Gılgamış Destanı - 1

Süzlärneñ gomumi sanı 3795
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2023
30.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
Hümanizma ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan
varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir.
Sanat dalları içinde edebiyat, bu anlatımın
düşünce öğeleri en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir ulusun,
diğer ulusların edebiyatlarını kendi dilinde, daha doğrusu
kendi düşüncesinde yinelemesi; zeka ve anlama gücünü
o yapıtlar oranında artırması, canlandırması ve yeniden
yaratması demektir. İşte çeviri etkinliğini, biz, bu bakımdan
önemli ve uygarlık davamız için etkili saymaktayız. Zekasının
her yüzünü bu türlü yapıtların her türlüsüne döndürebilmiş
uluslarda düşüncenin en silinmez aracı olan yazı ve onun
mimarisi demek olan edebiyatın, bütün kitlenin ruhuna
kadar işleyen ve sinen bir etkisi vardır. Bu etkinin birey ve
toplum üzerinde aynı olması, zamanda ve mekanda bütün
sınırları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi
ulusun kitaplığı bu yönde zenginse o ulus, uygarlık dünyasında
daha yüksek bir düşünce düzeyinde demektir. Bu
bakımdan çeviri etkinliğini sistemli ve dikkatli bir biçimde yönetmek,
onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir.
Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemeyen Türk aydınlarına
şükran duyuyorum. Onların çabalarıyla beş yıl içinde, hiç değilse,
devlet eliyle yüz ciltlik, özel girişimlerin çabası ve yine
devletin yardımıyla, onun dört beş katı büyük olmak üzere
zengin bir çeviri kitaplığımız olacaktır. Özellikle Türk dilinin
bu emeklerden elde edeceği büyük yararı düşünüp de şimdiden
çeviri etkinliğine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir
Türk okurunun elinde değildir. 23 Haziran 1941.
Milli Eğitim Bakanı
Hasan Ali Yücel
:::::::::::::::::
SUNUŞ
Cumhuriyet'le başlayan Türk Aydınlanma
Devrimi'nde, dünya klasiklerinin Hasan Ali Yücel
öncülüğünde dilimize çevrilmesinin, kuşkusuz
önemli payı vardır.
Cumhuriyet gazetesi olarak, Cumhuriyetimizin
75. yılında, bu etkinliği yineleyerek, Türk
okuruna bir "Aydınlanma Kitaplığı" kazandırmak
istedik.
Bu çerçevede, 1940'lı yıllardan başlayarak
Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan dünya
klasiklerinin en önemlilerini yayınlıyoruz.
Cumhuriyet
:::::::::::::::::
ÖNSÖZ
Nipur'da Assurbanipal'ın kitaplığında ve Etilerin
başkenti Boğazköy'de ele geçen Gılgamış destanı, eski
doğu dünyasında yüzyıllarca tanınmış, her yerde yankılar
uyandırmış, insanlığın ilk yazın örneklerinden biridir.
Eski Doğu dünyasının kültür dillerine çevrilmiş
olan bu yapıt, bulunduğu andan bu yana, Avrupa bilginleri
arasında büyük bir ilgi uyandırmış, Almanca, İngilizce
ve Fransızca'ya çevrilmiştir. Bu üç dilde çeşitli çevirileri
bulunan yapıtı, ülkemizin yazın kültürü bakımından
yararlı bulduğumdan, ben de Türkçe'ye çevirdim.
Dr. Albert Schott'un da birçok yerde yanıldığını sezdiğimden,
çeviriyi bitirdikten sonra, Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi profesörlerinden üstat Landsberger'e
göstermeyi uygun buldum. Özellikle Sümerce, Babilce
ve Asurcadaki bilgisi ve yetkesi dünyaca bilinen sayın
üstattan yapıtı özgün metinle karşılaştırarak düzeltmesini
rica ettiğimde, hiç duraksamadan, hemen işe başlamamızı
söyledi. Yapıtın elden geldiğince doğru ve asıl
metne bağlı bir çevirisini yapabilmek amacıyla üstat
elinden geleni esirgemedi. Dahası, yapıtı Schott'un çevirisini
temel alarak, özgün metinden yeni baştan çevirdi.
Değerli zamanının çoğunu esirgemeyen üstat, yapılan
çeviride destansal anlatıma bağlı kalmamı, bana
hep salık verdi. Ben de onun söylediklerine uyarak yapıtın
anlatımını elimden geldiğince değiştirmemeye çalıştım.
Onun için okurlar oldukça ilkel bir anlatımla karşılaşacaklardır.
Üç bin yıldan uzun bir süre önce yazıya
geçirilen bir yapıtın anlatımının bugünkü anlatımdan
ayrı olacağını, çeviride doğallıkla daha ilkel bir anlatım
kullanılması gerektiğini, okurlar da elbette anlayacaklardır.
Prof. Landsberger, Gılgamış destanını özgün metinden
çevirmekle kalmamış; bunun birçok yerlerini
açıkladığı gibi, ayrıca bir de giriş yazmıştır. Böylece
benim istediğimden çoğunu yaparak dileğimi yerine getiren
sayın profesöre teşekkürlerimi sunmayı bir görev
bilirim.
Muzaffer Ramazanoğlu
:::::::::::::::::
GİRİŞ
I.
Gılgamış destanı, Babillilerin ulusal destanıdır.
Destanın bu nitelemeye hak kazanmasının nedeni, ulusun
her bireyine seslenmesinden; destan kahramanının,
halkın erkeklik ülküsünü en özlü biçimde canlandırmasından
ve insan yaşamı sorununun destanda büyük bir
yer tutmasından ileri gelmektedir. Babilliler bu destanla,
Yunanlıların ulusal destanları İlyada'yı oluşturmasından
çok önce, eski kavimlerde görülmeyen bir yapıt yaratmışlardır.
Mısırlılar da, Etiler de Gılgamış ayarında
bir destan yaratamamışlardır. İsrailoğullarının dünya tarihinde
bıraktıkları etkiye karşın, büyük öykülerinde, bu
destanlarda görülen görkem ve deyiş yoktur. Önasya'da
Babillilerden başka destan tekniğini geliştiren biricik kavim
Fenikelilerdir. Fakat bunların destanları da, yüksek
bir sanat yapıtı izlenimi vermediği gibi, Babillilerin destanlarındaki
derinlik ve güzellikten de yoksundur. Babillilerin
bu farklı sanat gücünü gösterebilmeleri, kendilerine
miras kalan düşünceyi verimli bir biçimde kullanabilmiş
olmalarındandır. Sümer düşlemi, görkemli
mitolojik biçimler yaratmıştı. Bunlar, zengin düşlemlerini
işletip gerçekleştirerek büyük destan biçimini yaratmışlardı.
II.
Bu şiirin güzelliğine, derinliğine girebilmek bizce
çok zordur. Bunu yapmak istersek, o zaman büsbütün
yabancı bir kavrayışa, bambaşka bir evrene dalmak zorunda
kalırız. Bundan başka destan elimize kırık bir
yontu gibi geçmiştir. Destanın en önemli bölümleri eksiktir.
Sonra, sağlam kalan bölümlerde de dizelerin ya
başları ya da sonları yoktıır.
Akatça dilbilgisinin, sözlük bilgisinin araştırılmasında
bugüne dek elde edilen ilerlemelere karşın, kimi
parçaların asıl anlamları hala bilinemiyor. Çevirmen sık
sık metin onarımı ve düzeltmeler yapmak zorunluğunu
duymuştur. Her yerde yaptığı bu onarım ve düzeltmelerin
nerelerde olduğunu da gösterememiştir. Onun için, yapılan
çeviride metnin aslı bazan silik kalmıştır. Destanın
başından sonuna, okurun anlamasına engel olan noktaları
saymış olduğumuza ve yapıtı anlamak konusunda çaba
göstermesini ayrıca kendisinden dilediğimize göre, şiirin
sanat ve düşünce bakımından göstereceği değeri, okurun
anlayıp beğeneceğinden kuşkumuz yoktur
Biz, bu şiirsel metnin İsa'dan önce aşağı yukarı
1250 yıllarına bağlanan en son yazmasını temel aldık.
Şiirin son özgün yazmasıyla ilgili elimize geçmeyen eksik
parçalarını, eski metne ve Hititçe yazmasına göre
onardık.
Gılgamış destanının oluşumunda üç gelişme evresi
vardır:
1. Sümerce yazma: Bunun tarihi, İsa'dan önce 2000
yıllarıdır. Bu Sümerce yazma elimize eksik olarak geçmiştir.
Anlaşılması da güçtür. Konu, bütünlük gösteren
bir destan biçimine sokulmamıştır. Gılgamış'ın başından
geçen birçok şey anlatılmaktadır. Bu destansal öykülerin
kimileri, bize Gılgamış'ın, bir zamanlar Güney
Babil sınırları içinde olan eski kentlerden Uruk'un beyi
olduğunu, Kuzey Babil kentlerinden Kiş kralı Agga'ya
karşı savaştığını anlatmaktadır. Bu yazmada, Gılgamış'ın
tarihsel bir kişilik olarak gösterilmesi olgusuna,
son yazmalarda raslanmaz. Bununla birlikte, kahramanın
Uruk'a sıkı sıkıya bağlı kaldığı, sonraki yazmalarda
da belirtilir. Gılgamış, Uruk surunun kurucusu
olarak tanınmaktadır. En son yazmanın ozanı, okurunu
sanat yapıtı olan bu suru gözden geçirmeye çağırır; surun
üzerinde Gılgamış'ın yazıtını okutmakla da bu yiğitin
gerçekten yaşadığını kanıtlamak ister. Eski yazmalardaysa,
Gılgamış tümüyle bir söylenceler dünyasında
yaşar. Gılgamış'la ilgili öykülerin kökenleri Sümerce
yazmada da görülür. Örneğin, gökyüzünün boğasıyla
olan savaşı, dev yapılı Huvava'yı öldürmesi gibi. Yine
Sümerce yazmada, Engidu, Gılgamış'ın hep yanındadır;
ama sonraki yazmaların tersine, onun eşit bir yoldaşı,
arkadaşı olmayıp, sadık bir kölesidir. Sümerce yazılan
Gılgamış destanının büyük bir bölümü, yeni yazmada
görülemez. Örneğin, Gılgamış'ın kendi ecesi tanrıça İştar
için yaptırmak istediği göz kamaştırıcı tahtın kerestesini
sağlamak amacıyla korkunç cinlerin koruduğu
cins bir ağacı nasıl kestiğini, yeraltı dünyası tanrıçasının
bunu kıskanıp kesilen ağacı yeraltından yeryüzüne
açtığı bir yarıktan cehenneme nasıl düşürdüğünü, Gılgamış'ın
kölesi Engidu'nun bir hileyle bunları nasıl yeniden
yeryüzüne çıkardığını anlatan öykü, son yazmada
bulunmaz. Yalnızca bu öykünün içerdiği yeraltı dünyasının
şaşırtıcı gelenekleriyle, kurallarıyla ilgili bilgi,
yapıtı yazıya geçireni öylesine ilgilendirmiştir ki, destanın
bütün dünya bilgilerini içermesi gerektiğini düşünerek
Engidu'nun yeraltı dünyasına gidişini, öykünün
bütününden ayırıp, sözcüğü sözcüğüne yapılmış bir çeviri
olarak destana eklenmiştir. İşte bu başarı, destanın
12'nci tabletini ortaya çıkarmıştır. Okurlarımız bu 12'nci
tableti gözden geçirmekle eski Sümerlerin, Gılgamış'ın
yiğitlikleriyle, ünüyle ilgili ne düşündüklerini, ne
düşlemlediklerini anlamış olacaklardır.
2. Eski Babil yazması: Bu yazma, Hamurabi zamanında
(M.Ö. 1800 yıllarında) yazılmıştır. Elimize üç
tableti eksik olarak geçmiştir. Bununla birlikte, söylencenin
tarihsel evrelerini açıkça göstermeye yeter. Ozan,
Sümer yazmasından, halkın dilinde dolaşan masallardan
yararlanarak, tümüyle serbest bir yöntemle, Gılgamış'ın
sonsuz yaşamı arama destanını yaratmıştır. Gılgamış
destanı da, ozanın elinde, bizim Faust'a benzer dediğimiz
şiirin özelliğini, yani 'sorunsal şiiri' özelliğini kazanmıştır.
Destan, insan yaşamının bütün yorgunluk ve
güçlüklerinden doğan sorunlarını yanıtlamak için yazılmıştır.
Yanıt, son derece kötümserdir; bütün emekler
boşunadır. İnsan yaşamının bütün karışıklığı içinde parlayan
tek şey, dostluktur. Bu değer, kadın aşkına karşı
derin bir nefretin tersi oluyor. Ne yazık ki bu değer de
ölümlüdür. Çünkü tanrıların yönettiği, ama sonsuz düzene
bağlı olan alın yazısının gücü, en parlak dostluğu
bile yıkar, bitirir. Ölümün de ortadan kaldıramadığı dostluk,
hep insanı boş yere uğraştıran alın yazısına olan inanç,
bu bulanık destan havasında tek olumlu noktayı
oluşturmaktadır. Bu düşüncenin derinliği, ozanın ortaya
koyduğu konunun biçimiyle tam bir karşıtlık durumundadır.
Şiir, en basit bir halk şiiri deyişine sokulmuştur.
Ozan dizelerinde "bahri recez" (1) kullanmıştır. Destanın
yapısı çok açıktır. Olayların akışı, dramatik birtakım
kurallara bağlanmıştır. Kahramanlar, güçlerinin her
ölçünün sınırını aştığı sırada, yazgılarının birdenbire
değiştiğini görürler. Bu düşüş, gökyüzü boğasının öldürülmesinden
sonra olur. Bunu Engidu'nun ölümü ve
Gılgamış'ın boş yere sonsuz yaşamı araması izler.
Destanda egemen olan ana düşünceyi, bunun kalıba
sokuluşunu, öykünün akışına katılan kişilerin seçimini,
değişik kişiliklerin taşıdıkları özellikleri, kişilerin
oynadıkları karşılıklı oyun biçimini, bu eski Babilli ozan
bulmuştur.
3. Destanın son bölümünün oluştuğu tarihi kesin
olarak söyleyemeyiz. Bu tarihi 1250 olarak kabul edersek;
o zaman kilise örneksemesine (canonisation analojisine)
uymuş oluruz; çünkü 1250 tarihinde Babillerin
bilimleri, yazınları doruk noktasında, kesin biçimini
almış durumdadır.
Gılgamış destanının en son ozanı, Kassitler çağında
yaşamış olan Sin-lekke-unnini adında bir sanatçıdır.
Bu ozan, yapıtı, bilerek basitleştirilmiş olan biçiminden
kurtarıp, çok sanatlı bir kalıba koymuştur. Yapıtın çağdaşlaştırılması
her bakımdan eski ozanın amaçlarına
bağlı kalınarak yapılmış; ama konu, her bakımdan zenginleşmiş,
incelmiştir.
Bu son sanatçının yapıta yepyeni örgeler (motifler)
ekleyip eklemediği, bugün için belli değildir. Belki yapıta,
11'inci tabletin içerdiği tufan öyküsünü karıştırmıştır.
Ozan bu konuyu, eski Babillilerin başka bir destanından,
yani 'Atarharis' destanından almış olabilir.
Tufan öyküsü ve Nuh'un (2) tufandan kurtulduktan
sonra ölümsüzlüğü elde etmesi düşüncesi, tümüyle
Sümerlerin malıdır.
III.
Gılgamış destanındaki kişilikler, Tanrılarla insanlar
arasında bulunan kahramanlardır. İşte bu durumda
trajik bir düşmanlık ortaya çıkıyor. Ölüm sorununun bu
gibi kişiliklerde, başka kimselere göre, daha yeğin, daha
acı verici bir nitelik aldığı göze çarpıyor.
Bu kahramanların doğrudan doğruya işlerine karışan
tek tanrıça, Gılgamış'a aşık olan İştar'dır. Bu tanrıça
kışkırtıldığından, her iki kahraman günahlı sayılıyor.
Bu günahlılık yüzünden de yeniden trajik bir düşmanlık
doğuyor. Fakat ozan, bu günahı ciddi bir günah saymamıştır.
Çünkü ozan, kahramanların davranışlarında
günah olacak bir yan bulmamaktadır. Şair, Engidu'yu
işlediği günahtan dolayı değil, raslantısallıkla, eski tanrıların
kurdukları düzene karşı geldiği için öldürmüştür.
Ozanın tanrılara karşı davranışı, özellikle tufan öyküsünde
göze çarpar. Burada tanrılar, yakılan adak tütsülerin
kokusunu almakta büyük bir hırs gösteriyorlar.
Ana tannça İştar ise bir kocakarı gibi çene çalıyor, düşünmeden
yaptığı kötülük, Ea'nın kurnazlığıyla gideriliyor.
Tanrılar iki kümeye ayrılıyorlar. Tanrı Enlil, her
iki yan arasında arabuluculuk yapıyor.
Ozanın saygı gösterdiği biricik tanrı, Gılgamış'a
yol gösteren Güneş Tanrısı'dır. Ozan saygıyla karışık bir
korku içinde, bilinmeyen bir geçmişte tanrıların kendi
kendilerine ve insanlara koydukları değişmez yasalardan
söz ediyor. Ama ozanın bu konuda ileri sürdüğü düşünceler,
acı olaydan kendisini kurtaramayan yazgıya
boyun eğmekten başka bir şey değildir. Homeros'ta olduğu
gibi, tanrılar insanların yaşamlarını yukarıdan yönetiyorlar,
ama bunlar hırslarının ve kurdukları düzenlerin
etkisi altındadırlar. Buna karşılık insan kahramanlar
(Gılgamış ve Engidu), davranışlarıyla taşkınlık yapan
birer suçsuz çocuk gibidirler.
Gılgamış, öykünün ilerleyişi sırasında, derece derece
her şeyi bilen bir kişi olarak göze çarpar. Gördüğü
işlerin hepsi, hep hesaplı, akıllıca verilen kararlardan
doğmuş değildir. Birinci kez içgüdüsüyle harekete geçiyor;
her zaman da başarılı oluyor. Çünkü tanrılar kendisine
yardım ediyorlar. İkincisinde yine içgüdüsüyle
davranıyor; bunda başarısızlıklarla karşılaşıyor. Çünkü
destanda görülen sonsuz düzene ve yasaya karşı savaşıyor.
Bu başarısız savaşın sonunda dünya gezisinden dönen
Gılgamış, Babillilere her şeyi anlatan, her şeyi bilen
bir Bilgelik Tanrısı olarak görünüyor. Ama sonraki
kuşaklar, Gılgamış öyküsünün büsbütün kötümser ve hiç
kimseyi doyurmayan bir sonla bitmesini beğenmiyorlar.
Sonraki Gılgamış söylencesinde, Gılgamış sonunda
ölür. Ama yeraltı dünyasında en yüksek konumu alır.
Bu konum, ölüler mahkemesinin başyargıçlığıdır. O, cehennemde,
yeryüzünde kendisinin koruyucusu olan Güneş
Tanrısı adına yargılar. Böylece Gılgamış'ın kişiliğini
göz önüne getirirsek, onun özyapısını, özyapısının
gelişme çizgisini elden geldiğince anlatmış oluruz.
Tanrılar dışında, destanda rolü olan öteki kişiler
yumuşak çizgilerle çizilmiş olmakla birlikte, olağanüstü
bir özyapıya ya da bu özyapının gelişmesine bağlı değillerdir.
Örneğin orospu, mesleğinin herhangi bir özel
yanını temsil ediyor. Bir doğa çocuğu olan Engidu, tümüyle
ayrı bir yöntemle betimleniyor. Bu doğa çocuğunun
orospudan aldığı insansal zevkten sonra, birlikte yaşadığı
hayvanlar kendisinden tiksinip uzaklaşıyorlar. Bu
sahne, destanın en etkili, en güçlü noktasıdır.
Engidu'nun yiğitliklerinde bir olağanüstülük yoktur.
Çünkü o da herhangi bir yiğit kişi gibi davranmıştır.
Bununla birlikte, ozan bütün bu Engidu söylencelerinden
küçük bir tragedya yaratmaya kalkmıştır.
Tanrıların yazdığı kara alın yazısının sonucunda
amansız bir derde düşen Engidu, kendi kendisine yazıklandığı
gibi, onu yabanıllıktan kurtaran, insanlar arasına
sokan kimselere de ayrıca ilenmekten kendini alamıyor;
hayvanlarla yaşadığı günlerin özlemini çekiyor. Ancak
Güneş Tanrısı, kendisinin insanlar arasına karışmasının
ve böylece kazandığı ünün, ölümünden sonra da
sürmesinin boş bir değer olmadığını söyleyerek, onu
avutuyor.
Bu Engidu dramı, büyük Gılgamış dramının bir yan
öyküsü olarak doğmuştur. Gılgamış'ın büyük figürüne
karşı, drama katılan bütün kişilikler ikinci planda kalırlar.
Ozan amacına ulaştıktan sonra, bu kişiliklerin hepsi
sahneden çekilir ve bir daha kendilerini göstermezler.
Oğlunu özenle, öğütlerle, kutsamalarla yola uğurlayan
anası bile, onun dönüşünde artık görünmez. Böylece
destan, yalnızca insan yaşamının akışı, insan yaşamının
büyük bir simgesi olarak ortaya çıkar.
Ord. Prof. Landsberger
:::::::::::::::::
GILGAMIŞ DESTANI
:::::::::::::::::
BİRİNCİ TABLET
Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü
dinle, yurdum! Dünyada her şeyi bilen adamın adını
ünlendireyim: onun görmediği hiçbir şey yoktur. Dünyanın
bütün bilgeliklerini bilip torunlarına bırakan bir
adamdır. Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir
adamdır. Tufandan önce olanın haberini getirdi. Uzun
yoldan gelip yorgun düştü; ama gücünü yitirmedi. Bütün
çektiklerini bir anıt taşına kazıdı.
Uruk'un dört bir yanına duvar çektirdi. Kutsal Eanna'nın (3)
ve temiz hazinenin duvarına bak! O duvar,
didilmiş yünden örülen bir urgan gibidir. Onun köşe
burçlarını da gözden geçir! Onun eşini hiç kimse yapamaz.
Ta öteden beri orada duran taş merdivenden yol alıp
İştar'ın oturduğu E-anna tapınağına yaklaş! Sonradan
gelen hiçbir kral onun eşini yapmadı.
Uruk duvarının üstüne çık! İleri yürü! Temeli gözden
geçir! Tuğla duvarı incele. Acaba bunun tuğlaları
pişmiş (4) değil midir? Temeli yedi bilge kurmamış mıdır? (5).
(Burada 25 satır eksiklik vardır. Bu eksiklik Etice
yazmadan aşağıdaki biçimde tamamlanabilir.)
Ulu Tanrı Gılgamış'ı en yetkin biçime soktu. Bütün
tanrılar, ona en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle
yarış ettiler. Güneş Tanrısı ona, erdemin en yükseğini,
yeraltındaki tatlı su okyanusunun tanrısı Ea, bilgeliği
bağışladı (6). Büyük tanrılar Gılgamış'ı şu ölçüde
yarattılar: Boyunun uzunluğu on bir endaze, göğsünün
genişliği dokuz karış (7).
(Gılgamış'ın bedeninin betimlemesini son yeni Babil
yazmasında korunmuş olan
ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi tamamlamaya
çalışabiliriz.)
Adımlarının genişliği ... idi. Sakalı yanaklarından
aşağı uzamıştı. Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar
gürdü. Bedeni her bakımdan ölçülüydü.
Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı. Gövdesi
pek iriydi.
(Altı satır eksik.)
Bütün ülkeleri dolaştıktan sonra Uruk kentine vardı.
Uruk caddelerinde kurumundan kafasını dik tutuyordu.
Caddelerde yabanıl bir boğa gibi böğürürdü. Eşsizdi.
Silahları kalkıktı. İnsanlara dirlik vermemek için eli
durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe
eksildi.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup
sağa sola çatardı. Gılgamış ağılı bol (8) Uruk'un
ne biçim çobanıdır? (9)
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral,
oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır
mı?
Gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları,
bundan ötürü tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar.
Bunların ağlayıp sızlanmalarını tanrılar dinlediler. Gökyüzünün
tanrıları da, Uruk kentinin baştanrısı Anu'ya
başvurarak şöyle dediler:
"Sen, ipe gelmez, yabanıl, vahşi boğayı, Uruk halkını
tedirgin etmek için mi yarattın? Eşsizdir. Silahları
kalkıktır. İnsanlara dirlik vermemek için eli durmaz.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz. Gece gündüz kudurup
sağa sola çatar. Gılgamış ağılı bol Uruk'un ne biçim
çobanıdır?"
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral
oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerinin karıları
bundan ötürü ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp, sızlanmalarını
büyük Gök Tannsı dinledi. (10)
Büyük tanrıça Aruru (11) çağırıldı:
"Ey Aruru, sen büyük Anu'yu yarattın. Şimdi onun
rakibini yarat! O istediği denli Gılgamış'a karşı dursun.
Bu iki yiğitin birbirlerine karşı güçlerini ölçmelerinden
Uruk şehri soluk alsın!"
Tanrıça Aruru bunu duyar duymaz Gök Tanrısının
rakibini kalbinde yarattı. Aruru ellerini yıkadı; bir parça
çamur koparıp yazıya attı. Ve yazıda yiğit Engidu'yu
yarattı. Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti
(12). Bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu. Kadın gibi
uzun saçları vardı. Saçının lüleleri tıpkı buğday başağı
gibi filizlenmişti.
O, insan ve kent yüzü görmemişti. Üzerinde, yazının
hayvanları gibi bir giysi vardı. Bu durumda ceylanlarla
ot yiyor, yabanıl hayvanlarla itişe kakışa suvata
(13) iniyor; suyun kalabalığıyla (14) gönlü açılıyordu.
Günün birinde suvatın karşı yakasında bir avcıya,
bir tuzak (15) kurana rasgeldi. Birinci, gün, ikinci gün
ve üçüncü gün suvatın karşısında ona rasladı. Onu gören
avcının yüzü dondu; hayvanlarıyla olduğu yerde
saklandı; korkudan titremeye tutuldu; sesi soluğu kesildi,
içini sıkıntı bastı; çehresini bulut kapladı; gönlünü
gam, üzünç sardı; yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun
yüzüne döndü.
Avcı, konuşmak için ağzını açıp babasına dedi:
"Baba, dağdan bir adam geldi. Bu yörenin en güçlüsüdür.
Gökten inen yoğun cevhere (16) benzer. Gücü
büyüktür, hep dağda dolaşıyor. Her zaman yabanıl hayvanlarla
ot yiyor. Ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor.
Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları (17)
doldurdu. Gerdiğim ağları yerden koparıp
çıkardı. Kırın kalabalığını, (18) avı elimden kaçırıyor,
kırdaki işime engel oluyor."
Babası konuşmak için ağzını açıp avcıya dedi:
"Biliyor musun oğlum, Gılgamış Uruk'ta oturuyor.
Onu yenecek kimse yoktur. Gökten inen yoğun cevhere
benzer. Gücü büyüktür. Ona, krala yüzünü dön! Güçlü
adam hakkında ona bilgi ver. O sana bir fahişe versin.
Onu kıra götür. O kadın, bu adamı orada, güçlü bir
adam gibi yensin. Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında,
o kadın giysisini atsın ve o da zevke dalsın.
Kadını görür görmez, ona yaklaşacaktır: Fakat kırlarda
onunla birlikte yürüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır."
Babasının öğüdü üzerine kalkıp, avcı yaya olarak
Gılgamış'a gitti. Yolunu tuttu, Uruk'un ortasında durdu:
"Gılgamış, beni dinle ve bana öğüt ver! Dağdan
bir adam geldi. Bu, ülkenin en güçlü adamıdır. Gökten
inen yoğun cevhere benzer; gücü büyüktür. Her
zaman dağda dolaşıyor, hep yabanıl hayvanlarla ot yiyor,
ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor. Korkudan
ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları doldurdu.
Gerdiğim ağları yerden çıkarıp kopardı... Kırın
kalabalığını, avı elimden kaçırıyordu. Kırdaki işime
engel oluyordu!
Gılgamış, ona, avcıya dedi:
"Ey avcı, git; yanında bir fahişe, bir orospu görür!
Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında, kadın, giysisini
atıp şehvetini kabartsın; kırlarda onunla büyüyen
hayvanlar, onu yadsıyacaklardır."
Avcı gidip yanına bir fahişe, bir orospu aldı. Bunlar
doğru gidecekleri yerin yolunu tuttular. Üçüncü günde
belli yere vardılar. Avcı ve fahişe yerlerine oturdular.
Bir gün, iki gün suvatın karşısında beklediler. Hayvanlar
gelip suvatta su içtiler. Su kalabalığı geldi (19) ve yüreği
rahatladı.
Ne de olsa Engidu, dağda yaşadığı için, ceylanlarla
ot yiyor, su kalabalığıyla yüreği rahatlıyordu. Orospu
bunu, bu yabanıl adamı, kırda dolaşan bu cellat (20)
herifi görür.
"Orospu! İşte budur. Göğsünü gevşet, kucağını zevkine
aç, dalsın! Korkma!. Onun saldırısını karşıla. Bir
kez seni görür görmez sana yaklaşacaktır. Üstünde yatması
için giysini aç. O yabanıla kadınlık becerini göster:
Kırlarda onunla büyüyen hayvanlar onu yadsıyacaklardır.
Onun tutkusu (21) senin üstünde zevke doyamayacaktır."
Orospu, göğsünü gevşetti. Kucağını açtı. Ve o, kadının
zevkine daldı.
Kadın korkmadı. Onun saldırısını karşıladı. Üstünde
yatması için giysisini açtı. Yabanıl adama kadınlık
becerisini gösterdi. Onun tutkusu kadının üstünde zevke
doymadı.
Engidu, altı gün, yedi gece uyanık kalarak orospuyla
Allah'ın emri oldu. (22)
...(23)
Engidu'yu gören ceylanlar mertleyip (24) kaçtılar.
Artık kırın hayvanları onun yanından uzaklaştılar. Hayvanların
ondan uzaklaştığı sırada, Engidu, bedeni bağlanmış
gibi ürperdi. Dizleri tutmadı. Engidu zayıf düştü.
Yürüyüşü eskisi gibi değildi.
Sonra aklı başına geldi; işi anladı. Geri dönüp orospunun
dizlerine oturdu, onun yüzüne bakarak sözlerine
kulak verdi. Orospu ona, Engidu'ya dedi:
"Engidu sen bilgesin, sen bir tanrı gibisin! Neden
bu kalabalıkla kırda dolaşıyorsun? Gel, seni Uruk'a;
Anu'nun, İştar'ın evi olan görkemli tapınağa götüreyim.
Gılgamış'ın olduğu yere, gücü tam olan adamın,
yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğitin yanına."
Fahişenin bu sözleri Engidu'nun hoşuna gitti; bilge
gönlü bir arkadaşa gereksinim duydu. Engidu ona,
orospuya dedi:
"Gel orospu, beni birlikte götür! Anu'nun, İştar'ın
evi olan görkemli tapınağa; Gılgamış'ın olduğu yere, gücü
tam olan adamın, yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık
eden yiğitin yanına. Ben ona meydan okumak istiyorum.
Yiğit gibi konuşmak istiyorum. Uruk'a gidince
Uruk'un yazgısını değiştiririm. Kırda doğanın gücü yamandır!"
"Gel, bırak gidelim. O, senin yüzünü görsün. Sana
Gılgamış'ı göstereyim. Onun nerede olduğunu çok iyi
biliyorum. Engidu, Uruk'a gel. Süslü kemerler kullanan
insanların yanına! Her gün orada bir bayram kutlanır...
Neşe yaratan genç oğlanların, görülmeye değer genç
kızların oldukları yere: Zevk onlardadır; tam neşe içindedirler."
(Bir satır eksik.)
"Engidu, sana yaşamı seven, acıdan zevk alan Gılgamış'ı
göstermek isterim. Onu gör, onun yüzüne bak:
O, erkek güzelidir. Tam güçlüdür; senden güçlüdür. Gece
gündüz dinlenmesi yoktur. Engidu, kıskançlığını bırak!
Ona, Gılgamış'a, sevgiyi Şamaş (25) gösterdi. Onun
aklını düşüncesini Anu, Enlil ve Ea (26) genişlettiler;
sen o dağdan gelmezden önce, Gılgamış seni düşünde
gördü; düşünü yorarak kalktı, anasına anlattı: "Aman
ana, ben bu gece bir düş gördüm. Bütün gücümle adamların
arasından geçip ileri gittim. Orada gökyüzünün
yıldızları birdenbire yere döküldüler. Göktaşı gibi yukardan
aşağı üstüme düştü. Onu kaldırmak istedim. Bana
ağır geldi, kımıldatmak istedim, kımıldatamadım. Uruk
halkı oraya toplandı. Erkekler onun ayaklarını öptüler
ve ben, o bir karıymış gibi, üzerinde ondan zevk
aldım (27). Orada kendi kendime zorladım. Onlar bana
yardım ettiler. Onu kaldırdım ve sana getirdim."
Her şeyi öğrenen Gılgamış'ın anası, Gılgamış'a anlattı:
"Gılgamış, bu açık bir şeydir. Kırda sana benzer biri
doğmuştur. Onu dağlar yetiştirmiştir. Senin onu görür
görmez, bir karıymış gibi üzerinde ondan zevk aldığın
adam, senden asla ayrılmayacaktır. Adamlar onun
ayaklarını öpecektir. Sen onu kucaklayacaksın. Onu bana
getireceksin! O, güçlü Engidu'dur. Dar zamanda arkadaşa
yardım eden bir yoldaştır. Ülkede en güçlü odur.
Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer. Gücü büyüktür.
Senin, karı gibi, üstünde zevk aldığın o adam,
senden hiç ayrılmayacaktır."
Gılgamış uyumak için yattı ve başka bir düş gördü.
Anasına anlattı:
"Aman ana, başka bir düş gördüm. Karışık şeyler
gördüm. Uruk'ta yolun ortasında bir balta yatıyordu.
Bunun çevresine toplanmışlar; halk da oraya zorluyordu.
Bu baltanın görünüşü şaşırtıcıydı. Ona baktığımda
sevindim. Onu severek, bir karıymış gibi, onun üzerinde
ondan zevk aldım ve yanıma koydum."
Bilge, bütün bilimleri bilen Ninsun (28), oğluna
dedi:
"Gılgamış, senin o adamı görmenin, o bir karıymış
gibi onun üzerinde ondan zevk almanın anlamı, onu sana
denk tutacağımı gösterir. Bu, yine güçlü Engidu'dur,
dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır. Ülkede
en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere
benzer, gücü büyüktür!"
Gılgamış bir daha anasına dedi:
"Bu, bana büyük bir pay olarak düşsün! Bir arkadaş
kazanmak isterim, bir yoldaş!"
(Bir satır eksik.)
Ve Gılgamış düşleri yordu.
"Gel bakalım, yaş yerden kalk!"
Fahişe böylece Engidu'ya anlattı. Hayvanların su
içtikleri yerde ikisi yalnız kalmışlardı.
:::::::::::::::::
İKİNCİ TABLET
Engidu fahişenin karşısına oturdu. O, onun sözcüklerini
dinledi ve anlattıklarına kulak verdi. Kadının öğüdü
yüreğine işledi. Kadın bir giysi çıkardı: Birini ona
giydirdi, öbürünü kendisine alıkoydu; kadın onu bir ana
gibi elinden tutup çobanların sofrasına, hayvanların ağılına
götürdü. Onun, yurdu dağlar olan Engidu'nun, önceleri
ceylanlarla ot yiyen adamın, kalabalığın sütünü
emenin, şimdi önüne yemek koydular. O, utanarak gözünü
dikiyor, bakıyordu. Engidu ekmek yemesini bilmiyor,
içki içmesini anlamıyor!
Fahişe ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Engidu, ekmek ye! Bu, yaşamın koşuludur! İçki
iç! Bu, ülkenin göreneğidir!"
Engidu, doyuncaya dek ekmek yedi. Yedi küp içki içti.
İçi açıldı, neşe buldu. Yüreğine açıklık geldi, yüzü parladı.
Kıllı, pis gövdesini sıvadı, kendi kendini yağladı (29),
insana döndü. Sonra bir giysi giydi, artık adam oldu.
Arslanların üstüne yürümek için silahını aldı. Çobanlar
geceleri uykuya daldı. Kurtları yakaladı, arslanları kovaladı.
Eski bekçiler rahat ettiler. O, güçten üstün insan,
o erkeklerin bir tanesi Engidu, bunlara bekçi oldu.
(14 satırlık boşluk. Engidu fahişeyle birlikte)
Engidu, orospu ile eğlenirken gözlerini kaldırdı ve
bir adam gördü. Fahişeye seslendi: "Yosma! Adam buraya
gelsin! O ne diye geldi? Söyleyeceğini dinlemek
isterim!"
Fahişe adamı çağırıp ona yaklaştı, ona dedi:
"Adam, nereye acele ediyorsun? Yorulman neye yarar?"
Adam ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Benimle birlikte kız evine (30) gel! Nişanlı seçmek
için herkesin evi Uruk kralına daima açıktır. Nişanlı
seçmek için herkesin evi, Uruk kralı olan Gılgamış'a
daima açıktır. O, evlenecek olanlarla önce kendisi yatar,
sonra da koca (31). Tanrısal yasaya göre bu, tanrının
bir buyruğudur. Bu buyruk kendisine göbeğinin bağı
kesilir kesilmez verilmiştir" (32).
Adamın sözü üzerine benzi sarardı...
(Dokuz satırlık boşluk.)
Engidu önden gidiyor, orospu onun arkasından.
O, Uruk'a girince halk çevresine toplandı. Uruk'ta
caddenin ortasında durunca, insanlar başına biriktiler ve
ondan şöyle söz ettiler: "O, aşağı yukarı Gılgamış'a benzer.
Bedence daha ufaktır; ama, kemikleri onunkinden
daha güçlüdür.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Gılgamış Destanı - 2
  • Büleklär
  • Gılgamış Destanı - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3795
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2023
    30.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Gılgamış Destanı - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3842
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1815
    29.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Gılgamış Destanı - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3947
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1731
    31.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Gılgamış Destanı - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3771
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1927
    29.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Gılgamış Destanı - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 667
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 476
    36.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    56.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.