🕙 29 minut uku
Cesetler Merdiveni - 4
Süzlärneñ gomumi sanı 3834
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1794
35.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
57.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
«Ruby'den gitgide daha çok hoşlanmaya başladım. Sonunda onu kanunen evlat edinmeye karar verdim. Kanun nazarında benim kızım olacaktı o. Belki bu size onun için neden endişelendiğimi ve Ruby anlaşılmayan bir biçimde ortadan kaybolduğu zaman niçin polise başvurduğumu açıklar.
Bir sessizlik oldu. Sonra Başmüfettiş Harper, «Gelininizle damadınızın bunu nasıl karşıladıklarını sorabilir miyim?» dedi. Sakin sesi soruyu itiraz edilmeyecek bir hale sokuyordu.
Jefferson çabucak cevap verdi. «Nasıl karşılayacaklardı? Ne diyebilirlerdi? Belki bu fikrimden pek hoşlanmadılar. Sonuçta bu önyargılara neden olacak-bir şeydi. Ama ikisi de gayet iyi davrandılar. Evet, gayet iyi davrandılar. Zaten benim elime bakmıyor ki onlar. Oğlum Frank evlendiği zaman servetimin yarısını hemen ona verdim. Böyle şeylere inanırım ben. İnsan çocuklarını ölümüne kadar bekletmemelidir. Para onlara gençken gereklidir, orta yaşlı değil. Aynı şekilde kızım Rosamund, beş parasız bir adamla evlenmekte direttiği zaman ona da hatırı sayılır bir meblağ verdim. Kızım ölünce bu servet kocasına kaldı. Anlayacağınız para sorununu yıllar önce kesinlikle hallettim.»
Harper mırıldandı. «Anlıyorum...» Ama sesinde bir aca-iplik vardı.
Conway Jefferson hemen atıldı. «Ama benimle aynı fikirde değilsiniz sanırım.»
«Bu konuda fikir yürütmek bana düşmez, efendim. Bildiğim kadarıyla aileler her zaman makul bir şekilde hareket etmezler.»
«Herhalde haklısınız. Aslında Bay Gaskell'le Bayan Je-ferson'un benim ailemden olmadıklarını unutmamalısınız. Aramızda bir kan bağı yok.»
Başmüfettiş itiraf etti. «Tabii bu da durumu değiştirir.»
Bir an Conway Jefferson'un gözlerinde muzipçe bir pırıltı
belirdi. «Tabii onların benim yaşlı bir budala olduğumu düşünmediklerini söyleyemem. Normal bir insan böyle bir tepki gösterirdi. Ama ben aptallık etmiyordum. Ben insanları tanırım. Ruby Keene, eğitim gördüğü, iyi yetiştirildiği takdirde, kibarların arasına karışabilirdi.»
Melchett, «Korkarım fazla meraklıyız biz,» dedi. «Ayrıca küstahlık da ediyoruz... Ama her şeyi iyice anlamamız şart. Kızı evlat edinmeyi, kendisine toplu bir para vermeyi dü-şünüyormuşsunuz. Bunu yapmadınız mı?»
Jefferson, «Neyi kastettiğinizi anlıyorum,» diye mırıldandı. «Yani kızın ölümünün bir yakınını zengin edip etmeyeceğini öğrenmek istiyorsunuz? Böyle bir şey olamazdı. Ruby'i evlat edinmek için harekete geçmiştim. Ne ki formaliteler daha tamamlanmamıştı.»
Melchett ağır ağır, «Yani,» dedi. «Size bir şey olduğu takdirde...» Cümlesini, bir soru soruyormuş gibi yarım bıraktı.
Conway Jefferson çabucak cevap verdi. «Bana bir şey olacağı yok! Ben sakatım ama hasta değilim. Tabii doktorlar suratlarını asarak bana fazla heyecanlanmamamı önerip duruyorlar, o da başka. Heyecanlanmayacak mışım! Ben bir at kadar güçlüyüm. Ama kaderin insanlara ne oyunlar oynadığını da gayet iyi bilirim! Allahım! Bunu çoktan öğrendim! En güçlü bir insan bile birdenbire ölebilir. Hele trafik kazalarının iyice arttığı bu günlerde. Ama ben bu olasılığı gözönüne aldım. On gün önce yeni bir vasiyetname yaptım.»
Başmüfettiş Harper öne doğru eğildi. «Evet?»
«Ruby Keene adına idare edilmek üzere elli bin sterlin bırakıyordum. Bu para kız yirmi beşine bastığı zaman kendisine teslim edilecekti.»
Harper'in gözleri açıldı. Melchett'inkiler de öyle. Harper adeta hayranlıkla, «Az para değil bu,» diye fısıldadı.
«Öyle sayılabilinir.» , ¦ ¦
«Ve bu parayı birkaç haftadan beri tanıdığınız bir kıza bırakacaktınız öyle mi?» .
O parlak mavi gözlerde öfkeli bir pırıltı belirdi. «Aynı şeyleri tekrar tekrar söylemem mi gerek? Yakın bir tek akrabam yok. Ne yeğenlerim, ne kuzenlerim. Bu parayı bir yardım kurumuna da bırakabilirdim. Ama bunu belirli bir kimseye vermeyi tercih ettim.» Güldü. «Bir gecede bir prenses olan Kül Kedisi! Kadın bir iyilik perisi yerine erkek bir peri. Neden olmasın? Bu para benim. Onu ben kazandım.»
Melchett sordu. «Başkalarına da para bırakıyor musunuz?»
«Uşağım Edwards'a belirli bir miktar. Servetimin geri kalan kısmı Addie'yle Mark arasında eşit şekilde bölünecek.»
«Geriye hatırı sayılır bir para kalıyor mu? Bunu sorduğum için özür dilerim.»
«Belki de kalmıyordur. Yatırımlar sık sık değişiyor. Onun için kesin bir şey söylemek zor. Veraset vergisi ve öteki masraflar çıktıktan sonra adam başına on biner sterlin kalacak sanırım.»
«Anlıyorum.»
«Onlara karşı kötü davrandığımı düşünmemelisiniz. Dediğim gibi ben aslında servetimi çocuklarım evlendiği zaman pay ettim. Kendime pek az bir para ayırdım. Ama... o... o... felaketten sonra oyalanmak için kendimi işe verdim.. Durmadan çalıştım. Ve işin garibi neye el attıysam başarılı oldum. Dokunduğum her şey altın halini aldı. Herhalde kader alaylı alaylı gülerek kaybımı bu şekilde telafi ediyordu.» Yüzünde ıstırap dolu çizgiler belirmişti. Sonra kendisini toplayarak alaycı bir tavırla gülümsedi. «Ruby'e bırakmak istediğim para da benimdi. Bunu istediğim gibi sarf edebilirdim.»
Melchett çabucak, «Bizim zaten bundan kuşkumuz yok,» dedi.
Conway Jefferson, «İyi,» diye mırıldandı. «Şimdi ben de size bazı sorular sormak istiyorum. Tabii izin verirseniz. O korkunç olay hakkında bilgi istiyorum. Bütün bildiğim onun...
küçük Ruby'nin buradan yirmi beş kilometre kadar uzakta bir evde boğulmuş halde bulunduğu.»
«Bu doğru. Gossington konağında bulundu o.» Jefferson kaşlarını çattı «Gossington'da mı? Ama orası.-"
«Bay Bantry'nin konağıdır.»
«Bantry? Arthur Bantry? Onu tanırım ben. Hem onu, hem karısını. Yıllar önce onlarla Avrupa'da tanıştım. Onların bu taraflarda oturduklarını bilmiyordum. Ama...» Sustu.
Harper hemen, «Bay Bantry geçen salı akşamı burada yemek yemiş. Onu görmediniz mi?» dedi.
«Salı? Salı? Hayır, otele çok geç döndük. Harden He-ad'e gitmiştik. Yolda bir lokantaya uğrayarak akşam yemeğini orada yedik.»
Melchett sordu. «Ruby Keene size Bantry'lerden hiç söz-etmedi mi?»
Jefferson başını salladı. «Hayır, hiç söz etmedi. Onları tanıdığını sanmıyorum. Kızcağız, tiyatro sanatçılarından başka pek kimseyi tanımıyordu.» Bir an durdu, sonra birdenbire sordu. «Bantry bu konuda ne diyor?»
«Meseleyi kesinlikle açıklayamıyor. Gece geç vakite kadar Muhafazakârların toplantısındaymış. Ceset bu sabah bulundu. Bantry, kızı ömrümde görmediğini söylüyor.»
Jefferson başını salladı. «Gerçekten çok tuhaf.»
Başmüfettiş Harper hafifçe öksürdü. «Cinayeti kim işlemiş olabilir, efendim?» -
«Ah, bunu bir bilseydim!» Jefferson'un alnındaki damarlar kabarmıştı. «İnanılacak bir şey değil bu! İnsanın aklı almıyor! Eğer olay böylesine gerçek olsaydı, 'Yalan, bu,' derdim. 'Böyle şey olmaz!'»
«Kızın bir arkadaşı yok muydu? Geçmişiyle ilgili biri? Burada dolaşan, onu tehdit eden bir kimse?»
«Böyle bir şey olmadığından eminim. Olsaydı Ruby bunu bana söylerdi. Kızın hiçbir zaman 'bir erkek arkadaşı'
olmamış. Bunu bana kendisi açıkladı.»
Harper, «Size tabii öyle söylerdi,» diye düşündü. «Ama bu doğru muydu bakalım?»
Conway Jefferson sözlerine devam etti. «Ruby'nin peşinde birinin dolaşıp dolaşmadığını, bir adamın onu rahatsız edip etmediğini en iyi Josie bilir. O size yardım edemiyor mu?»
«Edemeyeceğini söylüyor.»
Jefferson kaşlarını çattı. «Bana bu bir manyağın işiymiş gibi geliyor. Bu hainlik... Bir konağa girmek... Bütün bunlar birbirlerine bağlı değil... Bu olaylardan bir anlam çıkmıyor. Bu tipte insanlar var. Görünüşte normal gibi duran, ama kızları ve hatta bazan çocukları tuzağına düşürerek öldüren manyaklar. Bir tür seks cinayeti bunlar sanırım.»
Harper, «Evet, böyle olaylar görülüyor,» dedi. Ama bu çevrede böyle biri olduğunu hiç duymadık.»
Jefferson, «Ruby'le birlikte gördüğüm erkekleri düşündüm,» diye konuşmasını sürdürdü. «Otel müşterileri. Dışarıdan gelenler. Hepsi de zararsıza benziyorlar. Malum tipler. Ruby'nin özel bir arkadaşı yoktu.»
Harper'in yüzü anlamsızdı ama gözlerinde Jefferson'un farketmediği düşünceli bir ifade belirmişti. Kendi kendine, «Ruby Keene'nin özel bir arkadaşı vardı belki de,» diyordu. «Jefferson'un bunu bilmesi önemli değil.» Ama hiçbir şey söylemedi.
Melchett ona bir göz attıktan sonra da ayağa kalktı. «Teşekkür ederiz, Bay Jefferson. Şimdilik bu kadar.»
Jefferson, «Bana yeni gelişmeler hakkında bilgi verirsiniz değil mi?» dedi.
«Tabii, tabii. Sizinle haberleşiriz.»
Gurup dışarı çıktı. Conway Jefferson iskemlesinde arkasına yaslandı. Göz kapakları indi. Şimdi o sert bakışlı mavi gözler gözükmüyordu. Jefferson'un bitkin bir hali vardı. Bir iki dakika sonra adamın göz kapakları titreşti. Jefferson, «Edwards!» diye seslendi.
Yan odadaki uşak hemen kapıda belirdi. Kimse Jef-ferson'u Edwars kadar tanıyamazdı. Ötekiler, hatta en yakınları bile Jefferson'un güçlü tarafını bilirlerdi. Edwards ise zayıflıklarını «Buyrun, efendim.»
Jefferson, «Sir Henry Chithering'e telefon et,» dedi. «Melborne Abbas'da o. Kendisine tarafımdan rica et. Yarın yerine bu gün gelsin. Acil bir durum olduğunu söyle.»
Yedinci Bölüm
1
Jefferson'un dairesinden çıktıktan sonra, Müfettiş Slack soruşturmaları sürdürmek için Melchett'le Harper'in yanından ayrıldı.
Başmüfettiş Harper, polis müdürüne, «Cinayet nedeni anlaşıldı, efendim,» dedi.
Melchett, «Hım...» diye mırıldandı. «Elli bin sterlin ha?»
Harper, «Bay Jefferson'un dediği gibi,» diye devam etti. «Bay Gaskefl'la Bayan Jefferson'un mali durumları yerindeyse, o zaman onları kuşkulular listesinden sileriz. Onların böyle soğukkanlılıkla cinayet işlemeleri için bir neden olamaz.»
«Öyle. Tabii mali durumları incelenecek. Gaskell'den hoşlandığımı pek söyleyemem. Fazla kurnaz, kurallara al-, dırmayan bir insana benziyor. Ama bu onun katil olduğu anlamına da gelmez, tabii.»
«Evet, efendim, ben ikisinin de katil olduğunu sanmıyorum. Josie'nin söylediklerinden onların cinayet işleme fırsatı bulamayacakları da anlaşılıyor. On bire yirmi kaladan
gece yarısına kadar briç oynadıkları anlaşılıyor. Hayır, bence başka bir olasılık var.»
Melchett, «Ruby Keene'in erkek arkadaşı mı?» dedi.
«Evet. Fazla akıllı olmayan, öfkeli bir genç. Ruby'i o daha buraya gelmeden önce tanıyordu. Bu evlat edinme planını duydu ve o zaman çılgına döndü. Ruby'i kaybedeceğini, onun kendisinden tümüyle uzaklaşacağını düşündü. Dün gece kızı kendisiyle buluşmaya zorladı. Konuşurken kavgaya başladılar. Delikanlı kendisini kaybederek Ruby'i öldürdü.»
«Peki ceset neden Bantry'nin kütüphanesinde bulundu?»
«Bu da kolaylıkla açıklanabilir. O sırada delikanlının ara-basındaydılar. Genç adamın aklı başına geldi. Ne korkunç bir şey yapmış olduğunu anladı. İlk iş cesedi başından atmaya karar verdi. Belki o sırada konağın çok yakınındaydılar. Delikanlı, kızın ölüsü orada bulunduğu takdirde, herkesin ko-naktakilerden kuşkulanacağını düşündü. Böylece kendisi yakayı kurtarmış olacaktı. Kız, incecikti. Delikanlı onu kolaylıkla 1 taşıyabilirdi. Arabasında keski vardı. Camlı pencereyi açarak, Ruby'i içerdeki halının üstüne yatırdı. Bu bir boğma olayıydı. Yani delikanlının arabasında onu ele verecek kan izi, ve benzeri izler yoktu. Anlatabiliyor muyum, efendim?»
«Evet, bu mümkün. Harper. Ama yapılacak bir tek şey var. Cherhez l'homme.»
«Ne? Ah, evet, efendim.» Harper, amirinin nüktesini pek beğenmiş gibi bir tavır takındı. Aslında Melchett'in Fransızca aksanı yüzünden kelimeleri güçlükle anlayabilmişti.
«Şey... Ah... Şey... Sizinle bir dakika konuşabilir miyim?» George Bartlett iki adamın yolunu kesmişti.
Melchett sabırsızca, «Evet,» diye bağırdı, «Ne var?» Ne var?»
Genç Bay Bartlett bir iki adım geriledi. Ağzını açıp kapıyor farkına varmadan, balık taklidi yapıyordu. «Şey... Belki de önemli değil bu.. Ama... size söylememin doğru olacağını düşündüm. Yani... arabamı bulamıyorum.»
«Ne demek istiyorsunuz? Arabanızı mı bulamıyorsunuz?»
Bay Bartlett kekeleyerek arabasını bulamadığını kastettiğini anlatmaya çalıştı.
Harper, «Yani arabanız çalındı mı?» dedi.
George Bartlett minnetle bu daha sakin adama doğru döndü. «İşte sorun da bu ya. Yani... insan bilemez ki. Öyle değil mi? Belki de biri, arabaya binip biraz dolaşmaya çıkmıştır. Yani... kötü bir maksadı olmayabilir. Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musunuz?»
«Arabanızı en son ne zaman gördünüz, Bay Bartlett?»
«Ben de bunu hatırlamaya çalışıyorum. İnsanın bazı şeyleri hatırlaması ne kadar güç değil mi?»
Melchett soğuk soğuk, «Normal zekâsı olan bir kimse için güç olmasa gerek,» diye cevap verdi. «Demin bize arabanızın dün gece otelin avlusunda olduğunu söylemiştiniz...»
Bay Bartlett onun sözünü kesmek cesaretini gösterdi. «İşte sorun da bu ya? Orada mıydı bakalım?»
«Ne demek, orada mıydı bakalım? Siz arabanın orada olduğunu söylemediniz mi?»
«Yani... Ben arabamın orada olduğunu sanıyordum. Yani... çıkıp bakmadım ki? Anlatabiliyor muyum, bilmem?»
Melchett içini çekerek, sabırlı olmaya çalıştı. «Şu işi iyice bir anlayalım. Arabanızı en son ne zaman gördünüz? Sahiden ne zaman gördünüz? Ha, aklıma gelmişken, arabanız ne marka?»
«Minoan 14.» George Bartlett'in gırtlak kemiği titreyerek bir aşağı iniyor, bir yukarı çıkıyordu.
«Arabayı en son ne zaman gördünüz?»
«Ben de bunu hatırlamaya çalışıyordum. Dün öğleden
önce arabayı oraya bıraktım. Akşam üzeri biraz dolaşacaktım. Ama, nedense yatıp uyudum. Böyle şeylerin nasıl olduğunu bilirsiniz. Çaydan sonra da biraz tenis filan oynadım. Sonra banyo yaptım.»
«Ve araba otelin avlusundaydı, öyle mi?»
«Öyle sanıyorum. Yani, arabayı oraya bırakmıştım. Yani, birini gezmeye götürmeyi düşünüyordum. Akşam yemeğinden sonra. Ama şanslı bir gecem değildi, istediğim olmadı. Ben de bizim eski otobüse binip dolaşmaya çıkmadım.»
Harper, «Yani,» dedi. «Sizce araba hâlâ otelin avlusundaydı?»
«E, tabii. Yani, arabayı oraya bırakmıştım. Öyle değil
1
«Araba orada olmasaydı bunu farkeder miydiniz?»
Bay Bartlett başını salladı. «Pek sanmıyorum. Avluya bir sürü araba girip çıkıyor. Üstelik çok da Minoan var.»
Harper başını salladı. Pencereden dışarıya bir göz atmış ve o sırada avluda en aşağı sekiz Minoan 14 olduğunu görmüştü. O yıl en fazla satılan ucuz arabalardı bunlar.
Albay Melchett yeniden konuşmaya başladı. «Arabanızı geceleri garaja koymak gibi bir âdetiniz yok mu?»
Bay Bartlett, «Genellikle o zahmete katlanmam,» diye cevap verdi. «Neticede hava güzel. Arabayı garaja sokmak başlı başına bir dert.»
Melchett'e bir göz atan Harper, «Siz yukarı çıkın, efendim,» dedi. «Ben de şimdi geliyorum. Komiser Higgins'e söyleyeyim, Bay Bartlett'ten ek bilgi alsın.»
«Olur, Harper.»
Bay Bartlett hevesle, «Durumu size açıklayayım dedim.» diye mırıldandı. «Bu önemli olabilirdi. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz bilmem?»
Bay Prestcott, yeni dansöze yemek ve oda vermişti. Yemeklerin nasıl olduğu belli değildi ama, odanın otelin en berbat yeri olduğu muhakkaktı.
Josephine Turner'la Ruby Keene, karanlık ve biçimsiz kısa koridorun en dibindeki iki odada kalıyorlardı. Kuzeye, otelin arkasındaki dik kayalara bakan odalar küçüktü. Eski eşyalarla döşenmişti bunlar.
Melchett daha ilk bakışta Ruby'nin odasının otelden görünmeden çıkmaya çok elverişli olduğunu anladı. Çünkü koridorun öbür ucunda bir merdiven vardı. Buradan zemin katındaki aynı derecede karanlık koridora iniliyordu. Bunun ucundaki camlı kapı ise yandaki verandaya açılıyordu. Manzarası güzel olmayan bu terasa da kimsenin çıktığı yoktu.
Müfettiş Slack oda hizmetçilerini sıkıştırmış, ipuçları bulmak için Ruby'nin odasını incelemişti. Neyseki odaya kimse dokunmamıştı daha, Jefferson'un erkenden telefonu üzerine polis hemen kapıyı kilitlemişti. Koridordaki öteki odalar ise bu mevsimde haftada ancak bir kez temizleniyordu.
Slack sıkıntılı sıkıntılı, «Buraya kadar iyi,» diye açıkladı. «Yani bulunacak bir şey olsaydı, bulabilirdik. Ama böyle bir şey yok.»
Glenshire polisi parmak izlerini almış ama işe yarayacak bir şey bulamamıştı. Ruby'nin, Josie'nin ve iki oda hizmetçisinin izleri vardı burada. Raymond Starr'ın da bir iki parmak izi bulunmuştu ama genç adam Ruby gece yarısı dansa gelmeyince, Josie'yle yukarıya, kızı aramaya çıktığını söylemişti.
Slack odadaki mektupları dikkatle incelemişti. Ruby'nin Londra'daki ahbaplarından gelmişti bunlar. Aslında zararsız şeylerdi. Ama Slack bütün adları bir bir kaybetmişti. Bu yönden de soruşturmalar yapılacaktı. Böyle şeyler hiç belli olmazdı. Melchett bu bakımdan Slack'e hak verdi. Onlara ka-
tılmış olan Harper'da öyle. Odada başka dikkati çekecek bir
şey yoktu.
Odanın ortasındaki iskemlede Ruby'nin o akşam daha önce giydiği bol etekli pembe tuvaleti duruyordu. Bir köşeye yüksek topuklu pembe ipek ayakkabılar fırlatılmıştı. İpincecik iki çift naylon çorap top halinde yere atılmıştı. Bunlardan birinde bir kaçık vardı. Melchett ölünün çorapsız olduğunu hatırladı. Elbise dolabına aralık kapısından içerisindeki asılı olan fazla süslü tuvaletler ve ayakkabılar gözüküyordu. Çamaşır sepetinde kirli birkaç eşya vardı. Kâğıt sepetinde ise kesilmiş tırnak parçaları, oje ve ruj bulaşmış pamuklar atılmıştı. Bütün bunlardan durum anlaşılıyordu. Ruby Keene, telaşla yukarı çıkmış ve elbiselerini değiştirmişti. Sonra çabucak bir yere gitmişti ama nereye?»
Ruby'nin hayatını ve arkadaşlarını bilmesi gereken tek insan Josephine Turner, onlara yardım edememişti. Ama Müfettiş Slack, bunun normal karşılanabileceğini söyledi.
«Bay Jefferson, Ruby'i evlat edinecekmiş. Herhalde Josie, Ruby'nin bu işi bozabilecek eski bir arkadaşlarıyla konuşmasını istemezdi. O hasta bey Ruby'nin gayet saf, tatlı çocuksu bir kız olduğunu sanıyordu. Ama belki de Ruby'nin serseri bir sevgilisi vardı. Bay Jefferson'un hoşuna gitmeyecek bir it. Onun için Ruby bu arkadaşlığı yaşlı adamdan saklamak zorundaydı. Josie kız hakkında fazla bir şey bilmiyordu zaten. Özellikle onun arkadaşlarını filan. Ama kadın Ruby'nin hoşuna gitmeyecek bir tipte gezerek her şeyi alt üst etmesine göz yummazdı. Anladığım kadarı Ruby de sinsi bir kızdı aslında. İşte bu yüzden eski bir arkadaşını gördüğünü Josie'den saklıyordu. Bunu ona açıklayamazdı. Çünkü bu durumda Josie, 'Böyle şey olmaz, kızım,' diyecekti. Ama genç kızların nasıl olduklarını bilirsiniz. Serserilere dayanamaz onlar. Ruby de o iti görmek istiyordu. Delikanlıyla buluştu. Hayta aksileşti, kavga çıktı. Ve sonunda kızın gırtlağını
sıktı.
Melchett, «Herhalde,» dedi. Slack'ın olayları anlatış tarzından hiç hoşlanmazdı. Ama yine her zamanki gibi bu hoşnutsuzluğunu sakladı. «Eğer bu doğruysa, o zaman o serserinin kim olduğunu kolaylıkla öğrenebiliriz.»
Slack her zamanki gibi kendinden emin bir tavırla, «Siz o işi bana bırakın, efendim,» diye cevap verdi. «Ben Ruby1 nin Londra'daki arkadaşlarını bulur, onları bülbül gibi söyletirim.»
Melchett, «Acaba?» diye düşündü. Slack'in enerjisi ve sağa sola koşması onu yorardı oldum olası.
Slack sözlerine devam etti. «Bazı şeyler öğrenebileceğimiz biri daha var, efendim. Bu dans ve tenis öğretmeni. Ruby'i sık sık görüyordu o. Herhalde bilgisi de Josie'den fazladır. Belki Ruby ona açılmıştır da...»
«Bunu Başmüfettiş Harper'le konuştuk bile.»
«İyi. Ben de oda hizmetçilerini iyice sorguya çektim. Burada başka görülecek bir şey yok. Yalnız, yanda bir banyo var. Oraya bakmak ister miydiniz?»
Banyo, Josie'nin daha genişçe olan odasıyla Ruby'ninki-nin arasındaydı. Melchett sessiz bir hayretle kadınların kullandıkları güzellik malzemelerine baktı. Sıra sıra kavanozlar, temizleme kremleri, besleyici kremler, nemlendirici kremler. Kutu kutu değişik renkte pudralar. Her cinsden dudak boyasından meydana gelmiş karmakarışık bir yığın. Saç losyonları ve yaldızlar. Rimeller ve farlar. En aşağı on iki renk tırnak cilası. Pamuklar, kirli pudra ponponları. Şişe şişe tonikler, mesamat sıkıştırıcı losyonlar.
Melchett güç duyulur bir sesle, «Yani,» diye fısıldadı. «Kadınlar bütün bunları kullanıyorlar mı?»
Her şeyi bilen Harper, yüzüne açıyormuş gibi bakarak onu aydınlattı. «Bir kadın özel hayatında belirli bir, iki renk kullanır, efendim. Bir gündüz için, bir gece. Kendisine neyin yakıştığını bilir ve o tonu da pek değiştirmez. Ama bu profesyonel kızlar sık sık değişiklik yapmak zorundadırlar. Bildi-
ğiniz gibi gösteri dansları yaparlar. Bir gece bir tango. Ertesi akşam krinolinli elbiselerle Viktorya devrine özgü bir şey. Sonra bir apaş dansı. Ardından öbür danslar. Tabii bu yüzden makyajlarını değiştirirler.»
Melchett, «Allah allah,» dedi. «Tevekkeli değil bu makyaj malzemelerini yapanlar hemen zengin oluveriyor!»
Clack, «Onlar kolay para kazanıyorlar,» diye homurdandı. «Kolay para kazanıyorlar. Tabii reklam yapmak zorundalar o da başka.»
Polis müdürü bu meseleyi düşünmekten vazgeçerek Harper'a döndü. «O dans öğretmeni... Onunla siz mi konuşacaksınız?»
«Herhalde, efendim.»
Merdivenlerden inerken, Harper, «Bay Bartlett'in anlattıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?» diye sordu.
«Otomobili hakkında söylediklerini mi kasdediyorsunuz? Bence o genç adamı gözden kaçırmamak, gerek Harper. Anlattıkları pek tuhaf. Belki de dün gece Ruby Keene'i arabayla gezmeye götürdü.»
Harper, Raymond Starr'ı daha önce de görmüştü. Yakışıklı bir gençti. Uzun boylu, ince, yanık tenli, bembeyaz dişli, esmer, hareketleri son derece zarif bir insandı. Dost canlısı ve nazikti. Otelde ondan hoşlanmayan yoktu.
«Korkarım size pek yardım edemeyeceğim, başmüfettiş bey. Ruby'i iyi tanıyordum tabii. O buraya bir ay kadar önce gelmişti. Sık sık birlikte dans provası yapıyorduk. Ama anlatacak o kadar az şey var ki. Ruby, iyi ve biraz da aptalca bir kızdı.»
«Biz onun arkadaşlarını öğrenmek istiyoruz. Erkek arkadaşlarını.»
«Herhalde.... Ama ben bir şey bilmiyorum. Otelde birkaç delikanlı onun peşinde dolaşıyordu ama kızın ilgilendiği belirli biri yoktu. Zaten Ruby'nin zamanının çoğunu Jefferson ailesi alıyordu.»
«Evet... Jefferson ailesi...» Harper düşünceli bir tavırla sustu. «O işe ne dersiniz, Bay Starr?»
Raymond sakin sakin sordu. «Hangi işe?»
Harper, «Bay Jefferson, Ruby'i resmen evlat tedinmeye hazırlanıyordu,» dedi. «Bunu biliyor muydunuz?»
Starr'ın bu konuda hiç haberi olmadığı belliydi. Dudaklarını büzerek bir ıslık çaldı. «Kurnaz şeytan! Eh, dünyada yaşlı bir budaladan daha budalası bulunmaz.»
«Demek olaya bu gözle bakıyorsunuz.»
«E, başka ne diyebiliriz ki? Madem yaşlı adam birini evlat edinmek istiyordu, neden kendi çevresinden birini seçmedi ki?»
«Ruby Keene size bu konuda hiç söz etmemiş miydi?»
«Hayır, hiç söz etmedi. Kızın bir şey yüzünden çok sevindiğini seziyordum ama bunun ne olduğunu bilmiyordum.»
«Ya Josie?»
«Ah, Josie durumu muhakkak biliyordu. Hatta belki de bütün bunları o planladı. Josie aptal değildir. Çok akıllıdır o.»
Harper başını salladı. Ruby Keene'i Josie getirmişti. Kızı Jefferson'lara samimi olmaya teşvik eden de oydu her halde. Ruby gece dansa gelmeyince ve Conway Jefferson da endişelenmeye başlayınca bu yüzden sinirlenmişti Josie. Bütün planlarının alt üst olacağını düşünmüştü.
«Ruby, sırlarını saklayabilecek bir kız mıydı?» diye sordu.
«Eh, öyle sanırım. Kendi işlerinden fazla söz etmedi.»
«Ruby size hiç kendisini görmeye gelecek olan bir arkadaşından söz etti mi? Eski bir arkadaşından? Anlaşamadığı bir kimseden? Herhalde ne demek istediğimi anlıyorsunuz.»
«Evet, çok iyi anlıyorum. Ama bildiğim kadarı öyle biri yoktu. Yani kızın söylediklerinden böyle bir anlam çıkmıyordu.»
«Teşekkür ederim, Bay Starr. Şimdi bana dün gece olanları anlatır mısınız?»
«Tabii. Ruby'le on buçukta dans ettik...» «O sırada kızın halinde bir tuhaflık var mıydı?» Raymond düşündü. «Sanmıyorum. Ondan sonra neler olduğunu pek farketmedim. ilgilenmem gereken damlarım vardı. Yalnız Ruby'nin balo salonunda olmadığını farkettiğimi hatırlıyorum. Kız, gece yarısı gözükmedi. Çok kızdım ve durumu Josie'ye haber vermeye gittim. O Jefferson'larla briç oynuyordu. Ruby'nin nerede olduğunu o da bilmiyordu. Biraz şaşırdı sanırım. Josie'nin çabucak, endişeyle Bay Jefferson'a bir göz attığını gördüm. Orkestrayı bir parça daha çalmaya ikna ettim. Ofise giderek, telefonla Ruby'nin odasını arattım. Ama cevap veren olmadı. Yeniden Josie'nin yanına döndüm. Ruby'nin odasında uykuya dalmış olabileceğini söyledi. Aptalca bir sözdü bu. Ama Josie'nin bunu Jefferson'lar için söylemiş olduğunu şimdi anlıyorum. Josie benimle birlikte yukarı çıkmak için kalktı.»
«Evet, Bay Starr. Josie, sizinle yalnızken ne söyledi?» «Hatırladığım kadarı fena halde öfkeliydi. 'Allahın cezası küçük budala,' dedi. 'Böyle şey olmaz. Her şeyi mahvedecek. Ruby'nin kiminle olduğunu biliyor musun?'»
«Ona bu konuda hiçbir fikrim olmadığını söyledim. Ruby'i en son gördüğümde kız genç Bartlett'le dans ediyordu. Josie, Ruby'nin onunla gittiğini sanmıyorum', dedi. 'Bu kız ne işler karıştırıyor. O flimciyle değil ya?'»
Harper çabucak, «Filmciyle mi?» diye sordu. «O da kim?» Raymond, «Adamın adını bilmiyorum,» dedi. «Otelde hiç kalmadı. Tuhaf kılıklı bir genç. Uzun siyah saçları var. Kılığı daha çok tiyatro oyuncularına yakışacak şeyler. Yanılmıyorsam film endüstrisiyle bir ilgisi varmış. Ya da Ruby'e öyle
söylemiş. Bir iki kez buraya yemeğe geldi, sonra da Ruby'le dans etti. Ama kızın onunla samimi olduğunu sanmıyorum. İşte bu yüzden Josie genç adamdan söz edilince şaşırdım. Ona, filmcinin o gece otelde olmadığını söyledim. Josie, 'Her neyse,1 dedi. Ruby biriyle gitti. Ben şimdi Jefferson'lara ne söyleyeceğim?» «Bu Jefferson'lar için önemli mi?» diye cevap verdim. Josie çok önemli olduğunu söyledi. Ayrıca,' Ruby her şeyi mahvederse onu hiçbir zaman affetmem,' diye de ekledi.
«O sırada Ruby'nin odasına varmıştık. Kız içeride değildi tabii. Ama odasına çıkmış olduğu anlaşılıyordu. Çünkü daha önce giydiği tuvalet iskemlenin üstündeydi. Josie dolaba baktı ve, «Galiba o eski beyaz tuvaletini giymiş,» dedi. Aslında Ruby'nin İspanyol dansı için siyah elbisesini giymesi gerekiyordu. Ben de o arada iyice öfkelenmiştim. Ruby'nin beni böyle ortada bırakmasına çok kızıyordum. Josie beni yatıştırmak için elinden geleni yaptı. Prestcott'un başımıza iş açmaması için benimle dans edeceğini söyledi. Gidip, kılığını değiştirdi. Aşağıya inerek onunla bir tango yaptık. Şöyle mübalağalı ve gösterişli bir tango. Ama aslında bilekleri yoracak bir şey değildi bu. Josie bu bakımdan çok metin davrandı. Bileğinin çok acıdığının farkındaydım. Ondan sonra benden Jefferson'ları yatıştırmam için kendisine yardım etmemi istedi. Bunun çok önemli olduğundan söz etti. Tabii ben de elimden geleni yaptım.»
Harper başını salladı. «Teşekkür ederim Bay Starr.» Bir yandan da, «Tabii önemliydi,» diye düşünüyordu. «Elli bin sterlin bu.»
Raymond Starr'ın zarif hareketlerle uzaklaşışını seyretti. Genç adam terasın merdivenlerinden inerken tenis raketiyle topları aldı. Elinde raketi olan Bayan Jefferson da genç adama katıldı. Birlikte kortlara doğru gittiler.
«Affedersiniz, efendim.»
Soluk soluğa kalmış olan Komiser Higgins, Harper'in ya: nında duruyordu. Daldığı düşüncelerden uyanan başmüfettiş hafifçe irkildi.
¦76-
«Merkezden haber geldi efendim. Bir işçi bu sabah bir yangının alevlerini gördüğünü haber vermiş. Yarım saat önce bir taş ocağında yanmış bir araba bulmuşlar. Buradan üç kilometre kadar uzaklıkta orası. Arabanın içinde yanık bir ceset varmış.»
Harper'ın şişman yüzü kızarıverdi. «Glenshire'a ne oldu böyle? Şiddet her tarafımı sardı?» Bir an durdu. «Arabanın numarasını anlayabilmişler mi?»
«Hayır, efendim. Tabii motor numarasının yardımıyla otomobilin kime ait olduğunu öğrenebiliriz. Arabanın bir Mi-noan 14 olduğu sanıyorlar.»
Sekizinci Bölüm
1
Sir Henry Clithering, Majestik'in salonundan geçerken çevresine pek dikkat etmedi. Derin bir düşünceye dalmıştı. Ama bir şey bilinçaltına yerleşerek, zamanının gelmesini sa-bır|a beklemeye başladı.
Sir Henry yukarıya çıkarken arkadaşlarının kendisini neden birdenbire böyle telaşla çağırdığını düşünüyordu. Conway Jefferson durup dururken dört bir yana heyecanlı haberler yollayacak bir insan değildi. Sir Henry, «Herhalde çok önemli bir şey oldu,» diye karar verdi.
Jefferson sözü ağzında gevelemedi. «Geldiğine çok sevindim. Edwards, Sir Henry'e bir içki ver. Herhalde bir şey duymadın? Durum henüz gazetelere yansımadı sanırım.»
Sir Henry başını salladı. Meraklanmıştı. «Ne oldu?»
«Bir cinayet işlendi. Benim bu işle ilgim var. Ahbapların Bantry'lerin de öyle.»
«Arthur'le Dolly Bantry'nin mi?» Sir Henry'nin kulaklarına inanamadığı belliydi.
«Evet, anlayacağın ceset onların evinde bulundu.»
Conway Jefferson olanları kısaca anlattı. Sir Henry sözünü kesmeden arkadaşını dikkatle dinledi. İki adam da bir meselenin can noktasını kolaylıkla kavrarlardı. Sir Henry, Scotland Yard Müdürlüğü sırasında bir olayın özünü anlayı-vermekle ün yapmıştı.
Arkadaşının sözleri sona erince, «Çok tuhaf bir olay,» diye fikrini açıkladı. «Bantry'lerin bu işle ne ilgileri var?»
Bir sessizlik oldu. Sonra Başmüfettiş Harper, «Gelininizle damadınızın bunu nasıl karşıladıklarını sorabilir miyim?» dedi. Sakin sesi soruyu itiraz edilmeyecek bir hale sokuyordu.
Jefferson çabucak cevap verdi. «Nasıl karşılayacaklardı? Ne diyebilirlerdi? Belki bu fikrimden pek hoşlanmadılar. Sonuçta bu önyargılara neden olacak-bir şeydi. Ama ikisi de gayet iyi davrandılar. Evet, gayet iyi davrandılar. Zaten benim elime bakmıyor ki onlar. Oğlum Frank evlendiği zaman servetimin yarısını hemen ona verdim. Böyle şeylere inanırım ben. İnsan çocuklarını ölümüne kadar bekletmemelidir. Para onlara gençken gereklidir, orta yaşlı değil. Aynı şekilde kızım Rosamund, beş parasız bir adamla evlenmekte direttiği zaman ona da hatırı sayılır bir meblağ verdim. Kızım ölünce bu servet kocasına kaldı. Anlayacağınız para sorununu yıllar önce kesinlikle hallettim.»
Harper mırıldandı. «Anlıyorum...» Ama sesinde bir aca-iplik vardı.
Conway Jefferson hemen atıldı. «Ama benimle aynı fikirde değilsiniz sanırım.»
«Bu konuda fikir yürütmek bana düşmez, efendim. Bildiğim kadarıyla aileler her zaman makul bir şekilde hareket etmezler.»
«Herhalde haklısınız. Aslında Bay Gaskell'le Bayan Je-ferson'un benim ailemden olmadıklarını unutmamalısınız. Aramızda bir kan bağı yok.»
Başmüfettiş itiraf etti. «Tabii bu da durumu değiştirir.»
Bir an Conway Jefferson'un gözlerinde muzipçe bir pırıltı
belirdi. «Tabii onların benim yaşlı bir budala olduğumu düşünmediklerini söyleyemem. Normal bir insan böyle bir tepki gösterirdi. Ama ben aptallık etmiyordum. Ben insanları tanırım. Ruby Keene, eğitim gördüğü, iyi yetiştirildiği takdirde, kibarların arasına karışabilirdi.»
Melchett, «Korkarım fazla meraklıyız biz,» dedi. «Ayrıca küstahlık da ediyoruz... Ama her şeyi iyice anlamamız şart. Kızı evlat edinmeyi, kendisine toplu bir para vermeyi dü-şünüyormuşsunuz. Bunu yapmadınız mı?»
Jefferson, «Neyi kastettiğinizi anlıyorum,» diye mırıldandı. «Yani kızın ölümünün bir yakınını zengin edip etmeyeceğini öğrenmek istiyorsunuz? Böyle bir şey olamazdı. Ruby'i evlat edinmek için harekete geçmiştim. Ne ki formaliteler daha tamamlanmamıştı.»
Melchett ağır ağır, «Yani,» dedi. «Size bir şey olduğu takdirde...» Cümlesini, bir soru soruyormuş gibi yarım bıraktı.
Conway Jefferson çabucak cevap verdi. «Bana bir şey olacağı yok! Ben sakatım ama hasta değilim. Tabii doktorlar suratlarını asarak bana fazla heyecanlanmamamı önerip duruyorlar, o da başka. Heyecanlanmayacak mışım! Ben bir at kadar güçlüyüm. Ama kaderin insanlara ne oyunlar oynadığını da gayet iyi bilirim! Allahım! Bunu çoktan öğrendim! En güçlü bir insan bile birdenbire ölebilir. Hele trafik kazalarının iyice arttığı bu günlerde. Ama ben bu olasılığı gözönüne aldım. On gün önce yeni bir vasiyetname yaptım.»
Başmüfettiş Harper öne doğru eğildi. «Evet?»
«Ruby Keene adına idare edilmek üzere elli bin sterlin bırakıyordum. Bu para kız yirmi beşine bastığı zaman kendisine teslim edilecekti.»
Harper'in gözleri açıldı. Melchett'inkiler de öyle. Harper adeta hayranlıkla, «Az para değil bu,» diye fısıldadı.
«Öyle sayılabilinir.» , ¦ ¦
«Ve bu parayı birkaç haftadan beri tanıdığınız bir kıza bırakacaktınız öyle mi?» .
O parlak mavi gözlerde öfkeli bir pırıltı belirdi. «Aynı şeyleri tekrar tekrar söylemem mi gerek? Yakın bir tek akrabam yok. Ne yeğenlerim, ne kuzenlerim. Bu parayı bir yardım kurumuna da bırakabilirdim. Ama bunu belirli bir kimseye vermeyi tercih ettim.» Güldü. «Bir gecede bir prenses olan Kül Kedisi! Kadın bir iyilik perisi yerine erkek bir peri. Neden olmasın? Bu para benim. Onu ben kazandım.»
Melchett sordu. «Başkalarına da para bırakıyor musunuz?»
«Uşağım Edwards'a belirli bir miktar. Servetimin geri kalan kısmı Addie'yle Mark arasında eşit şekilde bölünecek.»
«Geriye hatırı sayılır bir para kalıyor mu? Bunu sorduğum için özür dilerim.»
«Belki de kalmıyordur. Yatırımlar sık sık değişiyor. Onun için kesin bir şey söylemek zor. Veraset vergisi ve öteki masraflar çıktıktan sonra adam başına on biner sterlin kalacak sanırım.»
«Anlıyorum.»
«Onlara karşı kötü davrandığımı düşünmemelisiniz. Dediğim gibi ben aslında servetimi çocuklarım evlendiği zaman pay ettim. Kendime pek az bir para ayırdım. Ama... o... o... felaketten sonra oyalanmak için kendimi işe verdim.. Durmadan çalıştım. Ve işin garibi neye el attıysam başarılı oldum. Dokunduğum her şey altın halini aldı. Herhalde kader alaylı alaylı gülerek kaybımı bu şekilde telafi ediyordu.» Yüzünde ıstırap dolu çizgiler belirmişti. Sonra kendisini toplayarak alaycı bir tavırla gülümsedi. «Ruby'e bırakmak istediğim para da benimdi. Bunu istediğim gibi sarf edebilirdim.»
Melchett çabucak, «Bizim zaten bundan kuşkumuz yok,» dedi.
Conway Jefferson, «İyi,» diye mırıldandı. «Şimdi ben de size bazı sorular sormak istiyorum. Tabii izin verirseniz. O korkunç olay hakkında bilgi istiyorum. Bütün bildiğim onun...
küçük Ruby'nin buradan yirmi beş kilometre kadar uzakta bir evde boğulmuş halde bulunduğu.»
«Bu doğru. Gossington konağında bulundu o.» Jefferson kaşlarını çattı «Gossington'da mı? Ama orası.-"
«Bay Bantry'nin konağıdır.»
«Bantry? Arthur Bantry? Onu tanırım ben. Hem onu, hem karısını. Yıllar önce onlarla Avrupa'da tanıştım. Onların bu taraflarda oturduklarını bilmiyordum. Ama...» Sustu.
Harper hemen, «Bay Bantry geçen salı akşamı burada yemek yemiş. Onu görmediniz mi?» dedi.
«Salı? Salı? Hayır, otele çok geç döndük. Harden He-ad'e gitmiştik. Yolda bir lokantaya uğrayarak akşam yemeğini orada yedik.»
Melchett sordu. «Ruby Keene size Bantry'lerden hiç söz-etmedi mi?»
Jefferson başını salladı. «Hayır, hiç söz etmedi. Onları tanıdığını sanmıyorum. Kızcağız, tiyatro sanatçılarından başka pek kimseyi tanımıyordu.» Bir an durdu, sonra birdenbire sordu. «Bantry bu konuda ne diyor?»
«Meseleyi kesinlikle açıklayamıyor. Gece geç vakite kadar Muhafazakârların toplantısındaymış. Ceset bu sabah bulundu. Bantry, kızı ömrümde görmediğini söylüyor.»
Jefferson başını salladı. «Gerçekten çok tuhaf.»
Başmüfettiş Harper hafifçe öksürdü. «Cinayeti kim işlemiş olabilir, efendim?» -
«Ah, bunu bir bilseydim!» Jefferson'un alnındaki damarlar kabarmıştı. «İnanılacak bir şey değil bu! İnsanın aklı almıyor! Eğer olay böylesine gerçek olsaydı, 'Yalan, bu,' derdim. 'Böyle şey olmaz!'»
«Kızın bir arkadaşı yok muydu? Geçmişiyle ilgili biri? Burada dolaşan, onu tehdit eden bir kimse?»
«Böyle bir şey olmadığından eminim. Olsaydı Ruby bunu bana söylerdi. Kızın hiçbir zaman 'bir erkek arkadaşı'
olmamış. Bunu bana kendisi açıkladı.»
Harper, «Size tabii öyle söylerdi,» diye düşündü. «Ama bu doğru muydu bakalım?»
Conway Jefferson sözlerine devam etti. «Ruby'nin peşinde birinin dolaşıp dolaşmadığını, bir adamın onu rahatsız edip etmediğini en iyi Josie bilir. O size yardım edemiyor mu?»
«Edemeyeceğini söylüyor.»
Jefferson kaşlarını çattı. «Bana bu bir manyağın işiymiş gibi geliyor. Bu hainlik... Bir konağa girmek... Bütün bunlar birbirlerine bağlı değil... Bu olaylardan bir anlam çıkmıyor. Bu tipte insanlar var. Görünüşte normal gibi duran, ama kızları ve hatta bazan çocukları tuzağına düşürerek öldüren manyaklar. Bir tür seks cinayeti bunlar sanırım.»
Harper, «Evet, böyle olaylar görülüyor,» dedi. Ama bu çevrede böyle biri olduğunu hiç duymadık.»
Jefferson, «Ruby'le birlikte gördüğüm erkekleri düşündüm,» diye konuşmasını sürdürdü. «Otel müşterileri. Dışarıdan gelenler. Hepsi de zararsıza benziyorlar. Malum tipler. Ruby'nin özel bir arkadaşı yoktu.»
Harper'in yüzü anlamsızdı ama gözlerinde Jefferson'un farketmediği düşünceli bir ifade belirmişti. Kendi kendine, «Ruby Keene'nin özel bir arkadaşı vardı belki de,» diyordu. «Jefferson'un bunu bilmesi önemli değil.» Ama hiçbir şey söylemedi.
Melchett ona bir göz attıktan sonra da ayağa kalktı. «Teşekkür ederiz, Bay Jefferson. Şimdilik bu kadar.»
Jefferson, «Bana yeni gelişmeler hakkında bilgi verirsiniz değil mi?» dedi.
«Tabii, tabii. Sizinle haberleşiriz.»
Gurup dışarı çıktı. Conway Jefferson iskemlesinde arkasına yaslandı. Göz kapakları indi. Şimdi o sert bakışlı mavi gözler gözükmüyordu. Jefferson'un bitkin bir hali vardı. Bir iki dakika sonra adamın göz kapakları titreşti. Jefferson, «Edwards!» diye seslendi.
Yan odadaki uşak hemen kapıda belirdi. Kimse Jef-ferson'u Edwars kadar tanıyamazdı. Ötekiler, hatta en yakınları bile Jefferson'un güçlü tarafını bilirlerdi. Edwards ise zayıflıklarını «Buyrun, efendim.»
Jefferson, «Sir Henry Chithering'e telefon et,» dedi. «Melborne Abbas'da o. Kendisine tarafımdan rica et. Yarın yerine bu gün gelsin. Acil bir durum olduğunu söyle.»
Yedinci Bölüm
1
Jefferson'un dairesinden çıktıktan sonra, Müfettiş Slack soruşturmaları sürdürmek için Melchett'le Harper'in yanından ayrıldı.
Başmüfettiş Harper, polis müdürüne, «Cinayet nedeni anlaşıldı, efendim,» dedi.
Melchett, «Hım...» diye mırıldandı. «Elli bin sterlin ha?»
Harper, «Bay Jefferson'un dediği gibi,» diye devam etti. «Bay Gaskefl'la Bayan Jefferson'un mali durumları yerindeyse, o zaman onları kuşkulular listesinden sileriz. Onların böyle soğukkanlılıkla cinayet işlemeleri için bir neden olamaz.»
«Öyle. Tabii mali durumları incelenecek. Gaskell'den hoşlandığımı pek söyleyemem. Fazla kurnaz, kurallara al-, dırmayan bir insana benziyor. Ama bu onun katil olduğu anlamına da gelmez, tabii.»
«Evet, efendim, ben ikisinin de katil olduğunu sanmıyorum. Josie'nin söylediklerinden onların cinayet işleme fırsatı bulamayacakları da anlaşılıyor. On bire yirmi kaladan
gece yarısına kadar briç oynadıkları anlaşılıyor. Hayır, bence başka bir olasılık var.»
Melchett, «Ruby Keene'in erkek arkadaşı mı?» dedi.
«Evet. Fazla akıllı olmayan, öfkeli bir genç. Ruby'i o daha buraya gelmeden önce tanıyordu. Bu evlat edinme planını duydu ve o zaman çılgına döndü. Ruby'i kaybedeceğini, onun kendisinden tümüyle uzaklaşacağını düşündü. Dün gece kızı kendisiyle buluşmaya zorladı. Konuşurken kavgaya başladılar. Delikanlı kendisini kaybederek Ruby'i öldürdü.»
«Peki ceset neden Bantry'nin kütüphanesinde bulundu?»
«Bu da kolaylıkla açıklanabilir. O sırada delikanlının ara-basındaydılar. Genç adamın aklı başına geldi. Ne korkunç bir şey yapmış olduğunu anladı. İlk iş cesedi başından atmaya karar verdi. Belki o sırada konağın çok yakınındaydılar. Delikanlı, kızın ölüsü orada bulunduğu takdirde, herkesin ko-naktakilerden kuşkulanacağını düşündü. Böylece kendisi yakayı kurtarmış olacaktı. Kız, incecikti. Delikanlı onu kolaylıkla 1 taşıyabilirdi. Arabasında keski vardı. Camlı pencereyi açarak, Ruby'i içerdeki halının üstüne yatırdı. Bu bir boğma olayıydı. Yani delikanlının arabasında onu ele verecek kan izi, ve benzeri izler yoktu. Anlatabiliyor muyum, efendim?»
«Evet, bu mümkün. Harper. Ama yapılacak bir tek şey var. Cherhez l'homme.»
«Ne? Ah, evet, efendim.» Harper, amirinin nüktesini pek beğenmiş gibi bir tavır takındı. Aslında Melchett'in Fransızca aksanı yüzünden kelimeleri güçlükle anlayabilmişti.
«Şey... Ah... Şey... Sizinle bir dakika konuşabilir miyim?» George Bartlett iki adamın yolunu kesmişti.
Melchett sabırsızca, «Evet,» diye bağırdı, «Ne var?» Ne var?»
Genç Bay Bartlett bir iki adım geriledi. Ağzını açıp kapıyor farkına varmadan, balık taklidi yapıyordu. «Şey... Belki de önemli değil bu.. Ama... size söylememin doğru olacağını düşündüm. Yani... arabamı bulamıyorum.»
«Ne demek istiyorsunuz? Arabanızı mı bulamıyorsunuz?»
Bay Bartlett kekeleyerek arabasını bulamadığını kastettiğini anlatmaya çalıştı.
Harper, «Yani arabanız çalındı mı?» dedi.
George Bartlett minnetle bu daha sakin adama doğru döndü. «İşte sorun da bu ya. Yani... insan bilemez ki. Öyle değil mi? Belki de biri, arabaya binip biraz dolaşmaya çıkmıştır. Yani... kötü bir maksadı olmayabilir. Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musunuz?»
«Arabanızı en son ne zaman gördünüz, Bay Bartlett?»
«Ben de bunu hatırlamaya çalışıyorum. İnsanın bazı şeyleri hatırlaması ne kadar güç değil mi?»
Melchett soğuk soğuk, «Normal zekâsı olan bir kimse için güç olmasa gerek,» diye cevap verdi. «Demin bize arabanızın dün gece otelin avlusunda olduğunu söylemiştiniz...»
Bay Bartlett onun sözünü kesmek cesaretini gösterdi. «İşte sorun da bu ya? Orada mıydı bakalım?»
«Ne demek, orada mıydı bakalım? Siz arabanın orada olduğunu söylemediniz mi?»
«Yani... Ben arabamın orada olduğunu sanıyordum. Yani... çıkıp bakmadım ki? Anlatabiliyor muyum, bilmem?»
Melchett içini çekerek, sabırlı olmaya çalıştı. «Şu işi iyice bir anlayalım. Arabanızı en son ne zaman gördünüz? Sahiden ne zaman gördünüz? Ha, aklıma gelmişken, arabanız ne marka?»
«Minoan 14.» George Bartlett'in gırtlak kemiği titreyerek bir aşağı iniyor, bir yukarı çıkıyordu.
«Arabayı en son ne zaman gördünüz?»
«Ben de bunu hatırlamaya çalışıyordum. Dün öğleden
önce arabayı oraya bıraktım. Akşam üzeri biraz dolaşacaktım. Ama, nedense yatıp uyudum. Böyle şeylerin nasıl olduğunu bilirsiniz. Çaydan sonra da biraz tenis filan oynadım. Sonra banyo yaptım.»
«Ve araba otelin avlusundaydı, öyle mi?»
«Öyle sanıyorum. Yani, arabayı oraya bırakmıştım. Yani, birini gezmeye götürmeyi düşünüyordum. Akşam yemeğinden sonra. Ama şanslı bir gecem değildi, istediğim olmadı. Ben de bizim eski otobüse binip dolaşmaya çıkmadım.»
Harper, «Yani,» dedi. «Sizce araba hâlâ otelin avlusundaydı?»
«E, tabii. Yani, arabayı oraya bırakmıştım. Öyle değil
1
«Araba orada olmasaydı bunu farkeder miydiniz?»
Bay Bartlett başını salladı. «Pek sanmıyorum. Avluya bir sürü araba girip çıkıyor. Üstelik çok da Minoan var.»
Harper başını salladı. Pencereden dışarıya bir göz atmış ve o sırada avluda en aşağı sekiz Minoan 14 olduğunu görmüştü. O yıl en fazla satılan ucuz arabalardı bunlar.
Albay Melchett yeniden konuşmaya başladı. «Arabanızı geceleri garaja koymak gibi bir âdetiniz yok mu?»
Bay Bartlett, «Genellikle o zahmete katlanmam,» diye cevap verdi. «Neticede hava güzel. Arabayı garaja sokmak başlı başına bir dert.»
Melchett'e bir göz atan Harper, «Siz yukarı çıkın, efendim,» dedi. «Ben de şimdi geliyorum. Komiser Higgins'e söyleyeyim, Bay Bartlett'ten ek bilgi alsın.»
«Olur, Harper.»
Bay Bartlett hevesle, «Durumu size açıklayayım dedim.» diye mırıldandı. «Bu önemli olabilirdi. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz bilmem?»
Bay Prestcott, yeni dansöze yemek ve oda vermişti. Yemeklerin nasıl olduğu belli değildi ama, odanın otelin en berbat yeri olduğu muhakkaktı.
Josephine Turner'la Ruby Keene, karanlık ve biçimsiz kısa koridorun en dibindeki iki odada kalıyorlardı. Kuzeye, otelin arkasındaki dik kayalara bakan odalar küçüktü. Eski eşyalarla döşenmişti bunlar.
Melchett daha ilk bakışta Ruby'nin odasının otelden görünmeden çıkmaya çok elverişli olduğunu anladı. Çünkü koridorun öbür ucunda bir merdiven vardı. Buradan zemin katındaki aynı derecede karanlık koridora iniliyordu. Bunun ucundaki camlı kapı ise yandaki verandaya açılıyordu. Manzarası güzel olmayan bu terasa da kimsenin çıktığı yoktu.
Müfettiş Slack oda hizmetçilerini sıkıştırmış, ipuçları bulmak için Ruby'nin odasını incelemişti. Neyseki odaya kimse dokunmamıştı daha, Jefferson'un erkenden telefonu üzerine polis hemen kapıyı kilitlemişti. Koridordaki öteki odalar ise bu mevsimde haftada ancak bir kez temizleniyordu.
Slack sıkıntılı sıkıntılı, «Buraya kadar iyi,» diye açıkladı. «Yani bulunacak bir şey olsaydı, bulabilirdik. Ama böyle bir şey yok.»
Glenshire polisi parmak izlerini almış ama işe yarayacak bir şey bulamamıştı. Ruby'nin, Josie'nin ve iki oda hizmetçisinin izleri vardı burada. Raymond Starr'ın da bir iki parmak izi bulunmuştu ama genç adam Ruby gece yarısı dansa gelmeyince, Josie'yle yukarıya, kızı aramaya çıktığını söylemişti.
Slack odadaki mektupları dikkatle incelemişti. Ruby'nin Londra'daki ahbaplarından gelmişti bunlar. Aslında zararsız şeylerdi. Ama Slack bütün adları bir bir kaybetmişti. Bu yönden de soruşturmalar yapılacaktı. Böyle şeyler hiç belli olmazdı. Melchett bu bakımdan Slack'e hak verdi. Onlara ka-
tılmış olan Harper'da öyle. Odada başka dikkati çekecek bir
şey yoktu.
Odanın ortasındaki iskemlede Ruby'nin o akşam daha önce giydiği bol etekli pembe tuvaleti duruyordu. Bir köşeye yüksek topuklu pembe ipek ayakkabılar fırlatılmıştı. İpincecik iki çift naylon çorap top halinde yere atılmıştı. Bunlardan birinde bir kaçık vardı. Melchett ölünün çorapsız olduğunu hatırladı. Elbise dolabına aralık kapısından içerisindeki asılı olan fazla süslü tuvaletler ve ayakkabılar gözüküyordu. Çamaşır sepetinde kirli birkaç eşya vardı. Kâğıt sepetinde ise kesilmiş tırnak parçaları, oje ve ruj bulaşmış pamuklar atılmıştı. Bütün bunlardan durum anlaşılıyordu. Ruby Keene, telaşla yukarı çıkmış ve elbiselerini değiştirmişti. Sonra çabucak bir yere gitmişti ama nereye?»
Ruby'nin hayatını ve arkadaşlarını bilmesi gereken tek insan Josephine Turner, onlara yardım edememişti. Ama Müfettiş Slack, bunun normal karşılanabileceğini söyledi.
«Bay Jefferson, Ruby'i evlat edinecekmiş. Herhalde Josie, Ruby'nin bu işi bozabilecek eski bir arkadaşlarıyla konuşmasını istemezdi. O hasta bey Ruby'nin gayet saf, tatlı çocuksu bir kız olduğunu sanıyordu. Ama belki de Ruby'nin serseri bir sevgilisi vardı. Bay Jefferson'un hoşuna gitmeyecek bir it. Onun için Ruby bu arkadaşlığı yaşlı adamdan saklamak zorundaydı. Josie kız hakkında fazla bir şey bilmiyordu zaten. Özellikle onun arkadaşlarını filan. Ama kadın Ruby'nin hoşuna gitmeyecek bir tipte gezerek her şeyi alt üst etmesine göz yummazdı. Anladığım kadarı Ruby de sinsi bir kızdı aslında. İşte bu yüzden eski bir arkadaşını gördüğünü Josie'den saklıyordu. Bunu ona açıklayamazdı. Çünkü bu durumda Josie, 'Böyle şey olmaz, kızım,' diyecekti. Ama genç kızların nasıl olduklarını bilirsiniz. Serserilere dayanamaz onlar. Ruby de o iti görmek istiyordu. Delikanlıyla buluştu. Hayta aksileşti, kavga çıktı. Ve sonunda kızın gırtlağını
sıktı.
Melchett, «Herhalde,» dedi. Slack'ın olayları anlatış tarzından hiç hoşlanmazdı. Ama yine her zamanki gibi bu hoşnutsuzluğunu sakladı. «Eğer bu doğruysa, o zaman o serserinin kim olduğunu kolaylıkla öğrenebiliriz.»
Slack her zamanki gibi kendinden emin bir tavırla, «Siz o işi bana bırakın, efendim,» diye cevap verdi. «Ben Ruby1 nin Londra'daki arkadaşlarını bulur, onları bülbül gibi söyletirim.»
Melchett, «Acaba?» diye düşündü. Slack'in enerjisi ve sağa sola koşması onu yorardı oldum olası.
Slack sözlerine devam etti. «Bazı şeyler öğrenebileceğimiz biri daha var, efendim. Bu dans ve tenis öğretmeni. Ruby'i sık sık görüyordu o. Herhalde bilgisi de Josie'den fazladır. Belki Ruby ona açılmıştır da...»
«Bunu Başmüfettiş Harper'le konuştuk bile.»
«İyi. Ben de oda hizmetçilerini iyice sorguya çektim. Burada başka görülecek bir şey yok. Yalnız, yanda bir banyo var. Oraya bakmak ister miydiniz?»
Banyo, Josie'nin daha genişçe olan odasıyla Ruby'ninki-nin arasındaydı. Melchett sessiz bir hayretle kadınların kullandıkları güzellik malzemelerine baktı. Sıra sıra kavanozlar, temizleme kremleri, besleyici kremler, nemlendirici kremler. Kutu kutu değişik renkte pudralar. Her cinsden dudak boyasından meydana gelmiş karmakarışık bir yığın. Saç losyonları ve yaldızlar. Rimeller ve farlar. En aşağı on iki renk tırnak cilası. Pamuklar, kirli pudra ponponları. Şişe şişe tonikler, mesamat sıkıştırıcı losyonlar.
Melchett güç duyulur bir sesle, «Yani,» diye fısıldadı. «Kadınlar bütün bunları kullanıyorlar mı?»
Her şeyi bilen Harper, yüzüne açıyormuş gibi bakarak onu aydınlattı. «Bir kadın özel hayatında belirli bir, iki renk kullanır, efendim. Bir gündüz için, bir gece. Kendisine neyin yakıştığını bilir ve o tonu da pek değiştirmez. Ama bu profesyonel kızlar sık sık değişiklik yapmak zorundadırlar. Bildi-
ğiniz gibi gösteri dansları yaparlar. Bir gece bir tango. Ertesi akşam krinolinli elbiselerle Viktorya devrine özgü bir şey. Sonra bir apaş dansı. Ardından öbür danslar. Tabii bu yüzden makyajlarını değiştirirler.»
Melchett, «Allah allah,» dedi. «Tevekkeli değil bu makyaj malzemelerini yapanlar hemen zengin oluveriyor!»
Clack, «Onlar kolay para kazanıyorlar,» diye homurdandı. «Kolay para kazanıyorlar. Tabii reklam yapmak zorundalar o da başka.»
Polis müdürü bu meseleyi düşünmekten vazgeçerek Harper'a döndü. «O dans öğretmeni... Onunla siz mi konuşacaksınız?»
«Herhalde, efendim.»
Merdivenlerden inerken, Harper, «Bay Bartlett'in anlattıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?» diye sordu.
«Otomobili hakkında söylediklerini mi kasdediyorsunuz? Bence o genç adamı gözden kaçırmamak, gerek Harper. Anlattıkları pek tuhaf. Belki de dün gece Ruby Keene'i arabayla gezmeye götürdü.»
Harper, Raymond Starr'ı daha önce de görmüştü. Yakışıklı bir gençti. Uzun boylu, ince, yanık tenli, bembeyaz dişli, esmer, hareketleri son derece zarif bir insandı. Dost canlısı ve nazikti. Otelde ondan hoşlanmayan yoktu.
«Korkarım size pek yardım edemeyeceğim, başmüfettiş bey. Ruby'i iyi tanıyordum tabii. O buraya bir ay kadar önce gelmişti. Sık sık birlikte dans provası yapıyorduk. Ama anlatacak o kadar az şey var ki. Ruby, iyi ve biraz da aptalca bir kızdı.»
«Biz onun arkadaşlarını öğrenmek istiyoruz. Erkek arkadaşlarını.»
«Herhalde.... Ama ben bir şey bilmiyorum. Otelde birkaç delikanlı onun peşinde dolaşıyordu ama kızın ilgilendiği belirli biri yoktu. Zaten Ruby'nin zamanının çoğunu Jefferson ailesi alıyordu.»
«Evet... Jefferson ailesi...» Harper düşünceli bir tavırla sustu. «O işe ne dersiniz, Bay Starr?»
Raymond sakin sakin sordu. «Hangi işe?»
Harper, «Bay Jefferson, Ruby'i resmen evlat tedinmeye hazırlanıyordu,» dedi. «Bunu biliyor muydunuz?»
Starr'ın bu konuda hiç haberi olmadığı belliydi. Dudaklarını büzerek bir ıslık çaldı. «Kurnaz şeytan! Eh, dünyada yaşlı bir budaladan daha budalası bulunmaz.»
«Demek olaya bu gözle bakıyorsunuz.»
«E, başka ne diyebiliriz ki? Madem yaşlı adam birini evlat edinmek istiyordu, neden kendi çevresinden birini seçmedi ki?»
«Ruby Keene size bu konuda hiç söz etmemiş miydi?»
«Hayır, hiç söz etmedi. Kızın bir şey yüzünden çok sevindiğini seziyordum ama bunun ne olduğunu bilmiyordum.»
«Ya Josie?»
«Ah, Josie durumu muhakkak biliyordu. Hatta belki de bütün bunları o planladı. Josie aptal değildir. Çok akıllıdır o.»
Harper başını salladı. Ruby Keene'i Josie getirmişti. Kızı Jefferson'lara samimi olmaya teşvik eden de oydu her halde. Ruby gece dansa gelmeyince ve Conway Jefferson da endişelenmeye başlayınca bu yüzden sinirlenmişti Josie. Bütün planlarının alt üst olacağını düşünmüştü.
«Ruby, sırlarını saklayabilecek bir kız mıydı?» diye sordu.
«Eh, öyle sanırım. Kendi işlerinden fazla söz etmedi.»
«Ruby size hiç kendisini görmeye gelecek olan bir arkadaşından söz etti mi? Eski bir arkadaşından? Anlaşamadığı bir kimseden? Herhalde ne demek istediğimi anlıyorsunuz.»
«Evet, çok iyi anlıyorum. Ama bildiğim kadarı öyle biri yoktu. Yani kızın söylediklerinden böyle bir anlam çıkmıyordu.»
«Teşekkür ederim, Bay Starr. Şimdi bana dün gece olanları anlatır mısınız?»
«Tabii. Ruby'le on buçukta dans ettik...» «O sırada kızın halinde bir tuhaflık var mıydı?» Raymond düşündü. «Sanmıyorum. Ondan sonra neler olduğunu pek farketmedim. ilgilenmem gereken damlarım vardı. Yalnız Ruby'nin balo salonunda olmadığını farkettiğimi hatırlıyorum. Kız, gece yarısı gözükmedi. Çok kızdım ve durumu Josie'ye haber vermeye gittim. O Jefferson'larla briç oynuyordu. Ruby'nin nerede olduğunu o da bilmiyordu. Biraz şaşırdı sanırım. Josie'nin çabucak, endişeyle Bay Jefferson'a bir göz attığını gördüm. Orkestrayı bir parça daha çalmaya ikna ettim. Ofise giderek, telefonla Ruby'nin odasını arattım. Ama cevap veren olmadı. Yeniden Josie'nin yanına döndüm. Ruby'nin odasında uykuya dalmış olabileceğini söyledi. Aptalca bir sözdü bu. Ama Josie'nin bunu Jefferson'lar için söylemiş olduğunu şimdi anlıyorum. Josie benimle birlikte yukarı çıkmak için kalktı.»
«Evet, Bay Starr. Josie, sizinle yalnızken ne söyledi?» «Hatırladığım kadarı fena halde öfkeliydi. 'Allahın cezası küçük budala,' dedi. 'Böyle şey olmaz. Her şeyi mahvedecek. Ruby'nin kiminle olduğunu biliyor musun?'»
«Ona bu konuda hiçbir fikrim olmadığını söyledim. Ruby'i en son gördüğümde kız genç Bartlett'le dans ediyordu. Josie, Ruby'nin onunla gittiğini sanmıyorum', dedi. 'Bu kız ne işler karıştırıyor. O flimciyle değil ya?'»
Harper çabucak, «Filmciyle mi?» diye sordu. «O da kim?» Raymond, «Adamın adını bilmiyorum,» dedi. «Otelde hiç kalmadı. Tuhaf kılıklı bir genç. Uzun siyah saçları var. Kılığı daha çok tiyatro oyuncularına yakışacak şeyler. Yanılmıyorsam film endüstrisiyle bir ilgisi varmış. Ya da Ruby'e öyle
söylemiş. Bir iki kez buraya yemeğe geldi, sonra da Ruby'le dans etti. Ama kızın onunla samimi olduğunu sanmıyorum. İşte bu yüzden Josie genç adamdan söz edilince şaşırdım. Ona, filmcinin o gece otelde olmadığını söyledim. Josie, 'Her neyse,1 dedi. Ruby biriyle gitti. Ben şimdi Jefferson'lara ne söyleyeceğim?» «Bu Jefferson'lar için önemli mi?» diye cevap verdim. Josie çok önemli olduğunu söyledi. Ayrıca,' Ruby her şeyi mahvederse onu hiçbir zaman affetmem,' diye de ekledi.
«O sırada Ruby'nin odasına varmıştık. Kız içeride değildi tabii. Ama odasına çıkmış olduğu anlaşılıyordu. Çünkü daha önce giydiği tuvalet iskemlenin üstündeydi. Josie dolaba baktı ve, «Galiba o eski beyaz tuvaletini giymiş,» dedi. Aslında Ruby'nin İspanyol dansı için siyah elbisesini giymesi gerekiyordu. Ben de o arada iyice öfkelenmiştim. Ruby'nin beni böyle ortada bırakmasına çok kızıyordum. Josie beni yatıştırmak için elinden geleni yaptı. Prestcott'un başımıza iş açmaması için benimle dans edeceğini söyledi. Gidip, kılığını değiştirdi. Aşağıya inerek onunla bir tango yaptık. Şöyle mübalağalı ve gösterişli bir tango. Ama aslında bilekleri yoracak bir şey değildi bu. Josie bu bakımdan çok metin davrandı. Bileğinin çok acıdığının farkındaydım. Ondan sonra benden Jefferson'ları yatıştırmam için kendisine yardım etmemi istedi. Bunun çok önemli olduğundan söz etti. Tabii ben de elimden geleni yaptım.»
Harper başını salladı. «Teşekkür ederim Bay Starr.» Bir yandan da, «Tabii önemliydi,» diye düşünüyordu. «Elli bin sterlin bu.»
Raymond Starr'ın zarif hareketlerle uzaklaşışını seyretti. Genç adam terasın merdivenlerinden inerken tenis raketiyle topları aldı. Elinde raketi olan Bayan Jefferson da genç adama katıldı. Birlikte kortlara doğru gittiler.
«Affedersiniz, efendim.»
Soluk soluğa kalmış olan Komiser Higgins, Harper'in ya: nında duruyordu. Daldığı düşüncelerden uyanan başmüfettiş hafifçe irkildi.
¦76-
«Merkezden haber geldi efendim. Bir işçi bu sabah bir yangının alevlerini gördüğünü haber vermiş. Yarım saat önce bir taş ocağında yanmış bir araba bulmuşlar. Buradan üç kilometre kadar uzaklıkta orası. Arabanın içinde yanık bir ceset varmış.»
Harper'ın şişman yüzü kızarıverdi. «Glenshire'a ne oldu böyle? Şiddet her tarafımı sardı?» Bir an durdu. «Arabanın numarasını anlayabilmişler mi?»
«Hayır, efendim. Tabii motor numarasının yardımıyla otomobilin kime ait olduğunu öğrenebiliriz. Arabanın bir Mi-noan 14 olduğu sanıyorlar.»
Sekizinci Bölüm
1
Sir Henry Clithering, Majestik'in salonundan geçerken çevresine pek dikkat etmedi. Derin bir düşünceye dalmıştı. Ama bir şey bilinçaltına yerleşerek, zamanının gelmesini sa-bır|a beklemeye başladı.
Sir Henry yukarıya çıkarken arkadaşlarının kendisini neden birdenbire böyle telaşla çağırdığını düşünüyordu. Conway Jefferson durup dururken dört bir yana heyecanlı haberler yollayacak bir insan değildi. Sir Henry, «Herhalde çok önemli bir şey oldu,» diye karar verdi.
Jefferson sözü ağzında gevelemedi. «Geldiğine çok sevindim. Edwards, Sir Henry'e bir içki ver. Herhalde bir şey duymadın? Durum henüz gazetelere yansımadı sanırım.»
Sir Henry başını salladı. Meraklanmıştı. «Ne oldu?»
«Bir cinayet işlendi. Benim bu işle ilgim var. Ahbapların Bantry'lerin de öyle.»
«Arthur'le Dolly Bantry'nin mi?» Sir Henry'nin kulaklarına inanamadığı belliydi.
«Evet, anlayacağın ceset onların evinde bulundu.»
Conway Jefferson olanları kısaca anlattı. Sir Henry sözünü kesmeden arkadaşını dikkatle dinledi. İki adam da bir meselenin can noktasını kolaylıkla kavrarlardı. Sir Henry, Scotland Yard Müdürlüğü sırasında bir olayın özünü anlayı-vermekle ün yapmıştı.
Arkadaşının sözleri sona erince, «Çok tuhaf bir olay,» diye fikrini açıkladı. «Bantry'lerin bu işle ne ilgileri var?»
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.