Cesetler Merdiveni - 7
Süzlärneñ gomumi sanı 3908
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1734
36.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
58.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Melchett, «Geriye kala kala 'X' kaldı,» dedi. «Meçhul katil. Bu katil o kadar usta ki, Slack onun en ufak bir izini bile bulamadı... Jefferson'un damadı... Belki kızı öldürmek istiyordu ama bunu yapmaya fırsat bulması olanaksızdı George Bartlett... O nerede olduğunu kanrtlayamıyor. Ama ne yazık ki onun cinayet işlemesi için de bir neden yok ortada. Veya genç Blake. O cinayet saatinde nerede olduğunu kanıtlayabiliyor. Ruby'i öldürmesi içinse bir sebep yok. Hepsi de bu kadar. Hayır, hayır. Herhalde o dansörü... Raymond Starr'ı da dikkate almamız gerek. Neticede o kızı sık sık görüyormuş.»
Harper ağır ağır, «Onun kızla fazla ilgilenmediğini sanmıyorum,» diye cevap verdi. «Ya da Raymond olağanüstü bir aktör. Bir bakıma o da cinayet saatinde başka yerde olduğunu kanıtlayabilir. On bire yirmi kaladan gece yarısına
kadar muhtelif kimselerle dans etmiş. Onun aleyhinde bir delil bulabileceğimizi sanmıyorum.»
Melchett, «Zaten,» dedi. «Kimsenin aleyhinde bir delil bulamıyoruz.»
«En büyük ümit George Bartlett'de. Cinayet için bir neden bulabilseydik.»
«Onun geçmişini incelediniz mi?»
«Evet, efendim. Annesiyle babasının tek çocuğu. Annesi kendisini çok şımartmış. Kadın bir yıl önce ölmüş ve Bart-lett'e bir hayli para kalmış. Bu serveti çabucak harcamakla meşgul. Kötü değil ama zayıf bir genç.»
Melchett ümitle, «Belki de bütün olay bu yolla açıklanabilir efendim.»
«Yani katil deli mi?»
«Evet, efendim. Belki de o, genç kızları boğan bir manyak. Doktorlar böyle olaylara uzun bir ad takıyorlar.»
Melchett, «Öyle olsaydı,» dedi. «Bütün bu dertlerden kurtulurduk.»
Harper, «Bu işte hoşuma gitmeyen bir tek şey var,» diye mırıldandı.
«Neymiş o?»
«Çünkü bir çözüm yolu bu.»
«Hımm... Evet... Belki... Başlangıçta da dediğim gibi bir adım bile ilerleyemedik.»
Harper, «Olduğumuz yerde sayıyoruz, efendim,» diye ekledi.
On İkinci Bölüm
1
Conway Jefferson uykusunda kımıldanıp, gerindi. Kollarını iki yanına attı. Kazadan beri bütün gücünü toplandığı o uzun güçlü kollarını.
Perdelerin arasından yumuşak sabah ışığı süzülüyordu.
Conway Jefferson kendi kendisine gülümsedi. Gece iyice dinlendiği zaman hep böyle uyanırdı. Mutlu, canlı. Yeni bir gün başlıyordu.
Bir dakika kadar öyle yattı. Sonra da elinin altındaki özel zile bastı. Ve birdenbire bütün olanları anımsadı.
Edwards yumuşak adımlarla, sessizce odaya girerken, Jefferson inledi.
Edwards eli perdede durakladı. «Sancınız mı var, efendim?»
«Hayır. Perdeleri aç,» Jefferson'un sesi sertti.
Berrak ışık odaya doldu. Durumu anlayan Edwards-efendisine bakmadı.
Conway Jefferson yattığı yerde hatırlıyor ve düşünüyordu. Yüzünde sert bir görünüm vardı. Gözlerinin önünde yine Ruby'nin o güzel, aptalca çehresi belirmişti. Yalnızca Jefferson kafasında bu «Aptalca,» sözünü kullanmıyordu. Bir gece önce, «Masum,» derdi. Saf ve masum bir çocuk. Ama şimdi?
Conway Jefferson birdenbire müthiş bir yorgunluk hissetti. Usulca, «Margaret...» diye mırıldandı.
Ölmüş olan karısının adıydı bu.
Adelaide Jefferson, Bayan Bantry'e, «Arkadaşın hoşuma gitti,» dedi.
İki kadın terasda oturuyorlardı.
Bayan Bantry başını salladı. «Jane Marple, fevkalade bir insandır.»
Addie gülümsedi. «Çok da şirin.»
Bayan Bantry, «Onun dedikoducu olduğunu söylerler,» dedi... Oysa Jane hiç de öyle değildir aslında.»
«Aslında insanlar konusunda pek iyi fikirleri yok sanırım.»
«Evet, böyle diyebilirsin.»
Adelaide Jefferson, «Bunca şeyden sonra böyle bir düşünce insanın hoşuna gidiyor,« diye mırıldandı.
Bayan Bantry ona çabucak baktı.
Addie, ne demek istediğini açıklamaya çalıştı. «Değersiz bir şeyi yükseltiyorlar yüceltiyorlar... İdeal haline sokuyorlar.»
«Ruby Keene'i mi kasdediyorsun?»
Addie başını salladı. «Onun hakkında kötü şeyler söylemek istemiyorum. Aslında fena bir insan değildi. Zavallı sırtlan, istediği şeyleri ele geçirmek için savaşmak zorundaydı. Kötü değildi. Yalnızca bayağı ve biraz da gülünçtü. Uysaldı. Ama para peşinde olduğu da kuşkusuzdu. Onun önceden planlar yapıp, komplolar çevirdiğini sanmıyorum. Yalnızca eline geçen fırsattan hemen faydalanmaya kalkıştı, o kadar. Ayrıca da kız yalnız olan yaşlı bir adamı nasıl etkileyeceğini gayet iyi biliyordu.»
Bayan Bantry düşünceli bir tavırla, «Conway gerçekten yalnızdı sanırım,» dedi.
Addie huzursuz huzursuz kımıldandı. «Evet... bu yaz...» Bir an sustu, sonra çabuk çabuk konuşmaya başladı. «Mark, kabahatin bende olduğunu söylüyor. Belki de öyledir... Bilmiyorum...» Bir süre sustu. Sonra konuşma gereğini duyduğu için, daha değişik bir tavırla adeta istemeye istemeye sözlerine devam etti. «Ben öyle tuhaf bir yaşam sürdüm ki. İlk kocam Mike Carmody, evlendikten kısa bir süre sonra
öldü. Bu... bu beni çok sarstı. Bildiğin gibi Peter onun ölümünden sonra doğdu. Frank Jefferson, Mike'ın en yakın arkadaşıydı. Bu yüzden onu sık sık görüyordum. Peter'in isim babasıydı. Bunu Mike istemişti zaten. Sonunda Frank'a bağlandım. Ah... ona acıyordum da.»
Bayan Bantry ilgiyle sordu. «Acıyor muydun?»
«Evet, acıyordum. Bu sana garip gelecek. Frank'ın her istediği vardı. Annesiyle babası kendisine çok düşkündüler. Ama... nasıl anlatayım bilmem ki? Anlayacağın yaşlı Bay Jefferson'un kişiliği çok güçlü. Onunla birlikte yaşadığın takdirde, kendi kişiliğin sönükleşir. Frank da bunu hissediyordu.
«Evlendiğimiz zaman çok mutluydu. Akıl almaz bir biçimde Bay Jefferson, çok cömertçe davrandı. Frank'a servet sayılacak bir para verdi. Çocukların başlarına, buyruk olmalarını arzu ettiğini, onların ölümünü beklemelerini istemediğini söyledi. Çok güzel cömertçe bir hareketti bu. Ama çok acele etmişti. Frank'i bağımsızlığa ağır ağır alıştırmalıydı.
«Para Frank'ın başını döndürdü. Babası gibi güçlü bir insan olmayı istiyordu. Onun gibi para ve iş konusunda zeki, ileri görüşlü ve başarılı bir insan. Ama tabii aslında babası gibi biri değildi o. Parayla spekülasyon yapmamıştı pek. Ama yanlış zamanlarda olmayacak işlere yatırımlar yaptı. Zekice davranılmadığı zaman para çabuk gider. Korkunç bir şeydir bu. Frank para kaybettikçe başka bir zekice bir yöntemle bunu geri almak hevesine kapıldı. İşte böylece durum gitgide kötüleşti.»
Bayan Bantry, «Ama hayatım,» dedi. «Conway ona yol göstermez miydi?»
«Frank fikir almak istemiyordu. Onun tek istediği yalnız başına başarıya ulaşmaktı. İşte bu yüzden durumu hiçbir zaman Bay Jefferson'a açıklamadı. Frank öldüğü sırada pek az paramız kalmıştı. Ufacık bir gerilim vardı benim yani. Ve ben... kayınpederime durumu anlatmadım. Çünkü...» Birden-
bire döndü. «Bu Frank'e ihanet etmekten farksız olacaktı. Böyle bir şey çok sarsardı Frank'i. Bay Jefferson, uzun süre hasta yattı. İyileştiği zaman da benim çok zengin bir dul olduğuma kesinlikle inanmıştı. Ben de hiçbir zaman ona yanıldığını söylemedim. Şeref sözü gibi bir şeydi bu benim için. Tabii kayınpederim benim para konusunda çok dikkatli olduğumu biliyor. Ama bunu her zaman takdirle karşılamıştır. Benim hesaplı ve idareli bir kadın olduğumu düşünüyor. Tabii, hemen hemen Frank'ın ölümünden beri Peter'le onun yanında oturuyoruz. Bütün masraflarımızı da kendisi ödüyor. Bu yüzden para konusunda fazla endişem olmadı.» Ağır ağır ekledi. «Bütün bu yıllar boyunca bir aileden farksızdım. Yalnız... yalnız, ben Bay Jefferson için Frank'ın dul karısı değildim. Hâlâ onun karışıydım. Bilmem, anlıyor musun?»
Bayan Bantry onun ne demek istediğini anlamıştı. «Yani Conway, onların öldüklerini hiçbir zaman kabul etmedi, öyle mi?»
«Evet, Fevkalade davrandı. O korkunç ıstırabını sakladı. Frank'le Rosamund, burada yanımızda değiller ama yine de varlar.»
Bayan Bantry usulca fısıldadı. «İnancın zaferi bu.»
«Biliyorum. Yıllardan beri böyle sürüp gidiyor bu. Ama bu yaz birdenbire... isyan ettim. Belki bu sözlerim korkunç ama ben artık Frank'i düşünmek istemiyordum. Her şey sona ermişti. Frank'e olan aşkım, dostluğumuz, o öldüğü zaman duyduğum acı, geçmişte kalmıştı bunlar. Artık ölüp gitmişlerdi.
«Bunu anlatmak çok zor. Bu insanın defterde tertemiz, yepyeni bir yaprak açmayı istemesine benziyor. Ben kendim olmak istiyordum. Addie adlı oldukça genç, güçlü, tenis oynayabilen, yüzen ve dans eden Addie olmak istiyordum. Bir insan olmak istiyordum. Hatta Hugo konusunda bile... Hugo
McLean'i tanıyorsun değil mi? Çok iyi bir insandır o. Benimle evlenmeyi istiyor. Tabii ben bunu hiçbir zaman düşünmedim. Ama bu yaz bu konuyla da ilgilenmeye başladım. Ciddi bir şekilde değil. Şöyle belli belirsiz...» Durarak başını salladı. «Onun için Mark'ın sözleri doğru olmalı. Ben Jeff'i ihmal ettim. Tabii onu gerçekten ihmal ettiğimi söylemek istemiyorum. Ama kafamda onunla ilgili olmayan düşünceler vardı. Ruby'nin Jeff'i eğlendirdiğini görünce bayağı sevindim. Böylece gidip istediklerimi yapmak için zaman bulacaktım. Ama Jeff'in kıza bu kadar... bu kadar kapılacağı aklıma bile gelmezdi.»
Bayan Bantry, «Peki durumu anladığın zaman ne yaptın?» diye sordu.
«Şaşırıp kaldım. Fena halde şaşırdım. Korkarım kızdım da.»
Bayan Bantry, «Ben de kızardım,» dedi.
«Zira Peter vardı. Peter'in bütün geleceği Jeff e bağlı. Jeff ona kendi torunu gözüyle bakıyordu. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Ama tabii aslında Peter, Jeff'in torunu değildi. Onunla hiçbir akrabalığı yoktu. Oğlumun... mirasdan mahrum edileceğini düşününce...» Kadının kucağına koyduğu biçimli, güçlü elleri hafifçe, titriyordu. «Bana sanki böy-leymiş gibi geldi. Bu paragöz, bayağı, aşağılık bir ahmak neden olacaktı... O anda kızı öldürebilirdim.» Şaşkın şaşkın sustu. Güzel ela gözlerinde dehşet ve yalvarış dolu bir anlamla Bayan Bantry'e baktı. «Ne korkunç sözler bunlar!»
Usulca onların yanına gelmiş olan Hugo McLean, «Hangi sözler?» diye sordu.
«Otur, Hugo, Bayan Bantry'i tanıyorsun, değil mi?»
Hugo yaşlıca kadınla selamlaşmıştı. Şimdi ağır ağır, ısrarla, «Hangi sözler?» diye tekrarladı.
Addie Jefferson, «Ruby Keene'i öldürme isteğine kapıldığımı söylüyordum,» dedi.
Hugo McLean bir an düşündü. «Ben senin yerinde ol-
I
sam böyle sözler söylemem,» dedi. «Seni yanlış anlayabilirler.» Düşünceli, parlak gri gözleriyle anlamlı anlamlı baktı. «Dikkatli davranmalısın, Addie,» Sesi ihtar doluydu.
Miss Marple birkaç dakika sonra otelden çıkarak Bayan Bantry'nin yanına gitti. Hugo McLean'le Adelaide Jefferson, denize giden yoldan yan yana iniyorlardı.
Miss Marple bir koltuğa yerleşti. «Kadına çok bağlı.» «Hem de yıllardan beri! Sadık erkeklerden o.» «Biliyorum. Bay Bury'e benziyor. On yıl dul bir kadının peşinde dolaştı durdu. Arkadaşları onunla alay ediyorlardı artık. Sonunda kadın onunla evlenmeye razı oldu. Ama, ne yazık ki nikâha on gün kala kadın şoförüyle kaçtı! Oysa çok iyi, aklı başında bir kadındı da üstelik.»
Bayan Bantry başını salladı. «İnsanlar bazan çok tuhaf şeyler yapıyorlar. Keşke demin burada olsaydın, Jane. Addie Jefferson bana kendisinden söz ediyordu. Kocası bütün parasını kaybetmiş. Yine de bunu Bay Jefferson'a hiçbir zaman açıklamamışlar. Sonra bu yaz Addie, başka şekilde düşünmeye başlamış...»
Miss Marple atıldı. «Evet. Geçmişte yaşamaktan bıkmış ve isyan etmiş değil mi? Her şeyin zamanı vardır. Hiç kimse panjurları kapayarak, sonsuza dek karanlıkta oturamaz. Herhalde Adelaide de panjurları açtı. Yas elbiselerini çıkardı. Ve tabii bu kayınpederinin hiç hoşuna gitmedi. Adam ihmal edildiğini düşünmeye başladı. Kadını buna kimin zorladığını bir an olsun farketmediğinden de eminim. Ama bu durum hiç hoşuna gitmedi. Böylece daha sonra olanlara hazırlanmış oldu. Tıpkı Bay Badger'in karısı ispiritizmaya meraklandığı zaman olduğu gibi. Anlattıklarını şirin şirin dinleyecek herhangi güzelce bir kız onun ilgisini çekecekti.»
Bayan Bantry, «Acaba Ruby'i buraya kuzini Josie mahsus mu çağırdı?» dedi. «Yani ailece böyle bir plan mı yaptılar?»
Miss Marple başını salladı. «Hayır, hiç sanmıyorum. Josie, insanların gösterecekleri tepkileri önceden hesaplayabilen bir kadın değil. Kafası öyle çalışmıyor: Bu bakımdan biraz aptalca o. Kısıtlı, kurnaz, pratik şeylere akıl erdiren bir kafası var onun. Öyleleri geleceği göremez ve olaylar ka-şısında da şaşırırlar.»
Bayan Bantry mırıldandı. «Herhalde onun da bazı liş-kileri vardı. Çapkın bakışlı küstah bir adam o. Karısını kaybetmiş üzgün bir koca rolünü yıllarca oynayacak bir insan değil Mark. Karısını sevmiş bile olsa, böyle bir şeye dayanamaz. Herhalde Bay Jefferson'un durmadan geçmişi anımsatması hem onu, hem de Addie'yi sıkmaya başlamıştı. Boyunduruk gibi bir şeydi bu.» Miss Marple alayla ekledi. «Ama tabii erkekler için durum daha kolaydır.»
Aynı anda Mark Gaskell, Sir Henry Clithering'le konuşuyor ve Miss Marple'ın bu sözlerinde yanılmamış olduğunu ortaya koyuyordu.
Mark, o her zamanki açıksözlülüğüyle hemen konuya girmişti. «Polisin 'favorisi' olduğumu şimdi anladım. Kuşkulular listesinin en başında ben varım. Mali sıkıntılarımı inceden inceye öğrenmişler. Aslında iflas halindeyim ben. Veya buna yakın durumdayım. Sevgili Jeff tahmin edildiği gibi bir iki ay içinde ölürse ve Addie'yle ben de paraları önceden planladığı gibi pay edersek, o zaman durumun da düzelir. Açıkçası bir hayli borcum var... Bu ortaya çıktığı zaman da kıyamet kopacak. Ama felaketi önleyebilirsem, o zaman bunun tümüyle tersi olacak. Başarıya erişecek ve çok da zengin olacağım.»
Sir Henry Clithering, «Sen bir kumarbazsın, Mark,» dedi.
«Hep öyleydim zaten. 'Her şeyi tehlikeye at!' İşte benim parolam budur. Evet, birinin o zavallı kızı boğması benim için çok iyi oldu. Bu işi ben yapmadım. Kızları boğmaya meraklı değilim. Aslına bakarsanız bir insanı öldürebileceğimi sanmıyorum. Fazla yumuşak ve tembelimdir ben. Ama tabii polisten buna inanmasını isteyemem! Ben onlar için dedektiflerin arayıp da bulamadıkları bir katil adayıyım. Kızın ölmesi işime çok gelirdi. Buradayım. Kurallara fazla aldıran bir insan değilim. Beni daha önce deliğe neden tıkmadıklarını anlamıyorum. O başmüfettiş bana çok kötü bakıyor.»
«Cinayet saatinde başka yerde olduğunu kanıtlayabilecek durumdasın.»
«Dünyada bundan daha kuşku uyandıracak bir şey de olamaz! Hiçbir masum insan cinayet saatinde nerede olduğunu kanıtlayamaz. Sonra böyle şeyler ölüm saatine filan bağlıdır. Ve tabii üç doktor kızın gece yarısı öldüğünü söylerse, başkaları onun sabahın beşinde öldüğünü söyleyecek altı uzman bulurlar. O zaman cinayet sırasında başka yerde olduğumu kanıtlamam ne işe yarar?»
«Neyse... Hiç olmazsa böyle şakalar yapabiliyorsun.»
Mark neşeyle, «Ne ayıp değil mi?» dedi. «Aslında korkudan titriyorum. İşe cinayet karışınca böyle oluyor. Yaşlı Jeff'e acımadığımı da sanmayın. Acıyorum aslında. Ama böylesi daha iyi. Yoksa Jeff kızın içyüzünü anladığı zaman daha çok sarsılırdı.»
«Ne demek istiyorsun?»
Mark gözünü kırptı. «Kız dün gece nereye gitti? Onun bir erkekle buluşmaya gittiğine dair istediğiniz iddiaya girerim. Bu Jeff'in hiç hoşuna gitmezdi. Onun kendisini aldattığını, Ruby'nin aslında öyle şirin, geveze ve saf bir küçük kız olmadığını anladığı takdirde... Aslında kayınpederim tuhaf bir adamdır. Kendisine çok hakimdir. Ama bir de kendisini kaybetti mi? Aklı olan kaçar!»
Sir Henry merakla ona baktı. «Sen Conway'i seviyor musun, yoksa sevmiyor musun?»
«Onu çok seviyorum. Ama aynı zamanda kızıyorum da. Anlatmaya çalışayım... Conway Jefferson çevresindekileri kontrolü altına almaktan hoşlanan bir insan. O müşfik bir despottur. Sevecen, cömert ve kalbi sevgi dolu bir adam. Ama o emir verir ve siz buna uyarsınız. İşte o kadar.» Mark Gaskell bir an durdu. «Karımı çok severdim. Rosamund benim için güneş, kahkaha ve çiçekler demekti. O öldüğü zaman dünya kapkara kesildi. Ringde nakavt olmuş bir boksöre döndüm. Ama hakem uzun zamandan beri sayıyor. Nihayet ben bir erkeğim. Kadınlardan hoşlanırım. Yeniden evlenmek istemiyorum. Kesinlikle istemiyorum. Bu bakımdan bir derdim yok. Çok dikkatli davranmak zorunda kaldım... ama bir hayli gezip tozdum. Zavallı Addie böyle yapamadı. Addie gerçekten çok iyi ve dürüst bir kadındır. O erkeklerin yatmayı değil, evlenmeyi istedikleri kadınlardandır. Kendisine fırsat verildiği takdirde de yeniden evlenir. Çok da mutlu olur. Kocasını da mesut eder. Ama yaşlı Jeff, Addie'yi hep Frank'in karısı olarak gördü. Kadını da ipnotize ederek, onun kendisini de bu gözle görmesini sağladı. Jeff'in haberi yok ama Addie'yle ben hapistik. Ben uzun bir süre önce usulca hapishaneden kaçtım. Addie bu yaz kaçmaya kalkıştı. Bu Jeff'i sarstı. Dünyasını alt üst etti. Sonuç... Ruby Keene.»
Adam neşeyle şarkı söylemeye başladı.
«Ama o artık mezarında,
Her şey o kadar değişti ki!»
«Gelin bir içki için, Clithering.»
Sir Henry, «Polisin Mark Gaskell'dan kuşkulanmasına hiç şaşmamak gerek,» diye düşündü.
On Üçüncü Bölüm
1
Metcalf, Danemouth'un en tanınmış doktorlarındandı. Öyle saldırgan tavırlı hekimlerden değildi o. Odaya girer girmez hastası hemen neşeleniverirdi. Orta yaşlı, sakin, tatlı sesli bir adamdı.
Başmüfettiş Harper'ı dikkatle dinledi. Onun sorularına uysal ama keskin bir tavırla cevap verdi.
Harper, «Demek Bayan Jefferson'un bize anlattıkları doğru, Dr. Metcalf,» dedi.
«Evet, Bay Jefferson'un durumu nazik. Birkaç yıldan beri amansızca çalışıyordu. Başka adamlar gibi yaşamaya kararlıydı. Bu yüzden kendi yaşındaki normal bir adamdan daha fazla çabaladı. Daha hızlı yaşadı. Benim ve diğer uzmanların öğütlerini dinlemedi. Sonunda böyle oldu. Şimdi Bay Jefferson, fazla çalışmış bir makineye benziyor. Kalp, ciğer... hepsi yorgun. Tansiyonu yüksek.»
«Demek Bay Jefferson, sizi kesinlikle dinlemiyor?»
«Evet. Açıkçası onu pek de kabahatli bulmuyorum. Tabii hastalarıma bunu açıkça söylemiyorum, Bay Harper, ama bir insan ya yıpranır ya paslanır. Birçok meslekdaşım böyle yapıyorlar. Yıpranıyorlar yani. Fena yol da değil bu. İnsan Da-nemouth'da ikinci yolu seçenlerle karşılaşıyor. Hayata sıkıca sarılmaya çalışan, kendilerini yormaktan korkan, hava akımından veya mikroplardan veya yemekten korkan birtakım hastalar!»
Harper, «Haklısınız sanırım,» dedi. «Şimdi durumu şöyle özetleyebiliriz değil mi? Conway Jefferson, fiziki bakımdan yeteri kadar güçlü. Daha doğrusu adale bakımından. Ha, aklıma gelmişken, o neler yapabilir?»
«Kolları ve omuzları çok güçlü. Kazadan önce çok güçlü bir adammış. Şimdi tekerlekli iskemlesini büyük bir ustalıkla
kullanıyor. Kol değneklerinin yardımıyla odada dolaşabiliyor. Sözgelimi yatağından iskemlesine kadar gidebiliyor.»
«Bay Jefferson gibi kaza geçiren bir adamın yapma bacak taktırması gerekmez miydi?»
«Bunun ona yararı olmazdı. Çünkü bel kemiği de sa-katlanmıştı.»
«Anlıyorum. O zaman yeniden özetleyelim. Jefferson, adele bakımından sağlam ve güçlü. Kendisini iyi hissediyor. Öyle değil mi?»
Metcalf başını salladı.
«Ama kalbi hasta. Kendisini fazla zorlaması veya ani bir korku ya da bir şok ölümüne neden olabilir. Öyle mi?»
«Hemen hemen. Kendisini fazla yormak onu ağır ağır öldürüyor. Çünkü yorulduğu zaman bunu kabul edip dinlenmeye yanaşmıyor. Bu da kalbini zorluyor tabii. Onun fazla yorgunluktan birdenbire öleceğini sanmıyorum. Ama ani bir korku veya şok buna neden olabilir. İşte bu yüzden ailesine uyarıda bulundum.»
Harper ağır ağır, «Ama aslında şok onu öldürmedi,» dedi. «Yani bu olaydan daha feci bir şey olamazdı. Ama adam hâlâ yaşıyor.»
Dr. Metcalf omzunu silkti. «Biliyorum... Eğer benim deneyimim sizde olsaydı o zaman bir olayın seyrine bakarak, sonucu kolaylıkla tahmin etmenin olanaksız olduğunu da bilirdiniz. Şok ve yorgunluktan ölmesi gereken bir hasta şok ve yorgunluktan ölmez. Vs. vs. İnsanlar, sanıldığından çok daha sağlam ve dayanıklıdırlar. Ayrıca deneyimlerime dayanarak şunu da söyleyebilirim: fiziki şok, manevi bir şoktan daha öldürücüdür genellikle. Daha basit bir şekilde izah edeyim. Hızla çarpılan bir kapı. Bay Jefferson'u, hoşlandığı bir kızın feci bir cinayete kurban gitmesinden daha kolaylıkla öldürebilir.»
Neden acaba?»
«Fena bir haber verileceği zaman hasta hemen hemen her zaman bir tepkiye neden olur. Bir savunma tepkisine. Hasta hissizleşip, uyuşuklasın Önce... ne olduğunu bile pek
anlayamaz. Durumu iyice kavramak zaman alır. Ama hızla çarpılan bir kapı, dolaptan fırlayan biri, yolun karşı tarafına geçerken birdenbire köşeden fırlayan bir araba... Bütün bunlar ani şeylerdir. Bir halk deyişiyle insanın yüreği ağzına gelir.»
Harper ağır ağır, «Ama,» diye cevap verdi. «Başkaları kızın ölümünün yarattığı şokun Bay Jefferson'un kalbinin durmasına neden olacağını sanabilirlerdi. Öyle değil mi?»
«Ah, tabii.» Doktor merakla başmüfettişe baktı. «Yani siz...»
Harper öfkeyle homurdandı. «Artık ben de ne düşüneceğimi bilmiyorum.»
Başmüfettiş kısa bir süre sonra Sir Henry'e, «Yine bu iki şeyin birbirlerine gayet iyi uyduklarını siz de kabul etmelisiniz, efendim,» diyordu. «Bir taşla iki kuş vurmak olacaktı bu. Önce kız ortadan kalkacaktı. Onun boğulması, Bay Jefferson'un da ölümüne neden olacak, böylece o da vasiyetnamesini değiştirme fırsatını bulamayacaktı.»
«Jefferson vasiyetnamesini değiştirecek mi dersiniz?»
«Bunu benden çok sizin bilmeniz gerek, efendim. Siz ne diyorsunuz?»
«Bilmem ki. Ruby Keene, işe karışmadan önce Jefferson, parasını gelintyle damadına bırakmak niyetindeydi. Şimdi bu bakımdan fikrini değiştirmesi için ortada bir neden göremiyorum. Ama tabii böyle bir şey yapabilir. Parasını 'Kediler Yurdu'na bırakabilir, veya genç dansözlere.»
Harper de bu fikirdeydi. «Bir insanın aklına neler geleceğini kimse kestiremez. Hele servetini istediği gibi dağıtabileceğini düşünüyorsa, üstelik de Bay Jefferson'un bir tek yakını bile yok.»
Sir Henry, «O çocuğu çok sever,» dedi. «Küçük Peter'i.»
«Çocuğa torunu gözüyle mi bakıyor dersiniz? Bunu siz benden daha iyi bilirsiniz efendim.»
Sir Henry ağır ağır, «Hayır, sanmıyorum,» diye cevap verdi.
«Size sormak istediğim bir şey daha var, efendim. Bu konuda ben kendi kendime karar veremiyorum. Ama onlar sizin dostlarınız. Onun için de bilginiz vardır. Bay Jefferson, Bay Gaskell'le genç Bayan Jefferson'a çok düşkündü mü?»
Sir Henry kaşlarını çattı. «Ne demek istediğinizi pek anladığımı sanmıyorum.»
«Şunu demek istiyorum, efendim. Aralarındaki ilişkiler bir yana... Birer insan olarak geliniyle damadını seviyor mu?»
«Ah, şimdi anladım.»
«Evet, efendim. Bay Jefferson'un ikisine de çok bağlı olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Ama benim anladığım kadarı Bay Jefferson'un bu bağlılığının nedeni onlardan birinin kızının kocası, ötekinin ise oğlunun karısı olması. Ama diyelim ki, onlardan biri yeniden evlenmeye kalkıştı...»
Sir Henry düşündü. «Bu çok ilgi çekici bir nokta. Bilmiyorum... ama bence bu Jefferson'un tavırlarının değişmesine neden olurdu. Benimki yalnızca bir fikir tabii. Jefferson, onlara mutluluklar diler, kin de duymazdı. Ama ondan sonra da geliniyle ya da damadıyla bir daha kesinlikle ilgilenmezdi.» •
«Her ikisi bakımından da böyle mi olurdu, efendim?»
«Evet, öyle sanıyorum. Bay Gaskell'la muhakkak ilişkisini keserdi. Bayan Jefferson bakımından da öyle. Ama bundan o kadar emin değilim. Bence Jefferson, bir insan olarak da Amelaide'e bağlı.»
Harper zekice bir tavırla, «Bunun seksle bir ilgisi olmalı,» diye mırıldandı. «Bay Jefferson'un Bayan Jefferson'a kızı gözüyle bakması daha kolay. Yani damadına oğlu nazarıyla bakmasından, demek istiyorum. İki taraflıdır bu. Kadınlar damatlarını kolaylıkla aileden biri olarak kabul ederler. Ama gelinlerini kızları yerine kolay kolay geçiremezler.» Harper bir an durdu. «Bu yoldan tenis kortuna gidelim mi, efendim? Bakın Miss Marple orada oturuyor. Ondan benim için bir şey yapmasını isteyeceğim. Aslına bakarsanız, sizin yardımınıza ihtiyacım var.»
«Ne açıdan?»
«Benim öğrenemeyeceğim şeyleri siz kolaylıkla anlayabilirsiniz, efendim. Benim yerime Edwards'la konuşmanızı istiyorum.»
«Edwards'la mı? Ondan öğrenmek istediğiniz nedir?»
«Her şeyi... Aklınıza gelebilecek her şeyi! Bildiği her şeyi! Düşüncelerini! Aile bireylerinin birbirleriyle olan ilişkilerini. Ruby Keene meselesi hakkındaki fikirlerini. Yani işin içyüzünü. O durumu herkesden iyi biliyor. Bundan emin olabilirsiniz. Ama o bunları bana açıklamaz. Buna karşılık sizinle rahatça konuşur. Belki böylece işe yarayacak bir şey öğreniriz. Tabii onunla konuşmaya itirazınız yoksa.»
Sir Henry öfkeyle, «Hiçbir itirazım yok,» diye cevap verdi. «Beni gerçeği öğrenmem için apar topar buraya çağırdılar. Ben de elimden geleni yapmak niyetindeydim.» Ekledi. «Miss Marple size nasıl yardım edecek?»
«Kızlarla konuşacak. Şu izci kızlardan bir kaçıyla. Altı kadar kız topladık. Pamela'yla en samimi olanlar onlarmış. Onların bir şeyi bilmeleri olasılığı var. Anlayacağınız, ben bu meseleyi uzun uzun düşündüm. Eğer Pamela, gerçekten alışveriş etmek niyetinde idiyse, o zaman arkadaşlarından birini de kendisiyle gelmesi için kandırırdı. Kızlar ekseri böyledir. Yanlarından biriyle alışverişe çıkmaktan hoşlanırlar.»
«Evet. Bu doğru sanırım.»
«Onun için bu alışverişin bir bahane olduğunu sanıyorum. Pamela'nın aslında nereye gittiğini öğrenmemiz gerek. Belki kız ağzından bir şeyler kaçırmıştır. Eğer öyleyse bunu izcilerin ağzından ancak Miss Marpie alabilir. Miss Marple'ın kızlar konusunda bir hayli bilgisi olduğu muhakkak. Bu bakımdan benden çok şey biliyor o. Zaten çocuklar polisten de korkarlar...»
«Bu köydeki aile sorunlarına benziyor. Yani tam Miss Marple'a göre bir şey. O aslında fevkalade zekidir.»
Başmüfettiş gülümsedi. «Haklısınız. Onun gözünden bir şeyin kaçtığını sanmıyorum.»
Onlar yaklaşırken Miss Marple başını kaldırdı. İki adamı
da sevinçle karşıladı. Harper ona isteğini açıkladı. Yaşlı kız da bunu yerine getirmeye hemen razı oldu.
«Size yardım etmeyi çok isterim, başmüfettiş bey. Size biraz yararlı olabileceğimi de sanıyorum. Bu bakımdan deneyimli sayılırım. Pazar okulu, İzciler, Rehberler. Sonra yetimhane çok yakınımızdadır. Ben sık sık oraya giderek mü-direyle konuşurum. Sonra hizmetçiler... yanımda genellikle pek genç kızlar çalışır. Ah, evet, ben bir kızın konuşmasından durumu hemen anlarım. Doğruyu mu söylüyor, yoksa sakladığı bir şey mi var, bunu sezerim.»
Sir Henry, «Yani siz bir uzmansınız,» dedi.
Miss Marple ona sitemle baktı. «Yalvarırım benimle alay etmeyin, Sir Henry.»
«Sizinle alay etmek aklımdan bile geçmez. Siz çok kez benimle alay ettiniz. En son gülen de yine siz oldunuz.»
Miss Marple bir açıklama yapar gibi, «İnsan köyde bir çok kötülüklerle karşılaşıyor,» diye mırıldandı.
Sir Henry, «Ha, aklıma gelmişken,» dedi. «İstediğiniz bir şeyi öğrendim. Başmüfettiş bana Ruby'nin odasındaki kâğıt sepetinde kesik tırnak parçaları olduğunu söyledi.»
Miss Marple düşünceli düşünceli başını salladı. «Öyle
mi?... Anlıyorum...»
Başmüfettiş sordu. «Bunu neden öğrenmek istediniz,
Miss Marple?»
Yaşlı kız, «Cesede baktığım zaman kızın tırnakları dika-timi çekti,» dedi. «Bu işte bir terslik var gibi geldi bana. Yani kızın elleri tuhafıma gitmişti. Önce bunun nedenini anlayamadım. Sonra aklıma geldi. Bu kadar makyaj yapıp süslenen bir kızın tırnaklarının da iyice uzun olması gerekirdi. Tabii birçok kızın tırnaklarını kemirdiğini bilirim. Bu kolay kolay vazgeçilmeyen alışkanlıklardan biridir. Ama güzellik merakının tırnak yeme huyundan vazgeçmek için genellikle etkisi olur. Oysa ölüye bakarken kızın bu huyundan vazgeçmemiş olduğunu düşündüm. Sonra o küçük çocuk, yani Peter durumu anlamama yardım eden bir şey söyledi. Aslında kızın tırnakları uzunmuş. Ama parmağı bir yere takılmış
ve tırnağının biri kırılmıştı. Herhalde ondan sonra hepsinin boyunun bir olması için diğer tırnaklarını kesmişti. İşte bu yüzden Ruby'nin odasında kesik tırnak parçaları olup olmadığını sordum. Sir Henry de bunu öğreneceğini söyledi.»
Sir Henry, «Cesede baktığınız zaman yalnızca kızın tırnakları mı dikkatinizi çekti?» diye sordu. «Yoksa garibinize giden başka şeyler de var mı?»
Miss Marple hemen başını salladı. «Var ya. Elbise... Elbise de uygunsuzdu.»
İki adam da merakla ona baktılar.
Sir Henry, «Allah Allah,» dedi. «Neden?»
«Aslında o tuvalet eskiydi. Josie de bunu kesinlikle söyledi. Ben de tuvaletin eski ve fazla giyilmiş bir şey olduğunu farketmiştim. Bu da duruma uymuyordu.»
«Doğrusu ne demek istediğinizi anlayamadım.»
Miss Marple hafifçe kızardı. «Söylenildiğine göre Ruby Keene, odasına çıkıp elbisesini değiştirmiş ve sonra da genç yeğenimin değişiyle, 'tutulduğu' bir adamı görmeye gitmişti.»
Harper'in gözlerinde neşeli bir pırıltı belirdi. «Bizim varsayımımız bu. Kızın biriyle randevusu vardı. Bir erkek arkadaşıyla.»
Miss Marple, «Öyleyse kız neden o eski elbiseyi giymişti?» diye sordu.
Harper düşünceli düşünceli kafasını kaşıdı. «Ne demek istediğinizi anlıyorum. Yani sizce kızın yeni bir elbise giymesi gerekiyordu. Öyle değil mi?»
«Tabii. Kızın en güzel elbisesini giymesi gerekirdi. Genç kızlar böyledir.»
Harper ağır ağır, «Onun kızla fazla ilgilenmediğini sanmıyorum,» diye cevap verdi. «Ya da Raymond olağanüstü bir aktör. Bir bakıma o da cinayet saatinde başka yerde olduğunu kanıtlayabilir. On bire yirmi kaladan gece yarısına
kadar muhtelif kimselerle dans etmiş. Onun aleyhinde bir delil bulabileceğimizi sanmıyorum.»
Melchett, «Zaten,» dedi. «Kimsenin aleyhinde bir delil bulamıyoruz.»
«En büyük ümit George Bartlett'de. Cinayet için bir neden bulabilseydik.»
«Onun geçmişini incelediniz mi?»
«Evet, efendim. Annesiyle babasının tek çocuğu. Annesi kendisini çok şımartmış. Kadın bir yıl önce ölmüş ve Bart-lett'e bir hayli para kalmış. Bu serveti çabucak harcamakla meşgul. Kötü değil ama zayıf bir genç.»
Melchett ümitle, «Belki de bütün olay bu yolla açıklanabilir efendim.»
«Yani katil deli mi?»
«Evet, efendim. Belki de o, genç kızları boğan bir manyak. Doktorlar böyle olaylara uzun bir ad takıyorlar.»
Melchett, «Öyle olsaydı,» dedi. «Bütün bu dertlerden kurtulurduk.»
Harper, «Bu işte hoşuma gitmeyen bir tek şey var,» diye mırıldandı.
«Neymiş o?»
«Çünkü bir çözüm yolu bu.»
«Hımm... Evet... Belki... Başlangıçta da dediğim gibi bir adım bile ilerleyemedik.»
Harper, «Olduğumuz yerde sayıyoruz, efendim,» diye ekledi.
On İkinci Bölüm
1
Conway Jefferson uykusunda kımıldanıp, gerindi. Kollarını iki yanına attı. Kazadan beri bütün gücünü toplandığı o uzun güçlü kollarını.
Perdelerin arasından yumuşak sabah ışığı süzülüyordu.
Conway Jefferson kendi kendisine gülümsedi. Gece iyice dinlendiği zaman hep böyle uyanırdı. Mutlu, canlı. Yeni bir gün başlıyordu.
Bir dakika kadar öyle yattı. Sonra da elinin altındaki özel zile bastı. Ve birdenbire bütün olanları anımsadı.
Edwards yumuşak adımlarla, sessizce odaya girerken, Jefferson inledi.
Edwards eli perdede durakladı. «Sancınız mı var, efendim?»
«Hayır. Perdeleri aç,» Jefferson'un sesi sertti.
Berrak ışık odaya doldu. Durumu anlayan Edwards-efendisine bakmadı.
Conway Jefferson yattığı yerde hatırlıyor ve düşünüyordu. Yüzünde sert bir görünüm vardı. Gözlerinin önünde yine Ruby'nin o güzel, aptalca çehresi belirmişti. Yalnızca Jefferson kafasında bu «Aptalca,» sözünü kullanmıyordu. Bir gece önce, «Masum,» derdi. Saf ve masum bir çocuk. Ama şimdi?
Conway Jefferson birdenbire müthiş bir yorgunluk hissetti. Usulca, «Margaret...» diye mırıldandı.
Ölmüş olan karısının adıydı bu.
Adelaide Jefferson, Bayan Bantry'e, «Arkadaşın hoşuma gitti,» dedi.
İki kadın terasda oturuyorlardı.
Bayan Bantry başını salladı. «Jane Marple, fevkalade bir insandır.»
Addie gülümsedi. «Çok da şirin.»
Bayan Bantry, «Onun dedikoducu olduğunu söylerler,» dedi... Oysa Jane hiç de öyle değildir aslında.»
«Aslında insanlar konusunda pek iyi fikirleri yok sanırım.»
«Evet, böyle diyebilirsin.»
Adelaide Jefferson, «Bunca şeyden sonra böyle bir düşünce insanın hoşuna gidiyor,« diye mırıldandı.
Bayan Bantry ona çabucak baktı.
Addie, ne demek istediğini açıklamaya çalıştı. «Değersiz bir şeyi yükseltiyorlar yüceltiyorlar... İdeal haline sokuyorlar.»
«Ruby Keene'i mi kasdediyorsun?»
Addie başını salladı. «Onun hakkında kötü şeyler söylemek istemiyorum. Aslında fena bir insan değildi. Zavallı sırtlan, istediği şeyleri ele geçirmek için savaşmak zorundaydı. Kötü değildi. Yalnızca bayağı ve biraz da gülünçtü. Uysaldı. Ama para peşinde olduğu da kuşkusuzdu. Onun önceden planlar yapıp, komplolar çevirdiğini sanmıyorum. Yalnızca eline geçen fırsattan hemen faydalanmaya kalkıştı, o kadar. Ayrıca da kız yalnız olan yaşlı bir adamı nasıl etkileyeceğini gayet iyi biliyordu.»
Bayan Bantry düşünceli bir tavırla, «Conway gerçekten yalnızdı sanırım,» dedi.
Addie huzursuz huzursuz kımıldandı. «Evet... bu yaz...» Bir an sustu, sonra çabuk çabuk konuşmaya başladı. «Mark, kabahatin bende olduğunu söylüyor. Belki de öyledir... Bilmiyorum...» Bir süre sustu. Sonra konuşma gereğini duyduğu için, daha değişik bir tavırla adeta istemeye istemeye sözlerine devam etti. «Ben öyle tuhaf bir yaşam sürdüm ki. İlk kocam Mike Carmody, evlendikten kısa bir süre sonra
öldü. Bu... bu beni çok sarstı. Bildiğin gibi Peter onun ölümünden sonra doğdu. Frank Jefferson, Mike'ın en yakın arkadaşıydı. Bu yüzden onu sık sık görüyordum. Peter'in isim babasıydı. Bunu Mike istemişti zaten. Sonunda Frank'a bağlandım. Ah... ona acıyordum da.»
Bayan Bantry ilgiyle sordu. «Acıyor muydun?»
«Evet, acıyordum. Bu sana garip gelecek. Frank'ın her istediği vardı. Annesiyle babası kendisine çok düşkündüler. Ama... nasıl anlatayım bilmem ki? Anlayacağın yaşlı Bay Jefferson'un kişiliği çok güçlü. Onunla birlikte yaşadığın takdirde, kendi kişiliğin sönükleşir. Frank da bunu hissediyordu.
«Evlendiğimiz zaman çok mutluydu. Akıl almaz bir biçimde Bay Jefferson, çok cömertçe davrandı. Frank'a servet sayılacak bir para verdi. Çocukların başlarına, buyruk olmalarını arzu ettiğini, onların ölümünü beklemelerini istemediğini söyledi. Çok güzel cömertçe bir hareketti bu. Ama çok acele etmişti. Frank'i bağımsızlığa ağır ağır alıştırmalıydı.
«Para Frank'ın başını döndürdü. Babası gibi güçlü bir insan olmayı istiyordu. Onun gibi para ve iş konusunda zeki, ileri görüşlü ve başarılı bir insan. Ama tabii aslında babası gibi biri değildi o. Parayla spekülasyon yapmamıştı pek. Ama yanlış zamanlarda olmayacak işlere yatırımlar yaptı. Zekice davranılmadığı zaman para çabuk gider. Korkunç bir şeydir bu. Frank para kaybettikçe başka bir zekice bir yöntemle bunu geri almak hevesine kapıldı. İşte böylece durum gitgide kötüleşti.»
Bayan Bantry, «Ama hayatım,» dedi. «Conway ona yol göstermez miydi?»
«Frank fikir almak istemiyordu. Onun tek istediği yalnız başına başarıya ulaşmaktı. İşte bu yüzden durumu hiçbir zaman Bay Jefferson'a açıklamadı. Frank öldüğü sırada pek az paramız kalmıştı. Ufacık bir gerilim vardı benim yani. Ve ben... kayınpederime durumu anlatmadım. Çünkü...» Birden-
bire döndü. «Bu Frank'e ihanet etmekten farksız olacaktı. Böyle bir şey çok sarsardı Frank'i. Bay Jefferson, uzun süre hasta yattı. İyileştiği zaman da benim çok zengin bir dul olduğuma kesinlikle inanmıştı. Ben de hiçbir zaman ona yanıldığını söylemedim. Şeref sözü gibi bir şeydi bu benim için. Tabii kayınpederim benim para konusunda çok dikkatli olduğumu biliyor. Ama bunu her zaman takdirle karşılamıştır. Benim hesaplı ve idareli bir kadın olduğumu düşünüyor. Tabii, hemen hemen Frank'ın ölümünden beri Peter'le onun yanında oturuyoruz. Bütün masraflarımızı da kendisi ödüyor. Bu yüzden para konusunda fazla endişem olmadı.» Ağır ağır ekledi. «Bütün bu yıllar boyunca bir aileden farksızdım. Yalnız... yalnız, ben Bay Jefferson için Frank'ın dul karısı değildim. Hâlâ onun karışıydım. Bilmem, anlıyor musun?»
Bayan Bantry onun ne demek istediğini anlamıştı. «Yani Conway, onların öldüklerini hiçbir zaman kabul etmedi, öyle mi?»
«Evet, Fevkalade davrandı. O korkunç ıstırabını sakladı. Frank'le Rosamund, burada yanımızda değiller ama yine de varlar.»
Bayan Bantry usulca fısıldadı. «İnancın zaferi bu.»
«Biliyorum. Yıllardan beri böyle sürüp gidiyor bu. Ama bu yaz birdenbire... isyan ettim. Belki bu sözlerim korkunç ama ben artık Frank'i düşünmek istemiyordum. Her şey sona ermişti. Frank'e olan aşkım, dostluğumuz, o öldüğü zaman duyduğum acı, geçmişte kalmıştı bunlar. Artık ölüp gitmişlerdi.
«Bunu anlatmak çok zor. Bu insanın defterde tertemiz, yepyeni bir yaprak açmayı istemesine benziyor. Ben kendim olmak istiyordum. Addie adlı oldukça genç, güçlü, tenis oynayabilen, yüzen ve dans eden Addie olmak istiyordum. Bir insan olmak istiyordum. Hatta Hugo konusunda bile... Hugo
McLean'i tanıyorsun değil mi? Çok iyi bir insandır o. Benimle evlenmeyi istiyor. Tabii ben bunu hiçbir zaman düşünmedim. Ama bu yaz bu konuyla da ilgilenmeye başladım. Ciddi bir şekilde değil. Şöyle belli belirsiz...» Durarak başını salladı. «Onun için Mark'ın sözleri doğru olmalı. Ben Jeff'i ihmal ettim. Tabii onu gerçekten ihmal ettiğimi söylemek istemiyorum. Ama kafamda onunla ilgili olmayan düşünceler vardı. Ruby'nin Jeff'i eğlendirdiğini görünce bayağı sevindim. Böylece gidip istediklerimi yapmak için zaman bulacaktım. Ama Jeff'in kıza bu kadar... bu kadar kapılacağı aklıma bile gelmezdi.»
Bayan Bantry, «Peki durumu anladığın zaman ne yaptın?» diye sordu.
«Şaşırıp kaldım. Fena halde şaşırdım. Korkarım kızdım da.»
Bayan Bantry, «Ben de kızardım,» dedi.
«Zira Peter vardı. Peter'in bütün geleceği Jeff e bağlı. Jeff ona kendi torunu gözüyle bakıyordu. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Ama tabii aslında Peter, Jeff'in torunu değildi. Onunla hiçbir akrabalığı yoktu. Oğlumun... mirasdan mahrum edileceğini düşününce...» Kadının kucağına koyduğu biçimli, güçlü elleri hafifçe, titriyordu. «Bana sanki böy-leymiş gibi geldi. Bu paragöz, bayağı, aşağılık bir ahmak neden olacaktı... O anda kızı öldürebilirdim.» Şaşkın şaşkın sustu. Güzel ela gözlerinde dehşet ve yalvarış dolu bir anlamla Bayan Bantry'e baktı. «Ne korkunç sözler bunlar!»
Usulca onların yanına gelmiş olan Hugo McLean, «Hangi sözler?» diye sordu.
«Otur, Hugo, Bayan Bantry'i tanıyorsun, değil mi?»
Hugo yaşlıca kadınla selamlaşmıştı. Şimdi ağır ağır, ısrarla, «Hangi sözler?» diye tekrarladı.
Addie Jefferson, «Ruby Keene'i öldürme isteğine kapıldığımı söylüyordum,» dedi.
Hugo McLean bir an düşündü. «Ben senin yerinde ol-
I
sam böyle sözler söylemem,» dedi. «Seni yanlış anlayabilirler.» Düşünceli, parlak gri gözleriyle anlamlı anlamlı baktı. «Dikkatli davranmalısın, Addie,» Sesi ihtar doluydu.
Miss Marple birkaç dakika sonra otelden çıkarak Bayan Bantry'nin yanına gitti. Hugo McLean'le Adelaide Jefferson, denize giden yoldan yan yana iniyorlardı.
Miss Marple bir koltuğa yerleşti. «Kadına çok bağlı.» «Hem de yıllardan beri! Sadık erkeklerden o.» «Biliyorum. Bay Bury'e benziyor. On yıl dul bir kadının peşinde dolaştı durdu. Arkadaşları onunla alay ediyorlardı artık. Sonunda kadın onunla evlenmeye razı oldu. Ama, ne yazık ki nikâha on gün kala kadın şoförüyle kaçtı! Oysa çok iyi, aklı başında bir kadındı da üstelik.»
Bayan Bantry başını salladı. «İnsanlar bazan çok tuhaf şeyler yapıyorlar. Keşke demin burada olsaydın, Jane. Addie Jefferson bana kendisinden söz ediyordu. Kocası bütün parasını kaybetmiş. Yine de bunu Bay Jefferson'a hiçbir zaman açıklamamışlar. Sonra bu yaz Addie, başka şekilde düşünmeye başlamış...»
Miss Marple atıldı. «Evet. Geçmişte yaşamaktan bıkmış ve isyan etmiş değil mi? Her şeyin zamanı vardır. Hiç kimse panjurları kapayarak, sonsuza dek karanlıkta oturamaz. Herhalde Adelaide de panjurları açtı. Yas elbiselerini çıkardı. Ve tabii bu kayınpederinin hiç hoşuna gitmedi. Adam ihmal edildiğini düşünmeye başladı. Kadını buna kimin zorladığını bir an olsun farketmediğinden de eminim. Ama bu durum hiç hoşuna gitmedi. Böylece daha sonra olanlara hazırlanmış oldu. Tıpkı Bay Badger'in karısı ispiritizmaya meraklandığı zaman olduğu gibi. Anlattıklarını şirin şirin dinleyecek herhangi güzelce bir kız onun ilgisini çekecekti.»
Bayan Bantry, «Acaba Ruby'i buraya kuzini Josie mahsus mu çağırdı?» dedi. «Yani ailece böyle bir plan mı yaptılar?»
Miss Marple başını salladı. «Hayır, hiç sanmıyorum. Josie, insanların gösterecekleri tepkileri önceden hesaplayabilen bir kadın değil. Kafası öyle çalışmıyor: Bu bakımdan biraz aptalca o. Kısıtlı, kurnaz, pratik şeylere akıl erdiren bir kafası var onun. Öyleleri geleceği göremez ve olaylar ka-şısında da şaşırırlar.»
Bayan Bantry mırıldandı. «Herhalde onun da bazı liş-kileri vardı. Çapkın bakışlı küstah bir adam o. Karısını kaybetmiş üzgün bir koca rolünü yıllarca oynayacak bir insan değil Mark. Karısını sevmiş bile olsa, böyle bir şeye dayanamaz. Herhalde Bay Jefferson'un durmadan geçmişi anımsatması hem onu, hem de Addie'yi sıkmaya başlamıştı. Boyunduruk gibi bir şeydi bu.» Miss Marple alayla ekledi. «Ama tabii erkekler için durum daha kolaydır.»
Aynı anda Mark Gaskell, Sir Henry Clithering'le konuşuyor ve Miss Marple'ın bu sözlerinde yanılmamış olduğunu ortaya koyuyordu.
Mark, o her zamanki açıksözlülüğüyle hemen konuya girmişti. «Polisin 'favorisi' olduğumu şimdi anladım. Kuşkulular listesinin en başında ben varım. Mali sıkıntılarımı inceden inceye öğrenmişler. Aslında iflas halindeyim ben. Veya buna yakın durumdayım. Sevgili Jeff tahmin edildiği gibi bir iki ay içinde ölürse ve Addie'yle ben de paraları önceden planladığı gibi pay edersek, o zaman durumun da düzelir. Açıkçası bir hayli borcum var... Bu ortaya çıktığı zaman da kıyamet kopacak. Ama felaketi önleyebilirsem, o zaman bunun tümüyle tersi olacak. Başarıya erişecek ve çok da zengin olacağım.»
Sir Henry Clithering, «Sen bir kumarbazsın, Mark,» dedi.
«Hep öyleydim zaten. 'Her şeyi tehlikeye at!' İşte benim parolam budur. Evet, birinin o zavallı kızı boğması benim için çok iyi oldu. Bu işi ben yapmadım. Kızları boğmaya meraklı değilim. Aslına bakarsanız bir insanı öldürebileceğimi sanmıyorum. Fazla yumuşak ve tembelimdir ben. Ama tabii polisten buna inanmasını isteyemem! Ben onlar için dedektiflerin arayıp da bulamadıkları bir katil adayıyım. Kızın ölmesi işime çok gelirdi. Buradayım. Kurallara fazla aldıran bir insan değilim. Beni daha önce deliğe neden tıkmadıklarını anlamıyorum. O başmüfettiş bana çok kötü bakıyor.»
«Cinayet saatinde başka yerde olduğunu kanıtlayabilecek durumdasın.»
«Dünyada bundan daha kuşku uyandıracak bir şey de olamaz! Hiçbir masum insan cinayet saatinde nerede olduğunu kanıtlayamaz. Sonra böyle şeyler ölüm saatine filan bağlıdır. Ve tabii üç doktor kızın gece yarısı öldüğünü söylerse, başkaları onun sabahın beşinde öldüğünü söyleyecek altı uzman bulurlar. O zaman cinayet sırasında başka yerde olduğumu kanıtlamam ne işe yarar?»
«Neyse... Hiç olmazsa böyle şakalar yapabiliyorsun.»
Mark neşeyle, «Ne ayıp değil mi?» dedi. «Aslında korkudan titriyorum. İşe cinayet karışınca böyle oluyor. Yaşlı Jeff'e acımadığımı da sanmayın. Acıyorum aslında. Ama böylesi daha iyi. Yoksa Jeff kızın içyüzünü anladığı zaman daha çok sarsılırdı.»
«Ne demek istiyorsun?»
Mark gözünü kırptı. «Kız dün gece nereye gitti? Onun bir erkekle buluşmaya gittiğine dair istediğiniz iddiaya girerim. Bu Jeff'in hiç hoşuna gitmezdi. Onun kendisini aldattığını, Ruby'nin aslında öyle şirin, geveze ve saf bir küçük kız olmadığını anladığı takdirde... Aslında kayınpederim tuhaf bir adamdır. Kendisine çok hakimdir. Ama bir de kendisini kaybetti mi? Aklı olan kaçar!»
Sir Henry merakla ona baktı. «Sen Conway'i seviyor musun, yoksa sevmiyor musun?»
«Onu çok seviyorum. Ama aynı zamanda kızıyorum da. Anlatmaya çalışayım... Conway Jefferson çevresindekileri kontrolü altına almaktan hoşlanan bir insan. O müşfik bir despottur. Sevecen, cömert ve kalbi sevgi dolu bir adam. Ama o emir verir ve siz buna uyarsınız. İşte o kadar.» Mark Gaskell bir an durdu. «Karımı çok severdim. Rosamund benim için güneş, kahkaha ve çiçekler demekti. O öldüğü zaman dünya kapkara kesildi. Ringde nakavt olmuş bir boksöre döndüm. Ama hakem uzun zamandan beri sayıyor. Nihayet ben bir erkeğim. Kadınlardan hoşlanırım. Yeniden evlenmek istemiyorum. Kesinlikle istemiyorum. Bu bakımdan bir derdim yok. Çok dikkatli davranmak zorunda kaldım... ama bir hayli gezip tozdum. Zavallı Addie böyle yapamadı. Addie gerçekten çok iyi ve dürüst bir kadındır. O erkeklerin yatmayı değil, evlenmeyi istedikleri kadınlardandır. Kendisine fırsat verildiği takdirde de yeniden evlenir. Çok da mutlu olur. Kocasını da mesut eder. Ama yaşlı Jeff, Addie'yi hep Frank'in karısı olarak gördü. Kadını da ipnotize ederek, onun kendisini de bu gözle görmesini sağladı. Jeff'in haberi yok ama Addie'yle ben hapistik. Ben uzun bir süre önce usulca hapishaneden kaçtım. Addie bu yaz kaçmaya kalkıştı. Bu Jeff'i sarstı. Dünyasını alt üst etti. Sonuç... Ruby Keene.»
Adam neşeyle şarkı söylemeye başladı.
«Ama o artık mezarında,
Her şey o kadar değişti ki!»
«Gelin bir içki için, Clithering.»
Sir Henry, «Polisin Mark Gaskell'dan kuşkulanmasına hiç şaşmamak gerek,» diye düşündü.
On Üçüncü Bölüm
1
Metcalf, Danemouth'un en tanınmış doktorlarındandı. Öyle saldırgan tavırlı hekimlerden değildi o. Odaya girer girmez hastası hemen neşeleniverirdi. Orta yaşlı, sakin, tatlı sesli bir adamdı.
Başmüfettiş Harper'ı dikkatle dinledi. Onun sorularına uysal ama keskin bir tavırla cevap verdi.
Harper, «Demek Bayan Jefferson'un bize anlattıkları doğru, Dr. Metcalf,» dedi.
«Evet, Bay Jefferson'un durumu nazik. Birkaç yıldan beri amansızca çalışıyordu. Başka adamlar gibi yaşamaya kararlıydı. Bu yüzden kendi yaşındaki normal bir adamdan daha fazla çabaladı. Daha hızlı yaşadı. Benim ve diğer uzmanların öğütlerini dinlemedi. Sonunda böyle oldu. Şimdi Bay Jefferson, fazla çalışmış bir makineye benziyor. Kalp, ciğer... hepsi yorgun. Tansiyonu yüksek.»
«Demek Bay Jefferson, sizi kesinlikle dinlemiyor?»
«Evet. Açıkçası onu pek de kabahatli bulmuyorum. Tabii hastalarıma bunu açıkça söylemiyorum, Bay Harper, ama bir insan ya yıpranır ya paslanır. Birçok meslekdaşım böyle yapıyorlar. Yıpranıyorlar yani. Fena yol da değil bu. İnsan Da-nemouth'da ikinci yolu seçenlerle karşılaşıyor. Hayata sıkıca sarılmaya çalışan, kendilerini yormaktan korkan, hava akımından veya mikroplardan veya yemekten korkan birtakım hastalar!»
Harper, «Haklısınız sanırım,» dedi. «Şimdi durumu şöyle özetleyebiliriz değil mi? Conway Jefferson, fiziki bakımdan yeteri kadar güçlü. Daha doğrusu adale bakımından. Ha, aklıma gelmişken, o neler yapabilir?»
«Kolları ve omuzları çok güçlü. Kazadan önce çok güçlü bir adammış. Şimdi tekerlekli iskemlesini büyük bir ustalıkla
kullanıyor. Kol değneklerinin yardımıyla odada dolaşabiliyor. Sözgelimi yatağından iskemlesine kadar gidebiliyor.»
«Bay Jefferson gibi kaza geçiren bir adamın yapma bacak taktırması gerekmez miydi?»
«Bunun ona yararı olmazdı. Çünkü bel kemiği de sa-katlanmıştı.»
«Anlıyorum. O zaman yeniden özetleyelim. Jefferson, adele bakımından sağlam ve güçlü. Kendisini iyi hissediyor. Öyle değil mi?»
Metcalf başını salladı.
«Ama kalbi hasta. Kendisini fazla zorlaması veya ani bir korku ya da bir şok ölümüne neden olabilir. Öyle mi?»
«Hemen hemen. Kendisini fazla yormak onu ağır ağır öldürüyor. Çünkü yorulduğu zaman bunu kabul edip dinlenmeye yanaşmıyor. Bu da kalbini zorluyor tabii. Onun fazla yorgunluktan birdenbire öleceğini sanmıyorum. Ama ani bir korku veya şok buna neden olabilir. İşte bu yüzden ailesine uyarıda bulundum.»
Harper ağır ağır, «Ama aslında şok onu öldürmedi,» dedi. «Yani bu olaydan daha feci bir şey olamazdı. Ama adam hâlâ yaşıyor.»
Dr. Metcalf omzunu silkti. «Biliyorum... Eğer benim deneyimim sizde olsaydı o zaman bir olayın seyrine bakarak, sonucu kolaylıkla tahmin etmenin olanaksız olduğunu da bilirdiniz. Şok ve yorgunluktan ölmesi gereken bir hasta şok ve yorgunluktan ölmez. Vs. vs. İnsanlar, sanıldığından çok daha sağlam ve dayanıklıdırlar. Ayrıca deneyimlerime dayanarak şunu da söyleyebilirim: fiziki şok, manevi bir şoktan daha öldürücüdür genellikle. Daha basit bir şekilde izah edeyim. Hızla çarpılan bir kapı. Bay Jefferson'u, hoşlandığı bir kızın feci bir cinayete kurban gitmesinden daha kolaylıkla öldürebilir.»
Neden acaba?»
«Fena bir haber verileceği zaman hasta hemen hemen her zaman bir tepkiye neden olur. Bir savunma tepkisine. Hasta hissizleşip, uyuşuklasın Önce... ne olduğunu bile pek
anlayamaz. Durumu iyice kavramak zaman alır. Ama hızla çarpılan bir kapı, dolaptan fırlayan biri, yolun karşı tarafına geçerken birdenbire köşeden fırlayan bir araba... Bütün bunlar ani şeylerdir. Bir halk deyişiyle insanın yüreği ağzına gelir.»
Harper ağır ağır, «Ama,» diye cevap verdi. «Başkaları kızın ölümünün yarattığı şokun Bay Jefferson'un kalbinin durmasına neden olacağını sanabilirlerdi. Öyle değil mi?»
«Ah, tabii.» Doktor merakla başmüfettişe baktı. «Yani siz...»
Harper öfkeyle homurdandı. «Artık ben de ne düşüneceğimi bilmiyorum.»
Başmüfettiş kısa bir süre sonra Sir Henry'e, «Yine bu iki şeyin birbirlerine gayet iyi uyduklarını siz de kabul etmelisiniz, efendim,» diyordu. «Bir taşla iki kuş vurmak olacaktı bu. Önce kız ortadan kalkacaktı. Onun boğulması, Bay Jefferson'un da ölümüne neden olacak, böylece o da vasiyetnamesini değiştirme fırsatını bulamayacaktı.»
«Jefferson vasiyetnamesini değiştirecek mi dersiniz?»
«Bunu benden çok sizin bilmeniz gerek, efendim. Siz ne diyorsunuz?»
«Bilmem ki. Ruby Keene, işe karışmadan önce Jefferson, parasını gelintyle damadına bırakmak niyetindeydi. Şimdi bu bakımdan fikrini değiştirmesi için ortada bir neden göremiyorum. Ama tabii böyle bir şey yapabilir. Parasını 'Kediler Yurdu'na bırakabilir, veya genç dansözlere.»
Harper de bu fikirdeydi. «Bir insanın aklına neler geleceğini kimse kestiremez. Hele servetini istediği gibi dağıtabileceğini düşünüyorsa, üstelik de Bay Jefferson'un bir tek yakını bile yok.»
Sir Henry, «O çocuğu çok sever,» dedi. «Küçük Peter'i.»
«Çocuğa torunu gözüyle mi bakıyor dersiniz? Bunu siz benden daha iyi bilirsiniz efendim.»
Sir Henry ağır ağır, «Hayır, sanmıyorum,» diye cevap verdi.
«Size sormak istediğim bir şey daha var, efendim. Bu konuda ben kendi kendime karar veremiyorum. Ama onlar sizin dostlarınız. Onun için de bilginiz vardır. Bay Jefferson, Bay Gaskell'le genç Bayan Jefferson'a çok düşkündü mü?»
Sir Henry kaşlarını çattı. «Ne demek istediğinizi pek anladığımı sanmıyorum.»
«Şunu demek istiyorum, efendim. Aralarındaki ilişkiler bir yana... Birer insan olarak geliniyle damadını seviyor mu?»
«Ah, şimdi anladım.»
«Evet, efendim. Bay Jefferson'un ikisine de çok bağlı olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Ama benim anladığım kadarı Bay Jefferson'un bu bağlılığının nedeni onlardan birinin kızının kocası, ötekinin ise oğlunun karısı olması. Ama diyelim ki, onlardan biri yeniden evlenmeye kalkıştı...»
Sir Henry düşündü. «Bu çok ilgi çekici bir nokta. Bilmiyorum... ama bence bu Jefferson'un tavırlarının değişmesine neden olurdu. Benimki yalnızca bir fikir tabii. Jefferson, onlara mutluluklar diler, kin de duymazdı. Ama ondan sonra da geliniyle ya da damadıyla bir daha kesinlikle ilgilenmezdi.» •
«Her ikisi bakımından da böyle mi olurdu, efendim?»
«Evet, öyle sanıyorum. Bay Gaskell'la muhakkak ilişkisini keserdi. Bayan Jefferson bakımından da öyle. Ama bundan o kadar emin değilim. Bence Jefferson, bir insan olarak da Amelaide'e bağlı.»
Harper zekice bir tavırla, «Bunun seksle bir ilgisi olmalı,» diye mırıldandı. «Bay Jefferson'un Bayan Jefferson'a kızı gözüyle bakması daha kolay. Yani damadına oğlu nazarıyla bakmasından, demek istiyorum. İki taraflıdır bu. Kadınlar damatlarını kolaylıkla aileden biri olarak kabul ederler. Ama gelinlerini kızları yerine kolay kolay geçiremezler.» Harper bir an durdu. «Bu yoldan tenis kortuna gidelim mi, efendim? Bakın Miss Marple orada oturuyor. Ondan benim için bir şey yapmasını isteyeceğim. Aslına bakarsanız, sizin yardımınıza ihtiyacım var.»
«Ne açıdan?»
«Benim öğrenemeyeceğim şeyleri siz kolaylıkla anlayabilirsiniz, efendim. Benim yerime Edwards'la konuşmanızı istiyorum.»
«Edwards'la mı? Ondan öğrenmek istediğiniz nedir?»
«Her şeyi... Aklınıza gelebilecek her şeyi! Bildiği her şeyi! Düşüncelerini! Aile bireylerinin birbirleriyle olan ilişkilerini. Ruby Keene meselesi hakkındaki fikirlerini. Yani işin içyüzünü. O durumu herkesden iyi biliyor. Bundan emin olabilirsiniz. Ama o bunları bana açıklamaz. Buna karşılık sizinle rahatça konuşur. Belki böylece işe yarayacak bir şey öğreniriz. Tabii onunla konuşmaya itirazınız yoksa.»
Sir Henry öfkeyle, «Hiçbir itirazım yok,» diye cevap verdi. «Beni gerçeği öğrenmem için apar topar buraya çağırdılar. Ben de elimden geleni yapmak niyetindeydim.» Ekledi. «Miss Marple size nasıl yardım edecek?»
«Kızlarla konuşacak. Şu izci kızlardan bir kaçıyla. Altı kadar kız topladık. Pamela'yla en samimi olanlar onlarmış. Onların bir şeyi bilmeleri olasılığı var. Anlayacağınız, ben bu meseleyi uzun uzun düşündüm. Eğer Pamela, gerçekten alışveriş etmek niyetinde idiyse, o zaman arkadaşlarından birini de kendisiyle gelmesi için kandırırdı. Kızlar ekseri böyledir. Yanlarından biriyle alışverişe çıkmaktan hoşlanırlar.»
«Evet. Bu doğru sanırım.»
«Onun için bu alışverişin bir bahane olduğunu sanıyorum. Pamela'nın aslında nereye gittiğini öğrenmemiz gerek. Belki kız ağzından bir şeyler kaçırmıştır. Eğer öyleyse bunu izcilerin ağzından ancak Miss Marpie alabilir. Miss Marple'ın kızlar konusunda bir hayli bilgisi olduğu muhakkak. Bu bakımdan benden çok şey biliyor o. Zaten çocuklar polisten de korkarlar...»
«Bu köydeki aile sorunlarına benziyor. Yani tam Miss Marple'a göre bir şey. O aslında fevkalade zekidir.»
Başmüfettiş gülümsedi. «Haklısınız. Onun gözünden bir şeyin kaçtığını sanmıyorum.»
Onlar yaklaşırken Miss Marple başını kaldırdı. İki adamı
da sevinçle karşıladı. Harper ona isteğini açıkladı. Yaşlı kız da bunu yerine getirmeye hemen razı oldu.
«Size yardım etmeyi çok isterim, başmüfettiş bey. Size biraz yararlı olabileceğimi de sanıyorum. Bu bakımdan deneyimli sayılırım. Pazar okulu, İzciler, Rehberler. Sonra yetimhane çok yakınımızdadır. Ben sık sık oraya giderek mü-direyle konuşurum. Sonra hizmetçiler... yanımda genellikle pek genç kızlar çalışır. Ah, evet, ben bir kızın konuşmasından durumu hemen anlarım. Doğruyu mu söylüyor, yoksa sakladığı bir şey mi var, bunu sezerim.»
Sir Henry, «Yani siz bir uzmansınız,» dedi.
Miss Marple ona sitemle baktı. «Yalvarırım benimle alay etmeyin, Sir Henry.»
«Sizinle alay etmek aklımdan bile geçmez. Siz çok kez benimle alay ettiniz. En son gülen de yine siz oldunuz.»
Miss Marple bir açıklama yapar gibi, «İnsan köyde bir çok kötülüklerle karşılaşıyor,» diye mırıldandı.
Sir Henry, «Ha, aklıma gelmişken,» dedi. «İstediğiniz bir şeyi öğrendim. Başmüfettiş bana Ruby'nin odasındaki kâğıt sepetinde kesik tırnak parçaları olduğunu söyledi.»
Miss Marple düşünceli düşünceli başını salladı. «Öyle
mi?... Anlıyorum...»
Başmüfettiş sordu. «Bunu neden öğrenmek istediniz,
Miss Marple?»
Yaşlı kız, «Cesede baktığım zaman kızın tırnakları dika-timi çekti,» dedi. «Bu işte bir terslik var gibi geldi bana. Yani kızın elleri tuhafıma gitmişti. Önce bunun nedenini anlayamadım. Sonra aklıma geldi. Bu kadar makyaj yapıp süslenen bir kızın tırnaklarının da iyice uzun olması gerekirdi. Tabii birçok kızın tırnaklarını kemirdiğini bilirim. Bu kolay kolay vazgeçilmeyen alışkanlıklardan biridir. Ama güzellik merakının tırnak yeme huyundan vazgeçmek için genellikle etkisi olur. Oysa ölüye bakarken kızın bu huyundan vazgeçmemiş olduğunu düşündüm. Sonra o küçük çocuk, yani Peter durumu anlamama yardım eden bir şey söyledi. Aslında kızın tırnakları uzunmuş. Ama parmağı bir yere takılmış
ve tırnağının biri kırılmıştı. Herhalde ondan sonra hepsinin boyunun bir olması için diğer tırnaklarını kesmişti. İşte bu yüzden Ruby'nin odasında kesik tırnak parçaları olup olmadığını sordum. Sir Henry de bunu öğreneceğini söyledi.»
Sir Henry, «Cesede baktığınız zaman yalnızca kızın tırnakları mı dikkatinizi çekti?» diye sordu. «Yoksa garibinize giden başka şeyler de var mı?»
Miss Marple hemen başını salladı. «Var ya. Elbise... Elbise de uygunsuzdu.»
İki adam da merakla ona baktılar.
Sir Henry, «Allah Allah,» dedi. «Neden?»
«Aslında o tuvalet eskiydi. Josie de bunu kesinlikle söyledi. Ben de tuvaletin eski ve fazla giyilmiş bir şey olduğunu farketmiştim. Bu da duruma uymuyordu.»
«Doğrusu ne demek istediğinizi anlayamadım.»
Miss Marple hafifçe kızardı. «Söylenildiğine göre Ruby Keene, odasına çıkıp elbisesini değiştirmiş ve sonra da genç yeğenimin değişiyle, 'tutulduğu' bir adamı görmeye gitmişti.»
Harper'in gözlerinde neşeli bir pırıltı belirdi. «Bizim varsayımımız bu. Kızın biriyle randevusu vardı. Bir erkek arkadaşıyla.»
Miss Marple, «Öyleyse kız neden o eski elbiseyi giymişti?» diye sordu.
Harper düşünceli düşünceli kafasını kaşıdı. «Ne demek istediğinizi anlıyorum. Yani sizce kızın yeni bir elbise giymesi gerekiyordu. Öyle değil mi?»
«Tabii. Kızın en güzel elbisesini giymesi gerekirdi. Genç kızlar böyledir.»
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Cesetler Merdiveni - 8
- Büleklär
- Cesetler Merdiveni - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3866Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173838.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.61.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176135.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3879Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169936.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3834Unikal süzlärneñ gomumi sanı 179435.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3950Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173437.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3822Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173435.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3908Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173436.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3902Unikal süzlärneñ gomumi sanı 176936.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 9Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3835Unikal süzlärneñ gomumi sanı 181437.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Cesetler Merdiveni - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2665Unikal süzlärneñ gomumi sanı 136137.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.