktı. Bunu
bildiği için aldır-mamaya çalışıyordu. Niko:
— Pek güzel oldu, dedi ve ilâve etti. Hayırlısıyla yarın sabah ocağı yakarsın. Hadi şimdi gidelim pedere.
Ortalık kararmış, kepenkler çoktan çekilmişti. Salih:
— Sen git, dedi. Ben gelmeyeceğim bu akşam.
— Niye?..
— Biraz işim var da. Niko güldü:
Salih açıklamaya mecbur saydı kendini.
— Doktor bey gelmiş de...
— Hangi doktor bey?..
— Gönülsüzlerin Haydar bey. Niko donuklaştı.
— Beni görmek istemiş. Cephede beraberdik... Bi gideyim...
Niko kapıya yürüyordu.
— Nasıl istersen.
Çıktı gitti. Salih bir masada, hiçbir şey düşünmeden karar verdirecek bir esinti bekler gi-
yürüyüşle Kızılca Mahallenin yolunu tuttu. Sokaklar her gece olduğu gibi bomboştu ve Salih'i bütün hallerde,
bütün duygularda rahatlatan da bu idi.
Kapıya doktorun kendisi çıkmıştı:
— Kim o?..
— Ben Salih, doktor bey. . Kapı açıldı:
— Buyur bakalım Salih onbaşı. Kucakladı ve sağ kolunun yokluğunu içi
burkularak anladı. Sahanlıktaki kandilin aydınlattığı merdivenlerden çıktılar. Zifiri bir karanlığın yuttuğu
kasabaya ve ovaya bakan pencerenin önündeki sedire oturdular:
Doktor idare lâmbasını Salih'in karşısındaki masanın üzerine koymuştu. Fakat ışık bu yüzü iyice belirtmeye
yetmiyordu.
— Ne zaman oldu Salih? Anlayamadı:
— Hangisi?..
— Kolun..
— Ha... Geç be doktor bey... oldu işte. Hani bizim bölüğü... adı neydi onun, bir yere gönderdilerdi işte,
orada. Bu kadarına da şükür. Bi şeyler getirebildik yine... Ama onu da çok görüyorlar. Hi hi hi...
Arsız değildi bu gülüş... Buruk bir şeydi. Doktor; şeytan görsün onun yüzünü... dediklerini hatırladı.
Anlıyordu. Karanlığa bakarak mırıldandı:
— Bunda senin hiç kabahatin yok mu? Salih doktorun derhal kabul ettiği saf bir
samimiyetle:
-Benim ne kabahatim olur… dedi.
-Hiiiç.Fakat mesela Niko iel falan ahbaplık etmesen,sonra içmesen….
Salih dudaklarını kemiriyordu:
— Geçti gari.
İçini çekmişti. Kendini hâlâ adam yerine koyan biriyle konuşmak ona kaybettiklerini hatırlatıyordu.
Tekrarladı:
— Geçen geçmiş bi kere... Sustular.
— Beni görsün demişsin de ondan geldim. Kendini sebep söylemeye mecbur sayıyordu.
Doktor suçlu gibi:
— Tabii, tabii, demekte acele etti; iyi, kötü günler geçirdik beraber. Silâh arkadaşıyız değil mi? Birbirimizi
görmeyeceğiz de kimi görüp kiminle konuşacağız? Yaksana bir sigara.
Salih «Sağol» diye aldı. Sigaralarını doktorun getirdiği lambadan yaktılar.
— Halden anlamak güç. Ne çektiğini, ne olduğunu herkes pek merak etmez. Üzme kendini. Amma biraz
dikkat et. Eski Salih nasıl unutulursa bugünleri de unuturlar.
Salih dudağına yapışan tütünü dişleyip duruyordu. Başı yere eğik:
— Dert o değil doktor bey. Sen eyi bilin; ben unutmam, ben. Ben unutamadıktan sonra elâlem unutmuş
neye yarar? Ben eski Salih'i unutabiliyorum mu ki bugünkünü kafamdan silip atayım?
Sustular. Doktor diyecek bir şey bulamıyordu. Sigaraları yarıyı geçmişti. Salih izmariti dışarı attıkan sonra
davrandı:
— Geç oldu be doktor bey... gidem...
— Sen bilirsin. Kalktılar;
— Anan nasıl?
— Eh işte.
— Dediler.
— öyle işte.
— Yarın sabah gelip bir bakayım mı?
— Sen bilin.
— Gelirim..
— Sağ ol. Hadi eyvallah... Yo yo... Sen zahmet etme ben giderim.
Fakat doktor, idare lâmbasını alarak onu kapıya kadar geçirdi:
— Güle güle. Salih yine gel olmaz mı?
— İnşallah...
Durdu. Arkası doktora dönüktü. Bir şey söylemek istediği bel iydi. Doktor bekledi. Nihayet Salih, vücudunu
kımıldatmadan, başını hızla çevirdi. Kandilin zayıf ve titrek ışığında bu yüz korkunç yaraları ve kötü bir
gülümseyişi ile boyuna şekil değiştiriyor, mâna değiştiriyor, ama insanı hüküm vermekten de alıkoyuyordu.
Üc beş saniye öylece durdular:
— Bir işe yaramam değ mi doktor bey? Doktor şaşaladı:
— Ne münasebet?
Salih'in yüzündeki gülümseyiş daha da genişledi ve daha da arsızlaştı.
— Ben biliyorum, eyi biliyorum. Hadi eyvallah:
Ve yürürken ilâve etti:
— Hayırlı olsun doktor bey.
Bu «Hayırlı olsun» diyen ses dost mu, yoksa alaycı mı idi? Doktor bunu anlayamadı. Fakat bunun değişik bir
ses olduğu belliydi.
Acaba Salih birşeyler mi işitmiş, yoksa niyetine dair bir şeyler mi sezinlemişti.
Evet, Salih artık «Bir işe», doktorun düşündüğü alanda «hiç bir işe» yaramazdı, doktor da bunu aklından
böyle geçirmişti. Ama yıkılmış, yıpratılmış bir gönüle bir sızı da kendisi vermek istemezdi. Estesi sabah
anasına bakmaya gittiği zaman Salih evde yoktu. Aklı donmuşa benzeyen kadıncağız da bir şey söylemezdi.
Doktor yapılacak şeyleri ve alınacak ilâçları yazarak bir komşu çocuğuna bıraktı.
Ertesi gün, doktor, Gönülsüzlerin Haydar bey Akşehir'de yoktu.
Mayıs sonlarına doğru İstanbul gazetelerinden birinde çıkan küçük bir haber Akşehir'i şöyle dalgalandırdı.
Yunan ordusunun Manisa'ya doğru yürüyüşünden bile bu kadar heyecan duyulmamış, herşey kısa zamanda
yatışan veya yatıştırılan bir üzüntüden ibaret kalmıştı. «Padişahımız elbette bir tedbir alacak, mütareke
ahkâmının ihlâli önlenecekti.»
Kimsenin kaynaklarına aldırış etmediği bu inanç ortalığı yatıştırmış, daha doğrusu o eli kolu bağlı, boynu
bükük ve sadece bekleyen havayı yeniden geri getirmişti.
Fakat o küçük haber her kelimesi üzerinde
düşünmeye, konuşmaya, tartışmaya elverişli bir mahiyet taşıyordu. Üstelik şimdi, tıpkı ötekinde olduğu gibi
kimsenin dikkat etmediği, aslını, ilk ağızı araştırmadığı birtakım kaynaklar bu ve bunun benzeri haberleri
devamlı olarak ayakta tutuyor, günün konusu olarak sürdürmeyi başarabiliyordu.
Habere göre, Yunan ordusunun yürüyüşü bütün Anadolu'da büyük kaynamalara, hatta ayaklanmalara sebep
olmuştu. Hemen hemen her vilâyette büyük nümayişler hazırlanıyor, müttefik kuvvetlerin temsilcilerine
protesto ve ihtar telgrafları yağıyordu.
Kahvelerdeki, dükkânlardaki konuşmalarda belli bir hükme varamayanlar, îstanbul'lu Hoca'nın evini bir
karargâha çevirmişlerdi. Artık insanlar hiç alışmadıkları, hatta denemedikleri bir şekilde yaşıyor, gecenin
şimdiye kadar hiç görmedikleri saatlerini tanıyorlardı. Yatsıyı arka arkaya İstanbul u Hoca'nın evinde kıldıkları
oldu. Konuşmalar namazdan sonra da devam ediyor, Hoca, akla hayale gelmeyecek suallerle karşılaşıp
duruyordu.
«— Düşman ya mütarekeyi dinlemezse?..»
«— Payitaht işgal altında. Zât-ı Şâhâne dilediği, düşündüğü gibi hareket edebilir mi?..»
«— Hükümet erkânı İngilizleri mi, Amerikalıları mı seçelim diye ihtilâfta imiş, doğru mudur acaba?..»
«— Garbi Anadolu'da Rumlar, vilâyet-i şar-kiyede Ermeniler mezalim yapıyorlarmış, gittikçe azıtırlarmış...
Bunun önüne nasıl geçilecek?..»
«— Burada da aynı facialar olursa ne yapacağız?..»
Artık kasabada delikanlılar ve orta yaşlılarda var idi.Bunlar esaretten dönen terhis edilen neferler, onbaşılar,
çavuşlar, ihtiyat zabitleri idi. Hemen hemen hepsi de, mecalsiz, yorgun, kırgın, zayıf ve yarı yarıya sakat
kimselerdi, ama hemen hemen hepsi de birtakım isimler, birtakım maceralar ve kahvelerde, evlerde teşekkül
eden düşüncelere pek de uymayan düşünceler getirmişlerdi Akşehir'e.
Yaşlılar bunlara, kolay kolay "Harp bozmuş" diyemiyorlar, üstelik söyledikleri kumandanlara karşı çok açık ve
belirli olmasa da, bir merak duyuyorlardı:
•— Mustafa Kemal mi dedin? Nasıl bi adam?»
«— Kâzım Karabekir Paşa mı? Ne yaptıydı o?..»
«— Ne demiş, ne demiş? Hele bi daha de?..»
•— Ha... Ali Fuad... Geçende Doydukların Ali Çavuş da lâfını etti. Pek de gençmiş ha?.»
•— Kak ülen sende... Nazım diye amma da kafa şişirdin ha... eni sonu bi yüzbaşı bunun! Bi yüzbaşıdan ne
çıkar? Yüzü bi araya gelse n'olacak?.. Karşında koca düvel-i muazzama var...»
«— Topbaşların Rıza da bi yerlere gitmiş, haberin var mı len?..»
Ve bu arada Istanbul'lu Hoca evlendi.
Kız daha onbeşine basmamıştı. Anası ile birlikte dedesinin yanında kalıyordu. Başka kimsesi yoktu. Sülâlesi,
iki koldan da köklü idi, sevilir sayılırdı. Üç dükkânları, bir evleri, dört parça
Emine idi. Bütün tanıyanlar ona hayırlı, hayırlı ve parlak bir kısmet dilemeye başlamışlardı. Huyu ile, güzel iği
ve kışa doğru bir fidan gibi ser-piliveren yapısı ile, görenlere «Tu, tu, tu, kırk bin kere maşallah» dedirtirdi.
Bunu da hak ederdi.
Nikâh Akşehir'e herşeyi unutturacak kadar şaşaalı oldu. Başta Vali olmak üzere Konya'dan on, onbeş kadar
büyük geldi. Tâ İstanbul'dan hediyeler gönderildi. Bunlar da Hoca'nın itibarını büsbütün arttırdı.
Söz kesme, şerbet, kına gecesi, gerdek ve erte... Istanbul'lu Hoca bir başka iklime geçmiş, mutluluğu
tatmıştı. Koltuktan sonra çekildikleri odada, o kuvvetli el eri titreyen bir heyecanla duvağı kaldırdığı zaman, iri
simsiyah gözleri, hafifçe çatık hilâl kaşları, kırmızı —nasıl bir kırmızı ya Rabbim ve kalınca dudakları, narin ve
çekme burnu, nihayet pespembe teniyle ayın ondördü gibi Emine doğmuştu.
Bu ince belli, fakat dolgun körpe ile, genç kuvvetli, fakat daha çok ilm-i cedel'in malı olan adam aşkın her
gün bir yönünü daha beraberce keşfetmeye başladılar. Emine'nin Hoca'ya karşı duyduğu saygı bir hayranlık
kıvamı bulmaya başlıyor, Hoca'nın temkin ile tüllenen sevgisi de bununla birleşince ortaya evlerin en güzeli,
en temizi çıkıyordu. Kaderleri huzur, şefkat ve sadakatti. Hoca'ya yemin et deseler, yeminle söyletseler
bundan başka bir ihtimalden bahsedemezdi.
Fakat Istanbul u Hoca çarşıda pazarda yine bilinen İstanbullu Hoca idi. Halinde, tavrında, konuşup
görüşmesinde en ufak bir değişiklik olmamıştı. Evlenmiş olduğunu çabucak unutturdu. Düğünden bahseden
yalnız kadınlardı, bu da on gün ya sürdü, ya sürmedi.
Bu arada çeşitli yönlerden esen haber rüzgârları Akşehir'i tarayıp tarayıp geçiyordu. Bunların mahiyeti de
rüzgârlarınki gibi çeşitli idi, bunlar da rüzgârlar gibi bazen bunaltıcı, bazen dondurucu, pek seyrek olarak da
serinletici, ferahlatıcı idiler.
Aralarında padişahın, Yunanlıların geri çekilmesi için İngilizlerle anlaştığından tutun da, gizli ve Amerika'dan
yardım gördüğü için çok kuvvetli bir ordu kurduğunu, hatta ordunun harekete geçmek için son emri
beklediğine kadar binbir çeşidi vardı.
Ordu ne ile kurulurdu? Nerede kurulmuştu? Asker ve para kalmış mı idi? Amerika nerede idi, ne yapıyordu?
Madem ki anlaşma vardı, neden öyleyse İngilizler bulundukları bölgelerde yapmadık baskıyı koymuyorlardı?
Denilenler doğru ise Akşehir gibi kocaman bir yere dünyanın eksenine niçin dedikokudan başka bir şey,
meselâ askerlik şubesine veya kaymakamlığa bir emir, bir tamim gelmezdi?
Kimsenin bu gibi sorulara aldırış ettiği yoktu. Söylentileri keyfince, inanışına ve dileklerine göre yorumlamak,
bu yorumlara göre bol bol konuşmak herkesin tercih ettiği işi, herkes ümidi tercih ediyordu.
Fakat parmaklara öyle kolayca boyun eğip istenilen şekli alacak kadar yumuşak olmayan haberler de vardı.
Meselâ her dağ başına, her bel'e, her geçide bir eşkiya çetesi tünemiş deniyordu. Hatta Yalvaç'tan hasta
getiren bir arabacı, Akşehir'e yirmi kilometre ötedeki Engilli'-nin eşkıyalar tarafından basıldığını söylemişti.
Şimdi artık ortalıkta birtakım efe ve çete reisi isimleri dolaşıyor, bunların huyundan,suyundan bile
bahsediliyordu. Çakıcı gaddarmış, bir kadının bileziklerini çıkaramamış da bileğini kesmiş... Bir kilo buğday
istemiş, herif yok deyince, çoluk çocuk hepsini içine kilitlediği evi ateşe vermiş. Gundullu'nun kırk adamı
varmış, hepsi de pürsilâhmış. Ama, «Senin kulağına bir şey diyeyim mi?» Gundullu iyi adammış, gâvur
evlerini başarmış, bir şehit anasının halini öğrenmişti, bi harar un, bi teneke kıyma, bi çömlek yağ, beş kâğıt
da para yol amış.
Ve bunların çeşit çeşitleri. Hele bir Demirci Efe lâfı çıktı ki, duyanlar neuzübil âh diyorlardı. En kötüsü de filân
çete ile falanın birleşip işi iyice azıttığını bildiren söylentilerdi.
Bir de, doğrudan doğruya Devlet'e padişaha, halifeye karşı ve Yunan'la harp etmek için kurulmuş çetelerden
bahsediliyordu. Herkesin içini bir Allah bilir, kimsenin bunları övdüğü, tuttuğu yoktu, hatta düpedüz "Olur mu
öyle şey?" deniyor, küçümseniyor veya kötüleniyordu. Ama, bir yandan da, meselâ "Gönülsüzlerin Haydar
bey de aralarında imiş len.. Hani bizim doktor bey vardı ya, işte o" veya "Çaylıların Mustafa da onlara
katılmış, duydun mu? Çavuşmuş o len.. , Tosun gibiydi maşallah" gibi laflar da ediliyordu. Beride ilerleyen
Yunan ordusunun, işitince insanın tüylerini diken diken eden mezalimine
rin buna eşit gaddarlıklarına dair korkunç olaylar anlatılmaktaydı:
Yakılıp yıkılan köyler, kasabalar, süngûlenen gebe kadınlar, içindeki cemaatla beraber, gaz dökülüp ateşe
verilen camiler ve mescitler...
Derken adı belli veya işitilmemiş eşkıyalar kasabanın ileri gelenlerine haber salmaya başladılar: «Ya üç güne
kadar beş yüzü hazır edersin, ya da kellen gider!» Ve beş yüzü hazır edemedikleri için dağa kaldırılanlardan
söz açılıyordu.
Kısacası Akşehir, çeşit çeşit ve birbirine benzemez haber rüzgârlarıyla çalkalanıp duruyordu. Ümit vardı,
ümitsizlik de vardı, ferahlamalar vardı, dehşetler ve korkular da vardı, tahminler, yorumlar pek boldu. Fakat
kanaat ve hüküm yoktu; ne olacaktı, ne yapılabilirdi, ne yapmak lâzımdı? Bunu kimse bilmiyor, hatta, belki
de bilmek istemiyordu. Bunları, bu olamayanları Akşehir, İstanbul'lu Hoca'dan bekliyordu.
İstanbul'lu Hoca, Cuma'dan sonra konuşacaktı. Hoca durumun ağırlığını duyuyor, kafasındakilerin, mevcut
bilgi ve inançların bu yükü karşılayıp karşılayamayacağında kararsızdı. Bu ilk defa başına geliyodu.
Düşünmek lâzımdı. Bunu biliyordu. Fakat yine ilk olarak, düşünme yetersizliğini de sezmekteydi.
Ortada yepyeni meseleler, yepyeni sorular vardı ve kendisi dünyaya belli bir açıdan bakmaya alışmış, böyle
yetişmişti. Böyleydi.
İlk defa oflayıp pufladı, ilk defa elleri arkasında kenetlenmiş olarak evinin sofasını bir aşağı, bir yukarı
arşınlayıp durdu.
Gece geç vakitlere kadar okuyordu. Durumla ilgili âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri tekrar tekrar gözden
geçirdi, tefsirlere baktı. Emir ile, sultan ile halkın karşılıklı hak, hukuk ve ödevlerinden bahseden her
cümlenin üzerinde uzun uzun, inceden inceye durdu.
Ayrıca İstanbul'dan ve Konya'dan, Vali Cemal Beyden aldığı mektupları çıkardı, onları da aynı dikkatle okudu,
notlar çıkardı. Bütün bunlardan sonra halkın arasında dolaşan söylentileri ve kendisine sorulan, önüne
getirilen meseleleri düşündü. Gece yarısına doğru Hoca, ertesi günü nasıl bir konuşma yapacağını artık
biliyordu.
îçi rahattı... Doğruyu söyleyeceğine inanıyordu. Halkı ikna edeceğinden, rahatlatacağından emindi. Fakat
yapacağı konuşmanın, kendi hesabına, hiç de yeni olmayacağını, yıl ardan beri taşıdığı inanç ve bilgilerin yeni
bir tekrarından ibaret kalacağını bilemiyor, tahmine bile yanaşamıyordu. Duyduğu heyecanın kuvveti onu
tatmine yetiyordu.
Nitekim konuşması bir heyecan fırtınası estirecek, üstelik inanç ve bilgileri halkın kafasına ve gönlüne
yerleşenlerle aynı olduğu için, bu konuşma tarzının şaheser örneklerinden biri olacaktı.
Hakikat?
Hakikati kim biliyordu, kim bilebilirdi ki?.. Parçalanmış, hançerlenmiş, yorgun ve bitkin imparatorlukla bugün
için sadece iddialar, teşebbüsler, içgüdülerine dayanan direnişler ve her biri birbirine karşı, her biri birkaç
yönlü mücadeleler vardı. Hakikati bu iddiaların, bu teşebbüslerin, bu direniş ve mücadelelerin şansı
yaratacaktı.
Öyle bir şans ki, damarlarda dolaşan kandan, kafa, beden ve ruh yapılarından yetmîşiki-buçuk milletin
durumuna ve tarihe varıncaya kadar binbir maddi ve manevi tesirden her biri onu şöyle değil, böyle
yapabilirdi.
Ama bugün için insanlara, bu topraklarda yaşayan ve bu topluluğun kaderini paylaşan insanlara kabulü şart
bir mecburiyet düşüyordu. Karar vermek.
Karar vermek, şöyle değil, böyle olacak, çünkü böyle olması iyidir, lâzımdır, demek ve bu cümleye göre
yaşamak, hayata ancak bu cümle ile katılmak.
Hoca Cuma'dan sonra işte bu, herkesin şuurlu veya şuursuz olarak kaçındığı cümleyi söyleyecekti. Bu
hükmün kolay kolay geri alınamaz mesuliyetini yüklenecek ayrıca bir kasabanın aynı mesuliyetine de büyük
çapta ortak olacaktı...
Söyleyecekleri, şimdiye kadar söylediklerinden hiç de farklı değildi. Fakat bu defa sonuç bambaşka olacak,
kesin sonuç verecekti. Hoca bu ikinci ihtimali seziyor, daha doğrusu umuyordu. Aldandığı nokta, sözlerinin,
yeni olacağını sanmasında idi.
Hoca, ne sanırsa sansın hatta Akşehir de ne sanırsa sansın, bu Cuma başka bir Cuma olacaktı. Nitekim
Perşembe günü, herkes "Yarın" diyor, yarını bekliyordu. Salih de, Niko'ya:
— Bizim Hoca yarın konuşacakmış, dedi; bakalım ne diyecek, gidip dinleyeceğim... Hi hi hi!..
Fakat gülüşü hiç de arsızca değildi.. Olsa olsa alışkanlıktan ibaretti.
Ortalık kararmak, çarşıdan el ayak çekilmek üzereydi. Niko, kendi deyişi ile: "Şöyle bir uğramıştı."
Donuk, belki de mütereddit bir hali vardı.
Salih,
— Otur bi kahve yapayım, dedi. Fakat razı edemedi:
— Yok... istemem, işim var.
Ama gitmiyor, sal anıyordu, "işim var" lafını da bastıra basura söylemişti. Salih üzerinde durmadı.
Niko kahvenin eşiğinde idi. Düşünceli bir hali vardı. Orada da savsaklanıyordu. Nihayet:
— Haydi... dedi. Gidiyorum. Bu gece beraber olamayacağız. Yarın görüşürüz.
Gitti. Salih de biraz sonra kepenkleri çekti. Ocağın altındaki küçük dolabı açtı. Buraya «Tezgâh» derdi. Bir
rakı şişesi vardı, meze olarak fıstık, biraz kavurma, peynir ve soğan vardı. İçmeye başladı.
Her zamanki gibi niyeti bir çay bardağının üçte ikisi idi, fakat her zaman olduğu gibi, ölçüyü kat kat geçti,
içindeki yalnızlığı, daha önemlisi o acaip korkuyu duyamaz hale gelmesi, bunun için de sarhoş olması lâzımdı.
Mırıldana mırıldana içiyordu. Büyücek, kahvecinin, masaya diktiği mumun oynak ve canlı hale getirdiği
loşluğunda tam bir mağara adamı gibiydi. Ruhuyla da, bedeni ile de öyle.
Delik deşik yüzünde gölgeler oynaşıyor, ceketinin sağ kolu macanın üzerinde bomboş ve kıvrım kıvrım
duruyordu. Zayıf, fakat pençe sal-
maya hazır, daha doğrusu mahkûm bir hayvandı sanki. Sanki daima saldırış bekliyor, daima daldırma zarureti
ve mecburiyeti duyuyordu. Düşünemiyor, konuşarak anlamaya çalışıyordu. Eskiden bu kadar değildi. O da
pekâlâ ötekiler kadar düşünüp, fikir yürütebilirdi. Son zamanlarda, belki de düşündüklerini söylemeye
söylemeye böyle olmuştu.
Kime söyleyecekti, söylemek istese kim dinleyecekti? Hiç.
•— Ah şu kolum olsaydı!..»
Bir yudum daha içti.
«— O zaan doktor beyle haydi haydi giderdim.»
Yutkundu:
«— Ama o zaman gitmeyi aklıma bile getirmezdim belki de hi hi hi...»
Bu gülüş -işte- arsızca idi bir yılışma idi.
«— Eşkiya olmalı dinine yandığımın... en iyisi bu. Gönder len beş yüzü... Yoksa sen bilin!..
Daha kuvvetle güldü:
«— Hıhıhı...»
Ali emmi gelmişti aklına:
«— Gönder bakalım şu sarı ineği...»
Ciddileşti:
«— Ama gabahet Ali emmide filan değil, iş îstanbul'lu Hoca'da. Bakalım herif yarın ne cevher yumurtlayacak?
Şart olsun gidecem. İsterse dövsünler. Kim ne karışırmış hem. Cami değil mi bunun burası? Bi bağırmalıyım
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Küçük Ağa - 07
  • Büleklär
  • Küçük Ağa - 01
    Süzlärneñ gomumi sanı 2952
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1658
    33.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 02
    Süzlärneñ gomumi sanı 2829
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1557
    36.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 03
    Süzlärneñ gomumi sanı 2913
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1559
    34.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 04
    Süzlärneñ gomumi sanı 2868
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1664
    31.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 05
    Süzlärneñ gomumi sanı 2898
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1727
    31.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 06
    Süzlärneñ gomumi sanı 2841
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1672
    34.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 07
    Süzlärneñ gomumi sanı 2859
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1705
    33.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 08
    Süzlärneñ gomumi sanı 2958
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1653
    31.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 09
    Süzlärneñ gomumi sanı 2887
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1674
    34.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 10
    Süzlärneñ gomumi sanı 2855
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1594
    36.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    57.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 11
    Süzlärneñ gomumi sanı 3075
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1746
    33.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 12
    Süzlärneñ gomumi sanı 3047
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1563
    36.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    58.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 13
    Süzlärneñ gomumi sanı 2968
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1715
    32.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    57.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 14
    Süzlärneñ gomumi sanı 2927
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1623
    33.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 15
    Süzlärneñ gomumi sanı 2988
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1677
    34.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 16
    Süzlärneñ gomumi sanı 2954
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1674
    35.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 17
    Süzlärneñ gomumi sanı 3030
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1524
    35.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 18
    Süzlärneñ gomumi sanı 2877
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1623
    33.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 19
    Süzlärneñ gomumi sanı 2991
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1671
    33.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 20
    Süzlärneñ gomumi sanı 2964
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1591
    36.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    59.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 21
    Süzlärneñ gomumi sanı 2833
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1623
    35.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    57.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 22
    Süzlärneñ gomumi sanı 2988
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1725
    33.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 23
    Süzlärneñ gomumi sanı 3004
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1714
    34.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 24
    Süzlärneñ gomumi sanı 2899
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1684
    33.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 25
    Süzlärneñ gomumi sanı 2965
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1623
    37.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 26
    Süzlärneñ gomumi sanı 3043
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1671
    33.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 27
    Süzlärneñ gomumi sanı 3032
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1613
    36.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    58.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 28
    Süzlärneñ gomumi sanı 2956
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1686
    33.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 29
    Süzlärneñ gomumi sanı 2986
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1574
    34.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 30
    Süzlärneñ gomumi sanı 2970
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1631
    34.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 31
    Süzlärneñ gomumi sanı 2943
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1597
    33.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 32
    Süzlärneñ gomumi sanı 2986
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1678
    31.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 33
    Süzlärneñ gomumi sanı 2970
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1617
    36.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 34
    Süzlärneñ gomumi sanı 2979
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1612
    34.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 35
    Süzlärneñ gomumi sanı 2935
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1612
    34.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 36
    Süzlärneñ gomumi sanı 2982
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1635
    34.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 37
    Süzlärneñ gomumi sanı 2852
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1527
    36.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 38
    Süzlärneñ gomumi sanı 2833
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1694
    31.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Küçük Ağa - 39
    Süzlärneñ gomumi sanı 833
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 571
    42.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    61.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.