Kara Kitap - 03
Süzlärneñ gomumi sanı 2876
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1664
30.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
olmuyor. Birşeyler dönüyor galiba." Celâl ba-zan üç-beş günlük süreler için adresini ve
telefonunu herkesten sakladığı, İstanbul'un bilinmeyen bir yerindeki gizli evlerinden birine
kendini kapatırdı, ama Galip'in onu bulacağından kuşkusu yoktu hiç; "Merak etme," dedi bir
daha. "Ben onu sana hemen bulurum!"
Akşama kadar bulamadı. Gün boyunca evine ve Milliyet gazetesine her telefon edişinde Galip,
telefonu Celâl açınca sesini değiştirip onunla bir başkasının kimliğiyle konuşmanın hayâllerini
kurdu. (Hep birlikte, -Rüya, Celâl, Galip- oturup bazı okuyucuları ve hayranları radyo
tiyatrosundan çıkma seslerle taklit ettikleri akşamlarda çıkardığı sesle Galip, "Bugünkü
yazınızın özel anlamını tabii ki kavradım kardeşim!" diyecekti.) Ama, gazeteye her telefon
edişinde aynı sekreter aynı cevabı verdi: "Celâl Bey daha gelmedi." Gün boyunca, telefonla
boğuşurken,.Galip yalnızca bir kere sesiyle karşısındakini şaşırtabilmenin tadını çıkardı.
Akşamüstü geç saatlerdeydi, Celâl'in yerini bilir diye telefon ettiği Hâle Hala onu akşam
yemeğine çağırdı. " Galip'le Rüya da gelecek!" deyince Galip, halasının, seslerini gene
karıştırıp, kendi-
sini Celâl sandığını anladı. "Ne farkeder," dedi Hâle Hala, yanlışını anladıktan sonra, "hepiniz
benim vefasız evlatlarımsınız, hepiniz aynısınız! Sana da telefon edecektim." Koltuklara sivri
tırnaklarını geçiriyor diye kara kedisi Kömürü azarladığı sesle Galip'i arayıp sormadığı için
azarladıktan sonra akşam yemeğine gelirken Alâaddin'in dükkânına uğrayıp Vasıf in Japon
balıklan için yem almasını söyledi: Balıklar, Avrupa yemden başkasını yemiyorlar-mış, Alâaddin
de, tanıdıktan başkasına vermiyormuş. "Bugünkü yazısını okudunuz mu?" diye sordu Galip.
"Kimin?" dedi halası alışkanlık olmuş bir inatla, "Alâaddin'in mi? Hayır; Milliyet'i, amcan
bilmecelerini çözsün, Vasıf da maka-sıyla kesip oyalansın diye alıyoruz; Celâl'in yazısını okuyup
da oğlumuzun ne hallere düştüğünü görüp dertlenelim diye değil."
"Rüya'yı, o zaman, akşam için siz arayıp çağırın!" dedi Galip. "Benim fazla vaktim olmayacak."
"Unutma!'i dedi Hâle Hala, Galip'e verdiği görevi ve yemek saatini hatırlatarak. Sonra, bu
akraba toplantılarının değişmeyen yemek listesi gibi değişmeyen kadrosunu da, günlerdir
beklenen bir futbol maçının biJinen oyuncularını dinleyicileri iştahlandırmak için ağır ağır
okuyan radyo spikeri gibi saydı: "Annen, Suzan Yen-.. ¦ - gen, Melih Amcan, gelirse Celâl ile
tabii baban; Kömürle Vasıf ve Hâle Halan." Takımları noktalamak için attığı öksürüklü
kahkahayı atmamıştı ama: "Senin için puf böreği yapacağım," dedikten sonra telefonu
kapatmıştı.
Kapanır kapanmaz yeniden çalan telefona boş boş bakarken , Galip, Hâle Halanın son anda
bozulan evlilik tasarısını hatırladı, ama nedense, damat adayının az önce aklına gelen tuhaf
adını ha-, tırlayamadı. Aklını tembelliğe alıştırmamak için, "Dilimin ucundaki ad aklıma
gelene kadar telefonu açmayacağım!" diye düşündü. Telefon yedi kere çaldıktan sonra sustu.
Az sonra yeniden çalma-1 ya başladığında Galip, Rüya'lar İstanbul'a gelmeden bir yıl önce,
tuhaf adlı damat adayının, amcası ve ağbisiyle Hâle Halayı istemek için yaptığı o ziyareti
düşünüyordu. Telefon bir daha sustu. Bir daha çaldığında hava iyice kararmıştı, yazıhanedeki
eşyalar be-lirsizleşmişti. Galip adı hatırlayamıyordu, ama adamın o gün giydiği tuhaf
ayakkabıları korkuyla düşünüyordu. Adamın suratında bir Halep çıbanı vardı. "Arap mı bunlar?"
demişti Dede. "Hâle, bu
Arapla sahiden evlenmek mi istiyorsun? Seni nereden tanımış?" Rastlantıyla! Akşam yediye
doğru Galip, boşalan handan çıkmadan önce, adını değiştirmek isteyen bir müvekkilinin
dosyasına sokak lambalarının ışığında bakarak tuhaf adı buldu. Nişantaşı dolmuşuna yürürken
dünyanın hiçbir belleğe sığmayacak kadar geniş olduğunu düşündü, bir saat sonra
Nişantaşı'nda apartmana doğru yürürken de, insanın anlamı rastlantılardan çıkardığını...
Bir dairesinde Hâle Halayla Vasıf in Esma Hanımla birlikte, bir dairesinde Melih Amcanın Suzan
Yengeyle (daha önceleri de Rüya'yla) birlikte oturdukları apartman, Nişantaşı'nda bir arka
sokaktaydı. Karakolun köşesinden, Alâaddin'in dükkânından ve ana-caddeden üç sokak
aşağıda, beş dakikalık bir uzaklıkta olduğu için başkaları buraya "arka sokak" demezlerdi belki,
ama bu iki dairede üst üste yaşayanlar için, Nişantaşı'nın merkezi, çamurlu tarladan ve kuyulu
bostandan Arnavut kaldırımlı yola ve daha sonra parke taşlı sokağa dönüşünü uzaktan, fazla
ilgi duymadan izledikleri bu sokak, ya da bundan daha ilginç bulmadıkları öteki sokaklar
olamazdı hiç. Yalnızca coğrafi dünyalarının değil, ruhsal dünyalarının da simetrisini
düzenleyerek akıllarındaki merkezi kuran anacaddedeki Şehrikalp Apartmanının dairelerini tek
tek satmak zorunda kaldıkları ve Hâle Halanın deyişiyle "bütün Nişan-taş'a hakim" o binadan
çıkıp, döküntü kira dairelerine gireceklerini açıkça sezdikleri o günlerde de, akıllarındaki coğrafi
simetrinin mutsuz ve ücra bir köşesindeki bu yıkıntı apartmana ilk yerleştikleri günlerde de,
belki de, biraz da başlarına gelen felâketi abartarak birbirlerini suçlayabilmek gibi
kaçırılmaması gereken bir fırsattan yararlanabilmek için, dillerinden "arka sokak" sözünü eksik
etmemişlerdi hiç. Ölümünden üç yıl önce, Şehrikalp Apartmanından arka sokaktaki dairesine
taşındığı gün, Mehmet Sabit Bey (Dede) yeni dairesinde sokağa bakan pencereye göre yeni bir
açı, radyoyu taşıyan ağır sehpaya göre ise eski (öbür evdeki gibi) açıyla yerleştirilmiş tek
bacağı kısa koltuğuna oturduktan sonra, biraz da, o gün eşyalarını yükledikleri at arabasının
bir deri bir kemik atından aldığı ilhamla şöyle demişti: "Haydi bakalım, attan inip eşeğe
biniyoruz, hayırlı olsun!" Sonra, üzerine elişi örgüsüyle uyuyan biblo köpeğin çoktan
yerleştirildiği radyoyu açmıştı.
On sekiz yıl önceydi bu. Ama, çiçekçi, kuru yemişçi ve Alâad-
din'in dükkânı dışındaki bütün dükkânların kepenklerini indirdiği akşamın saat sekizinde, araba
egzosu, kalorifer kurumu, kükürt ve linyit kokusu ve tozla örülü pis bir havanın içine belli
belirsiz bir sulu kar yağarken, Galip apartmanın eski ışıklarını gördüğünde, her zamanki gibi bu
binaya ve katlara ilişkin anılarının yalnızca on sekiz yıllık olmadığı duygusuna kapıldı. Sokağın
genişliği, apartmanın adı (içinde çok fazla o ve u harfleri bulunan bu adı telaffuz etmekten
hiçbiri hoşlanmazdı,) ya da yeri değildi önemli olan; sanki, zaman dışı bir geçmişten beri
apartman dairelerinde alt alta üst üste oturuyorlardı. Apartmanın hep aynı kokan, (Ce-lâl'in
öfkeyle karşılanan bir yazısındaki çözümlemeye göre, kokunun formülü: Apartman aralığı
kokusuyla ıslak taş, küf, kızarmış . yağ ve soğan kokusunun karışımı) merdivenlerini çıkarken
Galip, az sonra, içeride bir bir göreceği küçük sahnelere ve görüntülere, birçok kereler yeniden
okuduğu bir kitabın sayfalarını alışkanlık ve sabırsızlıkla çeviren bir okuyucu gibi acele acele
göz atıyordu.
Saat sekiz olduğuna göre, Melih Amcayı üst kattan kendi eliyle indirdiği gazeteleri az önce üst
katta okumamış gibi ya da belki, "alt katta aynı haber üst kattakinden başka bir anlama
gelebilir," diye ya da "Vasıf şunları makaslayıp parçalamaya başlamadan önce son bir göz
atayım," diye, Dedenin eski koltuğuna oturmuş yeniden okurken göreceğim. Amcamın hızla
kıpırdanan ayağının ucunda bütün gün titreyerek sallanan talihsiz terliğin hiçbir zaman
durdurulamayacak bir sinir ve sabırsızlıkla bana çocukluğumdaki gibi "canım sıkılıyor, bir şey
yapmalı, canım sıkılıyor, bir şey yap-/nah," diye acıyla seslendiğini düşüneceğim. Hâle Halanın,
puf böreklerini kimse karışmadan gönül rahatlığıyla kızartabilmek için mutfaktan kovaladığı
Esma Hanımın, ağzında eski Yeni Harman sigarasının yerini tutamayan filtresiz Bafrayla,
sofrayı kurarken, sanki sorusunun cevabını bilmiyormuş gibi ve kendi bilmediği cevabı ötekiler
bilebilirlermiş gibi, "Bu akşam kaç kişiyiz?" diye ortaya sorduğunu işiteceğim. Babaanneyle
Dede gibi aralarına radyoyu ve karşılarına annemle babamı alarak oturan Suzan Yengeyle
Melih Amcanın, bu soru üzerine bir süre sustuklarını, sonra, suzan Yengenin Esma Hanıma
dönüp bir umutla, "Celâl bu akşam geliyor mu, Esma Hanım?" diye sorduğunu ve Melih
Amcanın alışkanlıkla, "Aklını başına toplayamayacak, toplayamayacak," de-
diğini ve yeğenini Melih Amcaya savunabilmenin ve ağabeyinden daha sorumlu ve dengeli bir
küçük kardeş olabilmenin zevki ve gururu için, Celâl'in gazetedeki son yazılarından birini
okuduğunu keyifle ilân ettiğini işiteceğim. Sonra, yeğenini ağabeyine karşı korumanın zevkine,
bir de, benim önümde bilgiçlik taslamanın zevkini ekleyebilmek için, babam, CelâFin bu
okuduğu ve filanca yurt sorunumuzu ya da hayat meselesini konu alan yazısı üzerine, işit-
seydi herkesten önce Celâl'in alay edeceği birkaç övgü sözü ve yerinde bir de 'yapıcı' eleştiri
sözü söylediğini ve annemin de (Anne bari sen karışma!) başını sallayarak, (Çünkü o da Melih
Amcanın öfkesine karşı Celâl'i "aslında iyidir ama..." yaklaşımıyla savunmayı kendine görev
bilir,) babama katılacağını görünce, ben de kendimi tutamayacak ve Celâl'in yazılarından
benim aldığım tatlan ve çıkardığım anlamları hiçbir zaman çıkarmadıklarını ve
çıkaramayacaklarını bilmeme rağmen, "Bugünkü yazısını okudunuz mu?" diye boş yere
soracağım. O zaman, Melih Amca, belki de o sırada, gazetenin Celâl'in yazısı basılı sayfasını
elinde açık tutmasına rağmen, "Bugün günlerden nedir?" ya da "Artık ona hergün mü
yazdırıyorlar? Okumadım!" dediğini, babamın da "Başbakana karşı o kaba dili kullanmasını
ama doğru bulmuyorum!" ve annemin de, "Ama fikirlerine saygı duymasa da, bir yazarın
kişiliğine saygı duymalıydı," diyerek Başbakana mı, babama mı, Celâl'e mi hak verdiği belli
olmayan muğlak bir cümle söylediğini ve o sırada, bu belirsizlikten cesaret alan Suzan
Yengenin, belki de, "Ö-lümsüzlük ve dinsizlik ve tütün konusunda düşündükleri Fransızla-rı
hatırlatıyor!" diyerek gene sigara ve tütün konusunu açacağını işiteceğim. Böylece, hâlâ sofrayı
kaç kişilik kuracağına karar verememiş olmasına rağmen, sofra örtüsünü, büyük ve temiz bir
çarşafı yatağa serer gibi, önce bir ucundan tutup, öteki ucunu havaya atıp, sonra öteki ucun,
ne güzel, yavaş yavaş düşmesini ağzında sigara seyreden Esma Hanımla Melih Amca
arasındaki, "Sigaran, bak, astımımı azdırıyor Esma Hanım!" "Azdırıyorsa, Melih Bey, önce
kendin sigarayı bırak!" tartışmasının yeniden alevlendiğini görünce odadan çıkacağım.
Mutfakta, hamur, erimiş beyaz peynir ve kızarmış yağ kokan bir duman içinde, tek başına
sihirli bir iksir üretmek için kazan kaynatan büyücü gibi, (saçları yağlanmasın diye başı
örtülüdür) börek kızartan Hâle Hala, karşılığında benden
özel bir ilgi, sevgi ve belki bir öpücük alabilmek için, rüşvet verir gibi, "Kimseye gösterme!"
diyerek ağzıma cayır cayır yanan böreklerden birini çabucak sıkıştıracak ve "Sıcak mı?" diye
soracak, ama ben gözlerimden acı yaşlan akarken "Sıcak!" bile diyemeyeceğim. Oradan çıkıp
girdiğim ve Dedeyle Babaannenin, eteklerinde bizim Rüya ile Babaanneden resim, aritmetik ve
okuma dersleri aldığımız mavi yorgana sarılarak uykusuzluk gecelerini geçirdikleri ve onların
ölümünden sonra Vasıf m sevgili Japon balıklarıyla birlikte yerleştiği odada Vasıfla Rüya'yı
göreceğim. Birlikte balıklara bakıyor olacaklar ya da Vasıf in gazete ve dergi kesikleri kol-
leksiyonuna. O zaman, ben de onlara katılacağım ve her zamanki gibi, sanki Vasıf in sağır ve
dilsiz olduğu ortaya çıkmasın diye, biz Rüya ile bir süre aramızda hiçbir şey konuşmayacağız
ve daha sonra, tıpkı çocukluğumuzda yaptığımız gibi, aramızda geliştirdiğimiz - el kol
hareketlerinin diliyle, Vasıf a, televizyonda en son gördüğümüz eski filmlerden birinin bir
sahnesini canlandıracağız ve belki ikimiz de bu haftalarda böyle canlandırılacak bir sahne
görmediğimiz için Vasıf ı her seferinde heyecanlandıran 'Operadaki Hayâ-let'ten bir sahneyi,
sanki yeni görmüşüz gibi ayrıntılarıyla oynayacağız. Biraz sonra, herkesten daha anlayışlı olan
Vasıf bize yan döndüğü ya da sevgili balıklarına yaklaştığı için Rüya'yla birbirimize bakacağız
ve işte o zaman, ben, bu sabahtan beri görmediğim ve dün geceden beri yüzyüze
konuşmadığım sana, "Nasılsın?" diye soracağım, ve sen de, her zamanki gibi, "Hiç, iyiyim!"
diyeceksin ve ben, bir an durup, bu sözün kasdediimiş ve kasdedilmemiş çağrışımlarını
dikkatle düşüneceğim ve düşüncemin boşluğunu gizlemek için, bu sefer, belki, sanki bir gün
yapacağını söylediğin polisiye çevirisine hâlâ başlayamadığını ve benim hiçbirini bir türlü
okuyamadığım eski polisiye romanların sayfalarını çevirerek pineklediğini bilmiyormuşum gibi,
"Bugün ne yaptın?" diye soracağım sana, "Rüya, bugün ne yaptın?"
Bir başka yazısında ise Celâl, arka sokaklardaki apartmanların merdivenlerinin çoğunun uyku,
sarımsak, küf, kireç, kömür ve kızarmış yağ koktuğunu yazarak bu sefer başka bir formül ileri
sürmüştü. Kapının zilini çalmadan önce Galip, "Bu akşam üç kere telefon edenin o olup
olmadığını Rüya'ya soracağım!" diye düşündü.
Kapıyı Hâle Hala açtı ve sordu. "A, Rüya nerede peki?"
"Gelmedi mi?" dedi Galip. "Siz ona telefon etmemiş miydiniz?"
"Ettim, ama telefonu kimse açmadı," dedi Hâle Hala. "Ben de sen haber vermişsindir, dedim."
"Belki de yukarıda babasındadır," dedi Galip.
"Amcanlar çoktan aşağı indiler," dedi Hâle Hala.
Bir an sustuiar.
"Evdedir," dedi sonra Galip. "Ben bir koşu eve gidip getireyim."
"Telefonunuz cevap vermiyordu," dedi Hâle Hala, ama Galip merdivenleri gerisin geri iniyordu.
"Peki, ama çabuk ol!" dedi Hâle Hala. "Esma Hanım senin böreklerini kızartıyor."
Sulu karı savuran soğuk rüzgâr, dokuz yıllık paltosunun (Celâl için bir başka yazı konusu)
eteklerini havalandırırken, Galip hızlı hızlı yürüdü. Anacaddeye çıkmaz da, karanlık arka sokak
boyunca, kapalı bakkalların, hâlâ çalışan gözlüklü terzinin, kapıcı dairelerinin ve Coca-Cola ve
naylon çorap ilânlarının soluk ışığı altında ilerlerse, amcalarının ve halalarının oturduğu
apartmandan kendi apartmanlarına on iki dakikada varılabileceğini eskiden hesaplamıştı.
Hesabı pek de yanlış değilmiş. Aynı sokaklardan ve aynı kaldırımlardan (aynı dizinin üzerinde
aynı kumaş beklerken terzi iğneye yeni iplik geçiriyordu) yürüyerek geri döndüğünde, aradan
yirmi altı dakika geçmişti. Kapıyı açan Suzan Yengeye ve sonra hep birlikte sofraya
otururlarken, ötekilere de, Galip, Rüya'nın üşütüp hastalandığını, çok fazla antibiyotik aldığı
için (çekmecelerde ne bulduysa yutmuş!) sersemleyerek uyuyakaldığını, telefonların bazılarını
duymasına rağmen, yorgunluktan kalkıp açmadığını, uykulu ve iştahsız olduğunu ve hasta
yatağından herkese selâmlarını yolladığını söyledi.
Sözlerinin sofradakilerin çoğunda bir hayâl (hasta yatağında yatan zavallı Rüya!)
uyandıracağını bilmesine rağmen, hemen şu dilsel konunun açılacağını da tahmin etmişti:
Eczanelerimizde satılan antibiyotiklerin, penisilinlerin, öksürük şurupları ve pastillerin, damar
açan ya da ağrı kesen grip ilâçlarının ve kadayıfın kaymağı gibi, bunlarla birlikte yutulması
gereken vitaminlerin adları,
aralarına bol bol sesli harf sokuşturularak Türkçeleştirilmiş telâffuzları ve kullanış usulleriyle
birlikte sayılıp döküldü. Başka bir zaman olsaydı, bu yaratıcı telâffuz ve amatör tıp şöleninden
Galip, iyi J?ir şiirin tadını çıkartabilirdi, ama aklında, hasta yatağında ya-' tan Rüya'nın
görüntüsü vardı; ne kadar saf, ne kadar yapay olduğuna sonraları da karar veremediği bir
görüntü. Hasta Rüya'nın ayağının yorgandan dışarı çıkması ya da firketelerinin çarşafın içine
dağılması sanki gerçek görüntülerdi de, sözgelimi saçlarının yastığa yayılması ya da
başucundaki ilaç kutuları, bardak, sürahi ve kitaplardan oluşan karışıklık başka bir yerden, -
Rüya'nın taklit ettiği bir filmden ya da Alâaddin'den aldığı fıstıkları yer gibi yutarak okuduğu
kötü çevrilmiş bir romandan- öğrenilerek taklit edilmiş görüntülerdi. Galip, daha sonra sorulan
'şefkat' sorularına kısa cevaplar verirken de, Rüya'nın bu saf görüntüleriyle, öğre-- nilmiş
görüntüleri arasında bir ayrım yapmaya en azından, sonraları taklit etmeyi öğrenmek istediği
dedektif romanlarındaki dedektifler gibi özen gösterdi.
Evet, şimdi, (onlar hep birlikte sofraya otururken) Rüya uyuyor olmalıydı; hayır, aç değildi,
Suzan Yengenin zahmet edip, gidip çorba yapmasına gerek yoktu; ağzı sarımsak, çantası da
tabakhane kokan o doktoru da istememişti; evet dişçiye bu ay da gitmemişti; doğru Rüya son
zamanlarda çok az sokağa çıkıyor, hep evde dört duvar arasında oturuyordu; hayır, bugün hiç
sokağa çıkmamıştı; siz onu sokakta mı gördünüz? Demek ki bir ara çıkmıştı, ama Galip'e
söylememişti; hayır söylemişti; siz onu nerede gördünüz? Düğmeciye gitmiş, manifaturacıya,
mor düğme almaya, Caminin önünden geçerek, tabii söylemişti, bu soğukta, böyle üşütmüş
olmalı; öksürüyordu da; sigara da içiyordu; bir paket; evet, suratı bembeyazdı; a, hayır, Galip
kendi suratının da ne kadar beyaz olduğunu bilmiyordu; Rüya ile bu sağlıksız hayata ne zaman
son vereceklerini de.
Palto. Düğme. Çaydanlık. Sonraları, bu aile soruşturmasından sonra, aklına niye bu üç
kelimenin geldiğine Galip' fazla kafa yormayacaktı. Celâl barok bir öfkeyle kaleme alınmış bir
yazısında, aklın derinliklerindeki karanlık noktaların bizlerde değil, daha çok, taklit etmeyi bir
türlü öğrenemediğimiz, anlaşılmaz Batı Dünyasının tantanalı roman ve film kahramanlarında
görüldüğünü yaz-
mıştı. (O sıralarda, Elizabeth Taylor'un Montgomery Clift'in karanlık noktasına bir türlü
ulaşamadığı 'Geçen Yaz Birdenbire' filmini görmüştü Celâl.) Daha önceleriyse, kısaltılmış
çevirilerinden okuduğu ve müstehcen ayrıntılarla bezeli bazı psikoloji kitaplarının etkisiyle, sefil
hayatımız dahil her şeyi bu anlaşılmaz ve korkutucu karanlık noktalarla açıklayan yazılar
yazdığını, Galip, onun kendi hayatının özel müze ve kütüphanesini kurduğunu öğrendiğinde
anlayacaktı.
Galip lâfı değiştirmek için, "Celâl'in bugünkü yazısını..." diye söze başlayacaktı; alışkanlığından
korkarak, birden aklına gelen öteki şeyi söyledi: Hâle Hala, ben Alâaddin'in dükkânına
gitmeyi unuttum!". Esma Hanımın beşiği içinde turu'-cu bir bebek getirir gibi dikkatle getirdiği
kabak tatlısının üzerine, şekerci dükkânından yadigâr havanla dövülmüş ceviz içi serpiyorlardı.
Çeyrek yüzyıl önce, kaşığının ince sapıyla, ağzına vurulduğunda, bu havanın çan gibi çınladığını
Galip'le Rüya keşfetmişlerdi: Çm-çın! "Zan-goç gibi dın-dın kafa şişirmeyin sununla!" Allahım,
yutkunmak zor geliyor! Ceviz içi, "herkese yetecek kadar" değildi, Hâle Hala, mor kâse elden
ele dolaşırken sırasını ustalıkla sona bırakmıştı, (Canım çekmiyor), ama sonra, boş kâsenin
dibine de bir göz attı. Birden, yalnız bu eksikliğin değil, bütün parasızlıklarının sorumlusu
olarak gördüğü eski bir ticari düşmanlarına verip veriştirdi: Karakola şikâyet edecekmiş onu.
Oysa karakoldan hepsi koyu lacivert bir hayaletten korkar gibi korkarlardı. Celâl,
bilinçaltımızdaki karanlık noktanın karakol olduğunu yazdığı yazıdan sonra, karakoldan gelen
bir polisin getirdiği bir yazıyla savcılığa ifade vermeye çağrılmıştı. Telefon çaldı, Galip'in babası
en ciddi tavrıyla açtı. Karakoldan telefon ediyorlar, diye düşündü Galip. Babası telefonla
konuşurken eşyalara da (bir teselli olarak duvar kâğıdı Şehri-kalp Apartmanındakinin aynısıydı:
Sarmaşıklar arasında yere dökülen yeşil düğmeler) sofrada oturanlara da, (Melih Amca bir
öksürük buhranına yakalanmıştı, sağır Vasıf da, sanki telefon konuşmasını dinliyordu, Galip'in
annesinin saçları en sonunda boyana boyana güzel Suzan Yengenin saçlarıyla aynı renk
olmuştu) aynı boş bakışlarla baktığı için, Galip de, herkes gibi telefon konuşmasının duyulan
yarısını dinleyerek, duyulmayan yarısında kimin konuştuğunu çıkarmaya çalıştı.
"Burada yok efendim, gelmedi efendim, siz kimsiniz?" diyordu babası. "Teşekkür ederim... Ben
amcasıyım ne yazık ki bu akşam aramızda değil..."
"Rüya'yı arayan biri," diye düşünmüştü Galip. "Celâl'i arayan biri," dedi babası telefonu
kapadıktan sonra. Memnundu: "Yaşlı bir kadın, bir hayranı, bir hanımefendi, gazetedeki
yazısını çok sevmiş, Celâl'le konuşmak istiyormuş, adresini, telefonunu sordu."
"Hangi yazısını?" diye sordu Galip.
"Biliyor musun.Hâle," dedi babası, "çok tuhaf; kadıncağızın sesi senin sesine benziyordu çok!"
"Sesimin yaşlı bir kadının sesine benzemesinden tabii bir şey olamaz!" dedi Hâle Hala. Akciğer
rengindeki boynu kaz boynu gibi uzadı birden: "Ama benim sesim katiyyen öyle değildir!"
"Nasıl değildir?"
"O hanımefendi dediğin sabah da telefon etti," dedi Hâle Hala. "Bir hanımefendiden çok, bir
hanımefendi sesi çıkarmaya çalışan bir cadalozun sesiydi onunikisi. Hatta kocamış bir kadının
sesini çıkarmaya çalışan bir erkeğin sesi sanki."
Galip'in babası sordu: Yaşlı hanımefendi bu telefonu nereden bulmuştu? Hâle bunu sormuş
muydu?..
"Hayır," dedi Hâle Hala, "gerek duymadım. Pehlivan tefrikası yazar gibi kirli çamaşırlarımızı
gazetesinde tefrika ettiği günden beri, artık Celâl'in hiçbir şeyine şaşmayacağım için, belki de,
diye düşündüm, belki de, bizimle alay ettiği yazılarının birinin sonuna, meraklı okuyucuları
daha da eğlenebilsinler diye telefon numaramızı da eklemiştir. Zaten rahmetli annemle
babamın onun yüzünden ne kadar üzüldüklerini düşündükçe artık anlıyorum ki, Celâl'de beni
şaşırtacak tek şey, telefon numaramızı eğlensinler diye okuyucularına vermesi değil, onca
yıldır bizden neden nefret ettiğini öğrenmek olurdu."
"Komünist olduğu için nefret ediyor," dedi Melih Amca, öksürüğünü yendiği için zaferle
sigarasını yakarak. "O zamanlar ne ameleleri, ne de bu milleti kandırabilecekleri akıllarına dank
edince komünistler askerleri kandırarak Bolşevik ihtilâlini Yeniçeri usulü bir isyanla sahnelemek
istiyorlardı. O da, kan ve kin kokan köşe yazılarıyla bu hayâle alet oldu."
telefonunu herkesten sakladığı, İstanbul'un bilinmeyen bir yerindeki gizli evlerinden birine
kendini kapatırdı, ama Galip'in onu bulacağından kuşkusu yoktu hiç; "Merak etme," dedi bir
daha. "Ben onu sana hemen bulurum!"
Akşama kadar bulamadı. Gün boyunca evine ve Milliyet gazetesine her telefon edişinde Galip,
telefonu Celâl açınca sesini değiştirip onunla bir başkasının kimliğiyle konuşmanın hayâllerini
kurdu. (Hep birlikte, -Rüya, Celâl, Galip- oturup bazı okuyucuları ve hayranları radyo
tiyatrosundan çıkma seslerle taklit ettikleri akşamlarda çıkardığı sesle Galip, "Bugünkü
yazınızın özel anlamını tabii ki kavradım kardeşim!" diyecekti.) Ama, gazeteye her telefon
edişinde aynı sekreter aynı cevabı verdi: "Celâl Bey daha gelmedi." Gün boyunca, telefonla
boğuşurken,.Galip yalnızca bir kere sesiyle karşısındakini şaşırtabilmenin tadını çıkardı.
Akşamüstü geç saatlerdeydi, Celâl'in yerini bilir diye telefon ettiği Hâle Hala onu akşam
yemeğine çağırdı. " Galip'le Rüya da gelecek!" deyince Galip, halasının, seslerini gene
karıştırıp, kendi-
sini Celâl sandığını anladı. "Ne farkeder," dedi Hâle Hala, yanlışını anladıktan sonra, "hepiniz
benim vefasız evlatlarımsınız, hepiniz aynısınız! Sana da telefon edecektim." Koltuklara sivri
tırnaklarını geçiriyor diye kara kedisi Kömürü azarladığı sesle Galip'i arayıp sormadığı için
azarladıktan sonra akşam yemeğine gelirken Alâaddin'in dükkânına uğrayıp Vasıf in Japon
balıklan için yem almasını söyledi: Balıklar, Avrupa yemden başkasını yemiyorlar-mış, Alâaddin
de, tanıdıktan başkasına vermiyormuş. "Bugünkü yazısını okudunuz mu?" diye sordu Galip.
"Kimin?" dedi halası alışkanlık olmuş bir inatla, "Alâaddin'in mi? Hayır; Milliyet'i, amcan
bilmecelerini çözsün, Vasıf da maka-sıyla kesip oyalansın diye alıyoruz; Celâl'in yazısını okuyup
da oğlumuzun ne hallere düştüğünü görüp dertlenelim diye değil."
"Rüya'yı, o zaman, akşam için siz arayıp çağırın!" dedi Galip. "Benim fazla vaktim olmayacak."
"Unutma!'i dedi Hâle Hala, Galip'e verdiği görevi ve yemek saatini hatırlatarak. Sonra, bu
akraba toplantılarının değişmeyen yemek listesi gibi değişmeyen kadrosunu da, günlerdir
beklenen bir futbol maçının biJinen oyuncularını dinleyicileri iştahlandırmak için ağır ağır
okuyan radyo spikeri gibi saydı: "Annen, Suzan Yen-.. ¦ - gen, Melih Amcan, gelirse Celâl ile
tabii baban; Kömürle Vasıf ve Hâle Halan." Takımları noktalamak için attığı öksürüklü
kahkahayı atmamıştı ama: "Senin için puf böreği yapacağım," dedikten sonra telefonu
kapatmıştı.
Kapanır kapanmaz yeniden çalan telefona boş boş bakarken , Galip, Hâle Halanın son anda
bozulan evlilik tasarısını hatırladı, ama nedense, damat adayının az önce aklına gelen tuhaf
adını ha-, tırlayamadı. Aklını tembelliğe alıştırmamak için, "Dilimin ucundaki ad aklıma
gelene kadar telefonu açmayacağım!" diye düşündü. Telefon yedi kere çaldıktan sonra sustu.
Az sonra yeniden çalma-1 ya başladığında Galip, Rüya'lar İstanbul'a gelmeden bir yıl önce,
tuhaf adlı damat adayının, amcası ve ağbisiyle Hâle Halayı istemek için yaptığı o ziyareti
düşünüyordu. Telefon bir daha sustu. Bir daha çaldığında hava iyice kararmıştı, yazıhanedeki
eşyalar be-lirsizleşmişti. Galip adı hatırlayamıyordu, ama adamın o gün giydiği tuhaf
ayakkabıları korkuyla düşünüyordu. Adamın suratında bir Halep çıbanı vardı. "Arap mı bunlar?"
demişti Dede. "Hâle, bu
Arapla sahiden evlenmek mi istiyorsun? Seni nereden tanımış?" Rastlantıyla! Akşam yediye
doğru Galip, boşalan handan çıkmadan önce, adını değiştirmek isteyen bir müvekkilinin
dosyasına sokak lambalarının ışığında bakarak tuhaf adı buldu. Nişantaşı dolmuşuna yürürken
dünyanın hiçbir belleğe sığmayacak kadar geniş olduğunu düşündü, bir saat sonra
Nişantaşı'nda apartmana doğru yürürken de, insanın anlamı rastlantılardan çıkardığını...
Bir dairesinde Hâle Halayla Vasıf in Esma Hanımla birlikte, bir dairesinde Melih Amcanın Suzan
Yengeyle (daha önceleri de Rüya'yla) birlikte oturdukları apartman, Nişantaşı'nda bir arka
sokaktaydı. Karakolun köşesinden, Alâaddin'in dükkânından ve ana-caddeden üç sokak
aşağıda, beş dakikalık bir uzaklıkta olduğu için başkaları buraya "arka sokak" demezlerdi belki,
ama bu iki dairede üst üste yaşayanlar için, Nişantaşı'nın merkezi, çamurlu tarladan ve kuyulu
bostandan Arnavut kaldırımlı yola ve daha sonra parke taşlı sokağa dönüşünü uzaktan, fazla
ilgi duymadan izledikleri bu sokak, ya da bundan daha ilginç bulmadıkları öteki sokaklar
olamazdı hiç. Yalnızca coğrafi dünyalarının değil, ruhsal dünyalarının da simetrisini
düzenleyerek akıllarındaki merkezi kuran anacaddedeki Şehrikalp Apartmanının dairelerini tek
tek satmak zorunda kaldıkları ve Hâle Halanın deyişiyle "bütün Nişan-taş'a hakim" o binadan
çıkıp, döküntü kira dairelerine gireceklerini açıkça sezdikleri o günlerde de, akıllarındaki coğrafi
simetrinin mutsuz ve ücra bir köşesindeki bu yıkıntı apartmana ilk yerleştikleri günlerde de,
belki de, biraz da başlarına gelen felâketi abartarak birbirlerini suçlayabilmek gibi
kaçırılmaması gereken bir fırsattan yararlanabilmek için, dillerinden "arka sokak" sözünü eksik
etmemişlerdi hiç. Ölümünden üç yıl önce, Şehrikalp Apartmanından arka sokaktaki dairesine
taşındığı gün, Mehmet Sabit Bey (Dede) yeni dairesinde sokağa bakan pencereye göre yeni bir
açı, radyoyu taşıyan ağır sehpaya göre ise eski (öbür evdeki gibi) açıyla yerleştirilmiş tek
bacağı kısa koltuğuna oturduktan sonra, biraz da, o gün eşyalarını yükledikleri at arabasının
bir deri bir kemik atından aldığı ilhamla şöyle demişti: "Haydi bakalım, attan inip eşeğe
biniyoruz, hayırlı olsun!" Sonra, üzerine elişi örgüsüyle uyuyan biblo köpeğin çoktan
yerleştirildiği radyoyu açmıştı.
On sekiz yıl önceydi bu. Ama, çiçekçi, kuru yemişçi ve Alâad-
din'in dükkânı dışındaki bütün dükkânların kepenklerini indirdiği akşamın saat sekizinde, araba
egzosu, kalorifer kurumu, kükürt ve linyit kokusu ve tozla örülü pis bir havanın içine belli
belirsiz bir sulu kar yağarken, Galip apartmanın eski ışıklarını gördüğünde, her zamanki gibi bu
binaya ve katlara ilişkin anılarının yalnızca on sekiz yıllık olmadığı duygusuna kapıldı. Sokağın
genişliği, apartmanın adı (içinde çok fazla o ve u harfleri bulunan bu adı telaffuz etmekten
hiçbiri hoşlanmazdı,) ya da yeri değildi önemli olan; sanki, zaman dışı bir geçmişten beri
apartman dairelerinde alt alta üst üste oturuyorlardı. Apartmanın hep aynı kokan, (Ce-lâl'in
öfkeyle karşılanan bir yazısındaki çözümlemeye göre, kokunun formülü: Apartman aralığı
kokusuyla ıslak taş, küf, kızarmış . yağ ve soğan kokusunun karışımı) merdivenlerini çıkarken
Galip, az sonra, içeride bir bir göreceği küçük sahnelere ve görüntülere, birçok kereler yeniden
okuduğu bir kitabın sayfalarını alışkanlık ve sabırsızlıkla çeviren bir okuyucu gibi acele acele
göz atıyordu.
Saat sekiz olduğuna göre, Melih Amcayı üst kattan kendi eliyle indirdiği gazeteleri az önce üst
katta okumamış gibi ya da belki, "alt katta aynı haber üst kattakinden başka bir anlama
gelebilir," diye ya da "Vasıf şunları makaslayıp parçalamaya başlamadan önce son bir göz
atayım," diye, Dedenin eski koltuğuna oturmuş yeniden okurken göreceğim. Amcamın hızla
kıpırdanan ayağının ucunda bütün gün titreyerek sallanan talihsiz terliğin hiçbir zaman
durdurulamayacak bir sinir ve sabırsızlıkla bana çocukluğumdaki gibi "canım sıkılıyor, bir şey
yapmalı, canım sıkılıyor, bir şey yap-/nah," diye acıyla seslendiğini düşüneceğim. Hâle Halanın,
puf böreklerini kimse karışmadan gönül rahatlığıyla kızartabilmek için mutfaktan kovaladığı
Esma Hanımın, ağzında eski Yeni Harman sigarasının yerini tutamayan filtresiz Bafrayla,
sofrayı kurarken, sanki sorusunun cevabını bilmiyormuş gibi ve kendi bilmediği cevabı ötekiler
bilebilirlermiş gibi, "Bu akşam kaç kişiyiz?" diye ortaya sorduğunu işiteceğim. Babaanneyle
Dede gibi aralarına radyoyu ve karşılarına annemle babamı alarak oturan Suzan Yengeyle
Melih Amcanın, bu soru üzerine bir süre sustuklarını, sonra, suzan Yengenin Esma Hanıma
dönüp bir umutla, "Celâl bu akşam geliyor mu, Esma Hanım?" diye sorduğunu ve Melih
Amcanın alışkanlıkla, "Aklını başına toplayamayacak, toplayamayacak," de-
diğini ve yeğenini Melih Amcaya savunabilmenin ve ağabeyinden daha sorumlu ve dengeli bir
küçük kardeş olabilmenin zevki ve gururu için, Celâl'in gazetedeki son yazılarından birini
okuduğunu keyifle ilân ettiğini işiteceğim. Sonra, yeğenini ağabeyine karşı korumanın zevkine,
bir de, benim önümde bilgiçlik taslamanın zevkini ekleyebilmek için, babam, CelâFin bu
okuduğu ve filanca yurt sorunumuzu ya da hayat meselesini konu alan yazısı üzerine, işit-
seydi herkesten önce Celâl'in alay edeceği birkaç övgü sözü ve yerinde bir de 'yapıcı' eleştiri
sözü söylediğini ve annemin de (Anne bari sen karışma!) başını sallayarak, (Çünkü o da Melih
Amcanın öfkesine karşı Celâl'i "aslında iyidir ama..." yaklaşımıyla savunmayı kendine görev
bilir,) babama katılacağını görünce, ben de kendimi tutamayacak ve Celâl'in yazılarından
benim aldığım tatlan ve çıkardığım anlamları hiçbir zaman çıkarmadıklarını ve
çıkaramayacaklarını bilmeme rağmen, "Bugünkü yazısını okudunuz mu?" diye boş yere
soracağım. O zaman, Melih Amca, belki de o sırada, gazetenin Celâl'in yazısı basılı sayfasını
elinde açık tutmasına rağmen, "Bugün günlerden nedir?" ya da "Artık ona hergün mü
yazdırıyorlar? Okumadım!" dediğini, babamın da "Başbakana karşı o kaba dili kullanmasını
ama doğru bulmuyorum!" ve annemin de, "Ama fikirlerine saygı duymasa da, bir yazarın
kişiliğine saygı duymalıydı," diyerek Başbakana mı, babama mı, Celâl'e mi hak verdiği belli
olmayan muğlak bir cümle söylediğini ve o sırada, bu belirsizlikten cesaret alan Suzan
Yengenin, belki de, "Ö-lümsüzlük ve dinsizlik ve tütün konusunda düşündükleri Fransızla-rı
hatırlatıyor!" diyerek gene sigara ve tütün konusunu açacağını işiteceğim. Böylece, hâlâ sofrayı
kaç kişilik kuracağına karar verememiş olmasına rağmen, sofra örtüsünü, büyük ve temiz bir
çarşafı yatağa serer gibi, önce bir ucundan tutup, öteki ucunu havaya atıp, sonra öteki ucun,
ne güzel, yavaş yavaş düşmesini ağzında sigara seyreden Esma Hanımla Melih Amca
arasındaki, "Sigaran, bak, astımımı azdırıyor Esma Hanım!" "Azdırıyorsa, Melih Bey, önce
kendin sigarayı bırak!" tartışmasının yeniden alevlendiğini görünce odadan çıkacağım.
Mutfakta, hamur, erimiş beyaz peynir ve kızarmış yağ kokan bir duman içinde, tek başına
sihirli bir iksir üretmek için kazan kaynatan büyücü gibi, (saçları yağlanmasın diye başı
örtülüdür) börek kızartan Hâle Hala, karşılığında benden
özel bir ilgi, sevgi ve belki bir öpücük alabilmek için, rüşvet verir gibi, "Kimseye gösterme!"
diyerek ağzıma cayır cayır yanan böreklerden birini çabucak sıkıştıracak ve "Sıcak mı?" diye
soracak, ama ben gözlerimden acı yaşlan akarken "Sıcak!" bile diyemeyeceğim. Oradan çıkıp
girdiğim ve Dedeyle Babaannenin, eteklerinde bizim Rüya ile Babaanneden resim, aritmetik ve
okuma dersleri aldığımız mavi yorgana sarılarak uykusuzluk gecelerini geçirdikleri ve onların
ölümünden sonra Vasıf m sevgili Japon balıklarıyla birlikte yerleştiği odada Vasıfla Rüya'yı
göreceğim. Birlikte balıklara bakıyor olacaklar ya da Vasıf in gazete ve dergi kesikleri kol-
leksiyonuna. O zaman, ben de onlara katılacağım ve her zamanki gibi, sanki Vasıf in sağır ve
dilsiz olduğu ortaya çıkmasın diye, biz Rüya ile bir süre aramızda hiçbir şey konuşmayacağız
ve daha sonra, tıpkı çocukluğumuzda yaptığımız gibi, aramızda geliştirdiğimiz - el kol
hareketlerinin diliyle, Vasıf a, televizyonda en son gördüğümüz eski filmlerden birinin bir
sahnesini canlandıracağız ve belki ikimiz de bu haftalarda böyle canlandırılacak bir sahne
görmediğimiz için Vasıf ı her seferinde heyecanlandıran 'Operadaki Hayâ-let'ten bir sahneyi,
sanki yeni görmüşüz gibi ayrıntılarıyla oynayacağız. Biraz sonra, herkesten daha anlayışlı olan
Vasıf bize yan döndüğü ya da sevgili balıklarına yaklaştığı için Rüya'yla birbirimize bakacağız
ve işte o zaman, ben, bu sabahtan beri görmediğim ve dün geceden beri yüzyüze
konuşmadığım sana, "Nasılsın?" diye soracağım, ve sen de, her zamanki gibi, "Hiç, iyiyim!"
diyeceksin ve ben, bir an durup, bu sözün kasdediimiş ve kasdedilmemiş çağrışımlarını
dikkatle düşüneceğim ve düşüncemin boşluğunu gizlemek için, bu sefer, belki, sanki bir gün
yapacağını söylediğin polisiye çevirisine hâlâ başlayamadığını ve benim hiçbirini bir türlü
okuyamadığım eski polisiye romanların sayfalarını çevirerek pineklediğini bilmiyormuşum gibi,
"Bugün ne yaptın?" diye soracağım sana, "Rüya, bugün ne yaptın?"
Bir başka yazısında ise Celâl, arka sokaklardaki apartmanların merdivenlerinin çoğunun uyku,
sarımsak, küf, kireç, kömür ve kızarmış yağ koktuğunu yazarak bu sefer başka bir formül ileri
sürmüştü. Kapının zilini çalmadan önce Galip, "Bu akşam üç kere telefon edenin o olup
olmadığını Rüya'ya soracağım!" diye düşündü.
Kapıyı Hâle Hala açtı ve sordu. "A, Rüya nerede peki?"
"Gelmedi mi?" dedi Galip. "Siz ona telefon etmemiş miydiniz?"
"Ettim, ama telefonu kimse açmadı," dedi Hâle Hala. "Ben de sen haber vermişsindir, dedim."
"Belki de yukarıda babasındadır," dedi Galip.
"Amcanlar çoktan aşağı indiler," dedi Hâle Hala.
Bir an sustuiar.
"Evdedir," dedi sonra Galip. "Ben bir koşu eve gidip getireyim."
"Telefonunuz cevap vermiyordu," dedi Hâle Hala, ama Galip merdivenleri gerisin geri iniyordu.
"Peki, ama çabuk ol!" dedi Hâle Hala. "Esma Hanım senin böreklerini kızartıyor."
Sulu karı savuran soğuk rüzgâr, dokuz yıllık paltosunun (Celâl için bir başka yazı konusu)
eteklerini havalandırırken, Galip hızlı hızlı yürüdü. Anacaddeye çıkmaz da, karanlık arka sokak
boyunca, kapalı bakkalların, hâlâ çalışan gözlüklü terzinin, kapıcı dairelerinin ve Coca-Cola ve
naylon çorap ilânlarının soluk ışığı altında ilerlerse, amcalarının ve halalarının oturduğu
apartmandan kendi apartmanlarına on iki dakikada varılabileceğini eskiden hesaplamıştı.
Hesabı pek de yanlış değilmiş. Aynı sokaklardan ve aynı kaldırımlardan (aynı dizinin üzerinde
aynı kumaş beklerken terzi iğneye yeni iplik geçiriyordu) yürüyerek geri döndüğünde, aradan
yirmi altı dakika geçmişti. Kapıyı açan Suzan Yengeye ve sonra hep birlikte sofraya
otururlarken, ötekilere de, Galip, Rüya'nın üşütüp hastalandığını, çok fazla antibiyotik aldığı
için (çekmecelerde ne bulduysa yutmuş!) sersemleyerek uyuyakaldığını, telefonların bazılarını
duymasına rağmen, yorgunluktan kalkıp açmadığını, uykulu ve iştahsız olduğunu ve hasta
yatağından herkese selâmlarını yolladığını söyledi.
Sözlerinin sofradakilerin çoğunda bir hayâl (hasta yatağında yatan zavallı Rüya!)
uyandıracağını bilmesine rağmen, hemen şu dilsel konunun açılacağını da tahmin etmişti:
Eczanelerimizde satılan antibiyotiklerin, penisilinlerin, öksürük şurupları ve pastillerin, damar
açan ya da ağrı kesen grip ilâçlarının ve kadayıfın kaymağı gibi, bunlarla birlikte yutulması
gereken vitaminlerin adları,
aralarına bol bol sesli harf sokuşturularak Türkçeleştirilmiş telâffuzları ve kullanış usulleriyle
birlikte sayılıp döküldü. Başka bir zaman olsaydı, bu yaratıcı telâffuz ve amatör tıp şöleninden
Galip, iyi J?ir şiirin tadını çıkartabilirdi, ama aklında, hasta yatağında ya-' tan Rüya'nın
görüntüsü vardı; ne kadar saf, ne kadar yapay olduğuna sonraları da karar veremediği bir
görüntü. Hasta Rüya'nın ayağının yorgandan dışarı çıkması ya da firketelerinin çarşafın içine
dağılması sanki gerçek görüntülerdi de, sözgelimi saçlarının yastığa yayılması ya da
başucundaki ilaç kutuları, bardak, sürahi ve kitaplardan oluşan karışıklık başka bir yerden, -
Rüya'nın taklit ettiği bir filmden ya da Alâaddin'den aldığı fıstıkları yer gibi yutarak okuduğu
kötü çevrilmiş bir romandan- öğrenilerek taklit edilmiş görüntülerdi. Galip, daha sonra sorulan
'şefkat' sorularına kısa cevaplar verirken de, Rüya'nın bu saf görüntüleriyle, öğre-- nilmiş
görüntüleri arasında bir ayrım yapmaya en azından, sonraları taklit etmeyi öğrenmek istediği
dedektif romanlarındaki dedektifler gibi özen gösterdi.
Evet, şimdi, (onlar hep birlikte sofraya otururken) Rüya uyuyor olmalıydı; hayır, aç değildi,
Suzan Yengenin zahmet edip, gidip çorba yapmasına gerek yoktu; ağzı sarımsak, çantası da
tabakhane kokan o doktoru da istememişti; evet dişçiye bu ay da gitmemişti; doğru Rüya son
zamanlarda çok az sokağa çıkıyor, hep evde dört duvar arasında oturuyordu; hayır, bugün hiç
sokağa çıkmamıştı; siz onu sokakta mı gördünüz? Demek ki bir ara çıkmıştı, ama Galip'e
söylememişti; hayır söylemişti; siz onu nerede gördünüz? Düğmeciye gitmiş, manifaturacıya,
mor düğme almaya, Caminin önünden geçerek, tabii söylemişti, bu soğukta, böyle üşütmüş
olmalı; öksürüyordu da; sigara da içiyordu; bir paket; evet, suratı bembeyazdı; a, hayır, Galip
kendi suratının da ne kadar beyaz olduğunu bilmiyordu; Rüya ile bu sağlıksız hayata ne zaman
son vereceklerini de.
Palto. Düğme. Çaydanlık. Sonraları, bu aile soruşturmasından sonra, aklına niye bu üç
kelimenin geldiğine Galip' fazla kafa yormayacaktı. Celâl barok bir öfkeyle kaleme alınmış bir
yazısında, aklın derinliklerindeki karanlık noktaların bizlerde değil, daha çok, taklit etmeyi bir
türlü öğrenemediğimiz, anlaşılmaz Batı Dünyasının tantanalı roman ve film kahramanlarında
görüldüğünü yaz-
mıştı. (O sıralarda, Elizabeth Taylor'un Montgomery Clift'in karanlık noktasına bir türlü
ulaşamadığı 'Geçen Yaz Birdenbire' filmini görmüştü Celâl.) Daha önceleriyse, kısaltılmış
çevirilerinden okuduğu ve müstehcen ayrıntılarla bezeli bazı psikoloji kitaplarının etkisiyle, sefil
hayatımız dahil her şeyi bu anlaşılmaz ve korkutucu karanlık noktalarla açıklayan yazılar
yazdığını, Galip, onun kendi hayatının özel müze ve kütüphanesini kurduğunu öğrendiğinde
anlayacaktı.
Galip lâfı değiştirmek için, "Celâl'in bugünkü yazısını..." diye söze başlayacaktı; alışkanlığından
korkarak, birden aklına gelen öteki şeyi söyledi: Hâle Hala, ben Alâaddin'in dükkânına
gitmeyi unuttum!". Esma Hanımın beşiği içinde turu'-cu bir bebek getirir gibi dikkatle getirdiği
kabak tatlısının üzerine, şekerci dükkânından yadigâr havanla dövülmüş ceviz içi serpiyorlardı.
Çeyrek yüzyıl önce, kaşığının ince sapıyla, ağzına vurulduğunda, bu havanın çan gibi çınladığını
Galip'le Rüya keşfetmişlerdi: Çm-çın! "Zan-goç gibi dın-dın kafa şişirmeyin sununla!" Allahım,
yutkunmak zor geliyor! Ceviz içi, "herkese yetecek kadar" değildi, Hâle Hala, mor kâse elden
ele dolaşırken sırasını ustalıkla sona bırakmıştı, (Canım çekmiyor), ama sonra, boş kâsenin
dibine de bir göz attı. Birden, yalnız bu eksikliğin değil, bütün parasızlıklarının sorumlusu
olarak gördüğü eski bir ticari düşmanlarına verip veriştirdi: Karakola şikâyet edecekmiş onu.
Oysa karakoldan hepsi koyu lacivert bir hayaletten korkar gibi korkarlardı. Celâl,
bilinçaltımızdaki karanlık noktanın karakol olduğunu yazdığı yazıdan sonra, karakoldan gelen
bir polisin getirdiği bir yazıyla savcılığa ifade vermeye çağrılmıştı. Telefon çaldı, Galip'in babası
en ciddi tavrıyla açtı. Karakoldan telefon ediyorlar, diye düşündü Galip. Babası telefonla
konuşurken eşyalara da (bir teselli olarak duvar kâğıdı Şehri-kalp Apartmanındakinin aynısıydı:
Sarmaşıklar arasında yere dökülen yeşil düğmeler) sofrada oturanlara da, (Melih Amca bir
öksürük buhranına yakalanmıştı, sağır Vasıf da, sanki telefon konuşmasını dinliyordu, Galip'in
annesinin saçları en sonunda boyana boyana güzel Suzan Yengenin saçlarıyla aynı renk
olmuştu) aynı boş bakışlarla baktığı için, Galip de, herkes gibi telefon konuşmasının duyulan
yarısını dinleyerek, duyulmayan yarısında kimin konuştuğunu çıkarmaya çalıştı.
"Burada yok efendim, gelmedi efendim, siz kimsiniz?" diyordu babası. "Teşekkür ederim... Ben
amcasıyım ne yazık ki bu akşam aramızda değil..."
"Rüya'yı arayan biri," diye düşünmüştü Galip. "Celâl'i arayan biri," dedi babası telefonu
kapadıktan sonra. Memnundu: "Yaşlı bir kadın, bir hayranı, bir hanımefendi, gazetedeki
yazısını çok sevmiş, Celâl'le konuşmak istiyormuş, adresini, telefonunu sordu."
"Hangi yazısını?" diye sordu Galip.
"Biliyor musun.Hâle," dedi babası, "çok tuhaf; kadıncağızın sesi senin sesine benziyordu çok!"
"Sesimin yaşlı bir kadının sesine benzemesinden tabii bir şey olamaz!" dedi Hâle Hala. Akciğer
rengindeki boynu kaz boynu gibi uzadı birden: "Ama benim sesim katiyyen öyle değildir!"
"Nasıl değildir?"
"O hanımefendi dediğin sabah da telefon etti," dedi Hâle Hala. "Bir hanımefendiden çok, bir
hanımefendi sesi çıkarmaya çalışan bir cadalozun sesiydi onunikisi. Hatta kocamış bir kadının
sesini çıkarmaya çalışan bir erkeğin sesi sanki."
Galip'in babası sordu: Yaşlı hanımefendi bu telefonu nereden bulmuştu? Hâle bunu sormuş
muydu?..
"Hayır," dedi Hâle Hala, "gerek duymadım. Pehlivan tefrikası yazar gibi kirli çamaşırlarımızı
gazetesinde tefrika ettiği günden beri, artık Celâl'in hiçbir şeyine şaşmayacağım için, belki de,
diye düşündüm, belki de, bizimle alay ettiği yazılarının birinin sonuna, meraklı okuyucuları
daha da eğlenebilsinler diye telefon numaramızı da eklemiştir. Zaten rahmetli annemle
babamın onun yüzünden ne kadar üzüldüklerini düşündükçe artık anlıyorum ki, Celâl'de beni
şaşırtacak tek şey, telefon numaramızı eğlensinler diye okuyucularına vermesi değil, onca
yıldır bizden neden nefret ettiğini öğrenmek olurdu."
"Komünist olduğu için nefret ediyor," dedi Melih Amca, öksürüğünü yendiği için zaferle
sigarasını yakarak. "O zamanlar ne ameleleri, ne de bu milleti kandırabilecekleri akıllarına dank
edince komünistler askerleri kandırarak Bolşevik ihtilâlini Yeniçeri usulü bir isyanla sahnelemek
istiyorlardı. O da, kan ve kin kokan köşe yazılarıyla bu hayâle alet oldu."
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Kara Kitap - 04
- Büleklär
- Kara Kitap - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2834Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169327.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2755Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180626.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2876Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166430.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2806Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176130.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2785Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170328.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174728.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2795Unikal süzlärneñ gomumi sanı 177728.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2851Unikal süzlärneñ gomumi sanı 180228.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2754Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168329.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2839Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174030.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2835Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166932.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 174331.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2797Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167731.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2783Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2759Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164928.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2814Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156531.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2793Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167330.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2766Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164330.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2767Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167129.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155230.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2733Unikal süzlärneñ gomumi sanı 160031.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 171529.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2700Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170528.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2727Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165428.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170329.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2702Unikal süzlärneñ gomumi sanı 165828.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2713Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168726.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176026.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2742Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166529.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166032.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2699Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166629.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2862Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169228.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2737Unikal süzlärneñ gomumi sanı 172326.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 34Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2884Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164831.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 35Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2908Unikal süzlärneñ gomumi sanı 154330.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 36Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2772Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176527.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 37Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166531.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 38Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2768Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155630.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 39Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2761Unikal süzlärneñ gomumi sanı 143630.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 40Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163032.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 41Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2760Unikal süzlärneñ gomumi sanı 170429.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Kara Kitap - 42Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2175Unikal süzlärneñ gomumi sanı 136528.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.