Cesetler Merdiveni - 1
Süzlärneñ gomumi sanı 3866
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1738
38.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
53.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
61.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Birinci Bölüm
1
Bayan Bantry, rüya görüyordu. Itırşahileri, çiçek sergisinin de birincisi olmuştu. Beyaz keten cüppeli rahip kilisede ödülleri veriyordu. Rahibin karısı, sırtında mayosuyla yanlarından geçti. Ama rüya bu ya... Topluluk buna hiç aldırmıyordu. Kadın gerçekte de böyle yapsaydı kimbilir nasıl davranırlardı?
Bayan Bantry, rüyasının zevkini iyice çıkarıyordu. Kadın ilk sabah çayının gelmesiyle sona eren bu sabah rüyalarından çoğunlukla hoşlanırdı. Bayan Bantry evlere özgü o sabah gürültülerini hayal meyal işitiyordu. Hizmetçinin merdivendeki perdeleri çekerken çıkardığı halkaların şıkırtıları. İkinci hizmetçinin koridoru süpürürken çıkardığı hışırtı. Daha uzakta, ağır ön kapı sürgüsünün çekilmesinden doğan gıcırtı.
Yeni bir gün başlıyordu. Bayan Bantry çiçek sergisinden elden geldiğince zevk almalıydı. Çünkü bunun bir rüya olduğu giderek daha belirginleşiyordu...
Aşağıda, salondaki büyük panjurlar gürültüyle açıldı. Bayan Bantry bu gürültüyü hem duydu, hem duymadı. Evle ilgili o alışılagelmiş gürültüler daha on beş dakika devam
edecekti. Usulca, olabildiğince sessizce. Çok bildik oldukları için insanı rahatsız etmiyorlardı bunlar. Bu gürültüler, koridordan yankılanan alçak, kontrollü ayak sesleri, çiçekli bir elbisenin hışırtısı, dışarıdaki masaya konan çay tepsisindeki takımın hışırtısı, tüm bunlar Mary'nin usulca kapıya vurarak, perdeleri açmak için içeriye girmesiyle sona erecekti.
Bayan Bantry uykusunda kaşlarını çattı. Bu rüya haline rahatsız edici bir şey karışıyordu. Zamansız bir şey. Koridorda duyulan ayak sesleri. Daha zamanı değildi bunların. Sonra adımlar çok telaşlıydı. Bayan Bantry'nin kulakları farkına varmadan çay takımının şırgırtısını duymaya çalıştı. Ama böyle bir ses yoktu.
Kapıya vuruldu. Bayan Bantry rüyasının derinliklerinden, «Girin,» diye seslendi. Kapı açıldı. Şimdi perdeler çekilirken birbirlerine vuran halkaların şıkırtısı duyulacaktı.
Ama böyle bir gürültü olmadı. Uçuk yeşil ışıkta Mary'nin sesi duyuldu yalnızca. Kız soluk soluğa, telaşla, «Ah madam, ah, madam,» diye bağırdı. «Kütüphanede bir ceset var.»
Sonra korkuyla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayarak odadan fırladı.
Bayan Bantry yatakta doğrulup oturdu. Ya rüyası tuhaf bir biçimde değişmişti, ya da ya da Mary gerçekten telaşla odaya dalıp, kütüphanede bir ceset olduğunu söylemişti. İnanılmayacak, garip bir şeydi bu!
Bayan Bantry kendi kendine, «İmkânsız,» dedi. «Herhalde rüya gördüm.»
Ama bu sözler ağzından çıkarken bile, rüya görmemiş olduğuna gitgide inanıyordu. Mary o üstün, kendisine her ¦zaman hakim olmasını bilen Mary'si o şaşılacak sözleri gerçekten söylemişti. .
Bayan Bantry bir an düşündü. Sonra da uyumakta olan kocasını telaşla, dirseğiyle dürttü. «Arthur, Arthur, kalk.»
Bay Bantry homurdandı, mırıldandı ve sonra öbür yanına döndü.
«Uyan, Arthur. Mary'nin ne dediğini duydun mu?»
Bay Bantry güç anlaşılır bir şekilde, «Olabilir..» diye mırıldandı. «Ben de seninle aynı fikirdeyim, Dolly.» Ve hemen uykuya daldı yeniden.
Bayan Bantry adamı sarstı. «Dinlemelisin. Mary, buraya geldi ve kütüphanede bir ceset olduğunu söyledi.»
«Ha? Ne?»
«Kütüphanede bir ceset...»
«Kim demiş?»
«Mary.»
Bay Bantry karmakarışık olan aklını, kafasını toplamaya çalışarak, duruma hakim olmaya çabaladı. «Saçmalama, kızım. Rüya görmüşsün.»
«Hayır görmedim. Önce ben de öyle sandım. Ama rüya değil bu. Kız içeri girdi ve öyle dedi.»
«Mary içeri girerek kütüphanede bir ceset olduğunu mu söyledi?»
«Evet.»
Bay Bantry «Ama olamaz ki,» dedi.
Bayan Bantry duraksayarak, «Evet...» dedi. «Herhalde.» Sonra kendisini toplayarak sözlerini sürdürdü. «O halde Mary neden öyle söyledi?»
«Öyle söylemiş olamaz.»
«Söyledi.»
«Belki sen hayal gördün.»
«Ben hayal görmedim.»
Bay Bantry'nin uykusu iyice açılmıştı artık. Meseleyi çözmeye hazırlanıyordu. Şefkatle, «Sen rüya görmüşsün, Dolly, işte o kadar,» dedi. «Buna okuduğun o polisiye roman neden oldu. Şu 'Kırık Kibrit Cinayeti.' Hani — Lord Edgbaston
tüphanedeki halının üzerine güzel bir sarışının yattığını görüyor. Kız ölmüş. Romanlarda cesetler muhakkak kütüphanelerde bulunur. Gerçek yaşamda böyle bir olayla hiç karşılaşmadım.»
Bayan Bantry, «Belki artık karşılaşırsın,» diye cevap verdi. «Her neyse... Arthur, kalkıp ilgilenmelisin.»
«Dolly, rica ederim, kuşkusuz bir rüyaydı bu. İnsan ilk uyandığı zaman rüyası kendisine gerçekmiş gibi gelir. Bunun doğru olduğuna inanır.»
«Ben başka türlü bir rüya görüyordum. Bir çiçek sergisi ve rahibin mayolu karısıyla ilgili bir şey...» Birdenbire canlanan Bayan Bantry yataktan fırlayarak perdeleri açtı. Güzel bir sonbahar gününe özgü bir ışık odaya doldu. Kadın, kesin bir tavırla, «Rüya değildi,» diye ekledi. «Haydi kalk, Arthur. Aşağıya in ve meseleyi anla.»
«Aşağıya inip, kütüphanede bir ceset olup olmadığını sormamı mı istiyorsun? Bu pek gülünç olur.»
Bayan Bantry, «Bir şey sorman şart değil,» dedi. «Eğer kütüphanede bir ceset varsa, bunu biri sana hemencecik söyler nasıl olsa. Ama Mary çıldırdıysa ve olmayan birtakım şeyleri görüyorsa o başka. Senin bu konuda bir şey söylemene gerek kalmaz zaten.»
Bay Bantry söylenerek, sabahlığına sarındı ve odadan çıktı. Koridordan geçerek, merdivenlerden indi. Aşağıya hizmetkârlar toplanmışlardı. Bazıları ağlıyordu. Uşak, önemli bir tavırla öne doğru bir adım attı.
«Geldiğiniz çok iyi oldu, efendim. Siz ininceye kadar hiçbir şey yapılmamasını söyledim. Polise telefon edeyim mi, efendim?»
«Polise telefon edip ne diyeceksin?»
Uşak, başını ahçınm omzuna dayamış olan ve hüngür hüngür ağlayan uzun boylu, genç bir kadına sitemle baktı. «Anladığıma göre Mary size durumu açıklamış.»
Mary inledi. «O kadar sarsıldım ki, ne söylediğimi bilmiyorum. O manzarayı hatırlayınca dizlerimin bağı çözüldü, midem bulanmaya başladı. Onu öyle bulmak... ah, ah, ah!» Başını yeniden ahçı Bayan Eccles'in omzuna dayadı.
Ahçı kadın neredeyse zevkle, «Vah vah yavrum,» dedi.
Uşak, «Tabii Mary biraz sarsıldı, efendim,» diye açıkladı. «O korkunç şeyi bulan o. Her zamanki gibi perdeleri açmak için kütüphaneye gitti... Ve... az kalsın ayağı cesede takılıyordu.»
Bay Bantry, «Yani kütüphanemde gerçekten bir ceset olduğunu mu iddia ediyorsun?» diye sordu. «Benim kütüphanemde?»
Uşak öksürdü. «Belki cesedi görmek istersiniz, efendim.»
«Alo allo allo? Burası Karakol. Kim konuşuyor?» Polis memuru bir eliyle alıcıyı tutuyor, öbürüyle de ceketinin düğmelerini ilikliyordu. «Evet, evet, Gossington konağı. Efendim? Ah, günaydın, efendim.» Polk'un sesinin tonu biraz değişti. Karşısındaki kimse bölgenin esas hakimi ve polis sporlarının hamisi olduğundan sesindeki o sabırsız ve resmi ifade kayboldu.
«Evet, efendim? Sizin için ne yapabilirim? Afedersiniz, efendim, anlayamadım... Bir ceset mi dediniz?»
Efendim? Evet, rica ederim, efendim. Tanımadığınız genç bir kız mı? Evet efendim, anlıyorum. Evet, siz her şeyi bana bırakın.» Polk alıcıyı yerine koyarak, uzun bir ıslık çaldı. Sonra amirinin numarasını çevirmeye başladı.
Bayan Polk çevreye kızarmış Tarbon kokusu yayılan mutfaktan başını uzattı. «Ne olmuş?»
Kocası, «Akla gelmeyecek bir şey,» diye cevap verdi. «Konakta genç bir kızın cesedi bulunmuş. Bay Bantry'nin kütüphanesinde.»
«Öldürülmüş mü?»
«Boğulmuş.»
«Kimmiş kız?»
«Bay Bantry onu hiç tanımadığını söyledi.»
«O zaman kızın adamın kütüphanesinde ne işi varmış?»
Polk sitemli bir bakışla karısını susturduktan sonra resmi bir tavırla telefonda konuşmaya başladı. «Müfettiş Slack? Ben Polk. Şimdi haber verildi. Bu sabah yediyi çeyrek geçe genç bir kızın cesedi...»
Miss Marple giyinirken telefonu çaldı. Bu ses yaşlı kızı biraz şaşırttı. Telefonu bu saatte pek çalmazdı. Hiç evlenmemiş olan yaşlı Miss Marple'ın yaşamı o kadar düzenliydi ki, beklenmedik bir telefon onun heyecanla kendi kendisine bir sürü soru sormasına neden olurdu.
Miss Marple hâlâ çalan telefona hayretle baktı. «Allah Allah... Kim olabilir bu?»
Köyde, herkes ahbabına dokuzla dokuz buçuk arası telefon ederdi. O günkü planlar, davetler filan hep o saatlerde açıklanırdı. Bazan kasap, etle ilgili bir sorun oldu mu dokuzdan biraz önce telefon ederdi. Gün ortasında da ahbaplar yine birbirlerini arayabilirlerdi, Ama gece dokuz buçuktan sonra telefon etmek ayıp sayılırdı. Tabii Miss Marple'ın yeğeni bir romancıydı, yani aklına estiği gibi hareket ederdi o. Miss Marple'ı olmayacak saatlerde aradığı da çok görülmüştü. Hele bir keresinde on ikiye on kala telefon etmişti genç adam. Ama ilginç bir insan olan Raymond West kesinlikle erken kalkmazdı.
Miss Marple, «Yanlış numara çevirdiler,» diye karar verdi. Ondan sonra da sabırsız araca yaklaşarak, sesini kesmek için alıcıyı kaldırdı. «Evet?»
«Jane, sen misin?»
Miss Marple çok şaşırdı. «Evet, benim. Pek erken kalkmışsın, Dolly.»
Bayan Bantry'nin sesi oldukça heyecanlıydı. Kadının soluk soluğa olduğu anlaşılıyordu. «Çok korkunç bir şey oldu.»
«Ah, hayatım.»
«Kütüphanede bir ceset bulduk.»
Miss Marple bir an arkadaşının çıldırmış olduğunu sandı. «Ne buldunuz?»
«Biliyorum. İnsan inanamıyor değil mi? Yani, ben böyle şeylerin yalnızca kitaplarda olduğunu sanırdım. Bu sabah, aşağıya inip bakması için Arthur'la saatlerce tartıştım.»
Miss Marple kendisini toplamaya çalıştı. Telaşla, «Peki, ceset kimin?» diye sordu.
«Bir sarışının.»
«Neyin? Neyin?»
«Bir sarışının. Güzel bir sarışının. Yine tıpkı kitaplardaki gibi. Hiçbirimiz de onu tanımıyoruz üstelik. Orada, kütüphanede öyle yatıyor. Ölmüş. İşte onun için hemen kalkıp buraya gelmelisin.»
«Size gelmemi mi istiyorsun?»
«Evet. Senin için arabayı yollayacağım.»
Miss Marple tereddütle, «Eğer seni teselli edebileceğimi sanıyorsan, tabii gelirim,» dedi. «Ben...»
«Beni teselli etmeni istediğim yok. Ama sen cesetler konusunda çok ustasındır.»
«Yok canım... Benim o küçük başarılarım daha ziyade teoride kalıyordu.»
«Yok, yok, sen cinayet konusunda çok ustasındır. Anlayacağın kız öldürülmüş. Onu boğmuşlar. Onun için ben şimdi şöyle düşünüyorum: madem bizim evde bir cinayet iş-
lenmiş ben de bunun zevkine varmalıyım. Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musun? İşte onun için senin gelmeni istiyorum. Katili bulmam ve esrarı çözmem için bana yardım etmelisin. Aslında bu bayağı heyecan verici bir olay. Öyle değil mi?»
«Tabii, şekerim, eğer sana yardım edebilirsem...» «Çok iyi! Arthur aksilik ediyor. Bu olayın beni eğlendirmemesi gerektiğini düşünüyor. Tabii aslında acı bir olay. Ama neticede ben kızı tanımıyorum. Onun «gerçek»e benzemediğini de söyleyeyim. Ne demek istediğimi cesedi gördüğün zaman anlarsın.»
5 '
Miss ¦ Marple biraz da soluk soluğa Bantry'lerin arabasından indi. Şoför kapıyı saygıyla açmıştı.
Bay Bantry dışarı çıkarak basamaklarda durdu. Biraz şaşırmış gibif di. «Miss Marple? Şey... sizi gördüğüme çok sevindim.»
Miss Marple, «Karınız bana telefon etti,» diye açıkladı.
«Çok güzel, çok güzel, Dolly'nin yanında birinin bulunması gerek. Yoksa sinir krizi geçirecek. Şu anda sanki olay kendisini hiç etkilememiş gibi davranıyor ama...»
Aynı anda Bayan Bantry dışarı fırlayarak, «Hemen yemek odasına dön, Arthur,» diye bağırdı. «Jambonun soğuyacak.»
Bay Bantry, «Müfettişin geldiğini sanmıştım,» diye açıkladı.
Bayan Bantry, «Neredeyse gelir,» dedi. «İşte onun için önce kahvaltını bitirmen gerek. Buna ihtiyacın var.»
«Senin de öyle. Gelip biraz bir şeyler yemen iyi olur. Dolly...»
Bayan Bantry, «Biraz sonra gelirim,» dedi. «Haydi sen git, Arthur.»
Bay Bantry isteksiz, bir tavuk gibi yemek odasına yöneldi. Sonra Bayan Bantry zafer dolu bir sesle, «Şimdi!» diye bağırdı. «Haydi gel.»
Miss Marple'ı hızla uzun koridordan geçirerek evin doğu tarafına götürdü. Kütüphanenin kapısında Polk nöbet bekliyordu. Adam, otoriter bir tavırla Bayan Bantry'i durdurdu.
«Korkarım içeriye girilmesi yasak, madam. Müfettişin emri böyle.»
Bayan Bantry, «Saçmalama, Polk,» dedi. «Miss Marple'ı gayet iyi tanıyorsun.»
Polk, Miss Marple'ı tanıdığını itiraf etti.
Bayan Bantry «Onun cesedi görmesi şart,» diye ekledi. «Aptallık etme, Polk. Hem bu benim kütüphanem. Öyle değil mi?»
Polk boyun eğdi. Bir yandan da, «Müfettişe bunu söylemem,» diye düşünüyordu. Ama kadınlar hiçbir şeye dokun-mamalısınız,» diye uyarmayı da ihmal etmedi.
Bayan Bantry sabırsız sabırsız, «Biliyoruz,» diye cevap verdi. «İstersen sen de gel bize göz kulak ol.»
Polk bu izinden yararlanmayı fırsat bildi. Zaten buna önceden karar vermişti.
Bayan Bantry arkadaşını zaferle büyük, eski tip şömineye doğru götürdü. Melodrama kaçan bir tavırla, «İşte!» dedi.
Miss Marple o zaman arkadaşının kızın gerçeğe benzemediğini söylediği zaman neyi kasdettiğini anladı. Kütüphane, tam ev sahiplerine göre bir yerdi. Büyük, karışık, eski eşyalarla dolu bir yer.
Ve şöminenin önündeki ayı postunun üzerinde bu loş, rahat ve şirin odaya uymayan yeni, kaba ve metodramatik bir şey yatıyordu.
Gözalıcı bir genç kız. Kızın, sarıya boyalı saçları, büyük bir dikkatle iyice kıvrılıp, abartılı bir biçimde taranmıştı. Zayıf vücudunu saran, arkası açık, beyaz saten tuvaleti pullara işlenmişti. Fazla makyaj yapmıştı kız. Morarmış şiş yüzündeki
kalın pudra tabakası pek tuhaf duruyordu. İyice rimellenmiş kirpikleri gerilmiş yanakit/.na değiyor, kırmızı boyalı dudakları bir yaraya benziyordu. Kız el tırnaklarını koyu kırmızıya boyamıştı. Ayak tırnaklarını da öyle. Lame sandalları ucuz ve bayağıydı. Adi, dikkati çeken bir tipti. Bay Bantry'nin eski, rahat kütüphanesine de hiç uymuyordu.
Bayan Bantry alçak sesle, «Ne demek istediğimi anladın mı?» dedi. «Haklı değil miyim?»
Yanındaki yaşlı kadın başını salladı. Yerdeki cesede uzun uzun, düşünceli düşünceli baktı. Sonra, yumuşak bir sesle, «Pek gençmiş,» diye mırıldandı.
«Evet... evet... herhalde öyle.» Bayan Bantry'nin sanki yeni bir şey keşfetmiş gibi şaşkın bir hali vardı.
Miss Marple eğildi. Ölüye dokunmadı. Kızın, elbisesinin önünü sıkıca yakalamış olan kızın ellerine bakıyordu. Sanki zavallı soluk almak için son defa savaşırken göğsünü tırmalamaya kalkışmıştı.
Dışarıda bir araba çakılları hışırdatarak durdu. Polk telaşla, «Müfettiş geldi sanırım...» dedi.
Bayan Bantry hemen kapıya doğru döndü. Miss Marple onu izledi. Bayan Bantry, «Merak etme, Polk,» diye mırıldandı.
Adam rahat bir soluk aldı.
Bay Bantry reçelli ekmeğinin son lokmasını da kahvenin yardımıyla telaşla yutarak, hole fırladı. Bölgenin Polis Müdürü Albay Melchett'in yanında Müfettiş Slack'la arabadan indiğini görünce, çok sevindi. Slack'den pek hoşlanmazdı. Fazla enerjik olan bu adam, önemli saymadığı kimseleri kırmaktan hiç çekinmeyen bir tipti.
Polis müdürü, «Günaydın, Bantry,» dedi. «Kalkıp gelmenin iyi olacağını düşündüm. Pek tuhaf bir olaya benziyor
bu.»
«Bu... bu...» Bay Bantry düşüncelerini açıklamaya çalışıyordu. «İnanılacak gibi değil! Korkunç!» ¦ , . .
«Kızın kim olduğunu bilmiyor musun?»
«Hayır. Ömrümde görmedim.»
Müfettiş Slack sordu. «Uşak bir şeyler biliyor mu?»
«Lorrimer de benim gibi şaşırdı.»
Müfettiş Slack, «Ah,» diye mırıldandı. «Acaba?»
Bay Bantry, «Yemek odasında kahvaltı hazır, Melchett,» dedi. «Bir şeyler yemek ister misin?»
«Hayır... hayır, şu işe bakalım daha iyi. Haydock da neredeyse gelir. Hah, işte.»
Bir araba daha durdu. Aynı zamanda polis doktorluğu yapan Haydock, çabucak indi. İriyarı, geniş omuzlu bir adamdı. İkinci bir arabadan ise iki sivil polis çıktı. Bunlardan birinin elinde bir fotoğraf makinesi vardı.
Polis müdürü, «Ah,» dedi. «Tamam mıyız? Pekâlâ. Gidelim. Slack bana cesedin kütüphanede olduğunu söyledi.»
Bantry inledi. «İnanılacak gibi değil. Biliyor musun, bu sabah karım, hizmetçinin içeri girerek kütüphanede bir ceset olduğunu haber verdiğini söylediği zaman ona inanamadım.»
«Evet, evet, gayet iyi anlıyorum. Bütün bunların karını
fazla sarsmadığını umarım.»
«Çok anlayışlı davrandı o. Olağanüstü bir biçimde Miss Marple'ı çağırdı. Hani şu köydeki Miss Marple'ı.»
«Miss Marple?» Polis müdürünün vücudu birdenbire kaskatı kesiliverdi. «Karın onu neden çağırttı?»
«Yanında bir arkadaşının bulunmasını istiyordu. Kadınlar böyle değil midir?»
Albay Melchett hafifçe güldü. «Eğer bana sorarsan karın amatör dedekdifliğe kalkışacaktır derim. Miss Marple köyün en
yaman hafiyesidir. Bir keresinde bize iyi bir ders verdiydi. Öyle değil mi, Slack?»
Müfettiş Slack, «O başkaydı,» dedi.
«Nasıl başkaydı?»
«O yöresel bir olaydı, efendim. O yaşlı hanım da gerçekten köyde olan her şeyi biliyor. Ama buradaki onun boyundan büyük bir iş.»
Melchett alaycı bir tavırla, «Olay hakkında senin de bir bilgin yok, Slack,» diye cevap verdi.
«Ah, biraz sabredin, efendim. Ben çok geçmeden işin içyüzünü anlayacağım.»
Yemek odasında, bu kez Bayan Bantry'le Miss Marple kahvaltı ediyorlardı.
Bayan Bantry misafirine türlü şey ikram ettikten sonra, heyecanla, «E, Jane?» diye sordu.
Miss Marple arkadaşına baktı. Biraz şaşırmış gibi bir hali vardı.
Bayan Bantry umutla, «Sana bir şeyi hatırlatmıyor mu?» dedi.
Çünkü Miss Marple çok ciddi meseleleri, bunları aydınlığa kavuşturacak biçimde, basit köy olaylarına bağlamasıyla ün yapmıştı.
Yaşlı kız düşünceli düşünceli, «Hayır,» diye mırıldandı. «Şu anda hatırlatmıyor. Tabii aklıma Bayan Chetty'nin en küçük kızı gelmedi değil. Edie yani. Ama bunun tek nedeni içerideki zavallı kızın tırnaklarını kemirmesi ve ön dişlerinin de biraz çıkık olmasıydı sanırım. Başka bir benzerlik dikkatimi çekmedi şu anda.» Miss Marple bu benzetmesine devam etti. «Tabii Edie de ucuz ve parlak şeylere bayılırdı.»
Bayan Bantry, «Kızın kıyafetini mi kasdediyorsun,» dedi.
«Evet. Pek parlak saten o. Ucuz cinsten.»
Bayan Bantry, «Biliyorum,» diye mırıldandı. «Her şeyin bir sterline satıldığı o pis dükkânların birinden almış olmalı.» Umutla sözlerine devam etti. «Dur bakayım?... Bayan Chetty'nin kızı Edie'ye ne olmuştu?»
«İkinci işine girdi. Yanılmıyorsam doğru dürüst de çalışıyor.»
Bayan Bantry düşkırıklığına uğramıştı. Köyle ilgili benzetmeden bir sonuç çıkmayacağı anlaşılıyordu. «Benim anlayamadığım şu,» dedi. «Kızın, Arthur'un kütüphanesinde ne işi vardı? Polk bana, camlı kapının zorlanıp açılmış olduğunu söyledi. Belki kız buraya bir hırsızla birlikte geldi. Sonra kavga ettiler... Ama bu da pek saçma değil mi?»
Miss Marple düşünceli bir tavırla başını salladı. «Kız hırsızlığa çıkacak gibi giyinmemişti.»
«Hayır, dans için giyinmişti o. Bir parti için. Ama burada ya da yakınlarda bir yerde öyle bir toplantı da yoktu.»
Miss Marple bir an duraksayarak, «H-h-hayır...» dedi. Bayan Bantry hemen atıldı. «Aklına bir şey geldi, değil mi,
Jane?»
«Düşünüyordum...»
«Evet?»
«Basil Blake?»
Bayan Bantry heyecanla bağırdı. «Ah, olamaz!» Sonra da açıklarmış gibi ekledi. «Onun annesini tanırdım.»
İki kadın birbirlerine baktılar.
Miss Marple içini çekerek başını salladı. «Ne hissettiğini anlıyorum.»
«Selina Blake dünyanın en iyi kadınlarından biridir. Bahçesi harika. Onu bu yüzden öyle kıskanıyorum ki. Ayrıca insana bol bol çiçek de veriyor.»
Miss Marple, Bayan Blake konusunda o kadar dikkatli davranmak niyetinde değildi. «Ama Basil hakkında çok dedikodu yapıldı.»
«Ah, biliyorum... Biliyorum... Tabii Basil Blake'den söz edildiği zaman Arthur da öfkesinden deliye dönüyor. Gerçekten Basil de Arthur'e karşı çok kabalık etti. O zamandan beri Arthur de Basil'in iyi bir tarafı olabileceğini kesinlikle kabul etmiyor. Basil, bütün şimdiki gençler gibi karşısındakini aşağı görüyormuşçasına konuşuyor. Sonra kıyafeti de pek tuhaf tabii.» Bayan Bantry bir an durduktan sonra sözlerine devam etti. «Birçok kişi, 'İnsan köyde istediği kılıkta dolaşabilir,' diyor. Hayatımda bundan daha saçma bir söz duymadım. Aslında köyde insanın giyimi dikkati daha çok çekiyor.» Bir an durdu sonra da üzüntüyle ekledi. «Basil, bebekliğinde öyle şirindi ki. Hele banyo yaparken.»
Miss Marple, «Geçen pazar gazetede Cheviot katilinin bebeklik resmi vardı,» dedi. «Pek şirindi o da.»
«Ah, ama Jane, sen Basil'in...»
«Hayır, hayır, şekerim. Ben öyle bir şey kasdetmedim. O kadar çabuk karar verilemez ki. Ben yalnızca o genç kızın buraya neden geldiğini bulmaya çalışıyordum. St. Mary Mead ona göre bir yer değil. Sonra kızın buraya gelişinin Basil Bla-ke'le bir ilgisi olabileceğini düşündüm. O partiler veriyor. O toplantılara Londra'dan, film stüdyolarından kimseler geliyor. Geçen temmuzu hatırlıyor musun? Bağırıp çağırışmalar... Şarkılar... Korkarım herkes iyice sarhoştu. Gürültü dayanılacak gibi değildi. Ertesi sabah salon kırık bardaklarla doluydu. Daha doğrusu yaşlı Bayan Berry bana öyle söyledi. Sonra genç bir kadın da çırılçıplak banyoda uyuyordu.»
Bayan Bantry hoşgörüyle, «Herhalde film aktrisleri filandı onlar,» dedi.
«Herhalde. Ve... Son haberi de herhalde duydun? Basil Blake bir iki aydan beri her hafta sonu bir iğrenç kadını beraberinde getiriyor. Platin saçlı bir sarışın.»
Bayan Bantry bağırdı. «Sarışının içerideki olduğunu mu sanıyorsun?»
«Şey... bunu düşünmedim değil. Tabii o genç kadını pek yakından görmedim. Yalnızca arabadan inerken... Bir kere de bahçede güneşlenirken. Kısacık bir şortla bir sutyen giymişti. Yüzünü hiçbir zaman iyice göremedim. Tabii bütün bu kızlar makyajları, saç biçimleri ve uzun tırnaklarıyla birbirlerine benziyorlar.»
«Evet... Olabilir. Bu da bir fikir, Jane.»
İkinci Bölüm
1
O sırada bu görüşü Albay Melchett'le Bay Bantry de tartışmaktaydılar.
Polis müdürü cesedi inceledikten ve adamlarının da belirli bir şekilde çalışmaya başladıklarını gördükten sonra ev sahibiyle birlikte konağın başka bir bölümündeki çalışma odasına çekilmişti.
Albay Melchett kısa kızıl bıyığını çekiştirmek alışkanlığında olan, öfkeli bir adamdı. Şimdi de, şaşkın bir tavırla yan yan Bantry'e bakıyor ve yine bıyığını çekiştiriyordu. Nihayet, «Buraya bak, Bantry,» diye bağırdı. «Dilimin altındaki baklayı çıkarmak zorundayım. Bu kızı gerçekten tanımıyor
musun?»
Beriki müthiş bir öfkeyle cevap verecek oldu. Ama polis
müdürü onun sözünü kesti.
__2i__
«Biliyorum, dostum, biliyorum. Ne ki, meseleye bir de şu açıdan bak. Senin için pek zor bir durum olabilir bu. Evlisin. Karına bağlısın. Şurada baş başa konuşuyoruz. Eğer bu kızla herhangi bir ilişkin var idiyse, bunu şimdi açıklaman çok daha iyi olur. Gerçeği saklamayı istemeni anlıyorum. Herhalde ben de aynı şekilde düşünürdüm. Ama bu durumda böyle bir şey mümkün değil. Bir cinayetle karşı karşıyayız. Gerçek er geç ortaya çıkar. Allah kahretsin, kızı, senin boğduğunu söylemiyorum. Bu senin yapabileceğin bir şey değil. Bunu çok iyi biliyorum. Ama sonuçta kız buraya gelmiş, bu eve. Belki kapıyı kırıp içeri girdi ve seni beklemeye başladı. Adamın biri de peşinden geldi ve onu öldürdü. Bu pekâlâ mümkün. Ne demek istediğimi anlıyor musun?»
«Allah kahretsin! Melchett, ben bu kızı hayatımda bir kez bile görmüş değilim! Ben öyle bir insan mıyım?»
«İyi ya. O halde mesele yok. Aslında seni suçlu da bulmazdım. Tecrübeli insanlarız biz. Ama madem böyle söylüyorsun. Şimdi mesele şu: bu kızın burada ne işi vardı? Onun buralı olmadığı belli.»
Bantry hiddetinden köpürüyordu. «Bir kâbus bu! Bir kâbus!»
«Dostum, önemli olan nokta şu: bu kız senin kütüphanende ne yapıyordu?»
«Ne bileyim ben! Onu ben davet etmedim ki!»
«Evet, evet. Ama kız yine de buraya gelmiş. Seni görmek istediği anlaşılıyor. Sana tuhaf bir mektup filan gelmiş miydi?»
«Hayır, gelmedi.»
Albay Melchett nazik nazik sordu. «Sen dün gece ne yapıyordun?»
«Muhafazakârlar Birliği'nin toplantısındaydım. Dokuzda, Much Benham'da yapıldı toplantı.»
«Eve ne zaman döndün?»
«Much Benham'dan onu geçe ayrıldım. Yolda başım
derde girdi. Patlayan lastiği değiştirmek zorunda kaldım. Eve on ikiye çeyrek kala döndüm.» «Kütüphaneye gitmedin mi?» «Gitmedim.» «Yazık.»
«Yorulmuştum. Hemen çıkıp yattım.» «Seni bekleyen var mıydı?»
«Hayır. Yanıma oldum olası anahtar alırım. Lorrimer, çoğu zaman on birde yatar. Ancak kendisinden istersem beni bekler.»
«Kütüphaneyi kim kapatır?» «Lorrrimer. Bu mevsimde yedi buçukta.» «Gece kütüphaneye hiç girmez mi?» «Ben dışardaysam girmez tabii. İçinde viski ve kadehler bulunan bir tepsiyi de hole bırakır.» «Anlıyorum. Ya karın?»
«Bilmiyorum. Dün gece ben eve döndüğüm zaman o mışıl mışıl uyuyordu. Dün akşam kütüphanede oturmuş olabilir. Ya da salonda. Sormayı unuttum.»
«Neyse... Bütün bu ayrıntıları yakında öğreniriz. Tabii bu iş hizmetkârlardan biriyle ilgili olabilir. Öyle değil mi?»
Bantry başını salladı. «Buna inanamam. Hepsi de sa-gıdeğer insanlardır. Yıllardan beri yanımızda çalışıyorlar.»
Melchett de aynı fikirdeydi. «Evet, onların bu cinayete karışmış olabileceklerini ben de pek sanmıyorum. Ölen kız şehirden gelmiş sanırım. Herhalde yanında da bir delikanlı vardı. Ama neden buraya zorla girdiler...»
Bantry onun sözünü kesti. «Herhalde kız Londra'dan geldi. Tabii burada öyle eğlence filan yok ama... yani...» «E, ne var?»
Bantry bağırdı. «Hay Allah! Basil Blake!» «O da kim?»
«Film endüstrisiyle ilgisi olan bir genç. Kaba bir köpek. Karım onu savunuyor çünkü annesi okul arkadaşı. Ama
bana sorarsan Basil Blake, bir işe yaramaz dejenerinin biri. Ahmak da. Lansham yolundaki o villayı satın aldı. Hani şu iğrenç, modern bina. Orada partiler veriyor. Bir sürü gürültücü insan villaya doluşarak avaz avaz bağırıyor. Hafta sonlarında da oraya kızlar getiriyor.»
«Kızlar mı?»
«Evet. Geçen hafta bir kız vardı orada. Şu platin saçlı sarışınlardan biri...» Bantry'nin ağzı bir karış açık kaldı.
Melchett düşünceli düşünceli, «Platin saçlı bir sarışın, ha?» dedi.
«Evet. Melchett buraya bak, yani...»
Polis müdürü çabucak, «Bu da bir olasılık,» dedi. «Böylece o tip bir kızın St. Mary Mead köyüne neden geldiği açıklanmış olur. En iyisi ben gidip o gençle bir konuşayım. Braid... Blake... adı neydi onun?»
«Blake. Basil Blake.»
«Acaba evde midir?»
«Dur bakayım. Bu gün ne? Cumartesi mi? Blake çoğu cumartesi sabahları villaya gelir.»
Melchett homurdandı. «Bakalım onu bulabilecek miyiz?»
Basil Blake'in yarı ahşap, uydurma Tudor tarzı villasında her türlü modern konfor vardı.
Köyden üç yüz metre kadar uzaklıktaydı villa. Henüz bozulmamış olan şirin bir köy yolunun üzerindeydi. Aynı yolda olan Gossington köşkü villadan bir buçuk kilometre ötedeydi.
Villayı film yıldızlarından birinin satın aldığı duyulduğu zaman bütün St. Mary Mead bu olayla yakından ilgilenmişti. Şimdi herkes bu efsanevi yaratığın köyde ilk gözükeceği anı
bekliyordu. Görünüş bakımından Basil Blake'in köy sakinlerini düşkırıklığına uğratmadığını söylemeliyiz. Ama zamanla gerçek ortaya çıkmıştı. Basil Blake, film yıldızı değildi. Hatta film aktörü bile değildi o. Lencille Stüdyolarmdaki set dekoratörlerinden biriydi. Hem de en az önemlilerinden biri. Köyün genç kızlarının ilgisi söndü. St. Mary Mead'i yöneten, eleştirmeyi iş edinmiş yaşlı kızlar Basil Blake'in yaşayış tarzından hoşlanmadıklarını açıkladılar. Yalnızca 'Mavi Domuz1 meyhanesinin sahibi hâlâ Basil'e ve onun arkadaşlarına karşı hayranlık duyuyordu. Zira genç adam villaya yer-leşelinden beri meyhanenin kazancı artmıştı.
Polis arabası villanın tuhaf biçimli, çarpık bahçe kapısının önünde durdu ve Albay Melchett, yarı ahşap evdeki tahta fazlalığına adeta tiksintiyle bakarak içeri girdi. Hızla ön kapıya giderek, sanki birine saldıracakmış gibi tokmağı çabucak vurdu.
Kapı, umduğundan daha çabuk açıldı. Koyu mavi bir gömlek ve turuncu kadife bir pantolon giymiş olan, uzun, düz siyah saçlı bir genç azarlar gibi, «Ee, ne istiyorsunuz?»
dedi.
«Siz Bay Basil Blake misiniz?»
«Tabii.»
«Sizinle eğer mümkünse, bir iki kelime konuşmak istiyordum, Bay Blake.»
«Siz kimsiniz?»
«Ben bölgenin polis müdürü Albay Melchett'im.»
Bay Blake küstah bir tavırla, «Öyle mi?» dedi. «Pek komik.»
Onun peşisıra içeri giren Albay Melchett, Bay Bantry'e hak verdi. Bu genci görenin ayağı kaşınmaya başlıyor, insan onu tekmeleme arzusuna kapılıyordu. Ama polis müdürü
kendisini tuttu.
Nazik nazik konuşmaya çalışarak, «Erkenden kalktığınız
anlaşılıyor, Bay Blake,» dedi.
«Yok canım. Ben daha yatmadım ki.» «Öyle mi?»
«Herhalde buraya saat kaçta yattığımı sormaya geldiniz. Eğer bunun için geldinizse o zaman vatandaşların paralarını ve zamanlarını ziyan ediyorsunuz demektir. Benimle hangi konuda konuşmak istiyorsunuz?»
Albay Melchett hafifçe öksürdü. «Bay Blake, anladığıma göre geçen hafta bir misafiriniz varmış. Şey... sarı saçlı, genç bir hanım.»
1
Bayan Bantry, rüya görüyordu. Itırşahileri, çiçek sergisinin de birincisi olmuştu. Beyaz keten cüppeli rahip kilisede ödülleri veriyordu. Rahibin karısı, sırtında mayosuyla yanlarından geçti. Ama rüya bu ya... Topluluk buna hiç aldırmıyordu. Kadın gerçekte de böyle yapsaydı kimbilir nasıl davranırlardı?
Bayan Bantry, rüyasının zevkini iyice çıkarıyordu. Kadın ilk sabah çayının gelmesiyle sona eren bu sabah rüyalarından çoğunlukla hoşlanırdı. Bayan Bantry evlere özgü o sabah gürültülerini hayal meyal işitiyordu. Hizmetçinin merdivendeki perdeleri çekerken çıkardığı halkaların şıkırtıları. İkinci hizmetçinin koridoru süpürürken çıkardığı hışırtı. Daha uzakta, ağır ön kapı sürgüsünün çekilmesinden doğan gıcırtı.
Yeni bir gün başlıyordu. Bayan Bantry çiçek sergisinden elden geldiğince zevk almalıydı. Çünkü bunun bir rüya olduğu giderek daha belirginleşiyordu...
Aşağıda, salondaki büyük panjurlar gürültüyle açıldı. Bayan Bantry bu gürültüyü hem duydu, hem duymadı. Evle ilgili o alışılagelmiş gürültüler daha on beş dakika devam
edecekti. Usulca, olabildiğince sessizce. Çok bildik oldukları için insanı rahatsız etmiyorlardı bunlar. Bu gürültüler, koridordan yankılanan alçak, kontrollü ayak sesleri, çiçekli bir elbisenin hışırtısı, dışarıdaki masaya konan çay tepsisindeki takımın hışırtısı, tüm bunlar Mary'nin usulca kapıya vurarak, perdeleri açmak için içeriye girmesiyle sona erecekti.
Bayan Bantry uykusunda kaşlarını çattı. Bu rüya haline rahatsız edici bir şey karışıyordu. Zamansız bir şey. Koridorda duyulan ayak sesleri. Daha zamanı değildi bunların. Sonra adımlar çok telaşlıydı. Bayan Bantry'nin kulakları farkına varmadan çay takımının şırgırtısını duymaya çalıştı. Ama böyle bir ses yoktu.
Kapıya vuruldu. Bayan Bantry rüyasının derinliklerinden, «Girin,» diye seslendi. Kapı açıldı. Şimdi perdeler çekilirken birbirlerine vuran halkaların şıkırtısı duyulacaktı.
Ama böyle bir gürültü olmadı. Uçuk yeşil ışıkta Mary'nin sesi duyuldu yalnızca. Kız soluk soluğa, telaşla, «Ah madam, ah, madam,» diye bağırdı. «Kütüphanede bir ceset var.»
Sonra korkuyla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayarak odadan fırladı.
Bayan Bantry yatakta doğrulup oturdu. Ya rüyası tuhaf bir biçimde değişmişti, ya da ya da Mary gerçekten telaşla odaya dalıp, kütüphanede bir ceset olduğunu söylemişti. İnanılmayacak, garip bir şeydi bu!
Bayan Bantry kendi kendine, «İmkânsız,» dedi. «Herhalde rüya gördüm.»
Ama bu sözler ağzından çıkarken bile, rüya görmemiş olduğuna gitgide inanıyordu. Mary o üstün, kendisine her ¦zaman hakim olmasını bilen Mary'si o şaşılacak sözleri gerçekten söylemişti. .
Bayan Bantry bir an düşündü. Sonra da uyumakta olan kocasını telaşla, dirseğiyle dürttü. «Arthur, Arthur, kalk.»
Bay Bantry homurdandı, mırıldandı ve sonra öbür yanına döndü.
«Uyan, Arthur. Mary'nin ne dediğini duydun mu?»
Bay Bantry güç anlaşılır bir şekilde, «Olabilir..» diye mırıldandı. «Ben de seninle aynı fikirdeyim, Dolly.» Ve hemen uykuya daldı yeniden.
Bayan Bantry adamı sarstı. «Dinlemelisin. Mary, buraya geldi ve kütüphanede bir ceset olduğunu söyledi.»
«Ha? Ne?»
«Kütüphanede bir ceset...»
«Kim demiş?»
«Mary.»
Bay Bantry karmakarışık olan aklını, kafasını toplamaya çalışarak, duruma hakim olmaya çabaladı. «Saçmalama, kızım. Rüya görmüşsün.»
«Hayır görmedim. Önce ben de öyle sandım. Ama rüya değil bu. Kız içeri girdi ve öyle dedi.»
«Mary içeri girerek kütüphanede bir ceset olduğunu mu söyledi?»
«Evet.»
Bay Bantry «Ama olamaz ki,» dedi.
Bayan Bantry duraksayarak, «Evet...» dedi. «Herhalde.» Sonra kendisini toplayarak sözlerini sürdürdü. «O halde Mary neden öyle söyledi?»
«Öyle söylemiş olamaz.»
«Söyledi.»
«Belki sen hayal gördün.»
«Ben hayal görmedim.»
Bay Bantry'nin uykusu iyice açılmıştı artık. Meseleyi çözmeye hazırlanıyordu. Şefkatle, «Sen rüya görmüşsün, Dolly, işte o kadar,» dedi. «Buna okuduğun o polisiye roman neden oldu. Şu 'Kırık Kibrit Cinayeti.' Hani — Lord Edgbaston
tüphanedeki halının üzerine güzel bir sarışının yattığını görüyor. Kız ölmüş. Romanlarda cesetler muhakkak kütüphanelerde bulunur. Gerçek yaşamda böyle bir olayla hiç karşılaşmadım.»
Bayan Bantry, «Belki artık karşılaşırsın,» diye cevap verdi. «Her neyse... Arthur, kalkıp ilgilenmelisin.»
«Dolly, rica ederim, kuşkusuz bir rüyaydı bu. İnsan ilk uyandığı zaman rüyası kendisine gerçekmiş gibi gelir. Bunun doğru olduğuna inanır.»
«Ben başka türlü bir rüya görüyordum. Bir çiçek sergisi ve rahibin mayolu karısıyla ilgili bir şey...» Birdenbire canlanan Bayan Bantry yataktan fırlayarak perdeleri açtı. Güzel bir sonbahar gününe özgü bir ışık odaya doldu. Kadın, kesin bir tavırla, «Rüya değildi,» diye ekledi. «Haydi kalk, Arthur. Aşağıya in ve meseleyi anla.»
«Aşağıya inip, kütüphanede bir ceset olup olmadığını sormamı mı istiyorsun? Bu pek gülünç olur.»
Bayan Bantry, «Bir şey sorman şart değil,» dedi. «Eğer kütüphanede bir ceset varsa, bunu biri sana hemencecik söyler nasıl olsa. Ama Mary çıldırdıysa ve olmayan birtakım şeyleri görüyorsa o başka. Senin bu konuda bir şey söylemene gerek kalmaz zaten.»
Bay Bantry söylenerek, sabahlığına sarındı ve odadan çıktı. Koridordan geçerek, merdivenlerden indi. Aşağıya hizmetkârlar toplanmışlardı. Bazıları ağlıyordu. Uşak, önemli bir tavırla öne doğru bir adım attı.
«Geldiğiniz çok iyi oldu, efendim. Siz ininceye kadar hiçbir şey yapılmamasını söyledim. Polise telefon edeyim mi, efendim?»
«Polise telefon edip ne diyeceksin?»
Uşak, başını ahçınm omzuna dayamış olan ve hüngür hüngür ağlayan uzun boylu, genç bir kadına sitemle baktı. «Anladığıma göre Mary size durumu açıklamış.»
Mary inledi. «O kadar sarsıldım ki, ne söylediğimi bilmiyorum. O manzarayı hatırlayınca dizlerimin bağı çözüldü, midem bulanmaya başladı. Onu öyle bulmak... ah, ah, ah!» Başını yeniden ahçı Bayan Eccles'in omzuna dayadı.
Ahçı kadın neredeyse zevkle, «Vah vah yavrum,» dedi.
Uşak, «Tabii Mary biraz sarsıldı, efendim,» diye açıkladı. «O korkunç şeyi bulan o. Her zamanki gibi perdeleri açmak için kütüphaneye gitti... Ve... az kalsın ayağı cesede takılıyordu.»
Bay Bantry, «Yani kütüphanemde gerçekten bir ceset olduğunu mu iddia ediyorsun?» diye sordu. «Benim kütüphanemde?»
Uşak öksürdü. «Belki cesedi görmek istersiniz, efendim.»
«Alo allo allo? Burası Karakol. Kim konuşuyor?» Polis memuru bir eliyle alıcıyı tutuyor, öbürüyle de ceketinin düğmelerini ilikliyordu. «Evet, evet, Gossington konağı. Efendim? Ah, günaydın, efendim.» Polk'un sesinin tonu biraz değişti. Karşısındaki kimse bölgenin esas hakimi ve polis sporlarının hamisi olduğundan sesindeki o sabırsız ve resmi ifade kayboldu.
«Evet, efendim? Sizin için ne yapabilirim? Afedersiniz, efendim, anlayamadım... Bir ceset mi dediniz?»
Efendim? Evet, rica ederim, efendim. Tanımadığınız genç bir kız mı? Evet efendim, anlıyorum. Evet, siz her şeyi bana bırakın.» Polk alıcıyı yerine koyarak, uzun bir ıslık çaldı. Sonra amirinin numarasını çevirmeye başladı.
Bayan Polk çevreye kızarmış Tarbon kokusu yayılan mutfaktan başını uzattı. «Ne olmuş?»
Kocası, «Akla gelmeyecek bir şey,» diye cevap verdi. «Konakta genç bir kızın cesedi bulunmuş. Bay Bantry'nin kütüphanesinde.»
«Öldürülmüş mü?»
«Boğulmuş.»
«Kimmiş kız?»
«Bay Bantry onu hiç tanımadığını söyledi.»
«O zaman kızın adamın kütüphanesinde ne işi varmış?»
Polk sitemli bir bakışla karısını susturduktan sonra resmi bir tavırla telefonda konuşmaya başladı. «Müfettiş Slack? Ben Polk. Şimdi haber verildi. Bu sabah yediyi çeyrek geçe genç bir kızın cesedi...»
Miss Marple giyinirken telefonu çaldı. Bu ses yaşlı kızı biraz şaşırttı. Telefonu bu saatte pek çalmazdı. Hiç evlenmemiş olan yaşlı Miss Marple'ın yaşamı o kadar düzenliydi ki, beklenmedik bir telefon onun heyecanla kendi kendisine bir sürü soru sormasına neden olurdu.
Miss Marple hâlâ çalan telefona hayretle baktı. «Allah Allah... Kim olabilir bu?»
Köyde, herkes ahbabına dokuzla dokuz buçuk arası telefon ederdi. O günkü planlar, davetler filan hep o saatlerde açıklanırdı. Bazan kasap, etle ilgili bir sorun oldu mu dokuzdan biraz önce telefon ederdi. Gün ortasında da ahbaplar yine birbirlerini arayabilirlerdi, Ama gece dokuz buçuktan sonra telefon etmek ayıp sayılırdı. Tabii Miss Marple'ın yeğeni bir romancıydı, yani aklına estiği gibi hareket ederdi o. Miss Marple'ı olmayacak saatlerde aradığı da çok görülmüştü. Hele bir keresinde on ikiye on kala telefon etmişti genç adam. Ama ilginç bir insan olan Raymond West kesinlikle erken kalkmazdı.
Miss Marple, «Yanlış numara çevirdiler,» diye karar verdi. Ondan sonra da sabırsız araca yaklaşarak, sesini kesmek için alıcıyı kaldırdı. «Evet?»
«Jane, sen misin?»
Miss Marple çok şaşırdı. «Evet, benim. Pek erken kalkmışsın, Dolly.»
Bayan Bantry'nin sesi oldukça heyecanlıydı. Kadının soluk soluğa olduğu anlaşılıyordu. «Çok korkunç bir şey oldu.»
«Ah, hayatım.»
«Kütüphanede bir ceset bulduk.»
Miss Marple bir an arkadaşının çıldırmış olduğunu sandı. «Ne buldunuz?»
«Biliyorum. İnsan inanamıyor değil mi? Yani, ben böyle şeylerin yalnızca kitaplarda olduğunu sanırdım. Bu sabah, aşağıya inip bakması için Arthur'la saatlerce tartıştım.»
Miss Marple kendisini toplamaya çalıştı. Telaşla, «Peki, ceset kimin?» diye sordu.
«Bir sarışının.»
«Neyin? Neyin?»
«Bir sarışının. Güzel bir sarışının. Yine tıpkı kitaplardaki gibi. Hiçbirimiz de onu tanımıyoruz üstelik. Orada, kütüphanede öyle yatıyor. Ölmüş. İşte onun için hemen kalkıp buraya gelmelisin.»
«Size gelmemi mi istiyorsun?»
«Evet. Senin için arabayı yollayacağım.»
Miss Marple tereddütle, «Eğer seni teselli edebileceğimi sanıyorsan, tabii gelirim,» dedi. «Ben...»
«Beni teselli etmeni istediğim yok. Ama sen cesetler konusunda çok ustasındır.»
«Yok canım... Benim o küçük başarılarım daha ziyade teoride kalıyordu.»
«Yok, yok, sen cinayet konusunda çok ustasındır. Anlayacağın kız öldürülmüş. Onu boğmuşlar. Onun için ben şimdi şöyle düşünüyorum: madem bizim evde bir cinayet iş-
lenmiş ben de bunun zevkine varmalıyım. Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musun? İşte onun için senin gelmeni istiyorum. Katili bulmam ve esrarı çözmem için bana yardım etmelisin. Aslında bu bayağı heyecan verici bir olay. Öyle değil mi?»
«Tabii, şekerim, eğer sana yardım edebilirsem...» «Çok iyi! Arthur aksilik ediyor. Bu olayın beni eğlendirmemesi gerektiğini düşünüyor. Tabii aslında acı bir olay. Ama neticede ben kızı tanımıyorum. Onun «gerçek»e benzemediğini de söyleyeyim. Ne demek istediğimi cesedi gördüğün zaman anlarsın.»
5 '
Miss ¦ Marple biraz da soluk soluğa Bantry'lerin arabasından indi. Şoför kapıyı saygıyla açmıştı.
Bay Bantry dışarı çıkarak basamaklarda durdu. Biraz şaşırmış gibif di. «Miss Marple? Şey... sizi gördüğüme çok sevindim.»
Miss Marple, «Karınız bana telefon etti,» diye açıkladı.
«Çok güzel, çok güzel, Dolly'nin yanında birinin bulunması gerek. Yoksa sinir krizi geçirecek. Şu anda sanki olay kendisini hiç etkilememiş gibi davranıyor ama...»
Aynı anda Bayan Bantry dışarı fırlayarak, «Hemen yemek odasına dön, Arthur,» diye bağırdı. «Jambonun soğuyacak.»
Bay Bantry, «Müfettişin geldiğini sanmıştım,» diye açıkladı.
Bayan Bantry, «Neredeyse gelir,» dedi. «İşte onun için önce kahvaltını bitirmen gerek. Buna ihtiyacın var.»
«Senin de öyle. Gelip biraz bir şeyler yemen iyi olur. Dolly...»
Bayan Bantry, «Biraz sonra gelirim,» dedi. «Haydi sen git, Arthur.»
Bay Bantry isteksiz, bir tavuk gibi yemek odasına yöneldi. Sonra Bayan Bantry zafer dolu bir sesle, «Şimdi!» diye bağırdı. «Haydi gel.»
Miss Marple'ı hızla uzun koridordan geçirerek evin doğu tarafına götürdü. Kütüphanenin kapısında Polk nöbet bekliyordu. Adam, otoriter bir tavırla Bayan Bantry'i durdurdu.
«Korkarım içeriye girilmesi yasak, madam. Müfettişin emri böyle.»
Bayan Bantry, «Saçmalama, Polk,» dedi. «Miss Marple'ı gayet iyi tanıyorsun.»
Polk, Miss Marple'ı tanıdığını itiraf etti.
Bayan Bantry «Onun cesedi görmesi şart,» diye ekledi. «Aptallık etme, Polk. Hem bu benim kütüphanem. Öyle değil mi?»
Polk boyun eğdi. Bir yandan da, «Müfettişe bunu söylemem,» diye düşünüyordu. Ama kadınlar hiçbir şeye dokun-mamalısınız,» diye uyarmayı da ihmal etmedi.
Bayan Bantry sabırsız sabırsız, «Biliyoruz,» diye cevap verdi. «İstersen sen de gel bize göz kulak ol.»
Polk bu izinden yararlanmayı fırsat bildi. Zaten buna önceden karar vermişti.
Bayan Bantry arkadaşını zaferle büyük, eski tip şömineye doğru götürdü. Melodrama kaçan bir tavırla, «İşte!» dedi.
Miss Marple o zaman arkadaşının kızın gerçeğe benzemediğini söylediği zaman neyi kasdettiğini anladı. Kütüphane, tam ev sahiplerine göre bir yerdi. Büyük, karışık, eski eşyalarla dolu bir yer.
Ve şöminenin önündeki ayı postunun üzerinde bu loş, rahat ve şirin odaya uymayan yeni, kaba ve metodramatik bir şey yatıyordu.
Gözalıcı bir genç kız. Kızın, sarıya boyalı saçları, büyük bir dikkatle iyice kıvrılıp, abartılı bir biçimde taranmıştı. Zayıf vücudunu saran, arkası açık, beyaz saten tuvaleti pullara işlenmişti. Fazla makyaj yapmıştı kız. Morarmış şiş yüzündeki
kalın pudra tabakası pek tuhaf duruyordu. İyice rimellenmiş kirpikleri gerilmiş yanakit/.na değiyor, kırmızı boyalı dudakları bir yaraya benziyordu. Kız el tırnaklarını koyu kırmızıya boyamıştı. Ayak tırnaklarını da öyle. Lame sandalları ucuz ve bayağıydı. Adi, dikkati çeken bir tipti. Bay Bantry'nin eski, rahat kütüphanesine de hiç uymuyordu.
Bayan Bantry alçak sesle, «Ne demek istediğimi anladın mı?» dedi. «Haklı değil miyim?»
Yanındaki yaşlı kadın başını salladı. Yerdeki cesede uzun uzun, düşünceli düşünceli baktı. Sonra, yumuşak bir sesle, «Pek gençmiş,» diye mırıldandı.
«Evet... evet... herhalde öyle.» Bayan Bantry'nin sanki yeni bir şey keşfetmiş gibi şaşkın bir hali vardı.
Miss Marple eğildi. Ölüye dokunmadı. Kızın, elbisesinin önünü sıkıca yakalamış olan kızın ellerine bakıyordu. Sanki zavallı soluk almak için son defa savaşırken göğsünü tırmalamaya kalkışmıştı.
Dışarıda bir araba çakılları hışırdatarak durdu. Polk telaşla, «Müfettiş geldi sanırım...» dedi.
Bayan Bantry hemen kapıya doğru döndü. Miss Marple onu izledi. Bayan Bantry, «Merak etme, Polk,» diye mırıldandı.
Adam rahat bir soluk aldı.
Bay Bantry reçelli ekmeğinin son lokmasını da kahvenin yardımıyla telaşla yutarak, hole fırladı. Bölgenin Polis Müdürü Albay Melchett'in yanında Müfettiş Slack'la arabadan indiğini görünce, çok sevindi. Slack'den pek hoşlanmazdı. Fazla enerjik olan bu adam, önemli saymadığı kimseleri kırmaktan hiç çekinmeyen bir tipti.
Polis müdürü, «Günaydın, Bantry,» dedi. «Kalkıp gelmenin iyi olacağını düşündüm. Pek tuhaf bir olaya benziyor
bu.»
«Bu... bu...» Bay Bantry düşüncelerini açıklamaya çalışıyordu. «İnanılacak gibi değil! Korkunç!» ¦ , . .
«Kızın kim olduğunu bilmiyor musun?»
«Hayır. Ömrümde görmedim.»
Müfettiş Slack sordu. «Uşak bir şeyler biliyor mu?»
«Lorrimer de benim gibi şaşırdı.»
Müfettiş Slack, «Ah,» diye mırıldandı. «Acaba?»
Bay Bantry, «Yemek odasında kahvaltı hazır, Melchett,» dedi. «Bir şeyler yemek ister misin?»
«Hayır... hayır, şu işe bakalım daha iyi. Haydock da neredeyse gelir. Hah, işte.»
Bir araba daha durdu. Aynı zamanda polis doktorluğu yapan Haydock, çabucak indi. İriyarı, geniş omuzlu bir adamdı. İkinci bir arabadan ise iki sivil polis çıktı. Bunlardan birinin elinde bir fotoğraf makinesi vardı.
Polis müdürü, «Ah,» dedi. «Tamam mıyız? Pekâlâ. Gidelim. Slack bana cesedin kütüphanede olduğunu söyledi.»
Bantry inledi. «İnanılacak gibi değil. Biliyor musun, bu sabah karım, hizmetçinin içeri girerek kütüphanede bir ceset olduğunu haber verdiğini söylediği zaman ona inanamadım.»
«Evet, evet, gayet iyi anlıyorum. Bütün bunların karını
fazla sarsmadığını umarım.»
«Çok anlayışlı davrandı o. Olağanüstü bir biçimde Miss Marple'ı çağırdı. Hani şu köydeki Miss Marple'ı.»
«Miss Marple?» Polis müdürünün vücudu birdenbire kaskatı kesiliverdi. «Karın onu neden çağırttı?»
«Yanında bir arkadaşının bulunmasını istiyordu. Kadınlar böyle değil midir?»
Albay Melchett hafifçe güldü. «Eğer bana sorarsan karın amatör dedekdifliğe kalkışacaktır derim. Miss Marple köyün en
yaman hafiyesidir. Bir keresinde bize iyi bir ders verdiydi. Öyle değil mi, Slack?»
Müfettiş Slack, «O başkaydı,» dedi.
«Nasıl başkaydı?»
«O yöresel bir olaydı, efendim. O yaşlı hanım da gerçekten köyde olan her şeyi biliyor. Ama buradaki onun boyundan büyük bir iş.»
Melchett alaycı bir tavırla, «Olay hakkında senin de bir bilgin yok, Slack,» diye cevap verdi.
«Ah, biraz sabredin, efendim. Ben çok geçmeden işin içyüzünü anlayacağım.»
Yemek odasında, bu kez Bayan Bantry'le Miss Marple kahvaltı ediyorlardı.
Bayan Bantry misafirine türlü şey ikram ettikten sonra, heyecanla, «E, Jane?» diye sordu.
Miss Marple arkadaşına baktı. Biraz şaşırmış gibi bir hali vardı.
Bayan Bantry umutla, «Sana bir şeyi hatırlatmıyor mu?» dedi.
Çünkü Miss Marple çok ciddi meseleleri, bunları aydınlığa kavuşturacak biçimde, basit köy olaylarına bağlamasıyla ün yapmıştı.
Yaşlı kız düşünceli düşünceli, «Hayır,» diye mırıldandı. «Şu anda hatırlatmıyor. Tabii aklıma Bayan Chetty'nin en küçük kızı gelmedi değil. Edie yani. Ama bunun tek nedeni içerideki zavallı kızın tırnaklarını kemirmesi ve ön dişlerinin de biraz çıkık olmasıydı sanırım. Başka bir benzerlik dikkatimi çekmedi şu anda.» Miss Marple bu benzetmesine devam etti. «Tabii Edie de ucuz ve parlak şeylere bayılırdı.»
Bayan Bantry, «Kızın kıyafetini mi kasdediyorsun,» dedi.
«Evet. Pek parlak saten o. Ucuz cinsten.»
Bayan Bantry, «Biliyorum,» diye mırıldandı. «Her şeyin bir sterline satıldığı o pis dükkânların birinden almış olmalı.» Umutla sözlerine devam etti. «Dur bakayım?... Bayan Chetty'nin kızı Edie'ye ne olmuştu?»
«İkinci işine girdi. Yanılmıyorsam doğru dürüst de çalışıyor.»
Bayan Bantry düşkırıklığına uğramıştı. Köyle ilgili benzetmeden bir sonuç çıkmayacağı anlaşılıyordu. «Benim anlayamadığım şu,» dedi. «Kızın, Arthur'un kütüphanesinde ne işi vardı? Polk bana, camlı kapının zorlanıp açılmış olduğunu söyledi. Belki kız buraya bir hırsızla birlikte geldi. Sonra kavga ettiler... Ama bu da pek saçma değil mi?»
Miss Marple düşünceli bir tavırla başını salladı. «Kız hırsızlığa çıkacak gibi giyinmemişti.»
«Hayır, dans için giyinmişti o. Bir parti için. Ama burada ya da yakınlarda bir yerde öyle bir toplantı da yoktu.»
Miss Marple bir an duraksayarak, «H-h-hayır...» dedi. Bayan Bantry hemen atıldı. «Aklına bir şey geldi, değil mi,
Jane?»
«Düşünüyordum...»
«Evet?»
«Basil Blake?»
Bayan Bantry heyecanla bağırdı. «Ah, olamaz!» Sonra da açıklarmış gibi ekledi. «Onun annesini tanırdım.»
İki kadın birbirlerine baktılar.
Miss Marple içini çekerek başını salladı. «Ne hissettiğini anlıyorum.»
«Selina Blake dünyanın en iyi kadınlarından biridir. Bahçesi harika. Onu bu yüzden öyle kıskanıyorum ki. Ayrıca insana bol bol çiçek de veriyor.»
Miss Marple, Bayan Blake konusunda o kadar dikkatli davranmak niyetinde değildi. «Ama Basil hakkında çok dedikodu yapıldı.»
«Ah, biliyorum... Biliyorum... Tabii Basil Blake'den söz edildiği zaman Arthur da öfkesinden deliye dönüyor. Gerçekten Basil de Arthur'e karşı çok kabalık etti. O zamandan beri Arthur de Basil'in iyi bir tarafı olabileceğini kesinlikle kabul etmiyor. Basil, bütün şimdiki gençler gibi karşısındakini aşağı görüyormuşçasına konuşuyor. Sonra kıyafeti de pek tuhaf tabii.» Bayan Bantry bir an durduktan sonra sözlerine devam etti. «Birçok kişi, 'İnsan köyde istediği kılıkta dolaşabilir,' diyor. Hayatımda bundan daha saçma bir söz duymadım. Aslında köyde insanın giyimi dikkati daha çok çekiyor.» Bir an durdu sonra da üzüntüyle ekledi. «Basil, bebekliğinde öyle şirindi ki. Hele banyo yaparken.»
Miss Marple, «Geçen pazar gazetede Cheviot katilinin bebeklik resmi vardı,» dedi. «Pek şirindi o da.»
«Ah, ama Jane, sen Basil'in...»
«Hayır, hayır, şekerim. Ben öyle bir şey kasdetmedim. O kadar çabuk karar verilemez ki. Ben yalnızca o genç kızın buraya neden geldiğini bulmaya çalışıyordum. St. Mary Mead ona göre bir yer değil. Sonra kızın buraya gelişinin Basil Bla-ke'le bir ilgisi olabileceğini düşündüm. O partiler veriyor. O toplantılara Londra'dan, film stüdyolarından kimseler geliyor. Geçen temmuzu hatırlıyor musun? Bağırıp çağırışmalar... Şarkılar... Korkarım herkes iyice sarhoştu. Gürültü dayanılacak gibi değildi. Ertesi sabah salon kırık bardaklarla doluydu. Daha doğrusu yaşlı Bayan Berry bana öyle söyledi. Sonra genç bir kadın da çırılçıplak banyoda uyuyordu.»
Bayan Bantry hoşgörüyle, «Herhalde film aktrisleri filandı onlar,» dedi.
«Herhalde. Ve... Son haberi de herhalde duydun? Basil Blake bir iki aydan beri her hafta sonu bir iğrenç kadını beraberinde getiriyor. Platin saçlı bir sarışın.»
Bayan Bantry bağırdı. «Sarışının içerideki olduğunu mu sanıyorsun?»
«Şey... bunu düşünmedim değil. Tabii o genç kadını pek yakından görmedim. Yalnızca arabadan inerken... Bir kere de bahçede güneşlenirken. Kısacık bir şortla bir sutyen giymişti. Yüzünü hiçbir zaman iyice göremedim. Tabii bütün bu kızlar makyajları, saç biçimleri ve uzun tırnaklarıyla birbirlerine benziyorlar.»
«Evet... Olabilir. Bu da bir fikir, Jane.»
İkinci Bölüm
1
O sırada bu görüşü Albay Melchett'le Bay Bantry de tartışmaktaydılar.
Polis müdürü cesedi inceledikten ve adamlarının da belirli bir şekilde çalışmaya başladıklarını gördükten sonra ev sahibiyle birlikte konağın başka bir bölümündeki çalışma odasına çekilmişti.
Albay Melchett kısa kızıl bıyığını çekiştirmek alışkanlığında olan, öfkeli bir adamdı. Şimdi de, şaşkın bir tavırla yan yan Bantry'e bakıyor ve yine bıyığını çekiştiriyordu. Nihayet, «Buraya bak, Bantry,» diye bağırdı. «Dilimin altındaki baklayı çıkarmak zorundayım. Bu kızı gerçekten tanımıyor
musun?»
Beriki müthiş bir öfkeyle cevap verecek oldu. Ama polis
müdürü onun sözünü kesti.
__2i__
«Biliyorum, dostum, biliyorum. Ne ki, meseleye bir de şu açıdan bak. Senin için pek zor bir durum olabilir bu. Evlisin. Karına bağlısın. Şurada baş başa konuşuyoruz. Eğer bu kızla herhangi bir ilişkin var idiyse, bunu şimdi açıklaman çok daha iyi olur. Gerçeği saklamayı istemeni anlıyorum. Herhalde ben de aynı şekilde düşünürdüm. Ama bu durumda böyle bir şey mümkün değil. Bir cinayetle karşı karşıyayız. Gerçek er geç ortaya çıkar. Allah kahretsin, kızı, senin boğduğunu söylemiyorum. Bu senin yapabileceğin bir şey değil. Bunu çok iyi biliyorum. Ama sonuçta kız buraya gelmiş, bu eve. Belki kapıyı kırıp içeri girdi ve seni beklemeye başladı. Adamın biri de peşinden geldi ve onu öldürdü. Bu pekâlâ mümkün. Ne demek istediğimi anlıyor musun?»
«Allah kahretsin! Melchett, ben bu kızı hayatımda bir kez bile görmüş değilim! Ben öyle bir insan mıyım?»
«İyi ya. O halde mesele yok. Aslında seni suçlu da bulmazdım. Tecrübeli insanlarız biz. Ama madem böyle söylüyorsun. Şimdi mesele şu: bu kızın burada ne işi vardı? Onun buralı olmadığı belli.»
Bantry hiddetinden köpürüyordu. «Bir kâbus bu! Bir kâbus!»
«Dostum, önemli olan nokta şu: bu kız senin kütüphanende ne yapıyordu?»
«Ne bileyim ben! Onu ben davet etmedim ki!»
«Evet, evet. Ama kız yine de buraya gelmiş. Seni görmek istediği anlaşılıyor. Sana tuhaf bir mektup filan gelmiş miydi?»
«Hayır, gelmedi.»
Albay Melchett nazik nazik sordu. «Sen dün gece ne yapıyordun?»
«Muhafazakârlar Birliği'nin toplantısındaydım. Dokuzda, Much Benham'da yapıldı toplantı.»
«Eve ne zaman döndün?»
«Much Benham'dan onu geçe ayrıldım. Yolda başım
derde girdi. Patlayan lastiği değiştirmek zorunda kaldım. Eve on ikiye çeyrek kala döndüm.» «Kütüphaneye gitmedin mi?» «Gitmedim.» «Yazık.»
«Yorulmuştum. Hemen çıkıp yattım.» «Seni bekleyen var mıydı?»
«Hayır. Yanıma oldum olası anahtar alırım. Lorrimer, çoğu zaman on birde yatar. Ancak kendisinden istersem beni bekler.»
«Kütüphaneyi kim kapatır?» «Lorrrimer. Bu mevsimde yedi buçukta.» «Gece kütüphaneye hiç girmez mi?» «Ben dışardaysam girmez tabii. İçinde viski ve kadehler bulunan bir tepsiyi de hole bırakır.» «Anlıyorum. Ya karın?»
«Bilmiyorum. Dün gece ben eve döndüğüm zaman o mışıl mışıl uyuyordu. Dün akşam kütüphanede oturmuş olabilir. Ya da salonda. Sormayı unuttum.»
«Neyse... Bütün bu ayrıntıları yakında öğreniriz. Tabii bu iş hizmetkârlardan biriyle ilgili olabilir. Öyle değil mi?»
Bantry başını salladı. «Buna inanamam. Hepsi de sa-gıdeğer insanlardır. Yıllardan beri yanımızda çalışıyorlar.»
Melchett de aynı fikirdeydi. «Evet, onların bu cinayete karışmış olabileceklerini ben de pek sanmıyorum. Ölen kız şehirden gelmiş sanırım. Herhalde yanında da bir delikanlı vardı. Ama neden buraya zorla girdiler...»
Bantry onun sözünü kesti. «Herhalde kız Londra'dan geldi. Tabii burada öyle eğlence filan yok ama... yani...» «E, ne var?»
Bantry bağırdı. «Hay Allah! Basil Blake!» «O da kim?»
«Film endüstrisiyle ilgisi olan bir genç. Kaba bir köpek. Karım onu savunuyor çünkü annesi okul arkadaşı. Ama
bana sorarsan Basil Blake, bir işe yaramaz dejenerinin biri. Ahmak da. Lansham yolundaki o villayı satın aldı. Hani şu iğrenç, modern bina. Orada partiler veriyor. Bir sürü gürültücü insan villaya doluşarak avaz avaz bağırıyor. Hafta sonlarında da oraya kızlar getiriyor.»
«Kızlar mı?»
«Evet. Geçen hafta bir kız vardı orada. Şu platin saçlı sarışınlardan biri...» Bantry'nin ağzı bir karış açık kaldı.
Melchett düşünceli düşünceli, «Platin saçlı bir sarışın, ha?» dedi.
«Evet. Melchett buraya bak, yani...»
Polis müdürü çabucak, «Bu da bir olasılık,» dedi. «Böylece o tip bir kızın St. Mary Mead köyüne neden geldiği açıklanmış olur. En iyisi ben gidip o gençle bir konuşayım. Braid... Blake... adı neydi onun?»
«Blake. Basil Blake.»
«Acaba evde midir?»
«Dur bakayım. Bu gün ne? Cumartesi mi? Blake çoğu cumartesi sabahları villaya gelir.»
Melchett homurdandı. «Bakalım onu bulabilecek miyiz?»
Basil Blake'in yarı ahşap, uydurma Tudor tarzı villasında her türlü modern konfor vardı.
Köyden üç yüz metre kadar uzaklıktaydı villa. Henüz bozulmamış olan şirin bir köy yolunun üzerindeydi. Aynı yolda olan Gossington köşkü villadan bir buçuk kilometre ötedeydi.
Villayı film yıldızlarından birinin satın aldığı duyulduğu zaman bütün St. Mary Mead bu olayla yakından ilgilenmişti. Şimdi herkes bu efsanevi yaratığın köyde ilk gözükeceği anı
bekliyordu. Görünüş bakımından Basil Blake'in köy sakinlerini düşkırıklığına uğratmadığını söylemeliyiz. Ama zamanla gerçek ortaya çıkmıştı. Basil Blake, film yıldızı değildi. Hatta film aktörü bile değildi o. Lencille Stüdyolarmdaki set dekoratörlerinden biriydi. Hem de en az önemlilerinden biri. Köyün genç kızlarının ilgisi söndü. St. Mary Mead'i yöneten, eleştirmeyi iş edinmiş yaşlı kızlar Basil Blake'in yaşayış tarzından hoşlanmadıklarını açıkladılar. Yalnızca 'Mavi Domuz1 meyhanesinin sahibi hâlâ Basil'e ve onun arkadaşlarına karşı hayranlık duyuyordu. Zira genç adam villaya yer-leşelinden beri meyhanenin kazancı artmıştı.
Polis arabası villanın tuhaf biçimli, çarpık bahçe kapısının önünde durdu ve Albay Melchett, yarı ahşap evdeki tahta fazlalığına adeta tiksintiyle bakarak içeri girdi. Hızla ön kapıya giderek, sanki birine saldıracakmış gibi tokmağı çabucak vurdu.
Kapı, umduğundan daha çabuk açıldı. Koyu mavi bir gömlek ve turuncu kadife bir pantolon giymiş olan, uzun, düz siyah saçlı bir genç azarlar gibi, «Ee, ne istiyorsunuz?»
dedi.
«Siz Bay Basil Blake misiniz?»
«Tabii.»
«Sizinle eğer mümkünse, bir iki kelime konuşmak istiyordum, Bay Blake.»
«Siz kimsiniz?»
«Ben bölgenin polis müdürü Albay Melchett'im.»
Bay Blake küstah bir tavırla, «Öyle mi?» dedi. «Pek komik.»
Onun peşisıra içeri giren Albay Melchett, Bay Bantry'e hak verdi. Bu genci görenin ayağı kaşınmaya başlıyor, insan onu tekmeleme arzusuna kapılıyordu. Ama polis müdürü
kendisini tuttu.
Nazik nazik konuşmaya çalışarak, «Erkenden kalktığınız
anlaşılıyor, Bay Blake,» dedi.
«Yok canım. Ben daha yatmadım ki.» «Öyle mi?»
«Herhalde buraya saat kaçta yattığımı sormaya geldiniz. Eğer bunun için geldinizse o zaman vatandaşların paralarını ve zamanlarını ziyan ediyorsunuz demektir. Benimle hangi konuda konuşmak istiyorsunuz?»
Albay Melchett hafifçe öksürdü. «Bay Blake, anladığıma göre geçen hafta bir misafiriniz varmış. Şey... sarı saçlı, genç bir hanım.»
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Cesetler Merdiveni - 2
- Büleklär
- Cesetler Merdiveni - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3866Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173838.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.61.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176135.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3879Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169936.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3834Unikal süzlärneñ gomumi sanı 179435.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3950Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173437.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3822Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173435.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3908Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173436.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3902Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176936.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 9Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3835Unikal süzlärneñ gomumi sanı 181437.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2665Unikal süzlärneñ gomumi sanı 136137.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.