Kara Kitap - 36
Süzlärneñ gomumi sanı 2772
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1765
27.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
46.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Aldatıldım, kandırıldım dediğim şey budur. Çünkü kendisine körü körüne tapan birinin karısını
elinden almazdı benim inandığım ve okuduğum kişi. O gece-yarısı, o pavyonda, masanın
çevresinde oturup hikâye anlatan '; orospulara, garsonlara, fotoğrafçılara, aldatılmış kocalara
bağırarak demek isterdim ki: "Ey yenikler! Ey ezikler! Ey lanetliler! Ey unutulmuşlar! Ey
önemsizler! Korkmayın, kimse kendisi değildir, kimse! Yerinde olmak istediğiniz krallar,
mutlular, padişahlar, ünlüler, yıldızlar, zenginler de öyle. Onlardan kurtulun! O zaman size sır
diye verdikleri hikâyeyi onların yokluğuyla siz bulmuş ola-
caksınız. Öldürün onları! Kendi sırrınızı kendiniz kurun, kendi esrarınızı kendiniz bulun! Anlıyor
musun? Hayvani bir öfke ve intikam duygusuyla değil, aldatılan kocaların çoğu gibi, beni içine
çektiğin yeni dünyaya girmek istemediğim için öldüreceğim seni ben. Bütün İstanbul, bütün
harfler, yazılarına yerleştirdiğin o işaretler ve yüzler de gerçek esrarına kavuşacak o zaman.
'Celâl Salik Vuruldu!' diye yazacak gazeteler: 'Esrarengiz Cinayet'. Hiçbir zaman
çözülemeyecek 'Anlaşılmaz Cinayet.' Belki dünyamızın hiç olmayan anlamı iyice kaybolacak,
sözünü ettiğin kıyamet gününe, Mehdi'nin gelişine yakm bir kargaşa olacak İstanbul'da, ama
benim için, birçokları için kaybolan esrarın keşfi de bu olacak. Çünkü bu işin arkasındaki sırrı
kimse çözemeyecek. Senin yardımınla bastırabildiğim alçakgönüllü kitabımda sözünü ettiğim
ve senin de pek iyi anladığın esrarın keşfinden, yeniden keşfinden başka ne olabilirdi ki bu?"
"Hiç de öyle olmaz," dedi Galip. "Sen istediğin kadar esrarlı bir cinayet işle, onlar, o mutlular
ve ezikler, budalalar ve unutulmuşlar hemen elele verip bu işte bir esrar olmadığını kanıtlayan
bir hikâye uydururlar. Uydurdukları hızla inanacakları bu hikâye benim ölümümü sıradan bir
kumpasın renksiz bir parçası şekline sokar hemen. Daha cenazem kaldırılmadan, herkes bunun
milli bütünlüğümüzü tehlikeye sokan bir kumpasın ya da yıllardır süren bir aşk ve kıskançlık
macerasının sonucu olduğuna karar verir hemen. Meğer katil esrar kaçakçılarıyla askeri
darbecilerin bir aletiymiş der herkes; meğer cinayet Nakşibendi tarikatıyla, örgütlenmiş aşk
lellallarınca işlettirilmiş, meğer son padişahın torunlarıyla bayrağımızı yakanlar düzenlemiş bu
kirli işi, meğer demokrasimize ve Cumhuriyetimize kastedenlerle en son Haçlı seferini
hazırlayanlar da bu numaranın içindeymişler!"
"İstanbul'un ortasında, çöp yığınlarının zerzavat artıklarının, köpek leşleriyle Milli Piyango
biletleri arasında, çamurlu bir kaldırımda, esrarengiz bir şekilde bulunan ünlü bir köşe
yazarının cesedi... Derinlerde bir yerde, geçmişimizde, hatıralarımızın tortusu içinde,
kelimelerin ve cümlelerin arasında, unutuluşun kıyısındaki bir esrarın hâlâ aramızda tebdil
gezdiği bu esrarı bulmamız gerektiği, bu miskinlere bundan başka nasıl anlatılabilir?"
"Otuz yıllık yazı deneyimimle söylüyorum," dedi Galip, "hiç-
bir şey hatırlamazlar, hiçbir şey. Üstelik beni bulup bu işi yağdan kıl çeker gibi becerebileceğin
de kesin değil pek. Olsa olsa, pisi pisine yanlış bir yerimden yaralarsın beni. Sonra, sen
karakolda sıkı bir dayak yerken -işkenceden hiç sözetmeyeyim- ben, senin hiç de istemediğin
bir biçimde, bir kahraman olur, geçmiş olsun ziyaretine gelen Başbakan'm budalalıklarına
sabretmek zorunda kalırım. Emin ol, hiç değmez! Dünyanın arkasında erişemeyecekleri bir sır
olduğuna inanmak istemiyorlar artık."
"Bütün hayalımın bir aldanış, soğuk bir şaka olmadığını kim kanıtlayacak bana?"
"Ben!" dedi Galip. "Dinle..."
"Bişrev? Hayır, istemiyorum..."
"İnan bana, ben de senin kadar inanmıştım."
"İnanayım!" diye istekle bağırdı Mehmet. "Kendi hayatımın anlamını kurtarmak için inanayım,
ama hayatlarının kayıp anlamını ellerine tutuşturduğun şifrelerle hecelemeye çalışan yorgancı
çırakları ne olacak? Almanya'dan hiç dönmeyecek ve onları da hiçbir zaman oraya
çağırmayacak nişanlılarını beklerken, senin onlara vaad ettiğin cennet günlerinde
kullanacakları mobilyaları, portakal sıkma makinelerini, balık başlı lambaları ve dantelli
çarşaflan ancak yazıların sayesinde hayâl edebilen hülyalı bakireler ne olacak? Cennette
yerleşecekleri tapulu apartman dairelerinin planlarını senin yazılarında öğrendikleri bir
yöntemle kendi yüzlerinde görmeyi başaran emekli otobüs biletçileri ve bu sefil ülkeyi,
hepimizi kurtaracak Mehdi'nin Arnavut kaldırımlı sokaklarda görüneceği günün ebced
yöntemiyle hesabını senin yazılarından aldıkları ilhamla yapabilen kadastro memurlarıyla
havagazı tahsildarları ve simitçilerle eskiciler ve dilenciler -görüyorsun senin kelimelerinden
kurtulamıyorum hiç- ve bizim Karslı anarımızla, aradıkları efsanevi kuşun kendileri olduğunu
senin sayende anlayacak okurların, acıklı okurların ne olacak?"
"Unut" dedi Galip, telefondaki sesin alışkanlıkla listeyi uzatmasından korkarak. "Unut onları,
unut hepsini, düşünme onları. Tebdil gezen son Osmanlı padişahlarını düşün. Törelerine bağlı
oldukları için belki hâlâ sakladığı bir parası, altını ya da bir sırrı vardır diye öldürmeden önce
kurbanlarına işkence eden Beyoğlu haydutlarının geleneksel yöntemlerini düşün, iki bin beşyüz
ber- •
ber dükkânının duvarlarına 'Hayat', 'Ses', 'Pazar', 'Posta', '7 Gün', 'Yelpaze', 'Peri', 'Revü',
'Hafta' gibi dergilerden kesilerek asılmış cami, dansöz, köprü, Türkiye güzeli ve futbolcu
resimlerinin siyah beyaz orijinallerinin üzerine fırçayla renk süren gazetedeki rötuşçuların göğü
neden hep Prusya mavisine ve çamurlu topraklarımızı niye hep İngiliz çimeni yeşiline
boyadıklarını düşün. Dar. karanlık ve korkutucu apartman merdivenlerimizdeki binbir çeşit
koku kaynağını ve kokulardan oluşan onbinlerce çeşit karışımı tasvir edebilecek yüzbinlerce
kelimeyi bulabilmek için karıştırılması gerekecek Türkçe sözlükleri düşün." "Ah, namussuz
yazar seni!"
"İngiltere'den Türkler'in ilk satınaldığı buharlı geminin adının Swift olmasındaki esrarı düşün.
Kahve falına meraklı olduğu için ömrü boyunca içtiği binlerce fincan kahvenin telvesini ve
telvenin üzerine açıldığı fincanların resimlerini yapan ve falın söylediklerini de resimlerin
kenarlarına güzel yazısıyla yazarak üç yüz sayfalık elyazması bir eser bırakan solak hattatın
simetri ve düzen tutkusunu düşün."
"Ama bu sefer kandıramayacaksın beni." "İki bin beş yüz yılda şehrimizin bahçelerine kazılmış
yüz binlerce kuyu, apartman temeli yapılmak üzere taş ve betonla doldu-rulunca, içlerindeki
akreplerin, kurbağaların, çekirgelerin boy boy, çil çil Likya, Frigya, Roma, Bizans, Osmanlı
altınlarının, yakutların, elmasların, haçların, tasvirlerin, yasak ikonların ve kitap ve risalelerin,
define planlarının ve faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin talihsiz kafataslarının..."
. "Gene Şemsi Tebrizi'nin kuyuya atılan cesedi ha?"
"...üzerlerinde taşıyacakları betonu, demirleri, apartman dairelerini, kapıları, yaşlı kapıcıları,
aralan kirli tırnak gibi kararmış parkeleri, dertli anaları, öfkeli babalan, kapısı kapanmaz
dolapları, kızkardeşleri, üvey kızkardeşleri..."
"Şemsi Tebrizi sen mi oluyorsun? Deccal sen misin? Mehdi?"
"...üvey kızkardeşle evli amcaoğlunu, hidrolik asansörü, asansördeki aynayı..."
"Evet, evet yazmıştın bütün bunları."
"...çocukların keşfedip oynadığı gizli köşeleri, çeyizlik yatak
örtülerini, dedenin dedesinin Şam valisiyken Çinli bir tacirden aldığı ve hâlâ kimsenin
kıyamadığı ipek kumaşı..:"
"Bana olta atıyorsun değil mi?"
"...hayatımızın bütün esrarını düşün. Eski cellâtların idamdan sonra, kurbanlarının ibret taşında
sergilenecek kellelerini gövdeden ayırdıkları keskin usturaya 'şifre' demelerinin sırrını düşün.
Satranç taşlarını bir büyük Türk ailesine göre yeniden adlandıran emekli albayın şahı 'ana',
veziri 'baba', fili 'amca', atı 'teyze' ve piyonları 'çocuklar' diye değil, 'çakallar' diye
adlandırmasındaki bilgeliği düşün."
"Biliyor musun, bizlere ihanet ettikten sonra, onca yılda bir kere gördüm seni, galiba, tuhaf bir
Hurufi Fatih Sultan Mehmet kıyafeti içinde..."
"Alelade bir akşam, evinde masaya oturup saatlerce Divan Şiirinden muammalar, gazeteden
bilmeceler çözen adamın sonsuz huzurunu düşün. Masanın üzerindeki lambanın aydınlattığı
kâğıtların ve harflerin dışında odadaki her şeyin, küllüklerin, perdelerin, saatlerin, zamanın,
hatıraların, acıların, kederin, aldatılmanın, öfkenin, yenilginin, ah yenilgilerimizin karanlıkta
kalacağım düşün. Harflerin soldan sağa ve yukarıdan aşağıya işaret ettikleri esrarlı boşlukta
duyacağın yerçekimsizlik tadının ancak kıyafet değiştirmenin o doyum olmaz tuzaklarıyla
karşılaştırılabileceğini düşün."
"Bak dostum," dedi telefonun öbür ucundaki ses, Galip'i şaşırtan işbilir bir havayla, "bütün
tuzakları, bütün oyunları, bütün harfleri ve ikizlerini unutalım şimdi; hepsini geçtik, hepsini
aştık. Evet, sana tuzak kurmuştum, ama sökmedi. Biliyorsun ya, açıkça gene söyleyeyim.
Telefon defterinde adın olmadığı gibi, ne bir askeri darbe vardı, ne de bir dosya! Seni
seviyoruz, hep seni düşünüyoruz, ikimiz de hayranız, sahiden hayranız sana. Bütün hayatımız
seninle geçti, daha da geçecek. Şimdi, unutulması gereken her şeyi unutalım. Akşam
Emine'yle sana gelelim. Hiçbir şey olmamış gibi yaparız, hiçbir şey olmamış gibi konuşuruz.
Şimdi anlattığın gibi, gene saatlerce anlatırsın. Ne olur, evet de! İnan bize, ne istersen
yaparım, ne istersen getiririm!"
Galip, uzun bir süre düşündü.
"Benim sendeki telefonlarımı, adreslerimi ver!" dedi sonra.
"Vereyim hemen, ama unutamam onları."
"Ver sen."
Adam defteri getirmeye gittiğinde telefonu karısı aldı. "İnan ona," dedi fısıldayan bir sesle. "Bu
sefer gerçekten pişman, samimi. Seni çok seviyor. Bir delilik yapacaktı, çoktan caydı. Ne
yaparsa bana yapar artık; sana bir şey yapmaz, korkaktır, ben kefilim. Her şeyi yoluna
koyduğu için Allahıma şükrediyorum. Akşam senin o çok sevdiğin mavi damalı etekliğimi
giyeceğim. Canım sen ne istiyorsan, o da, ben de, ikimiz de, yapacağız; ne isti-¦'¦: yorsan!
Sana şunu da söyleyeyim: Senin gibi olabilmek için o, : hem senin gibi Hurufi Fatih Sultan
Mehmet kıyafetlerini, hem de sizin bütün ailenizin yüzünde gördüğü harflerden..." Kocasının
ayak sesleri yaklaşınca sustu.
Telefonu koca alınca, Galip, Celâl'in öbür telefonlarını ve adreslerini, her birini defalarca tekrar
ettirerek yanıbaşmdaki raftan çıkardığı bir kitabın ('Kişilikler' La Bruyere) en son sayfasına
dikkatle yazdı. Daha önce tasarladığı gibi, fikrini değiştirdiğini, onlarla görüşmek istemediğini,
ısrarcı hayranlarının hiçbiri ile kaybedecek daha fazla vakti olmadığını söyleyecekti sonra
onlara. Ama son anda caydı. Aklında başka bir düşünce vardı. Çok sonraları, o gece olup
bitenleri doğru-yanlış yeniden hatırladığında, "Galiba bir meraka kapılmıştım," diye
düşünecekti. "Karı kocayı uzaktan da olsa bir kere olsun görmek merakına. CelâFle Rüya'yı bu
telefon numaralan ve adreslerle bulduğumda, onlara yalnızca bu inanılmaz hikâyeyi, telefon
konuşmalarını değil, karı kocanın nasıl gözüktüklerini, nasıl yürüdüklerini, ne giydiklerini de
anlatabilmek istiyordum belki de."
"Evimin adresini vermeyeceğim," dedi. "Ama başka bir yerde buluşabiliriz. Akşam saat
dokuzda, Nişantaşı'nda, Alaaddin'in dükkânının önünde meselâ."
Bu kadarı bile karı kocayı o kadar mutlu etti ki, Galip telefonun öbür ucundaki teşekkür
havasından huzursuz oldu. Akşam gelirlerken yanlarında bademli bir kek mi getirsinler isterdi
Celâl Bey, yoksa Ömür Pastanesinden petit fourlar mı, yoksa uzun uzun oturup
konuşacaklarına göre, fındık, fıstık ve büyük bir şişe konyak mı? Yorgun koca:
• "Fotoğraf koleksiyonumu da getireceğim, yüz resimlerimi de, liseli kızların fotoğraflarını da!"
diye bağırıp tuhaf ve korkutucu
bir kahkaha atınca, Galip, açık bir konyak şişesinin karı koca arasında uzun bir süredir
durduğunu anladı. Buluşma yer ve saatini istekle tekrarlayarak telefonları kapadılar.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ESRARLI RESİMLER
"Esrarım Mesne\'i'clen aldım" Şeyh Galip
1952 yazınm başında, tam bir tarih vermek gerekirse, haziranın ilk cumartesisinde, yalnız
İstanbul'un ya da Türkiye'nin değil, Balkanlar ve Orta Doğu'nun en büyük batakhanesi,
Beyoğlu'ndâ kerhaneler sokağından, İngiliz Konsolosluğu'na çıkan dar sokakların birinde açıldı.
Bu mutlu tarih, aynı zamanda altı aydır süren iddialı bir resim yarışmasının da sonuçlanmasına
denk düşüyordu. Daha sonraki yıllarda, Cadillac'ı ile Boğaz'ın sularında kaybolarak iyice
efsaneleşecek olan zamanın en ünlü Beyoğlu haydutu, işletmesinin girişindeki geniş hole
İstanbul resimleri yaptırmak istemişti çünkü.
Hayır, ünlü haydut bu resimleri İslâm'ın yasaklamaları yüzünden pek geri kaldığımız bu sanatı
(resmi diyorum, orospuluğu değil) desteklemek için değil, zevk sarayına İstanbul'un ve
Anadolu'nun dört bir yanından gelecek seçkin müşterilerine müzik, esrar, içki ve kızlar kadar
İstanbul'un güzelliklerini sunabilmek için yaptırmıştı. Ellerinde açıölçer ve gönyeler, Batılı kübik
ressamları taklit edip köylü kızlarımızı baklava şekline sokan akademili ressamlar, yalnızca
bankalardan sipariş kabul ettikleri için haydutu-muzu geri çevirince, o da taşra konaklarının
tavanlarını, yazlık sinemaların duvarlarını, panayırlarda yılan yutanların çadırlarını ve at
arabalarıyla kamyonları şenlendiren ressamlara, tabelacılara, boyacılara haber salmıştı. Aylar
sonra ortaya çıkan iki zenaatkârın ikisi de, gerçek sanatçılar gibi, birbirlerinden daha iyi
olduklarını iddia edince, haydutumuz bankalardan aldığı bir ilhamla ortaya yüklüce bir para
koyarak iki iddiacı ressam arasında 'En Güzel İstanbul Resim Yarışması'm açmış, sarayının
girişindeki karşılıklı iki duvarı hırslı zenaatkâlara vermişti.
Birbirlerini kuşkuyla karşılayan ressamlar, daha ilk günden duvarlarının arasına kalın bir perde
gerdirmişlerdi. Yüz seksen
gün sonra, zevk sarayının açılış gecesinde fitilli kızıl kadifeyle kaplı yaldızlı koltuklar, Gördes
halıları, gümüş şamdanlar, kristal vazolar, Atatürk fotoğrafları, porselen takımları, sedef
kakmalı sehpalarla dolu giriş holünde aynı yamalı perde hâlâ duruyordu. Batakhanenin adı,
resmi kayıtlarda Klasik Türk Sanatlarını Yaşatma Kulübü olarak geçtiği için, aralarında valinin
de resmen bulunduğu seçkin kalabalığın içindeki patron, çuval bezinden perdeyi çekince,
konuklar bir duvarda 'şahane' bir İstanbul resmi, öteki duvarda, o resmi, gümüş şamdanların
ışığında, olduğundan daha da parlak, daha da güzel, daha da çekici gösteren bir ayna
gördüler.
Tabii ki ödül aynayı koyan ressama gitti. Ama yıllar boyunca batakhaneye düşen müşterilerin
çoğu duvarlardaki inanılmaz görüntülerle öyle bir büyüleniyorlardı ki, her iki eserden de ayrı
ayrı tatlar alarak, bu aldıkları tatların esrarını anlamak için duvarlar arasında aşağı yukarı gidip
gelerek eserleri saatlerce seyrediyorlardı da.
Birinci duvardaki sefil ve hüzünlü sokak köpeği, karşısındaki aynada, hem hüzünlü hem kurnaz
bir köpeğe dönüşüyor, tekrar birinci duvardaki resme dönüldükte, bu sefer, aslında, orada da
kurnazlığın resmedildiği, üstelik köpekte insanı kuşkulandıran bir hareket de olduğu seziliyor,
derken aynaya dönüp yeniden bakıldığında, hareketin anlamını sezdirecek başka bazı tuhaf
kıpırtılar ve belirtiler görülüyor, ama bu sefer de iyice aklı karışan seyirci, bir koşu yeniden
birinci duvara dönüp asıl resme bakmamak için kendini güç tutuyordu.
Bir seferinde, hüzünlü köpeğin gezindiği sokağın açıldığı meydandaki kör çeşmenin, aynada
şakır şakır aktığını görmüştü yaşlı ve evhamlı bir müşteri. Evde muslukları açık bıraktığını
hatırlayan unutkan bir ihtiyarın telaşıyla tekrar resme döndüğünde, çeşmenin kuru olduğunu
anlamış, yeniden aynaya dönüp suların daha da gür aktığına tanık olduktan sonra, buluşunu
'zevk kadınlarıyla' paylaşmak istemiş, ama resmin ve aynanın bitip tükenmeyen oyunlarını
çoktan kanıksamış konsomatrislerin ilgisizliğiyle karşılaşınca, kendi kapalı hayatına,
anlaşılamamakla geçmiş ömrünün yalnızlığına çekilmişti çaresizlikle.
Oysa sarayda çalışan kadınlar, konuya büsbütün ilgisiz olma dıkları gibi, iç sıkıntısıyla
birbirlerine aynı masalları anlatarak pi-
. nekledikleri karlı kış gecelerinde, resmin ve karşısındaki aynanın ; sihirli oyunlarını
misafirlerinin kişiliği konusunda eğlenceli bir mi-' henk taşı olarak kullanırlardı: Resimle
aynadaki görüntü arasındaki esrarlı uyuşmazlıkları hiç farkedemeyen aceleci, duyarsız, telaşlı
müşterileri vardı: Bunlar ya sürekli kendi dertlerini anlatırlar ya •>¦¦¦ da birini diğerinden
ayıramadıkları konsomatrislerden tek bir şeyi, bütün erkeklerin istediği o şeyi bir an önce elde
etmeyi beklerlerdi yalnızca. Aynayla resmin oynaşmasını iyice farkedip, bunu ¦'..;
önemsemeyenler vardı; feleğin çemberinden geçmiş, hiçbir şeyi umursamayan ve korkulması
gereken pervasızlardı bunlar. Ya da çaresiz bir simetri hastalığına yakalanmış gibi, aynayla
resim ara-• sındaki tutarsızlığın bir an önce düzeltilmesini çocuk gibi tutturarak,
huzursuzluklarıyla konsomatrislerin, garsonların, kabadayıların ensesinde boza pişirenler vardı.
Bunlar, eli sıkı, hesaplı kişilerdi; ne içerken dünyayı unutabilirlerdi, ne de sevişirken; her şeyi
bir düzene sokma saplantıları onları başarısız bir dost ve başarısız bir âşık yapardı yalnızca.
Saray sakinlerinin aynanın ve resimlerin cilvelerine alıştıkları bir zamanda, parasının gücünden
çok koruyucu kanatlarının şefkatiyle pavyonu sık sık şereflendiren Beyoğlu komiseri, birinci
duvarda karanlık bir sokakta eli tabancayla resmedilmiş kabak kafalı karanlık kişiyle, aynada
göz göze geldiğinde onun yıllardır çözümle-nememiş ünlü 'Şişli Meydanı Cinayeti'nin katilinin ta
kendisi olduğunu anlamış, duvara aynayı yerleştiren sanatçının esrarı bildiğini ileri sürüp,
kimliği konusunda soruşturmaya girişmişti.
Kaldırımlardan akan kirli suların köşebaşlarındaki ızgaralara bile ulaşamadan buharlaştığı sıcak
bir yaz gününün yapış yapış gecesinde, babasının Mercedes'ini parkedilmez levhasının önüne
bırakan bir ağaoğlu, aynada gördüğü İstanbul'un bir kenar mahallesindeki halı dokuyan iyi ev
kızının, yıllardır arayıp da bulamadığı gizli sevgilisi olduğuna hükmetmiş, ama resmin kendisine
döndüğünde, orada babasının köylerinin birinde yaşayan mutsuz ve renksiz kızlardan biriyle
karşılaşmıştı yalnızca.
Daha sonraki yıllarda, Cadillac'ını atını sürer gibi Boğazın akıntısına sürerek dünyanın içindeki
diğer dünyayı keşfedecek patron için ise, bütün bu tatlı şakalar, hoş rastlantılar ve dünyanın
içindeki esrar, ne resmin, ne de aynanın birer oyunuydu; esrardan
ve rakıdan kafaları bulan müşteriler mutsuzluğun ve hüznün bulutlarına çıktıkları bir ara,
kafalarının içindeki eski ve mutlu bir dünyayı keşfediyorlar, bu kayıp cennetin esrarını
bulmanın çocuksu sevinci içinde, hayallerindeki muammaları gözlerinin önündeki suretlerle
karıştırıyorlardı. Bu sağlam gerçekçiliğine rağmen, ünlü hay-dutun, pazar sabahlan, yorgun
anneleri kendilerini sinemaya götürsün diye bekleyen pavyon kadınlarının çocuklarıyla birlikte,
tıpkı gazetelerin pazar ekindeki bilmeceyi çözer gibi, 'İki Resim Arasındaki Yedi Farkı Bulalım'
oyununa neşeyle katıldığı da görülmüştü.
Ama farklar, anlamlar, şaşırtıcı değişiklikler yedi değil, sonsuzdu. Çünkü birinci duvardaki
İstanbul resmi, her ne kadar teknik açıdan at arabası ya da panayır resimlerini hatırlatıyorsa
da, ruh açısından gölgeli karanlık ve ürpertici gravürleri, konunun ele alınışı bakımından da
zengin bir freski çağrıştırıyordu. Bu freskin üzerindeki iri bir kuş, aynada efsanevi bir kuş gibi
ağır ağır kanat çırpıyor, eski ahşap konakların boyasız cepheleri, aynada korkunç yüzlere
dönüşüyor, bayram yerleri, atlıkarıncalar aynada kıpırdanıp renkleniyor, bütün o eski
tramvaylar, at arabaları, minareler, köprüler, katiller, muhallebiciler, parklar, kıyı kahveleri,
şehir hatları vapurları, yazılar, sandıklar bambaşka bir âlemin işaretleri olup çıkıyorlardı.
Ressamın tatlı bir şakayla, kör bir dilencinin eline tutuşturduğu bir kara kitap, aynada ikiye
ayrılmış, iki anlamlı, iki hikâyeli bir kitaba dönüşüyor, birinci duvara dönüldüğünde kitabın
baştan sona tek bir kitap olduğu, esrarının da içinde kaybolduğu anlaşılıyordu. Panayırlardaki
eski eserlerinin anılarıyla ressamın, birinci duvara kırmızı dudaklı, baygın bakışlı, iri kirpikli
resmini çizdiği sinema yıldızımız, aynada bütün bir milletin yoksul düşmüş iri göğüslü anasına
dönüşüyor, ilk duvara dönen bulutlu bakışlar, ananın ana değil, yıllardır yatılan evli karı
olduğunu dehşet ve zevkle farkediyordu.
Ama sarayın ziyaretçilerini asıl dehşete düşüren şey, ressamın eserinin her yerine kıpır kıpır
yerleştirdiği o bitip tükenmeyecek gibi çoğalan insanların, köprüleri dolduran korkunç
kalabalıkların aynadaki yüzlerinde beliren yeni anlamlar, tuhaf işaretler, bilinmeyen dünyalardı.
Resme bakıldığında, dertli, kederli, sade bir vatandaş olarak ya da hayatından memnun
çalışkan ve fötr şapkalı
bir kişi olarak görülen birinin yüzünün, aslında aynada gözüktüğü gibi bir haritanın, bir esrarın
ya da kaybolmuş bir hikâyenin izleriyle kaynaştığını sezmek, kadife koltuklar arasında gidip
gelen ve bir ileri bir geri yürürken kendi görüntüsünün de aynanın içine yerleştiğini anlayan
kafası bulutlu saray ziyaretçisinde, kendisinin de pek az seçkin kişinin bildiği bir sırrın farkına
varmış biri olduğu hayâlini uyandırırdı. Konsomatrislerin paşa gibi davrandıkları bu kişilerin,
resmin ve aynanın arkasındaki sırrı çözene kadar rahat durmadıkları, esrara, muammaya bir
çözüm yakıştırana kadar nice yolculukları, serüvenleri, kavgaları göze aldıkları herkesçe
bilinirdi.
Yıllar sonra, pavyon patronunun Boğaz sularının bilinmezliği içinde kaybolmasından da yıllar
sonra, gözden düşen pavyona gelen Beyoğlu komiserinin de, bu huzursuz kişilerden biri
olduğunu, yaşlı konsomatrisler kederli yüzünden hemen anladılar.
Eski ve ünlü 'Şişli Meydanı Cinayeti'nin sırrını çözmek için yeniden aynaya bakmak istiyormuş
bu adam. Ama bir hafta önce, kadın ya da para meselesinden çok, işsizlik ve iç sıkıntısından
elinden almazdı benim inandığım ve okuduğum kişi. O gece-yarısı, o pavyonda, masanın
çevresinde oturup hikâye anlatan '; orospulara, garsonlara, fotoğrafçılara, aldatılmış kocalara
bağırarak demek isterdim ki: "Ey yenikler! Ey ezikler! Ey lanetliler! Ey unutulmuşlar! Ey
önemsizler! Korkmayın, kimse kendisi değildir, kimse! Yerinde olmak istediğiniz krallar,
mutlular, padişahlar, ünlüler, yıldızlar, zenginler de öyle. Onlardan kurtulun! O zaman size sır
diye verdikleri hikâyeyi onların yokluğuyla siz bulmuş ola-
caksınız. Öldürün onları! Kendi sırrınızı kendiniz kurun, kendi esrarınızı kendiniz bulun! Anlıyor
musun? Hayvani bir öfke ve intikam duygusuyla değil, aldatılan kocaların çoğu gibi, beni içine
çektiğin yeni dünyaya girmek istemediğim için öldüreceğim seni ben. Bütün İstanbul, bütün
harfler, yazılarına yerleştirdiğin o işaretler ve yüzler de gerçek esrarına kavuşacak o zaman.
'Celâl Salik Vuruldu!' diye yazacak gazeteler: 'Esrarengiz Cinayet'. Hiçbir zaman
çözülemeyecek 'Anlaşılmaz Cinayet.' Belki dünyamızın hiç olmayan anlamı iyice kaybolacak,
sözünü ettiğin kıyamet gününe, Mehdi'nin gelişine yakm bir kargaşa olacak İstanbul'da, ama
benim için, birçokları için kaybolan esrarın keşfi de bu olacak. Çünkü bu işin arkasındaki sırrı
kimse çözemeyecek. Senin yardımınla bastırabildiğim alçakgönüllü kitabımda sözünü ettiğim
ve senin de pek iyi anladığın esrarın keşfinden, yeniden keşfinden başka ne olabilirdi ki bu?"
"Hiç de öyle olmaz," dedi Galip. "Sen istediğin kadar esrarlı bir cinayet işle, onlar, o mutlular
ve ezikler, budalalar ve unutulmuşlar hemen elele verip bu işte bir esrar olmadığını kanıtlayan
bir hikâye uydururlar. Uydurdukları hızla inanacakları bu hikâye benim ölümümü sıradan bir
kumpasın renksiz bir parçası şekline sokar hemen. Daha cenazem kaldırılmadan, herkes bunun
milli bütünlüğümüzü tehlikeye sokan bir kumpasın ya da yıllardır süren bir aşk ve kıskançlık
macerasının sonucu olduğuna karar verir hemen. Meğer katil esrar kaçakçılarıyla askeri
darbecilerin bir aletiymiş der herkes; meğer cinayet Nakşibendi tarikatıyla, örgütlenmiş aşk
lellallarınca işlettirilmiş, meğer son padişahın torunlarıyla bayrağımızı yakanlar düzenlemiş bu
kirli işi, meğer demokrasimize ve Cumhuriyetimize kastedenlerle en son Haçlı seferini
hazırlayanlar da bu numaranın içindeymişler!"
"İstanbul'un ortasında, çöp yığınlarının zerzavat artıklarının, köpek leşleriyle Milli Piyango
biletleri arasında, çamurlu bir kaldırımda, esrarengiz bir şekilde bulunan ünlü bir köşe
yazarının cesedi... Derinlerde bir yerde, geçmişimizde, hatıralarımızın tortusu içinde,
kelimelerin ve cümlelerin arasında, unutuluşun kıyısındaki bir esrarın hâlâ aramızda tebdil
gezdiği bu esrarı bulmamız gerektiği, bu miskinlere bundan başka nasıl anlatılabilir?"
"Otuz yıllık yazı deneyimimle söylüyorum," dedi Galip, "hiç-
bir şey hatırlamazlar, hiçbir şey. Üstelik beni bulup bu işi yağdan kıl çeker gibi becerebileceğin
de kesin değil pek. Olsa olsa, pisi pisine yanlış bir yerimden yaralarsın beni. Sonra, sen
karakolda sıkı bir dayak yerken -işkenceden hiç sözetmeyeyim- ben, senin hiç de istemediğin
bir biçimde, bir kahraman olur, geçmiş olsun ziyaretine gelen Başbakan'm budalalıklarına
sabretmek zorunda kalırım. Emin ol, hiç değmez! Dünyanın arkasında erişemeyecekleri bir sır
olduğuna inanmak istemiyorlar artık."
"Bütün hayalımın bir aldanış, soğuk bir şaka olmadığını kim kanıtlayacak bana?"
"Ben!" dedi Galip. "Dinle..."
"Bişrev? Hayır, istemiyorum..."
"İnan bana, ben de senin kadar inanmıştım."
"İnanayım!" diye istekle bağırdı Mehmet. "Kendi hayatımın anlamını kurtarmak için inanayım,
ama hayatlarının kayıp anlamını ellerine tutuşturduğun şifrelerle hecelemeye çalışan yorgancı
çırakları ne olacak? Almanya'dan hiç dönmeyecek ve onları da hiçbir zaman oraya
çağırmayacak nişanlılarını beklerken, senin onlara vaad ettiğin cennet günlerinde
kullanacakları mobilyaları, portakal sıkma makinelerini, balık başlı lambaları ve dantelli
çarşaflan ancak yazıların sayesinde hayâl edebilen hülyalı bakireler ne olacak? Cennette
yerleşecekleri tapulu apartman dairelerinin planlarını senin yazılarında öğrendikleri bir
yöntemle kendi yüzlerinde görmeyi başaran emekli otobüs biletçileri ve bu sefil ülkeyi,
hepimizi kurtaracak Mehdi'nin Arnavut kaldırımlı sokaklarda görüneceği günün ebced
yöntemiyle hesabını senin yazılarından aldıkları ilhamla yapabilen kadastro memurlarıyla
havagazı tahsildarları ve simitçilerle eskiciler ve dilenciler -görüyorsun senin kelimelerinden
kurtulamıyorum hiç- ve bizim Karslı anarımızla, aradıkları efsanevi kuşun kendileri olduğunu
senin sayende anlayacak okurların, acıklı okurların ne olacak?"
"Unut" dedi Galip, telefondaki sesin alışkanlıkla listeyi uzatmasından korkarak. "Unut onları,
unut hepsini, düşünme onları. Tebdil gezen son Osmanlı padişahlarını düşün. Törelerine bağlı
oldukları için belki hâlâ sakladığı bir parası, altını ya da bir sırrı vardır diye öldürmeden önce
kurbanlarına işkence eden Beyoğlu haydutlarının geleneksel yöntemlerini düşün, iki bin beşyüz
ber- •
ber dükkânının duvarlarına 'Hayat', 'Ses', 'Pazar', 'Posta', '7 Gün', 'Yelpaze', 'Peri', 'Revü',
'Hafta' gibi dergilerden kesilerek asılmış cami, dansöz, köprü, Türkiye güzeli ve futbolcu
resimlerinin siyah beyaz orijinallerinin üzerine fırçayla renk süren gazetedeki rötuşçuların göğü
neden hep Prusya mavisine ve çamurlu topraklarımızı niye hep İngiliz çimeni yeşiline
boyadıklarını düşün. Dar. karanlık ve korkutucu apartman merdivenlerimizdeki binbir çeşit
koku kaynağını ve kokulardan oluşan onbinlerce çeşit karışımı tasvir edebilecek yüzbinlerce
kelimeyi bulabilmek için karıştırılması gerekecek Türkçe sözlükleri düşün." "Ah, namussuz
yazar seni!"
"İngiltere'den Türkler'in ilk satınaldığı buharlı geminin adının Swift olmasındaki esrarı düşün.
Kahve falına meraklı olduğu için ömrü boyunca içtiği binlerce fincan kahvenin telvesini ve
telvenin üzerine açıldığı fincanların resimlerini yapan ve falın söylediklerini de resimlerin
kenarlarına güzel yazısıyla yazarak üç yüz sayfalık elyazması bir eser bırakan solak hattatın
simetri ve düzen tutkusunu düşün."
"Ama bu sefer kandıramayacaksın beni." "İki bin beş yüz yılda şehrimizin bahçelerine kazılmış
yüz binlerce kuyu, apartman temeli yapılmak üzere taş ve betonla doldu-rulunca, içlerindeki
akreplerin, kurbağaların, çekirgelerin boy boy, çil çil Likya, Frigya, Roma, Bizans, Osmanlı
altınlarının, yakutların, elmasların, haçların, tasvirlerin, yasak ikonların ve kitap ve risalelerin,
define planlarının ve faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin talihsiz kafataslarının..."
. "Gene Şemsi Tebrizi'nin kuyuya atılan cesedi ha?"
"...üzerlerinde taşıyacakları betonu, demirleri, apartman dairelerini, kapıları, yaşlı kapıcıları,
aralan kirli tırnak gibi kararmış parkeleri, dertli anaları, öfkeli babalan, kapısı kapanmaz
dolapları, kızkardeşleri, üvey kızkardeşleri..."
"Şemsi Tebrizi sen mi oluyorsun? Deccal sen misin? Mehdi?"
"...üvey kızkardeşle evli amcaoğlunu, hidrolik asansörü, asansördeki aynayı..."
"Evet, evet yazmıştın bütün bunları."
"...çocukların keşfedip oynadığı gizli köşeleri, çeyizlik yatak
örtülerini, dedenin dedesinin Şam valisiyken Çinli bir tacirden aldığı ve hâlâ kimsenin
kıyamadığı ipek kumaşı..:"
"Bana olta atıyorsun değil mi?"
"...hayatımızın bütün esrarını düşün. Eski cellâtların idamdan sonra, kurbanlarının ibret taşında
sergilenecek kellelerini gövdeden ayırdıkları keskin usturaya 'şifre' demelerinin sırrını düşün.
Satranç taşlarını bir büyük Türk ailesine göre yeniden adlandıran emekli albayın şahı 'ana',
veziri 'baba', fili 'amca', atı 'teyze' ve piyonları 'çocuklar' diye değil, 'çakallar' diye
adlandırmasındaki bilgeliği düşün."
"Biliyor musun, bizlere ihanet ettikten sonra, onca yılda bir kere gördüm seni, galiba, tuhaf bir
Hurufi Fatih Sultan Mehmet kıyafeti içinde..."
"Alelade bir akşam, evinde masaya oturup saatlerce Divan Şiirinden muammalar, gazeteden
bilmeceler çözen adamın sonsuz huzurunu düşün. Masanın üzerindeki lambanın aydınlattığı
kâğıtların ve harflerin dışında odadaki her şeyin, küllüklerin, perdelerin, saatlerin, zamanın,
hatıraların, acıların, kederin, aldatılmanın, öfkenin, yenilginin, ah yenilgilerimizin karanlıkta
kalacağım düşün. Harflerin soldan sağa ve yukarıdan aşağıya işaret ettikleri esrarlı boşlukta
duyacağın yerçekimsizlik tadının ancak kıyafet değiştirmenin o doyum olmaz tuzaklarıyla
karşılaştırılabileceğini düşün."
"Bak dostum," dedi telefonun öbür ucundaki ses, Galip'i şaşırtan işbilir bir havayla, "bütün
tuzakları, bütün oyunları, bütün harfleri ve ikizlerini unutalım şimdi; hepsini geçtik, hepsini
aştık. Evet, sana tuzak kurmuştum, ama sökmedi. Biliyorsun ya, açıkça gene söyleyeyim.
Telefon defterinde adın olmadığı gibi, ne bir askeri darbe vardı, ne de bir dosya! Seni
seviyoruz, hep seni düşünüyoruz, ikimiz de hayranız, sahiden hayranız sana. Bütün hayatımız
seninle geçti, daha da geçecek. Şimdi, unutulması gereken her şeyi unutalım. Akşam
Emine'yle sana gelelim. Hiçbir şey olmamış gibi yaparız, hiçbir şey olmamış gibi konuşuruz.
Şimdi anlattığın gibi, gene saatlerce anlatırsın. Ne olur, evet de! İnan bize, ne istersen
yaparım, ne istersen getiririm!"
Galip, uzun bir süre düşündü.
"Benim sendeki telefonlarımı, adreslerimi ver!" dedi sonra.
"Vereyim hemen, ama unutamam onları."
"Ver sen."
Adam defteri getirmeye gittiğinde telefonu karısı aldı. "İnan ona," dedi fısıldayan bir sesle. "Bu
sefer gerçekten pişman, samimi. Seni çok seviyor. Bir delilik yapacaktı, çoktan caydı. Ne
yaparsa bana yapar artık; sana bir şey yapmaz, korkaktır, ben kefilim. Her şeyi yoluna
koyduğu için Allahıma şükrediyorum. Akşam senin o çok sevdiğin mavi damalı etekliğimi
giyeceğim. Canım sen ne istiyorsan, o da, ben de, ikimiz de, yapacağız; ne isti-¦'¦: yorsan!
Sana şunu da söyleyeyim: Senin gibi olabilmek için o, : hem senin gibi Hurufi Fatih Sultan
Mehmet kıyafetlerini, hem de sizin bütün ailenizin yüzünde gördüğü harflerden..." Kocasının
ayak sesleri yaklaşınca sustu.
Telefonu koca alınca, Galip, Celâl'in öbür telefonlarını ve adreslerini, her birini defalarca tekrar
ettirerek yanıbaşmdaki raftan çıkardığı bir kitabın ('Kişilikler' La Bruyere) en son sayfasına
dikkatle yazdı. Daha önce tasarladığı gibi, fikrini değiştirdiğini, onlarla görüşmek istemediğini,
ısrarcı hayranlarının hiçbiri ile kaybedecek daha fazla vakti olmadığını söyleyecekti sonra
onlara. Ama son anda caydı. Aklında başka bir düşünce vardı. Çok sonraları, o gece olup
bitenleri doğru-yanlış yeniden hatırladığında, "Galiba bir meraka kapılmıştım," diye
düşünecekti. "Karı kocayı uzaktan da olsa bir kere olsun görmek merakına. CelâFle Rüya'yı bu
telefon numaralan ve adreslerle bulduğumda, onlara yalnızca bu inanılmaz hikâyeyi, telefon
konuşmalarını değil, karı kocanın nasıl gözüktüklerini, nasıl yürüdüklerini, ne giydiklerini de
anlatabilmek istiyordum belki de."
"Evimin adresini vermeyeceğim," dedi. "Ama başka bir yerde buluşabiliriz. Akşam saat
dokuzda, Nişantaşı'nda, Alaaddin'in dükkânının önünde meselâ."
Bu kadarı bile karı kocayı o kadar mutlu etti ki, Galip telefonun öbür ucundaki teşekkür
havasından huzursuz oldu. Akşam gelirlerken yanlarında bademli bir kek mi getirsinler isterdi
Celâl Bey, yoksa Ömür Pastanesinden petit fourlar mı, yoksa uzun uzun oturup
konuşacaklarına göre, fındık, fıstık ve büyük bir şişe konyak mı? Yorgun koca:
• "Fotoğraf koleksiyonumu da getireceğim, yüz resimlerimi de, liseli kızların fotoğraflarını da!"
diye bağırıp tuhaf ve korkutucu
bir kahkaha atınca, Galip, açık bir konyak şişesinin karı koca arasında uzun bir süredir
durduğunu anladı. Buluşma yer ve saatini istekle tekrarlayarak telefonları kapadılar.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ESRARLI RESİMLER
"Esrarım Mesne\'i'clen aldım" Şeyh Galip
1952 yazınm başında, tam bir tarih vermek gerekirse, haziranın ilk cumartesisinde, yalnız
İstanbul'un ya da Türkiye'nin değil, Balkanlar ve Orta Doğu'nun en büyük batakhanesi,
Beyoğlu'ndâ kerhaneler sokağından, İngiliz Konsolosluğu'na çıkan dar sokakların birinde açıldı.
Bu mutlu tarih, aynı zamanda altı aydır süren iddialı bir resim yarışmasının da sonuçlanmasına
denk düşüyordu. Daha sonraki yıllarda, Cadillac'ı ile Boğaz'ın sularında kaybolarak iyice
efsaneleşecek olan zamanın en ünlü Beyoğlu haydutu, işletmesinin girişindeki geniş hole
İstanbul resimleri yaptırmak istemişti çünkü.
Hayır, ünlü haydut bu resimleri İslâm'ın yasaklamaları yüzünden pek geri kaldığımız bu sanatı
(resmi diyorum, orospuluğu değil) desteklemek için değil, zevk sarayına İstanbul'un ve
Anadolu'nun dört bir yanından gelecek seçkin müşterilerine müzik, esrar, içki ve kızlar kadar
İstanbul'un güzelliklerini sunabilmek için yaptırmıştı. Ellerinde açıölçer ve gönyeler, Batılı kübik
ressamları taklit edip köylü kızlarımızı baklava şekline sokan akademili ressamlar, yalnızca
bankalardan sipariş kabul ettikleri için haydutu-muzu geri çevirince, o da taşra konaklarının
tavanlarını, yazlık sinemaların duvarlarını, panayırlarda yılan yutanların çadırlarını ve at
arabalarıyla kamyonları şenlendiren ressamlara, tabelacılara, boyacılara haber salmıştı. Aylar
sonra ortaya çıkan iki zenaatkârın ikisi de, gerçek sanatçılar gibi, birbirlerinden daha iyi
olduklarını iddia edince, haydutumuz bankalardan aldığı bir ilhamla ortaya yüklüce bir para
koyarak iki iddiacı ressam arasında 'En Güzel İstanbul Resim Yarışması'm açmış, sarayının
girişindeki karşılıklı iki duvarı hırslı zenaatkâlara vermişti.
Birbirlerini kuşkuyla karşılayan ressamlar, daha ilk günden duvarlarının arasına kalın bir perde
gerdirmişlerdi. Yüz seksen
gün sonra, zevk sarayının açılış gecesinde fitilli kızıl kadifeyle kaplı yaldızlı koltuklar, Gördes
halıları, gümüş şamdanlar, kristal vazolar, Atatürk fotoğrafları, porselen takımları, sedef
kakmalı sehpalarla dolu giriş holünde aynı yamalı perde hâlâ duruyordu. Batakhanenin adı,
resmi kayıtlarda Klasik Türk Sanatlarını Yaşatma Kulübü olarak geçtiği için, aralarında valinin
de resmen bulunduğu seçkin kalabalığın içindeki patron, çuval bezinden perdeyi çekince,
konuklar bir duvarda 'şahane' bir İstanbul resmi, öteki duvarda, o resmi, gümüş şamdanların
ışığında, olduğundan daha da parlak, daha da güzel, daha da çekici gösteren bir ayna
gördüler.
Tabii ki ödül aynayı koyan ressama gitti. Ama yıllar boyunca batakhaneye düşen müşterilerin
çoğu duvarlardaki inanılmaz görüntülerle öyle bir büyüleniyorlardı ki, her iki eserden de ayrı
ayrı tatlar alarak, bu aldıkları tatların esrarını anlamak için duvarlar arasında aşağı yukarı gidip
gelerek eserleri saatlerce seyrediyorlardı da.
Birinci duvardaki sefil ve hüzünlü sokak köpeği, karşısındaki aynada, hem hüzünlü hem kurnaz
bir köpeğe dönüşüyor, tekrar birinci duvardaki resme dönüldükte, bu sefer, aslında, orada da
kurnazlığın resmedildiği, üstelik köpekte insanı kuşkulandıran bir hareket de olduğu seziliyor,
derken aynaya dönüp yeniden bakıldığında, hareketin anlamını sezdirecek başka bazı tuhaf
kıpırtılar ve belirtiler görülüyor, ama bu sefer de iyice aklı karışan seyirci, bir koşu yeniden
birinci duvara dönüp asıl resme bakmamak için kendini güç tutuyordu.
Bir seferinde, hüzünlü köpeğin gezindiği sokağın açıldığı meydandaki kör çeşmenin, aynada
şakır şakır aktığını görmüştü yaşlı ve evhamlı bir müşteri. Evde muslukları açık bıraktığını
hatırlayan unutkan bir ihtiyarın telaşıyla tekrar resme döndüğünde, çeşmenin kuru olduğunu
anlamış, yeniden aynaya dönüp suların daha da gür aktığına tanık olduktan sonra, buluşunu
'zevk kadınlarıyla' paylaşmak istemiş, ama resmin ve aynanın bitip tükenmeyen oyunlarını
çoktan kanıksamış konsomatrislerin ilgisizliğiyle karşılaşınca, kendi kapalı hayatına,
anlaşılamamakla geçmiş ömrünün yalnızlığına çekilmişti çaresizlikle.
Oysa sarayda çalışan kadınlar, konuya büsbütün ilgisiz olma dıkları gibi, iç sıkıntısıyla
birbirlerine aynı masalları anlatarak pi-
. nekledikleri karlı kış gecelerinde, resmin ve karşısındaki aynanın ; sihirli oyunlarını
misafirlerinin kişiliği konusunda eğlenceli bir mi-' henk taşı olarak kullanırlardı: Resimle
aynadaki görüntü arasındaki esrarlı uyuşmazlıkları hiç farkedemeyen aceleci, duyarsız, telaşlı
müşterileri vardı: Bunlar ya sürekli kendi dertlerini anlatırlar ya •>¦¦¦ da birini diğerinden
ayıramadıkları konsomatrislerden tek bir şeyi, bütün erkeklerin istediği o şeyi bir an önce elde
etmeyi beklerlerdi yalnızca. Aynayla resmin oynaşmasını iyice farkedip, bunu ¦'..;
önemsemeyenler vardı; feleğin çemberinden geçmiş, hiçbir şeyi umursamayan ve korkulması
gereken pervasızlardı bunlar. Ya da çaresiz bir simetri hastalığına yakalanmış gibi, aynayla
resim ara-• sındaki tutarsızlığın bir an önce düzeltilmesini çocuk gibi tutturarak,
huzursuzluklarıyla konsomatrislerin, garsonların, kabadayıların ensesinde boza pişirenler vardı.
Bunlar, eli sıkı, hesaplı kişilerdi; ne içerken dünyayı unutabilirlerdi, ne de sevişirken; her şeyi
bir düzene sokma saplantıları onları başarısız bir dost ve başarısız bir âşık yapardı yalnızca.
Saray sakinlerinin aynanın ve resimlerin cilvelerine alıştıkları bir zamanda, parasının gücünden
çok koruyucu kanatlarının şefkatiyle pavyonu sık sık şereflendiren Beyoğlu komiseri, birinci
duvarda karanlık bir sokakta eli tabancayla resmedilmiş kabak kafalı karanlık kişiyle, aynada
göz göze geldiğinde onun yıllardır çözümle-nememiş ünlü 'Şişli Meydanı Cinayeti'nin katilinin ta
kendisi olduğunu anlamış, duvara aynayı yerleştiren sanatçının esrarı bildiğini ileri sürüp,
kimliği konusunda soruşturmaya girişmişti.
Kaldırımlardan akan kirli suların köşebaşlarındaki ızgaralara bile ulaşamadan buharlaştığı sıcak
bir yaz gününün yapış yapış gecesinde, babasının Mercedes'ini parkedilmez levhasının önüne
bırakan bir ağaoğlu, aynada gördüğü İstanbul'un bir kenar mahallesindeki halı dokuyan iyi ev
kızının, yıllardır arayıp da bulamadığı gizli sevgilisi olduğuna hükmetmiş, ama resmin kendisine
döndüğünde, orada babasının köylerinin birinde yaşayan mutsuz ve renksiz kızlardan biriyle
karşılaşmıştı yalnızca.
Daha sonraki yıllarda, Cadillac'ını atını sürer gibi Boğazın akıntısına sürerek dünyanın içindeki
diğer dünyayı keşfedecek patron için ise, bütün bu tatlı şakalar, hoş rastlantılar ve dünyanın
içindeki esrar, ne resmin, ne de aynanın birer oyunuydu; esrardan
ve rakıdan kafaları bulan müşteriler mutsuzluğun ve hüznün bulutlarına çıktıkları bir ara,
kafalarının içindeki eski ve mutlu bir dünyayı keşfediyorlar, bu kayıp cennetin esrarını
bulmanın çocuksu sevinci içinde, hayallerindeki muammaları gözlerinin önündeki suretlerle
karıştırıyorlardı. Bu sağlam gerçekçiliğine rağmen, ünlü hay-dutun, pazar sabahlan, yorgun
anneleri kendilerini sinemaya götürsün diye bekleyen pavyon kadınlarının çocuklarıyla birlikte,
tıpkı gazetelerin pazar ekindeki bilmeceyi çözer gibi, 'İki Resim Arasındaki Yedi Farkı Bulalım'
oyununa neşeyle katıldığı da görülmüştü.
Ama farklar, anlamlar, şaşırtıcı değişiklikler yedi değil, sonsuzdu. Çünkü birinci duvardaki
İstanbul resmi, her ne kadar teknik açıdan at arabası ya da panayır resimlerini hatırlatıyorsa
da, ruh açısından gölgeli karanlık ve ürpertici gravürleri, konunun ele alınışı bakımından da
zengin bir freski çağrıştırıyordu. Bu freskin üzerindeki iri bir kuş, aynada efsanevi bir kuş gibi
ağır ağır kanat çırpıyor, eski ahşap konakların boyasız cepheleri, aynada korkunç yüzlere
dönüşüyor, bayram yerleri, atlıkarıncalar aynada kıpırdanıp renkleniyor, bütün o eski
tramvaylar, at arabaları, minareler, köprüler, katiller, muhallebiciler, parklar, kıyı kahveleri,
şehir hatları vapurları, yazılar, sandıklar bambaşka bir âlemin işaretleri olup çıkıyorlardı.
Ressamın tatlı bir şakayla, kör bir dilencinin eline tutuşturduğu bir kara kitap, aynada ikiye
ayrılmış, iki anlamlı, iki hikâyeli bir kitaba dönüşüyor, birinci duvara dönüldüğünde kitabın
baştan sona tek bir kitap olduğu, esrarının da içinde kaybolduğu anlaşılıyordu. Panayırlardaki
eski eserlerinin anılarıyla ressamın, birinci duvara kırmızı dudaklı, baygın bakışlı, iri kirpikli
resmini çizdiği sinema yıldızımız, aynada bütün bir milletin yoksul düşmüş iri göğüslü anasına
dönüşüyor, ilk duvara dönen bulutlu bakışlar, ananın ana değil, yıllardır yatılan evli karı
olduğunu dehşet ve zevkle farkediyordu.
Ama sarayın ziyaretçilerini asıl dehşete düşüren şey, ressamın eserinin her yerine kıpır kıpır
yerleştirdiği o bitip tükenmeyecek gibi çoğalan insanların, köprüleri dolduran korkunç
kalabalıkların aynadaki yüzlerinde beliren yeni anlamlar, tuhaf işaretler, bilinmeyen dünyalardı.
Resme bakıldığında, dertli, kederli, sade bir vatandaş olarak ya da hayatından memnun
çalışkan ve fötr şapkalı
bir kişi olarak görülen birinin yüzünün, aslında aynada gözüktüğü gibi bir haritanın, bir esrarın
ya da kaybolmuş bir hikâyenin izleriyle kaynaştığını sezmek, kadife koltuklar arasında gidip
gelen ve bir ileri bir geri yürürken kendi görüntüsünün de aynanın içine yerleştiğini anlayan
kafası bulutlu saray ziyaretçisinde, kendisinin de pek az seçkin kişinin bildiği bir sırrın farkına
varmış biri olduğu hayâlini uyandırırdı. Konsomatrislerin paşa gibi davrandıkları bu kişilerin,
resmin ve aynanın arkasındaki sırrı çözene kadar rahat durmadıkları, esrara, muammaya bir
çözüm yakıştırana kadar nice yolculukları, serüvenleri, kavgaları göze aldıkları herkesçe
bilinirdi.
Yıllar sonra, pavyon patronunun Boğaz sularının bilinmezliği içinde kaybolmasından da yıllar
sonra, gözden düşen pavyona gelen Beyoğlu komiserinin de, bu huzursuz kişilerden biri
olduğunu, yaşlı konsomatrisler kederli yüzünden hemen anladılar.
Eski ve ünlü 'Şişli Meydanı Cinayeti'nin sırrını çözmek için yeniden aynaya bakmak istiyormuş
bu adam. Ama bir hafta önce, kadın ya da para meselesinden çok, işsizlik ve iç sıkıntısından
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Kara Kitap - 37
- Büleklär
- Kara Kitap - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2834Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169327.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2755Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180626.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2876Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166430.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2806Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176130.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2785Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170328.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174728.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2795Unikal süzlärneñ gomumi sanı 177728.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2851Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180228.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2754Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168329.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2839Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174030.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2835Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166932.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174331.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2797Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167731.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2783Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2759Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164928.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156531.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2793Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167330.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2766Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164330.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2767Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167129.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155230.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2733Unikal süzlärneñ gomumi sanı 160031.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2700Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170528.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165428.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170329.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2702Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165828.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2713Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168726.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176026.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166529.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166032.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2699Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166629.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2862Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169228.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2737Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172326.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2884Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164831.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2908Unikal süzlärneñ gomumi sanı 154330.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176527.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166531.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2768Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155630.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2761Unikal süzlärneñ gomumi sanı 143630.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 40Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163032.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 41Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2760Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170429.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 42Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2175Unikal süzlärneñ gomumi sanı 136528.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.