Dinde Siyasal Islam Tekeli - 10
Süzlärneñ gomumi sanı 3619
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1932
24.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
36.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
43.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
kazanmıştır. Bu nedenle de dinler, diğer ahlak teorilerine kıyasla, insana
daha az gayretle, daha kolaylaştırılmış yöntemlerle ahlaklı yaşamanın yollarını
açarak, birer ahlak devrimi başlatmışlardır.
Neden daha az gayretle ?
Çünkü endüksiyona dayalı metod, bireysel ve toplumsal deneyimlerden ahlak
kurallarını çıkarmak gibi, aklı ve muhakeme gücünü gerekli kılan bir çaba
istemektedir. Kaldı ki bu çaba içindeki bireyin, kişisel arzu ve ihtiraslardan
kendini soyutlayarak, doğru ahlak kurallarına ulaşması her zaman mümkün
değildir. Bu kuralların anonimleşmesi ise ayrıca bir zorluk yaratmaktadır.
Ancak endüksiyona dayalı ahlaklarda, kuralların toplumsal gelişime
paralel olarak geliştirilmeleri mümkündür. Endüksiyon, evrimci ahlak
anlayışını da beraberinde getirmektedir. Din ve metafiziğe dayalı mutlak
ahlak anlayışları ise, evrime kapalı olma özelliği gösterirler.
Belli bir ahlak kuralının, zamana, koşullara, toplumun içindeki çeşitli
gruplara, üretim ve bölüşüm ilişkilerine, korunma, savunma koşullarına,
aile içi sorumluluklara, vs. göre yorumu, genellikle dine dayalı
mutlak ahlakın kesin kuralları karşısında bireyi zorlamaktadır. Oysa
endüksiyona dayalı ahlak kuramı içinde, ahlak nomunun genelden özele
indirgenmesi ve uygulanabilir bir gerçekçiliğe erişmesi daha kolaydır. O
zaman da ahlakın başta yapılan tanımındaki gibi, yalnızca bir kurallar demeti
olmaktan çıkıp, iradeli bir davranış haline gelmesi mümkün olabilmektedir.
Ahlakın bireysel ve toplumsal olarak iki ayrı boyutta incelenmesi
gerekir. Bireysel açıdan ahlak, kişinin huzurlu yaşaması açısından önem
taşımaktadır. Huzur, gerek dünyadaki yaşamı süresince, gerek dini inanışa
göre ölümden sonraki sonsuz ruhsal yaşamı süresince vaadedilenlere
ulaşmak bakımından bireye bir moral güç vermektedir. Yine ahlaklı yaşamın
toplumsal ilişkiler açısından da taşıdığı önem büyüktür. Ahlaklı bir toplumda
yaşamanın bireye verdiği güven, toplumsal ilişkilere getirdiği
düzen inkar edilemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle ahlakın, toplumsal
amaç ve hedefleri dikkate alarak tanımlanmasına da ihtiyaç vardır.
Toplumsal açıdan ahlak, toplumun dirlik ve düzeninin en doğal koruyucusu
olup, o toplumu oluşturan bireylerin karşılıklı haklarını, ödevlerini
güvence altına alan ve gelişimlerini sağlayabilecekleri ortamı oluşturan,
benimsenmiş kurallar olarak tanımlanabilir.
Ahlakın odak noktası insandır. Bu nedenle insanın moral eğitimini
gerçekleştirmesi, ahlak normlarına olan duyarlılığı ile doğrudan bağlantılıdır.
Moral eğitim, bireysel gelişimin de önemli bir unsuru olarak kabul
edilmelidir. Çünkü bir dünya görüşünün kazanılmasında, insana bakış açısında
ve temel hakların belirlenmesinde ahlaki değerler önemli yer tutar.
Ahlakın dünya görüşünü belirleyen bir değerler sistemi oluşu, statik ya da
mutlak ahlak anlayışlarının tartışılabilirlik olgusunu da gündeme getirmektedir.
Diğer bir ifade ile ahlak anlayışımız, dünyaya açılan penceremizdir. Öğrenilen
doğru ve yanlış kalıpları, olayları değerlendirmenin temel kıstasını
oluşturur. Örneğin kin, intikam, kan dökücülüğün aile, ırk, millet ya da
dinin şerefi ile bütünleştirilmiş bir sosyal değerler kalıbının
benimsendiği toplumlardaki ahlak anlayışı ile, insanın ne pahasına
olursa olsun yaşama hakkı olan kutsal bir varlık olduğunu kabul eden
toplumların ahlak normları arasında fark vardır. Yine cinsiyet ayırımcılığını
doğal kabul eden toplumlarla, ayırımcılığa karşı olan toplumların ahlaki
değer kalıpları da farklılık gösterir.
Tarihsel süreç içinde yaşanan değişim dikkate alındığında, kabile
ahlakından yola çıkan insan toplumlarının, evrensel bir ahlaka doğru yol
aldıkları açıkça görülmektedir. Dünya küçülmekte, insan ilişkileri yerel
özelliklerinden sıyrılıp, globalleşmektedir. Bu değişim, insana bakış açısında
da genişleme meydana getirmektedir. Artık ırk, soy, din, mezhep, hatta
milletle sınırlı olmayan insanı odak alan bir değerler sistemi ile
bütünleşen bir dünyaya adım atılmaktadır. İletişim çağı, sadece teknik
bilginin değil, sosyal ve ahlaki değerlerin de iletilmesine yol
açmaktadır.
Değer kalıplarındaki hızlı değişim, çoğu zaman hoş karşılanmasa da,
kaçınılmazdır. Ahlakın evrenselleşmesi, bazı değerlerin ortadan kalkmasına,
bazı yeni değerlerin de kabul görmesine yol açmaktadır. Bu değişimin
değişmeyen odak noktasının dinlerde yer alan temel ahlaki prensipler
olduğunu iddia etmek mümkün müdür?
(Hem evet, hem hayır...Daha açık biçimde ifade etmek için, evrensel
ahlakın çekirdeğini dinin oluşturduğunu söyleyebilir miyiz?)
(Yoksa evrensel ahlakın oluşumunda, bir değişim mi söz konusudur? Din,
evrensel ahlakın çekirdeği olma özelliğini kısmen mi yerine getirmektedir?)
Yukarıda yer alan ortak alan, şüphesiz ki tüm dinler için, aynı
büyüklükte olmayacaktır. Ancak evrensel ahlakın oluşumunda dinin etkisi
inkar edilemez gibi görülse de, ahlak anlayışının mutlak dinsel
ahlakla sınırlı olduğu da iddia edilemez.
İnsan odaklı evrensel ahlakın oluşumunda insan hakları bilinci, eşitlik ve
özgürlük kavramları önemli yer tutmaktadır. İnsanın hangi inanca sahip
olursa olsun, ya da inancını ne yönde değiştirirse değiştirsin,
yaşamaya ve eşit muamele görmeye hakkının olduğu düşüncesi, evrensel ahlakın
insanlığa önemli bir katkısıdır. Evrensel ahlak, cinsiyet ayırımcılığına
kesinlikle yer vermeyen, hukuki yaptırımları bakımından da ayırım gözetmeyen
bir değişimi beraberinde getirmiştir. Dinlerde çok büyük önem taşıyan
cinsel ahlakla ilgili yaklaşımlar ise, evrensel ahlakta, cinsiyet
ayırımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik bir gelişme göstermektedir. Diğer
bir ifade ile, toplumun ya da ailenin namusunu, kadına fatura etmeye
yönelik dinsel ahlak normları, kadınla erkeğin, cinsel ahlak anlayışı
bakımından eşitlendiği bir değerler sistemine yerini bırakmaktadır.
Benzeri bir eşitlik sosyal sınıflar için de söz konusudur. Yanlış olan
bir davranış biçimi toplumdaki sosyal statüsü ne olursa olsun,
toplumda yaşayan tüm bireyler için yanlış olmalıdır.
Evrensel ahlakın oluşumunda büyük rolü olan dinlerdeki ahlaki değerler
sistemi üzerinde durmak, konuyu açıklık kazandıracaktır.
Tüm dinler toplum yaşamını düzenleyici ve bireyi doğru davranışa
yönlendirici ahlak kuralları getirmişlerdir. Bu kurallar dinin
ortaya çıktığı toplumun yaşam biçimi ve değerler sistemi ile de oldukça
ilişkilidir. Zira tüm dinler, ortaya çıktıkları toplumlardaki yanlış davranış
ve değer yargılarına atıf yaparak ve bu konudaki değişimi vurgulayarak yeni
bir değerler sistemini yerleştirmeyi amaçlamışlardır.
Tevratın ahlaki değerler sistemini on emir ile özetlemek mümkündür.
On emir, yapılması gerekenden önce yapılmaması gerekenleri vurgulayan
ve yasaklayan bir üsluba sahiptir. Katletmeyeceksin, zina etmeyeceksin,
çalmayacaksın, komşuna karşı yalan yere şahadet etmeyeceksin, komşunun
hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin, başka ilahlara tapmayacaksın,
putlara tapmayacaksın, Allah'ın adını boş yere ağızına almayacaksın, sept
gününe uyacaksın, anana, babana hürmet edeceksin. Açıkça görüleceği
gibi on emrin sekiz tanesi yapılmaması gerekenlerle ilgilidir ve
ahlaki hüküm mahiyetini taşıyanlar ise sadece altı tanedir. Bu emirlerin
bozulması halinde ise Tanrı'nın gazabına gelme gibi bir tehditle
karşılaşılacağı açıktır. Emirler ve yasaklarla örülü bir ahlak anlayışının,
gönül rızasına dayalı iradeli bir davranışa dönüşümü son derece zordur.
Burada sunulan ahlak ilkeleri korku egemen bir benimsetme yöntemi ile
birlikte getirilmiştir.
İsrailoğullarının tarihi bu yasakların otorite boşluğu doğar dogmaz ihlal
edildiğinin örnekleri ile doludur. Özellikle Musa'nın dağa çıkıp, bir
süre ortalıkta görülmemesi ile birlikte, kavmin derhal altın bir buzağı
yapıp, tapması emir ve otoriteye dayalı bir ahlak sisteminin ne derece
zaafiyet içinde olduğunu göstermeye yeter.
Tevratın evrensel bir din olmayıp, sadece İsrailoğullarına hitap
etmesi ve onları Tanrı'nın yegane sevgili ve seçilmiş toplumu olarak görmesi,
ahlaki değer hükümlerinin ırksal motifler taşımasına yol açmıştır. Örneğin
bir sömürü aracı olarak görülen faiz İsrailoğullarına yasaklandığı halde,
Yabancıya faizle ödünç verebilirsin fakat kardeşine faizle ödünç vermeyeceksin.(Eski
Ahid; Çıkış 23/20) ifadesinden de anlaşılacağı gibi yabancılar bu kapsamın dışında tutularak
faizle sömürülebilir sayılmaktadırlar. Bir diğer örnek de kölelik uygulaması
için verilebilir. İbrani bir köleye, altı yıl hizmetten sonra özgürlük
tanınmakta fakat aynı hak farklı ırka mensup olanlar için verilmemektedir.(Eski
Ahid; Çıkış 21/2)
Cinsiyet ayırımcılığı Tevratta da açıkça mevcuttur. Örneğin boşanma
hakkı sadece erkeğe verilmiştir. Erkek çocuk doğuran kadın, doğumdan
sonraki 9 gün boyunca murdar sayılırken, kız çocuk doğuran kadın 60
gün murdar sayılmaktadır.
Hıristiyanlıkta ise Tevrattaki on emirin İsa tarafından genişletildiği
görülmektedir. Ancak bu genişletilmeye bir üslup yumuşaklığı da eşlik
etmektedir. Bu konuda birkaç örnek verecek olursak; İşittiniz ki eski zaman
adamlarına denildi: Katletmeyeceksin ve Kim katlederse hükme müstahak
olacaktır. Fakat ben size derim: Kardeşine kızan her adam hükme müstahak
olacaktır... Zina etmeyeceksin denildiğini işittiniz, Fakat ben size derim
ki: Bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir...
Göz yerine göz, diş yerine diş denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim ki;
kötüye karşı koyma ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona ötekini de çevir...
Sen komşunu sevecek ve düşmanından nefret edeceksin denildiğini işittiniz.
Fakat ben size derim ki düşmanınızı da sevin ve size cefa edenler için dua
edin... Sadaka verdiğin zaman sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin de
sadakan gizlide olsun... Hükmetmeyin ki hükmolunmayasınız. Çünkü ne hükümle
hükmederseniz, onunla hükmolunacaksınız (Yeni Ahid; Matta Bap 5-7)
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Hıristiyanlık, ahlakı gösteriş
ahlakı olmaktan çıkarıp, benimsetmeye çalışmış ve ahlakı akıl ve vicdan
çerçevesinde yorumlamıştır. Ancak Tanrı korkusu, tüm inanç sistemlerinde
olduğu gibi Hıristiyanlıkta da ahlaklı olmaya yönlendiren bir motif olma
özelliğini korumuş ve bu dünyadaki iyilik ve kötülüklerin öbür dünyadaki
ödül ve mükafatlarla karşılanacağı inancı aşılanmaya çalışılmıştır.
İslamiyet, ahlaka büyük önem veren bir dindir. Hz. Muhammed, Ben ahlakın
güzelliklerini tamamlamak için gönderildim. diyerek, tebliğ görevinde
ahlaka verilen önemi açıkça anlatmıştır. Kuran'da yer alan ahlaki
kurallar, hayat verici, hayatı zenginleştirici niteliktedir. Nahl
suresinin 97. ayetinde, Erkek ve kadınlardan her kim inanmış olarak iyi bir
iş yaparsa, onu dünyada hoş bir hayatla yaşatırız... Ahirette ise onların
ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz. diyerek, bu konuya açıklık
getirilmektedir. Ancak ahlaklı insana vaadedilen iyi yaşamın şartı,
inanarak ahlaklı olmaktır. Kuran'ın ideali, aşırılıklardan arınmış, orta yolu
izleyen, sağlıklı bir toplum yaratmaktır. Bunun için de insanlar, dünyada
kendilerine sunulan iyi şeyleri almak, ancak aşırılığa varmadan
kullanarak yaşamak durumundadırlar. Kuran, Araf suresinin 31. ayetinde, Ey
Adem oğulları, her mescide gidişinizde, süslü, güzel elbiselerinizi üzerinize
alın, yeyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü O israf edenleri sevmez.
diyerek bu yaşam modelinin sınırlarını çizmektedir.
İslamın ahlaki öğretisi adalet, hikmet, cesaret, dürüstlük, yardımlaşma,
ahde vefa, çalışarak kazanma, tevazu, şefkat, bağışlamak, sabır, saygı,
cömertlik gibi erdemleri teşvik etmektedir. Buna karşılık yalancılık,
haksızlık, kibir, gurur, gıybet (dedikodu), kin, kötülük, alaycılık,
korkaklık, tembellik, hainlik, fitnecilik, fesatçılık, cimrilik,
vefasızlık, saygısızlık gibi davranışları yasaklamaktadır.
İyilik, Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sebeple insanların iyiliğe yönelik
içgüdülerine uygun davranmaları bir zorunluluk olmaktadır. Allah,
herkese, herşeye iyiliğini yaydığı, iyilik yapanları sevdiği için iyilik
yapılmalıdır. Bakara suresi 195 ayetinde, Mallarınızı Allah yolunda
harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin,
doğrusu Allah, iyilik edenleri sever. denilmektedir.
Adalet, Kuran'ın ahlaki bir ideal olarak benimsenmesini öğütlediği ilahi
bir sıfattır. Allah, insanların birbirlerine karşı adil olmalarını emrederken,
kendisi de adaletle hükmetmektedir. Müminlere kendileri, aileleri, yakınları
aleyhine bile olsa, zengin-yoksul ayırımı yapmadan adaleti uygulamaları
emredilmiştir. Nisa suresi 135. ayetinde, Ey inananlar, adaleti tam yerine
getirerek Allah için şahitlik edenlerden olun. Kendinizin, ana, babanızın ve
yakınlarınızın aleyhine bile olsa, şahitlik ettiğiniz kimseler zengin veya
fakir de olsalar adaletten ayrılmayın denilmektedir. Adaletin ölçüsü olarak
insanlara sunulan ise Kuran'ın hükümleridir. Hadid suresinin 25 ayetinde,
Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber
Kitab'ı ve adalet ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler
denilerek konu açıklığa kavuşturulmaktadır. Adalet, kişilerin sözlerinde ve
hareketlerinde doğru olmalarını, ahidleştiklerinde ahidlerini gözetmelerini,
üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirmelerini gerektirmektedir. Ayrıca
Kuran'da müminlere, adaletin uygulandığı bir sistem kurmaları, yeryüzünde
kötülüğün yaygınlaşmasını doğuracak, bozgunculuk yapma, ölçü ve tartıda hile
yapma, insanların ellerinden mallarını haksızca alma gibi fullerde bulunmamaları
tavsiye edilmektedir.
Hz. Muhammed ise insanlara şu altı konuya dikkat ettikleri
takdirde mutlu olacaklarını söylemiştir:
Bunlardan ilki, doğruluktur. Peygamber'in bir hadisinde Şüphesiz
ki doğruluk insanı tam hayra ulaştırır. Tam hayır da cennete götürür. Yalan
söylemek ise ise insam gerçekten kötülüğe ulaştırır. Kötülük de cehenneme
götürür. dediği rivayet edilmektedir. Doğruluktan söz ederken yalan
yere tanıklık etmenin de önemi belirtilmiş ve bir başka hadiste; Yalancı
tanıklıktan uzaklaşın. Bir kimse bir müslümanın aleyhine yalan yere
tanıklık ederse cehennemde yerini hazır bilsin. denilmektedir.
Ayrıca Hz. Muhammed, verilen sözü yerine getirmek, emanete hıyanet
etmemek, namuslu ve dürüst olmak, haramdan kaçınmak, yasak olan şeyleri
yapmamak gibi konulara da dikkat çekmiştir.
İslamda ahlaklı olmanın en kestirme yolu, Allah'ın ve Peygamberin
emirlerine uymak, olarak özetlenebilir. Ayrıca İslamda peygamber,
ümmete mükemmel bir ahlaki model olarak da sunulmuştur. Peygamberin
ahlakı, sanki İslam ahlakının yaşayan bir örneği, onun davranışları,
ahlakın özeti gibi kabul edilmektedir. Peygamberin bu konudaki
örnekliği, yaşamından sonra da devam etmiştir. Peygamberin örnekliği,
Kuran'da şöyle anlatılmıştır. Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için
Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için, uyulacak en
güzel örnek vardır. (Ahzap/21)
İslam ahlakı bakımından çok önemli bir nokta, ahlakın Allah'a karşı
yerine getirilmesi gereken bir görev ve sorumluluk olarak kabul
edilmesidir. İnsan, ahlaklı olup, olmama konusunda Allah'la karşı karşıyadır.
Çünkü insan ruhu ile Allah arasında, ruhların ilk yaradılışında yapılan bir
mukavele vardır. Bu mukavele ile insana doğuştan Allah'ı tanıma sezgisi
verilmiş ve O'nu inkar için herhangi bir bahanelerinin kalması önlenmiştir.
O'nu inkar etmek, yaradılışta varolan bu sezgiye ve yapılan mukaveleye
karşı gelmektir. Dolayısıyla Allah'ın ayetlerini inkar etmek, şuurlu
olarak işlenen bir suç, şeytana uymak olmaktadır ki, bunun da cezası büyüktür.
Kuran A'raf suresi 172-173. ayetlerde bunu anlatmaktadır. Rabbin, Adem
oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine
şahit tutmuştu. Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye. Evet (buna) şahidiz
dediler. Kıyamet günü biz bundan habersizdik demiyesiniz. Yahut, Ne
yapalım daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra
gelen bir nesil olduğumuz için öyle yaptık. Gerçekleri iptal edenlerin
yaptıkları yüzünden bizi helak mı ediyorsun? demeyeseniz diye (sizin
Rabbiniz olduğum hakkında sizi şahit tutmuştuk). İşlenen zerre kadar
kötülüğün cezalandırılacağı, zerre kadar hayrın da ödüllendirileceği
Kuran'da yer almaktadır.
Bu ceza ve ödül nasıl belirlenecektir? Bunun cevabını da Kuran şöyle vermektedir:
Her kişinin fiilerini kendi boynuna taktık. Kıyamet günü onun için her şeyin
kaydedildiği bir kitap çıkaracağız ki, şahıs o kitabı önünde açılmış olarak
görecektir. Ona Oku kitabını bugün, sana hesap görücü olarak, kendi benliğin
yeter denilecektir. (İsra suresi 13-14) Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi,
kişinin dünyadaki iyi ve kötü eylemleri onun kitabına kaydedilmekte ve bunun
hesabı da Kıyamet günü sorulmaktadır. O halde ahlaki görevini yerine
getirmeyenler için azap, kaçınılmaz bir son olmaktadır. Çünkü İslamın
getirdiği ahlak ilkelerine uymamak, aynı zamanda Allah'a ve Resulüne de
karşı gelmek ve ruhların yaradılışında Allah'la yapılan ahdi bozmaktır.
Bu ayetlerin de açıkça ortaya koyduğu gibi, İslam'da bireyi ahlaklı olmaya
iten iki temel etken mevcuttur. Öncelikle İslamda bütün ahlaki vazifeler,
uhrevi müeyyidelere bağlanmış, iyiler için cennet vaad edilmiş, kötüler
cehennemle tehdit edilmiştir. Böylece ödül ve ceza, ahlakı teşvik edici
önemli unsurlar olmaktadır. Ancak ahlak kurallarının uygulanmasında,
özellikle sosyal düzenin sağlıklı işletilmesinde sadece bu motiflere dayanan
bir ahlak tam olarak saygıya değer sayılamayacağından, Kuran ve sünnette
Allah'ı en yüksek derecede sevmek, O'nun hoşnutluğuna layık olmak ve O'ndan
hoşnut olmak temel ahlaki motif olarak gösterilmiş; doğru inanç ve temiz
yaşayışın en yüksek gayesinin Allah rızası olduğu vurgulanmıştır. (age. s. 7-8)
Sorulması gereken diğer bir önemli soru ise şudur: İslamiyete göre bir
insanın herhangi bir dine ya da İslama inanmadığı halde, ahlaklı olması
mümkün müdür? Yani ahlakın tüm gereklerine göre yaşayan ancak inancı
olmayan bir insanı, İslam ahlaklı sayacak mıdır? İnanç ile ahlak arasında
kurulan bağ, özellikle de ahlakın Allah'a karşı yerine getirilmesi
gereken bir görev olarak kabulü, cevabın olumsuz olduğunu ortaya koymaktadır.
İslamda ahlaki terakkinin ulaşacağı son nokta insanın tüm niyetlerini ve
davranışlarını Allah'ın emrine ve rızasına uygun düşüp, düşmeyeceği ölçüsüne
göre değerlendirmesidir.(age. s.8)
O halde İslamiyet, dinden bağımsız bir ahlaklılığı kabul etmemekte,
bunun olabilirliğini dahi tartışmamaktadır. O zaman dinin ana
fonksiyonunun inanç ve iman olduğu, bunun doğal sonucunun da ahlak olacağı
açıktır. Bu açıdan konuya yaklaşıldığında, ahlakin göstergesi olan erdemlerin
varlığı, İslamiyette ahlakı tanımlamak için yeterli değildir. Bu erdemlere
mutlak inanç ve imanın da eklenmesi gerekmektedir.
Ahlak teorileri açısından konuya yaklaşıldığında İslamın mutlak
ahlak anlayışını esas alan, Tanrı merkezli bir modeli benimsediği
ortadadır.
Sıkça sorulan ve tartışılan bir soru, burada da ister istemez akla
gelmektedir. İslam ahlakı amacına ulaşmış mıdır? İslamiyet ahlaklı bir toplum
yaratabilmiş midir?
İslam'daki Tevhid (Birlik) prensibi, Allah'ın birliği esasına
dayalıdır. Allah'ın zatında, sıfatlarında ve fiilerinde bir olmasıdır...
Ortağının bulunmamasıdır...Zatta birdir demek, bölümü, parçası ve kısmı yok
demektir...sıfatta birdir demek, benzeri, misli yok demektir...fiilerinde
birdir demek, ortağı yoktur demektir. Allah'ın bu özelliği, O'nun getirdiği
esaslarda da kendini gösterir. Tevhid, kişinin ruhi yapısında ahengi,
akıl-irade ve hareket işbirliğini gösterdiği için insanın ideallerinden
birini oluşturur. Kişinin hırsı, ihtirası ve şehveti üzerinde tam bir
kontrole sahip olmayı işaret eder. Bundan başka kişinin söylediği ile
yaptığı arasında bir uygunluğu da gerçekleştirir. Allah'a iman ahlaki bir
yaşantının ön şartıdır. Ama iman sadece sözlü bir tasdikten ibaret olmamalı, Allah'ın
iradesine tam bir teslimiyetin yönlendirdiği halet-i ruhiyenin bulunduğuna
delalet eden iyi amellerle de desteklenmelidir. İslamın tevhid düşüncesinden
hareketle getirdiği ahlak, içe sindirilmiş, benimsenmiş, yaşayan bir
ahlaktır. İşte başta sorulan soruyu bu kıstasa göre cevaplamak gerekir. Bu
amaca ulaşılmış mıdır?
İslam ahlakını bireysel olarak uygulayan ve örnek oluşturan insanlar,
şüphesiz ki vardır. Ancak olaya toplum ahlakı bakımından yaklaşıldığında
buna olumlu cevap vermek mümkün değildir. Bu olumsuzluk, sadece
İslamiyet için değil, tüm diğer dinler için de söz konusudur. Ahlaki
kurallar, kutsal metinlerden yaşama indirgenememiş, dilin söylediği ile
davranışların sergilediği arasında bir uyum sağlanamamıştır. Dinler nefsin
terbiyesini, her türlü aşırı istek ve tutkulardan kurtulmayı önemle önermelerine
rağmen, insanı bundan vazgeçirmiş gibi görünmemektedirler.
İslam ülkelerindeki ahlaki yozlaşma, dinin ahlaklılık konusunda yeterli
bir garanti teşkil etmediğini ortaya koymaktadır. Profesör Seyyid Hüseyin
el-Attas'ın Toplumların Çöküşünde Rüşvet adlı kitabından...Pakistan'la
ilgili şu satırlara göz atalım: Başlangıçta rüşvet daha az idi ve daha çok
alt kademelerde bulunan memurlar tarafından alınmakta idi. Zamanla büyük
gelişmeler gösterdi. Alanla veren arasında sıkı ilişkiler kuruldu.
Yolsuzlukların yürütülebilmesi için çeteler, teşkilatlar kuruldu. Bürokratlar
ve iş adamları arasındaki bağlar güçlendi. Büyük çaplı fırıldaklar
döndürülmeye başlandı. Simsarlar, tefeciler boy göstermeye başladılar.
Başlangıçta yolsuzluklar gizli kapaklıydı. Daha sonraları gizlenmesine gerek
görülmeksizin hükümet dairelerinde icra edilir oldu.
Profesör el-Attas'ın kitabından öğrendiğimize göre, anayasasına göre
bir İslam cumhuriyeti olan Pakistan'da rüşvet, yolsuzluk ve kokuşma
korkunç boyutlara ulaşmıştır. Eser Hindistan, Malezya ve Endonezya'daki
yolsuzluk ve kokuşma ile de ilgili bilgi vermektedir... İslam
dini rüşvet alıp vermeyi, emanetlere hıyanet etmeyi, her türlü yolsuzluğu,
haksızlığı, kokuşmayı şiddetle yasak ettiği, bunlara karşı dünyevi ve uhrevi
hükümler ve müeyyideler koyduğu halde, Pakistan gibi bir İslam ülkesinde
rüşvet, yolsuzluk ve kokuşma nasıl olabilmektedir?
Bu satırlar Mehmet Şevket Eygi'ye ait. Yazar, olanca içtenliği ile
İslam dünyasında yaşanan ahlak bunalımını ortaya döküyor ve sorguluyor. Son
derece önemli noktalara da parmak basıyor. Rüşvet ve yolsuzluğun
yaygınlaşmasının birinci sebebi paranın put haline gelmiş olmasıdır diyor
ve devam ediyor: Bu ortam içinde bazı zayıf ve ahlaksız Müslümanlar, kötü
işler yapmak için uyduruk fetvalar, ruhsatlar aramaya başlamıştır. İslamın
kesin olarak yasakladığı bazı şeyler için Darü-l harpte bunu işlemeye cevaz
var mıdır? diye sahte müftülere sorulmakta ve onlardan da fetva alınmaktadır.
Böylece toplumu çürüten nice kötülük ve kokuşma, dinlerini dünyevi
menfaatlerine değişen yarı mühtedilerin çıkarcılığı yüzünden zuhur etmiştir...
Türkiye'deki dinsiz, ateist, hedonist kesimin rüşvete, yolsuzluğa, kokuşmaya
bulaşmış olması normal karşılanabilir. Ancak Pakistan gibi bir İslam
ülkesinde rüşvet ve kokuşma olması çok düşündürücüdür.
Din devleti olmak, müslüman olmak, ibadeti yerine getirmek, görüldüğü gibi
ahlaklı olmaya yetmiyor, ahlakın göstergesi de olamıyor. Eygi'nin de şaşkınlıkla
dile getirdiği onca dünyevi ve uhrevi hüküm ve müeyyide, bugünün insanını
ahlaklı kılmakta pek de yeterli değil.
O halde ahlakın yegane kaynağı olarak dinleri görmek ve toplumsal
ahlakın gelişimini dine bağlamak pek anlamlı bir iddia olmamaktadır.
O zaman karşımıza ikinci bir soru çıkmaktadır. Dinler, ilk ortaya çıktıklarında
toplumun ahlaki değerlerindeki yükselişi nasıl sağlamışlardır?
Bunun en açık örneği, İslamiyet öncesi ve sonrası İslam toplumunda
görülebilir. Cahilliyye dönemine hakim olan Arap gelenekleri
özellikle puta tapmak, güçlü olanın zayıfı ezmesi, affa yer vermeyen barbar
adetleri, vahşet mantalitesi, sürekli çekişme ve savaşlara sebep olan
kabilecilik anlayışı, kan davaları, kadının toplumda eşya muamelesi görmesi,
fuhuşun yaygınlığı gibi başlıklarla özetlenebilir.
Ancak, İslam öncesi Arap toplumunun her türlü erdemden, tamamen
yoksun olduğunu iddia etmek de mümkün değildir. Zira hiçbir erdemi
tanımayan toplumların, yeni bir dini anlamaları, inanmaları ve ona
uymaları hemen hemen imkansızdır. Bunun açık örneğini Kuran, Sodom halkının
Allah tarafından islah edilemez kabul edilip, helak edilmesi ile
vermektedir. O halde, Arap toplumunda da dini anlayacak ve yüceliğini
idrak edecek, asgari düzeyde de olsa bir alt yapının olması gerekmektedir.
Bu alt yapmın en önemli özelliği, puta tapmanın yani çok tanrıcılığın
yanısıra, Allah adını verdikleri ve diğer tanrıların üstünde bir Yüce
Tanrı'nın varlığına da inanmalarıdır. Bu inancın çok berrak olmamakla
birlikte mevcut olması, onların tehlike ile yüzyüze gelince ve zaman zaman da
olsa Allah'a dua etmeleri İslamiyetteki Tek Tanrı düşüncesini kabul
etmelerini ve O'nun ahlaki emirlerine uymalarını kolaylaştırmıştır.
Diğer yandan İslam öncesi Arap toplumundaki en yüksek erdemler savaşta
kahramanlık, kötü kadere katlanma, kendi kabilesinden olana sadakat, yoksul
ve ihtiyaçta olanlara cömertlik, misafire ve yolcuya misafirperverlik ve
intikam alma duygusunu sürdürme idi. (Agm, s.158) Dürüstlüğün de önemli bir
erdem sayıldığı, Peygamber'e verilen Muhammed-ül Emin sıfatı ile ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca Arap Tanrılarına verilen isimler, bazı erdemleri
sembolize etmektedir. Örneğin rida, iyi istek ve arzu duyulan anlamına gelen;
vedd, dostluk, muhabbet anlamına gelen; menaf, yükseklik (agm;152) anlamına
gelen tanrı isimleridir. Toplum bu değerlerin önemini kabul ettiğini ancak
bunların ulaşılması zor, tanrısal erdemler olduğunu, bu isimlendirme ile
ortaya koymuştur.
Dolayısıyla İslamiyet boş bir alanda değil, bazı verimli tohumlara sahip
bir kavmin içinde yeşermiştir.
İslamiyetin kabulü ve yayılmasında Peygamberin ve yanındakilerin
kişilikleri ve sahip oldukları ahlaki erdemler de şüphesiz büyük rol
oynamıştır. Nitekim Profesör Seyyid Hüseyin el-Attas, Ahlaki donanımları
yeterli derecede mükemmel olan yeterli sayıda insanın desteği olmaksızın,
yolsuzluklarla başa çıkmak için girişilen her çaba sonuçsuz kalmaya mahkumdur
diyerek, dini yaşayan kadroların ahlakı yerleştirmedeki önemine dikkat
çekmektedir.
İslamiyet getirdiği teşvik ve yasaklarla ilkel Arap toplumunun ahlaki
değerlerini yeniden düzenlemiş ve temel erdemlerin yerleşmesine büyük
hız katmıştır. Bu yeni düzenlemelerde ahlaklı olmayı Allah'a inanmanın
en önemli göstergesi sayarken, İslam ümmetinin birbirine kardeşçe bağlarla
bağlanmasını, yardımlaşmasını, kötülüğe karşı iyilikle mücadele etmelerini
ve her türlü kötülüğün kaynağı olan nefisleri kontrol altına alarak aşırı
istek ve heveslerden uzaklaşılmasını emretmiştir. Bunları gerçekleştirebilenlere
de Cennet'i vaad etmiştir. Ra'd suresinin 20-22 ayetlerinde, Allah'la ahdini
bozmayan, akraba ve müminlerle ilişkisini kesmeyen, bütün peygamberlere
inanan, hesaptan korkan, nefsinin gücüne giden şeylere sabreden, namazı kılan,
kendilerine verilen rızıktan hayır yolunda harcayan, kötülüğü iyilikle
savanların Cennet'e girebilecekleri anlatılmaktadır. İslamda dünya hayatı
önemli olmakla birlikte, dünya hayatının ana amacı ahiretteki hayatın güzelleştirilmesidir
ve ona hazırlık mahiyetini taşır. Çünkü dünya hayatı geçici, ahiret hayatı
ise kalıcıdır. O halde Cennet, inançlı, imanlı ve ahlaklı insanın en büyük
ve ebedi ödülü olmaktadır.
İnsan, doğası gereği çok hızlı tekamüle uğrayabilecek bir varlık değildir.
Kötülüğü bir anda iyiliğe dönüştürmek, nefsani taleplerden kısa sürede
kurtulup, gönül rahatlığı ile ve hiç zorlanmadan daha az ile yetinebilmek
çok zordur. Ancak vaad ve korku, içte duyulan gizli hevesleri dizginlemenin,
arzuları bastırarak, emirlere itaatkar davranmanın teşviki bakımından etkili
yöntemlerdir. Bu nedenle Kuran, korku ve ödül ikilemini insanların önüne
koymuş ve son derece canlı tasvirlerle Allah'ın ödülü olan Cennet'le, cezası
olan Cehennem'i anlatarak, toplumu hızla islah etmeye çalışmıştır.
Ancak Kuran'ı tarafsız gözle okuyan pekçok kişinin dikkatini çeken
önemli bir husus, dünya hayatında nefsin islahı için çalışan insanın,
Cennet'te buna ihtiyacının hiç kalmamasıdır. Zira cennet, ihtişamlı bir
yaşam vaad etmektedir. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler
giyerek,(Kuran-ı Kerim; Duhan suresi/53) astarları kalın atlastan yataklara
yaslanıp (age; Rahman suresi/54), altın ve cevahirle işlenmiş tahtlar
üzerinde,(age; Vakıa suresi/15) yanlarında gümüşten kaplar, billur
kupalar (age; İnsan suresi/15)la gümüşten bilezikler takınmış (age; İnsan
suresi/21) olarak içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan
ırmaklar (age; Muhammed suresi/15) akan Cennette hertürlü meyva, et, yiyecek
daha az gayretle, daha kolaylaştırılmış yöntemlerle ahlaklı yaşamanın yollarını
açarak, birer ahlak devrimi başlatmışlardır.
Neden daha az gayretle ?
Çünkü endüksiyona dayalı metod, bireysel ve toplumsal deneyimlerden ahlak
kurallarını çıkarmak gibi, aklı ve muhakeme gücünü gerekli kılan bir çaba
istemektedir. Kaldı ki bu çaba içindeki bireyin, kişisel arzu ve ihtiraslardan
kendini soyutlayarak, doğru ahlak kurallarına ulaşması her zaman mümkün
değildir. Bu kuralların anonimleşmesi ise ayrıca bir zorluk yaratmaktadır.
Ancak endüksiyona dayalı ahlaklarda, kuralların toplumsal gelişime
paralel olarak geliştirilmeleri mümkündür. Endüksiyon, evrimci ahlak
anlayışını da beraberinde getirmektedir. Din ve metafiziğe dayalı mutlak
ahlak anlayışları ise, evrime kapalı olma özelliği gösterirler.
Belli bir ahlak kuralının, zamana, koşullara, toplumun içindeki çeşitli
gruplara, üretim ve bölüşüm ilişkilerine, korunma, savunma koşullarına,
aile içi sorumluluklara, vs. göre yorumu, genellikle dine dayalı
mutlak ahlakın kesin kuralları karşısında bireyi zorlamaktadır. Oysa
endüksiyona dayalı ahlak kuramı içinde, ahlak nomunun genelden özele
indirgenmesi ve uygulanabilir bir gerçekçiliğe erişmesi daha kolaydır. O
zaman da ahlakın başta yapılan tanımındaki gibi, yalnızca bir kurallar demeti
olmaktan çıkıp, iradeli bir davranış haline gelmesi mümkün olabilmektedir.
Ahlakın bireysel ve toplumsal olarak iki ayrı boyutta incelenmesi
gerekir. Bireysel açıdan ahlak, kişinin huzurlu yaşaması açısından önem
taşımaktadır. Huzur, gerek dünyadaki yaşamı süresince, gerek dini inanışa
göre ölümden sonraki sonsuz ruhsal yaşamı süresince vaadedilenlere
ulaşmak bakımından bireye bir moral güç vermektedir. Yine ahlaklı yaşamın
toplumsal ilişkiler açısından da taşıdığı önem büyüktür. Ahlaklı bir toplumda
yaşamanın bireye verdiği güven, toplumsal ilişkilere getirdiği
düzen inkar edilemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle ahlakın, toplumsal
amaç ve hedefleri dikkate alarak tanımlanmasına da ihtiyaç vardır.
Toplumsal açıdan ahlak, toplumun dirlik ve düzeninin en doğal koruyucusu
olup, o toplumu oluşturan bireylerin karşılıklı haklarını, ödevlerini
güvence altına alan ve gelişimlerini sağlayabilecekleri ortamı oluşturan,
benimsenmiş kurallar olarak tanımlanabilir.
Ahlakın odak noktası insandır. Bu nedenle insanın moral eğitimini
gerçekleştirmesi, ahlak normlarına olan duyarlılığı ile doğrudan bağlantılıdır.
Moral eğitim, bireysel gelişimin de önemli bir unsuru olarak kabul
edilmelidir. Çünkü bir dünya görüşünün kazanılmasında, insana bakış açısında
ve temel hakların belirlenmesinde ahlaki değerler önemli yer tutar.
Ahlakın dünya görüşünü belirleyen bir değerler sistemi oluşu, statik ya da
mutlak ahlak anlayışlarının tartışılabilirlik olgusunu da gündeme getirmektedir.
Diğer bir ifade ile ahlak anlayışımız, dünyaya açılan penceremizdir. Öğrenilen
doğru ve yanlış kalıpları, olayları değerlendirmenin temel kıstasını
oluşturur. Örneğin kin, intikam, kan dökücülüğün aile, ırk, millet ya da
dinin şerefi ile bütünleştirilmiş bir sosyal değerler kalıbının
benimsendiği toplumlardaki ahlak anlayışı ile, insanın ne pahasına
olursa olsun yaşama hakkı olan kutsal bir varlık olduğunu kabul eden
toplumların ahlak normları arasında fark vardır. Yine cinsiyet ayırımcılığını
doğal kabul eden toplumlarla, ayırımcılığa karşı olan toplumların ahlaki
değer kalıpları da farklılık gösterir.
Tarihsel süreç içinde yaşanan değişim dikkate alındığında, kabile
ahlakından yola çıkan insan toplumlarının, evrensel bir ahlaka doğru yol
aldıkları açıkça görülmektedir. Dünya küçülmekte, insan ilişkileri yerel
özelliklerinden sıyrılıp, globalleşmektedir. Bu değişim, insana bakış açısında
da genişleme meydana getirmektedir. Artık ırk, soy, din, mezhep, hatta
milletle sınırlı olmayan insanı odak alan bir değerler sistemi ile
bütünleşen bir dünyaya adım atılmaktadır. İletişim çağı, sadece teknik
bilginin değil, sosyal ve ahlaki değerlerin de iletilmesine yol
açmaktadır.
Değer kalıplarındaki hızlı değişim, çoğu zaman hoş karşılanmasa da,
kaçınılmazdır. Ahlakın evrenselleşmesi, bazı değerlerin ortadan kalkmasına,
bazı yeni değerlerin de kabul görmesine yol açmaktadır. Bu değişimin
değişmeyen odak noktasının dinlerde yer alan temel ahlaki prensipler
olduğunu iddia etmek mümkün müdür?
(Hem evet, hem hayır...Daha açık biçimde ifade etmek için, evrensel
ahlakın çekirdeğini dinin oluşturduğunu söyleyebilir miyiz?)
(Yoksa evrensel ahlakın oluşumunda, bir değişim mi söz konusudur? Din,
evrensel ahlakın çekirdeği olma özelliğini kısmen mi yerine getirmektedir?)
Yukarıda yer alan ortak alan, şüphesiz ki tüm dinler için, aynı
büyüklükte olmayacaktır. Ancak evrensel ahlakın oluşumunda dinin etkisi
inkar edilemez gibi görülse de, ahlak anlayışının mutlak dinsel
ahlakla sınırlı olduğu da iddia edilemez.
İnsan odaklı evrensel ahlakın oluşumunda insan hakları bilinci, eşitlik ve
özgürlük kavramları önemli yer tutmaktadır. İnsanın hangi inanca sahip
olursa olsun, ya da inancını ne yönde değiştirirse değiştirsin,
yaşamaya ve eşit muamele görmeye hakkının olduğu düşüncesi, evrensel ahlakın
insanlığa önemli bir katkısıdır. Evrensel ahlak, cinsiyet ayırımcılığına
kesinlikle yer vermeyen, hukuki yaptırımları bakımından da ayırım gözetmeyen
bir değişimi beraberinde getirmiştir. Dinlerde çok büyük önem taşıyan
cinsel ahlakla ilgili yaklaşımlar ise, evrensel ahlakta, cinsiyet
ayırımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik bir gelişme göstermektedir. Diğer
bir ifade ile, toplumun ya da ailenin namusunu, kadına fatura etmeye
yönelik dinsel ahlak normları, kadınla erkeğin, cinsel ahlak anlayışı
bakımından eşitlendiği bir değerler sistemine yerini bırakmaktadır.
Benzeri bir eşitlik sosyal sınıflar için de söz konusudur. Yanlış olan
bir davranış biçimi toplumdaki sosyal statüsü ne olursa olsun,
toplumda yaşayan tüm bireyler için yanlış olmalıdır.
Evrensel ahlakın oluşumunda büyük rolü olan dinlerdeki ahlaki değerler
sistemi üzerinde durmak, konuyu açıklık kazandıracaktır.
Tüm dinler toplum yaşamını düzenleyici ve bireyi doğru davranışa
yönlendirici ahlak kuralları getirmişlerdir. Bu kurallar dinin
ortaya çıktığı toplumun yaşam biçimi ve değerler sistemi ile de oldukça
ilişkilidir. Zira tüm dinler, ortaya çıktıkları toplumlardaki yanlış davranış
ve değer yargılarına atıf yaparak ve bu konudaki değişimi vurgulayarak yeni
bir değerler sistemini yerleştirmeyi amaçlamışlardır.
Tevratın ahlaki değerler sistemini on emir ile özetlemek mümkündür.
On emir, yapılması gerekenden önce yapılmaması gerekenleri vurgulayan
ve yasaklayan bir üsluba sahiptir. Katletmeyeceksin, zina etmeyeceksin,
çalmayacaksın, komşuna karşı yalan yere şahadet etmeyeceksin, komşunun
hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin, başka ilahlara tapmayacaksın,
putlara tapmayacaksın, Allah'ın adını boş yere ağızına almayacaksın, sept
gününe uyacaksın, anana, babana hürmet edeceksin. Açıkça görüleceği
gibi on emrin sekiz tanesi yapılmaması gerekenlerle ilgilidir ve
ahlaki hüküm mahiyetini taşıyanlar ise sadece altı tanedir. Bu emirlerin
bozulması halinde ise Tanrı'nın gazabına gelme gibi bir tehditle
karşılaşılacağı açıktır. Emirler ve yasaklarla örülü bir ahlak anlayışının,
gönül rızasına dayalı iradeli bir davranışa dönüşümü son derece zordur.
Burada sunulan ahlak ilkeleri korku egemen bir benimsetme yöntemi ile
birlikte getirilmiştir.
İsrailoğullarının tarihi bu yasakların otorite boşluğu doğar dogmaz ihlal
edildiğinin örnekleri ile doludur. Özellikle Musa'nın dağa çıkıp, bir
süre ortalıkta görülmemesi ile birlikte, kavmin derhal altın bir buzağı
yapıp, tapması emir ve otoriteye dayalı bir ahlak sisteminin ne derece
zaafiyet içinde olduğunu göstermeye yeter.
Tevratın evrensel bir din olmayıp, sadece İsrailoğullarına hitap
etmesi ve onları Tanrı'nın yegane sevgili ve seçilmiş toplumu olarak görmesi,
ahlaki değer hükümlerinin ırksal motifler taşımasına yol açmıştır. Örneğin
bir sömürü aracı olarak görülen faiz İsrailoğullarına yasaklandığı halde,
Yabancıya faizle ödünç verebilirsin fakat kardeşine faizle ödünç vermeyeceksin.(Eski
Ahid; Çıkış 23/20) ifadesinden de anlaşılacağı gibi yabancılar bu kapsamın dışında tutularak
faizle sömürülebilir sayılmaktadırlar. Bir diğer örnek de kölelik uygulaması
için verilebilir. İbrani bir köleye, altı yıl hizmetten sonra özgürlük
tanınmakta fakat aynı hak farklı ırka mensup olanlar için verilmemektedir.(Eski
Ahid; Çıkış 21/2)
Cinsiyet ayırımcılığı Tevratta da açıkça mevcuttur. Örneğin boşanma
hakkı sadece erkeğe verilmiştir. Erkek çocuk doğuran kadın, doğumdan
sonraki 9 gün boyunca murdar sayılırken, kız çocuk doğuran kadın 60
gün murdar sayılmaktadır.
Hıristiyanlıkta ise Tevrattaki on emirin İsa tarafından genişletildiği
görülmektedir. Ancak bu genişletilmeye bir üslup yumuşaklığı da eşlik
etmektedir. Bu konuda birkaç örnek verecek olursak; İşittiniz ki eski zaman
adamlarına denildi: Katletmeyeceksin ve Kim katlederse hükme müstahak
olacaktır. Fakat ben size derim: Kardeşine kızan her adam hükme müstahak
olacaktır... Zina etmeyeceksin denildiğini işittiniz, Fakat ben size derim
ki: Bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir...
Göz yerine göz, diş yerine diş denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim ki;
kötüye karşı koyma ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona ötekini de çevir...
Sen komşunu sevecek ve düşmanından nefret edeceksin denildiğini işittiniz.
Fakat ben size derim ki düşmanınızı da sevin ve size cefa edenler için dua
edin... Sadaka verdiğin zaman sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin de
sadakan gizlide olsun... Hükmetmeyin ki hükmolunmayasınız. Çünkü ne hükümle
hükmederseniz, onunla hükmolunacaksınız (Yeni Ahid; Matta Bap 5-7)
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Hıristiyanlık, ahlakı gösteriş
ahlakı olmaktan çıkarıp, benimsetmeye çalışmış ve ahlakı akıl ve vicdan
çerçevesinde yorumlamıştır. Ancak Tanrı korkusu, tüm inanç sistemlerinde
olduğu gibi Hıristiyanlıkta da ahlaklı olmaya yönlendiren bir motif olma
özelliğini korumuş ve bu dünyadaki iyilik ve kötülüklerin öbür dünyadaki
ödül ve mükafatlarla karşılanacağı inancı aşılanmaya çalışılmıştır.
İslamiyet, ahlaka büyük önem veren bir dindir. Hz. Muhammed, Ben ahlakın
güzelliklerini tamamlamak için gönderildim. diyerek, tebliğ görevinde
ahlaka verilen önemi açıkça anlatmıştır. Kuran'da yer alan ahlaki
kurallar, hayat verici, hayatı zenginleştirici niteliktedir. Nahl
suresinin 97. ayetinde, Erkek ve kadınlardan her kim inanmış olarak iyi bir
iş yaparsa, onu dünyada hoş bir hayatla yaşatırız... Ahirette ise onların
ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz. diyerek, bu konuya açıklık
getirilmektedir. Ancak ahlaklı insana vaadedilen iyi yaşamın şartı,
inanarak ahlaklı olmaktır. Kuran'ın ideali, aşırılıklardan arınmış, orta yolu
izleyen, sağlıklı bir toplum yaratmaktır. Bunun için de insanlar, dünyada
kendilerine sunulan iyi şeyleri almak, ancak aşırılığa varmadan
kullanarak yaşamak durumundadırlar. Kuran, Araf suresinin 31. ayetinde, Ey
Adem oğulları, her mescide gidişinizde, süslü, güzel elbiselerinizi üzerinize
alın, yeyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü O israf edenleri sevmez.
diyerek bu yaşam modelinin sınırlarını çizmektedir.
İslamın ahlaki öğretisi adalet, hikmet, cesaret, dürüstlük, yardımlaşma,
ahde vefa, çalışarak kazanma, tevazu, şefkat, bağışlamak, sabır, saygı,
cömertlik gibi erdemleri teşvik etmektedir. Buna karşılık yalancılık,
haksızlık, kibir, gurur, gıybet (dedikodu), kin, kötülük, alaycılık,
korkaklık, tembellik, hainlik, fitnecilik, fesatçılık, cimrilik,
vefasızlık, saygısızlık gibi davranışları yasaklamaktadır.
İyilik, Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sebeple insanların iyiliğe yönelik
içgüdülerine uygun davranmaları bir zorunluluk olmaktadır. Allah,
herkese, herşeye iyiliğini yaydığı, iyilik yapanları sevdiği için iyilik
yapılmalıdır. Bakara suresi 195 ayetinde, Mallarınızı Allah yolunda
harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin,
doğrusu Allah, iyilik edenleri sever. denilmektedir.
Adalet, Kuran'ın ahlaki bir ideal olarak benimsenmesini öğütlediği ilahi
bir sıfattır. Allah, insanların birbirlerine karşı adil olmalarını emrederken,
kendisi de adaletle hükmetmektedir. Müminlere kendileri, aileleri, yakınları
aleyhine bile olsa, zengin-yoksul ayırımı yapmadan adaleti uygulamaları
emredilmiştir. Nisa suresi 135. ayetinde, Ey inananlar, adaleti tam yerine
getirerek Allah için şahitlik edenlerden olun. Kendinizin, ana, babanızın ve
yakınlarınızın aleyhine bile olsa, şahitlik ettiğiniz kimseler zengin veya
fakir de olsalar adaletten ayrılmayın denilmektedir. Adaletin ölçüsü olarak
insanlara sunulan ise Kuran'ın hükümleridir. Hadid suresinin 25 ayetinde,
Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber
Kitab'ı ve adalet ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler
denilerek konu açıklığa kavuşturulmaktadır. Adalet, kişilerin sözlerinde ve
hareketlerinde doğru olmalarını, ahidleştiklerinde ahidlerini gözetmelerini,
üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirmelerini gerektirmektedir. Ayrıca
Kuran'da müminlere, adaletin uygulandığı bir sistem kurmaları, yeryüzünde
kötülüğün yaygınlaşmasını doğuracak, bozgunculuk yapma, ölçü ve tartıda hile
yapma, insanların ellerinden mallarını haksızca alma gibi fullerde bulunmamaları
tavsiye edilmektedir.
Hz. Muhammed ise insanlara şu altı konuya dikkat ettikleri
takdirde mutlu olacaklarını söylemiştir:
Bunlardan ilki, doğruluktur. Peygamber'in bir hadisinde Şüphesiz
ki doğruluk insanı tam hayra ulaştırır. Tam hayır da cennete götürür. Yalan
söylemek ise ise insam gerçekten kötülüğe ulaştırır. Kötülük de cehenneme
götürür. dediği rivayet edilmektedir. Doğruluktan söz ederken yalan
yere tanıklık etmenin de önemi belirtilmiş ve bir başka hadiste; Yalancı
tanıklıktan uzaklaşın. Bir kimse bir müslümanın aleyhine yalan yere
tanıklık ederse cehennemde yerini hazır bilsin. denilmektedir.
Ayrıca Hz. Muhammed, verilen sözü yerine getirmek, emanete hıyanet
etmemek, namuslu ve dürüst olmak, haramdan kaçınmak, yasak olan şeyleri
yapmamak gibi konulara da dikkat çekmiştir.
İslamda ahlaklı olmanın en kestirme yolu, Allah'ın ve Peygamberin
emirlerine uymak, olarak özetlenebilir. Ayrıca İslamda peygamber,
ümmete mükemmel bir ahlaki model olarak da sunulmuştur. Peygamberin
ahlakı, sanki İslam ahlakının yaşayan bir örneği, onun davranışları,
ahlakın özeti gibi kabul edilmektedir. Peygamberin bu konudaki
örnekliği, yaşamından sonra da devam etmiştir. Peygamberin örnekliği,
Kuran'da şöyle anlatılmıştır. Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için
Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için, uyulacak en
güzel örnek vardır. (Ahzap/21)
İslam ahlakı bakımından çok önemli bir nokta, ahlakın Allah'a karşı
yerine getirilmesi gereken bir görev ve sorumluluk olarak kabul
edilmesidir. İnsan, ahlaklı olup, olmama konusunda Allah'la karşı karşıyadır.
Çünkü insan ruhu ile Allah arasında, ruhların ilk yaradılışında yapılan bir
mukavele vardır. Bu mukavele ile insana doğuştan Allah'ı tanıma sezgisi
verilmiş ve O'nu inkar için herhangi bir bahanelerinin kalması önlenmiştir.
O'nu inkar etmek, yaradılışta varolan bu sezgiye ve yapılan mukaveleye
karşı gelmektir. Dolayısıyla Allah'ın ayetlerini inkar etmek, şuurlu
olarak işlenen bir suç, şeytana uymak olmaktadır ki, bunun da cezası büyüktür.
Kuran A'raf suresi 172-173. ayetlerde bunu anlatmaktadır. Rabbin, Adem
oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine
şahit tutmuştu. Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye. Evet (buna) şahidiz
dediler. Kıyamet günü biz bundan habersizdik demiyesiniz. Yahut, Ne
yapalım daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra
gelen bir nesil olduğumuz için öyle yaptık. Gerçekleri iptal edenlerin
yaptıkları yüzünden bizi helak mı ediyorsun? demeyeseniz diye (sizin
Rabbiniz olduğum hakkında sizi şahit tutmuştuk). İşlenen zerre kadar
kötülüğün cezalandırılacağı, zerre kadar hayrın da ödüllendirileceği
Kuran'da yer almaktadır.
Bu ceza ve ödül nasıl belirlenecektir? Bunun cevabını da Kuran şöyle vermektedir:
Her kişinin fiilerini kendi boynuna taktık. Kıyamet günü onun için her şeyin
kaydedildiği bir kitap çıkaracağız ki, şahıs o kitabı önünde açılmış olarak
görecektir. Ona Oku kitabını bugün, sana hesap görücü olarak, kendi benliğin
yeter denilecektir. (İsra suresi 13-14) Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi,
kişinin dünyadaki iyi ve kötü eylemleri onun kitabına kaydedilmekte ve bunun
hesabı da Kıyamet günü sorulmaktadır. O halde ahlaki görevini yerine
getirmeyenler için azap, kaçınılmaz bir son olmaktadır. Çünkü İslamın
getirdiği ahlak ilkelerine uymamak, aynı zamanda Allah'a ve Resulüne de
karşı gelmek ve ruhların yaradılışında Allah'la yapılan ahdi bozmaktır.
Bu ayetlerin de açıkça ortaya koyduğu gibi, İslam'da bireyi ahlaklı olmaya
iten iki temel etken mevcuttur. Öncelikle İslamda bütün ahlaki vazifeler,
uhrevi müeyyidelere bağlanmış, iyiler için cennet vaad edilmiş, kötüler
cehennemle tehdit edilmiştir. Böylece ödül ve ceza, ahlakı teşvik edici
önemli unsurlar olmaktadır. Ancak ahlak kurallarının uygulanmasında,
özellikle sosyal düzenin sağlıklı işletilmesinde sadece bu motiflere dayanan
bir ahlak tam olarak saygıya değer sayılamayacağından, Kuran ve sünnette
Allah'ı en yüksek derecede sevmek, O'nun hoşnutluğuna layık olmak ve O'ndan
hoşnut olmak temel ahlaki motif olarak gösterilmiş; doğru inanç ve temiz
yaşayışın en yüksek gayesinin Allah rızası olduğu vurgulanmıştır. (age. s. 7-8)
Sorulması gereken diğer bir önemli soru ise şudur: İslamiyete göre bir
insanın herhangi bir dine ya da İslama inanmadığı halde, ahlaklı olması
mümkün müdür? Yani ahlakın tüm gereklerine göre yaşayan ancak inancı
olmayan bir insanı, İslam ahlaklı sayacak mıdır? İnanç ile ahlak arasında
kurulan bağ, özellikle de ahlakın Allah'a karşı yerine getirilmesi
gereken bir görev olarak kabulü, cevabın olumsuz olduğunu ortaya koymaktadır.
İslamda ahlaki terakkinin ulaşacağı son nokta insanın tüm niyetlerini ve
davranışlarını Allah'ın emrine ve rızasına uygun düşüp, düşmeyeceği ölçüsüne
göre değerlendirmesidir.(age. s.8)
O halde İslamiyet, dinden bağımsız bir ahlaklılığı kabul etmemekte,
bunun olabilirliğini dahi tartışmamaktadır. O zaman dinin ana
fonksiyonunun inanç ve iman olduğu, bunun doğal sonucunun da ahlak olacağı
açıktır. Bu açıdan konuya yaklaşıldığında, ahlakin göstergesi olan erdemlerin
varlığı, İslamiyette ahlakı tanımlamak için yeterli değildir. Bu erdemlere
mutlak inanç ve imanın da eklenmesi gerekmektedir.
Ahlak teorileri açısından konuya yaklaşıldığında İslamın mutlak
ahlak anlayışını esas alan, Tanrı merkezli bir modeli benimsediği
ortadadır.
Sıkça sorulan ve tartışılan bir soru, burada da ister istemez akla
gelmektedir. İslam ahlakı amacına ulaşmış mıdır? İslamiyet ahlaklı bir toplum
yaratabilmiş midir?
İslam'daki Tevhid (Birlik) prensibi, Allah'ın birliği esasına
dayalıdır. Allah'ın zatında, sıfatlarında ve fiilerinde bir olmasıdır...
Ortağının bulunmamasıdır...Zatta birdir demek, bölümü, parçası ve kısmı yok
demektir...sıfatta birdir demek, benzeri, misli yok demektir...fiilerinde
birdir demek, ortağı yoktur demektir. Allah'ın bu özelliği, O'nun getirdiği
esaslarda da kendini gösterir. Tevhid, kişinin ruhi yapısında ahengi,
akıl-irade ve hareket işbirliğini gösterdiği için insanın ideallerinden
birini oluşturur. Kişinin hırsı, ihtirası ve şehveti üzerinde tam bir
kontrole sahip olmayı işaret eder. Bundan başka kişinin söylediği ile
yaptığı arasında bir uygunluğu da gerçekleştirir. Allah'a iman ahlaki bir
yaşantının ön şartıdır. Ama iman sadece sözlü bir tasdikten ibaret olmamalı, Allah'ın
iradesine tam bir teslimiyetin yönlendirdiği halet-i ruhiyenin bulunduğuna
delalet eden iyi amellerle de desteklenmelidir. İslamın tevhid düşüncesinden
hareketle getirdiği ahlak, içe sindirilmiş, benimsenmiş, yaşayan bir
ahlaktır. İşte başta sorulan soruyu bu kıstasa göre cevaplamak gerekir. Bu
amaca ulaşılmış mıdır?
İslam ahlakını bireysel olarak uygulayan ve örnek oluşturan insanlar,
şüphesiz ki vardır. Ancak olaya toplum ahlakı bakımından yaklaşıldığında
buna olumlu cevap vermek mümkün değildir. Bu olumsuzluk, sadece
İslamiyet için değil, tüm diğer dinler için de söz konusudur. Ahlaki
kurallar, kutsal metinlerden yaşama indirgenememiş, dilin söylediği ile
davranışların sergilediği arasında bir uyum sağlanamamıştır. Dinler nefsin
terbiyesini, her türlü aşırı istek ve tutkulardan kurtulmayı önemle önermelerine
rağmen, insanı bundan vazgeçirmiş gibi görünmemektedirler.
İslam ülkelerindeki ahlaki yozlaşma, dinin ahlaklılık konusunda yeterli
bir garanti teşkil etmediğini ortaya koymaktadır. Profesör Seyyid Hüseyin
el-Attas'ın Toplumların Çöküşünde Rüşvet adlı kitabından...Pakistan'la
ilgili şu satırlara göz atalım: Başlangıçta rüşvet daha az idi ve daha çok
alt kademelerde bulunan memurlar tarafından alınmakta idi. Zamanla büyük
gelişmeler gösterdi. Alanla veren arasında sıkı ilişkiler kuruldu.
Yolsuzlukların yürütülebilmesi için çeteler, teşkilatlar kuruldu. Bürokratlar
ve iş adamları arasındaki bağlar güçlendi. Büyük çaplı fırıldaklar
döndürülmeye başlandı. Simsarlar, tefeciler boy göstermeye başladılar.
Başlangıçta yolsuzluklar gizli kapaklıydı. Daha sonraları gizlenmesine gerek
görülmeksizin hükümet dairelerinde icra edilir oldu.
Profesör el-Attas'ın kitabından öğrendiğimize göre, anayasasına göre
bir İslam cumhuriyeti olan Pakistan'da rüşvet, yolsuzluk ve kokuşma
korkunç boyutlara ulaşmıştır. Eser Hindistan, Malezya ve Endonezya'daki
yolsuzluk ve kokuşma ile de ilgili bilgi vermektedir... İslam
dini rüşvet alıp vermeyi, emanetlere hıyanet etmeyi, her türlü yolsuzluğu,
haksızlığı, kokuşmayı şiddetle yasak ettiği, bunlara karşı dünyevi ve uhrevi
hükümler ve müeyyideler koyduğu halde, Pakistan gibi bir İslam ülkesinde
rüşvet, yolsuzluk ve kokuşma nasıl olabilmektedir?
Bu satırlar Mehmet Şevket Eygi'ye ait. Yazar, olanca içtenliği ile
İslam dünyasında yaşanan ahlak bunalımını ortaya döküyor ve sorguluyor. Son
derece önemli noktalara da parmak basıyor. Rüşvet ve yolsuzluğun
yaygınlaşmasının birinci sebebi paranın put haline gelmiş olmasıdır diyor
ve devam ediyor: Bu ortam içinde bazı zayıf ve ahlaksız Müslümanlar, kötü
işler yapmak için uyduruk fetvalar, ruhsatlar aramaya başlamıştır. İslamın
kesin olarak yasakladığı bazı şeyler için Darü-l harpte bunu işlemeye cevaz
var mıdır? diye sahte müftülere sorulmakta ve onlardan da fetva alınmaktadır.
Böylece toplumu çürüten nice kötülük ve kokuşma, dinlerini dünyevi
menfaatlerine değişen yarı mühtedilerin çıkarcılığı yüzünden zuhur etmiştir...
Türkiye'deki dinsiz, ateist, hedonist kesimin rüşvete, yolsuzluğa, kokuşmaya
bulaşmış olması normal karşılanabilir. Ancak Pakistan gibi bir İslam
ülkesinde rüşvet ve kokuşma olması çok düşündürücüdür.
Din devleti olmak, müslüman olmak, ibadeti yerine getirmek, görüldüğü gibi
ahlaklı olmaya yetmiyor, ahlakın göstergesi de olamıyor. Eygi'nin de şaşkınlıkla
dile getirdiği onca dünyevi ve uhrevi hüküm ve müeyyide, bugünün insanını
ahlaklı kılmakta pek de yeterli değil.
O halde ahlakın yegane kaynağı olarak dinleri görmek ve toplumsal
ahlakın gelişimini dine bağlamak pek anlamlı bir iddia olmamaktadır.
O zaman karşımıza ikinci bir soru çıkmaktadır. Dinler, ilk ortaya çıktıklarında
toplumun ahlaki değerlerindeki yükselişi nasıl sağlamışlardır?
Bunun en açık örneği, İslamiyet öncesi ve sonrası İslam toplumunda
görülebilir. Cahilliyye dönemine hakim olan Arap gelenekleri
özellikle puta tapmak, güçlü olanın zayıfı ezmesi, affa yer vermeyen barbar
adetleri, vahşet mantalitesi, sürekli çekişme ve savaşlara sebep olan
kabilecilik anlayışı, kan davaları, kadının toplumda eşya muamelesi görmesi,
fuhuşun yaygınlığı gibi başlıklarla özetlenebilir.
Ancak, İslam öncesi Arap toplumunun her türlü erdemden, tamamen
yoksun olduğunu iddia etmek de mümkün değildir. Zira hiçbir erdemi
tanımayan toplumların, yeni bir dini anlamaları, inanmaları ve ona
uymaları hemen hemen imkansızdır. Bunun açık örneğini Kuran, Sodom halkının
Allah tarafından islah edilemez kabul edilip, helak edilmesi ile
vermektedir. O halde, Arap toplumunda da dini anlayacak ve yüceliğini
idrak edecek, asgari düzeyde de olsa bir alt yapının olması gerekmektedir.
Bu alt yapmın en önemli özelliği, puta tapmanın yani çok tanrıcılığın
yanısıra, Allah adını verdikleri ve diğer tanrıların üstünde bir Yüce
Tanrı'nın varlığına da inanmalarıdır. Bu inancın çok berrak olmamakla
birlikte mevcut olması, onların tehlike ile yüzyüze gelince ve zaman zaman da
olsa Allah'a dua etmeleri İslamiyetteki Tek Tanrı düşüncesini kabul
etmelerini ve O'nun ahlaki emirlerine uymalarını kolaylaştırmıştır.
Diğer yandan İslam öncesi Arap toplumundaki en yüksek erdemler savaşta
kahramanlık, kötü kadere katlanma, kendi kabilesinden olana sadakat, yoksul
ve ihtiyaçta olanlara cömertlik, misafire ve yolcuya misafirperverlik ve
intikam alma duygusunu sürdürme idi. (Agm, s.158) Dürüstlüğün de önemli bir
erdem sayıldığı, Peygamber'e verilen Muhammed-ül Emin sıfatı ile ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca Arap Tanrılarına verilen isimler, bazı erdemleri
sembolize etmektedir. Örneğin rida, iyi istek ve arzu duyulan anlamına gelen;
vedd, dostluk, muhabbet anlamına gelen; menaf, yükseklik (agm;152) anlamına
gelen tanrı isimleridir. Toplum bu değerlerin önemini kabul ettiğini ancak
bunların ulaşılması zor, tanrısal erdemler olduğunu, bu isimlendirme ile
ortaya koymuştur.
Dolayısıyla İslamiyet boş bir alanda değil, bazı verimli tohumlara sahip
bir kavmin içinde yeşermiştir.
İslamiyetin kabulü ve yayılmasında Peygamberin ve yanındakilerin
kişilikleri ve sahip oldukları ahlaki erdemler de şüphesiz büyük rol
oynamıştır. Nitekim Profesör Seyyid Hüseyin el-Attas, Ahlaki donanımları
yeterli derecede mükemmel olan yeterli sayıda insanın desteği olmaksızın,
yolsuzluklarla başa çıkmak için girişilen her çaba sonuçsuz kalmaya mahkumdur
diyerek, dini yaşayan kadroların ahlakı yerleştirmedeki önemine dikkat
çekmektedir.
İslamiyet getirdiği teşvik ve yasaklarla ilkel Arap toplumunun ahlaki
değerlerini yeniden düzenlemiş ve temel erdemlerin yerleşmesine büyük
hız katmıştır. Bu yeni düzenlemelerde ahlaklı olmayı Allah'a inanmanın
en önemli göstergesi sayarken, İslam ümmetinin birbirine kardeşçe bağlarla
bağlanmasını, yardımlaşmasını, kötülüğe karşı iyilikle mücadele etmelerini
ve her türlü kötülüğün kaynağı olan nefisleri kontrol altına alarak aşırı
istek ve heveslerden uzaklaşılmasını emretmiştir. Bunları gerçekleştirebilenlere
de Cennet'i vaad etmiştir. Ra'd suresinin 20-22 ayetlerinde, Allah'la ahdini
bozmayan, akraba ve müminlerle ilişkisini kesmeyen, bütün peygamberlere
inanan, hesaptan korkan, nefsinin gücüne giden şeylere sabreden, namazı kılan,
kendilerine verilen rızıktan hayır yolunda harcayan, kötülüğü iyilikle
savanların Cennet'e girebilecekleri anlatılmaktadır. İslamda dünya hayatı
önemli olmakla birlikte, dünya hayatının ana amacı ahiretteki hayatın güzelleştirilmesidir
ve ona hazırlık mahiyetini taşır. Çünkü dünya hayatı geçici, ahiret hayatı
ise kalıcıdır. O halde Cennet, inançlı, imanlı ve ahlaklı insanın en büyük
ve ebedi ödülü olmaktadır.
İnsan, doğası gereği çok hızlı tekamüle uğrayabilecek bir varlık değildir.
Kötülüğü bir anda iyiliğe dönüştürmek, nefsani taleplerden kısa sürede
kurtulup, gönül rahatlığı ile ve hiç zorlanmadan daha az ile yetinebilmek
çok zordur. Ancak vaad ve korku, içte duyulan gizli hevesleri dizginlemenin,
arzuları bastırarak, emirlere itaatkar davranmanın teşviki bakımından etkili
yöntemlerdir. Bu nedenle Kuran, korku ve ödül ikilemini insanların önüne
koymuş ve son derece canlı tasvirlerle Allah'ın ödülü olan Cennet'le, cezası
olan Cehennem'i anlatarak, toplumu hızla islah etmeye çalışmıştır.
Ancak Kuran'ı tarafsız gözle okuyan pekçok kişinin dikkatini çeken
önemli bir husus, dünya hayatında nefsin islahı için çalışan insanın,
Cennet'te buna ihtiyacının hiç kalmamasıdır. Zira cennet, ihtişamlı bir
yaşam vaad etmektedir. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler
giyerek,(Kuran-ı Kerim; Duhan suresi/53) astarları kalın atlastan yataklara
yaslanıp (age; Rahman suresi/54), altın ve cevahirle işlenmiş tahtlar
üzerinde,(age; Vakıa suresi/15) yanlarında gümüşten kaplar, billur
kupalar (age; İnsan suresi/15)la gümüşten bilezikler takınmış (age; İnsan
suresi/21) olarak içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan
ırmaklar (age; Muhammed suresi/15) akan Cennette hertürlü meyva, et, yiyecek
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Dinde Siyasal Islam Tekeli - 11
- Büleklär
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3609Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193724.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3620Unikal süzlärneñ gomumi sanı 204824.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3560Unikal süzlärneñ gomumi sanı 197723.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3529Unikal süzlärneñ gomumi sanı 196522.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3649Unikal süzlärneñ gomumi sanı 191425.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3629Unikal süzlärneñ gomumi sanı 195826.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3562Unikal süzlärneñ gomumi sanı 185822.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3510Unikal süzlärneñ gomumi sanı 189522.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3594Unikal süzlärneñ gomumi sanı 189123.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3619Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193224.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3590Unikal süzlärneñ gomumi sanı 190224.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 128Unikal süzlärneñ gomumi sanı 10935.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.60.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.