Hayatın Kökleri - 7
Süzlärneñ gomumi sanı 3530
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2009
22.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
32.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
38.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Yine Avery'nin Ünlü Deneyi
İsterseniz, DNA'nın kalıtımın temel malzemesi
olduğunu kanıtlayan Avery'nin deneyine dönelim.
Şimdi ikinci bölümden anımsayacaksınız, Avery bir
model sistem kullanmıştı: Zatürree yapan bakteriler.
Ölü zatürree bakterilerin salıverdiği bir
molekül karışımın, zararsız bakterileri zatürree
yapan bakterilere dönüştürdüğünü gözlemlemişti.
Kanısınca, karışımdaki hastalık yapan moleküller,
DNA'ydı. Tasarladığı ilk deney, ölü bakterilerden
dağılan moleküllerin karışımına DNA'yı çözen bir
enzim katmaktı. Aktif neden DNA ise enzim katmak,
karışımın zararsız bakterileri zatürreeye
neden olan bakterilere dönüştürme yeteneğini bozacaktır,
düşüncesini öne sürüyordu. Sonunda elde
edilen de tamı tamına buydu. Bu çok basit deney,
öngörüleni doğru çıkardıktan başka, kendisinden
sonraki bilimsel deneyleri çokça etkileyecek bir
gerçeği de ortaya çıkarmıştı. Bu noktadan sonra,
kanıtları sağlamlaştırmak için daha yapacak çok
şeyimiz olsa da DNA'nın kalıtımın temel malzemesi
oluşundan kuşku duymak için pek neden kalmamıştı.
Bilimin Sınırları
Fikirlerin, çoğunlukla sınanabilecekleri deneyleri
çağrıştıran öneriler olduklarını söylemiştik. İnsan
belirli olayların nasıl gelişebileceğini önceden düzenli
olarak söyleyebildiği zaman, tahminlerin dayandığı
fikirler, herkesin kabullendiği gerçekler
haline gelir ve bunlara "doğanın kanunları veya
prensipleri" denir. Bunlar bu kitapta tartıştığımız
gerçeklerdir. Diğer yandan günlük yaşantımızda,
sosyolojide, psikolojide, felsefede, sanatta ve dinde
"iyi" fikirler olarak nitelediklerimizin parlak, özgün
ve zekice dediklerimizin, bilimin kriterlerine göre
ille de iyi olmaları gerekmez. Çünkü bu fikirlerin
çoğu, deneyle sınanabilmek için çok karışık olan olgulardan
kaynaklanmaktadırlar. Bu fikirlere dayanan
tahminler, bazı rastlantılar dışında, çoğu
zaman önerenin beklediği şekilde gerçekleşmezler.
Büyük bir ressamın bir resmiyle "gerçeği" açığa
çıkardığını, psikoloji ve psikiyatrinin insan davranışının
gerçeklerini gösterdiğini, dinbilimcinin
Tanrı'nın varlığı gerçeğini keşfettiğini söyleyebiliriz.
Burada "gerçek" sözcüğünü bilimde kullanıldığından
farklı anlamda kullanıyoruz. Daha
önce tartıştığımız kriterlerden hiçbiri böyle durumlarda
uygulanamıyor. Bu durumlarda sözkonusu
olan şeyin, birçok insanda bir gerçeğin
açıklandığı gibisine içgüdüsel bir duygu doğuracak
açıklamalar olduğunu söylememiz daha doğru olur.
Ama birçokları da bu duyguyu paylaşmayacaktır.
Bu gerçeklerin evrensel geçerliliği olduğu söylenemez.
Kuşkusuz, insanların karmaşık davranış ve değerlerinde
fikirler çok bol, "bini bir paraya"dır.
Bunları, hepimiz, özgürce, çevremizdeki şaşırtıcı
insan düşünce ve eylemlerinden anlamı olan bir
şeyler çıkarmak amacıyla üretiyoruz. Böyle fikirler,
kısmen de tartışılamaz, sınanamaz olmaları nedeniyle
bol bol üretiliyora benziyorlar. Bazıları aksi
kanıtlanamadığı için çekici gelirken, bazıları da
doğruluklarının kanıtlanamaz olmasıyla iticidirler.
Tarih boyunca, insanın düşünce ve araştırmalarının
bütün alanlarında işin çetin yönü, sınanabilir
fikirler ortaya atmak olmuştur.
İnsanın ikilemi, biraz da kişisel ve toplumsal eylemlere,
sınanmamış fikirlere dayanarak girişme
zorunluluğundan kaynaklanır. Kişiler ve hükümetler,
bilgimizin sınırlı olduğu konular üzerine
karar almak zorundalar. Bunu böylece kabul ettikten
sonra bile politik kararların el altındaki bilgi
çerçevesinde rasyonel olabilmeleri bir bilgelik sorunudur.
Rasyonalizmin (akılcılık), bilimsel prensip
ve yöntemlerin, bilimin çoğunlukla çözmek için seçtiklerinden
daha büyük problemlere uygunlanması olduğu söylenebilir.
Bilimin, insan davranışıyla ilgili daha karmaşık
alanlardan üstün olduğunu kastetmek istemiyorum.
Bilim, yalnızca daha basit, daha küçük
sorular sorarak, bilinçli olarak, araştırmayı sınırlar.
Bir sürü küçük soru bir sürü küçük yanıtı
doğurur. Bunların herbiri anahtar deneyleri tekrarlamak
zahmetine katlanacak her şüphecinin
(skeptik) geçerliliğini onaylayacağı cinstendir. Kısacası
bilim kendi sınırlarını koyar: Öne sürülen
gerçeklerin deneyle sınanabilir olmasını, aksi halde
öne sürmeye değer olmadıklarını kabul eder. Sağlamca
biriktiği ve kalıcı olduğu için, bu tür gerçek
elde etmenin, uzun dönem içinde, insan yaşamı
üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur.
Akıl Hastalığı ve Kimyasal Beyin
Kendi zihinlerinin çalışması çok eski zamanlardan
beri insanları büyülemiştir. Akıl hastalığı
bizi hem heyecanlandırmış, hem kafamızı karıştırmış,
her zaman da acele bir açıklamaya gereksinme
duyulmuştur. Geçmişte akıl hastalığı;
tanrılara, şeytana, karmaşık toplumsal ve ailevi
ilişkilere bağlandı. Daha önce de belirttiğimiz gibi,
bu açıklamalar çok ender olarak deneyle sınanabilirler.
İnsan bilincinin çalışması, birçok bakımlardan
şimdiki bilimsel yöntemlerle yaklaşabilmemiz
için fazla karmaşıktır. Buna rağmen,
yaygın olarak kabullenilmiş bir çok fikir, yanlışlarıyla
birlikte, psikiyatrik tedavinin temeli sayılabiliyor.
İnsanın akıl hastalıklarıyla ilgilenişinin tarihinde,
bazı aksilikler ve beklenmedik sapmalar
vardır. Bu örnekler, beklenmeyen şeylerin ortaya
çıkışı üzerine söylediklerimizi doğrular. Akıl hastalığının
kendine has özelliklerini anlamak ve çeşitli
psikoterapi yöntemleriyle tedavi edebilmek için
insan, çok uzun yıllar, umduğu başarıyı elde edemeden
uğraşıp durmuştur. Sonuç olarak, insan
davranışının birtakım kimyasal maddelerle değişebileceğini
gösteren bir sürü bilimsel bulgu birikmiştir.
Canlıları yaşatanın kimyasal işlemler olduğunu
gösteren bütün diğer kanıtlarla birlikte,
durmadan artan sayıda doğal ve sentetik kimyasal
maddeler, akıl hastalığı belirtilerinde etkileyici bir
azalmaya yol açıyorlar. Amerikan toplumunda
kimyasal maddelerin, uyuşturucu ve keyif verici
olarak yaygın kötüye kullanımı dahi, zihinsel işlemlerin
kimyasal temelini vurgulamaktadır.
Yıllar önce, pellagra denilen bir psikozun, B vitamini
alınarak tümüyle ve sürekli olarak kaybolduğu
anlaşıldı. Araştırmayla, esrarlı bir akıl
hastalığı, basit bir vitamin eksikliğine dönüşmüştü.
Araştırmacılar, başka bir ciddi ve çok yaygın şizofreni
benzeri psikozun da bir antibiyotikle tedavi
edilebildiğini buldular. Bu psikozun sebebi frengi idi.
Yirmi yıl kadar önce de manik-depresif psikozun
ortaya çıkmasının, ağızdan düzenli olarak alınan
basit bir tuzla, lityum karbonatla önlenebildiği bulundu.
Kısa bir süre içinde, bu çok yaygın kötü hastalığın
belirtileri, birdenbire tedavi edilebilir duruma
geldi. Lityumun mani ve depresyon üzerine
etkisi, beyin kimyası bilgisinden kaynaklanan bir
öneriyle değil, deneysel gözlemle saptandı. İlginç bir
noktayı belirtmekte yarar var; lityum, sodyumun
çok yakın akrabasıdır ve sodyumun, beynin işlemesinde
gerekli olduğu, bilim adamlarınca çok
uzun zamandan beri biliniyor. Ama henüz lityumun
etkileme biçimini bilmiyoruz.
Kimyasal maddelerin etkileri üzerine çoğunlukla
raslantıya dayanan buluşlar, bilim adamlarının,
insan davranışını ayrıntılarıyla incelemeye yönelmelerine
yol açmıştır. Sonuç, akıl hastalarının
üzücü belirtilerinde etkin bir azalmanın görülmesidir.
Bu çeşit gelişmelerin sürmesini bekleyebiliriz.
Temel Araştırma Ve Uygulamalı Araştırma
Bu kitapta "bilim" ve "araştırma" sözcüklerini,
temel araştırma yani yeni bilgiler elde etmek için
keşfe çıkmak anlamına kullandım. Araştırmanın,
uygulamalı araştırma veya teknoloji dediğimiz
temel araştırmalara dayanılarak elde edilen bilgiyi,
insan ihtiyaçlarının karşılanmasında uygulayan
çok daha geniş bir dalı var.
Temel ve uygulamalı araştırma yapmak birbirinden
oldukça farklı. Uygulamalı araştırmalarda
temel bilgi el altında bulunduğundan, ulaşılması
istenen özel üretim amaçları önceden belirlenebilir,
araştırmacı gruplarına belirli görevler verilebilir,
anlaşmalar yapılabilir. İşadamları böyle bir projeye
sermaye yatırabilirler. Örneğin, Ay'a ve Mars'a araç
göndermeyi planlamak ve araç yapmak veya çok
büyük miktarlarda çocuk felci aşısı üreterek topluma
bağışıklık sağlamak, bu tür girişimlerdir.
Temel araştırmaysa, aksine, bilinmeyenin incelenmesidir.
Yol gösteren yoktur. Araştırmacı, aklı,
düşgücü ve merakıyla başbaşadır. Beklenmedik
olaylar olağandır ve araştırmacı bunlardan işe
yarar şeyler çıkartmaya çalışmalıdır. Başlangıçta
hiç zamanlama yapılamaz. Ortaya çıkan çalışma
ancak birkaç yıl sonra değerlendirilebilir, bu arada
bilim adamı yeteneğini ve hipotezlerini geliştirmeyi
sürdürmelidir.
Uygulamalı araştırmacılar, bilinen prensipleri
kendi özel amaçlarını gerçekleştirmekte kullanmak
zorundadırlar. Temel aratırmacılar ise bunların
dayanacağı prensipleri bulur.
Teknolojinin durmadan ilerleyen yeni bilgi cephesi
olmasaydı, zavallı ve aptal bir dev olacağını
söylemeye gerek yoktur sanırım. Bugün Amerika'daki
sağlık bakımına bir göz atmak durumun
özelliğini kavramaya yeter. Temel araştırma, birçok
hastalığın yok edilmesini ve tedavisini, bir dizi
büyük gelişmeyle olanaklı hale getirdi. Ama geri
kalan hastalıkların dizginlenmesi, henüz bilmediğimiz
geniş bir alan oluşturuyor. Ancak yeni
bilgiler elde edilmesi, kanserin ilerlemesini, kalp
hastalıklarını, enfarktüsü, genetik hastalıkları ve
benzerlerini durdurabilir. Uygulamalı araştırma,
sürekli daha ayrıntılı ve pahalı makineler yapıyor.
Bunlar ancak birkaç hastanın yararına kullanılabiliyorlar.
Fakat kaçınılmaz olarak gittikçe
hepimize daha pahalıya mal oluyorlar. Kanser
ameliyatı, yapay böbrek makinesi (dializ), yapay
kalpler, benzer tedavi araçları bilinen yeni temel
prensiplerin yaratıcı uygulamalarda kaynak olduğu
birçok durum; hastalıklar üzerine bugünkü temel
bilgimizin yetersizliğinden doğan boşluğu doldurmaya
çalışan pahalı tamponlardır.
Amerikalıların tıbbi ve koruyucu sağlık bakım
masrafı, şimdi yılda 200 milyar doları aşmakta ve
bu miktar durmadan artmaktadır. Yine de bu sağlık
faturasının sadece yüzde 1/2'si, hastalıkları yenmek
için gerekli bilgiyi üreten temel araştırmanın
desteklenmesine harcanmaktadır.
Bilimin Desteklenmesi
Temel tıp araştırmasına sağlanan sınırlı destek,
Amerikan hükümeti tarafından yeterli ve dikkate
değer bir açlıkla yönlendiriliyor. Öğrenim kurumları
ve kuruluşlar, yetenekli öğrencilere hem
mezuniyet öncesi, hem sonrası eğitim için burslar
veriyorlar. Bu, öğrenciye kendisinin seçtiği bir yönetici
öğretmenle laboratuvarda, öğrenimi bitip uzmanlık
alanı belirlenene kadar çalışma olanağı
sağlıyor.
Öğrenci, bundan sonra bir üniversitede veya bir
araştırma kurumunda çalışan, bağımsız bir araştırmacının
yanında işe girmek için başvurabilir.
Başvurusu, genç bilim adamının uğraşmak istediği
problemle ilgili kesin durumunu belirler; fikirlerini,
tasarladığı deneyleri, işinin insan sağlığı için önemine
inancını, bütün yeteneğini ve düşgücünü toplayarak
geleceğini çizer.
Başvurular hükümete danışmanlık yapan bir
grup bilim adamı tarafından incelenir (bu iş
"gözetleme-inceleme" olarak bilinir). Bilimsel yetenekler
tartılarak, başvurular öncelik sırasına sokulur.
İşe alma, her yıl Kongrenin ayırdığı fonlar
tüketilene kadar sürdürülür. Bursu kazandıktan
sonra, araştırmacı çalışmasını istediği gibi yürütmekte
ve sonuçlarını yayınlamakta oldukça bağımsızdır.
Bu sistem temel araştırmayı desteklemek konusunda
herhangi bir yerde uygulanan sistemler
içinde en iyisidir. En çok ümit veren projelerin seçilmesini
sağlama alır, bağımsız çalışmayı yüreklendirir,
diğer yanda bilim adamını hesap verme
durumunda tutarken, incelemelerde gerekli esneklik
için ve beklenmedik olayların araştırılması
yeterli payı da bırakır.
Bilginin Kullanım Alanları
Bilgi ve sağlanması yöntemleri (bilim), ahlak açısından
tarafsızdır. Doğanın gizleri, insanların kendilerini
keşfetmelerini bekliyor. Ama toplumun bilgiyi
kullanışı, ahlak açısından çok ender olarak tarafsızdır;
çünkü bilgi güç kaynağıdır ve hem iyiyi
hem de kötüyü yapmak için güçlü olma isteği, insanlığı
başlangıcından beri şiddetle sarmıştır. Yalnızca
sağlık alanındaki bilgi susuzluğumuz bile,
yaşamdan beklentilerimizde etkileyici artışlara yol
açmıştır. Kadınların çocuk doğurmalarını denetleyebilme
olanakları, veba, kolera, tüberküloz,
çocuk felci, çiçek ve difteri gibi hastalıkların yok
edilmesi, vitaminler ve beslenmedeki genel ilerlemeler,
tıpta hastalık belirtilerinin bulunmasında
ve tedavide X-ışınlarının kullanılması, sayısız bağışıklık
sağlayıcı, hormonal, nörolojik, genetik aksaklıkların
önlenmesinde ve tedavisindeki ilerlemeler
vb. kuşkusuz tıp bilimi için anıtsal bir birikim
oluşturuyor. Ve temel bilimde, bu kitapta
sözü geçen çok önemli son gelişmeler yüzünden,
kanser, genetik hastalıklar ve kardiyovasküler
hastalıklar gibi önemli insan hastalıklarını, daha
etkin tedavi edebileceğimize veya tümüyle ortadan
kaldırabileceğimize iyimserlikle bakmak için her
türlü nedenimiz var (hükümetin politikası izin verirse).
Diğer yandan karanlık görünen bir konu var.
Dünyanın toplam DNA dağarını gittikçe artan
nükleer araçlarla tehdit ediyoruz; suyumuzu, besinimizi
ve havayı tehlikeli bir sayıya ulaşan endüstriyel
kimyasal maddelerle zehirleyip kirletiyoruz;
bütün yaratıkları güneşten gelen öldürücü
radyasyondan koruyan ozon tabakasını bozuyoruz;
doğum kontrolü yöntemleri olduğu halde,
yeryüzünün besleyebileceğinden daha fazla çocuk
yapıyoruz. Öyle görülüyor ki insanlar, ulaşılabilecek
en yüksek mutluluğu ve en derin ızdırabı
elde etmek için kendi kendileriyle yarışıyorlar.
Bilimsel Araştırma Düzenlenmeli midir?
Kısaca bilim, bilinmeyene ışık tutmak, doğada
zaten var olan şeyleri açığa çıkarmaktır. Ama ivedi
bilgi elde edilmesi insanlara ve hükümetlere güç
sağlıyor; bilginin toplumun değerlerine göre iyiye
veya kötüye kullanılması olası. Özgür bir toplumda,
kötüye kullanılmayı önleyip iyiye yönelişi yüreklendirmek
istiyorsak, çözümü insanların değer
yargılarında aramalıyız. Bunun yolu bana çok açık
geliyor. Diğer yanda, bilimi baskı altına almanın
daha kolay bir yol olduğunu savunan bazı kimseler
de var. Yalnızca kaynakları kısarak da amaçlarını
gerçekleştirebilirler, çünkü çağdaş araştırmanın
çok pahalı olduğu bir gerçek. Ama biyomedikal
araştırmayı sınırlamayı denersek, sonucu hızla görebiliriz.
İnsanlar, kendilerini etkileyen hastalıkları
anlamaya çalışmaktan alıkonamazlar. Eğer yeni
bilgiler elde etmek için yapılan araştırmalar sınırlanırsa,
yalnızca uygulamalı araştırmaya yönelerek,
elimizdeki bilgiyi kullanmayı sürdürebiliriz.
Örneğin, çocuk felci aşısını elde etmemizi
sağlayan temel araştırmamn yapılması önlenmiş
olsaydı, çocuk felci kurbanları için yeni ve
daha iyi aletler bulacaktık, daha büyük ve karmaşık
demir ciğerler vs. yapacaktık. Yeni bilgi elde etmek
için araştırmanın bırakılmasının ve elimizdeki bilgiyle
yetinmeye zorlanmanın neye varacağını söylemek
mümkün; tıp yalnızca mekaniğe indirgenecek,
tıkanacak, fiyatlarsa artmayı sürdürüp
hastalar kötü duruma düşecekler.
Bugün biz tarihte hiçbir zaman görülmemiş bir
olgunun, son kırkbeş yıllık hızlı gelişimin, güncel
insan hastalıklarına uygulanmasının eşiğindeyiz.
İyiye gidiş, başka bir deyişle insanların acılarını
azaltacak daha hızlı bir gelişme için elimizde çok
büyük potansiyel var.
Tıp Araştırmalarında Yararlılık ve Risk
Son zamanlarda kamunun ilgisi, yeniden birleştirilmiş
DNA veya genlerin birbirine dolanması
üzerine deneylerin, insana zararlı olabileceği tartışmalarına
yönelmiştir. Beşinci bölümde gördüğümüz
gibi, herhangi bir bitkinin veya hayvanın
DNA'sını bakterinin DNA'sına katmak olası. Bundan
sonra bakteri üreyip eklenmiş DNA'dan bir
sürü kopye yapabilir. Burada bakteriler, yalnızca
eklenen herhangi bir seçilmiş DNA parçasının
kopyalarını yapabilen fabrikalar durumundalar.
Biyologlar bu yönteme, genler üzerine bilgimizi
arttırabilmek için şimdiye kadar bulunmuş en
önemli yöntemlerden biri gözüyle bakıyorlar. Böylece
genlerin yapılarını, çalışma-durma davranışlarının
ayarlanışını inceleyebiliyoruz. Bundan
önceki iki bölümde, embryogenesis ve kanser üzerine
çözüm bekleyen "olgun" problemleri birlikte
inceledikten sonra, bu yeni tekniğin çok geniş gen
ifadesi problemini anlamadaki değerini gözünüzün
önüne getirebildiğinizi umarım.
Bazıları şöyle sorular yöneltmişlerdir: Eklenen
genler bakteriyi insan için tehlikeli olabilecek bir
biçime sokabilir mi? Böyle deneyler, evrimi doğal
gidişinden saptırıp, ilerde tehlikeli olabilecek yeni
canlı biçimleri oluşturabilirler mi?
Hücrelerin kendilerine DNA eklenmesiyle
değişebileceklerini görmüş bulunuyoruz: Örneğin
Avery deneylerinde, hastalık yapan bakterilerin
DNA'sı zararsız bakterilere verildiğinde, onları da
tehlikeli bakteriler haline getirmişti. Ama böyle
deneylerde gerçekleştirilen DNA-hücre bileşimleri,
genlerin yapay eklemelerle birleştirilmelerine göre
önemli farklar gösterirler. Avery deneylerinde yapılan
yeni DNA bileşimleri doğaldı, hücrenin içinde
bakterinin kendisi tarafından, tanışık olduğu genleri
kullanarak gerçekleştiriliyordu. Yeni bir şey
yaratılmıyordu (tehlikeli pneumococcus zaten yeryüzünün
bir yaratığıydı). Öte yandan sonradan
katmalı genler yapaydır; deneyci özel teknikler
kullanarak herhangi bir DNA parçasını bakterinin
DNA'sına dolar. Bu DNA bir sivrisinekten, bir filden
veya bir insandan alınmış olabilir. Burada, en azından
kuramsal olarak daha önce hiç görülmemiş,
beklenmeyen sonuçlar doğurabilen, gerçekten yeni
bir gen bileşimini yaratma olasılığı var. Bu nedenle
bu dalda çalışan araştırmacılar, işlerini yaparken
belirli önlemler alırlar. Daha fazla bilgi sahibi olana
kadar bu hipotetik risklere karşı uyanık davranıyoruz.
Raslantısal olarak ortaya çıkabilecek bir
organizmanın bize zarar verip veremeyeceğini, bu
kitaptan öğrendiklerimizle değerlendirebilecek
miyiz? Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki öğrendiklerimizin
ışığında böyle bir olgu son derece
olanaksızdır. Hatırlayacaksınız, hemen hemen her
zaman bir organizmanın DNA'sında bir değişikliğin
olması onun için zararlıdır; başka bir deyişle yaşamını
sürdürebilme kapasitesinde azalmaya yol
açar. Bir benzetme yapalım; Shakespeare'in oyunlarına
rasgele eklenen cümlelerin onları daha iyi
yapması pek olası değildir. Bu söylediklerimiz, sonuçta
bir organizmanın evriminin DNA'daki "değişmelerle"
olduğu, gerçeğiyle çelişmez; DNA'nın
değişmesi veya DNA'ya ek yapılması gelişmeler
üretebilir. Ama beşinci bölümde gördüğümüz gibi
bu gelişmeler enderdir. Temelinde, DNA değişiklikleri
ister mutasyonla, ister bizim dışardan
bilerek eklediğimiz yabancı genlerle olsun, yaşamı
sürdürebilme şansını azaltma özelliklerinden dolayı
zararlıdır. Buna göre sonradan eklenmiş yabancı
DNA'nın bir organizmayı tehlikeli hale getirmesi
şöyle dursun, tümüyle tersi olur; hemen hemen her
zaman organizmayı daha zayıf hale getirecektir.
Bir bakterinin DNA'sını değiştirmenin, hemen
her zaman bakteriyi yaşamını sürdürebilme bakımından
daha az uygun hale getirdiği genel gözleminin
yanı sıra, bu araştırmalardaki risk payını
daha da azaltan başka bir düşünce daha vardır.
Evrim ve genetik bize, hastalık yapan organizmanın
yapısının son derece karmaşık olduğunu
söyler. Tifo, veba, difteri, tüberküloza
neden olan bakteriler ve benzerleri, milyarlarca
yıldır evrimin potasında dövülmüş çok karmaşık
gen organizasyonlarıdır. Biz insanların, birkaç yıllık
gen hokkabazlığı deneyiyle, doğal evrimden geçmiş
genlere benzer genler yapabilmemiz olanağı
düşünülemez.
Bir örnek... Virüsler bizim evrimsel geçmişimizde
etkin hücre işgalcileri olup çıkmışlardır. Bunların
DNA'ları hücre içine protein koruyucular içinde taşınır.
Bir defa bir virüs DNA'sı bir hücrenin içine
girdi mi, onun iç düzenini daha çok virüs üretmek
üzere ayarlar. Virüsün DNA'sını çıkarsak ve bakterinin
DNA'sına eklesek yararsız bir birleştirme
yaptığımızı umarız. Bu öneri son zamanlarda sınanmıştır.
Araştırmacılar, kansere neden olan virüsün
DNA'sını alıp bakteri DNA'sına yerleştiriyorlar.
Hücreleri bu virüsle kolayca kansere
dönüşebilen farelere, kanser virüsü DNA'sı taşıyan
bakteriler veriliyor. Ama fareler kansere yakalanmıyorlar.
Sonuç; kuzu kılığında kurt DNA'sı işlemiyor.
Umarım bu kitabın önceki bölümlerinde, mutasyonların
ve DNA karışımlarının raslantısal
olaylar oluşu ve evrimin böyle olaylarla belirlendiği
yeterince açık anlatılmıştır. İnsan denetimindeki
DNA'nın üç milyar yıldır doğanın denetimindeki
DNA'nın yanında bir anlamı olabileceği düşüncesinin,
herhangi bir biyolojik kanıtlaması yoktur.
Laboratuvarda DNA'ların karıştırılması da
yeni bir olay değil. 1930'lardan beri bakterilere
DNA ekleyip Avery'nin deneylerinde olduğu gibi
kalıtımsal dönüşümler sağlıyoruz. Son yedi yıldır,
yeni DNA karışımları deneyleri, önlem alınmadan
sürdürülmektedir. Ve bu tür gen karışımımn doğada
sık sık olduğuna inanmak için nedenlerimiz de
var.
Açıkçası bütün insanların, hükümetin eylemlerini
incelerken yararlılığa karşı riskleri tartarak
seçme yapmaları görevleridir. Buna uygun bir
örnek 1977'de, ABD'de Massachusetts, Cambridge'de
DNA'nın yeni bileşimleri deneylerine bağlı
olarak ortaya çıktı. Harvard Üniversitesinde gelişen
yeni DNA bileşimi araştırmaları üzerine çıkan aşırı
söylentilerden rahatsız olan kent meclisi, bir vatandaşlar
komitesini uzmanlardan bilgi almak,
problemi incelemek ve ona göre bir eyleme geçmek
üzere görevlendirdi. Tümü sorumlulukla ve sıkı çalışan
komite üyeleri, araştırmanın NIH'nin (Amerikan
Milli Sağlık Kuruluşu) şart koştuklarının yanısıra,
bazı akla yakın ek önlemlerle sürdürülmesini
kararlaştırdı. Kent meclisi bunu kabul
etti ve komite üyeleri hem kentte yaşayanların hem
de bilim adamlarının takdirini kazandılar. Bu
mutlu sonuç vatandaşların önemli bilimsel konuları
anlayıp onlarla ilgili sorumlu kararlar alacağı
inancını destekliyor.
Yeni DNA düzenlemeleri yapılması öyküsü şu
soruları getiriyor: Eğer görülen riskler nedeniyle
bilgi araştırması engellenirse, o zaman yalnızca
riskli olmayan konuları mı inceleyeceğiz? Risksiz
bilgi ne çeşit bilgidir? Bilinmeyeni araştırırken
neyin tehlikeli olduğunu nereden bileceğiz? Ne güvenceli
olabilir? Kuşkusuz hangi konuda olursa
olsun, güvenceli çalışan araştırmacı sadece yan
gelip yatan araştırmacıdır.
Gelecek
İnsanoğlu, kendi gelecek evriminin koşullarını
yaratmıştır. Diğer canlı türlerinin hepsinin aksine,
yalnızca biz kendi çevremizi geniş ölçüde biçimleyebiliyoruz
(çoğu zaman da kendi zararımıza).
Şimdi kaderimiz doğal çevrinin bize etkilerinden
çok, bizim kendimizin dünyaya yaptıklarımızla belirleniyor.
Bu olguya 'kültürel evrim" diyoruz. Tümüyle
yeni bir oyun. Düşüncelerimizi haplarla değiştirebilir,
havayı, suyu, besinleri zehirleyebilir,
genlerimizi bozabilir bazı hayvan türlerini yeryüzünden
hepten silebilir, enerji kaynaklarımızı
bize gerçekten gerekmeyen şeyler üreterek harcayabiliriz.
Diğer yandan, yaşam süresini uzatabilir,
hastalıkları ortadan kaldırabilir, sefaleti
azaltabilir, güzelliği, rahatlığı, neşeyi yaratabiliriz.
Zehirle doldurduğumuz havayı müzikle de doldurabiliyoruz!
Hem güzellik ve neşe yaratmak, hem de anıtsal
sefaletleri oluşturmak için hemen hemen sonsuz
denebilecek bir yeteneğimiz var. Evrimin bütün yaratıkları
için yaşamı daha iyi yapmak görüşünde ve
isteğinde olup olmadığımızın yanıtı geleceğin örtüsü
altında gizli. Ama emin olabileceğimiz bir
nokta var: Merakların özgürce tatmin edilmesini
engelleyen toplumun, geleceğe bırakacak çok şeyi
olmayacaktır. Anlamak için araştırmak, açlık ve
seks gibi temel bir dürtümüzdür. Araştırmayı sürdürüp
yine araştırmanın kendisi içinde ödülümüzü
bulmalıyız.
Bilgi birikimimizi, kocaman yaşayan bir kütüphaneye
benzetebiliriz. Çağlar boyu kazanılmış
bilgi orada herkesin incelemesine açık. Yeni yeni
ciltler raflarda yerlerini bulmaya devam ediyorlar.
Kitap adları arasında, dünya üzerine kesinlikle bildiğimiz
herşey var. Bunlar gelecekteki bilgiyi kurmak
için temeli oluşturuyorlar. Herşeyi anlamamızı
sağlayacak, daha çok ciltlerimizin olmasını isteyebilirdik;
belki böylece insanın açgözlülüğünü
denetlenebilir, daha çok akıl ve sevgi elde edebilirdik.
Ama bazı şeyler henüz yazılmamış durumda!
Yazılmamış ciltlerin eksikliği, raflardakilerin
değerini azaltmamaktadır.
Bazılarına göre bilim yoluyla sağlanan bilgi, bilinmeyen
esrarlı konuları kaba ve duygusuzca aydınlatarak,
yaşamı "insanlık dışı" hale getiriyor.
Bilimin neleri aydınlattığını gördükçe, kendi yapımızdaki
akıl almaz güzelliğe ve "marifete" hayran
olmamak elde değil. Derimizin altındaki DNA, RNA
ve protein arasındaki hızlı alışverişi anlamakla kazançlı
mıyız? Yoksa bir şeyler kaybettik mi? Okuyucularımın
kazançlı olduklarını hissettiklerini
umarım. Moleküllerin işleyişini anlamaktan, hiç
hoşlanmayanlar, kendi kişisel "gerçeklerini" beslemek
için doğanın gizlerini olduğu gibi bırakmak
gereksinimi duyanlar da bilimin, yalnızca bilinmeyenin
yüzeyini hafifçe çizmiş olduğunu öğrenerek
rahatlayabilirler. Keşfedilmeyi bekleyen
bilgi, hala şimdiye kadar açığa çıkanların kat kat
üzerinde. Merak, güzellik, ilham, düşleme, büyü,
esrar ve gönlünüzün seçtiği tanrılar için şimdi de
her zaman ki kadar çok yer var.
Kitapta Kullanılan Terimler
1'İNCİ BÖLÜM
atomlar: Canlı maddeyi oluşturan en küçük birimler.
Atomların yüzün üzerinde değişik çeşidi vardır,
ama canlılarda beş temel atom; karbon, hidrojen,
oksijen, nitrojen ve fosfordur.
moleküller: Kimyasal yollarla birbirine bağlanmış
atom grupları. Atomlardan ortalama on kat
daha büyüktürler.
nükleotidler: DNA ve RNA zincirlerinin halkalarını
oluşturan moleküller. DNA'da bu moleküller
dört çeşittir; adenilik asit, guanilik asit, sitidilik
asit, timidilik asit, RNA'da ise timidilik asidin
yerini üridilik asit alır, diğerleri DNA'yla aynıdır.
amino asitler: Protein zincirlerinde halkaları
oluşturan moleküller. Bunların yirmi çeşidi vardır.
Çoğunlukla isimlerinin ilk üç harfiyle gösterilirler.
entropi: Bir sistemde düzensizlik durumuna ilişkin
bir kimya terimi.
enerji: Bir sistemin işlevini yerine getirebilme
kapasitesi anlamına bir kimyasal terim.
2'İNCİ BÖLÜM
bilgi: Bir makineye bir şeyi nasıl yapacağını öğreten
semboller dizisi.
gen: Hücrenin makinesine belirli bir protein yapmasını
anlatan bir bilgi parçası. Gen grupları,
kalıtımsal özellikleri belirleyen protein gruplarının
yapılışını belirlerler.
genetik bilimi: Kalıtım bilimi.
DNA: Uzun bir nükleotid zinciri. Biolojik bilginin
kimyasal biçimi ve genlerin maddesi.
proteinler: Özel düzenleri olan amino asit zincirleri.
Canlıların yapısı ve işlevinin çoğu proteinlerden
oluşur.
RNA: DNA'ya benzeyen bir nükleotid zinciri.
mesajcı RNA: Bir gen uzunluğundaki DNA'nın
RNA'da kopyesi.
ribosom: Bir RNA ve protein birleşimi. Transfer
RNA'nın yardımıyla ve amino asitlerin varlığında
mesajcı RNA'yı okur, amino asitleri protein
oluşturmaları için uygun düzende birbirine
ekler.
transfer RNA: Amino asitlerin birbirine eklenmek
üzere ribosoma iletilmeden önce bağlandıkları
küçük RNA molekülleri.
bakteri: Tek hücreli bir canlı biçimi. Hayvan hücrelerinden
çok daha küçük ve basit. Çoğunlukla
enerji kaynağı olarak yalnızca basit tuzlar ve bir
şekeri kullanarak yaşarlar.
virüs: Yalnızca bir canlı hücre içinde üreyebilen, bir
DNA (bazan da RNA) ve protein birleşimi.
3'ÜNCÜ BÖLÜM
ozon: Birbirine eklenmiş üç oksijen atomu. Bu moleküller,
dünyanın atmosferi üzerinde birikip
ultraviole ışınlarına karşı koruyucu bir tabaka
oluştururlar.
enzim: Özel kimyasal işlevi olan protein molekülü.
Katalist gibi davranarak reaksiyonları hızlandırırlar.
zar (membran): Bir hücrenin içindekileri sarıp onu
çevreden koruyan bir yağ ve protein birleşimi.
4'ÜNCÜ BÖLÜM
klorofil: Bitkilerin yeşil renkli molekülleri. Işık
enerjisini tutabilirler.
kloroplastlar: Bitki hücreleri içinde tutulan ışık
enerjisinin ATP'ye dönüştürüldüğünü bölmeler.
mitokondria: Hücreler içinde şeker moleküllerinin
ATP yapmak için yakıldığı bölmeler.
ATP: Adenosin trifosfat. Hücrelerde yararlı kimyasal
enerjinin, hücrenin çalışmasını sağlayan biçimi.
AMP: Adenosin monofosfat. Pirofosfatı eksik ATP.
PP: Pirofosfat. Birbirine ekli iki fosfat. PP artı AMP,
ATP'dir.
yanma: Bir molekülün, diyelim şeker molekülünün
oksijenle birleşmesi sonucu enerjinin serbest
kalması.
elektron: Atomun hareket halindeyken elektrik akımı
oluşturan negatif yüklü parçacığı.
5'İNCİ BÖLÜM
evrim: İlkel canlı biçimlerinin gelişerek bugünkü
biçimlerine ulaşması süreci.
mutasyon: DNA'nın yapısının kimyasal veya fiziksel
bir etkiyle değişmesi. Bir mutajen, mutasyona
neden olan etkidir. Mutagenesis, mutasyonun
üretilmesidir.
plasmid: Bakterilerde bulunan ve bakteri hücresinin
içine girip çıkma yeteneği olan, küçük, yuvarlak
bir DNA parçası.
yeniden eklenmiş (recombinant) DNA: Değişik
kaynaklı iki DNA zincirinin uçuca eklenmesi.
Başka bir organizmanın DNA'sı, bakteri plasmidinden
kesilmiş bir DNA parçasına eklenir.
6'INCI BÖLÜM
doğal seçme: Çevrenin belirli bir organizma çeşidini
tercih etme veya etmeme süreci.
7'İNCİ BÖLÜM
embryo: Gelişmesinin erken aşamalarındaki canlı
(rüşeym, oğulcuk)
gen ifadesi: Gen dilinin protein diline çevrilmesi
sonucu protein yapımı.
represyon (bastırma): Bir genin proteine çevrilebilmesini
engelleyen biçimde kapatılması.
represör: Bir genin ifadesini (belirtilmesini) engelleyen
bir protein molekülü.
bakteriofaj: Kendi neslini üretmek için bakterileri
kullanan bir virüs.
regenerasyon-(yenilenme): Kopan organın yerine
gelmesi.
klon: Bir tek hücreden üremiş hücreler topluluğu.
8'İNCİ BÖLÜM
karsinojenik: Kanser üreten.
kanser virüsü: Normal bir hücreyi kanser hücresine
dönüştürebilen virüs.
karsinojen: İnsanlarda ve hayvanlarda, kansere
neden olabilen kimyasal.
teratoma: Saç, kemik gibi dokularda değişiklik ortaya
çıkarabilen özel bir kanser çeşidi.
hormon: Bedenin bazı özel hücrelerinde üretilen bir
İsterseniz, DNA'nın kalıtımın temel malzemesi
olduğunu kanıtlayan Avery'nin deneyine dönelim.
Şimdi ikinci bölümden anımsayacaksınız, Avery bir
model sistem kullanmıştı: Zatürree yapan bakteriler.
Ölü zatürree bakterilerin salıverdiği bir
molekül karışımın, zararsız bakterileri zatürree
yapan bakterilere dönüştürdüğünü gözlemlemişti.
Kanısınca, karışımdaki hastalık yapan moleküller,
DNA'ydı. Tasarladığı ilk deney, ölü bakterilerden
dağılan moleküllerin karışımına DNA'yı çözen bir
enzim katmaktı. Aktif neden DNA ise enzim katmak,
karışımın zararsız bakterileri zatürreeye
neden olan bakterilere dönüştürme yeteneğini bozacaktır,
düşüncesini öne sürüyordu. Sonunda elde
edilen de tamı tamına buydu. Bu çok basit deney,
öngörüleni doğru çıkardıktan başka, kendisinden
sonraki bilimsel deneyleri çokça etkileyecek bir
gerçeği de ortaya çıkarmıştı. Bu noktadan sonra,
kanıtları sağlamlaştırmak için daha yapacak çok
şeyimiz olsa da DNA'nın kalıtımın temel malzemesi
oluşundan kuşku duymak için pek neden kalmamıştı.
Bilimin Sınırları
Fikirlerin, çoğunlukla sınanabilecekleri deneyleri
çağrıştıran öneriler olduklarını söylemiştik. İnsan
belirli olayların nasıl gelişebileceğini önceden düzenli
olarak söyleyebildiği zaman, tahminlerin dayandığı
fikirler, herkesin kabullendiği gerçekler
haline gelir ve bunlara "doğanın kanunları veya
prensipleri" denir. Bunlar bu kitapta tartıştığımız
gerçeklerdir. Diğer yandan günlük yaşantımızda,
sosyolojide, psikolojide, felsefede, sanatta ve dinde
"iyi" fikirler olarak nitelediklerimizin parlak, özgün
ve zekice dediklerimizin, bilimin kriterlerine göre
ille de iyi olmaları gerekmez. Çünkü bu fikirlerin
çoğu, deneyle sınanabilmek için çok karışık olan olgulardan
kaynaklanmaktadırlar. Bu fikirlere dayanan
tahminler, bazı rastlantılar dışında, çoğu
zaman önerenin beklediği şekilde gerçekleşmezler.
Büyük bir ressamın bir resmiyle "gerçeği" açığa
çıkardığını, psikoloji ve psikiyatrinin insan davranışının
gerçeklerini gösterdiğini, dinbilimcinin
Tanrı'nın varlığı gerçeğini keşfettiğini söyleyebiliriz.
Burada "gerçek" sözcüğünü bilimde kullanıldığından
farklı anlamda kullanıyoruz. Daha
önce tartıştığımız kriterlerden hiçbiri böyle durumlarda
uygulanamıyor. Bu durumlarda sözkonusu
olan şeyin, birçok insanda bir gerçeğin
açıklandığı gibisine içgüdüsel bir duygu doğuracak
açıklamalar olduğunu söylememiz daha doğru olur.
Ama birçokları da bu duyguyu paylaşmayacaktır.
Bu gerçeklerin evrensel geçerliliği olduğu söylenemez.
Kuşkusuz, insanların karmaşık davranış ve değerlerinde
fikirler çok bol, "bini bir paraya"dır.
Bunları, hepimiz, özgürce, çevremizdeki şaşırtıcı
insan düşünce ve eylemlerinden anlamı olan bir
şeyler çıkarmak amacıyla üretiyoruz. Böyle fikirler,
kısmen de tartışılamaz, sınanamaz olmaları nedeniyle
bol bol üretiliyora benziyorlar. Bazıları aksi
kanıtlanamadığı için çekici gelirken, bazıları da
doğruluklarının kanıtlanamaz olmasıyla iticidirler.
Tarih boyunca, insanın düşünce ve araştırmalarının
bütün alanlarında işin çetin yönü, sınanabilir
fikirler ortaya atmak olmuştur.
İnsanın ikilemi, biraz da kişisel ve toplumsal eylemlere,
sınanmamış fikirlere dayanarak girişme
zorunluluğundan kaynaklanır. Kişiler ve hükümetler,
bilgimizin sınırlı olduğu konular üzerine
karar almak zorundalar. Bunu böylece kabul ettikten
sonra bile politik kararların el altındaki bilgi
çerçevesinde rasyonel olabilmeleri bir bilgelik sorunudur.
Rasyonalizmin (akılcılık), bilimsel prensip
ve yöntemlerin, bilimin çoğunlukla çözmek için seçtiklerinden
daha büyük problemlere uygunlanması olduğu söylenebilir.
Bilimin, insan davranışıyla ilgili daha karmaşık
alanlardan üstün olduğunu kastetmek istemiyorum.
Bilim, yalnızca daha basit, daha küçük
sorular sorarak, bilinçli olarak, araştırmayı sınırlar.
Bir sürü küçük soru bir sürü küçük yanıtı
doğurur. Bunların herbiri anahtar deneyleri tekrarlamak
zahmetine katlanacak her şüphecinin
(skeptik) geçerliliğini onaylayacağı cinstendir. Kısacası
bilim kendi sınırlarını koyar: Öne sürülen
gerçeklerin deneyle sınanabilir olmasını, aksi halde
öne sürmeye değer olmadıklarını kabul eder. Sağlamca
biriktiği ve kalıcı olduğu için, bu tür gerçek
elde etmenin, uzun dönem içinde, insan yaşamı
üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur.
Akıl Hastalığı ve Kimyasal Beyin
Kendi zihinlerinin çalışması çok eski zamanlardan
beri insanları büyülemiştir. Akıl hastalığı
bizi hem heyecanlandırmış, hem kafamızı karıştırmış,
her zaman da acele bir açıklamaya gereksinme
duyulmuştur. Geçmişte akıl hastalığı;
tanrılara, şeytana, karmaşık toplumsal ve ailevi
ilişkilere bağlandı. Daha önce de belirttiğimiz gibi,
bu açıklamalar çok ender olarak deneyle sınanabilirler.
İnsan bilincinin çalışması, birçok bakımlardan
şimdiki bilimsel yöntemlerle yaklaşabilmemiz
için fazla karmaşıktır. Buna rağmen,
yaygın olarak kabullenilmiş bir çok fikir, yanlışlarıyla
birlikte, psikiyatrik tedavinin temeli sayılabiliyor.
İnsanın akıl hastalıklarıyla ilgilenişinin tarihinde,
bazı aksilikler ve beklenmedik sapmalar
vardır. Bu örnekler, beklenmeyen şeylerin ortaya
çıkışı üzerine söylediklerimizi doğrular. Akıl hastalığının
kendine has özelliklerini anlamak ve çeşitli
psikoterapi yöntemleriyle tedavi edebilmek için
insan, çok uzun yıllar, umduğu başarıyı elde edemeden
uğraşıp durmuştur. Sonuç olarak, insan
davranışının birtakım kimyasal maddelerle değişebileceğini
gösteren bir sürü bilimsel bulgu birikmiştir.
Canlıları yaşatanın kimyasal işlemler olduğunu
gösteren bütün diğer kanıtlarla birlikte,
durmadan artan sayıda doğal ve sentetik kimyasal
maddeler, akıl hastalığı belirtilerinde etkileyici bir
azalmaya yol açıyorlar. Amerikan toplumunda
kimyasal maddelerin, uyuşturucu ve keyif verici
olarak yaygın kötüye kullanımı dahi, zihinsel işlemlerin
kimyasal temelini vurgulamaktadır.
Yıllar önce, pellagra denilen bir psikozun, B vitamini
alınarak tümüyle ve sürekli olarak kaybolduğu
anlaşıldı. Araştırmayla, esrarlı bir akıl
hastalığı, basit bir vitamin eksikliğine dönüşmüştü.
Araştırmacılar, başka bir ciddi ve çok yaygın şizofreni
benzeri psikozun da bir antibiyotikle tedavi
edilebildiğini buldular. Bu psikozun sebebi frengi idi.
Yirmi yıl kadar önce de manik-depresif psikozun
ortaya çıkmasının, ağızdan düzenli olarak alınan
basit bir tuzla, lityum karbonatla önlenebildiği bulundu.
Kısa bir süre içinde, bu çok yaygın kötü hastalığın
belirtileri, birdenbire tedavi edilebilir duruma
geldi. Lityumun mani ve depresyon üzerine
etkisi, beyin kimyası bilgisinden kaynaklanan bir
öneriyle değil, deneysel gözlemle saptandı. İlginç bir
noktayı belirtmekte yarar var; lityum, sodyumun
çok yakın akrabasıdır ve sodyumun, beynin işlemesinde
gerekli olduğu, bilim adamlarınca çok
uzun zamandan beri biliniyor. Ama henüz lityumun
etkileme biçimini bilmiyoruz.
Kimyasal maddelerin etkileri üzerine çoğunlukla
raslantıya dayanan buluşlar, bilim adamlarının,
insan davranışını ayrıntılarıyla incelemeye yönelmelerine
yol açmıştır. Sonuç, akıl hastalarının
üzücü belirtilerinde etkin bir azalmanın görülmesidir.
Bu çeşit gelişmelerin sürmesini bekleyebiliriz.
Temel Araştırma Ve Uygulamalı Araştırma
Bu kitapta "bilim" ve "araştırma" sözcüklerini,
temel araştırma yani yeni bilgiler elde etmek için
keşfe çıkmak anlamına kullandım. Araştırmanın,
uygulamalı araştırma veya teknoloji dediğimiz
temel araştırmalara dayanılarak elde edilen bilgiyi,
insan ihtiyaçlarının karşılanmasında uygulayan
çok daha geniş bir dalı var.
Temel ve uygulamalı araştırma yapmak birbirinden
oldukça farklı. Uygulamalı araştırmalarda
temel bilgi el altında bulunduğundan, ulaşılması
istenen özel üretim amaçları önceden belirlenebilir,
araştırmacı gruplarına belirli görevler verilebilir,
anlaşmalar yapılabilir. İşadamları böyle bir projeye
sermaye yatırabilirler. Örneğin, Ay'a ve Mars'a araç
göndermeyi planlamak ve araç yapmak veya çok
büyük miktarlarda çocuk felci aşısı üreterek topluma
bağışıklık sağlamak, bu tür girişimlerdir.
Temel araştırmaysa, aksine, bilinmeyenin incelenmesidir.
Yol gösteren yoktur. Araştırmacı, aklı,
düşgücü ve merakıyla başbaşadır. Beklenmedik
olaylar olağandır ve araştırmacı bunlardan işe
yarar şeyler çıkartmaya çalışmalıdır. Başlangıçta
hiç zamanlama yapılamaz. Ortaya çıkan çalışma
ancak birkaç yıl sonra değerlendirilebilir, bu arada
bilim adamı yeteneğini ve hipotezlerini geliştirmeyi
sürdürmelidir.
Uygulamalı araştırmacılar, bilinen prensipleri
kendi özel amaçlarını gerçekleştirmekte kullanmak
zorundadırlar. Temel aratırmacılar ise bunların
dayanacağı prensipleri bulur.
Teknolojinin durmadan ilerleyen yeni bilgi cephesi
olmasaydı, zavallı ve aptal bir dev olacağını
söylemeye gerek yoktur sanırım. Bugün Amerika'daki
sağlık bakımına bir göz atmak durumun
özelliğini kavramaya yeter. Temel araştırma, birçok
hastalığın yok edilmesini ve tedavisini, bir dizi
büyük gelişmeyle olanaklı hale getirdi. Ama geri
kalan hastalıkların dizginlenmesi, henüz bilmediğimiz
geniş bir alan oluşturuyor. Ancak yeni
bilgiler elde edilmesi, kanserin ilerlemesini, kalp
hastalıklarını, enfarktüsü, genetik hastalıkları ve
benzerlerini durdurabilir. Uygulamalı araştırma,
sürekli daha ayrıntılı ve pahalı makineler yapıyor.
Bunlar ancak birkaç hastanın yararına kullanılabiliyorlar.
Fakat kaçınılmaz olarak gittikçe
hepimize daha pahalıya mal oluyorlar. Kanser
ameliyatı, yapay böbrek makinesi (dializ), yapay
kalpler, benzer tedavi araçları bilinen yeni temel
prensiplerin yaratıcı uygulamalarda kaynak olduğu
birçok durum; hastalıklar üzerine bugünkü temel
bilgimizin yetersizliğinden doğan boşluğu doldurmaya
çalışan pahalı tamponlardır.
Amerikalıların tıbbi ve koruyucu sağlık bakım
masrafı, şimdi yılda 200 milyar doları aşmakta ve
bu miktar durmadan artmaktadır. Yine de bu sağlık
faturasının sadece yüzde 1/2'si, hastalıkları yenmek
için gerekli bilgiyi üreten temel araştırmanın
desteklenmesine harcanmaktadır.
Bilimin Desteklenmesi
Temel tıp araştırmasına sağlanan sınırlı destek,
Amerikan hükümeti tarafından yeterli ve dikkate
değer bir açlıkla yönlendiriliyor. Öğrenim kurumları
ve kuruluşlar, yetenekli öğrencilere hem
mezuniyet öncesi, hem sonrası eğitim için burslar
veriyorlar. Bu, öğrenciye kendisinin seçtiği bir yönetici
öğretmenle laboratuvarda, öğrenimi bitip uzmanlık
alanı belirlenene kadar çalışma olanağı
sağlıyor.
Öğrenci, bundan sonra bir üniversitede veya bir
araştırma kurumunda çalışan, bağımsız bir araştırmacının
yanında işe girmek için başvurabilir.
Başvurusu, genç bilim adamının uğraşmak istediği
problemle ilgili kesin durumunu belirler; fikirlerini,
tasarladığı deneyleri, işinin insan sağlığı için önemine
inancını, bütün yeteneğini ve düşgücünü toplayarak
geleceğini çizer.
Başvurular hükümete danışmanlık yapan bir
grup bilim adamı tarafından incelenir (bu iş
"gözetleme-inceleme" olarak bilinir). Bilimsel yetenekler
tartılarak, başvurular öncelik sırasına sokulur.
İşe alma, her yıl Kongrenin ayırdığı fonlar
tüketilene kadar sürdürülür. Bursu kazandıktan
sonra, araştırmacı çalışmasını istediği gibi yürütmekte
ve sonuçlarını yayınlamakta oldukça bağımsızdır.
Bu sistem temel araştırmayı desteklemek konusunda
herhangi bir yerde uygulanan sistemler
içinde en iyisidir. En çok ümit veren projelerin seçilmesini
sağlama alır, bağımsız çalışmayı yüreklendirir,
diğer yanda bilim adamını hesap verme
durumunda tutarken, incelemelerde gerekli esneklik
için ve beklenmedik olayların araştırılması
yeterli payı da bırakır.
Bilginin Kullanım Alanları
Bilgi ve sağlanması yöntemleri (bilim), ahlak açısından
tarafsızdır. Doğanın gizleri, insanların kendilerini
keşfetmelerini bekliyor. Ama toplumun bilgiyi
kullanışı, ahlak açısından çok ender olarak tarafsızdır;
çünkü bilgi güç kaynağıdır ve hem iyiyi
hem de kötüyü yapmak için güçlü olma isteği, insanlığı
başlangıcından beri şiddetle sarmıştır. Yalnızca
sağlık alanındaki bilgi susuzluğumuz bile,
yaşamdan beklentilerimizde etkileyici artışlara yol
açmıştır. Kadınların çocuk doğurmalarını denetleyebilme
olanakları, veba, kolera, tüberküloz,
çocuk felci, çiçek ve difteri gibi hastalıkların yok
edilmesi, vitaminler ve beslenmedeki genel ilerlemeler,
tıpta hastalık belirtilerinin bulunmasında
ve tedavide X-ışınlarının kullanılması, sayısız bağışıklık
sağlayıcı, hormonal, nörolojik, genetik aksaklıkların
önlenmesinde ve tedavisindeki ilerlemeler
vb. kuşkusuz tıp bilimi için anıtsal bir birikim
oluşturuyor. Ve temel bilimde, bu kitapta
sözü geçen çok önemli son gelişmeler yüzünden,
kanser, genetik hastalıklar ve kardiyovasküler
hastalıklar gibi önemli insan hastalıklarını, daha
etkin tedavi edebileceğimize veya tümüyle ortadan
kaldırabileceğimize iyimserlikle bakmak için her
türlü nedenimiz var (hükümetin politikası izin verirse).
Diğer yandan karanlık görünen bir konu var.
Dünyanın toplam DNA dağarını gittikçe artan
nükleer araçlarla tehdit ediyoruz; suyumuzu, besinimizi
ve havayı tehlikeli bir sayıya ulaşan endüstriyel
kimyasal maddelerle zehirleyip kirletiyoruz;
bütün yaratıkları güneşten gelen öldürücü
radyasyondan koruyan ozon tabakasını bozuyoruz;
doğum kontrolü yöntemleri olduğu halde,
yeryüzünün besleyebileceğinden daha fazla çocuk
yapıyoruz. Öyle görülüyor ki insanlar, ulaşılabilecek
en yüksek mutluluğu ve en derin ızdırabı
elde etmek için kendi kendileriyle yarışıyorlar.
Bilimsel Araştırma Düzenlenmeli midir?
Kısaca bilim, bilinmeyene ışık tutmak, doğada
zaten var olan şeyleri açığa çıkarmaktır. Ama ivedi
bilgi elde edilmesi insanlara ve hükümetlere güç
sağlıyor; bilginin toplumun değerlerine göre iyiye
veya kötüye kullanılması olası. Özgür bir toplumda,
kötüye kullanılmayı önleyip iyiye yönelişi yüreklendirmek
istiyorsak, çözümü insanların değer
yargılarında aramalıyız. Bunun yolu bana çok açık
geliyor. Diğer yanda, bilimi baskı altına almanın
daha kolay bir yol olduğunu savunan bazı kimseler
de var. Yalnızca kaynakları kısarak da amaçlarını
gerçekleştirebilirler, çünkü çağdaş araştırmanın
çok pahalı olduğu bir gerçek. Ama biyomedikal
araştırmayı sınırlamayı denersek, sonucu hızla görebiliriz.
İnsanlar, kendilerini etkileyen hastalıkları
anlamaya çalışmaktan alıkonamazlar. Eğer yeni
bilgiler elde etmek için yapılan araştırmalar sınırlanırsa,
yalnızca uygulamalı araştırmaya yönelerek,
elimizdeki bilgiyi kullanmayı sürdürebiliriz.
Örneğin, çocuk felci aşısını elde etmemizi
sağlayan temel araştırmamn yapılması önlenmiş
olsaydı, çocuk felci kurbanları için yeni ve
daha iyi aletler bulacaktık, daha büyük ve karmaşık
demir ciğerler vs. yapacaktık. Yeni bilgi elde etmek
için araştırmanın bırakılmasının ve elimizdeki bilgiyle
yetinmeye zorlanmanın neye varacağını söylemek
mümkün; tıp yalnızca mekaniğe indirgenecek,
tıkanacak, fiyatlarsa artmayı sürdürüp
hastalar kötü duruma düşecekler.
Bugün biz tarihte hiçbir zaman görülmemiş bir
olgunun, son kırkbeş yıllık hızlı gelişimin, güncel
insan hastalıklarına uygulanmasının eşiğindeyiz.
İyiye gidiş, başka bir deyişle insanların acılarını
azaltacak daha hızlı bir gelişme için elimizde çok
büyük potansiyel var.
Tıp Araştırmalarında Yararlılık ve Risk
Son zamanlarda kamunun ilgisi, yeniden birleştirilmiş
DNA veya genlerin birbirine dolanması
üzerine deneylerin, insana zararlı olabileceği tartışmalarına
yönelmiştir. Beşinci bölümde gördüğümüz
gibi, herhangi bir bitkinin veya hayvanın
DNA'sını bakterinin DNA'sına katmak olası. Bundan
sonra bakteri üreyip eklenmiş DNA'dan bir
sürü kopye yapabilir. Burada bakteriler, yalnızca
eklenen herhangi bir seçilmiş DNA parçasının
kopyalarını yapabilen fabrikalar durumundalar.
Biyologlar bu yönteme, genler üzerine bilgimizi
arttırabilmek için şimdiye kadar bulunmuş en
önemli yöntemlerden biri gözüyle bakıyorlar. Böylece
genlerin yapılarını, çalışma-durma davranışlarının
ayarlanışını inceleyebiliyoruz. Bundan
önceki iki bölümde, embryogenesis ve kanser üzerine
çözüm bekleyen "olgun" problemleri birlikte
inceledikten sonra, bu yeni tekniğin çok geniş gen
ifadesi problemini anlamadaki değerini gözünüzün
önüne getirebildiğinizi umarım.
Bazıları şöyle sorular yöneltmişlerdir: Eklenen
genler bakteriyi insan için tehlikeli olabilecek bir
biçime sokabilir mi? Böyle deneyler, evrimi doğal
gidişinden saptırıp, ilerde tehlikeli olabilecek yeni
canlı biçimleri oluşturabilirler mi?
Hücrelerin kendilerine DNA eklenmesiyle
değişebileceklerini görmüş bulunuyoruz: Örneğin
Avery deneylerinde, hastalık yapan bakterilerin
DNA'sı zararsız bakterilere verildiğinde, onları da
tehlikeli bakteriler haline getirmişti. Ama böyle
deneylerde gerçekleştirilen DNA-hücre bileşimleri,
genlerin yapay eklemelerle birleştirilmelerine göre
önemli farklar gösterirler. Avery deneylerinde yapılan
yeni DNA bileşimleri doğaldı, hücrenin içinde
bakterinin kendisi tarafından, tanışık olduğu genleri
kullanarak gerçekleştiriliyordu. Yeni bir şey
yaratılmıyordu (tehlikeli pneumococcus zaten yeryüzünün
bir yaratığıydı). Öte yandan sonradan
katmalı genler yapaydır; deneyci özel teknikler
kullanarak herhangi bir DNA parçasını bakterinin
DNA'sına dolar. Bu DNA bir sivrisinekten, bir filden
veya bir insandan alınmış olabilir. Burada, en azından
kuramsal olarak daha önce hiç görülmemiş,
beklenmeyen sonuçlar doğurabilen, gerçekten yeni
bir gen bileşimini yaratma olasılığı var. Bu nedenle
bu dalda çalışan araştırmacılar, işlerini yaparken
belirli önlemler alırlar. Daha fazla bilgi sahibi olana
kadar bu hipotetik risklere karşı uyanık davranıyoruz.
Raslantısal olarak ortaya çıkabilecek bir
organizmanın bize zarar verip veremeyeceğini, bu
kitaptan öğrendiklerimizle değerlendirebilecek
miyiz? Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki öğrendiklerimizin
ışığında böyle bir olgu son derece
olanaksızdır. Hatırlayacaksınız, hemen hemen her
zaman bir organizmanın DNA'sında bir değişikliğin
olması onun için zararlıdır; başka bir deyişle yaşamını
sürdürebilme kapasitesinde azalmaya yol
açar. Bir benzetme yapalım; Shakespeare'in oyunlarına
rasgele eklenen cümlelerin onları daha iyi
yapması pek olası değildir. Bu söylediklerimiz, sonuçta
bir organizmanın evriminin DNA'daki "değişmelerle"
olduğu, gerçeğiyle çelişmez; DNA'nın
değişmesi veya DNA'ya ek yapılması gelişmeler
üretebilir. Ama beşinci bölümde gördüğümüz gibi
bu gelişmeler enderdir. Temelinde, DNA değişiklikleri
ister mutasyonla, ister bizim dışardan
bilerek eklediğimiz yabancı genlerle olsun, yaşamı
sürdürebilme şansını azaltma özelliklerinden dolayı
zararlıdır. Buna göre sonradan eklenmiş yabancı
DNA'nın bir organizmayı tehlikeli hale getirmesi
şöyle dursun, tümüyle tersi olur; hemen hemen her
zaman organizmayı daha zayıf hale getirecektir.
Bir bakterinin DNA'sını değiştirmenin, hemen
her zaman bakteriyi yaşamını sürdürebilme bakımından
daha az uygun hale getirdiği genel gözleminin
yanı sıra, bu araştırmalardaki risk payını
daha da azaltan başka bir düşünce daha vardır.
Evrim ve genetik bize, hastalık yapan organizmanın
yapısının son derece karmaşık olduğunu
söyler. Tifo, veba, difteri, tüberküloza
neden olan bakteriler ve benzerleri, milyarlarca
yıldır evrimin potasında dövülmüş çok karmaşık
gen organizasyonlarıdır. Biz insanların, birkaç yıllık
gen hokkabazlığı deneyiyle, doğal evrimden geçmiş
genlere benzer genler yapabilmemiz olanağı
düşünülemez.
Bir örnek... Virüsler bizim evrimsel geçmişimizde
etkin hücre işgalcileri olup çıkmışlardır. Bunların
DNA'ları hücre içine protein koruyucular içinde taşınır.
Bir defa bir virüs DNA'sı bir hücrenin içine
girdi mi, onun iç düzenini daha çok virüs üretmek
üzere ayarlar. Virüsün DNA'sını çıkarsak ve bakterinin
DNA'sına eklesek yararsız bir birleştirme
yaptığımızı umarız. Bu öneri son zamanlarda sınanmıştır.
Araştırmacılar, kansere neden olan virüsün
DNA'sını alıp bakteri DNA'sına yerleştiriyorlar.
Hücreleri bu virüsle kolayca kansere
dönüşebilen farelere, kanser virüsü DNA'sı taşıyan
bakteriler veriliyor. Ama fareler kansere yakalanmıyorlar.
Sonuç; kuzu kılığında kurt DNA'sı işlemiyor.
Umarım bu kitabın önceki bölümlerinde, mutasyonların
ve DNA karışımlarının raslantısal
olaylar oluşu ve evrimin böyle olaylarla belirlendiği
yeterince açık anlatılmıştır. İnsan denetimindeki
DNA'nın üç milyar yıldır doğanın denetimindeki
DNA'nın yanında bir anlamı olabileceği düşüncesinin,
herhangi bir biyolojik kanıtlaması yoktur.
Laboratuvarda DNA'ların karıştırılması da
yeni bir olay değil. 1930'lardan beri bakterilere
DNA ekleyip Avery'nin deneylerinde olduğu gibi
kalıtımsal dönüşümler sağlıyoruz. Son yedi yıldır,
yeni DNA karışımları deneyleri, önlem alınmadan
sürdürülmektedir. Ve bu tür gen karışımımn doğada
sık sık olduğuna inanmak için nedenlerimiz de
var.
Açıkçası bütün insanların, hükümetin eylemlerini
incelerken yararlılığa karşı riskleri tartarak
seçme yapmaları görevleridir. Buna uygun bir
örnek 1977'de, ABD'de Massachusetts, Cambridge'de
DNA'nın yeni bileşimleri deneylerine bağlı
olarak ortaya çıktı. Harvard Üniversitesinde gelişen
yeni DNA bileşimi araştırmaları üzerine çıkan aşırı
söylentilerden rahatsız olan kent meclisi, bir vatandaşlar
komitesini uzmanlardan bilgi almak,
problemi incelemek ve ona göre bir eyleme geçmek
üzere görevlendirdi. Tümü sorumlulukla ve sıkı çalışan
komite üyeleri, araştırmanın NIH'nin (Amerikan
Milli Sağlık Kuruluşu) şart koştuklarının yanısıra,
bazı akla yakın ek önlemlerle sürdürülmesini
kararlaştırdı. Kent meclisi bunu kabul
etti ve komite üyeleri hem kentte yaşayanların hem
de bilim adamlarının takdirini kazandılar. Bu
mutlu sonuç vatandaşların önemli bilimsel konuları
anlayıp onlarla ilgili sorumlu kararlar alacağı
inancını destekliyor.
Yeni DNA düzenlemeleri yapılması öyküsü şu
soruları getiriyor: Eğer görülen riskler nedeniyle
bilgi araştırması engellenirse, o zaman yalnızca
riskli olmayan konuları mı inceleyeceğiz? Risksiz
bilgi ne çeşit bilgidir? Bilinmeyeni araştırırken
neyin tehlikeli olduğunu nereden bileceğiz? Ne güvenceli
olabilir? Kuşkusuz hangi konuda olursa
olsun, güvenceli çalışan araştırmacı sadece yan
gelip yatan araştırmacıdır.
Gelecek
İnsanoğlu, kendi gelecek evriminin koşullarını
yaratmıştır. Diğer canlı türlerinin hepsinin aksine,
yalnızca biz kendi çevremizi geniş ölçüde biçimleyebiliyoruz
(çoğu zaman da kendi zararımıza).
Şimdi kaderimiz doğal çevrinin bize etkilerinden
çok, bizim kendimizin dünyaya yaptıklarımızla belirleniyor.
Bu olguya 'kültürel evrim" diyoruz. Tümüyle
yeni bir oyun. Düşüncelerimizi haplarla değiştirebilir,
havayı, suyu, besinleri zehirleyebilir,
genlerimizi bozabilir bazı hayvan türlerini yeryüzünden
hepten silebilir, enerji kaynaklarımızı
bize gerçekten gerekmeyen şeyler üreterek harcayabiliriz.
Diğer yandan, yaşam süresini uzatabilir,
hastalıkları ortadan kaldırabilir, sefaleti
azaltabilir, güzelliği, rahatlığı, neşeyi yaratabiliriz.
Zehirle doldurduğumuz havayı müzikle de doldurabiliyoruz!
Hem güzellik ve neşe yaratmak, hem de anıtsal
sefaletleri oluşturmak için hemen hemen sonsuz
denebilecek bir yeteneğimiz var. Evrimin bütün yaratıkları
için yaşamı daha iyi yapmak görüşünde ve
isteğinde olup olmadığımızın yanıtı geleceğin örtüsü
altında gizli. Ama emin olabileceğimiz bir
nokta var: Merakların özgürce tatmin edilmesini
engelleyen toplumun, geleceğe bırakacak çok şeyi
olmayacaktır. Anlamak için araştırmak, açlık ve
seks gibi temel bir dürtümüzdür. Araştırmayı sürdürüp
yine araştırmanın kendisi içinde ödülümüzü
bulmalıyız.
Bilgi birikimimizi, kocaman yaşayan bir kütüphaneye
benzetebiliriz. Çağlar boyu kazanılmış
bilgi orada herkesin incelemesine açık. Yeni yeni
ciltler raflarda yerlerini bulmaya devam ediyorlar.
Kitap adları arasında, dünya üzerine kesinlikle bildiğimiz
herşey var. Bunlar gelecekteki bilgiyi kurmak
için temeli oluşturuyorlar. Herşeyi anlamamızı
sağlayacak, daha çok ciltlerimizin olmasını isteyebilirdik;
belki böylece insanın açgözlülüğünü
denetlenebilir, daha çok akıl ve sevgi elde edebilirdik.
Ama bazı şeyler henüz yazılmamış durumda!
Yazılmamış ciltlerin eksikliği, raflardakilerin
değerini azaltmamaktadır.
Bazılarına göre bilim yoluyla sağlanan bilgi, bilinmeyen
esrarlı konuları kaba ve duygusuzca aydınlatarak,
yaşamı "insanlık dışı" hale getiriyor.
Bilimin neleri aydınlattığını gördükçe, kendi yapımızdaki
akıl almaz güzelliğe ve "marifete" hayran
olmamak elde değil. Derimizin altındaki DNA, RNA
ve protein arasındaki hızlı alışverişi anlamakla kazançlı
mıyız? Yoksa bir şeyler kaybettik mi? Okuyucularımın
kazançlı olduklarını hissettiklerini
umarım. Moleküllerin işleyişini anlamaktan, hiç
hoşlanmayanlar, kendi kişisel "gerçeklerini" beslemek
için doğanın gizlerini olduğu gibi bırakmak
gereksinimi duyanlar da bilimin, yalnızca bilinmeyenin
yüzeyini hafifçe çizmiş olduğunu öğrenerek
rahatlayabilirler. Keşfedilmeyi bekleyen
bilgi, hala şimdiye kadar açığa çıkanların kat kat
üzerinde. Merak, güzellik, ilham, düşleme, büyü,
esrar ve gönlünüzün seçtiği tanrılar için şimdi de
her zaman ki kadar çok yer var.
Kitapta Kullanılan Terimler
1'İNCİ BÖLÜM
atomlar: Canlı maddeyi oluşturan en küçük birimler.
Atomların yüzün üzerinde değişik çeşidi vardır,
ama canlılarda beş temel atom; karbon, hidrojen,
oksijen, nitrojen ve fosfordur.
moleküller: Kimyasal yollarla birbirine bağlanmış
atom grupları. Atomlardan ortalama on kat
daha büyüktürler.
nükleotidler: DNA ve RNA zincirlerinin halkalarını
oluşturan moleküller. DNA'da bu moleküller
dört çeşittir; adenilik asit, guanilik asit, sitidilik
asit, timidilik asit, RNA'da ise timidilik asidin
yerini üridilik asit alır, diğerleri DNA'yla aynıdır.
amino asitler: Protein zincirlerinde halkaları
oluşturan moleküller. Bunların yirmi çeşidi vardır.
Çoğunlukla isimlerinin ilk üç harfiyle gösterilirler.
entropi: Bir sistemde düzensizlik durumuna ilişkin
bir kimya terimi.
enerji: Bir sistemin işlevini yerine getirebilme
kapasitesi anlamına bir kimyasal terim.
2'İNCİ BÖLÜM
bilgi: Bir makineye bir şeyi nasıl yapacağını öğreten
semboller dizisi.
gen: Hücrenin makinesine belirli bir protein yapmasını
anlatan bir bilgi parçası. Gen grupları,
kalıtımsal özellikleri belirleyen protein gruplarının
yapılışını belirlerler.
genetik bilimi: Kalıtım bilimi.
DNA: Uzun bir nükleotid zinciri. Biolojik bilginin
kimyasal biçimi ve genlerin maddesi.
proteinler: Özel düzenleri olan amino asit zincirleri.
Canlıların yapısı ve işlevinin çoğu proteinlerden
oluşur.
RNA: DNA'ya benzeyen bir nükleotid zinciri.
mesajcı RNA: Bir gen uzunluğundaki DNA'nın
RNA'da kopyesi.
ribosom: Bir RNA ve protein birleşimi. Transfer
RNA'nın yardımıyla ve amino asitlerin varlığında
mesajcı RNA'yı okur, amino asitleri protein
oluşturmaları için uygun düzende birbirine
ekler.
transfer RNA: Amino asitlerin birbirine eklenmek
üzere ribosoma iletilmeden önce bağlandıkları
küçük RNA molekülleri.
bakteri: Tek hücreli bir canlı biçimi. Hayvan hücrelerinden
çok daha küçük ve basit. Çoğunlukla
enerji kaynağı olarak yalnızca basit tuzlar ve bir
şekeri kullanarak yaşarlar.
virüs: Yalnızca bir canlı hücre içinde üreyebilen, bir
DNA (bazan da RNA) ve protein birleşimi.
3'ÜNCÜ BÖLÜM
ozon: Birbirine eklenmiş üç oksijen atomu. Bu moleküller,
dünyanın atmosferi üzerinde birikip
ultraviole ışınlarına karşı koruyucu bir tabaka
oluştururlar.
enzim: Özel kimyasal işlevi olan protein molekülü.
Katalist gibi davranarak reaksiyonları hızlandırırlar.
zar (membran): Bir hücrenin içindekileri sarıp onu
çevreden koruyan bir yağ ve protein birleşimi.
4'ÜNCÜ BÖLÜM
klorofil: Bitkilerin yeşil renkli molekülleri. Işık
enerjisini tutabilirler.
kloroplastlar: Bitki hücreleri içinde tutulan ışık
enerjisinin ATP'ye dönüştürüldüğünü bölmeler.
mitokondria: Hücreler içinde şeker moleküllerinin
ATP yapmak için yakıldığı bölmeler.
ATP: Adenosin trifosfat. Hücrelerde yararlı kimyasal
enerjinin, hücrenin çalışmasını sağlayan biçimi.
AMP: Adenosin monofosfat. Pirofosfatı eksik ATP.
PP: Pirofosfat. Birbirine ekli iki fosfat. PP artı AMP,
ATP'dir.
yanma: Bir molekülün, diyelim şeker molekülünün
oksijenle birleşmesi sonucu enerjinin serbest
kalması.
elektron: Atomun hareket halindeyken elektrik akımı
oluşturan negatif yüklü parçacığı.
5'İNCİ BÖLÜM
evrim: İlkel canlı biçimlerinin gelişerek bugünkü
biçimlerine ulaşması süreci.
mutasyon: DNA'nın yapısının kimyasal veya fiziksel
bir etkiyle değişmesi. Bir mutajen, mutasyona
neden olan etkidir. Mutagenesis, mutasyonun
üretilmesidir.
plasmid: Bakterilerde bulunan ve bakteri hücresinin
içine girip çıkma yeteneği olan, küçük, yuvarlak
bir DNA parçası.
yeniden eklenmiş (recombinant) DNA: Değişik
kaynaklı iki DNA zincirinin uçuca eklenmesi.
Başka bir organizmanın DNA'sı, bakteri plasmidinden
kesilmiş bir DNA parçasına eklenir.
6'INCI BÖLÜM
doğal seçme: Çevrenin belirli bir organizma çeşidini
tercih etme veya etmeme süreci.
7'İNCİ BÖLÜM
embryo: Gelişmesinin erken aşamalarındaki canlı
(rüşeym, oğulcuk)
gen ifadesi: Gen dilinin protein diline çevrilmesi
sonucu protein yapımı.
represyon (bastırma): Bir genin proteine çevrilebilmesini
engelleyen biçimde kapatılması.
represör: Bir genin ifadesini (belirtilmesini) engelleyen
bir protein molekülü.
bakteriofaj: Kendi neslini üretmek için bakterileri
kullanan bir virüs.
regenerasyon-(yenilenme): Kopan organın yerine
gelmesi.
klon: Bir tek hücreden üremiş hücreler topluluğu.
8'İNCİ BÖLÜM
karsinojenik: Kanser üreten.
kanser virüsü: Normal bir hücreyi kanser hücresine
dönüştürebilen virüs.
karsinojen: İnsanlarda ve hayvanlarda, kansere
neden olabilen kimyasal.
teratoma: Saç, kemik gibi dokularda değişiklik ortaya
çıkarabilen özel bir kanser çeşidi.
hormon: Bedenin bazı özel hücrelerinde üretilen bir
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Hayatın Kökleri - 8
- Büleklär
- Hayatın Kökleri - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3675Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193024.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Hayatın Kökleri - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3718Unikal süzlärneñ gomumi sanı 185524.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Hayatın Kökleri - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3646Unikal süzlärneñ gomumi sanı 183623.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.39.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Hayatın Kökleri - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3693Unikal süzlärneñ gomumi sanı 181424.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Hayatın Kökleri - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3661Unikal süzlärneñ gomumi sanı 183425.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Hayatın Kökleri - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3603Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193324.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Hayatın Kökleri - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3530Unikal süzlärneñ gomumi sanı 200922.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.32.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.38.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Hayatın Kökleri - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 13Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1338.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.