Cemile - 3

Süzlärneñ gomumi sanı 3840
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2080
28.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
tedirgindi. Hasatçıların yanında dururdu bazen, bazen ekin tanelerini
gökyüzüne savururken ansızın yabasını bırakır, saman yığınlarına
giderdi. Gölgeye oturur, tek başına kalmaktan korkuyormuş gibi, bana
seslenirdi:
Gel, kiçine bala! Gel de şurada oturalım biraz.
Her keresinde önemli bir şey söylemesini, bana içini açmasını
beklerdim. Ama bir şey söylemezdi. Başımı kucağına koyar, gözleri
uzaklarda, parmaklarını kirpi gibi saçlarımın arasında gezdirir, sıcak,
ateşli elleriyle usul usul yüzümü okşardı. Başımı kaldırır, ona
bakardım; tedirginlik okunurdu yüzünde, yas okunurdu, kendi yüzümü
görmüş gibi olurdum. Bir şey acı veriyordu ona; içinde bir şey
büyüyor, olgunlaşıyor, fışkırmak, çıkmak istiyordu. Cemile
korkuyordu bundan. Daniyar'a sevdalanmıştı; bunu hem kabullenmek
istiyordu, hem de çekiniyordu kabullenmekten. Ben de öyleydim,
Daniyar'ı sevmesini hem istiyordum, hem istemiyordum. Ne de olsa
gelinimizdi Cemile, yengemdi.
Ansızın çakıveren düşüncelerdi bunlargelip geçerlerdi. En büyük
mutluluğum, Cemile'nin çocuk dudakları gibi aralanmış yumuşacık
dudaklarını, göz yaşlarıyla buğulanmış gözlerini seyretmekti. Ne
güzeldi; yüzü bir esin, bir tutku kaynağıydı! Duyuyordum bunu, ama
tam anlayamıyordum. Şimdi bile kendi kendime sorarım: bir esin
kaynağı mıdır aşk; şairlerin, ressamların yabancısı olmadığı bir esin
kaynağı mıdır? Cemile'ye baktıkça, bozkıra çıkmak gelirdi içimden;
çıkıp yere göğe seslenmek, bağırmak, içimdeki o garip tedirginliği, o
garip mutluluğu altetmek için ne yapmam gerektiğini sormak gelirdi.
Galiba bir gün bunun cevabını buldum.
Her zamanki gibi, istasyondan dönüyorduk. Geceydi, arı gibi
yıldızlar sarmıştı gökyüzünü, bozkır uykuya dalmak üzereydi,
sessizliği Daniyar'ın türküsü bozuyordu sadece çınlayan, sonra o
yumuşacık karanlıkta kaybolan türkü. Cemile'yle ben, Daniyar'ın
ardından gidiyorduk.
Daniyar'a o gece ne olmuştu, bilmiyorum derin, ince bir hüzün vardı
sesinde, bir yalnızlık vardı; gözlerimiz yaşlarla doldu.
Cemile bir eliyle Daniyar'ın arabasının kenarına sımsıkı tutunmuş,
başı önünde, yürüyordu. Daniyar'ın sesi yeniden yükselince başını
kaldırdı, arabaya atlayıp yanına oturdu onun. Kollarını göğsünde
kavuşturup heykel kesildi. Ben de arabanın yanında yürümekteydim,
onları daha iyi görebilmek için adımlarımı açtım. Daniyar, Cemile'nin
farkında bile değildi, türküsüne devam ediyordu. Cemile, kollarını iki
yanına indirdi, Daniyar'a sokulup başını omuzuna dayadı onun.
Kırbacı yiyen bir at nasıl hızlanırsa, Daniyar da birdenbire öyle coştu
sesi titriyordu, ama eskisinden de gürdü. Bir sevda türküsü söylüyordu!
Donakalmıştım. Bütün bozkır çiçek açmış gibiydi, kıpırdandı,
karanlığı attı üstünden, uzayıp giden enginliğinde iki sevdalı gördüm.
Onlar görmediler beni, ben yoktum. Yanlarında yürüyordum oysa;
ikisi de dünyada ne varsa unutmuşlardı, sadece türküye vermişlerdi
kendilerini. Onları tanıyamadım. Daniyar eski Daniyar'dı, sırtında
paçavraya dönmüş o asker gömleği vardı yine, ama gözleri karanlıkta
pırıl pırıldı, yanıyordu sanki. Ona ürkekçe, utanarak sokulan kız,
kirpiklerinde yaşlar ışıldayan kız, Cemile'ydi, benim Cemile'mdi. Yeni
doğmuşlardı, biraz önce görülmemiş bir mutluluk içindeydiler. Sahi,
mutluluk değil miydi bu? O türküleri yaratan yurt sevgisini artık
Cemile'ye adıyordu Daniyar. Evet, Cemile'nin türküsüydü bu,
Cemile'nin türküsüydü.
Daniyar'ın türkülerinin içinde uyandırdığı o garip coşkunluk bütün
benliğimi sarmıştı yine. Ansızın ne yapmak istediğimi anladım.
Onların resmini yapmak istiyordum. Bunu düşünmek bile beni
korkuttu; ama tutkum, korkumdan daha büyüktü. Gördüğüm gibi
çizecektim onları tepeden tırnağa kadar mutluluk içinde. Evet, ne
görüyorsam onu çizecektim! Korkumun yanına sevinç de eklenmişti
şimdi. Büyülenmiş gibiydim. Mutluydum, bu mutluluk ileride neler
açacaktı başıma, o sırada bilmiyordum bunu, ama mutluydum. İnsan
yeryüzünü Daniyar'ın gördüğü gibi görmeli diyordum, onun türküsünü
ben de renklerle anlatacaktım. Dağların, bozkırın, insanların, otların,
bulutların, ırmağın resmini yapacaktım. İşte o anda aklıma geldi:
boyam yoktu ki, nereden bulacaktım boyayı? Okuldan vermezlerdi,
kendileri kullanıyorlardı çünkü! Aman, dedim kendi kendime, iş
boya bulmaya kalsın!
Daniyar ansızın türküsünü kesti. Cemile, hiç çekinmeden kolunu
boynuna dolamıştı onun; Daniyar susar susmaz çekti kolunu, bir an
donakaldı, sonra arabadan atladı. Daniyar dizginlere asılıp atları
durdurdu. Cemile, sırtını dönmüş, yolun ortasında dikiliyordu. Başını
arkaya atıp yan gözle Daniyar'a baktı. Gözleri dolu doluydu.
Ne bakıyorsun? dedi Daniyar'a.
Bir an sustuktan sonra, sertçe ekledi:
Bana bakacağına yoluna bak!
Arabasına gitti. Bana dönüp,
Ya sana ne oldu öyle? diye bağırdı.
Hadi, çık yukarı da yapış dizginlere! Bıktım artık!
Atları kamçılarken, Nesi var acaba? diye düşünüyordum. Nesi
olduğunu biliyordum aslında: tedirgindi; evliydi çünkü, kocası sağdı,
Saratov'da bir hastanede yatıyordu. Daha ötesini düşünmek
istemedim. Kızıyordum Cemile'ye, kendime de kızıyordum; kim bilir,
belki Daniyar türkü söylemeyecekti artık, sesini bir daha
duyamayacaktım işte o zaman Cemile'ye kızgınlığım nefrete
dönüşürdü.
Gövdem tepeden tırnağa sızlıyordu; bir an önce samanlara atmak
istiyordum kendimi. Atların sağrıları karanlıkta oynayıp duruyor,
araba sarsıntıyla ilerliyor, dizginler ellerimden kayıyordu.
Harman yerine varır varmaz, koşumları çıkarıp arabanın altına attım.
Samanların üstüne yığıldım sonra. O akşam atları Daniyar götürdü
otlağa.
Ertesi sabah sevinçle uyandım. Cemile'yle Daniyar'ın resimlerini
yapacaktım. Gözlerimi yumup, yapacağım resmi düşünmeye
koyuldum. Fırçayla boya bulur bulmaz başlayacaktım çalışmaya.
Irmağa gidip yıkandım, atların yanına koştum. Soğuk, ıslak yoncalar
ayaklarımı acıtıyordu; tabanlarımın çatlak derileri sızlıyordu ama çok
güzeldi. Koşarken çevreme bakıyordum. Güneş dağların ardından
doğmaktaydı; nasılsa arkın yanına kök salmış bir ayçiçeği, yüzünü
güneşe çevirmişti. Üstleri kırağıyla örtülmüş yaban otları sarmıştı
çevresini, ama ayçiçeği dimdikti, sabah güneşini sapsarı dilleriyle
onlardan önce emiyor, çekirdeklerine sindiriyordu. Tekerlek izlerini
sular doldurmuştu. Nane kokusu sarmıştı ortalığı. Koşuyordum,
yurdumun, toprağımın üstünde koşuyordum, tepemde kırlangıçlar
yarışıyordu ah! O sabah güneşinin, dumanlı dağların, kırağıyla
ıslanmış yoncaların resmini yapabilseydim bulsaydım da arkın
kenarında büyümüş o yalnız ayçiçeğinin resmini yapabilseydim.
Harman yerine döner dönmez sevincim gölgeleniverdi. Cemile'yi
gördüm. Kederliydi, acı okunuyordu yüzünde, gözlerinin altında mor
mor halkalar vardı; geceyi uykusuz geçirmişti herhalde.
Gülümsemedi, konuşmadı da; Orozmat gelince yanına gitti.
Araban senin olsun! dedi.
İstediğin işe ver beni, ama bir daha istasyona ekin götürmem.
Orozmat şaşırmıştı. Yumuşak bir sesle,
Ne oldu, yavrum? diye sordu.
Bir atsineği filan mı dadandı yoksa?
Atsineği dediğin hayvanlara dadanır! Sorma işte! Gitmem dedim, o
kadar!
Orozmat'ın yüzündeki gülümseme kayboldu.
Sen istediğin kadar gitmem de! Gideceksin! Koltuk değneğini yere
vurdu. Biri canını sıktıysa, söyle, şu değneği kafasında kırayım. Ama
böyle bir şey yoksa, salaklık etme: asker tayını taşıyorsun sen, kocan
da o askerlerden biri!
Sonra döndü, topallaya topallaya çekip gitti.
Cemile utanmıştı, kıpkırmızı kesildi; Daniyar'a bakıp belli belirsiz iç
çekti. Daniyar az ötede, sırtını Cemile'ye dönmüş, düzensiz
hareketlerle hamut kayışını bağlıyordu. Konuşulanları işitmişti. Bir
süre olduğu yerde kaldı Cemile, kırbacıyla oynadı. Sonra hiçbir şeyi
umursamadan omuz silkti, arabasına doğru yürüdü.
Ertesi gün harman yerine her zamankinden erken döndük. Daniyar
yol boyunca atlarını koşturdu. Cemile hiç konuşmadı, sıkıntılıydı.
Önümde kapkara çorak bozkırı görünce gözlerime inanamadım.
Dünkü bozkır mıydı bu? Bir masalda yaşamıştım sanki, içimde
uyanan mutluluk beni bir an bile bırakmıyordu. Hayatın pırıltısını
ucundan yakalamış, yüreğime atmıştım; o pırıltı büyümüştü sonra,
bütün gövdemi sarmıştı. Ama tedirgindim; tartıcıdan bir tabaka kalın
beyaz kağıt aşırıncaya kadar da tedirginliğim geçmemişti. Harman
yerine varınca, koşup bir saman yığınının ardına saklandım. Yüreğim
ağzımdaydı; kağıdı, yolda bulduğum tahta bir bahçıvan belinin üstüne
koydum.
Allah yardımcım olsun! diye fısıldadım; aynı şeyi, babam beni ata
ilk bindirdiği zaman da söylemiştim. Sonra kalemimi kağıda
dokundurdum. Kendiliğimden çizdiğim ilk çizgilerdi bunlar. Kağıtta
Daniyar belirmeye başlayınca, her şeyi unuttum. Bozkırdaki o
Ağustos gecesini düşündüm, Daniyar'ı, Daniyar'ın türküsünü, başını
arkaya atışını, boynunu, Cemile'nin ona yaslanışını düşündüm. İşte
araba, işte Daniyar'la Cemile, arabanın önüne bırakılmış dizginler,
karanlıkta ağır ağır giden atlar, işte bozkır, uzak yıldızlar.
Öyle kaptırmışım ki kendimi, yanıma birinin yaklaştığını fark
etmedim bile; tepemde bir ses duyunca irkildim.
Sağır mısın?
Cemile'ydi. Utandım, kıpkırmızı kesildim, resmi saklayamadım.
Arabalar yüklendi, bir saattir seni arıyoruz! Ne yapıyorsun?
Resmi gördü sonra, eğilip alarak, Ne bu? diye sordu. Kızdığı omuz
silkişinden belli oluyordu.
Ölsem daha iyiydi. Uzun uzun resme baktı Cemile; sonunda, kederli,
ıslak gözlerini kaldırdı.
Usulca, Bana ver bunu, kiçine bala, dedi. Hatıra diye saklarım.

Kağıdı katlayarak gömleğinin içine soktu.
Yola çıktığımızda kendimde değildim. Her şey bir düş gibi geliyordu
bana. Resim yaptığıma hala inanamıyordum. Ama yüreğimin
derinliklerinde sevince benzer, övünmeye, gurura benzer birtakım
duygular uyanmıştı; daha büyük hayaller peşindeydim artık, başım
dönüyordu. Resim yapmak, boyuna resim yapmak istiyordum. Ama
kurşun kalemle değil, boyayla! Arabalarımızın hızla gitmesine bile
aldırmıyordum. Daniyar, atları dört nala sürüyordu. Cemile de ona
uymuştu. Arada bir çevresine bakıyor, gülümsüyordu. Onun
gülümseyişi duygulandırıyordu beni. Ben de gülümsüyordum, demek
öfkesi geçmişti Cemile'nin, istese Daniyar'a türkü bile söyletirdi bu
gece.
O gün, her zamankinden erken geldik istasyona; atlarımızın ağızları
köpük içindeydi. Atları bir kenara çeker çekmez, Daniyar çuvalları
indirmeye başladı. Ne olmuştu ona? Acelesi neydi? Zaman zaman
duruyor, gürüldeyip geçen trenlerin ardından uzun uzun bakıyordu.
Cemile'nin gözleri Daniyar'daydı, ne düşündüğünü anlamaya
çalışıyordu onun.
Bir ara, Buraya gel, diye seslendi Daniyar'a. Atın nalı sallanıyor.
Yardım et de çıkarayım.
Daniyar, nalı çıkarıp da doğrulunca, Cemile onun gözlerinin içine
baktı, usulca sordu:
Nen var senin? Anlamıyor musun? Dünyada bir ben mi varım
sanki?
Daniyar uzaklara baktı, cevap vermedi.
Cemile iç çekti: Bu benim için kolay mı sanıyorsun?
Daniyar kaşlarını kaldırdı; sevgiyle, hüzünle baktı Cemile'ye. Bir şey
söyledi, ama öyle hafif söylemişti ki bunu, duyamadım. Sonra, keyifli
keyifli, arabasına doğru yürüdü. Yürürken elindeki nalı okşuyordu.
Cemile'nin hangi sözü rahatlatmıştı onu? İnsan, karşısındaki iç
çekerse, Bu benim için kolay mı sanıyorsun? derse, rahatlayabilir
miydi?
Yükleri boşaltmış, dönmeye hazırlanıyorduk ki, ambarın avlusuna
bir asker girdi; yaralı, zayıf bir askerdi bu, sırtında buruş buruş bir
kaput vardı, omuzuna bir çanta asmıştı. Birkaç dakika önce bir tren
gelmişti istasyona. Asker, çevresine bakarak bağırdı.
Kurkuru köyünden kimse var mı burada?
Onun kim olduğunu çıkarmaya çalışarak; Ben varım, diye cevap
verdim.
Asker, bana doğru ilerleyerek; Kimin oğlusun sen? diye sordu.
Sonra Cemile'yi gördü ansızın, şaşırdı, yüzüne tatlı bir gülümseme
yayıldı.
Cemile bir çığlık attı: Kerim! Sen misin?
Asker, Cemile'nin ellerine sımsıkı yapışarak, Cemile, kardeşim!
diye bağırdı.
Cemile'nin köyündendi o da.
Heyecanla, İşe bak sen! dedi. İyi ki buraya gelmeyi akıl etmişim!
Sadık'ın yanından geliyorum, hastanede beraberdik, Allahın izniyle bir
iki aya kalmaz, o da çıkar. Ayrılırken, karına bir mektup yaz da
götüreyim, dedim. İşte mektup, imzalı mühürlü. Üçgen bir zarf uzattı
Cemile'ye.
Cemile mektubu kaptı, önce kıpkırmızı, sonra bembeyaz kesildi, göz
ucuyla Daniyar'a baktı. Arabasının yanındaydı Daniyar. Geçen gün
harman yerinde olduğu gibi, tek başınaydı. Cemile'ye bakışında
korkunç bir umutsuzluk vardı.
O arada herkes başımıza toplanmıştı; asker, kalabalıkta tanıdıklara,
akrabalara raslamış, peşpeşe sıralanan soruları cevaplandırmaya
çalışıyordu. Cemile ona teşekkür etme fırsatını bile bulamadan,
Daniyar arabasına atladığı gibi avludan çıktı gitti; tekerlek izleriyle
kaplı yol, büyük bir toz bulutuna gömüldü.
Herkes, Deli bu herif! diye bağırdı.
Askeri götürmüşlerdi yanımızdan, avlunun ortasında Cemile'yle ben
kalmıştık, hızla dağılan o toz bulutuna bakıyorduk.
Hadi, yenge, dedim.
Cemile, acı bir sesle, Sen git, yalnız bırak beni! diye cevap verdi.
O gün, ilk olarak, üçümüz de ayrı ayrı döndük harman yerine.
Ağustos sıcağı, kurumuş dudaklarımı kavuruyordu. Güneşten
bembeyaz kesilen o çatlamış, o yarılmış toprak yavaş yavaş
serinliyordu şimdi, tuzlu lekeler belirmişti üstünde. Güneş biçimini
yitirmişti, beyaz bir sisin ardında parlıyordu. Ötede, ufukta portakal
kırmızısı fırtına bulutları toplanmaktaydı. Kupkuru bir rüzgar
esiyordu, atların burunlarını tozla dolduruyor, yelelerini
dalgalandırıyor, tepelerdeki pelin kümelerini hışırdatıyordu.
Yağmur yağacak galiba, diye düşündüm.
Öylesine yalnız, öylesine kederliydim ki! Ağır ağır giden atları
kırbaçladım. Uzun bacaklı, cılız toy kuşları dere yatağına
sığınıyorlardı. Kuru pıtraklar yuvarlanıyordu yolda; bizim oralarda
pıtrak yokturKazak topraklarından gelmişlerdi herhalde. Güneş battı.
Kimseler görünmüyordu ortalıkta, önümde sadece kızgın bozkır uzanıyordu.
Harman yerine vardığımda hava kararmıştı. Rüzgar kesilmişti.
Daniyar'a seslendim.
Bekçi, Irmağın orada, dedi. Sıcak yüzünden herkes evine gitti.
Rüzgar esmeyince harman yerinde kim ne yapsın?
Atları otlağa götürdükten sonra ırmağa gitmeye karar verdim. Yarın
altında bir yer vardı, orayı pek severdi Daniyar.
Elimle koymuş gibi buldum onu, oturmuş, başını dizlerine dayamış,
aşağıda çağıldayan suları dinliyordu. Yanına gitmek, kolumu boynuna
dolamak, onu rahatlatıcı bir şey söylemek istedim. Ama ne
söyleyebilirdim ki? Bir kenara çekilip biraz bekledim, sonra harman
yerine döndüm. Uzun süre samanların üstünde yattım, bulutların
kararttığı göğe baktım, hayatın niye bu kadar karışık, niye bu kadar
anlaşılmaz olduğunu düşündüm.
Cemile daha dönmemişti. Ne olmuştu acaba? Yorgundum, ölü
gibiydim, ama uyuyamıyordum. Dağların tepesinde şimşekler
çakmaya başladı.
Daniyar harman yerine geldiğinde hala uyanıktım. Bir süre dolaştı
durdu, gözünü yoldan ayırmadı. Az ötedeki bir saman yığınına çöktü
sonra. Ayrılacaktı buradan; biliyordum, bu köyde kalmayacaktı. Ama
nereye gidebilirdi? Tek başınaydı, evi yoktu, bekleyeni yoktu. Tam
uyuyacaktım ki, yaklaşan bir arabanın sesini duydum. Herhalde
Cemile'ydi.
Ne kadar uyumuşum, bilmiyorum; kulağımın dibinde saman
hışırtıları duydum. Biri geçti yanımdan, omuzuma ıslak bir kanat
değdi sanki. Gözlerimi açtım. Cemile'ydi. Irmaktan geliyordu, entarisi
ıslaktı. Durdu, çevresine baktı, tedirgindi. Daniyar'ın yanına oturdu
sonra.
Daniyar, geldim, ben geldim, dedi usulca.
Çıt çıkmıyordu. Uzaklarda bir şimşek kaydı toprağa. Sessizce.
Kızgın mısın? Çok mu kızgınsın?
Evet, çıt yoktu. Bir avuç toprağın sulara usulca gömülüşünü duydum.
Benim suçum mu bu? Senin suçun da değil.
Uzaklarda, dağların üstünde gök gürledi. Bir şimşek çaktı yine.
Cemile'yi gördüm. Daniyar'a sarılmıştı. Omuzları sarsılıyordu,
kabarıp kabarıp iniyordu sanki. Samanların arasına, onun yanına
uzandı sonra.
Bozkırdan sıcak bir rüzgar koptu geldi: Samanları savurdu, harman
yerinin sonundaki eski çadıra çarptı, yolda bir topaç gibi dönmeye
başladı. Gök gürlüyor, mavi şimşekler bulutları parçalıyordu. Hem
güzel, hem korkutucu bir şeydi bu fırtına geliyordu, yazın son
fırtınası. Cemile, Seni ona değişir miyim sandın? diye fısıldadı
tutkuyla.
Değişir miyim hiç, değişir miyim? Beni hiç sevmedi. Selamlarını
bile mektuplarının sonunda, tek cümleyle yolladı. Ne onu istiyorum
artık, ne de geciken sevgisini. Kim ne derse desin! Yalnız sevgilim
benim, seni hiç bırakmayacağım! Yıllardır seviyordum seni!
Tanımadan bile seviyordum. Sonunda geldin işte, bildin yolunu
gözlediğimi geldin!
Yarın ötesine, ırmağa, kesik çizgilerle mavi şimşekler iniyordu
şimdi. Samanların üstüne soğuk yağmur damlaları düşüyordu.
Cemile, Cemile, sevgilim benim! diye fısıldadı Daniyar; Kırgız
dilinin, Kazak dilinin en güzel kelimelerini sıraladı. Ben de yıllardır
seviyordum seni. Siperlerde bile seni düşünüyordum; sevdiğimi
burada, kendi yurdumda bulacaktım, biliyordum bunu. Seni
seviyordum, seni seviyordum. Dön bana, gözlerine bakayım!
Fırtına patlamıştı.
Çadırın keçesi kopmuş, yaralı bir kuş gibi çırpınıyordu. Rüzgarın
kamçıladığı yağmur, toprağı öpercesine yağıyordu. Gök gürültüleri,
çığ gibi yuvarlanıyordu dağlarda. Şimşekler tepeleri aydınlatıyor,
rüzgar dere yatağında uluyor, ortalığı kasıp kavuruyordu.
Bardaktan boşanırcasına yağıyordu yağmur. Samanların arasına
saklanmış, yatıyordum; yüreğim, göğsümü parçalayacakmış gibi
çarpıyordu. Mutluydum. Uzun süren bir hastalıktan sonra güneşe
çıkmış gibiydim. Samanların altında yağmur ıslatıyordu beni,
şimşekler gözlerimi kamaştırıyordu, yine de içim içime sığmıyordu
bu ses, yağmurun hışırtısı mıydı samanlarda, Daniyar'la Cemile'nin
fısıltıları mıydı, bilmiyorum... uyurken hala gülümsüyordum.
Yağmur mevsimi başlamak üzereydi. Sonbahar geliyordu. Havada o
ıslak pelin kokusu, o ıslak saman kokusu vardı. Sonbahar neler
getirecekti bize? Nedense bunu hiç düşünmedim.
O sonbahar, iki yıl aradan sonra, okula gittim. Derslerden sonra
ırmak kıyısındaki o yara gelir, bırakılmış, ıssız harman yerinde
otururdum. İlk resimlerimi orada yaptım. Yaptıklarımın iyi olmadığını
o sıralarda bile biliyordum.
İş yok bu resimlerde! Ah, doğru dürüst boyalarım olsaydı!
diyordum kendi kendime. Doğru dürüst boyalar nasıl şeylerdi? Hiç
bilgim yoktu bu konuda. Küçük tüplerdeki yağlı boyaların varlığını
çok sonra, yıllar sonra öğrenecektim. Öğretmenlerim eğitilmem
gerektiğini söylüyorlardı. Bu da olacak iş değildi tabii.
Ağabeylerimden hala haber yoktu; anam beni, biricik oğlunu, iki
ailenin bir başını, eğitim görmek için şehre yollamazdı. Bu konuyu
açmadım bile. İşin kötüsü, o sonbahar da öylesine güzeldi ki sanki,
Çiz beni, resmimi yap!diye bağırıyordu.
Soğuk Kurkuru'nun suları azalmıştı; dönemeçlerdeki taşların üstleri
portakal rengi yosunlarla, yeşil yosunlarla örtülmüştü. Söğütlerin
incecik fidanları, ilk donlarda kıpkırmızı kesiliyordu; ama gencecik
kavaklar, sarı yapraklarını hala bırakmıyorlardı.
Seller geçirmiş toprağın bakır çalığı otlarında, çobanların yağmurla
ıslanmış çadırları siyah birer leke gibi duruyordu; tepelerinden incecik
mavi dumanlar yükseliyordu göğe. Aygırlar kişniyor, kısraklar
kaçmaya çalışıyordu; bahara kadar onları bir arada tutmak güç
olacaktı. Dağlardan inen sığır sürüleri, anızlar arasında dolaşıyordu.
Kurumuş, kararmış bozkır, yol yol izlerle kaplanmıştı.
Bozkır rüzgarı esmeye başladı sonra; gökyüzü çamur rengini aldı;
karın habercileri, soğuk yağmurlar yağdı. Güzel bir gün ırmağa gittim,
kumluktaki bir üvez kümesi dikkatimi çekmişti. Geçidin az ötesine,
söğütler arasına oturdum. Akşam oluyordu. İki kişi gördüm ansızın.
Karşı kıyıya geçmişlerdi. Daniyar'la Cemile'ydi bunlar. Tedirgin, ama
kararlı yüzlerinden gözlerimi ayıramadım. Daniyar'ın sırtında bir çanta
vardı; hızlı hızlı yürüyordu, kaputunun önü çizmelerine çarpıyordu.
Cemile beyaz bir yazma bağlamıştı başına. Yazma hafifçe kaymıştı.
Bayramlık basma entarisini giymiş, üstüne de kadife ceketini
geçirmişti. Küçük bir çıkın vardı bir elinde; öteki eliyle Daniyar'ın sırt
çantasını tutuyordu. Konuşuyorlardı.
Dere yatağındaki fundalar arasından yürüyorlardı. Ne yapacağımı
bilemeden bir süre onlara baktım. Seslenseydim? Ama sesim
çıkmıyordu.
Günün son kızıl ışıkları, sıradağlar üstündeki bulutlarda kayboldu,
hava hızla kararıyordu artık. Daniyar'la Cemile arkalarına bakmadan
demiryolu kavşağına gidiyorlardı. Başları çalılar arasından göründü
birkaç kere sonra kayboldular.
Sesimin olanca gücünle,
Cemileeee!diye bağırdım.
Kendi yankımı duydum uzaklardan:
Eee!
Cemileeee! diye bağırdım yine, peşlerinden gitmek için ırmağa
koştum.
Yüzüme buz gibi damlalar çarptı. Elbisem sırılsıklam olmuştu, ama
önüme bile bakmadan koşuyordum. Ayağım takıldı, kapaklandım.
Başımı kaldırmadan bir süre yattım orada; gözlerimden sıcak yaşlar
akıyordu. Karanlık, omuzlarıma abanmıştı sanki. Fundaların yaktığı
ağıtı duyar gibiydim.
Cemile! Cemile! diye hıçkırdım.
O iki insana, en yakınım, en sevdiğim insanlara güle güle diyordum.
Orada, yerde yatarken ansızın anladım: seviyordum Cemile'yi. Evet,
Cemile ilk aşkımdı benim, çocukluğumun aşkıydı.
Islak kollarımın arasına gömdüm başımı, kalkmadım. Sadece
Cemile'yle Daniyar'a değil, çocukluğuma da güle güle diyordum.
Karanlıkta bitkin bir durumda eve vardığım zaman, avluda büyük bir
kargaşalıkla karşılaştım: üzengiler şıkırdıyor, atlar eyerleniyordu;
Osman, kısrağının üstünde, bütün gücüyle bağırıyordu:
O soysuzu, geldiği gün kovmalıydık köyden! Hepimize leke sürdü!
Bir elime geçireyim, hemen vururum! İsterlerse dama tıksınlar beni
sokak köpekleri gelip karılarımızı, kızlarımızı kaçıracak ha? Hadi,
yiğitler, nasıl olsa uzaklara gidemez, istasyonda yakalarız!
Kanım dondu: hangi yoldan gideceklerdi acaba? Demiryolu
kavşağına sapmadılar; dağ yolunu tuttuklarını görünce eve girdim, göz
yaşlarımı kimse görmesin diye, babamın koyun postunu başıma
çektim.
Köyde herkes ağzına geleni söylüyordu artık! Kadınlar, Cemile'yi
suçlamak konusunda birbirleriyle yarışıyorlardı.
Ne budalaymış! Böyle bir aileyi bıraktı, kendi mutluluğunu
çiğnedi!
O serseride ne buldu bilmem?
Hiç merak etme, aklı başına gelir ama iş işten geçti.
Geçti ya! Sadık'ın nesini beğenmemiş? Aslan gibi delikanlı.
Ekmeğini taştan çıkarır. Köyün en yaman yiğiti. .
Ya kaynanası? Kırk yıl arasan öyle bir baybiçe bulamazsın! Sersem
kız! Durup dururken başına iş açtı!
Cemile'yi, eski yengemi suçlamayan bir tek ben vardım galiba.
Daniyar'ın içi, hepimizin içinden zengindi. Hayır, Cemile onun
yanında mutsuz olmayacaktı. Ama anam için üzülüyordum.
Cemile'yle birlikte eski gücü de çekip gitmişti sanki. Perişandı. Şimdi
anlıyorum, kaderin oyununu kabullenemiyordu bir türlü. Fırtına, koca
bir ağacı devirirse, o ağaç bir daha kök salamaz. Bu olaydan önce,
kimseye gidip de; Şu ipliği iğneye geçiriver, demeyecek kadar
gururluydu. Bir gün okuldan döndüğümde, ellerinin titrediğini, iğne
deliğini göremediğini fark ettim; ağlıyordu.
Derin derin iç çekerek, Al, şu ipliği geçiriver, dedi. Cemile'nin
sonu kötüye varacak. Ah, ne iyi bir ev kadını olurdu... Ama gitti artık.
Bizi bıraktı, küçük düşürdü. Niye? Ona bir kötülük mü ettik?
Anamı kucaklamak, Daniyar'ın nasıl bir insan olduğunu anlatmak
istedim; ama yapamadım onu incitmekten korkuyordum. Günün
birinde, benim bu olaydaki çocuksu tanıklığım anlaşılıverdi.
Sadık dönmüştü. Üzülüyordu tabii. Sarhoşken başka türlü
konuşuyordu ama için için üzülüyordu.
Bir gün, Osman'a, Canı isterse gitsin! dedi. Bir köşede geberir
kalır! Kadın mı yok? En iyisinin canı cehenneme!
Doğru! diye cevap verdi Osman. Yazık ki elime geçiremedim
serseriyi, yoksa oracıkta öldürecektim! Cemile'ye gelince, saçlarından
tutup atımın kuyruğuna bağlayacaktım! Herhalde güneye gitmişlerdir,
ya pamuk tarlalarına, ya da Kazakların arasına. Herif nasıl olsa serseri,
alışıktır! Ama hala akıl erdiremiyorum böyle bir şey nasıl oldu?
Nereden bileceksin? Bu iş o orospunun başının altından çıktı! Ah, bir
elime geçirebilsem onu!
Seni nasıl terslemişti, unuttun mu? demek geldi içimden. Sövmek
istedim.
Bir gün evde oturmuş, okul gazetesi için resim yapıyordum. Anam
ocakla uğraşıyordu. Ansızın Sadık daldı odaya. Bembeyaz kesilmişti,
gözleri iyice kısılmıştı, yanıma koşup elindeki kağıdı yüzüme tuttu.
Sen mi yaptın bunu?
Donakalmıştım. Yaptığım ilk resmi gösteriyordu bana. Daniyar'la
Cemile, canlanmışlar da kağıdın üstünden bana bakıyorlardı sanki.
Evet, ben yaptım.
Parmağını resme uzatarak, Kim bu? dedi. Daniyar.
Hain! diye bağırdı Sadık.
Resmi paramparça etti, kapıyı çarparak çıktı gitti. Uzun, tedirgin bir
sessizlikten sonra, anam sordu:
Biliyor muydun?
Evet.
Ocağa yaslanarak bir süre bana baktı; gözlerinde şaşkınlık vardı,
öfke vardı.
Yine yaparım resimlerini, dedim! Başını üzüntüyle iki yana salladı.
Yerdeki kağıt parçalarına ilişti gözüm incinmiştim, dayanamayacaktım
artık. Varsın, hain olduğumu sansınlardı. Kime ihanet etmiştim? Aileme mi?
Soyuma mı? Hayatın gerçeğine, o iki insanın gerçeğine ihanet etmemiştim
ya! Bunu söyleyemezdim, kendi anam bile anlayamazdı çünkü.
Gözlerim karardı; kağıt parçaları sanki canlanmıştı, yerde kımıldıyor
gibiydiler. Daniyar'la Cemile'nin anıları pırıl pırıldı, o türküyü, o
unutulmaz Ağustos gecesinin türküsünü duydum ansızın. Köyden
kaçışlarını hatırladım; duramazdım ben de yollara vurmalıydım
kendimi. Onlar nasıl yiğitçe, cesaretle gittilerse ben de gitmeli,
mutluluğun çetin yolunu tutmalıydım.
Okumak istiyorum. Söyle babama. Ressam olmak istiyorum!
dedim.
Anam beni azarlar, ağlar, savaşta ölen ağabeylerimi hatırlatır diye
düşünüyordum. Ama ağlamadı anam. Usulca, yumuşacık bir sesle,
kederle konuştu:
Gitmek istiyorsan git. Yavrularım büyüdüler artık; hepsi yuvadan
uçuyorlar. Bakalım ne kadar yüceleceksiniz? Belki de haklısın. Git.
Oralarda fikrini değiştirirsin. Resim yapmak, boya boyamak para
getirmez. Bir dene bakalım. Bizi de unutayım deme.
O günden sonra, Küçük Ev bizden ayrıldı. Ben de okula gittim.
Ressam olmaya.
Öyküm bu kadar.
Güzel sanatlar okulunu bitirdikten sonra, Akademi'ye yazdırdılar
beni. Diploma çalışmam, yıllardır hayalini kurduğum bir resimdi.
Daniyar'la Cemile'nin resmiydi bu. Bir sonbahar göğü altında, bozkır
yolunda yürüyüşleri. Önlerinde engin, pırıl pırıl bir ufuk... Resmim,
kusursuz bir resim değil ustalık kazanmak zaman ister ama benim
için değerli, çünkü yaratıcılığımın ilk eseri.
Zaman zaman, yaptıklarımı beğenmiyorum. Kendime güvenim
sarsılıyor, güç anlar yaşıyorum. Bu gibi durumlarda, çok sevdiğim o
resmin karşısına geçiyorum hemen, Daniyar'la Cemile'ye bakıyorum.
Konuşuyorum onlarla:
Şimdi neredesiniz acaba, hangi yollarda yürüyorsunuz? Kazakistan
bozkırlarından Altay'a, Sibirya'ya kadar yeni yollarımız var artık. O
yollarda yiğit insanlar çalışıyor. Belki siz de oradasınız. Cemile,
arkana bile bakmadın giderken. Yorgun musun, kendine güvenini,
inancını yitirdin mi? Daniyar'a yaslan, sana türküsünü söylesin, o
sevda türküsünü, yaşama türküsünü, toprak türküsünü! Bozkır o
türküyü içsin, renk renk çiçekler yaratsın o türküden! O Ağustos
gecesini hep hatırlayın! Yılma, Cemile, pişmanlık duyma, o güç
mutluluğu buldun çünkü!
Onlara bakarken Daniyar'ın sesini duyuyorum. Yollara çağırıyor beni
yolculuğa hazırlanmalı. Bozkırı aşıp köyüme gideceğim, yeni renkler
bulacağım orada.
Her fırça vuruşumda Daniyar'ın türküsü çınlasın! Her fırça
vuruşumda Cemile'nin yüreği çarpsın!
ÖĞRETMEN DUYŞEN
Penceremi ardına kadar açıyorum. Temiz hava doluyor odaya. Yeni
resmim için çizdiğim desenlere mavimsi, solgun loşlukta göz
atıyorum. Bir sürü desen var; hep yeni baştan, yeni baştan
başlamıştım çünkü. Ama resmimi bir bütün olarak göremiyorum daha.
Asıl şeyi, duru yaz şafakları gibi ansızın, karşı konmaz bir biçimde
çıkıp geliveren, insanın içinde esrarengiz, kavranılmaz izler bırakan o
güçlü şeyi bulamadım. Ağaran gecede odayı adımlıyorum, düşünerek,
düşünerek, düşünerek... Hep böyle olur. Yapacağım resmin sadece
içimde kalacağını sanırım hep.
Bitmemiş resimlerimden en yakın arkadaşlarıma bile söz açmam.
Eserlerimi korkunç bir kıskançlıkla koruduğum için değil, beşiğinde
yatan bir bebeğin büyüyünce nasıl bir insan olacağını kestirmek zor
olduğu için. Bitmemiş bir resim hakkında yargıya varmak da o kadar
zordur. Ama bu kuralı bir kerecik bozacağım; bitirmediğim bu resim
hakkındaki düşüncelerimi herkes duysun, bütün insanlar paylaşsın
istiyorum.
Özenti değil bu. Başka türlü davranamam bunun altından yalnız
başıma kalkamam çünkü. Beni yakalayan, fırçamı elime aldıran
öykü öylesine sarsıcı ki, bu öykünün yükünü taşıyamayacağım artık.
Elimde ağzına kadar dolu bir bardak var sanki; içindekini dökmekten
korkuyorum. Onun için, insanlar beni aydınlatsın, bana yardım etsin,
benim yanımda yer alsın, duygularımı paylaşsın istiyorum.
Yaklaşın, yüreklerinizin sıcaklığını esirgemeyin benden, bu
öyküyü anlatmak benim görevim...
Bizim Kurkuru köyü, dağların eteğinde, yarlardan gelen bir sürü
küçük derenin suladığı bir düzlüktedir. Altında Sarı Vadi uzanır,
uçsuz bucaksız bir Kazak ovası. Karadağlar'la çevrelenmiştir; batıya
giden demiryolunun koyu çizgisi, ovayı ikiye böler.
Köyün arkasındaki tepede, iki tane uzun kavak ağacı vardır. Kendimi
bildiğimden beri oradadır o kavaklar. Kurkuru'ya hangi yönden
gelirseniz gelin, ilk olarak, tepede birer işaret kulesi gibi duran o
kavakları görürsünüz. Duygularımı açık seçik anlatamıyorum,
çocukluk anıları çok değerli olduğu için belki, belki de geçimini resim
yapmaya bağlayan bir sanatçı olduğum için ama ne zaman trenden
inip köye yollansam, gözlerim ufukta o sevgili kavakları arar. Uzaktan
göremem onları; ama hep görür gibi, dokunur gibi olurum.
Uzaklardan Kurkuru'ya dönerken, hep aynı hüzünlü duyguyu
taşımışımdır içimde:
Acaba kavaklarımı görebilecek miyim? Dönebilecek miyim evime?
Bütün istediğim, o tepeye tırmanmak, çok uzun zaman ağaçların
altında durmak, yaprakların hışırtısını dinlemek...
Birçok ağaç var köyümüzde, ama o kavaklar başkadır. Ayrı bir
dilleri, ayrı, ezgili bir canları var onların. Gece olsun, gündüz olsun,
ne zaman gelirseniz gelin, onların bitmek bilmeyen bir hışırtıyla, bir
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Cemile - 4
  • Büleklär
  • Cemile - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3891
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2243
    30.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Cemile - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3816
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2027
    29.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Cemile - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3840
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2080
    28.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Cemile - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3896
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2114
    33.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Cemile - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3923
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2083
    31.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Cemile - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3232
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1875
    32.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.