Kişi Nasıl Kendisi Olur - 6
Süzlärneñ gomumi sanı 3352
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1777
28.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
45.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Ama burada kabalaşmaktan ve Almanların yüzüne karşı bir kaç acı gerçeği söylemekten kimse alıkoyamaz beni: Ben de söylemesem kim söyleyecek! –Onların tarih konularındaki sıkılmazlıklarından söz açacağım. Alman tarihçilerinde ekinin gidişini, değerlerini görmek için gerekli o büyük bakış'ın hepten yitip gitmesi, topunun birden siyasa (ya da kilise) soytarıları olması değil yalnız: O büyük bakışı aforoz edenler de kendileridir. İnsanın yalnızca "Alman" olması, o "ırk"tan olması yeter, tarih konusunda değer diye, değersizlik diye ne varsa hepsi üstüne son sözü söyleyebilir, kesinlikle belirtir onları... "Alman" olmak bir kanıttır, "Almanya, Almanya, herşeyin üstünde" bir ilkedir, tarihteki "törel dünya düzeni"dir Cermenler: Roma imparatorluğu karşısında özgürlüğü ayakta tutanlar, on sekizinci yüzyıl karşısında töre'yi, "kesin buyruğu" yeniden diriltenler... Alman devletine özgü bir tarih yazıcılığı vardır; korkarım, Yahudi düşmanına özgü olanı vardır bir de, –ayrıca saray tarih yazıcılığı vardır ve Bay von Treitsschke'nin yüzü kızarmaz hiç... Geçenlerde ahmakça bir yargı, neyse ki bu arada rahmetlik olan Suab estetikçisi Vischer'in (–1807/1887– Alman ozanı, estetikçisi.) bir cümlesi tüm Alman gazetelerinde bir boy gözüktü, her Alman'ın evet demesi gereken bir "doğru"ydu bu: "Uyanış çağı ile Yenileme (Reformation) çağı, ancak ikisi bir arada bir bütün yaparlar, –estetik yeniden doğuş ve törel yeniden doğuş." Böyle cümleleri duyunca sabrım taşıyor; Almanların yüzüne tüm kabahatlerini birer birer vurmak geliyor içimden, bir görev duyuyorum bunu giderek. Dört yüz yıldır ekine karşı işlenen tüm büyük cürümlerin sorumlusu onlardır!... Nedeni de hiç değişmez, o iliklerine dek işlemiş gerçek korkusu –ki doğrudan korkudur aynı zamanda–, o içgüdü edindikleri ikiyüzlülük, "ülkücülük"... Büyük çağların sonuncusu, Uyanış çağı Almanlar yüzünden anlamını yitirdi, o hasadı yapamadı Avrupa, hem de tam daha yüksek bir değerler düzeni, soylu, yaşamı olumlayan, geleceğin güvencesi olan değerler, karşı değerlerin yuvalandıkları yerde, oralarda oturanların içgüdülerine işleyinceye dek üstün gelmişken! Luther, o tanrının belası keşiş, kiliseyi ve –bin kez beteri– Hıristiyanlığı, tam yenildikleri anda ayağa kaldırdı... Hıristiyanlığı, yaşama isteminin din kılığına girmiş yadsınmasını!... Luther, bu akıl almaz keşiş, "akıl almazlığı" yüzünden kiliseye saldırdı ve –dolayısıyla– onu ayağa kaldırdı yeniden... Katolikler Luther adına şenlikler kutlasalar, oyunlar düzseler yeridir... Luther ve "törel yeniden doğuş"! Tüm psikolojinin canı cehenneme! Hiç şüphe yok, ülkücüdür Almanlar.– İnsanlık iki sefer korkunç bir yüreklilikle kendini aşarak özü sözü bir, anlamı belli, yüzde yüz bilimsel bir düşünce düzenine vardığında, Almanlar eski "ülkü"ye giden dolambaçlı yollar, doğruyla "ülkü" arasında bir uzlaşma bulmayı başardılar; bilimi yadsımalarını, yalanlarını bir kitabına uydurdular aslında. Leibniz ve Kant, –düşünce dürüstlüğü alanında Avrupa'ya en büyük iki köstek! En sonunda, iki décadence yüzyılı arasındaki köprü üzerinde, yeryüzünü yönetmek amacıyla Avrupa'yı birleştirebilecek güçte, deha ve istem dolu bir force majeure (Üstün güç.) belirdiğinde, Almanlar "özgürlük savaşları"yla Napoleon'un varoluşundaki mucizelik anlamdan yoksun bıraktılar Avrupa'yı; ne olmuşsa, bugün ne varsa onların suçudur hep; hastalıkların, saçmalıkların ekine en zararlı olanı, ulusalcılık, Avrupa'yı hasta eden bu névrose nationale (Ulusal sinirce –nevroz–.), Avrupa'da artık sürüp gidecek bu küçük devletler, bu küçük siyasa: Anlamından, sağduyusundan yoksun bıraktılar Avrupa'yı– onu bir çıkmaza soktular. –Buradan çıkacak bir yol bilen var mı benden başka?... Ulusları yeniden birbirine bağlayacak büyüklükte bir ödev?.
III
Hepsi bir yana, kuşkumu neden açığa vurmayayım? Almanlar benim durumumda da, bu dev yazgıdan bir fare doğurtmak için ellerinden geleni ardlarına koymayacaklar. Adlarını kötüye çıkardılar benim yüzümden şimdiye dek; ilerde de adam olacaklarından şüpheliyim. –Ah, burada kötü bir falcı olmayı nasıl isterdim!... Benim doğal okuyucularım, dinleyicilerim daha şimdiden Ruslar, İskandinavlar ve Fransızlardır, –gitgide artacak mı onların sayısı? –Almanlar bilgi tarihine baştanbaşa şüpheli adlarla geçmişlerdir; "bilmeyerek olmuş" kalpazanlar çıkarmışlardır yalnız (bu deyim Kant'la Leibniz'e olduğu gibi, Fichte'ye, Schelling'e, Schopenhauer'e, Hegel'e, Schleiermacher'e [–1768/1834– Alman tanrıbilimcisi ve feylosofu. Schleiermacher Almanca'da "tül, peçe vb... yapan" anlamına gelmektedir. Nietzsche sözcüğün bu anlamıyla oynuyor.] de uygundur: perdeleyicidir hepsi de, başka birşey değil): Düşünce tarihindeki ilk dürüst düşünürün doğruyu dört bin yıllık kalpazanlıktan ötürü yargılayan düşünürün, kendileriyle yanyana Alman düşüncesine sokulması şerefini hiçbir zaman elde etmemeli onlar. "Alman düşüncesi" ağır havadır benim için: Psikoloji konusunda artık içgüdü olmuş pisliklerini her sözleriyle, her davranışlarıyla açığa vururlar; bunun yakınında zor soluk alırım. On yedinci yüzyılda Fransızların geçtiği o amansız öz sınavından geçmemişlerdir hiç, –bir Larochefoucauld, bir Descartes, en önde gelen Almanlardan yüz kez daha dürüsttürler, –Almanlardan bugüne dek bir tek psikolog çıkmamıştır. Ama psikoloji nerdeyse ölçüdür bir ırkın temizliği ya da pisliği için... İnsan daha temiz bile değilken, derinliği nasıl olur? Kadın gibidir Alman, bir türlü bulamazsın dibini, –yoktur da ondan: Hepsi bu. Ama sığ bile olmaya yetmez bunların hepsi. –Almanya'da derin dedikleri şey, demin sözünü ettiğim o kendi kendine karşı içgüdü pisliğinden başka birşey değildir: Kendi kendilerini bir türlü oldukları gibi görmek istemezler. Yoksa "Alman" sözcüğünü bu psikolojik sapıtmaya uluslararası bir karşılık olarak önersem mi? –Örneğin bu anda Alman İmparatoru, Afrika'daki köleleri kurtarmayı kendine bir Hıristiyanlık ödevi" sayıyor: Biz, öbür Avrupalılar buna düpedüz "Almanlık" deriz aramızda... Derinliği olan bir tek kitap çıkmış mıdır Almanlardan? Bir kitapta derin olan nedir, onlarda bu kavram bile yoktur. Kant'ı derin sayan bilginlere rastladım; korkarım, Prusya sarayında Bay von Treitschke'yi derin sayıyorlar. Alman profesörleriyle şu da geldi başıma: Bir yeri gelip de, Stendhal'i derin psikolog olarak övdüğümde, bana hecelettiler adını.
IV
–Neden sonuna dek gitmeyeyim? Baştan herşey açık olsun isterim. Göz koyduğum şeylerden biri de Almanların en üstün hor görücüsü olmaktır. Alman kişiliğine karşı güvensizliğimi daha yirmi altı yaşımda dile getirdim (Üçüncü çağdışı yazı, 6. bölüm), –Almanlar çekilmez şeylerdir benim için. Tüm içgüdülerime aykırı gelen bir tür insan düşündüğümde, ortaya hep bir Alman çıkar. Bir insanın "ciğerini okurken", en önce baktığım şey, onda uzaklık duygusu olup olmadığı, insanla insan arasında kat, değer, sıra ayrımı gözetip gözetmediği, seçip seçmediğidir: Bununla gentilhomme'dur insanoğlu, başka türlü, ne ederse etsin, o geniş yürekli, yumuşak başlı ayaktakımı içindedir yeri. Ama ayaktakımıdır Almanlar, ah öylesine aşağılamış olur kişi: Aynı düzeye indirir Alman... Birkaç sanatçıyla, en başta da Richard Wagner'le alışverişimi bir yana bırakırsam, tek iyi saat geçirmişimdir Almanlarla... Diyelim ki binyılların en derin düşünürü Almanlar içinden çıktı; Kapitol'ün kurtarıcıları (Kazlar. Galyalıların Kapitol'e yaptıkları bir gece saldırısında, kazların bağırması üzerine nöbetçiler uyanmış, saldırı da püskürtülmüştür.) cinsinden biri, kendi çirkin ruhunun da en az o denli önemi olduğunu sanıverdi... Bu ırka dayanamıyorum; kişi onların içinde hep kötü çevrededir, ayrımları sezecek parmak yoktur onlarda, –ne yazık bir ayrımın ben de! –ayaklarında incelik yoktur, yürümesini bile beceremezler... Zaten ayak ne gezer Almanlarda; bacakları vardır onların yalnız... Almanlar ne denli bayağı olduklarını hiç mi hiç bilmezler, ama bayalığın son perdesidir bu, –yalnızca birer Alman olmalarından bile utanmazlar... Her konuşmaya karışırlar, son söz kendilerindedir sanırlar; korkarım benim üstüme bile son sözü söylemişlerdir... Yaşamım baştanbaşa bu cümlelerin en kesin kanıtıdır. Orada bana karşı düşünceli, ince bir davranışın izini aramam boşunadır. Gördümse, Yahudilerden gördüm bunu, ama Almanlardan hiçbir zaman. Böyledir benim huyum, herkese karşı yumuşak davranırım, iyiliğini isterim herkesin, –ayrı gayrı gözetmemeye hakkım vardır benim–: Ama gözlerimin açık olmasına da engel değildir bu. Kimseyi ayrı tutmam, hele dostlarımı hiç mi hiç, –umarım onlara karşı insanca davranmama bir zararı dokunamamıştır bunun! Dört beş şey vardır, kendime hep onur sorunu yapmışımdır.– Gene de şurası doğru ki, yıllardan beri elime geçen hemen her mektubu bir sinizm olarak duydum: Benim iyiliğimi istemek, bana karşı herhangi bir düşmanlıktan çok daha sinikcedir... Dostlarımın teker teker yüzlerine söylerim, hiçbirisi benim herhangi bir yazımı okuyup inceleme zahmetine katlanmamıştır: İçlerinde ne yazılı olduğunu bile bilmediklerini en küçük belirtiden çıkarırım hemen. Hele Zerdüşt'üme gelince, dostlarımdan hangisi onda hoş görülmeyen, ama neyse ki hepten zararsız bir kendini beğenmişlikten daha çoğunu buldu... Tam on yıl: Almanya'da hiç kimse benim adımı, o içine gömüldüğü anlamsız suskuya karşı savunmayı kendine dert edinmedi. Bu iş için yeterince yürekli olan, burnu koku alabilen, sözde dostlarıma karşı öfkeye kapılan, ilk kez bir yabancı, bir Danimarkalı oldu... Psikologluğunu böylelikle bir kez daha gösteren Dr. Georg Drandes'in (–1842/1927– Danimarkalı yazın tarihçisi, eleştirmeci.) geçen bahar Kopenhag'da verdiği gibisinden dersler, hangi Alman üniversitesinde olacak şeydir?– Ben kendi payıma hiç bunların acısını çekmedim; beni yaralamaz zorunlu olan, amor fati benim yaradılışımın özüdür. Ama bu benim alayı, hem de evrensel alayı sevmediğimi göstermez. İşte bu yüzden, değerleri yenileyişin o yakıp yıkıcı, yeryüzünü sarsıntıya boğacak yıldırımdan iki yıl kadar önce, "Wagner Olayı"nı dünyaya uğurladım; Almanlar benim üstüme bir kez daha yanılıp, adlarını bengi, ölümsüz kılsınlar diye' Anca vakit var buna! –İstediğim oldu mu?– Hem de en alâ sı, bay Cermenler! Hayranlıklarımı sunarım sizlere...
NEDEN BİR YAZGIYIM BEN
I
Başıma geleceği biliyorum. Bir gün korkunç birşeyin anısıyla birlikte söylenecek benim adım, –yeryüzünde eşi görülmemiş bir bunluğun, en derin bulunç çatışmasının , o güne dek inanılmış, istenmiş, kutsallaştırılmış ne varsa, hepsine karşı yöneltilecek bir son sözün anısıyla. İnsan değilim ben, dinamitim. Bütün bunlara karşın, din kurucularını adırır bir yanım yok, –dinler ayaktakımı işidir; dindar birine dokununca, ardından ellerimi yıkamam gerektir. “İnananlar” istemiyorum; kendi kendime inanmak için bile biraz çokça hayınım sanıyorum; yığınlara değil benim konuşmam... Günün birinde beni ermişler katına koyacaklar diye ödüm kopuyor: Anlıyorsunuz ya, bu kitabı önceden çıkarıyorum ki, ilerde benim adıma ahmaklıklar yapmasınlar. Ermiş olmak istemem, soytarı olayım daha iyi... Belki öyleyimdir de. Buna karşın, daha doğrusu, daha doğrusu karşın değil –ermişlerden daha iyi dolandırıcı gelmemiştir çünkü, –doğrular çıkıyor benim ağzımdan. Ama benim doğrularım korkunçtur: Bugüne dek yalana doğru dediler çünkü. –Tüm değerlerin yenilenmesi: İnsanlığın en yüce bir kendine geliş eylemine –ki bende cisim bulmuş, deha olmuştur– taktığım ad budur işte. Talihim böyle istiyor, ilk namuslu insan ben olmalıyım, binlerce yıllık yalan dolana karşı durmalıyım kendimi... Yalanın yalan olduğunu duyup... koklamakla, doğruyu ilk bulan ben oldum... Burun deliklerimdedir benim dehâm. Şimdiye dek hiç kimse benim durduğum gibi karşı durmamıştır ya, gene de yadsıyan bir kafanın tam tersiyim ben. Şimdiye dek eşi gelmemiş bir muştucuyum; şimdiye dek kavramı bile olmayan, öylesine yüksek ödevler biliyorum; ancak benimle birlikte umut bağlanıyor gene. Böylece, zorunlu olarak yıkım getirici bir adamım ben. Çünkü doğru binlerce yıllık yalanla kavgaya tutuşunca, kimsenin aklından bile geçirmediği depremler, sarsıntılar göreceğiz; dağ, koyak birbirine karışacak. Siyasa kavramı o gün bir düşünceler savaşı içinde hepten yitip gidecek; eski toplumun tüm siyasal kurumları havaya uçacak, –çünkü yalan üstüne kurulmuş topu da. Yeryüzünde ilk benimle başladı büyük siyasa.
II
İnsan kılığına girmiş böyle bir yazgı nasıl mı dile getirilir? –Zerdüşt’ümde bulursunuz.
Her kim iyi ve kötü’de yaratıcı olmak ister, en önce bir yokedici olmalı, değerleri parçalamalıdır.
En yüksek kötülük böylece en yüksek iyiliğe girer: Bunun da adına yaratıcılık denir.
Gelmiş geçmiş insanların rahatça en korkuncuyum ben; hem de en çok iyilik edeni olmayacağım anlamına gelmez bu. Yoketme gücümle orantılı olarak varmışım yoketmenin tadına, –her ikisinde de, yıkmayı olumlamadan ayrı tutmayan Dionysosca yaradılışıma uyuyorum. İlk töresizciyim ben: En üstün yokediciyim böylelikle de.–
III
Tam da benim, ilk töresizcinin ağzında Zerdüşt adı ne anlama geliyor, sormadılar bana; sormalıydılar: çünkü o İranlının tarihteki korkunç benzersizliğini yapan şey, benimkinin tam tersidir. İyi ile kötü arasındaki kavganın, dünyanın gidişini sağlayan asıl çark olduğunu Zerdüşt görmüştü ilk, –töre’nin gerçek güç, neden, amaç olarak metafizik alana aktarılması onun işidir. Ama zaten içinde saklıdır bu sorunun yanıtı. Zerdüşt bu en belalı yanılgıyı, töreyi yaratmıştı: Onu ilk tanıyan da kendisi olmalı dolayısıyla. Burada her düşünürden daha çok ve uzun görgüsü olması değil yalnız –tarih baştanbaşa o “törel dünya düzeni” dedikleri ilkenin deneysel çürütülmesidir–, daha da önemlisi, tüm düşünürlerin en dürüstüdür Zerdüşt. Onun öğretisinde –ve yalnız orada, dürüstlük en yüksek erdemdir, yani gerçek önünde tabanları yağlayan “ülkücü” korkaklığının karşıtıdır; Zerdüşt öbür düşünürlerin topundan daha yüreklidir. Doğruyu söylemek ve iyi ok atmak, budur Pers erdemi. –Bilmem anlıyor musunuz?... Töre’nin, dürüst olduğu için, kendi kendini yenmesi, törecinin ise tam karşıtına –yani buna- dönüşmesi... Budur benim ağzımda Zerdüşt adının anlamı.
IV
Aslında iki yadsıma girer töresizci sözcüğünün içine. Bir yandan, şimdiye dek en yüksek sayılan bir insan türünü, iyileri, iyilik isteyenleri, iyilik yapanları yadsıyorum; öte yandan, gerçek töre diye geçerli ve egemen olan bir töreyi, décadence töresini, daha somut deyimiyle Hıristiyan töresini yadsıyorum. Bu ikinci yadsımayı daha önemlisi olarak saymakla yanılmış olmam; çünkü toptan düşünülünce, iyiliğe, iyilikseverliğe verilen aşırı değer, zaten décadence’ın sonucu, bir güçsüzlük belirtisi, gelişip serpilen, olumlayan yaşamla bir uzlaşmazlık olarak görünüyor bana: Olumlamak için yadsımak ve yoketmek gerektir. –İlk olarak iyi insanın psikolojisi üzerinde duracağım. Bir insan türüne değer biçmek için, onun sürüp gitmesi nelere maloluyor, bunu hesaplamalıdır, –varoluş koşullarını bilmelidir onun. İyilerin varoluş koşulu ile yalandır: Başka bir deyimle, gerçeğin aslında ne türlü olduğunu her ne pahasına olursa olsun görmek istememektir; oysa gerçek hep iyiliksever içgüdüleri gerektirecek, hele o beceriksiz, iyi ellerin ikide bir kendi işine karışmasına göz yumacak cinsten değildir: Genel olarak her türlü tehlike durumunu bir itiraz, ortadan kaldırılması gereken birşey saymak , eşsiz bir bönlüktür: Bir yıkım, korkunç bir aptallıktır, –insanın yoksullara acıdığı için kötü havayı ortadan kaldırmak istemesi gibi aptalca nerdeyse... Bütünün büyük tutumluluğu içinde, gerçeğin (tutkularda, isteklerde, güç isteminde) her türlü korkunçluğu, küçük mutluluğun her türlüsünden ölçülmez derecede daha zorunludur; bu sonuncusu içgüdü aldatmacasıyla gerektirildiğinden, ona herhangi bir yaşam hakkı tanımak için, üstelik hoş görür olmalı insan. Baştanbaşa tarih boyunca iyimserliğin, o homines optimi doğurtmasının ölçülere sığmayan ürkünç sonuçlarını kanıtlamak için büyük bir fırsat geçecek elime. İyimserin de kötümser kadar décadent, belki daha bile zararlı olduğunu ilk kavrayan Zerdüşt şöyle diyor: Doğruyu söylemez hiç iyi insanlar. Yanlış kıyılar, yanlış güvenlikler öğretti iyiler size; iyilerin yalanları içinde doğdunuz, oralara sığındınız. Herşey ta köküne dek yalana boğuldu, eğretildi iyilerin eliyle. Bereket versin, dünya yalnızca o koyun sürüsüne daracık bir mutluluk sağlayacak içgüdüler göz önüne alınarak kurulmamıştır; herkesin de “iyi insan”, sürüde koyun, mavi gözlü, iyiliksever, “ince duygulu”, –ya da Bay Herbert Spencer’in dilediği üzre, özgeci olmasını istemek, varlığın büyük yanını almak, insanlığı iğdiş etmek, saçmasapan bir oyun derekesine indirmek olurdu. –Ve bunu yapmaya da kalktılar!... Buydu işte töre dedikleri... Zerdüşt iyilere bu anlamda kimi zaman “sonuncu insanlar”, kimi zaman da “sonun başlangıcı” der; herşeyden önce de, onları en zararlı insan türü sayar, çünkü hem doğrunun, hem de geleceğin sırtından sürdürürler yaşamalarını.
İyiler. –bir şey yaratamaz onlar, sonun başlangıcıdırlar hep– yeni levhalar üstüne yeni değerler yazanı çarmıha gererler, geleceği kurban ederler kendileri için, tüm insan geleceğini çarmıha gererler! İyiler–onlar sonun başlangıcıydılar hep...
Bu dünyaya kara çalanların ne denli zararı dokunsa da, zararların en zararlısıdır iyilerin zararları.
V
Zerdüşt iyinin ilk psikologu, –dolayısıyla– kötünün de dostudur. Décadence türü insan en yüksek değer katına yükseltilmişse, bu yalnızca onun karşıt türünün, güçlü, yaşaması kesin insan türünün zararına olmuştur. Sürü hayvanı en arık erdemin ışığı içinde parıldıyorsa, o zaman ayrık insan değerce aşağılanmış, kötü sayrılmış olmalıdır. Yalancılık her ne pahasına olursa olsun, kendi görüş biçimini anlatmak için “doğru” sözcüğüne göz koymuşsa, asıl doğru kişiyi en kötü adlar altında bulabiliriz yeniden. Zerdüşt bu konuda hiç şüphe bırakmıyor: Söylediğine göre, insanoğlu onu ürküye salmışsa, iyileri, “en iyileri” tanıdığı içinmiş bu düpedüz; bu tiksinmeden doğmuş onun kanatları, “o uzak geleceklere süzülmesi için” –açıkça söylüyor, onun insan örneği, göreli bir üstinsan örneği, tam da iyilere oranla insanüstüdür; iyiler ve doğrular onun üstinsan’ına şeytan derlerdi...
Siz, gözümün rastladığı en yüksek insanlar, budur benim sizden kuşkum ve içimden gülüşüm: Benim üstinsanıma korkarım siz... şeytan derdiniz!
Ruhunuz büyüklüğe öylesine yabancı ki, üstinsan korkunç gelirdi size iyiliği içinde...
Zerdüşt’ün ne yapmak istediğini kavramak için, başka yerden değil, buradan başlamalıdır işe: Onun tasarladığı türdün insan, gerçeği olduğu gibi tasarlar: Buna yetecek güçtedir, –ona yabancılaşmış, ondan kopmamıştır; onun ta kendisidir, en korkunç, en sorunsal yanını da içinde taşır, –ve ancak böylelikle büyük olabilir insan...
VI
–Ama töresizci sözcüğünü başka bir anlamda da kendime bir arma, bir onur simgesi yaptım; beni insanlığın geri kalanından seçip ayıran bu adımla övünüyorum. Şimdiye dek hiç kimse Hıristiyan töresini kendinden aşağı duymamıştır: Bunun için bir yükseklik, bir uzak görüşlülük, hiç duyulmamış, baş döndürücü bir psikolojik derinlik gerekliydi. Hıristiyan töresi bugüne dek tüm düşünürlerin Kirke’siydi, –onun hizmetindeydi hepsi de.– Bu tür ülkünün, dünyada kara çalmanın o ağulu soluğu sızan mağaralara benden önce var mı inen? Benden önce feylosofların arasında “yüksek dolandırıcı”, “ülkücü” değil de, onların tam tersi, psikolog olan biri var mıydı hiç? Psikoloji diye bir şey yoktu benden önce. –Burada ilk olmak bir kargıştır belki de; ama kesin olarak bir yazgıdır. Çünkü küçümseyenlerin de ilki olur insan... İnsandan tiksinmedir benim tehlikem...
VII
Anladınız mı beni? –Geri kalan insanlıkla aramdaki sınırı çizen, bana ayrı bir yer veren şey, Hıristiyan töresini bulmuş olmamdır. Bu yüzden, teker teker herkese meydan okuma anlamını taşıyan bir sözcük gerekiyordu bana. Bu konuda gözünü daha önce açmamış olmak, bence insanlığın en büyük yüz karası, en büyük kabahatidir; içgüdü olmuş bir kendini aldatma, hiçbir olayı, nedenselliği, gerçeği görmemeyi kafaya koymak, yanlığa karşı gözleri kör olmak, cürmün daniskasıdır; yaşama karşı işlenmiş bir cürümdür... Bin yıllar, uluslar –en eskileri de, en yenileri de–, feylosoflar ve kocakarılar, –tarihin dört beş ânı dışında, ki ben altıncısıyım–, hepsi bu konuda birbirlerine pek yaraşırlar. Hıristiyan bugüne dek “törel yaratık”dı, benzersiz bir antikaydı, –ve “törel yaratık” olarak da, insanlığı en hor gören kimsenin bile aklından geçirmeyeceği kadar saçma, yalancı, boş gururlu, düşüncesiz ve kendine zararlıydı. Hıristiyan töresi, yalan isteminin en hayınca biçimi, insanlığın gerçek Kirke’si: Onu doğru yoldan çıkaran. Bunu gördüğümde tüylerimi diken diken eden şey, yanılgının kendisi değil, onun üstün gelmesiyle açığa çıkmış o düşünce alanındaki binlerce yıllık “iyi niyet”, kendini sıkıya sokma, yol yordam bilme, yüreklilik eksikliği değil, –ama doğa eksikliği, o hepten gülünç olgu, doğaya aykırılığın töre adıyla en yüksek saygıları görmesi, yasa, kesin buyruk olarak insanlığın tepesine asılmış olması!.. Bu ölçüde yanılmak, hem de kişi olarak, ulus olarak değil, insanlık olarak!.. Yaşamın en başta gelen içgüdülerini küçümsemeyi öğretmeleri; bedeni haklamak için bir “ruh” bir “tin” uydurmaları; yaşamın temel koşulunu, cinselliği ayıp bir şey olarak duymayı öğretmeleri; serpilip gelişmek için en derinden zorunlu olan şeyi, o katı bencilliği –sözcüğün kendisi bile kara çalıcı– kötülük ilkesi saymaları; tersine, çöküşün, içgüdü çelişmesinin örnek belirtilerinde, “çıkar gözetmezlik”te, denge yitiminde, “kişiliksizleşme”de, “yakınını sevmek”te (–yakınıma düşkünlükte) daha yüksek değerleri –ne daha yükseği! –gerçek değerleri görmeleri!.. Ne! İnsanlığın kendi de décadence içinde mi? Hep öyle miydi? –Şurası kesin ki, ona yalnız décadence içinde mi? Hep öyle miydi? –Şurası kesin ki, ona yalnız décadence değerleri en en yüksek değerler olarak öğretildi. Bencil olmayan töre en üstün anlamda bir çöküş töresidir; “Sizler de çöküp gitmelisiniz”, –yalnız buyruk olsa gene iyi!.. Şimdiye dek öğretilen biricik töre, bencil olmayan töre, bir bitme istemini açığa vurur, derinden derine yadsır yaşamı. Burada bir tek açıp kapı kalıyor, o da katına yükselen Hıristiyan töresinde kendilerini başa geçirecek yolu sezen o asalak insan türünün, papazların yozlaşmış olması... Gerçekten, benim görüşüm de bu: İnsanlığın öğretmenleri, önderleri –ki topu da tanrıbilimciydi– décadent’dılar hem de; tüm değerlerin yaşama düşman değerlere dönüştürülmesi işte bu yüzden, töre işte bu yüzden... Töre’nin tanımı: Töre, décadent’ların özel tepkisi, –yaşamdan öç alma ard düşüncesiyle ve bunu başararak–. Bu tanıma önem veriyorum.
VIII
–Anladınız mı beni? Beş yıl önce Zerdüşt’ün ağzından söylemediğim bir tek söz yok demin söylediklerim içinde. –Hıristiyan töresinin açığa çıkarılması eşine rastlanmaz bir olaydır, gerçek bir yıkımdır. Kim bu konuyu aydınlatmışsa, bir force majeure, bir alınyazısıdır, insanlık tarihini ikiye böler: Ondan önce yaşayanlar, ondan sonra yaşayanlar... Doğrunun yıldırımı, şimdiye dek en yüksekte olan şeyin üzerine düştü tam: Orda neyin yanıp kül olduğunu kavrayan kimse, elinde avucunda daha birşeyler kalmış mı, bir de ona bakmalı. Bugüne dek “doğru” dedikleri ne varsa, yalanın en zararlı, en kalleş, en sinsi biçimi olarak açığa çıkarılmıştır; o kutsal “sözde neden”, insanlığı “düzeltmek”, aslında yaşamın iliğini, kanını emecek bir hile olarak, töre bir vampirlik olarak ortaya çıkarılmıştır. Töre’nin ne olduğunu bulan, onunla birlikte, insanların inandığı, inanmış olduğunu bulan, onunla birlikte, insanların inandığı, inanmış olduğu tüm değerlerin değersizliğini de bulmuş demektir; insanlığın en çok saygı gören, giderek ermişler katına yükseltilen örneklerinde, artık saygıya değer hiçbir yan bulmaz, en uğursuz cinsinden sakat doğmuşlar olarak görür onları: Uğursuzdular, büyüler çünkü... “Tanrı” kavramı, yaşama bir karşıt kavram olarak uydurulmuş, yaşama zararlı, ağulu, kara çalıcı, onun can düşmanı ne varsa hepsi o kavramda bir ürkünç birlik olmuştur! “Öte yan”, “gerçek dünya” kavramları, bedeni hor görmek, onu hasta –ermiş– yapmak, yaşamda önemsemeye değer ne varsa, beslenme, konut, düşünce düzeni, hastalara bakma, temizlik, hava vb. hepsinin karşısına ürkünç bir umursamazlık koymak için uydurulmuş! Sağlık yerine “ruhun selâmeti”, yani tövbe çırpınmaları ve kurtuluş isterisi arasında gidip gelen bir folie circulaire “Günah” kavramı o kendinden ayrılmaz işkence aracıyla, “özgür istem” kavramıyla birlikte, içgüdüleri sapıttırmak, onlara karşı güvensizliği bizde ikinci bir yaradılış yapmak için uydurulmuş! “Çıkar gözetmezlik” ve “kendini yadsıma” kavramları yoluyla, o asıl décadence belirtisi, zararlı olana doğru eğilim, kendine yarayanı artık bulamaz olmak kendi kendini yıkmak, gerçek değerin ta kendisi, “ödev”, “ermişlik” insandaki “tanrısal yan” katına yükseltilmiş! Son olarak –en korkuncu da bu– iyi insan kavramıyla tüm zayıfların, hastaların, kusurluların, kendi kendinden acı çekenlerin, yokolması gereken ne varsa hepsinin yanı tutulmuş, –ayıklama yasası çarmıha gerilmiş; gururlu, yetkin, olumlayan, geleceğe güvenen, geleceği doğrulayan insanın karşısına bir ülkü çıkarılmış, –ona kötü denmiş bundan böyle... Töre diye inanmışlar bunlara da!
Ecrasez I’nfâme!–
IX
–Anladınız mı beni?
–Çarmıhtakine karşı Dionysos...
III
Hepsi bir yana, kuşkumu neden açığa vurmayayım? Almanlar benim durumumda da, bu dev yazgıdan bir fare doğurtmak için ellerinden geleni ardlarına koymayacaklar. Adlarını kötüye çıkardılar benim yüzümden şimdiye dek; ilerde de adam olacaklarından şüpheliyim. –Ah, burada kötü bir falcı olmayı nasıl isterdim!... Benim doğal okuyucularım, dinleyicilerim daha şimdiden Ruslar, İskandinavlar ve Fransızlardır, –gitgide artacak mı onların sayısı? –Almanlar bilgi tarihine baştanbaşa şüpheli adlarla geçmişlerdir; "bilmeyerek olmuş" kalpazanlar çıkarmışlardır yalnız (bu deyim Kant'la Leibniz'e olduğu gibi, Fichte'ye, Schelling'e, Schopenhauer'e, Hegel'e, Schleiermacher'e [–1768/1834– Alman tanrıbilimcisi ve feylosofu. Schleiermacher Almanca'da "tül, peçe vb... yapan" anlamına gelmektedir. Nietzsche sözcüğün bu anlamıyla oynuyor.] de uygundur: perdeleyicidir hepsi de, başka birşey değil): Düşünce tarihindeki ilk dürüst düşünürün doğruyu dört bin yıllık kalpazanlıktan ötürü yargılayan düşünürün, kendileriyle yanyana Alman düşüncesine sokulması şerefini hiçbir zaman elde etmemeli onlar. "Alman düşüncesi" ağır havadır benim için: Psikoloji konusunda artık içgüdü olmuş pisliklerini her sözleriyle, her davranışlarıyla açığa vururlar; bunun yakınında zor soluk alırım. On yedinci yüzyılda Fransızların geçtiği o amansız öz sınavından geçmemişlerdir hiç, –bir Larochefoucauld, bir Descartes, en önde gelen Almanlardan yüz kez daha dürüsttürler, –Almanlardan bugüne dek bir tek psikolog çıkmamıştır. Ama psikoloji nerdeyse ölçüdür bir ırkın temizliği ya da pisliği için... İnsan daha temiz bile değilken, derinliği nasıl olur? Kadın gibidir Alman, bir türlü bulamazsın dibini, –yoktur da ondan: Hepsi bu. Ama sığ bile olmaya yetmez bunların hepsi. –Almanya'da derin dedikleri şey, demin sözünü ettiğim o kendi kendine karşı içgüdü pisliğinden başka birşey değildir: Kendi kendilerini bir türlü oldukları gibi görmek istemezler. Yoksa "Alman" sözcüğünü bu psikolojik sapıtmaya uluslararası bir karşılık olarak önersem mi? –Örneğin bu anda Alman İmparatoru, Afrika'daki köleleri kurtarmayı kendine bir Hıristiyanlık ödevi" sayıyor: Biz, öbür Avrupalılar buna düpedüz "Almanlık" deriz aramızda... Derinliği olan bir tek kitap çıkmış mıdır Almanlardan? Bir kitapta derin olan nedir, onlarda bu kavram bile yoktur. Kant'ı derin sayan bilginlere rastladım; korkarım, Prusya sarayında Bay von Treitschke'yi derin sayıyorlar. Alman profesörleriyle şu da geldi başıma: Bir yeri gelip de, Stendhal'i derin psikolog olarak övdüğümde, bana hecelettiler adını.
IV
–Neden sonuna dek gitmeyeyim? Baştan herşey açık olsun isterim. Göz koyduğum şeylerden biri de Almanların en üstün hor görücüsü olmaktır. Alman kişiliğine karşı güvensizliğimi daha yirmi altı yaşımda dile getirdim (Üçüncü çağdışı yazı, 6. bölüm), –Almanlar çekilmez şeylerdir benim için. Tüm içgüdülerime aykırı gelen bir tür insan düşündüğümde, ortaya hep bir Alman çıkar. Bir insanın "ciğerini okurken", en önce baktığım şey, onda uzaklık duygusu olup olmadığı, insanla insan arasında kat, değer, sıra ayrımı gözetip gözetmediği, seçip seçmediğidir: Bununla gentilhomme'dur insanoğlu, başka türlü, ne ederse etsin, o geniş yürekli, yumuşak başlı ayaktakımı içindedir yeri. Ama ayaktakımıdır Almanlar, ah öylesine aşağılamış olur kişi: Aynı düzeye indirir Alman... Birkaç sanatçıyla, en başta da Richard Wagner'le alışverişimi bir yana bırakırsam, tek iyi saat geçirmişimdir Almanlarla... Diyelim ki binyılların en derin düşünürü Almanlar içinden çıktı; Kapitol'ün kurtarıcıları (Kazlar. Galyalıların Kapitol'e yaptıkları bir gece saldırısında, kazların bağırması üzerine nöbetçiler uyanmış, saldırı da püskürtülmüştür.) cinsinden biri, kendi çirkin ruhunun da en az o denli önemi olduğunu sanıverdi... Bu ırka dayanamıyorum; kişi onların içinde hep kötü çevrededir, ayrımları sezecek parmak yoktur onlarda, –ne yazık bir ayrımın ben de! –ayaklarında incelik yoktur, yürümesini bile beceremezler... Zaten ayak ne gezer Almanlarda; bacakları vardır onların yalnız... Almanlar ne denli bayağı olduklarını hiç mi hiç bilmezler, ama bayalığın son perdesidir bu, –yalnızca birer Alman olmalarından bile utanmazlar... Her konuşmaya karışırlar, son söz kendilerindedir sanırlar; korkarım benim üstüme bile son sözü söylemişlerdir... Yaşamım baştanbaşa bu cümlelerin en kesin kanıtıdır. Orada bana karşı düşünceli, ince bir davranışın izini aramam boşunadır. Gördümse, Yahudilerden gördüm bunu, ama Almanlardan hiçbir zaman. Böyledir benim huyum, herkese karşı yumuşak davranırım, iyiliğini isterim herkesin, –ayrı gayrı gözetmemeye hakkım vardır benim–: Ama gözlerimin açık olmasına da engel değildir bu. Kimseyi ayrı tutmam, hele dostlarımı hiç mi hiç, –umarım onlara karşı insanca davranmama bir zararı dokunamamıştır bunun! Dört beş şey vardır, kendime hep onur sorunu yapmışımdır.– Gene de şurası doğru ki, yıllardan beri elime geçen hemen her mektubu bir sinizm olarak duydum: Benim iyiliğimi istemek, bana karşı herhangi bir düşmanlıktan çok daha sinikcedir... Dostlarımın teker teker yüzlerine söylerim, hiçbirisi benim herhangi bir yazımı okuyup inceleme zahmetine katlanmamıştır: İçlerinde ne yazılı olduğunu bile bilmediklerini en küçük belirtiden çıkarırım hemen. Hele Zerdüşt'üme gelince, dostlarımdan hangisi onda hoş görülmeyen, ama neyse ki hepten zararsız bir kendini beğenmişlikten daha çoğunu buldu... Tam on yıl: Almanya'da hiç kimse benim adımı, o içine gömüldüğü anlamsız suskuya karşı savunmayı kendine dert edinmedi. Bu iş için yeterince yürekli olan, burnu koku alabilen, sözde dostlarıma karşı öfkeye kapılan, ilk kez bir yabancı, bir Danimarkalı oldu... Psikologluğunu böylelikle bir kez daha gösteren Dr. Georg Drandes'in (–1842/1927– Danimarkalı yazın tarihçisi, eleştirmeci.) geçen bahar Kopenhag'da verdiği gibisinden dersler, hangi Alman üniversitesinde olacak şeydir?– Ben kendi payıma hiç bunların acısını çekmedim; beni yaralamaz zorunlu olan, amor fati benim yaradılışımın özüdür. Ama bu benim alayı, hem de evrensel alayı sevmediğimi göstermez. İşte bu yüzden, değerleri yenileyişin o yakıp yıkıcı, yeryüzünü sarsıntıya boğacak yıldırımdan iki yıl kadar önce, "Wagner Olayı"nı dünyaya uğurladım; Almanlar benim üstüme bir kez daha yanılıp, adlarını bengi, ölümsüz kılsınlar diye' Anca vakit var buna! –İstediğim oldu mu?– Hem de en alâ sı, bay Cermenler! Hayranlıklarımı sunarım sizlere...
NEDEN BİR YAZGIYIM BEN
I
Başıma geleceği biliyorum. Bir gün korkunç birşeyin anısıyla birlikte söylenecek benim adım, –yeryüzünde eşi görülmemiş bir bunluğun, en derin bulunç çatışmasının , o güne dek inanılmış, istenmiş, kutsallaştırılmış ne varsa, hepsine karşı yöneltilecek bir son sözün anısıyla. İnsan değilim ben, dinamitim. Bütün bunlara karşın, din kurucularını adırır bir yanım yok, –dinler ayaktakımı işidir; dindar birine dokununca, ardından ellerimi yıkamam gerektir. “İnananlar” istemiyorum; kendi kendime inanmak için bile biraz çokça hayınım sanıyorum; yığınlara değil benim konuşmam... Günün birinde beni ermişler katına koyacaklar diye ödüm kopuyor: Anlıyorsunuz ya, bu kitabı önceden çıkarıyorum ki, ilerde benim adıma ahmaklıklar yapmasınlar. Ermiş olmak istemem, soytarı olayım daha iyi... Belki öyleyimdir de. Buna karşın, daha doğrusu, daha doğrusu karşın değil –ermişlerden daha iyi dolandırıcı gelmemiştir çünkü, –doğrular çıkıyor benim ağzımdan. Ama benim doğrularım korkunçtur: Bugüne dek yalana doğru dediler çünkü. –Tüm değerlerin yenilenmesi: İnsanlığın en yüce bir kendine geliş eylemine –ki bende cisim bulmuş, deha olmuştur– taktığım ad budur işte. Talihim böyle istiyor, ilk namuslu insan ben olmalıyım, binlerce yıllık yalan dolana karşı durmalıyım kendimi... Yalanın yalan olduğunu duyup... koklamakla, doğruyu ilk bulan ben oldum... Burun deliklerimdedir benim dehâm. Şimdiye dek hiç kimse benim durduğum gibi karşı durmamıştır ya, gene de yadsıyan bir kafanın tam tersiyim ben. Şimdiye dek eşi gelmemiş bir muştucuyum; şimdiye dek kavramı bile olmayan, öylesine yüksek ödevler biliyorum; ancak benimle birlikte umut bağlanıyor gene. Böylece, zorunlu olarak yıkım getirici bir adamım ben. Çünkü doğru binlerce yıllık yalanla kavgaya tutuşunca, kimsenin aklından bile geçirmediği depremler, sarsıntılar göreceğiz; dağ, koyak birbirine karışacak. Siyasa kavramı o gün bir düşünceler savaşı içinde hepten yitip gidecek; eski toplumun tüm siyasal kurumları havaya uçacak, –çünkü yalan üstüne kurulmuş topu da. Yeryüzünde ilk benimle başladı büyük siyasa.
II
İnsan kılığına girmiş böyle bir yazgı nasıl mı dile getirilir? –Zerdüşt’ümde bulursunuz.
Her kim iyi ve kötü’de yaratıcı olmak ister, en önce bir yokedici olmalı, değerleri parçalamalıdır.
En yüksek kötülük böylece en yüksek iyiliğe girer: Bunun da adına yaratıcılık denir.
Gelmiş geçmiş insanların rahatça en korkuncuyum ben; hem de en çok iyilik edeni olmayacağım anlamına gelmez bu. Yoketme gücümle orantılı olarak varmışım yoketmenin tadına, –her ikisinde de, yıkmayı olumlamadan ayrı tutmayan Dionysosca yaradılışıma uyuyorum. İlk töresizciyim ben: En üstün yokediciyim böylelikle de.–
III
Tam da benim, ilk töresizcinin ağzında Zerdüşt adı ne anlama geliyor, sormadılar bana; sormalıydılar: çünkü o İranlının tarihteki korkunç benzersizliğini yapan şey, benimkinin tam tersidir. İyi ile kötü arasındaki kavganın, dünyanın gidişini sağlayan asıl çark olduğunu Zerdüşt görmüştü ilk, –töre’nin gerçek güç, neden, amaç olarak metafizik alana aktarılması onun işidir. Ama zaten içinde saklıdır bu sorunun yanıtı. Zerdüşt bu en belalı yanılgıyı, töreyi yaratmıştı: Onu ilk tanıyan da kendisi olmalı dolayısıyla. Burada her düşünürden daha çok ve uzun görgüsü olması değil yalnız –tarih baştanbaşa o “törel dünya düzeni” dedikleri ilkenin deneysel çürütülmesidir–, daha da önemlisi, tüm düşünürlerin en dürüstüdür Zerdüşt. Onun öğretisinde –ve yalnız orada, dürüstlük en yüksek erdemdir, yani gerçek önünde tabanları yağlayan “ülkücü” korkaklığının karşıtıdır; Zerdüşt öbür düşünürlerin topundan daha yüreklidir. Doğruyu söylemek ve iyi ok atmak, budur Pers erdemi. –Bilmem anlıyor musunuz?... Töre’nin, dürüst olduğu için, kendi kendini yenmesi, törecinin ise tam karşıtına –yani buna- dönüşmesi... Budur benim ağzımda Zerdüşt adının anlamı.
IV
Aslında iki yadsıma girer töresizci sözcüğünün içine. Bir yandan, şimdiye dek en yüksek sayılan bir insan türünü, iyileri, iyilik isteyenleri, iyilik yapanları yadsıyorum; öte yandan, gerçek töre diye geçerli ve egemen olan bir töreyi, décadence töresini, daha somut deyimiyle Hıristiyan töresini yadsıyorum. Bu ikinci yadsımayı daha önemlisi olarak saymakla yanılmış olmam; çünkü toptan düşünülünce, iyiliğe, iyilikseverliğe verilen aşırı değer, zaten décadence’ın sonucu, bir güçsüzlük belirtisi, gelişip serpilen, olumlayan yaşamla bir uzlaşmazlık olarak görünüyor bana: Olumlamak için yadsımak ve yoketmek gerektir. –İlk olarak iyi insanın psikolojisi üzerinde duracağım. Bir insan türüne değer biçmek için, onun sürüp gitmesi nelere maloluyor, bunu hesaplamalıdır, –varoluş koşullarını bilmelidir onun. İyilerin varoluş koşulu ile yalandır: Başka bir deyimle, gerçeğin aslında ne türlü olduğunu her ne pahasına olursa olsun görmek istememektir; oysa gerçek hep iyiliksever içgüdüleri gerektirecek, hele o beceriksiz, iyi ellerin ikide bir kendi işine karışmasına göz yumacak cinsten değildir: Genel olarak her türlü tehlike durumunu bir itiraz, ortadan kaldırılması gereken birşey saymak , eşsiz bir bönlüktür: Bir yıkım, korkunç bir aptallıktır, –insanın yoksullara acıdığı için kötü havayı ortadan kaldırmak istemesi gibi aptalca nerdeyse... Bütünün büyük tutumluluğu içinde, gerçeğin (tutkularda, isteklerde, güç isteminde) her türlü korkunçluğu, küçük mutluluğun her türlüsünden ölçülmez derecede daha zorunludur; bu sonuncusu içgüdü aldatmacasıyla gerektirildiğinden, ona herhangi bir yaşam hakkı tanımak için, üstelik hoş görür olmalı insan. Baştanbaşa tarih boyunca iyimserliğin, o homines optimi doğurtmasının ölçülere sığmayan ürkünç sonuçlarını kanıtlamak için büyük bir fırsat geçecek elime. İyimserin de kötümser kadar décadent, belki daha bile zararlı olduğunu ilk kavrayan Zerdüşt şöyle diyor: Doğruyu söylemez hiç iyi insanlar. Yanlış kıyılar, yanlış güvenlikler öğretti iyiler size; iyilerin yalanları içinde doğdunuz, oralara sığındınız. Herşey ta köküne dek yalana boğuldu, eğretildi iyilerin eliyle. Bereket versin, dünya yalnızca o koyun sürüsüne daracık bir mutluluk sağlayacak içgüdüler göz önüne alınarak kurulmamıştır; herkesin de “iyi insan”, sürüde koyun, mavi gözlü, iyiliksever, “ince duygulu”, –ya da Bay Herbert Spencer’in dilediği üzre, özgeci olmasını istemek, varlığın büyük yanını almak, insanlığı iğdiş etmek, saçmasapan bir oyun derekesine indirmek olurdu. –Ve bunu yapmaya da kalktılar!... Buydu işte töre dedikleri... Zerdüşt iyilere bu anlamda kimi zaman “sonuncu insanlar”, kimi zaman da “sonun başlangıcı” der; herşeyden önce de, onları en zararlı insan türü sayar, çünkü hem doğrunun, hem de geleceğin sırtından sürdürürler yaşamalarını.
İyiler. –bir şey yaratamaz onlar, sonun başlangıcıdırlar hep– yeni levhalar üstüne yeni değerler yazanı çarmıha gererler, geleceği kurban ederler kendileri için, tüm insan geleceğini çarmıha gererler! İyiler–onlar sonun başlangıcıydılar hep...
Bu dünyaya kara çalanların ne denli zararı dokunsa da, zararların en zararlısıdır iyilerin zararları.
V
Zerdüşt iyinin ilk psikologu, –dolayısıyla– kötünün de dostudur. Décadence türü insan en yüksek değer katına yükseltilmişse, bu yalnızca onun karşıt türünün, güçlü, yaşaması kesin insan türünün zararına olmuştur. Sürü hayvanı en arık erdemin ışığı içinde parıldıyorsa, o zaman ayrık insan değerce aşağılanmış, kötü sayrılmış olmalıdır. Yalancılık her ne pahasına olursa olsun, kendi görüş biçimini anlatmak için “doğru” sözcüğüne göz koymuşsa, asıl doğru kişiyi en kötü adlar altında bulabiliriz yeniden. Zerdüşt bu konuda hiç şüphe bırakmıyor: Söylediğine göre, insanoğlu onu ürküye salmışsa, iyileri, “en iyileri” tanıdığı içinmiş bu düpedüz; bu tiksinmeden doğmuş onun kanatları, “o uzak geleceklere süzülmesi için” –açıkça söylüyor, onun insan örneği, göreli bir üstinsan örneği, tam da iyilere oranla insanüstüdür; iyiler ve doğrular onun üstinsan’ına şeytan derlerdi...
Siz, gözümün rastladığı en yüksek insanlar, budur benim sizden kuşkum ve içimden gülüşüm: Benim üstinsanıma korkarım siz... şeytan derdiniz!
Ruhunuz büyüklüğe öylesine yabancı ki, üstinsan korkunç gelirdi size iyiliği içinde...
Zerdüşt’ün ne yapmak istediğini kavramak için, başka yerden değil, buradan başlamalıdır işe: Onun tasarladığı türdün insan, gerçeği olduğu gibi tasarlar: Buna yetecek güçtedir, –ona yabancılaşmış, ondan kopmamıştır; onun ta kendisidir, en korkunç, en sorunsal yanını da içinde taşır, –ve ancak böylelikle büyük olabilir insan...
VI
–Ama töresizci sözcüğünü başka bir anlamda da kendime bir arma, bir onur simgesi yaptım; beni insanlığın geri kalanından seçip ayıran bu adımla övünüyorum. Şimdiye dek hiç kimse Hıristiyan töresini kendinden aşağı duymamıştır: Bunun için bir yükseklik, bir uzak görüşlülük, hiç duyulmamış, baş döndürücü bir psikolojik derinlik gerekliydi. Hıristiyan töresi bugüne dek tüm düşünürlerin Kirke’siydi, –onun hizmetindeydi hepsi de.– Bu tür ülkünün, dünyada kara çalmanın o ağulu soluğu sızan mağaralara benden önce var mı inen? Benden önce feylosofların arasında “yüksek dolandırıcı”, “ülkücü” değil de, onların tam tersi, psikolog olan biri var mıydı hiç? Psikoloji diye bir şey yoktu benden önce. –Burada ilk olmak bir kargıştır belki de; ama kesin olarak bir yazgıdır. Çünkü küçümseyenlerin de ilki olur insan... İnsandan tiksinmedir benim tehlikem...
VII
Anladınız mı beni? –Geri kalan insanlıkla aramdaki sınırı çizen, bana ayrı bir yer veren şey, Hıristiyan töresini bulmuş olmamdır. Bu yüzden, teker teker herkese meydan okuma anlamını taşıyan bir sözcük gerekiyordu bana. Bu konuda gözünü daha önce açmamış olmak, bence insanlığın en büyük yüz karası, en büyük kabahatidir; içgüdü olmuş bir kendini aldatma, hiçbir olayı, nedenselliği, gerçeği görmemeyi kafaya koymak, yanlığa karşı gözleri kör olmak, cürmün daniskasıdır; yaşama karşı işlenmiş bir cürümdür... Bin yıllar, uluslar –en eskileri de, en yenileri de–, feylosoflar ve kocakarılar, –tarihin dört beş ânı dışında, ki ben altıncısıyım–, hepsi bu konuda birbirlerine pek yaraşırlar. Hıristiyan bugüne dek “törel yaratık”dı, benzersiz bir antikaydı, –ve “törel yaratık” olarak da, insanlığı en hor gören kimsenin bile aklından geçirmeyeceği kadar saçma, yalancı, boş gururlu, düşüncesiz ve kendine zararlıydı. Hıristiyan töresi, yalan isteminin en hayınca biçimi, insanlığın gerçek Kirke’si: Onu doğru yoldan çıkaran. Bunu gördüğümde tüylerimi diken diken eden şey, yanılgının kendisi değil, onun üstün gelmesiyle açığa çıkmış o düşünce alanındaki binlerce yıllık “iyi niyet”, kendini sıkıya sokma, yol yordam bilme, yüreklilik eksikliği değil, –ama doğa eksikliği, o hepten gülünç olgu, doğaya aykırılığın töre adıyla en yüksek saygıları görmesi, yasa, kesin buyruk olarak insanlığın tepesine asılmış olması!.. Bu ölçüde yanılmak, hem de kişi olarak, ulus olarak değil, insanlık olarak!.. Yaşamın en başta gelen içgüdülerini küçümsemeyi öğretmeleri; bedeni haklamak için bir “ruh” bir “tin” uydurmaları; yaşamın temel koşulunu, cinselliği ayıp bir şey olarak duymayı öğretmeleri; serpilip gelişmek için en derinden zorunlu olan şeyi, o katı bencilliği –sözcüğün kendisi bile kara çalıcı– kötülük ilkesi saymaları; tersine, çöküşün, içgüdü çelişmesinin örnek belirtilerinde, “çıkar gözetmezlik”te, denge yitiminde, “kişiliksizleşme”de, “yakınını sevmek”te (–yakınıma düşkünlükte) daha yüksek değerleri –ne daha yükseği! –gerçek değerleri görmeleri!.. Ne! İnsanlığın kendi de décadence içinde mi? Hep öyle miydi? –Şurası kesin ki, ona yalnız décadence içinde mi? Hep öyle miydi? –Şurası kesin ki, ona yalnız décadence değerleri en en yüksek değerler olarak öğretildi. Bencil olmayan töre en üstün anlamda bir çöküş töresidir; “Sizler de çöküp gitmelisiniz”, –yalnız buyruk olsa gene iyi!.. Şimdiye dek öğretilen biricik töre, bencil olmayan töre, bir bitme istemini açığa vurur, derinden derine yadsır yaşamı. Burada bir tek açıp kapı kalıyor, o da katına yükselen Hıristiyan töresinde kendilerini başa geçirecek yolu sezen o asalak insan türünün, papazların yozlaşmış olması... Gerçekten, benim görüşüm de bu: İnsanlığın öğretmenleri, önderleri –ki topu da tanrıbilimciydi– décadent’dılar hem de; tüm değerlerin yaşama düşman değerlere dönüştürülmesi işte bu yüzden, töre işte bu yüzden... Töre’nin tanımı: Töre, décadent’ların özel tepkisi, –yaşamdan öç alma ard düşüncesiyle ve bunu başararak–. Bu tanıma önem veriyorum.
VIII
–Anladınız mı beni? Beş yıl önce Zerdüşt’ün ağzından söylemediğim bir tek söz yok demin söylediklerim içinde. –Hıristiyan töresinin açığa çıkarılması eşine rastlanmaz bir olaydır, gerçek bir yıkımdır. Kim bu konuyu aydınlatmışsa, bir force majeure, bir alınyazısıdır, insanlık tarihini ikiye böler: Ondan önce yaşayanlar, ondan sonra yaşayanlar... Doğrunun yıldırımı, şimdiye dek en yüksekte olan şeyin üzerine düştü tam: Orda neyin yanıp kül olduğunu kavrayan kimse, elinde avucunda daha birşeyler kalmış mı, bir de ona bakmalı. Bugüne dek “doğru” dedikleri ne varsa, yalanın en zararlı, en kalleş, en sinsi biçimi olarak açığa çıkarılmıştır; o kutsal “sözde neden”, insanlığı “düzeltmek”, aslında yaşamın iliğini, kanını emecek bir hile olarak, töre bir vampirlik olarak ortaya çıkarılmıştır. Töre’nin ne olduğunu bulan, onunla birlikte, insanların inandığı, inanmış olduğunu bulan, onunla birlikte, insanların inandığı, inanmış olduğu tüm değerlerin değersizliğini de bulmuş demektir; insanlığın en çok saygı gören, giderek ermişler katına yükseltilen örneklerinde, artık saygıya değer hiçbir yan bulmaz, en uğursuz cinsinden sakat doğmuşlar olarak görür onları: Uğursuzdular, büyüler çünkü... “Tanrı” kavramı, yaşama bir karşıt kavram olarak uydurulmuş, yaşama zararlı, ağulu, kara çalıcı, onun can düşmanı ne varsa hepsi o kavramda bir ürkünç birlik olmuştur! “Öte yan”, “gerçek dünya” kavramları, bedeni hor görmek, onu hasta –ermiş– yapmak, yaşamda önemsemeye değer ne varsa, beslenme, konut, düşünce düzeni, hastalara bakma, temizlik, hava vb. hepsinin karşısına ürkünç bir umursamazlık koymak için uydurulmuş! Sağlık yerine “ruhun selâmeti”, yani tövbe çırpınmaları ve kurtuluş isterisi arasında gidip gelen bir folie circulaire “Günah” kavramı o kendinden ayrılmaz işkence aracıyla, “özgür istem” kavramıyla birlikte, içgüdüleri sapıttırmak, onlara karşı güvensizliği bizde ikinci bir yaradılış yapmak için uydurulmuş! “Çıkar gözetmezlik” ve “kendini yadsıma” kavramları yoluyla, o asıl décadence belirtisi, zararlı olana doğru eğilim, kendine yarayanı artık bulamaz olmak kendi kendini yıkmak, gerçek değerin ta kendisi, “ödev”, “ermişlik” insandaki “tanrısal yan” katına yükseltilmiş! Son olarak –en korkuncu da bu– iyi insan kavramıyla tüm zayıfların, hastaların, kusurluların, kendi kendinden acı çekenlerin, yokolması gereken ne varsa hepsinin yanı tutulmuş, –ayıklama yasası çarmıha gerilmiş; gururlu, yetkin, olumlayan, geleceğe güvenen, geleceği doğrulayan insanın karşısına bir ülkü çıkarılmış, –ona kötü denmiş bundan böyle... Töre diye inanmışlar bunlara da!
Ecrasez I’nfâme!–
IX
–Anladınız mı beni?
–Çarmıhtakine karşı Dionysos...
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
- Büleklär
- Kişi Nasıl Kendisi Olur - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3877Unikal süzlärneñ gomumi sanı 213526.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kişi Nasıl Kendisi Olur - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3875Unikal süzlärneñ gomumi sanı 216626.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kişi Nasıl Kendisi Olur - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4035Unikal süzlärneñ gomumi sanı 223425.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kişi Nasıl Kendisi Olur - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4074Unikal süzlärneñ gomumi sanı 219226.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kişi Nasıl Kendisi Olur - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4055Unikal süzlärneñ gomumi sanı 219627.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kişi Nasıl Kendisi Olur - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3352Unikal süzlärneñ gomumi sanı 177728.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.