Kara Kitap - 15
Süzlärneñ gomumi sanı 2759
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1649
28.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
gününde, artık ne sana, ne senin onlara anlattığın hikâyelere inanacaklarını görüyorsundur.
Ama daha kötüsünü de görüyorsundur: Hep birlikte inanacakları bir hikâye kalmayınca, hepsi
tek tek kendi hikâyesine inanmaya başlayacak, herkesin kendi hikâyesi olacak, herkes kendi
hikâyesini anlatmak isteyecek. Kalabalık şehirlerin kirli sokaklarında, bir türlü çekidüzen
verilemeyen çamurlu meydanlarında, milyonlarca sefil, başlarının çevresinde bir mutsuzluk
halesi taşır gibi taşıdıkları kendi hikayeleriyle uykudagezerler gibi hüzünle gezinecekler. O
zaman onların gözünde sen O değil, Deccal olacaksın artık, Deccal de sen! Bu sefer senin değil
Deccal'in. O'nun hikâyelerine inanmak isteyecekler. Zaferle geri dönen ben ya da benim gibi
biri olacak Deccal. O da bu mutsuzlara senin yıllardan beri onları kandırdığını, umut değil,
onlara yalan aşıladığını, aslında O değil Deccal olduğunu söyleyecek. Belki buna da gerek
kalmayacak, ya Deccal'in kendisi ya da yıllardır senin kendisini kandırdığına karar vermiş
bir mutsuz, bir geceyarısı, karanlık bir sokakta tabancasının kurşunlarını senm bir zamanlar
kurşun işlemez sanılan Ölümlü gövdene boşaltıverecek. Böylece, yıllarca onlara umut verdiğin
ve yıllarca onları kand.rd.ğ,n için, artık alışıp sevmeye başladığın çamurlu sokakların, kırlı
kaldırımların birinde, bir gece ölünü bulacaklar
ON BEŞİNCİ BÖLÜM KARLI GECENİN AŞK HİKÂYELERİ
"İşsiz güçsüz adamlarla masal, hikâye arayanlar"
Mevlâna
Sirkeci'den Galatasaray'a gelirken takside yanma oturduğu siyah beyaz filmlerden çıkmış
adamı yeniden gördüğünde, Galip, Türkân Şoray benzerinin odasından yeni ayrılmıştı. Beyoğlu
Karakolunun önündeydi, nereye gideceğine karar veremiyordu, mavi ışığı yanıp sönen bir polis
arabası köşeyi dönüp kaldırıma yanaşınca bir an durakladı. Arabanın aceleyle açılan arka
kapısından ite kaka çıkarılan adamı hemen tanıdı: İki polisin arasındaydı, üzerindeki o siyah
beyaz filmlere yakışır hava kaybolmuş, gecenin lacivert ve suçlu renklerine uygun bir canlılık
gelmişti yüzüne. Dudağının kenarında, karakolun cephesini her türlü baskına karşı ışıl ışıl
aydınlatan lambaların parlak ışığının yansıdığı koyu kırmızı bir kan izi vardı, ama silmiyordu.
Takside sıkı sıkıya sarıldığı iş adamı çantası polislerin birinin elindeydi, suçunu kabul etmişlerin
tevekkülüyle önüne bakarak yürüyordu, ama hayatından da fazlasıyla memnun gibiydi.
Karakolun dış merdivenlerinin önünde Galip'i görünce, bir an, tuhaf ve korkutucu bir keyifle
baktı: "İyi akşamlar beyefendi!" "İyi akşamlar!" dedi Galip kararsızlıkla. "Kim o?" diye sordu
polislerden biri Galip'i işaret ederek. Adamı iterek karakoldan içeri soktukları için, Galip
konuşmanın devamını işitemedi.
Anacaddeye çıktığında, saat biri geçiyordu; karla kaplı kaldırımlarda hâlâ gelip geçenler vardı.
"İngiliz Konsolosluğu'nun bahçesine paralel sokaklardan birinde," diye düşünüyordu Galip,
"yalnız Anadolu'dan para yemeye gelen hacıağaların değil, okumuş yazmışların da gittiği
sabaha kadar açık bir yer varmış!" Bu bilgileri, böyle yerlerden alaycı bir dil kullanıyormuş gibi
yaparak söz eden sanat dergilerinden Rüya edinirdi.
Tokatlıyan Oteli' nin eski binasının önünde, Galip, İsken-
der'le karşılaştı. Nefesinden bol bol rakı içtiği anlaşılıyordu: C'den gelen televizyoncu takımım
Pera Palas'tan almış, "bir bin bir gece İstanbul'u yaptırmak" için onları gezdirmiş, (çöp
tenekelerini karıştıran köpekler, esrar ve halı tüccarları, göbekli göbek dansözleri, pavyon
kabadayıları vs.), arka sokakların birinde de bir pavyona götürmüş. Eli çantah tuhaf bir adam
anlaşılmayan bir kelime yüzünden kavga çıkarmış orada, onlarla değil, başkalarıyla, polisler
gelip, adamı yaka paça götürmüşler, bir başkası da pencereden tırmanıp kaçmış, bu
kargaşadan sonra da masalarına çevreden gelen başkaları da oturmuş ve böylece, isterse
şimdi Ga-lip'in de katılabileceği eğlenceli bir gece başlamış. Galip filtresiz sigara arayan
İskenderle Beyoğlu'nda aşağı yukarı yürüdükten sonra, kapısmda 'Gece Kulübü' yazan
pavyona gitti.
Galip'i neşe, ilgisizlik ve gürültüyle karşıladılar. İngiliz gazete-. çiler arasındaki güzel bir kadın,
hikâyesini anlatıyordu. Fasıl heyeti susmuş, numarasına başlayan hokkabaz, kutuların içinden
kutular, o kutuların içinden başka kutular çıkarıyordu. Yardımcısı kızın bacakları çarpıktı,
göbeğinin biraz altında 'sezaryen' ameliyatının dikiş izleri vardı. Galip kadının herhangi bir
çocuğu değil, yalnızca elindeki uykulu tavşanı doğurabileceğini düşündü. Zati Sun-gur'dan
yürütme 'kaybolan radyo' numarasından sonra, kutulardan gene kutular çıkmaya başlayınca
pavyonda ilgi dağıldı.
Masanın öteki ucunda oturan İngiliz kadının anlattıklarını İskender Türkçeye çeviriyordu. Galip
başım kaçırdığı hikâyenin anlamını kadının anlamlı yüzünden okuyabileceğine iyimserlikle
inanarak dinledi. Hikâyenin geri kalan kısmından, bir kadının (hikâyeyi anlatan kadının kendisi
diye düşündü Galip) kendisini dokuz yaşından beri tanıyan ve seven bir erkeği apaçık bir
gerçeğe, bir dalgıcın getirdiği bir Bizans parasının üzerindeki belirli bir anlama inandırmak
istediği, ama kadına duyduğu sevgiden başka bir şey göremeyen erkeğin gözlerinin, birlikte
tanık oldukları bu sihi-re kapandığı, yalnızca, aşkının heyecanıyla şiirler yazabildiği
anlaşılıyordu. "Böylece dalgıcın denizin dibinde bulduğu Bizans parası yüzünden, amca
çocukları en sonunda evlenebilmişler.Ama paranın üzerinde gördüğü yüzün büyüsüne inanan
kadının hayatı bütünüyle değişirken, erkek hiç bir şey anlayamamış," dedi kadının dediklerini
Türkçe söyleyen İskender. Bu yüzden, kadın ömrünün so-
nuna kadar tek basma kulede yaşamış. (Galip kadının erkeği ter-kettiğini düşündü.) Hikâyenin
sonunun geldiği anlaşılınca uzun masada oturanların takındıkları d 'insani duygular'a saygılı
'insancıl' sessizlik Galip'e saçma gözüktü. Güzel bir kadın, budala bir erkeği terketti diye
herkesin kendisi gibi sevinmesini istemiyordu belki, ama 'güzel kadının' güzelliği yanında,
yarısını dinlediği hikâyenin trajik (böyle gösterişli kelimeleri izleyen o yapmacıklı ve budalaca
sessizliğe bürünmüşlerdi çünkü) ve acıklı sonu gülünçtü. Hikâyesini bitirdiğinde Galip anlatıcı
kadının güzel değil yalnızca canayakm olduğuna karar vermek istedi.
Bundan sonraki hikâyeye başlayan uzun boylu adamın, adını şurada burada daha önceleri
işittiği bir yazar olduğunu Galip, İskender'in sözünden anladı. Gözlüklü adam anlatacaklarının
gene bir yazara ilişkin olduğunu söyleyerek dinleyicilerini bu yazarın kimliğini kendisininkiyle
karıştırmamaları için uyardı. Yazar bunu, biraz utanan, biraz da sofradakilerle yakınlık kurmak
ister bir tavırla söylerken, tuhaf bir şekilde gülümsediği için, Galip yazarın niyeti konusunda
kararsız kalmıştı.
Yazarın anlattığına göre, uzun yıllar, kendi evinde, kendi başına, hiç kimseye göstermediği,
gösterse de kimsenin yayımlamayacağı romanlar, hikâyeler yazmış bu adam. Saplantıyla bağlı
olduğu işine (o zamanlar iş de değilmiş) kendini o kadar vermiş ki, yalnızlık yazar için bir tür
alışkanhk olmuş: İnsanları sevmediği ya da hayatlarına itirazları olduğu için değil, kapalı kapı
ardındaki yazı masasından bir türlü ayrılamadığı için insan içine çıkamıyormuş. Masasının
başında yapayalnız yasaya yasaya, yazarın 'toplumsal hayat' alışkanlıkları öyle körelmiş ki, kırk
yılın tekinde, insan arasına çıktığında, kalabalık içine girdiğinde şaşırıp bir köşeye çekilir,
masasının basma döneceği saatleri beklermiş. Masasının başında hergün on dört saatten fazla
zaman geçirdikten sonra, sabaha doğru günün ilk ezan sesleri şehrin minarelerinde ve
tepelerinde birbiri arkasından duyulurken, yazar yatağına girer, onca yılda bir kere, o da
rastlantıyla görebildiği sevgilisini düşlermiş, ama bu kadını, herkesin sözünü ettiği cinsten bir
'aşk'la ya da 'cinsellik' duygusuyla değil, yalnızca yalnızlığın tersi olabilecek düşsel bir yoldaşlık
özlemiyle hayâl edermiş.
'Aşk'ı yalnızca kitaplardan anlayabildiğini, cinsellik konusun-
15Ö
da ise fazla heyecanlı olmadığını söyleyen yazar, düşlediği bu olağanüstü güzel kadınla, yıllar
sonra evlenmiş de. Tıpkı o sıralarda yayımlanan kitapları gibi, hayatında fazla bir değişiklik
yapmamış bu evlilik. Gene günde on dört saati yalnız başına masasında oturarak geçiriyormuş
yazar, gene hikâyelerindeki cümleleri sabırla, ağır ağır yeniden kuruyor, yeni hikâyeler için
ayrıntılar düşlerken saatlerce masasının üzerindeki boş kâğıtlara bakıyormuş. Hayatındaki tek
değişiklik, sabaha doğru girdiği yatağında, sessizce uyuyan güzel ve sessiz karısının gördüğü
rüyalarla, kendisinin sabah ezanını dinlerken alışkanlıkla kurduğu düşler arasında hissettiği
koşutlukmuş. Karısının yanında uzanıp hayâl kurarken artık yazara kendi düşleriyle
karısınınkiler arasında bir ilişki var gibi geliyormuş. Tıpkı nefes alıp verişlerinde farkında
olmadan kurulan ve alçakgönüllü bir müziğin iniş çıkışlarını hatırlatan ahenk gibi. Yazar . yeni
hayatından memnunmuş, uzun yalnızlık yıllarından sonra, başka birisinin yanında uyumak ona
zor gelmiyormuş, güzel kadının nefesini dinleyerek hayâl kurmaktan, rüyalarının birbirine
karıştığına inanmaktan hoşlanıyormuş.
Bir kış günü karısı, üzerinde fazla durulabilecek bir bahane göstermeden kendisini terkedince,
yazar için zor günler başlamış. Sabah ezanını dinleyerek yattığı yatağında eskisi gibi düş
kuramı-yormuş bir türlü. Evliliğinden önce ve evliliği sırasında kolaylıkla kurup huzuruyla
uyuduğu hayâller, istediği 'inandırıcılık' ya da 'parlaklık' düzeyine bir türlü çıkamıyormuş.
İstediği gibi yazamadığı bir romandaki gibi, sanki düşlerinde sırrı ortaya çıkmayan, yazarı
korkulu çıkmaz sokaklara sürükleyen bir yetersizlik, bir kararsızlık varmış. Karısının kendisini
terk ettiği ilk günlerde yazarın rü-yalarındaki bu düşüklük öyle bir hale gelmiş ki, her zaman
sabah ezanlarıyla uyuyabilen yazar, ilk kuşların ağaçlarda ötmesinden, martıların geceleri hep
birlikte toplaştıkları şehrin damlarını terk etmesinden, çöp kamyonuyla ilk belediye otobüsünün
geçmesinden çok sonra bile, uyuyamıyormuş. Daha da kötüsü, düşlerindeki ve uykusundaki bu
eksikliğin yazarın yazdığı sayfalarda da kendisini göstermesiymiş. Yirmi kere yeniden yazsa da,
en basit cümleye bile istediği canlılığı veremediğini görüyormuş yazar.
Bütün dünyasını saran bu buhrandan çıkabilmek için yazar Çok emek vermiş, kendini yeni bir
sıkı düzene sokmuş, eski düşle-
rinin ahengini bulabilmek için onları tek tek hatırlamaya zorlamış kendini. Haftalar sonra, gene
sabah ezanlarıyla huzurla uyuduğu bir uykunun hemen arkasından, uykuda yürür gibi kalkıp
başına oturduğu yazı masasında istediği canlılık ve güzellikte cümleler yazmaya başlayınca
buhrandan çıktığını anlamış, bunu başarabilmek için, farkında olmadan keşfettiği tuhaf bir
hileye başvurduğunu da.
Karısının terkettiği kişi, istediği düşleri kuramadığı için yazar, önce kendi eski halini
düşlüyormuş, yatağım kimseyle paylaşmayan, hayâlleri hiçbir güzel kadının rüyalarıyla
karışmayan kendi eski halini. Geçmişte bıraktığı o kişiliği kararlılıkla ve o kadar yoğunlukla
düşlüyormuş ki, sonunda hayâlini kurduğu o kişinin yerine geçiyor ve böylece onun hayâllerini
kurmaya başlayarak huzurla uyuyabiliyormuş. Kısa bir süre sonra .da bu ikili hayata ahştığf
için. hayâl kurmak ya da yazabilmek amacıyla kendisirfi zorlamasına bile gerek kalmamış. Aynı
sigaralarla küllüğü doldurarak, aynı fincanla kahveler içerek bir başkası olup yazıyor, aynı
yatakta, aynı saatlerde, kendi geçmişinin hayaletine bürünerek huzurla uyuya- i
biliyormuş.
Bir gün karısı, gene üzerinde fazla durulabilecek bir bahane göstermeden kendisine (eve
demişmiş kadın) geri döndüğünde yazar için gene alışamadığı zor bir dönem başlamış. İlk
terkedildiği günlerde düşlerinde başgösteren belirsizlik yeniden bütün hayatına sinmiş çünkü.
Uğraşa uğraşa uyuduğu uykularından kâbuslarla uyanıyor, eski kimliğiyle de, yeni kimliğiyle de
bir huzur bulamadan, ikisi arasında evinin yolunu şaşırmış bir sarhoş gibi boşu boşuna
dolanıyormuş. Bu uykusuzluk sabahlarının birinde, yatağından kalkıp, elinde yastık, yazı
masasıyla kâğıtlarının durduğu kalorifer ve toz kokan odaya gitmiş yazar, oradaki küçük
divana büzüşerek uzanınca, hemen derin bir uykuya dalmış. O sabahtan sonra, sessiz ve
esrarlı karısının yanında, onun anlaşılmaz rüyalarıyla değil, hep orada, yazı masasıyla
kâğıtlarının yanıbaşında uyumuş yazar. Uyanır uyanmaz, uykuyla uyanıklık arasında, yazı
masasına oturup düşlerinin devamı gibi gözüken hikâyelerine huzurla devam edebiliyormuş,
ama şimdi korktuğu başka bir derdi varmış.
Karısı kendisini terk etmeden önce, birbirlerinin yerine geçen, birbirlerinin benzeri iki adam
üzerine, sonraları okuyucuları-
nın 'tarihi' dediği bir kitap yazmışmış. Huzurla uyuyabilmek, yazabilmek için, eski kişiliğinin
hayaletine büründüğünde yazar, bu hikâyeyi yazan kişi oluyor, kendi geleceğini de, bu
hayaletin geleceğini de yaşayamadığı için aynı heyecanla eski 'benzerler hikâyesini' yeniden
yazarken buluyormuş kendini! Her şeyin her şeyi taklit ettiği, bütün hikâyelerin ve insanların
kendilerinden başka şeylerin taklidi ve aslı olduğu ve bütün hikâyelerin başka hikâyelere
açıldığı bu dünya, yazara bir süre sonra, o kadar gerçek gözükmeğe başlamış ki, bu kadar
'aşikâr' bir gerçekle yazılan hikâyelere kimsenin kanmayacağım düşünerek, kendisinin
yazmaktan, okuyucularının inanmaktan hoşlanacağı gerçekdışı bir dünyaya girmeye karar
vermiş. Bu amaçla, güzel ve esrarlı karısı yatağında sessizce uyurken, yazar, geceyarıları
şehrin karanlık sokaklarında, lambaları kırık arka mahallelerinde, Bizans'tan kalma yeraltı
dehlizlerinde, esrarkeş ve gariban kahvelerinde, meyhane ve pavyonlarında geziniyormuş.
Şimdiye kadar gördükleri, ona 'şehrimizdeki' hayatın hayâl edilmiş bir dünya kadar gerçek
olduğunu öğretmiş: Bu, âlemin bir kitap olduğunu, tabii ki, doğruluyormuş. Bu hayatı
okumaktan, şehrin ona her an sunduğu yeni sayfalar içinde rastladığı yüzlere, işaretlere,
hikâyelere baka baka her gün saatlerce yürüyüp köşe köşe sürtmekten o kadar hoşlamyormuş
ki, yatağında uyuyan güzel karısına ve yarıda bıraktığı hikâyesine hiç geri dönememekten
korkuyormuş şimdi.
Aşktan çok yalnızlığın, hikâyenin kendisinden çok, hikâye anlatmanın üzerinde durduğu için,
yazarın hikâyesi sessizlikle karşılandı. Galip, herkesin bir 'nedensiz terkedilme' hatırası olduğu
için, yazarın karısının onu neden terkettiğinin özellikle merak edildiğini düşündü.
Bundan sonraki hikâyeye başlayan konsomatris kadın, anlatacaklarının gerçek olduğunu birkaç
kere tekrarlayıp "turist arkadaşlarımızın" da, bu önemli noktadan haberli kılındıklarından
özellikle emin olmak istedi: Çünkü hikâyesinin yalnız Türkiye'ye değil, bütün dünyaya ibret
olmasını istiyordu. Yakın tarihte, gene bu pavyonda başlıyordu hikâye. İki amca çocuğu, yıllar
sonra, aynı pavyonda karşılaşıp çocukluk aşklarının yeniden alevlendirmişler. Kadın
konsomatris, erkek de kabadayı (yani pezevenk, dedi kadın 'turistlere' dönerek,) olduğu için
böyle durumlarda beklenileceği
gibi aralarında erkeğin kızı vurmasına yol açacak bir 'namus' durumu da yokmuş. O zamanlar
pavyon da memleket gibi süt limanmış, gençler birbirlerini sokaklarda kurşunlamaz, öperler,
bayramlarda birbirlerine bomba değil, şekerli paket yollarlarmış. Kızla oğlan da mutluymuşlar.
Kızın babası aniden öldüğü için, aynı evde yaşar, ama ayrı yataklarda yatarlar, dört gözle
evlenecekleri günü beklerlermiş.
O gün geldiğinde, kadın yanında bütün Beyoğlu'nun konsomatrisleri, boyanıp süslenir, kokular
sürünürken, erkek düğün tıraşı olduktan sonra çıktığı anacaddede güzeller güzeli bir kadının
ağına yakalanmış. Bir anda aklını başından alan kadın, onu Pera Palas'daki odasına
götürdükten, doya doya da seviştikten sonra sırrını açıklamış: İran Şah'ıyla İngiliz Kraliçesi'nin
piçiymiş bu bahtsız kadın. Kendisini bir zevk gecesinden sonra yüzüstü bırakan annesiyle
babasından intikam alacak bir büyük planın parçası olarak Türkiye'ye gelmiş. Kabadayımızdan
bir yarısı Milli Emni-yet'te bir yarısı Gizli Polis Teşkilâtı'nda olan bir haritayı elde etmesini
istiyormuş.
Tutkunun alevleriyle yanan delikanlı izin isteyip düğünün yapılacağı pavyona koşmuş;
davetliler dağılmışmış, ama kız bir köşede ağlarmış. Önce onu avutmuş, sonra bir "milli
dava"mn peşine düştüğünü söylemiş. Nikâhlarını ertelemişler, bütün pavyon kadınlarına,
göbek dansözlerine, randevuculara, Sulukuleli çingenelere haber salıp İstanbul
batakhanelerine düşen polisleri tek tek elden geçirtmişler. Sonunda, iki parçasını da elde edip
haritayı birleştirdiklerinde, kız, amcaoğlunun İstanbul'un bütün çalışkan kadınları gibi,
kendisine de oyun oynadığım, İran Şahıyla İngiliz Kraliçesinin kızına aşık olduğunu anlamış.
Sol göğsüne sakladığı haritayla birlikte, en düşük kadınlarla, en ahlaksız erkeklerin gittiği
Kuledi-bindeki bir kerhanenin bir odasına kendini kederle sürgün edip gizlenmiş.
Amcaoğlu, cadaloz prensesin emriyle İstanbul'u karış karış aramağa başlamış. Aradıkça ama,
aratanı değil, aradığını, herhangi bir kadını değil, aşkı, prensesi değil, çocukluğunun amca
kızım sevdiğini anlamış. En sonunda bulduğu Kuledibindeki kerhanede, bir dikiz aynasından
seyrettiği çocukluk aşkının, papyon kravat takan bir zengine karşı "saflığını korumak" için ne
numaralar yaptı-
ğını görünce, kapıyı kırıp kızı kurtarmış. Kabadayının yüreği yanarak (yan çıplak sevgilisinin
kaval çalışını) seyrettiği deliğe uydurduğu gözünün üstünde acıdan koskoca bir et beni çıkmış,
bir daha da kaybolmamış. Aşklarının aynı nişanından kızın da sol memesinin altında varmış.
Polisle birlikte Pera Palas'ı basıp cadaloz kadını yakaladıklarında ise, erkek yutan prensesin
çekmecelerinden tek tek kandırıp siyasi kolleksiyonuna kattığı onbinİerce masum delikanlının
çeşitli pozlarda çekilmiş çırılçıplak resimleri çıkmış. Ayrıca, bu geniş politik yelpazenin yanında,
televizyonda anarşistlerle birlikte sergilenen kitaplardan yüzlercesi, orak çekiçli bildirilerle son
ibne padişahın vasiyeti ve üzerine Bizans Haçı işlenmiş Türkiye'yi bölme planları da varmış.
Polis, memlekete anarşiyi, tıpkı frengi belâsı gibi, bu kadının soktuğunu çok iyi biliyormuş
bilmesine, ama kadımn fotoğrafları arasında nice polisimizin de eli çoplu, anadan doğma resmi
çıktığı için, olay gazetelere geçmeden örtbas edilmiş. Yalnızca, amca çocuklarının düğün
haberinin bir fotoğrafla birlikte yayımlanmasına izin verilmiş. Bir köşesinden hikayecimizin
bizzat kendisinin de, üzerinde yakası tilki kürkünden şık paltosu ve şu anda da taktığı inci
küpeleriyle gözüktüğü bu fotoğraflı gazete kesiğini konsomatris çantasından çıkardı ve masada
elden ele dolaştırılmasını söyledi.
Daha sonra, hikâyesinin bazı şüpheler, hatta yer yer gülümsemelerle karşılandığını gören
kadın, öfkelenerek, anlattıklarının gerçek olduğunu söyleyip içeri seslendi: Prensesin
kurbanlarıyla birlikte nice edepsiz fotoğrafını çeken fotoğrafçı da buradaydı. Pavyon kadım
masaya yaklaşan kurşuni saçlı fotoğrafçıya, "misafirlerimizin" iyi bir aşk hikâyesi karşılığında
hem fotoğraf çektireceklerini, hem de bolca bahşiş bırakacaklarını söyleyince yaşlı fotoğrafçı
bir hikâyeye başladı:
Bundan en azından otuz yıl önce, küçük stüdyosuna uğrayan bir uşak, fotoğrafçıyı Şişli'de
tramvay yolu üzerindeki evlerden birine çağırmış. Zengin eğlenceleri için daha uygun onca
meslektaşı varken 'pavyon fotoğrafçısı' diye bilinen kendisinin neden arandığını merak ederek
gittiği bu evde, fotoğrafçımızı karşılayan genç, güzel ve dul bir kadın, ona bir 'iş' teklifi yapmış:
Yüklüce bir para karşılığında, her gece Beyoğlu pavyonlarında çektiği yüzlerce fotoğrafın birer
kopyasını sabah kendisine bırakmasını öneriyormuş
fotoğrafçıya.
Fotoğrafçı, biraz da meraktan kabul ettiği bu işin arkasında bir 'aşk hikâyesi' olduğunu
sezerek, kumral saçlı, şehla gözlü kadının elinden geldiğince yakından izlemeye karar vermiş.
İlk iki yılın sonunda, kadının daha önceden tanıdığı ya da resmini gördüğü belirli bir erkeği
aramadığını anlamış, çünkü kadının her sabah elden geçirdiği yüzlerce fotoğrafın içinden arada
bir seçip başka pozlarını, büyütülmüş fotoğraflarını istediği erkeklerin yüzleri de, yaşları da
birbirini hiç tutmuyormuş. Daha sonraki yıllarda, biraz işbirliğinin verdiği yakınlık, biraz da
sırdaşlığın verdiği güvenle, kadın, fotoğrafçıya açılmaya başlamış:
"Bu boş suratlıların, bu anlamsız bakışlıların, bu ifadesiz yüzlerin fotoğraflarım boşu boşuna
bana getirme!" diyormuş. "Hiçbir anlam, hiçbir harf göremiyorum onlarda!" Belli belirsiz bir
anlamı okuyabildiği (bu kelimeyi ısrarla kullanıyormuş kadın,) bir suratın öbür fotoğrafları ise,
her seferinde kadını hayâl kırıklığına sürükler, o zaman hep şunu söylermiş: "Hüzünlülerin,
mahzunların gittiği pavyonlar ve meyhanelerde bütün bulacağımız bu kadarsa, o iş yerlerinde,
o dükkân tezgâhlarında, o memur masalarında ne kadar, ne kadar boş bakıyorlardır allahım?"
İkisini de umutlandıracak bir-iki 'vaka'ya da hiç rastlamamış değillermiş ama: Bir keresinde,
sonradan kuyumcu olduğunu öğrendikleri ihtiyar bir adamın kırış kırış yüzünde, üzerinde uzun
uzun durduğu bir anlam okumuş kadın, ama çok eski ve çok dur-gunmuş bu anlam. Alnının
kırışıkları ve göz altlarındaki harf zenginliği, hep kendini tekrar eden ve bugüne hiç ışık
tutmayan kapalı bir anlamın son nakaratlarıymış yalnızca. Yaşadıkları güne işaret eden,
gerilimli harflerle kıpır kıpır bir surata üç yıl sonra rastladıkları sıra, muhasebeci olduğunu
öğrendikleri bu adamın fotoğraflarım büyütüp fırtınalı suratıyla heyecanlandıkları günlerin
birinde, karanlık bir sabah, kadın, fotoğrafçıya bu muhasebecinin gazetelerde çıkan koskoca bir
fotoğrafını göstermiş: "Zimmetine Yirmi Milyon Geçirdi." Suçluluğun, kural dişiliğin heyecanı
bitince, gevşeyen muhasebecinin, bıyıklı polisler arasından okuyuculara huzurla bakan yüzü,
kınalar sürülmüş kurbanlık bir koyununki kadar boşmuş artık.
Ama daha kötüsünü de görüyorsundur: Hep birlikte inanacakları bir hikâye kalmayınca, hepsi
tek tek kendi hikâyesine inanmaya başlayacak, herkesin kendi hikâyesi olacak, herkes kendi
hikâyesini anlatmak isteyecek. Kalabalık şehirlerin kirli sokaklarında, bir türlü çekidüzen
verilemeyen çamurlu meydanlarında, milyonlarca sefil, başlarının çevresinde bir mutsuzluk
halesi taşır gibi taşıdıkları kendi hikayeleriyle uykudagezerler gibi hüzünle gezinecekler. O
zaman onların gözünde sen O değil, Deccal olacaksın artık, Deccal de sen! Bu sefer senin değil
Deccal'in. O'nun hikâyelerine inanmak isteyecekler. Zaferle geri dönen ben ya da benim gibi
biri olacak Deccal. O da bu mutsuzlara senin yıllardan beri onları kandırdığını, umut değil,
onlara yalan aşıladığını, aslında O değil Deccal olduğunu söyleyecek. Belki buna da gerek
kalmayacak, ya Deccal'in kendisi ya da yıllardır senin kendisini kandırdığına karar vermiş
bir mutsuz, bir geceyarısı, karanlık bir sokakta tabancasının kurşunlarını senm bir zamanlar
kurşun işlemez sanılan Ölümlü gövdene boşaltıverecek. Böylece, yıllarca onlara umut verdiğin
ve yıllarca onları kand.rd.ğ,n için, artık alışıp sevmeye başladığın çamurlu sokakların, kırlı
kaldırımların birinde, bir gece ölünü bulacaklar
ON BEŞİNCİ BÖLÜM KARLI GECENİN AŞK HİKÂYELERİ
"İşsiz güçsüz adamlarla masal, hikâye arayanlar"
Mevlâna
Sirkeci'den Galatasaray'a gelirken takside yanma oturduğu siyah beyaz filmlerden çıkmış
adamı yeniden gördüğünde, Galip, Türkân Şoray benzerinin odasından yeni ayrılmıştı. Beyoğlu
Karakolunun önündeydi, nereye gideceğine karar veremiyordu, mavi ışığı yanıp sönen bir polis
arabası köşeyi dönüp kaldırıma yanaşınca bir an durakladı. Arabanın aceleyle açılan arka
kapısından ite kaka çıkarılan adamı hemen tanıdı: İki polisin arasındaydı, üzerindeki o siyah
beyaz filmlere yakışır hava kaybolmuş, gecenin lacivert ve suçlu renklerine uygun bir canlılık
gelmişti yüzüne. Dudağının kenarında, karakolun cephesini her türlü baskına karşı ışıl ışıl
aydınlatan lambaların parlak ışığının yansıdığı koyu kırmızı bir kan izi vardı, ama silmiyordu.
Takside sıkı sıkıya sarıldığı iş adamı çantası polislerin birinin elindeydi, suçunu kabul etmişlerin
tevekkülüyle önüne bakarak yürüyordu, ama hayatından da fazlasıyla memnun gibiydi.
Karakolun dış merdivenlerinin önünde Galip'i görünce, bir an, tuhaf ve korkutucu bir keyifle
baktı: "İyi akşamlar beyefendi!" "İyi akşamlar!" dedi Galip kararsızlıkla. "Kim o?" diye sordu
polislerden biri Galip'i işaret ederek. Adamı iterek karakoldan içeri soktukları için, Galip
konuşmanın devamını işitemedi.
Anacaddeye çıktığında, saat biri geçiyordu; karla kaplı kaldırımlarda hâlâ gelip geçenler vardı.
"İngiliz Konsolosluğu'nun bahçesine paralel sokaklardan birinde," diye düşünüyordu Galip,
"yalnız Anadolu'dan para yemeye gelen hacıağaların değil, okumuş yazmışların da gittiği
sabaha kadar açık bir yer varmış!" Bu bilgileri, böyle yerlerden alaycı bir dil kullanıyormuş gibi
yaparak söz eden sanat dergilerinden Rüya edinirdi.
Tokatlıyan Oteli' nin eski binasının önünde, Galip, İsken-
der'le karşılaştı. Nefesinden bol bol rakı içtiği anlaşılıyordu: C'den gelen televizyoncu takımım
Pera Palas'tan almış, "bir bin bir gece İstanbul'u yaptırmak" için onları gezdirmiş, (çöp
tenekelerini karıştıran köpekler, esrar ve halı tüccarları, göbekli göbek dansözleri, pavyon
kabadayıları vs.), arka sokakların birinde de bir pavyona götürmüş. Eli çantah tuhaf bir adam
anlaşılmayan bir kelime yüzünden kavga çıkarmış orada, onlarla değil, başkalarıyla, polisler
gelip, adamı yaka paça götürmüşler, bir başkası da pencereden tırmanıp kaçmış, bu
kargaşadan sonra da masalarına çevreden gelen başkaları da oturmuş ve böylece, isterse
şimdi Ga-lip'in de katılabileceği eğlenceli bir gece başlamış. Galip filtresiz sigara arayan
İskenderle Beyoğlu'nda aşağı yukarı yürüdükten sonra, kapısmda 'Gece Kulübü' yazan
pavyona gitti.
Galip'i neşe, ilgisizlik ve gürültüyle karşıladılar. İngiliz gazete-. çiler arasındaki güzel bir kadın,
hikâyesini anlatıyordu. Fasıl heyeti susmuş, numarasına başlayan hokkabaz, kutuların içinden
kutular, o kutuların içinden başka kutular çıkarıyordu. Yardımcısı kızın bacakları çarpıktı,
göbeğinin biraz altında 'sezaryen' ameliyatının dikiş izleri vardı. Galip kadının herhangi bir
çocuğu değil, yalnızca elindeki uykulu tavşanı doğurabileceğini düşündü. Zati Sun-gur'dan
yürütme 'kaybolan radyo' numarasından sonra, kutulardan gene kutular çıkmaya başlayınca
pavyonda ilgi dağıldı.
Masanın öteki ucunda oturan İngiliz kadının anlattıklarını İskender Türkçeye çeviriyordu. Galip
başım kaçırdığı hikâyenin anlamını kadının anlamlı yüzünden okuyabileceğine iyimserlikle
inanarak dinledi. Hikâyenin geri kalan kısmından, bir kadının (hikâyeyi anlatan kadının kendisi
diye düşündü Galip) kendisini dokuz yaşından beri tanıyan ve seven bir erkeği apaçık bir
gerçeğe, bir dalgıcın getirdiği bir Bizans parasının üzerindeki belirli bir anlama inandırmak
istediği, ama kadına duyduğu sevgiden başka bir şey göremeyen erkeğin gözlerinin, birlikte
tanık oldukları bu sihi-re kapandığı, yalnızca, aşkının heyecanıyla şiirler yazabildiği
anlaşılıyordu. "Böylece dalgıcın denizin dibinde bulduğu Bizans parası yüzünden, amca
çocukları en sonunda evlenebilmişler.Ama paranın üzerinde gördüğü yüzün büyüsüne inanan
kadının hayatı bütünüyle değişirken, erkek hiç bir şey anlayamamış," dedi kadının dediklerini
Türkçe söyleyen İskender. Bu yüzden, kadın ömrünün so-
nuna kadar tek basma kulede yaşamış. (Galip kadının erkeği ter-kettiğini düşündü.) Hikâyenin
sonunun geldiği anlaşılınca uzun masada oturanların takındıkları d 'insani duygular'a saygılı
'insancıl' sessizlik Galip'e saçma gözüktü. Güzel bir kadın, budala bir erkeği terketti diye
herkesin kendisi gibi sevinmesini istemiyordu belki, ama 'güzel kadının' güzelliği yanında,
yarısını dinlediği hikâyenin trajik (böyle gösterişli kelimeleri izleyen o yapmacıklı ve budalaca
sessizliğe bürünmüşlerdi çünkü) ve acıklı sonu gülünçtü. Hikâyesini bitirdiğinde Galip anlatıcı
kadının güzel değil yalnızca canayakm olduğuna karar vermek istedi.
Bundan sonraki hikâyeye başlayan uzun boylu adamın, adını şurada burada daha önceleri
işittiği bir yazar olduğunu Galip, İskender'in sözünden anladı. Gözlüklü adam anlatacaklarının
gene bir yazara ilişkin olduğunu söyleyerek dinleyicilerini bu yazarın kimliğini kendisininkiyle
karıştırmamaları için uyardı. Yazar bunu, biraz utanan, biraz da sofradakilerle yakınlık kurmak
ister bir tavırla söylerken, tuhaf bir şekilde gülümsediği için, Galip yazarın niyeti konusunda
kararsız kalmıştı.
Yazarın anlattığına göre, uzun yıllar, kendi evinde, kendi başına, hiç kimseye göstermediği,
gösterse de kimsenin yayımlamayacağı romanlar, hikâyeler yazmış bu adam. Saplantıyla bağlı
olduğu işine (o zamanlar iş de değilmiş) kendini o kadar vermiş ki, yalnızlık yazar için bir tür
alışkanhk olmuş: İnsanları sevmediği ya da hayatlarına itirazları olduğu için değil, kapalı kapı
ardındaki yazı masasından bir türlü ayrılamadığı için insan içine çıkamıyormuş. Masasının
başında yapayalnız yasaya yasaya, yazarın 'toplumsal hayat' alışkanlıkları öyle körelmiş ki, kırk
yılın tekinde, insan arasına çıktığında, kalabalık içine girdiğinde şaşırıp bir köşeye çekilir,
masasının basma döneceği saatleri beklermiş. Masasının başında hergün on dört saatten fazla
zaman geçirdikten sonra, sabaha doğru günün ilk ezan sesleri şehrin minarelerinde ve
tepelerinde birbiri arkasından duyulurken, yazar yatağına girer, onca yılda bir kere, o da
rastlantıyla görebildiği sevgilisini düşlermiş, ama bu kadını, herkesin sözünü ettiği cinsten bir
'aşk'la ya da 'cinsellik' duygusuyla değil, yalnızca yalnızlığın tersi olabilecek düşsel bir yoldaşlık
özlemiyle hayâl edermiş.
'Aşk'ı yalnızca kitaplardan anlayabildiğini, cinsellik konusun-
15Ö
da ise fazla heyecanlı olmadığını söyleyen yazar, düşlediği bu olağanüstü güzel kadınla, yıllar
sonra evlenmiş de. Tıpkı o sıralarda yayımlanan kitapları gibi, hayatında fazla bir değişiklik
yapmamış bu evlilik. Gene günde on dört saati yalnız başına masasında oturarak geçiriyormuş
yazar, gene hikâyelerindeki cümleleri sabırla, ağır ağır yeniden kuruyor, yeni hikâyeler için
ayrıntılar düşlerken saatlerce masasının üzerindeki boş kâğıtlara bakıyormuş. Hayatındaki tek
değişiklik, sabaha doğru girdiği yatağında, sessizce uyuyan güzel ve sessiz karısının gördüğü
rüyalarla, kendisinin sabah ezanını dinlerken alışkanlıkla kurduğu düşler arasında hissettiği
koşutlukmuş. Karısının yanında uzanıp hayâl kurarken artık yazara kendi düşleriyle
karısınınkiler arasında bir ilişki var gibi geliyormuş. Tıpkı nefes alıp verişlerinde farkında
olmadan kurulan ve alçakgönüllü bir müziğin iniş çıkışlarını hatırlatan ahenk gibi. Yazar . yeni
hayatından memnunmuş, uzun yalnızlık yıllarından sonra, başka birisinin yanında uyumak ona
zor gelmiyormuş, güzel kadının nefesini dinleyerek hayâl kurmaktan, rüyalarının birbirine
karıştığına inanmaktan hoşlanıyormuş.
Bir kış günü karısı, üzerinde fazla durulabilecek bir bahane göstermeden kendisini terkedince,
yazar için zor günler başlamış. Sabah ezanını dinleyerek yattığı yatağında eskisi gibi düş
kuramı-yormuş bir türlü. Evliliğinden önce ve evliliği sırasında kolaylıkla kurup huzuruyla
uyuduğu hayâller, istediği 'inandırıcılık' ya da 'parlaklık' düzeyine bir türlü çıkamıyormuş.
İstediği gibi yazamadığı bir romandaki gibi, sanki düşlerinde sırrı ortaya çıkmayan, yazarı
korkulu çıkmaz sokaklara sürükleyen bir yetersizlik, bir kararsızlık varmış. Karısının kendisini
terk ettiği ilk günlerde yazarın rü-yalarındaki bu düşüklük öyle bir hale gelmiş ki, her zaman
sabah ezanlarıyla uyuyabilen yazar, ilk kuşların ağaçlarda ötmesinden, martıların geceleri hep
birlikte toplaştıkları şehrin damlarını terk etmesinden, çöp kamyonuyla ilk belediye otobüsünün
geçmesinden çok sonra bile, uyuyamıyormuş. Daha da kötüsü, düşlerindeki ve uykusundaki bu
eksikliğin yazarın yazdığı sayfalarda da kendisini göstermesiymiş. Yirmi kere yeniden yazsa da,
en basit cümleye bile istediği canlılığı veremediğini görüyormuş yazar.
Bütün dünyasını saran bu buhrandan çıkabilmek için yazar Çok emek vermiş, kendini yeni bir
sıkı düzene sokmuş, eski düşle-
rinin ahengini bulabilmek için onları tek tek hatırlamaya zorlamış kendini. Haftalar sonra, gene
sabah ezanlarıyla huzurla uyuduğu bir uykunun hemen arkasından, uykuda yürür gibi kalkıp
başına oturduğu yazı masasında istediği canlılık ve güzellikte cümleler yazmaya başlayınca
buhrandan çıktığını anlamış, bunu başarabilmek için, farkında olmadan keşfettiği tuhaf bir
hileye başvurduğunu da.
Karısının terkettiği kişi, istediği düşleri kuramadığı için yazar, önce kendi eski halini
düşlüyormuş, yatağım kimseyle paylaşmayan, hayâlleri hiçbir güzel kadının rüyalarıyla
karışmayan kendi eski halini. Geçmişte bıraktığı o kişiliği kararlılıkla ve o kadar yoğunlukla
düşlüyormuş ki, sonunda hayâlini kurduğu o kişinin yerine geçiyor ve böylece onun hayâllerini
kurmaya başlayarak huzurla uyuyabiliyormuş. Kısa bir süre sonra .da bu ikili hayata ahştığf
için. hayâl kurmak ya da yazabilmek amacıyla kendisirfi zorlamasına bile gerek kalmamış. Aynı
sigaralarla küllüğü doldurarak, aynı fincanla kahveler içerek bir başkası olup yazıyor, aynı
yatakta, aynı saatlerde, kendi geçmişinin hayaletine bürünerek huzurla uyuya- i
biliyormuş.
Bir gün karısı, gene üzerinde fazla durulabilecek bir bahane göstermeden kendisine (eve
demişmiş kadın) geri döndüğünde yazar için gene alışamadığı zor bir dönem başlamış. İlk
terkedildiği günlerde düşlerinde başgösteren belirsizlik yeniden bütün hayatına sinmiş çünkü.
Uğraşa uğraşa uyuduğu uykularından kâbuslarla uyanıyor, eski kimliğiyle de, yeni kimliğiyle de
bir huzur bulamadan, ikisi arasında evinin yolunu şaşırmış bir sarhoş gibi boşu boşuna
dolanıyormuş. Bu uykusuzluk sabahlarının birinde, yatağından kalkıp, elinde yastık, yazı
masasıyla kâğıtlarının durduğu kalorifer ve toz kokan odaya gitmiş yazar, oradaki küçük
divana büzüşerek uzanınca, hemen derin bir uykuya dalmış. O sabahtan sonra, sessiz ve
esrarlı karısının yanında, onun anlaşılmaz rüyalarıyla değil, hep orada, yazı masasıyla
kâğıtlarının yanıbaşında uyumuş yazar. Uyanır uyanmaz, uykuyla uyanıklık arasında, yazı
masasına oturup düşlerinin devamı gibi gözüken hikâyelerine huzurla devam edebiliyormuş,
ama şimdi korktuğu başka bir derdi varmış.
Karısı kendisini terk etmeden önce, birbirlerinin yerine geçen, birbirlerinin benzeri iki adam
üzerine, sonraları okuyucuları-
nın 'tarihi' dediği bir kitap yazmışmış. Huzurla uyuyabilmek, yazabilmek için, eski kişiliğinin
hayaletine büründüğünde yazar, bu hikâyeyi yazan kişi oluyor, kendi geleceğini de, bu
hayaletin geleceğini de yaşayamadığı için aynı heyecanla eski 'benzerler hikâyesini' yeniden
yazarken buluyormuş kendini! Her şeyin her şeyi taklit ettiği, bütün hikâyelerin ve insanların
kendilerinden başka şeylerin taklidi ve aslı olduğu ve bütün hikâyelerin başka hikâyelere
açıldığı bu dünya, yazara bir süre sonra, o kadar gerçek gözükmeğe başlamış ki, bu kadar
'aşikâr' bir gerçekle yazılan hikâyelere kimsenin kanmayacağım düşünerek, kendisinin
yazmaktan, okuyucularının inanmaktan hoşlanacağı gerçekdışı bir dünyaya girmeye karar
vermiş. Bu amaçla, güzel ve esrarlı karısı yatağında sessizce uyurken, yazar, geceyarıları
şehrin karanlık sokaklarında, lambaları kırık arka mahallelerinde, Bizans'tan kalma yeraltı
dehlizlerinde, esrarkeş ve gariban kahvelerinde, meyhane ve pavyonlarında geziniyormuş.
Şimdiye kadar gördükleri, ona 'şehrimizdeki' hayatın hayâl edilmiş bir dünya kadar gerçek
olduğunu öğretmiş: Bu, âlemin bir kitap olduğunu, tabii ki, doğruluyormuş. Bu hayatı
okumaktan, şehrin ona her an sunduğu yeni sayfalar içinde rastladığı yüzlere, işaretlere,
hikâyelere baka baka her gün saatlerce yürüyüp köşe köşe sürtmekten o kadar hoşlamyormuş
ki, yatağında uyuyan güzel karısına ve yarıda bıraktığı hikâyesine hiç geri dönememekten
korkuyormuş şimdi.
Aşktan çok yalnızlığın, hikâyenin kendisinden çok, hikâye anlatmanın üzerinde durduğu için,
yazarın hikâyesi sessizlikle karşılandı. Galip, herkesin bir 'nedensiz terkedilme' hatırası olduğu
için, yazarın karısının onu neden terkettiğinin özellikle merak edildiğini düşündü.
Bundan sonraki hikâyeye başlayan konsomatris kadın, anlatacaklarının gerçek olduğunu birkaç
kere tekrarlayıp "turist arkadaşlarımızın" da, bu önemli noktadan haberli kılındıklarından
özellikle emin olmak istedi: Çünkü hikâyesinin yalnız Türkiye'ye değil, bütün dünyaya ibret
olmasını istiyordu. Yakın tarihte, gene bu pavyonda başlıyordu hikâye. İki amca çocuğu, yıllar
sonra, aynı pavyonda karşılaşıp çocukluk aşklarının yeniden alevlendirmişler. Kadın
konsomatris, erkek de kabadayı (yani pezevenk, dedi kadın 'turistlere' dönerek,) olduğu için
böyle durumlarda beklenileceği
gibi aralarında erkeğin kızı vurmasına yol açacak bir 'namus' durumu da yokmuş. O zamanlar
pavyon da memleket gibi süt limanmış, gençler birbirlerini sokaklarda kurşunlamaz, öperler,
bayramlarda birbirlerine bomba değil, şekerli paket yollarlarmış. Kızla oğlan da mutluymuşlar.
Kızın babası aniden öldüğü için, aynı evde yaşar, ama ayrı yataklarda yatarlar, dört gözle
evlenecekleri günü beklerlermiş.
O gün geldiğinde, kadın yanında bütün Beyoğlu'nun konsomatrisleri, boyanıp süslenir, kokular
sürünürken, erkek düğün tıraşı olduktan sonra çıktığı anacaddede güzeller güzeli bir kadının
ağına yakalanmış. Bir anda aklını başından alan kadın, onu Pera Palas'daki odasına
götürdükten, doya doya da seviştikten sonra sırrını açıklamış: İran Şah'ıyla İngiliz Kraliçesi'nin
piçiymiş bu bahtsız kadın. Kendisini bir zevk gecesinden sonra yüzüstü bırakan annesiyle
babasından intikam alacak bir büyük planın parçası olarak Türkiye'ye gelmiş. Kabadayımızdan
bir yarısı Milli Emni-yet'te bir yarısı Gizli Polis Teşkilâtı'nda olan bir haritayı elde etmesini
istiyormuş.
Tutkunun alevleriyle yanan delikanlı izin isteyip düğünün yapılacağı pavyona koşmuş;
davetliler dağılmışmış, ama kız bir köşede ağlarmış. Önce onu avutmuş, sonra bir "milli
dava"mn peşine düştüğünü söylemiş. Nikâhlarını ertelemişler, bütün pavyon kadınlarına,
göbek dansözlerine, randevuculara, Sulukuleli çingenelere haber salıp İstanbul
batakhanelerine düşen polisleri tek tek elden geçirtmişler. Sonunda, iki parçasını da elde edip
haritayı birleştirdiklerinde, kız, amcaoğlunun İstanbul'un bütün çalışkan kadınları gibi,
kendisine de oyun oynadığım, İran Şahıyla İngiliz Kraliçesinin kızına aşık olduğunu anlamış.
Sol göğsüne sakladığı haritayla birlikte, en düşük kadınlarla, en ahlaksız erkeklerin gittiği
Kuledi-bindeki bir kerhanenin bir odasına kendini kederle sürgün edip gizlenmiş.
Amcaoğlu, cadaloz prensesin emriyle İstanbul'u karış karış aramağa başlamış. Aradıkça ama,
aratanı değil, aradığını, herhangi bir kadını değil, aşkı, prensesi değil, çocukluğunun amca
kızım sevdiğini anlamış. En sonunda bulduğu Kuledibindeki kerhanede, bir dikiz aynasından
seyrettiği çocukluk aşkının, papyon kravat takan bir zengine karşı "saflığını korumak" için ne
numaralar yaptı-
ğını görünce, kapıyı kırıp kızı kurtarmış. Kabadayının yüreği yanarak (yan çıplak sevgilisinin
kaval çalışını) seyrettiği deliğe uydurduğu gözünün üstünde acıdan koskoca bir et beni çıkmış,
bir daha da kaybolmamış. Aşklarının aynı nişanından kızın da sol memesinin altında varmış.
Polisle birlikte Pera Palas'ı basıp cadaloz kadını yakaladıklarında ise, erkek yutan prensesin
çekmecelerinden tek tek kandırıp siyasi kolleksiyonuna kattığı onbinİerce masum delikanlının
çeşitli pozlarda çekilmiş çırılçıplak resimleri çıkmış. Ayrıca, bu geniş politik yelpazenin yanında,
televizyonda anarşistlerle birlikte sergilenen kitaplardan yüzlercesi, orak çekiçli bildirilerle son
ibne padişahın vasiyeti ve üzerine Bizans Haçı işlenmiş Türkiye'yi bölme planları da varmış.
Polis, memlekete anarşiyi, tıpkı frengi belâsı gibi, bu kadının soktuğunu çok iyi biliyormuş
bilmesine, ama kadımn fotoğrafları arasında nice polisimizin de eli çoplu, anadan doğma resmi
çıktığı için, olay gazetelere geçmeden örtbas edilmiş. Yalnızca, amca çocuklarının düğün
haberinin bir fotoğrafla birlikte yayımlanmasına izin verilmiş. Bir köşesinden hikayecimizin
bizzat kendisinin de, üzerinde yakası tilki kürkünden şık paltosu ve şu anda da taktığı inci
küpeleriyle gözüktüğü bu fotoğraflı gazete kesiğini konsomatris çantasından çıkardı ve masada
elden ele dolaştırılmasını söyledi.
Daha sonra, hikâyesinin bazı şüpheler, hatta yer yer gülümsemelerle karşılandığını gören
kadın, öfkelenerek, anlattıklarının gerçek olduğunu söyleyip içeri seslendi: Prensesin
kurbanlarıyla birlikte nice edepsiz fotoğrafını çeken fotoğrafçı da buradaydı. Pavyon kadım
masaya yaklaşan kurşuni saçlı fotoğrafçıya, "misafirlerimizin" iyi bir aşk hikâyesi karşılığında
hem fotoğraf çektireceklerini, hem de bolca bahşiş bırakacaklarını söyleyince yaşlı fotoğrafçı
bir hikâyeye başladı:
Bundan en azından otuz yıl önce, küçük stüdyosuna uğrayan bir uşak, fotoğrafçıyı Şişli'de
tramvay yolu üzerindeki evlerden birine çağırmış. Zengin eğlenceleri için daha uygun onca
meslektaşı varken 'pavyon fotoğrafçısı' diye bilinen kendisinin neden arandığını merak ederek
gittiği bu evde, fotoğrafçımızı karşılayan genç, güzel ve dul bir kadın, ona bir 'iş' teklifi yapmış:
Yüklüce bir para karşılığında, her gece Beyoğlu pavyonlarında çektiği yüzlerce fotoğrafın birer
kopyasını sabah kendisine bırakmasını öneriyormuş
fotoğrafçıya.
Fotoğrafçı, biraz da meraktan kabul ettiği bu işin arkasında bir 'aşk hikâyesi' olduğunu
sezerek, kumral saçlı, şehla gözlü kadının elinden geldiğince yakından izlemeye karar vermiş.
İlk iki yılın sonunda, kadının daha önceden tanıdığı ya da resmini gördüğü belirli bir erkeği
aramadığını anlamış, çünkü kadının her sabah elden geçirdiği yüzlerce fotoğrafın içinden arada
bir seçip başka pozlarını, büyütülmüş fotoğraflarını istediği erkeklerin yüzleri de, yaşları da
birbirini hiç tutmuyormuş. Daha sonraki yıllarda, biraz işbirliğinin verdiği yakınlık, biraz da
sırdaşlığın verdiği güvenle, kadın, fotoğrafçıya açılmaya başlamış:
"Bu boş suratlıların, bu anlamsız bakışlıların, bu ifadesiz yüzlerin fotoğraflarım boşu boşuna
bana getirme!" diyormuş. "Hiçbir anlam, hiçbir harf göremiyorum onlarda!" Belli belirsiz bir
anlamı okuyabildiği (bu kelimeyi ısrarla kullanıyormuş kadın,) bir suratın öbür fotoğrafları ise,
her seferinde kadını hayâl kırıklığına sürükler, o zaman hep şunu söylermiş: "Hüzünlülerin,
mahzunların gittiği pavyonlar ve meyhanelerde bütün bulacağımız bu kadarsa, o iş yerlerinde,
o dükkân tezgâhlarında, o memur masalarında ne kadar, ne kadar boş bakıyorlardır allahım?"
İkisini de umutlandıracak bir-iki 'vaka'ya da hiç rastlamamış değillermiş ama: Bir keresinde,
sonradan kuyumcu olduğunu öğrendikleri ihtiyar bir adamın kırış kırış yüzünde, üzerinde uzun
uzun durduğu bir anlam okumuş kadın, ama çok eski ve çok dur-gunmuş bu anlam. Alnının
kırışıkları ve göz altlarındaki harf zenginliği, hep kendini tekrar eden ve bugüne hiç ışık
tutmayan kapalı bir anlamın son nakaratlarıymış yalnızca. Yaşadıkları güne işaret eden,
gerilimli harflerle kıpır kıpır bir surata üç yıl sonra rastladıkları sıra, muhasebeci olduğunu
öğrendikleri bu adamın fotoğraflarım büyütüp fırtınalı suratıyla heyecanlandıkları günlerin
birinde, karanlık bir sabah, kadın, fotoğrafçıya bu muhasebecinin gazetelerde çıkan koskoca bir
fotoğrafını göstermiş: "Zimmetine Yirmi Milyon Geçirdi." Suçluluğun, kural dişiliğin heyecanı
bitince, gevşeyen muhasebecinin, bıyıklı polisler arasından okuyuculara huzurla bakan yüzü,
kınalar sürülmüş kurbanlık bir koyununki kadar boşmuş artık.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Kara Kitap - 16
- Büleklär
- Kara Kitap - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2834Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169327.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2755Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180626.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2876Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166430.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2806Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176130.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2785Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170328.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174728.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2795Unikal süzlärneñ gomumi sanı 177728.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2851Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180228.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2754Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168329.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2839Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174030.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2835Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166932.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174331.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2797Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167731.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2783Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2759Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164928.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156531.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2793Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167330.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2766Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164330.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2767Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167129.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155230.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2733Unikal süzlärneñ gomumi sanı 160031.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2700Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170528.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165428.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170329.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2702Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165828.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2713Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168726.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176026.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166529.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166032.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2699Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166629.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2862Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169228.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2737Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172326.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2884Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164831.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2908Unikal süzlärneñ gomumi sanı 154330.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176527.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166531.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2768Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155630.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2761Unikal süzlärneñ gomumi sanı 143630.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 40Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163032.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 41Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2760Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170429.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 42Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2175Unikal süzlärneñ gomumi sanı 136528.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.