Kara Kitap - 40
Süzlärneñ gomumi sanı 2748
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1630
32.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Sözgelimi, ölümünden on altı ay önce bir gece, Şehzade eğer kendisi olmayı başaramazsa,
kasırda on beş yıldır verdiği mücadelenin sonunda başarısızlığa uğrarsa eğer, İstanbul'un
sokaklarının da artık "kendisi olamayan" talihsiz bir şehrin sokaklarına dönüşeceğini anlatırken
ve başka şehirlerin alanlarını, parklarını, kaldırımlarını taklit eden bu alanlarda, parklarda,
sokaklarda yürüyen talihsizlerin de, hiçbir zaman kendileri olamayacaklarını anlatırken ve
yıllarca ve yıllarca, kasrının bahçesinden dışarı bir kere olsun adım atmamasına rağmen,
sevgili İstanbul'unun sokaklarını nasıl bir bir tanıdığını, her kaldırımı, her sokak lambasını, her
dükkânı sanki her gün onların önünden geçiyormuş gibi nasıl hayâllerinde capcanlı yaşattığını
anlatırken, bir geceyarısı, her zamanki öfkeli sesini bırakıp kısık ve hüzünlü bir havayla, Leyla
Hanımın her gün arabasıyla kasra geldiği günlerde, vaktinin çoğunu at arabasının şehrin
sokaklarında ilerleyişini hayâl ederek geçirdiğini yazdırmıştı. "Şehzade Osman Celâlettin
Efendi, kendisi olmak için savaştığı bu günlerde günün yarısını biri al, öbürü kara, iki atlı
arabanın Kuruçeşme'den kasrımıza gelirken hangi sokaklardan geçtiğini, hangi yokuşlardan
çıktığını hayâl ederek geçirir, her zamanki yemeklerinden ve kavgalarından sonra da, gözü
yaşlı Leyla Hanımı paşa babasının konağına geri götüren arabanın, çoğu zaman aynı yollardan
ve yokuşlardan geçerek yaptığı dönüş yolculuğunu da günün öbür yarısında hayâl ederdi," diye
yazmıştı Kâtip, her zamanki dikkatli ve titiz elyazısıyla.
Bir başka seferinde, ölümünden yalnızca yüz gün önce, içinde o günlerde yeniden duymaya
başladığı başkalarının seslerini, başkalarının hikâyelerini bastırabilmek için, bütün hayatı
boyunca
farkında olarak ya da olmadan içinde ikinci bir ruhu taşır gibi taşıdığı kişilikleri tek tek öfkeyle
sayarken, Şehzade, her akşam başka bir kıyafete bürünmek zorunda kalan mutsuz bir
padişahın, elbise giyer gibi büründüğü bu kişiliklerden en çok, saçları leylak kokan kadına âşık
olan kişiliği sevdiğini yazdırmıştı sessizce. Şehzadenin kendisine yazdırdığı her satırı, her
cümleyi sonradan yeniden ve yeniden titizlikle okuduğu için ve altı yıl boyunca yavaş yavaş
Şehzadenin bütün hafızasını ve bütün geçmişini bütün ayrıntılarıyla bildiği, sahiplendiği ve
edindiği için, Kâtip, başı leylak kokan kadının Leyla Hanım olduğunu, çünkü Şehzadenin bir
başka seferinde, başı leylak kokulu bir kadın yüzünden kendisi olamayan ve hiçbir zaman
kendi suçluluğunu anlayamayacağı bir kazadan y^ da yanlışlıktan sonra kadın ölünce de bu
sefer leylak kokusunu hiç unutamadığı için> kendisi olamayan bir âşığın hikâyesini yazdırdığını
hatırlamıştı.
Kâtiple Şehzadenin birlikte son ayları, Şehzadenin hastalık öncesi bir coşkuyla dediği gibi,
"yoğun bir çalışma, yoğun bir umut ve yoğun bir inançla" geçmişti. Şehzadenin bütün gün
yazdırdığı, yazdırdıkça ve kendi hikâyelerini anlattıkça kendisini kendisi yapan o sesi içinde
daha da güçle duyduğu günlerdi bunlar. Gece geç saatlere kadar çalışırlar, ne kadar geç olursa
olsun Kâtip bahçede bağlı duran arabasına binerek evine döner, sabah erkenden geri gelip
maun masasında yerini alırdı.
Kendileri olamadıkları için yıkılıp giden krallıkların, başka kavimleri taklit ettikleri için yok olan
kavimlerin, kendi hayatlarını yaşayamadıkları için uzak ve bilinmeyen diyarlarda unutulan
halkların hikâyelerini anlatırdı Şehzade. İlliryalılar, güçlü kişiliğiyle yalnızca kendileri olmayı
kendilerine öğretecek bir kralı iki yüzyıl bulamadıkları için tarih sahnesinden çekilmişlerdi.
Babil'in çöküşü, sanıldığı gibi Kral Nemrut'un Tanrıya meydan okuması yüzünden değil, kule
yaptırmaya bütün gücünü verirken, kendisini kendisi yapacak kaynakları kurutmasmdandı.
Göçebe Lapitya kavmi, yerleşik bir düzene geçip tam bir devlet kurmak üzereyken, ticaret
yaptığı Aytipalilerin büyüsüne kapılarak kendini bütünüyle taklide vermiş ve yok olmuştu.
Sasanilerin yıkılışı Bizanslıların, Arapların ve Yahudilerin büyüsüne kapılan son üç hükümdar
Kavaz, Arda-şir ve Yazdigird'in, Tebari'nin de 'Tarih'inde yazdığı gibi, bütün
ömürleri boyunca tek bir gün kendileri olamamaları yüzündendi. Başkenti Sardes'te, Susa
etkisiyle yapılan ilk tapınaktan yalnızca elli yıl sonra, koca Lidya yıkılmış ve tarihin
tiyatrosundan çekilip gitmişti. Büyük bir Asya İmparatorluğu kurmak üzereyken, bütün halkı
salgın bir hastalığa yakalanmış gibi, Sarmatyalıların kıyafetlerini giymeye, takılarını takmaya,
şiirlerini söylemeye başlayınca, yalnız hatıralarını kaybettikleri için değil, kendilerini kendileri
yapan esrarı da unuttukları için, Seherler bugün tarihçilerin bile hatırlayamadığı bir soydu.
"Medesliler, Pafkiyonyalılar, Keltler," diye yazdırırdı Şehzade, ve Kâtip, "kendileri olamadıkları
için yıkılıp gittiler," diye eklerdi efendisinden önce. "Skintiyalılar, Kalmuklar, Misyahlar," derdi
Şehzade ve, "kendileri olamadıkları için yıkılıp gittiler," diye eklerdi Kâtip. Gece geç vakit, kan
ter içinde, çalışmalarını ve ölüm ve yıkılış hikâyelerini bitirdiklerinde, dışarıda, yaz gecesinin
sessizliği içinde bir cırcırböceğinin kararlı sesini du-yarladı.
Şehzade, bahçedeki nilüferli ve kurbağalı havuza kızıl kestane yapraklarının döküldüğü rüzgarlı
bir sonbahar günü üşütüp yatağa düştüğünde, bunu ikisi de fazla önemsememişti. O sıralarda
Şehzade, eğer bir gün kendisi olamazsa, eğer bir gün kendisi olabilmenin gücüyle Osmanlı
tahtına oturamazsa, İstanbul'un soysuz-laşacak sokaklarında yaşayacak şaşkınların başından
geçecekleri hikâye ediyor, "kendi hayatlarına başkalarının gözleriyle bakacaklarını, kendi
hikâyeleri yerine başkalarının masallarını dinleyeceklerini, kendi yüzleri yerine başkalarının
yüzleriyle büyüleneceklerini," anlatıyordu. Bahçedeki ağaçlardan toplanmış ıhlamurları
kaynatarak içtiler ve gece geç saate kadar çalıştılar.
Ertesi gün Kâtip divanda ateşler içinde uzanan efendisinin üzerine örtmek için yukarı kata bir
yorgan daha almaya çıktığında, yıllar boyunca bütün masaları, sandalyeleri parçalanmış, bütün
kapıları sökülmüş, bütün eşyaları yok edilmiş kasrın boş, bomboş olduğunu tuhaf bir
büyülenmeyle farketti. Kasrın boş odalarında, duvarlarında, merdivenlerde rüyalardan çıkma
bir beyazlık vardı. Boş bir odada, Şehzadenin çocukluğundan kalma, yıllardır hiç çalınmamış,
bütünüyle unutulduğu için atılmamış ve İstanbul'da başka bir eşi bulunmayan Steinway beyaz
bir piyano vardı. Bütün anıların solduğunu, belleğin donduğunu ve bütün seslerin, kokula-
rın, eşyalarrn, çekilerek zamanın durduğunu insana hissettiren beyazlığı, kasrın
pencerelerinden içeri, başka bir gezegene dökülür gibi dökülen bembeyaz ışıkta da gördü
Kâtip. Kucağında beyaz ve kokusuz bir yorgan, merdivenlerden inerken Şehzadenin üzerinde
uzandığı divanın, yıllardır üzerinde çalıştığı kendi maun masasının, beyaz kâğıtlarının,
pencerelerin, küçük çocukların oynadığı oyuncak evlerdeki gibi kırılgan, narin ve gerçekdışı
olduğunu hissetti. Yorganı üzerine örterken iki gündür tıraş olmayan efendisinin sakallarının
beyazladığını gördü. Başucunda yarım bardak suyla, beyaz haplar vardı.
"Dün gece rüyamda, uzak bir ülkedeki gür ve karanlık ormanın içinde beni bekleyen annemi
gördüm," diye yazdırdı Şehzade, uzandığı divandan. "İri ve kızıl bir sürahiden su dökülüyordu,
ama boza gibi ağır ağır," diye yazdırdı Şehzade. "O zaman bütün hayatım boyunca kendim
olmakta ısrar ettiğim için, dayandığımı anlıyordum," diye yazdırdı Şehzade. "Şehzade Osman
Celâlettin Efendi bütün hayatını, kendi sesini ve hikâyelerini duyabilmek için içindeki sessizliği
beklemekle geçirmiştir," diye yazdı Kâtip. "Sessizliği beklemek için," diye tekrarladı Şehzade.
"İstanbul'da saatler durmasın," diye yazdırdı Şehzade. "Rüyamda gördüğüm saatlere
baktığımda," dedi Şehzade, "hep başkalarının hikâyelerini anlattığını sanıyordu," diye devam
etti Kâtip. Bir sessizlik oldu. "Yalnızca kendileri olabildikleri için ıssız çöllerdeki taşları, insan
ayağı değmemiş dağların arasındaki kayalıkları, hiç kimsenin görmediği vadilerdeki ağaçlan
kıskanıyorum," diye güç ve istekle yazdırdı Şehzade. "Rüyamda, hatıralarımın bahçesinde
gezinirken," diye başladı bir an. "Hiçbir şey," diye ekledi sonra. "Hiçbir şey," diye dikkatle yazdı
Kâtip. Uzun, çok uzun bir sessizlik oldu. Daha sonra, Kâtip masasından kalktı, Şehzadenin
uzandığı divana yaklaştı, dikkatle efendisine bakıp masasına sessizce geri döndü. "Şehzade
Osman Celâlettin Efendi, bu cümlesini yazdırdıktan sonra 7 Şaban 1321 perşembe günü, saat
sabah üçü çeyrek geçe, Teşvikiye sırtlarındaki av kasrında vefat etmiştir," diye yazdı sonra.
Aynı el-yazısıyla Kâtip, yirmi yıl sonra ise şöyle yazdı: "Şehzade Osman Celâlettin Efendinin
ömrünün yetmediği tahta, yedi yıl sonra, küçüklüğünde ensesine şaplak vurduğu ağabeyi
Mehmet Reşat Efen-
di geçmiş ve onun zamamnda Büyük Harbe giren Osmanlı Devleti yıkılmıştır."
Defteri, Celâl Salik'e, Kâtibin bir akrabası getirmiş, bu yazı, köşe yazarımızın ölümünden sonra
kâğıtları arasmda bulunmuştur.
ON YEDİNCİ BÖLÜM AMA, BUNLARI YAZAN BEN
"Siz okuyanlar, hâlâ yaşayanlar arasındasımz Ama bunları yazan ben Çoktan yolumu almış
olacağım Gölgeler ülkesinin içlerinde." E.A. Poe
"Evet, evet, ben benim!" diye düşündü Galip, Şehzadenin hikâyesini bitirdiğinde. "Evet, benim
ben!" Hikâyeyi anlattığı için kendisi olabildiğinden o kadar emindi ve en sonunda kendi
olabilmekten de o kadar hoşnuttu ki, bir an önce Şehrikalp Apartmanına gidip CelâPin
masasma oturup yeni köşe yazılarını yazmak istiyordu.
Otelden çıkıp bindiği takside şoför bir hikâye anlatmaya başladı. İnsanın ancak hikâye
anlatarak kendisi olabileceğini anladığı için Galip şoförün anlattıklarını hoşgörüyle dinliyordu.
Yüz yıl önce, sıcak bir yaz günü, Haydarpaşa İstasyonunu yapan Alman ve Türk mühendisler
hesaplarını serdikleri masalarının başında çalışırlarken, az ötede avlanan bir dalgıç, denizin
dibinde bir para bulmuş. Paranın üzerine bir kadın yüzü nakşedil-mişmiş. Tuhaf bir yüzmüş bu,
büyüleyici bir yüz. Dalgıç, yüzün çözemediği esrarım, belki harflerden çıkarırlar diye, bulduğu
şeyi kara şemsiyeler altında çalışan Türk mühendislerden birine göstermiş, Genç mühendis,
Bizans parasının üzerindeki yazıdan değil, ama Bizans imparatoriçesinin yüzündeki büyüleyici
anlatmadan öyle bir etkilenmiş ki, dalgıcı da şaşırtan bir hayrete, hatta bir korkuya kapılmış.
İmparatoriçenin yüzünde, yalnızca, mühendisin kâğıtlarına yazdığı Arap ve Latin harfleriyle
ilişkili bir şey değil, aynı zamanda, yıllardır evlenmeyi kurduğu kendi amca kızının sevgili
yüzünü hatırlatan bir yan da varmış çünkü. Bu kız, tam bu ara bir başkasıyla da evlendirilmek
üzereymiş.
"Evet, Teşvikiye Karakolu tarafında yol kapalı," dedi şoför, Galip'in sorusu üzerine. "Gene
birisini vurmuşlar."
Galip taksiden inip Emlak Caddesini Teşvikiye Caddesine bağlayan dar ve kısa sokağa girdi.
Sokağın caddeyle birleştiği yer-
de parketmiş polis araçlarının yanıp sönen mavi ışıkları soluk ve acıklı bir neon rengiyle ıslak
asfaltta yansıyordu. Alâaddin'in ışıkları hâlâ yanan dükkânının önündeki küçük meydanda,
Galip'in ömrü boyunca hiç tanık olmadığı ve ancak rüyalarmda yadırgamayacağı sihirli bir
sessizlik vardı.
Trafik kesilmişti. Ağaçlar kıpırdamıyordu. Hiç rüzgâr yoktu. Küçük alanda yapay renkler ve
seslerle kurulu bir tiyatro sahnesinin havası vardı. Vitrindeki Singer dikiş makineleri arasındaki
mankenler, polislerin ve görevlilerin arasına girecek gibiydiler. "Evet, ben de benim!" demek
geldi Galip'in içinden. Meraklılar ve polisler arasında bir fotoğrafçının flaşı gümüş mavisiyle
parla-yınca, rüyalardan çıkma bir anıyı hatırlar gibi, kaybettiği yirmi yıllık bir anahtarı bulur
gibi, görmek istemediği bir yüzü tanır gibi Galip farketti: Singer makineleri sergilenen vitrininin
iki adım ötesinde, kaldırımda, beyaz bir leke yatıyordu. Tek bir kişi: Celâl. Üzeri gazetelerle
örtülmüştü. Rüya nerede? Galip yaklaştı.
Bütün gövdeyi basılı kâğıttan bir yorgan gibi saran gazetelerin açıkta bıraktığı baş, çamurlu
kirli kaldırıma bir yastığa yaslanır gibi yaslanmıştı. Gözleri açıktı, ama bir düş görüyormuş gibi
dalgın, kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibi yorgun bir ifade vardı yüzde; yıldızlan
seyrediyormuş gibi huzurlu da; hem dinleniyorum, hem hatırlıyorum der gibi. Rüya neredeydi?
Bir oyun duygusuna kapıldı Galip, bir şaka duygusuna, bir pişmanlık duygusuna. Kan izi yok.
Cesedin Celâl'in cesedi olduğunu daha görmeden nasıl anlamıştı? Biliyor musunuz, demek
istedi, ben her şeyi bildiğimi bilmiyormuşum. Bir kuyu vardı aklında, aklımda, aklımızda; bir
düğme, mor bir düğme: Dolabın arkasmdan çıkan paralar, gazoz kapaklan, düğmeler. Yıldızları
seyrediyoruz, dalların arasındaki yıldızlan. Yorganımı iyi örtün de üşümeyeyim, havasındaydı
ceset. Yorganını iyi örtün de üşümesin. Galip üşüdü. "Ben, benim!" Ortalarından ikiye açılarak
serilmiş gazete sayfalarının 'Milliyet' ve 'Tercüman'dan olduğunu anladı. Yedi renkli mazot
lekeleri. CelâPin yazısı var mı diye baktıkları gazete parçaları: Üşüme. Soğuktur.
Kapısı açık bir polis minibüsündeki bir telsizden madeni bir sesin, başkomiseri aradığını işitti.
Efendim, Rüya nerede, nerede, nerede? Köşedeki trafik lambalarının boşu boşuna yanıp sönen
ışıkları: Yeşil. Kırmızı. Daha sonra, bir daha: Yeşil. Kırmızı. Pas-tahaneci madamın vitrininde
de. Yeşil, kırmızı. Hatırlıyorum, hatırlıyorum, hatırlıyorum, diyordu Celâl. Alâaddin'in
dükkânının kepenkleri inmişti, ama iç ışıkları açıktı. Bu bir upucu olabilir mi? Komiser bey,
demek istedi Galip, ilk Türk polisiye romanını yazıyorum, bakınız bu da ilk ipucu: Işıklar açık
kalmış. Yerde sigara izmaritleri, kâğıt parçalan, çöpler. Galip genç bir polisi gözüne kestirdi,
yaklaşıp sormaya başladı.
Olay dokuz buçukla on arasında olmuştu. Katilin kim olduğu bilinmiyordu. Adamcağız hemen
vurulup düşmüştü. Evet, ünlü bir gazeteciydi. Hayır, yanında kimse yoktu. Ölünün neden
burada tutulduğunu bu polis de bilmiyordu. Hayır, sigara içmiyordu. Evet, polislik zor meslekti.
Hayır, vurulan adamın yanmda başka kimse yoktu, memur emindi bundan; beyefendi bunu
niye soruyordu? Beyefendi ne iş yapıyordu? Beyefendi gece bu saatte burada ne arıyordu?
Beyefendi kimliğini gösterebilir miydi?
Kimliği incelenirken Galip, altında Celâl'in cesedi yatan gazeteden yorgana baktı. Mankenli
vitrinin neon lambalarının gazetelerin üzerine hafif pembe bir ışıkla vurduğu uzaktan daha iyi
farke-diliyordu. Düşündü: Memur bey, rahmetli bu tür küçük ayrıntılara dikkat ederdi.
Fotoğraftaki de ben'im, benim yüzümdeki yüz de. Al bakalım. Rica ederim. Ben gideyim. Karım
evde beni bekliyor da. Her şeyi tereyağdan kıl çeker gibi hallettim galiba.
Şehrikalp Apartmanının önünden hiç durmadan ve Nişantaşı Meydanından da koşar adım
geçtikten sonra, evinin sokağına girmişti ki, yıllardır ilk defa, bir sokak köpeği, çamur renkli
soysuz bir hayvan, saldıracakmış gibi havlayarak Galip'e hırladı. Neyin işareti? Kaldırım
değiştirdi. Salonun ışıkları yanıyor muydu? Nasıl dikkat etmemişti buna? Asansörde
düşünüyordu.
Evde kimse yoktu. Rüya'nın eve bir an gelip gittiğine ilişkin bir iz de yoktu hiçbir yerde.
Dokunduğu eşyalar, kapı kulpları, şuraya buraya atılıvermiş makaslar, kaşıklar, bir zamanlar
Rüya'nın sigarasını bastırdığı küllükler, bir zamanlar birlikte oturup yemek yedikleri yemek
masası, bir zamanlar karşılıklı oturdukları boş ve acıklı koltuklar, evdeki her şey
dayanılmayacak kadar üzücü, dayanılmayacak kadar hüzünlüydü. Koşar adım kendini dışarı
attı.
Sokaklarda uzun uzun yürüdü. Nişantaşı'nı Şişli'ye bağlayan
ve çocuklukların Site Sinemasına giderken Rüya ile birlikte hızlı hızlı heyecanla yürüdükleri
kaldırımlarda çöp tenekelerini karıştıran köpeklerden başka hiçbir hareket yoktu. Bu köpekler
üzerine kaç yazı yazmıştın? Ben kaç yazı yazacağım? Uzun bir yürüyüşten sonra caminin arka
sokağından dolanarak Teşvikiye Meydanından döndü ve beklediği gibi adımları kendisini kırk
beş dakika önce CelâPin cesedinin yattığı köşeye doğru götürdü. Ama köşede kimsecikler
yoktu. Cesetle birlikte polis arabaları, gazeteciler, kalabalık, hepsi çekip gitmişlerdi. Galip, dikiş
makineleri sergilenen vitrinin önünde mankenlerin arasından dışarı vuran neon lambasının
ışığında, Celâl'in cesedinin uzandığı kaldırımda da hiçbir iz görmedi. Ölüyü örten gazeteler
titizlikle toplanmış olmalıydı. Karakolun önünde bir polis, her zamanki gece nöbetini tutuyordu.
Şehrikalp Apartmanına girdiğinde, hiç alışık olmadığı bir yorgunluk hissetti. Geçmişi kararlılıkla
taklit eden Celâl'in dairesi, Galip'e, yıllar süren serüvenlerden ve savaşlardan sonra bir askerin
döndüğü evi kadar göz yaşartıcı, şaşırtıcı ve tanıdık gözüktü. Ne kadar da uzak kalmıştı bu
geçmişten! Oysa buradan çıkalı altı saat bile olmamıştı. Geçmiş zaman uyku kadar çekiciydi.
Suçsuz bir çocuk gibi, suçlu bir çocuk gibi lambaların aydınlattığı köşe yazılarını, fotoğrafları,
esrarı, Rüya'yı, aradığı şeyleri rüyalarında göreceğini düşünerek, rüyalarında suç
işlemeyeceğini, suç işleyeceğini düşünerek CelâPin yatağına yatıp uyudu.
Uyandığında şöyle düşündü: "Cumartesi sabahı." Oysa cumartesi öğlesiydi. Yazıhaneye,
mahkemeye gidilmeyecek bir gün. Ayaklarına terliklerini geçirmeden yürüyüp kapının altından
atılan Milliyet'i aldı: 'Celâl Salik Öldürüldü.' Haberi manşet üstünden vermişlerdi. Cesedin,
üzerine gazeteler, örtülmeden önce çekilmiş bir fotoğrafını yayımlamışlardı. Bütün sayfayı
olaya ayırmışlardı. Başbakandan ve öteki ilgililer ve ünlülerden hemen demeçler almışlardı.
Galip'in 'Eve Dön' şifreli yazısını 'son yazısı' diyerek bir çerçeve içine koymuşlardı. Celâl'in, son
zamanlarda çekilmiş hoş bir fotoğrafını basmışlardı. Ünlülere göre kurşunlar demokrasiye,
düşünce özgürlüğüne, barışa ve bunun gibi her fırsatta hatırlanan ' birçok iyi şeye sıkılmıştı.
Katili yakalamak için önlemler alınmıştı.
Kâğıt ve gazete kesikleriyle kaynaşan masaya oturmuş sigara içiyordu. Uzun süre pijamalarla
masada oturup sigara içti. Kapı-
nın zili çaldığında bir saattir hep aynı sigarayı içtiği duygusuna kapıldı. Kamer Hanımmış.
Elinde anahtar, ansızın açılan kapıda gördüğü Galip'e bir hortlağa bakar gibi baktı önce, sonra
içeri girip telefonun yanındaki koltuğa kendini zorlukla atıp ağlamaya başladı. Herkes, Galip de
öldü sanmış. Herkes onları günlerdir merak ediyormuş. Sabah gazetelerde haberi okur okumaz
Hâle Halalara gitmek için koşa koşa evden çıkmış. Alâaddin'in dükkânının önünden geçerken
içerde bir kalabalık görmüş. O zaman anlamış sabah dükkânda Rüya Hanımın ölüsünün
bulunduğunu. Alâaddin sabah dükkânını açınca Rüya'nın bebekler arasında uyuyan cesediyle
karşılaşmışmış.
Okuyucu, ey okuyucu, baştan beri anlatıcıyla kahramanları, köşe yazılarıyla, olayların
anlatıldığı sayfaları pek de başarılı ola-madan da olsa, titizlikle birbirinden ayırmaya çalıştığım
kitabımın bu noktasında, yani senin de belki farkettiğin onca iyi niyetli çabadan sonra, izin ver
de şu satırları dizgiciye yollamadan önce bir kere olsun araya gireyim. Hani kimi kitaplarda
sayfalar vardır, yazarın hüneri yüzünden değil de, 'sanki kendiliğinden' kurulmuş hikâyenin
'sanki kendiliğinden' akışı yüzünden içimize öyle bir işlerler ki, bir türlü unutamayız onları. O
sayfalar, aklımızda, kalbimizde -ne derseniz deyin işte- meslek erbabı yazarın kalemiyle
harikalar yarattığı sayfalar olarak değil, kendi hayatımızdaki kimi cennet saatleri gibi, kimi
cehennem saatleri gibi, her ikisi gibi ve daha çok her ikisi dışında, yıllarca hatırlayacağımız
dokunaklı, içler acısı ve göz yaşartıcı bir anı gibi içimizde kalır. İşte, sonradan görme bir köşe
yazarı değil de, meslek erbabı, hüner sahibi bir yazar olsaydım, şimdi 'Rüya ile Galip' adlı
eserimin akıllı ve duyarlı okuyucularıma yıllarca eşlik edecek o sayfalarından birinde
olduğumuzu güvenle düşünürdüm. Ama yeteneklerim ve yazdıklarım konusunda gerçekçi
olduğum için, bu güven yok bende. Bu yüzden, hikâyemin bu sayfalarında okuyucuyu kendi
anılarıyla başbaşa bırakabilmek isterdim. Bunun için de yapılacak en iyi şey, dizgiciye bu
sayfaları kara bir mürekkeple boyamasını önermek olacaktır. Hakkıyla yazamayacağım şeyleri
siz hayâl gücünüzle kurun diye. Hikâyemin kaldığım yerinde içine girdiğim kara düşün rengini
vermek, ondan sonraki günlerde bir uykudagezer gibi olayların içinde gezinirken aklımın
içindeki sessizliği size hep hatırlatmak için. Bun-
dan sonraki sayfaları, kara sayfaları, bir uykudagezerin hatırladıkları olarak görün artık.
Kamer Hanım, Alâaddin'in dükkânından, koşa koşa Hâle Halalara gitmiş. Orada herkes ağlıyor,
Galip'i de öldü sanıyorlar-mış. Kamer Hanım, onlara en sonunda CelâPin sırrını vermiş: Ce-
lâl'in yıllardır, Galip'le Rüya'nın ise bir haftadır burada, Şehrikalp Apartmanının en üst katındaki
dairede saklandıklarını söylemiş.. Herkes Rüya ile birlikte Galip'i de öldü sanmış gene. Daha
sonra, Kamer Hanım buraya, Şehrikalp Apartmanına döndüğünde, İsmail Efendi, ona, "Çık git,
yukarı bir bak!" demiş. Anahtarı alıp yukarı çıktığı zaman, kapıyı açmadan hemen önce tuhaf
bir korkuya kapılmış Kamer Hanım, sonra bir inanca, Galip'in yaşadığı inancına. Galip'in sık sık
gördüğü fıstıki yeşilden bir etek ve kirli bir önlük vardı üzerinde.
Daha sonra, üzerinde mor çiçeklerin açtığı aynı fıstıki yeşil kumaştan bir elbiseyi Hâle Halanın
da giydiğini, evine gittiğinde Galip gördü. Bu bir rastlantı mıydı, yoksa dünyanın da hafıza
kasırda on beş yıldır verdiği mücadelenin sonunda başarısızlığa uğrarsa eğer, İstanbul'un
sokaklarının da artık "kendisi olamayan" talihsiz bir şehrin sokaklarına dönüşeceğini anlatırken
ve başka şehirlerin alanlarını, parklarını, kaldırımlarını taklit eden bu alanlarda, parklarda,
sokaklarda yürüyen talihsizlerin de, hiçbir zaman kendileri olamayacaklarını anlatırken ve
yıllarca ve yıllarca, kasrının bahçesinden dışarı bir kere olsun adım atmamasına rağmen,
sevgili İstanbul'unun sokaklarını nasıl bir bir tanıdığını, her kaldırımı, her sokak lambasını, her
dükkânı sanki her gün onların önünden geçiyormuş gibi nasıl hayâllerinde capcanlı yaşattığını
anlatırken, bir geceyarısı, her zamanki öfkeli sesini bırakıp kısık ve hüzünlü bir havayla, Leyla
Hanımın her gün arabasıyla kasra geldiği günlerde, vaktinin çoğunu at arabasının şehrin
sokaklarında ilerleyişini hayâl ederek geçirdiğini yazdırmıştı. "Şehzade Osman Celâlettin
Efendi, kendisi olmak için savaştığı bu günlerde günün yarısını biri al, öbürü kara, iki atlı
arabanın Kuruçeşme'den kasrımıza gelirken hangi sokaklardan geçtiğini, hangi yokuşlardan
çıktığını hayâl ederek geçirir, her zamanki yemeklerinden ve kavgalarından sonra da, gözü
yaşlı Leyla Hanımı paşa babasının konağına geri götüren arabanın, çoğu zaman aynı yollardan
ve yokuşlardan geçerek yaptığı dönüş yolculuğunu da günün öbür yarısında hayâl ederdi," diye
yazmıştı Kâtip, her zamanki dikkatli ve titiz elyazısıyla.
Bir başka seferinde, ölümünden yalnızca yüz gün önce, içinde o günlerde yeniden duymaya
başladığı başkalarının seslerini, başkalarının hikâyelerini bastırabilmek için, bütün hayatı
boyunca
farkında olarak ya da olmadan içinde ikinci bir ruhu taşır gibi taşıdığı kişilikleri tek tek öfkeyle
sayarken, Şehzade, her akşam başka bir kıyafete bürünmek zorunda kalan mutsuz bir
padişahın, elbise giyer gibi büründüğü bu kişiliklerden en çok, saçları leylak kokan kadına âşık
olan kişiliği sevdiğini yazdırmıştı sessizce. Şehzadenin kendisine yazdırdığı her satırı, her
cümleyi sonradan yeniden ve yeniden titizlikle okuduğu için ve altı yıl boyunca yavaş yavaş
Şehzadenin bütün hafızasını ve bütün geçmişini bütün ayrıntılarıyla bildiği, sahiplendiği ve
edindiği için, Kâtip, başı leylak kokan kadının Leyla Hanım olduğunu, çünkü Şehzadenin bir
başka seferinde, başı leylak kokulu bir kadın yüzünden kendisi olamayan ve hiçbir zaman
kendi suçluluğunu anlayamayacağı bir kazadan y^ da yanlışlıktan sonra kadın ölünce de bu
sefer leylak kokusunu hiç unutamadığı için> kendisi olamayan bir âşığın hikâyesini yazdırdığını
hatırlamıştı.
Kâtiple Şehzadenin birlikte son ayları, Şehzadenin hastalık öncesi bir coşkuyla dediği gibi,
"yoğun bir çalışma, yoğun bir umut ve yoğun bir inançla" geçmişti. Şehzadenin bütün gün
yazdırdığı, yazdırdıkça ve kendi hikâyelerini anlattıkça kendisini kendisi yapan o sesi içinde
daha da güçle duyduğu günlerdi bunlar. Gece geç saatlere kadar çalışırlar, ne kadar geç olursa
olsun Kâtip bahçede bağlı duran arabasına binerek evine döner, sabah erkenden geri gelip
maun masasında yerini alırdı.
Kendileri olamadıkları için yıkılıp giden krallıkların, başka kavimleri taklit ettikleri için yok olan
kavimlerin, kendi hayatlarını yaşayamadıkları için uzak ve bilinmeyen diyarlarda unutulan
halkların hikâyelerini anlatırdı Şehzade. İlliryalılar, güçlü kişiliğiyle yalnızca kendileri olmayı
kendilerine öğretecek bir kralı iki yüzyıl bulamadıkları için tarih sahnesinden çekilmişlerdi.
Babil'in çöküşü, sanıldığı gibi Kral Nemrut'un Tanrıya meydan okuması yüzünden değil, kule
yaptırmaya bütün gücünü verirken, kendisini kendisi yapacak kaynakları kurutmasmdandı.
Göçebe Lapitya kavmi, yerleşik bir düzene geçip tam bir devlet kurmak üzereyken, ticaret
yaptığı Aytipalilerin büyüsüne kapılarak kendini bütünüyle taklide vermiş ve yok olmuştu.
Sasanilerin yıkılışı Bizanslıların, Arapların ve Yahudilerin büyüsüne kapılan son üç hükümdar
Kavaz, Arda-şir ve Yazdigird'in, Tebari'nin de 'Tarih'inde yazdığı gibi, bütün
ömürleri boyunca tek bir gün kendileri olamamaları yüzündendi. Başkenti Sardes'te, Susa
etkisiyle yapılan ilk tapınaktan yalnızca elli yıl sonra, koca Lidya yıkılmış ve tarihin
tiyatrosundan çekilip gitmişti. Büyük bir Asya İmparatorluğu kurmak üzereyken, bütün halkı
salgın bir hastalığa yakalanmış gibi, Sarmatyalıların kıyafetlerini giymeye, takılarını takmaya,
şiirlerini söylemeye başlayınca, yalnız hatıralarını kaybettikleri için değil, kendilerini kendileri
yapan esrarı da unuttukları için, Seherler bugün tarihçilerin bile hatırlayamadığı bir soydu.
"Medesliler, Pafkiyonyalılar, Keltler," diye yazdırırdı Şehzade, ve Kâtip, "kendileri olamadıkları
için yıkılıp gittiler," diye eklerdi efendisinden önce. "Skintiyalılar, Kalmuklar, Misyahlar," derdi
Şehzade ve, "kendileri olamadıkları için yıkılıp gittiler," diye eklerdi Kâtip. Gece geç vakit, kan
ter içinde, çalışmalarını ve ölüm ve yıkılış hikâyelerini bitirdiklerinde, dışarıda, yaz gecesinin
sessizliği içinde bir cırcırböceğinin kararlı sesini du-yarladı.
Şehzade, bahçedeki nilüferli ve kurbağalı havuza kızıl kestane yapraklarının döküldüğü rüzgarlı
bir sonbahar günü üşütüp yatağa düştüğünde, bunu ikisi de fazla önemsememişti. O sıralarda
Şehzade, eğer bir gün kendisi olamazsa, eğer bir gün kendisi olabilmenin gücüyle Osmanlı
tahtına oturamazsa, İstanbul'un soysuz-laşacak sokaklarında yaşayacak şaşkınların başından
geçecekleri hikâye ediyor, "kendi hayatlarına başkalarının gözleriyle bakacaklarını, kendi
hikâyeleri yerine başkalarının masallarını dinleyeceklerini, kendi yüzleri yerine başkalarının
yüzleriyle büyüleneceklerini," anlatıyordu. Bahçedeki ağaçlardan toplanmış ıhlamurları
kaynatarak içtiler ve gece geç saate kadar çalıştılar.
Ertesi gün Kâtip divanda ateşler içinde uzanan efendisinin üzerine örtmek için yukarı kata bir
yorgan daha almaya çıktığında, yıllar boyunca bütün masaları, sandalyeleri parçalanmış, bütün
kapıları sökülmüş, bütün eşyaları yok edilmiş kasrın boş, bomboş olduğunu tuhaf bir
büyülenmeyle farketti. Kasrın boş odalarında, duvarlarında, merdivenlerde rüyalardan çıkma
bir beyazlık vardı. Boş bir odada, Şehzadenin çocukluğundan kalma, yıllardır hiç çalınmamış,
bütünüyle unutulduğu için atılmamış ve İstanbul'da başka bir eşi bulunmayan Steinway beyaz
bir piyano vardı. Bütün anıların solduğunu, belleğin donduğunu ve bütün seslerin, kokula-
rın, eşyalarrn, çekilerek zamanın durduğunu insana hissettiren beyazlığı, kasrın
pencerelerinden içeri, başka bir gezegene dökülür gibi dökülen bembeyaz ışıkta da gördü
Kâtip. Kucağında beyaz ve kokusuz bir yorgan, merdivenlerden inerken Şehzadenin üzerinde
uzandığı divanın, yıllardır üzerinde çalıştığı kendi maun masasının, beyaz kâğıtlarının,
pencerelerin, küçük çocukların oynadığı oyuncak evlerdeki gibi kırılgan, narin ve gerçekdışı
olduğunu hissetti. Yorganı üzerine örterken iki gündür tıraş olmayan efendisinin sakallarının
beyazladığını gördü. Başucunda yarım bardak suyla, beyaz haplar vardı.
"Dün gece rüyamda, uzak bir ülkedeki gür ve karanlık ormanın içinde beni bekleyen annemi
gördüm," diye yazdırdı Şehzade, uzandığı divandan. "İri ve kızıl bir sürahiden su dökülüyordu,
ama boza gibi ağır ağır," diye yazdırdı Şehzade. "O zaman bütün hayatım boyunca kendim
olmakta ısrar ettiğim için, dayandığımı anlıyordum," diye yazdırdı Şehzade. "Şehzade Osman
Celâlettin Efendi bütün hayatını, kendi sesini ve hikâyelerini duyabilmek için içindeki sessizliği
beklemekle geçirmiştir," diye yazdı Kâtip. "Sessizliği beklemek için," diye tekrarladı Şehzade.
"İstanbul'da saatler durmasın," diye yazdırdı Şehzade. "Rüyamda gördüğüm saatlere
baktığımda," dedi Şehzade, "hep başkalarının hikâyelerini anlattığını sanıyordu," diye devam
etti Kâtip. Bir sessizlik oldu. "Yalnızca kendileri olabildikleri için ıssız çöllerdeki taşları, insan
ayağı değmemiş dağların arasındaki kayalıkları, hiç kimsenin görmediği vadilerdeki ağaçlan
kıskanıyorum," diye güç ve istekle yazdırdı Şehzade. "Rüyamda, hatıralarımın bahçesinde
gezinirken," diye başladı bir an. "Hiçbir şey," diye ekledi sonra. "Hiçbir şey," diye dikkatle yazdı
Kâtip. Uzun, çok uzun bir sessizlik oldu. Daha sonra, Kâtip masasından kalktı, Şehzadenin
uzandığı divana yaklaştı, dikkatle efendisine bakıp masasına sessizce geri döndü. "Şehzade
Osman Celâlettin Efendi, bu cümlesini yazdırdıktan sonra 7 Şaban 1321 perşembe günü, saat
sabah üçü çeyrek geçe, Teşvikiye sırtlarındaki av kasrında vefat etmiştir," diye yazdı sonra.
Aynı el-yazısıyla Kâtip, yirmi yıl sonra ise şöyle yazdı: "Şehzade Osman Celâlettin Efendinin
ömrünün yetmediği tahta, yedi yıl sonra, küçüklüğünde ensesine şaplak vurduğu ağabeyi
Mehmet Reşat Efen-
di geçmiş ve onun zamamnda Büyük Harbe giren Osmanlı Devleti yıkılmıştır."
Defteri, Celâl Salik'e, Kâtibin bir akrabası getirmiş, bu yazı, köşe yazarımızın ölümünden sonra
kâğıtları arasmda bulunmuştur.
ON YEDİNCİ BÖLÜM AMA, BUNLARI YAZAN BEN
"Siz okuyanlar, hâlâ yaşayanlar arasındasımz Ama bunları yazan ben Çoktan yolumu almış
olacağım Gölgeler ülkesinin içlerinde." E.A. Poe
"Evet, evet, ben benim!" diye düşündü Galip, Şehzadenin hikâyesini bitirdiğinde. "Evet, benim
ben!" Hikâyeyi anlattığı için kendisi olabildiğinden o kadar emindi ve en sonunda kendi
olabilmekten de o kadar hoşnuttu ki, bir an önce Şehrikalp Apartmanına gidip CelâPin
masasma oturup yeni köşe yazılarını yazmak istiyordu.
Otelden çıkıp bindiği takside şoför bir hikâye anlatmaya başladı. İnsanın ancak hikâye
anlatarak kendisi olabileceğini anladığı için Galip şoförün anlattıklarını hoşgörüyle dinliyordu.
Yüz yıl önce, sıcak bir yaz günü, Haydarpaşa İstasyonunu yapan Alman ve Türk mühendisler
hesaplarını serdikleri masalarının başında çalışırlarken, az ötede avlanan bir dalgıç, denizin
dibinde bir para bulmuş. Paranın üzerine bir kadın yüzü nakşedil-mişmiş. Tuhaf bir yüzmüş bu,
büyüleyici bir yüz. Dalgıç, yüzün çözemediği esrarım, belki harflerden çıkarırlar diye, bulduğu
şeyi kara şemsiyeler altında çalışan Türk mühendislerden birine göstermiş, Genç mühendis,
Bizans parasının üzerindeki yazıdan değil, ama Bizans imparatoriçesinin yüzündeki büyüleyici
anlatmadan öyle bir etkilenmiş ki, dalgıcı da şaşırtan bir hayrete, hatta bir korkuya kapılmış.
İmparatoriçenin yüzünde, yalnızca, mühendisin kâğıtlarına yazdığı Arap ve Latin harfleriyle
ilişkili bir şey değil, aynı zamanda, yıllardır evlenmeyi kurduğu kendi amca kızının sevgili
yüzünü hatırlatan bir yan da varmış çünkü. Bu kız, tam bu ara bir başkasıyla da evlendirilmek
üzereymiş.
"Evet, Teşvikiye Karakolu tarafında yol kapalı," dedi şoför, Galip'in sorusu üzerine. "Gene
birisini vurmuşlar."
Galip taksiden inip Emlak Caddesini Teşvikiye Caddesine bağlayan dar ve kısa sokağa girdi.
Sokağın caddeyle birleştiği yer-
de parketmiş polis araçlarının yanıp sönen mavi ışıkları soluk ve acıklı bir neon rengiyle ıslak
asfaltta yansıyordu. Alâaddin'in ışıkları hâlâ yanan dükkânının önündeki küçük meydanda,
Galip'in ömrü boyunca hiç tanık olmadığı ve ancak rüyalarmda yadırgamayacağı sihirli bir
sessizlik vardı.
Trafik kesilmişti. Ağaçlar kıpırdamıyordu. Hiç rüzgâr yoktu. Küçük alanda yapay renkler ve
seslerle kurulu bir tiyatro sahnesinin havası vardı. Vitrindeki Singer dikiş makineleri arasındaki
mankenler, polislerin ve görevlilerin arasına girecek gibiydiler. "Evet, ben de benim!" demek
geldi Galip'in içinden. Meraklılar ve polisler arasında bir fotoğrafçının flaşı gümüş mavisiyle
parla-yınca, rüyalardan çıkma bir anıyı hatırlar gibi, kaybettiği yirmi yıllık bir anahtarı bulur
gibi, görmek istemediği bir yüzü tanır gibi Galip farketti: Singer makineleri sergilenen vitrininin
iki adım ötesinde, kaldırımda, beyaz bir leke yatıyordu. Tek bir kişi: Celâl. Üzeri gazetelerle
örtülmüştü. Rüya nerede? Galip yaklaştı.
Bütün gövdeyi basılı kâğıttan bir yorgan gibi saran gazetelerin açıkta bıraktığı baş, çamurlu
kirli kaldırıma bir yastığa yaslanır gibi yaslanmıştı. Gözleri açıktı, ama bir düş görüyormuş gibi
dalgın, kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibi yorgun bir ifade vardı yüzde; yıldızlan
seyrediyormuş gibi huzurlu da; hem dinleniyorum, hem hatırlıyorum der gibi. Rüya neredeydi?
Bir oyun duygusuna kapıldı Galip, bir şaka duygusuna, bir pişmanlık duygusuna. Kan izi yok.
Cesedin Celâl'in cesedi olduğunu daha görmeden nasıl anlamıştı? Biliyor musunuz, demek
istedi, ben her şeyi bildiğimi bilmiyormuşum. Bir kuyu vardı aklında, aklımda, aklımızda; bir
düğme, mor bir düğme: Dolabın arkasmdan çıkan paralar, gazoz kapaklan, düğmeler. Yıldızları
seyrediyoruz, dalların arasındaki yıldızlan. Yorganımı iyi örtün de üşümeyeyim, havasındaydı
ceset. Yorganını iyi örtün de üşümesin. Galip üşüdü. "Ben, benim!" Ortalarından ikiye açılarak
serilmiş gazete sayfalarının 'Milliyet' ve 'Tercüman'dan olduğunu anladı. Yedi renkli mazot
lekeleri. CelâPin yazısı var mı diye baktıkları gazete parçaları: Üşüme. Soğuktur.
Kapısı açık bir polis minibüsündeki bir telsizden madeni bir sesin, başkomiseri aradığını işitti.
Efendim, Rüya nerede, nerede, nerede? Köşedeki trafik lambalarının boşu boşuna yanıp sönen
ışıkları: Yeşil. Kırmızı. Daha sonra, bir daha: Yeşil. Kırmızı. Pas-tahaneci madamın vitrininde
de. Yeşil, kırmızı. Hatırlıyorum, hatırlıyorum, hatırlıyorum, diyordu Celâl. Alâaddin'in
dükkânının kepenkleri inmişti, ama iç ışıkları açıktı. Bu bir upucu olabilir mi? Komiser bey,
demek istedi Galip, ilk Türk polisiye romanını yazıyorum, bakınız bu da ilk ipucu: Işıklar açık
kalmış. Yerde sigara izmaritleri, kâğıt parçalan, çöpler. Galip genç bir polisi gözüne kestirdi,
yaklaşıp sormaya başladı.
Olay dokuz buçukla on arasında olmuştu. Katilin kim olduğu bilinmiyordu. Adamcağız hemen
vurulup düşmüştü. Evet, ünlü bir gazeteciydi. Hayır, yanında kimse yoktu. Ölünün neden
burada tutulduğunu bu polis de bilmiyordu. Hayır, sigara içmiyordu. Evet, polislik zor meslekti.
Hayır, vurulan adamın yanmda başka kimse yoktu, memur emindi bundan; beyefendi bunu
niye soruyordu? Beyefendi ne iş yapıyordu? Beyefendi gece bu saatte burada ne arıyordu?
Beyefendi kimliğini gösterebilir miydi?
Kimliği incelenirken Galip, altında Celâl'in cesedi yatan gazeteden yorgana baktı. Mankenli
vitrinin neon lambalarının gazetelerin üzerine hafif pembe bir ışıkla vurduğu uzaktan daha iyi
farke-diliyordu. Düşündü: Memur bey, rahmetli bu tür küçük ayrıntılara dikkat ederdi.
Fotoğraftaki de ben'im, benim yüzümdeki yüz de. Al bakalım. Rica ederim. Ben gideyim. Karım
evde beni bekliyor da. Her şeyi tereyağdan kıl çeker gibi hallettim galiba.
Şehrikalp Apartmanının önünden hiç durmadan ve Nişantaşı Meydanından da koşar adım
geçtikten sonra, evinin sokağına girmişti ki, yıllardır ilk defa, bir sokak köpeği, çamur renkli
soysuz bir hayvan, saldıracakmış gibi havlayarak Galip'e hırladı. Neyin işareti? Kaldırım
değiştirdi. Salonun ışıkları yanıyor muydu? Nasıl dikkat etmemişti buna? Asansörde
düşünüyordu.
Evde kimse yoktu. Rüya'nın eve bir an gelip gittiğine ilişkin bir iz de yoktu hiçbir yerde.
Dokunduğu eşyalar, kapı kulpları, şuraya buraya atılıvermiş makaslar, kaşıklar, bir zamanlar
Rüya'nın sigarasını bastırdığı küllükler, bir zamanlar birlikte oturup yemek yedikleri yemek
masası, bir zamanlar karşılıklı oturdukları boş ve acıklı koltuklar, evdeki her şey
dayanılmayacak kadar üzücü, dayanılmayacak kadar hüzünlüydü. Koşar adım kendini dışarı
attı.
Sokaklarda uzun uzun yürüdü. Nişantaşı'nı Şişli'ye bağlayan
ve çocuklukların Site Sinemasına giderken Rüya ile birlikte hızlı hızlı heyecanla yürüdükleri
kaldırımlarda çöp tenekelerini karıştıran köpeklerden başka hiçbir hareket yoktu. Bu köpekler
üzerine kaç yazı yazmıştın? Ben kaç yazı yazacağım? Uzun bir yürüyüşten sonra caminin arka
sokağından dolanarak Teşvikiye Meydanından döndü ve beklediği gibi adımları kendisini kırk
beş dakika önce CelâPin cesedinin yattığı köşeye doğru götürdü. Ama köşede kimsecikler
yoktu. Cesetle birlikte polis arabaları, gazeteciler, kalabalık, hepsi çekip gitmişlerdi. Galip, dikiş
makineleri sergilenen vitrinin önünde mankenlerin arasından dışarı vuran neon lambasının
ışığında, Celâl'in cesedinin uzandığı kaldırımda da hiçbir iz görmedi. Ölüyü örten gazeteler
titizlikle toplanmış olmalıydı. Karakolun önünde bir polis, her zamanki gece nöbetini tutuyordu.
Şehrikalp Apartmanına girdiğinde, hiç alışık olmadığı bir yorgunluk hissetti. Geçmişi kararlılıkla
taklit eden Celâl'in dairesi, Galip'e, yıllar süren serüvenlerden ve savaşlardan sonra bir askerin
döndüğü evi kadar göz yaşartıcı, şaşırtıcı ve tanıdık gözüktü. Ne kadar da uzak kalmıştı bu
geçmişten! Oysa buradan çıkalı altı saat bile olmamıştı. Geçmiş zaman uyku kadar çekiciydi.
Suçsuz bir çocuk gibi, suçlu bir çocuk gibi lambaların aydınlattığı köşe yazılarını, fotoğrafları,
esrarı, Rüya'yı, aradığı şeyleri rüyalarında göreceğini düşünerek, rüyalarında suç
işlemeyeceğini, suç işleyeceğini düşünerek CelâPin yatağına yatıp uyudu.
Uyandığında şöyle düşündü: "Cumartesi sabahı." Oysa cumartesi öğlesiydi. Yazıhaneye,
mahkemeye gidilmeyecek bir gün. Ayaklarına terliklerini geçirmeden yürüyüp kapının altından
atılan Milliyet'i aldı: 'Celâl Salik Öldürüldü.' Haberi manşet üstünden vermişlerdi. Cesedin,
üzerine gazeteler, örtülmeden önce çekilmiş bir fotoğrafını yayımlamışlardı. Bütün sayfayı
olaya ayırmışlardı. Başbakandan ve öteki ilgililer ve ünlülerden hemen demeçler almışlardı.
Galip'in 'Eve Dön' şifreli yazısını 'son yazısı' diyerek bir çerçeve içine koymuşlardı. Celâl'in, son
zamanlarda çekilmiş hoş bir fotoğrafını basmışlardı. Ünlülere göre kurşunlar demokrasiye,
düşünce özgürlüğüne, barışa ve bunun gibi her fırsatta hatırlanan ' birçok iyi şeye sıkılmıştı.
Katili yakalamak için önlemler alınmıştı.
Kâğıt ve gazete kesikleriyle kaynaşan masaya oturmuş sigara içiyordu. Uzun süre pijamalarla
masada oturup sigara içti. Kapı-
nın zili çaldığında bir saattir hep aynı sigarayı içtiği duygusuna kapıldı. Kamer Hanımmış.
Elinde anahtar, ansızın açılan kapıda gördüğü Galip'e bir hortlağa bakar gibi baktı önce, sonra
içeri girip telefonun yanındaki koltuğa kendini zorlukla atıp ağlamaya başladı. Herkes, Galip de
öldü sanmış. Herkes onları günlerdir merak ediyormuş. Sabah gazetelerde haberi okur okumaz
Hâle Halalara gitmek için koşa koşa evden çıkmış. Alâaddin'in dükkânının önünden geçerken
içerde bir kalabalık görmüş. O zaman anlamış sabah dükkânda Rüya Hanımın ölüsünün
bulunduğunu. Alâaddin sabah dükkânını açınca Rüya'nın bebekler arasında uyuyan cesediyle
karşılaşmışmış.
Okuyucu, ey okuyucu, baştan beri anlatıcıyla kahramanları, köşe yazılarıyla, olayların
anlatıldığı sayfaları pek de başarılı ola-madan da olsa, titizlikle birbirinden ayırmaya çalıştığım
kitabımın bu noktasında, yani senin de belki farkettiğin onca iyi niyetli çabadan sonra, izin ver
de şu satırları dizgiciye yollamadan önce bir kere olsun araya gireyim. Hani kimi kitaplarda
sayfalar vardır, yazarın hüneri yüzünden değil de, 'sanki kendiliğinden' kurulmuş hikâyenin
'sanki kendiliğinden' akışı yüzünden içimize öyle bir işlerler ki, bir türlü unutamayız onları. O
sayfalar, aklımızda, kalbimizde -ne derseniz deyin işte- meslek erbabı yazarın kalemiyle
harikalar yarattığı sayfalar olarak değil, kendi hayatımızdaki kimi cennet saatleri gibi, kimi
cehennem saatleri gibi, her ikisi gibi ve daha çok her ikisi dışında, yıllarca hatırlayacağımız
dokunaklı, içler acısı ve göz yaşartıcı bir anı gibi içimizde kalır. İşte, sonradan görme bir köşe
yazarı değil de, meslek erbabı, hüner sahibi bir yazar olsaydım, şimdi 'Rüya ile Galip' adlı
eserimin akıllı ve duyarlı okuyucularıma yıllarca eşlik edecek o sayfalarından birinde
olduğumuzu güvenle düşünürdüm. Ama yeteneklerim ve yazdıklarım konusunda gerçekçi
olduğum için, bu güven yok bende. Bu yüzden, hikâyemin bu sayfalarında okuyucuyu kendi
anılarıyla başbaşa bırakabilmek isterdim. Bunun için de yapılacak en iyi şey, dizgiciye bu
sayfaları kara bir mürekkeple boyamasını önermek olacaktır. Hakkıyla yazamayacağım şeyleri
siz hayâl gücünüzle kurun diye. Hikâyemin kaldığım yerinde içine girdiğim kara düşün rengini
vermek, ondan sonraki günlerde bir uykudagezer gibi olayların içinde gezinirken aklımın
içindeki sessizliği size hep hatırlatmak için. Bun-
dan sonraki sayfaları, kara sayfaları, bir uykudagezerin hatırladıkları olarak görün artık.
Kamer Hanım, Alâaddin'in dükkânından, koşa koşa Hâle Halalara gitmiş. Orada herkes ağlıyor,
Galip'i de öldü sanıyorlar-mış. Kamer Hanım, onlara en sonunda CelâPin sırrını vermiş: Ce-
lâl'in yıllardır, Galip'le Rüya'nın ise bir haftadır burada, Şehrikalp Apartmanının en üst katındaki
dairede saklandıklarını söylemiş.. Herkes Rüya ile birlikte Galip'i de öldü sanmış gene. Daha
sonra, Kamer Hanım buraya, Şehrikalp Apartmanına döndüğünde, İsmail Efendi, ona, "Çık git,
yukarı bir bak!" demiş. Anahtarı alıp yukarı çıktığı zaman, kapıyı açmadan hemen önce tuhaf
bir korkuya kapılmış Kamer Hanım, sonra bir inanca, Galip'in yaşadığı inancına. Galip'in sık sık
gördüğü fıstıki yeşilden bir etek ve kirli bir önlük vardı üzerinde.
Daha sonra, üzerinde mor çiçeklerin açtığı aynı fıstıki yeşil kumaştan bir elbiseyi Hâle Halanın
da giydiğini, evine gittiğinde Galip gördü. Bu bir rastlantı mıydı, yoksa dünyanın da hafıza
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Kara Kitap - 41
- Büleklär
- Kara Kitap - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2834Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169327.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2755Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180626.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2876Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166430.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2806Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176130.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2785Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170328.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174728.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2795Unikal süzlärneñ gomumi sanı 177728.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2851Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180228.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2754Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168329.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2839Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174030.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2835Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166932.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174331.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2797Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167731.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2783Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2759Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164928.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156531.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2793Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167330.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2766Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164330.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2767Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167129.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155230.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2733Unikal süzlärneñ gomumi sanı 160031.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2700Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170528.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165428.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170329.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2702Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165828.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2713Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168726.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176026.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166529.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166032.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2699Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166629.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2862Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169228.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2737Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172326.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2884Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164831.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2908Unikal süzlärneñ gomumi sanı 154330.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176527.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166531.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2768Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155630.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2761Unikal süzlärneñ gomumi sanı 143630.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 40Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163032.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 41Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2760Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170429.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 42Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2175Unikal süzlärneñ gomumi sanı 136528.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.