Dinde Siyasal Islam Tekeli - 08
Süzlärneñ gomumi sanı 3510
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1895
22.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
33.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
40.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Medine'de yaşama geçirilen sistemin, her inanç grubunun kendi coğrafi
bölgesinde yaşamasıyla işleyebilen bir yönetim olduğunu, aksi halde
pekçok zorlukla karşılaşılacağını ortaya koymaktadır. Diğer bir ifade
ile çok hukukluluğu önerenler, Türkiye'de de bir konfedersayon kurulmasını
isteyip, istemediklerine açıklık getirmemektedirler.
İkinci olarak, ayırımın özü, inanç esasına dayanmaktaydı. Müslümanlar,
Yahudiler, putperest Araplar ve az sayıda Hıristiyan'dan oluşan Medine
halkı, hukuk konusundaki seçimini dine dayalı olarak yapmaktaydı.
Oysa Türkiye'de dine dayalı bir hukuk ayırımının temel alınmasının
mümkün olamayacağı, alınması halinde ise çok parçalı bir tablo ile
karşılaşılacağı açıktır. Herşeyden önce laik-anti laik ayırımı, dine dayalı
bir ayırım olmayıp, siyasi tercihi belirleyen bir ayırımdır. Toplumun bir
kesiminin kendisi için din hukukunu seçmesi halinde, geriye kalan
çoğunluğun seçeceği beşeri hukukla, din dışı sayılması gibi bir çarpıklık
ortaya çıkacaktır ki, kanımızca asıl amaçlanan da budur. Bunun yanısıra
peygamber zamanında mevcut olmayan mezhep ayırımı, bugün mevcuttur.
Her mezhebin İslam Hukukuna ilişkin yorumları ise farklıdır. Çok
hukukluluk karşısında Türkiye'de yaşayan müslümanlar sünni, alevi, caferi vs.
gibi dallara ayrılarak, her biri farklı bir hukukla temsil edilmek mi
isteyecektir?
İş bununla da bitmemektedir. Türkiye'de çok hukukluluğun talepcisi
olacak başka gruplar da mevcuttur. Örneğin etnik gruplaşmaların önünü
açan sistem, Kürtleri İslam hukuku içine mi alacak, yoksa onların Kürt
Federe Devleti kuma taleplerine farklı bir hukuki statü mü tanıyacaktır?
Ermenilerin bu konudaki talepleri ne olacaktır? Hiç olmayan bir
Hıristiyan hukukunu mu yoksa özerk yönetimi gerçekleştirmek için beşeri
hukuku mu seçeceklerdir? Ya Bahailer, Yehova Şahitleri, Ortodoks,
Protestan, Katolikler? Kısacası Türkiye'yi parçalamak için bundan uygun bir
öneri olmasa gerek.
Üçüncü ve en önemli husus, Medine Sözleşmesi ile başlatılan sistemin,
belli bir dönem için geçerli olduğu, daha sonra uygulanamadığıdır.
Medine'nin farklı inanç grupları arasında yer alan müşrikler, yani
putan tapanlara sözleşme ile birlikte tanınan özgürlük, daha sonra ortadan
kaldırılmıştır. Medine'de gelen Tevbe suresi, bu konudaki anlaşma hükmünün
iptalini açıkça anlatmaktadır. Allah ve Resulünden, andlaşma yaptığınız
müşriklere ihtardır diye başlayan sure, dört ay içinde Allahın bir olduğunu
kabul etmedikleri takdirde öldürüleceklerini bildirmektedir.
Tevbe suresinin 2. ayetinde bu süre açıkça belirtilmiştir. Dört ay
yeryüzünde dolaşın, bilinki siz, Allah'ı aciz bırakamazsınız ve Allah,
kafirleri rezil edecektir. Müşriklerin tevbe etmeleri ve İslama
dönmeleri halinde öldürülmelerine gerek yoktur. Ancak İslamı kabul
etmeyenlerin öldürülmeleri Kuran'da emredilmektedir. Haram aylar çıkınca
Allah'a ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın,
hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tevbe ederler,
namazı kılarlar, zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. (Kuran-ı Kerim;
Tevbe suresi/5)
Söz konusu durumu günümüz şartlarına uyarlayacak olursak, Siyasal
İslamcılara göre çağdaş müşrikler, laik ve Kemalistlerdir. Çok hukuklu
bir yapıya geçişle, laiklerin İslam Şeriatına ilişkin uygulamalardan
etkilenecekleri ve kendi iradeleriyle zaman içinde şeriatı seçecekleri
umulmaktadır. Ancak şüphesiz ki bunun bir bekleme süresi vardır. Kemalist
laikler, böyle bir tercihe yönelmedikleri zaman ne olacaktır? Tevbe
suresinin 5. ayeti mi uygulanacaktır?
Sistemin işleyişine ilişkin sorular da pek çoktur. Örneğin yargı nasıl
yapılanacak? Her din ya da özerk yönetimin mahkemesi, savcısı, yargıcı,
avukatı ayrı okullarda mı eğitilecek? Farklı hukuku seçen bireyler
arasındaki ilişkiler nasıl çözümlenecek? Bireysel seçme özgürlüğü olarak
tanımlanan sistemde ailenin bireyleri farklı hukuk alanlarını seçerse,
aile ilişkiler nasıl, hangi hukuku esas alarak sürdürülecektir?
Maliye hangi hukuka göre teşkilatlanacak? Vergi nasıl toplanacak?
İslam hukukunu seçen zekat verirken, laik hukuku seçen vergi mi
verecektir?
Ekonomide hangi ilkeler esas alınacak? İslam ekonomisine göre faiz
yasaklanırken, liberal ekonomide faiz mi uygulanacak? Aynı topraklarda
içiçe yaşayan insanlar vatandaşlık olgusunu yitirince nasıl bir kör döğüşü
yaşanacaktır?
Toplumda bireylerin birbirine yabancılaşması ve kaos ortamının
yaratılmasından kimler, ne gibi amaçlar bekliyorlarsa, şüphesiz çok
hukukluk bu amaçlara vefasızlık etmeyecek bir tercih olacaktır.
Sonuç son derece açıktır. Çok hukukluluk, hukuk devletinden güç alan
demokratik rejimin zaafa uğratılarak, yıpratılması ve din devletine
kolay bir geçiş yapılması dışında hiçbir amaca hizmet etmeyecektir.
Üçlü Meşruiyet
Yukarıda bahsi geçen girişimler de dikkate alındığında, Siyasal İslami
Hareketin ortaya çıkışı ile birlikte, Türkiye'de ikili değil, ancak üçüncü
ayağı gizli, üçlü bir meşruiyetin varlığından söz etmek mümkündür. İlk
ikisi Kemalizm ve demokrasi olarak yasal bir serbestiyet içinde hareket
ederken, üçüncüsü devletin güç kaynağı olarak Tanrısal iradenin temsilcisi
olan dini aracı kılmak isteyen Siyasal İslam Hareketidir.
Bu üçlü yapı içinde yaşanan çatışma Türkiye'deki demokratikleşme
sürecinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Demokrasiye geçiş
süreci içinde zamanla eriyecek olan anti demokratik bazı ilkelerin,
demokrasiyi korumak amacıyla varlıklarını sürdürmeleri zorunluluğu,
Türkiye'ye özgü koşulların bir ürünüdür.
Devletin, yegane güç kaynağı olarak halkın iradesini kabullenebilmesi
için, demokratik rejimi tehdit eden ve halkın inancından güç alan
Siyasal İslam Hareketinin oluşturduğu tehdidin demokratik süreç içinde
etkinliğini yitirmesi mi gerekmektedir? Yoksa Türkiye, her türlü riski göze
alarak, demokratikleşme sürecini gerçek anlamda başlatmalı mıdır?
Bu, cevaplanması güç bir sorudur. Yükselen Siyasal İslamın Türkiye'yi
Kemalizm'le demokrasi arasına sıkıştırmış gibi görünmesi, durumun
ciddiyetini ortaya koymaktadır. Ne var ki, demokratik sistem ve
hukuk devleti içinde bu sorunlara çare üretmek de mümkündür. Zira
demokrasi, her koşula uygun çözümlerin de üretimine imkan veren bir rejimdir.
Demokratik Çözümler
Siyasal yolla iktidara gelmeyi amaçlayan İslami Hareketin halktan
aldığı desteğin sebeplerini incelemek gerekir. Öncelikle Türk insanı yıllar
süren ekonomik istikrarsızlıktan, gelir dağılımındaki adaletsizlikten,
sosyal sınıflar arasında giderek büyüyen yaşam düzeyi farklılıklarından ve
yeteneksiz siyasetçilerden yorulmuştur. Bu yorgunluk ekonomik ve
siyasal düzene olan güven duygularını da sarsmıştır. Son çareyi kendisine
adil bir düzen vaad eden bir başka siyasal partiyi denemekte
aramaktadır. Bu siyasal parti onun manevi duygularına, kutsal bildiği
kavramlar aracılığı ile seslenmekte, yıllardır boyun eğdiği fakat eğerken de
ezildiği Batı dünyasına kafa tutmakta, ahlak ve adalet vaad etmektedir.
Siyasi görüşleri refah düzeylerine endeksli olan bir halk çoğunluğu için, bu
alternatifi de denemek, hiç de yadırganacak bir tutum olmasa gerek....
Oysa söz konusu partinin vaad ettiği ekonomik düzen tamamiyle ütopiktir.
Necmettin Erbakan'ın Adil Düzen adlı kitabıyla (Daha fazla bilgi için
Bkz: Necmettin Erbakan; Adil Düzen, İzmir, 1991) yayınladığı ekonomik
görüşleri, ciddiye alınmadığı ve Erbakan da sürekli tartışmaktan kaçtığı için
kamuoyu tarafından bilinmemektedir. Takas ekonomisini öneren, parayı
vakıf senedine dönüştüren, vergilerin üretilen mal cinsinden toplanmasını
esas alan, çalışmadan ve prim ödemeden sigortalılık ve emeklilik
haklarını getireceğini, herkesi sigortalı yapacağını vaad eden, serbest
piyasa ekonomisini savunurken, merkeziyetçi ve devletçi bir anlayış
sergileyen bu garip ekonomik düzen, adil sloganı altında halkı
aldatmaktadır. Ekonomik görüşleri tartışmaya değecek kadar bile ciddi kabul
edilmeyen bir lider, bugün Türkiye'yi yönetmekte ve ulaştığı oy potansiyeli,
onun ekonomik düzenini tartışmayı dahi kendilerine yediremeyen aydınları
kara kara düşündürmektedir.
Bu siyasi partiyi denemeyi göze alan halkın çoğunluğu ise, oy
pusulalarındaki tercihlerini İslami görüş lehine kullanırken acaba bir İslam
Devletinde yaşamak yolunda tercihte de bulunmuşlar mıdır? Geçmişte merkez
sol partilere ya da liberal partilere oy veren bir büyük grubun, İslam
devletine bilinçli şekilde onay verdiğini düşünmek için hiçbir sebep
mevcut değildir. Nitekim yapılan kamuoyu araştırmaları, R.P.'ne oy veren
seçmenlerin sadece yüzde 20.9'unun dini değerleri savunduğu için bu
partiye oy verdiğini ortaya koymaktadır. O halde durum değerlendirmesi
yaparken varılan ilk sonuç, İslamın siyasal yüzünün Türk halkı tarafından
bilinmemesidir. Bu bilinmezlikte geçmiş yıllarda devletin zorla
bireyselleştirdiği İslam dinine ilişkin telkinleri kadar, siyasi partilerin
örtülü amaçlarla hareket etmeleri de etken olmaktadır.
O halde, İslamiyetin ikinci yüzü olan Siyasal İslamın kamu oyuna
açıkça anlatılmasına ihtiyaç vardır. Bu konuda kamuoyunu bilgilendirmek ise
laiklik ve demokrasiye bağlı aydınların görevidir. Zira Siyasal İslamı
yaşama geçirmek isteyenler, T.C. Anayasasının din devleti kurulmasına kapalı
olduğunu bildikleri için, gerçek amaçlarını açıkça ifade etmek yerine, yine
İslam'dan aldıkları güçle takiyye yapmaktadırlar. Al-i İmran suresinin 28.
ayetinde Müminler, inananları bırakıp kafirleri dost edinmesin. Kim böyle
yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden)
korunmanız başka. (Şerlerinden korunmak için dost gözükebilirsiniz).
denilmektedir. Prof. Süleymen Ateş'in bu konudaki Kuran Tefsiri açıklaması
aynen şöyledir: Ancak korunmanız başka cümlesi özetinde çok durulmuştur.
Bu cümleden takiyye hükmü çıkarılmaktadır. Takiyye, birinin kötulüğünden
korunmak için, asıl inancını gizlemek anlamına gelir. Bazı müfessirlere göre
tehlikeli olan her durumda takiyye caizdir. Kafirlere karşı takiyye ile
hareket edilebileceği gibi, müslümanlar birbirlerine karşı da takiyye
uygulayabilirler. Buhari, Ebu'd-Derda'nın şu sözlerini naklediyor. Biz,
bir takım insanların yüzlerine karşı güleriz, fakat kalplerimiz onlara lanet
eder. Bu ifadeler bir İslamcı bilim adamına aittir. Siyasal İslamın din
devleti kurmak, laikliği kabullenmek, demokrasi içinde yol almak, hatta
Batı dünyasına sempatik görünmek yolundaki uygulamalarını takiyye olarak
yorumlamamak için hiçbir sebep yoktur. Bundan dolayı halkın Siyasal
İslamın amaçları konusunda bilgilendirilmesi görevi laik düşünceye
inananlara düşmektedir.
Laik kesimin öncelikle dinin siyasal amaçları ve şeri hukuk konusunda
bilgisizce sürdürdükleri inkardan vaz geçmeleri, dini, dincilere
öğretmek gibi gülünç uğraşları terk etmeleri ve İslamın siyasal bir din
olduğu gerçeğini kabullenmelerinin zamanı çoktan gelmiştir. Müslüman olduğunu
kabul eden herkes, dinin sadece Tanrı inancı, ahlak ve ibadet öğreten
bir kurum değil, siyasal ve sosyal bir devlet düzeni getiren bir kurum
olduğunu da bilmek zorundadır. Bunu bilerek Siyasal İslama onay verenler
olacağı gibi, bu onayını geri çekenlerin de olacağı açıktır. Halkın
bilgilenme hakkını engellemek ne dinle ne de demokrasi ile bağdaşır bir
durumdur.
Sosyal adaletsizlik Türk toplumunun yumuşak karnı haline gelmiştir.
Din ise sosyal adaleti sağlayacak önemli düzenlemeler içermektedir.
Bu nedenle Sosyal Hukuk Devletinin yetersiz bıraktığı sosyal adalet
uygulamalarına karşı, Din Devletinin alternatif olması kaçınılmazdır.
Adil Düzen çağrısının içi boş bir slogan olmakla birlikte halkı
etkilemesinin sorumluluğunu, sosyal adaleti sağlamaktaki acizlikte aramak
gerekmektedir. Oysa Sosyal Hukuk Devleti, sosyal adaleti sağlayacak geniş
bir kurumsal yapıya sahiptir. Üstelik dinde nefsani denetimini sağladığı
kabul edilen, iman ve ibadetle bütünleştirilerek insanın vicdanına terk
edilen sosyal adalet (zekat, fitre vs. ), sosyal devlette kurumlar
aracılığı ile hayata geçirilmektedir. Ancak Türkiye, dünyada esen liberal
rüzgarların da etkisiyle henüz tam olarak hayata geçiremeden, sosyal devlet
ilkesinden sapma göstermiştir. Baba devlet, koruyucu devlet imajı hızla
silinmektedir. Bireyi kendi sorunları ile yüzyüze bırakan liberal devlet
anlayışı ise Türkiye koşulları açısından ciddi tehlikeler taşımaktadır. Bu
nedenle devletin yeniden baba fonksiyonun üstlenmeye başlamasına ve
kurumsal yapıya, sosyal adaleti sağlayacak biçimde destek vermesine
ihtiyaç vardır.
Dünyada yaşanan çeşitli örneklerin de ortaya koyduğu gibi, feodal yapı,
devletle halkın yabancılaşmasına yol açmaktadır. Özellikle Güney Doğu
Anadolu, bu açıdan üzerinde titizlikle durulması gereken bir bölgedir.
Devletin halka yabancılaşması ve halkın feodal aracılar vasıtasıyla
devletle ilişkiye girmesi, sivil yapılanmalar için uygun bir ortam
yaratmaktadır.
Aşiret yasaları, aşiret reislerinin siyasal görüşlerini, devlete
altematif ve devletten güçlü olarak halka benimsetmesine yol açmaktadır.
Güney Doğu Anadolu, yasa dışı İslamcı terör örgütleri için, etnik
ayrılıklardan da yararlanılabilecek uygun bir ortam teşkil etmektedir. Bu
nedenle devlete aracılık fonksiyonu üstlenen feodal yapının egemen
unsurlarının devre dışı bırakılarak halkla devlet arasındaki yabancılaşmanın
giderilmesi, dinin siyasal amaçla kullanımının önlenmesi açısından gereklidir.
Bunun için atılacak ilk adım, aşiret hakimiyetini kıracak olan toprak
refomunu hayata geçirmek olacaktır. Söz konusu önlem, kırsal kalkınma ve
gelir dağılımı adaleti açısından da önem taşımakta ve din duyguları güçlü
kırsal bölge halkının, ekonomik sorunlarının provokasyonu ile dinci grupların
etkisi altına girmeleri önlenmiş olacaktır.
Ekonomik istikrarsızlık, özellikle terörün de devreye gimesi ile hız
kazanmıştır. Ekonomik istikrarsızlığın sosyal dengeleri de olumsuz
etkilediği açıktır. Türkiye terörle mücadelenin yanısıra ekonomik ve sosyal
hayatını düzene sokacak siyasal istikrara da muhtaçtır. Siyasal
istikrarsızlıktan kurtulmanın yolu, halkın özlemini çektiği yeni bir siyasal
yapılanma ile mümkündür. Siyasette yeniden yapılanma, siyasi partilerin
lider partisi olmaktan, kadro partisine dönüşümleri ile sağlanabilir.
Kadro partileri, daha nitelikli, bilgili ve deneyimli insanların siyasete
girmelerini teşvik açısından da önemlidir. Siyasal alandaki yeniden
yapılanma, halk için yeni bir umudu, ekonomik sorunların çözümü, sosyal
adaletin sağlanması için de yepyeni fırsatları beraberinde getirecektir.
Böylece Türkiyenin çevresine örülen ve Siyasal İslamı yegane alternatif
gibi sunan çaresizlik halkasının kırılması mümkün olabilecektir.
Türk insanı yıllardan sürdürülen Batı hayranlığı, Batı ile yapılan ekonomik
ve sosyal kıyaslamalar nedeniyle gizli bir ezilmişlik duygusu içindedir.
Siyasal İslamla birlikte, Batıya bir başkaldırı yaşarken, kırılan onurunu
onarmakta, mensup olmaktan heyecan duyacağı, kimlik bulacağı yer olarak da,
İslamı tek alternatif olarak görmeye başlamaktadır. Bu mensubiyet duygusundan
tadılan tatminin en fazla yaşandığı ortamlar ise tarikatlar olmaktadır.
Bu nedenle Türk toplumunun başarıları tadmaya, ulusal onurunu yüceltmeye,
dünyanın saygın bir ülkesinin ferdi olma hazzını yaşamaya ihtiyacı vardır.
Bunu da sağlamanın ilk adımı siyasal ve ekonomik istikrarın izleyeceği
sosyal ve bilimsel yaşamdaki canlanmadır.
Türk aydınının halktan kopukluğuna karşılık, din elitinin halka yakınlığı
da İslami Hareketin güç kazanmasında önemli bir etkendir. Laik aydınların
halkla paylaşılacak ortak temalar bulması, halkla yakınlaşması ve
onun hizmetinde olduğunu hissettirmesi son derece önemlidir.
Şüphesiz ki eğitimdeki atılımlar, fikri paylaşımı ve dolayısıyla bütünleşmeyi
hızlandıracak ve Türk insanının, bu milletin ferdi olmaktan onur
duymasını kolaylaştıracak bir yoldur, fakat yeterli değildir. Eğitimin
yarattığı sınıf farkının halka hizmetle dengelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Özellikle laik düşünceyi benimsemiş sivil toplum örgütlerinin bu bütünleşmeyi
sağlayıcı yoldaki faaliyetlerine hız vermeleri gerekmektedir.
Türkiye'de demokrasinin teminatı olan laiklik ilkesine özellikle
bazı kurumların oluşumu açısından hassasiyet gösterilmesi çok önemlidir.
Bu kurumlar içinde ordu, adalet mekanizması ve eğitim kurumları ilk
sıralarda yer almalıdır. Özellikle Yüksek Öğretim kurumlarında gençlere
siyasal İslamcı görüşlerin aşılanması, hem kadrolaşma faaliyetleri için
gerekli alt yapıyı oluşturmakta, hem de İslami cemaatlerin siyasallaşmasında
genç kadroların etkin rol almasına imkan vermektedir. Cemiyet artı Cemaat =
halk hareketi formülünün, Türkiye açısından da büyük önemi olduğu
açıktır. Bazı İslamcı gençlik örgütlerinin Beyazıt meydanında Cuma namazı
sonrasında gösteri yapma arzuları, yukarıdaki formülün provaları
olarak değerlendirilebilir. Üniversite gençliğinin İslamcı fikirler
doğrultusunda yapılandırılmasında öğretim üyeleri ve vakıfların etkin rolü
dikkate alınarak, demokıasi ve laikliğe bağlılık konusuna titizlik
gösterilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Vakıfların siyasal İslamcı hareket içinde oynadıkları rol, oldukça etkindir.
Çünkü vakıflar, eğitim faaliyetlerinin yanısıra gençliğe burs, yurt ve iş
imkanları da sağlayarak din elitinin oluşumuna katkıda bulunmaktadırlar.
İslamcı eğitimin önde gelen vakıflarından birinin başkanı ile yapılan bir
röportaj gerek dine bakış açısının anlaşılması, gerek faaliyetlerin
kapsamı bakımından kamu oyunu aydınlatıcı niteliktedir. Bu röportajda
vakıf başkanı Modern toplumdaki nihai hedef sapması dini, herhangi
bir sosyal kurum olarak ele alma yanlınlığından kaynaklanıyor... Halbuki
İslam'da din, bir yaşam tarzıdır. Hayatın kendisidir, hayattan bir
parça değildir.... Din eğitimi diye bir şey olamaz. İnsan hayatının
herşeyi dindir... İmam Hatip ve İalahiyatlar modern eğitimin bir parçası
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iki eğitim kurumunda da din, hayatın
kendisi değil, bir parçası olarak veriliyor. Yani dini bilgi hayatamızı
yönlendiren bir olgu olarak değil, varolan bilgi kategorilerinden sadece
biri olarak veriliyor. Bu sekülarizmdir ve bu aydınlanmacı kafadır...
Bilimsel anlayışa göre, dinin ve bilimin kendine ait alanları vardır...
Halbuki ashab, öznel alan ve alan düalizmine sapmamış bilgiye bütüncül
anlayışla yaklaşmıştı. İşte o zaman bilgi yaşanabilir hale gelir
demektedir. Böylece dine göre yapılandırılmış bir yaşam tarzının hedef
olduğunu kapalı biçimde ifade etmektedir.
Vakfın çalışmaları ise özellikle üniversite gençliğine yöneliktir. Vakıf
başkanı kendisinin bizzat yönettiği üç grup bulunduğunu söyleyerek, devam
ediyor. Bunlardan iki tanesi seçkin lisans öğrencilerinden müteşekkil, bir
tanesi de master ve doktora öğrencilerinden oluşan üç grupla uygulama
yapıyoruz... Bahsettiğim çalışmayı sosyal bilimler alanında yapıyoruz...
Bu inşallah önümüzdeki kısa zaman dilimi içinde açacağımız sosyal bilimler
enstitüsünün ön çalışmalarıdır. Bahsettiğimiz üç gruptan başka 20'ye
yakın çalışma grupları bulunmakta... Bizim hedeflediğimiz seviye doktora
seviyesidir. İstanbuldaki... Vakfı gençliği, doktora seviyesinde olmalıdır.
Bu ileride Türkiye geneline de yayılacak. Bunun için gençleri teşvik
ettiğimiz gibi, bizzat ellerinden tutarak oraya götürüyoruz ve bunun için
organizasyonlarımız var... İnşallah üniversitelerde, hem bizim kendi iç
bünyemizde yaptığımız eğitim-öğretim çalışmalarıyla kendimiz ve toplumumuzun
özüne uygun bir eğitim modeli ortaya çıkaracağız.
Türkiye'de sayıları son yıllarda büyük bir hızla artan İslamcı vakıfların,
Siyasal İslamın yapılanmasına büyük katkıda bulundukları açıktır. Modern
hukuk devletinin savunusunu yapanların da laik düşünceyi temsil eden sivil
toplum örgütlerine daha büyük destek vermelerinin, Türkiye'nin geleceği
bakımından önem taşıdığı ortadadır.
Bu konuda basiretli davranması gereken bir diğer kurum ise medyadır.
Medyanın kamuoyunu bilinçlendirmedeki rolü son derece önemlidir. Ancak
laiklik ilkesine olan bağlılığından asla kuşku duyulmayacak olan
bazı büyük medya kuruluşlarının, laiklik ve demokıasiye olan bağlılıklarını,
rating savaşlarının önünde tutmayı da ulusal bir görev kabul etmeleri
gerekmektedir. İslami Hareketin oyun alanı içinde sürdürülen ve hukuk
devletinde yaşanıldığını neredeyse unutturacak boyuta gelen fikir tartışmalarında,
Türk halkı çoğu halde tarikatçılarla, şeriatçıların görüşleri arasında
bir tercih yapmaya itilmektedir. Laikliği savunan aydınların
İslamiyet konusundaki bilgisizlikleri ise, hemen her programda Siyasal
İslamın tartışmadan zaferle ayrılmasına yol açmaktadır. Türkiye'nin içinde
bulunduğu durumun hassasiyeti, medya kuruluşlarının da maddi çıkarlarının
önüne milli çıkarları almalarını zorunlu hale getirmiştir.
Dini, ahlakla özdeşleştiren bir anlayışın yaygınlığı nedeniyle, Siyasal
İslamın daha dürüst bir topluma kapı açacağı inancı, halkın oylarını yönlendiren
en önemli sebeplerden birini teşkil etmektedir. Bu nedenle demokratik süreç
içinde halkın siyasal iradesi, İslami görüş lehine bir artış gösterirken, bu
tercihin din devletine değil, dürüst ve refah içinde bir toplum özlemine
yöneldiği çok açıktır. Ancak halkın iradesinden güç alan Siyasal İslamın, bu
iradeyi İslam devleti lehine kullanacak bir çoğunluğa kavuşması halinde
Türkiye anti demokratik bir sürece adım atma tehlikesi ile yüzyüze gelebilir.
Bu sebeple temiz toplum yolunda başlatılan mücadelenin kamu oyunu tatmin
edecek biçimde sonuçlandırılması önem taşımaktadır. Türk halkının, demokratik
rejimin temiz bir topluma ulaşmayı sağlayacak güçte olduğuna inanması,
alternatif rejimlere özenmemesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Demokrasiden ödün vermeden, halkın iradesini üstün kılarak yürümenin yolu,
kamuoyunu İslam devleti konusunda bilgilendirmekten ve dürüst, refah toplumu
beklentilerine siyasal dini hareket dışında da güvenilir alternatifler
sunmaktan geçmektedir.
Siyasal İslama duyulan tepkinin temel sebebini açıkça ortaya koymak
çok önemlidir. Bu tepki, dine değil, din devletine yönelik bir
tepkidir. Bu nedenle devletle halkı karşı karşıya getirmek için ceberrut
devlet imajından yararlanan Siyasal İslamcı çevrelere karşı, devletin halkla
barışması, demokratik rejimin devamlılığı bakımından çok önemlidir. Halkı,
devlete karşı kışkırtmanın en etkin yöntemi ise, halkı bölerek, devleti bir
kesimin koruyucusu, diğerinin celladı gibi gösterme girişimleridir.
Bu konuda kullanılan başlıca motifler ise başörtüsü, mesai saatlerinin
düzenlenmesi, din eğitimi gibi halkı da yakından ilgilendiren konulardır.
Bu sorunların Siyasal İslamcıların istekleri doğrultusunda çözümlenmesi
halinde talepler son bulacak mıdır? Kesinlikle bulmayacaktır. Çünkü amaçlanan,
devletin halkla barışması değil, kavganın sürmesi ve İslam Devleti
Modelinin hayata geçirilmesidir. Ancak bu sorunlara devletin sıcak ve
şefkatli yaklaşımı, sorunları sürekli kılarak halkı kışkırtmak isteyenlerin
gerçek yüzlerinin halk tarafından tanınmasını kolaylaştıracaktır.
Burada sorulması gereken temel bir soru vardır. Bu soru, korunulması
gereken temel ilkelerin neler olduğu sorusudur. Korunulmasında öncelik
taşıyan esas, hiç şüphe yoktur ki, demokratik sistemdir. O halde,
mevcut talepleri, demokratik sistemle bağlantılı olarak değerlendimeye
almakta yarar vardır. Taleplerin demokratik sistemle bağlantılı olarak
değerlendirilmesi halinde resmi ideolojiden ödün vermeden bazı çözümler
üretilmesi de mümkün olabilecektir.
Başörtüsü, Türkiye'nin kronikleşmiş bir hastalığı haline dönüşmüştür.
Siyasal İslamcılarca en fazla istismar edilen konu durumuna
getirilmiştir.
Oysa başörtüsü Türkiye'de yaşayan kadınların çok küçük bir bölümünü
ilgilendiren bir konudur. Ülkemizde istihdam edilen kadınların
sadece yüzde 5,6 sı, toplam kadın nüfusun ise, yüzde 1.2 si devlet memurudur.
Devlet memuru olanlar içinde ise çok küçük bir bölüm, başını örtme talebinde
bulunmaktadır. Başörtüsü ile ilgili kıyafet yönetmeliği ise sadece devlet
memuru olan ve 657 sayılı kanuna tabi bulunanlar için yürürlüktedir. Bu
nedenle başörtüsünü, Türk kadının sorunu olarak sunmak, ciddi bir yanıltmacadır.
Zira tarımda, özel sektörde ya da serbest meslekte çalışanların ya da hiç bir
işte çalışmayanların başlarını örtmeleri ya da örtmemeleri ile ilgili
herhangi bir baskı, ya da yasal düzenleme mevcut değildir.
Ancak demokrasi, azınlığın haklarına da çoğunluğun hakları kadar titizlik
gösteren bir rejimdir. Bu nedenle başörtüsü, ibadet özgürlüğü biçiminde
takdim edilmekte ve devlet, bu özgürlüğü kısıtlayan bir kurum olarak
yıpratılmaktadır.
Oysa ortada açıkça varolan gerçek, başörtüsünün ideolojik amaçla kullanılmakta
oluşudur. Kaldı ki, başörtüsü sadece Türkiye'de değil, tüm İslami
Hareketlerde de bir sembol olarak kullanılmıştır. İran Devrimini hazırlayan
olaylar içinde, 1962 de Şah tarafından hicabın yani örtünmenin
kaldırılması ve kadınlara erkeklerle birlikte toplumun ön saflarında
yer alma imkanı tanınması köktendincilerin büyük tepkisini çekmiştir.
Kadınlara tanınan bu özgürlüğü, kadınların yüksek mevkileri ile şereflerine
aykırı, ahlaksızca ve dinsizce bulan köktendinci zihniyet, hicabı hareket
içinde bir sembol olarak kullanmıştır. Örtünmüş kadınların örgütlenerek köy
ve kasabalara kadar yayılması ile başlayan hareketlerin, devrimin
hazırlık döneminde önemli bir etkinliği olmuştur. Çarşaf ve başörtüsünün
Cezayir, Afganistan örneklerinde de İslami Hareketin sembolü olarak
kullanıldığı görülmektedir. Türkiye'de özellikle son onbeş yıl içinde
başörtüsü ile ilgili taleplerin artış göstermesi, Siyasal İslamın
yapılanmasına paralel bir gelişim içindedir.
Başörtüsü konusunda Türkiye'de süregelen tartışmalar, halka benimsetilmeye
çalışılanın tam tersine bir durumun varolduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye'de
söylenildiği gibi devletin halka değil, fakat Siyasal İslamcıların devlete
dayatması mevcuttur. Yıllardır süregelen Devlet Memurları Kıyafet
Kararnamesini, sanki tüm kadınların ibadet özgürlüğüne müdahale imiş gibi
göstererek, halkı devlete karşı kin duyguları ile doldurmak, rejimle mücadele
etmenin etkili bir metodu olarak kullanılmaktadır. Devlet, kadının ahlakına,
şerefine ve dinine göz diken bir duruma getirilmek istenmektedir. Başörtüsü
artık bırakalım Yüksek öğretim kurumlarını, ortaöğretime de girme girişimleri
içindedir. İmam Hatip Liseleri, bu konuda bir model oluşturmakta, klasik
liselere giden öğrenciler, artık bu okulların kapısını da başlarını örterek
zorlama girişimlerinde bulunmaktadırlar. Bunun sonucunda Türkiye'nin
çehresi değişmektedir. Bu çehre, zaman içinde İslam ülkesi görüntüsüne
bürünmeye başlamıştır. Daha da önemlisi, Türk halkı ikiye parçalanmaktadır.
Gençlik, birbirine yabancılaşmaktadır. Toplum ikili bir yapıya bürünmektedir.
Taraflar, artık sadece kıyafetlerine bakarak birbirlerini ayırd etmeye,
kendinden olanla olmayanı teşhise başlamışlardır. Zira başörtüsü ile başlayan
ayırım sarığa, sakala, diğer dini addedilen kıyafetlere de sirayet etmiştir.
Anadolu kültüründe olmayan, kırsal kesimde rastlanmayan kıyafetlerin
kentlerde yaygınlaşmasını, dini vecibe gibi masum isteklere bağlamak ne
kadar mümkündür? Kıyafet konusundaki ısrarcılıktan anlaşılan odur ki, bu
bir İslami üniformadır. Bunun temelinde de İslami Kimlik arayışı yatmaktadır.
Gözle görülen bütün bu gerçeklere rağmen, başörtüsünün ya da İslami
addedilen kıyafetlerin yasalarla engellenmesi mümkün değildir. Zira
bugünkü görüntü, yılların ürünüdür. Temelinde de eğitim yatmaktadır.
Türkiye'de uygulanan eğitim politikalarının nasıl bir zaafiyet içinde
olduğu, cehaletin boyutları, ezberci eğitimin ürünleri bugün Türkiye'de
yaşanan tablo ile kanıtlanmıştır. Hiçbir amaca hizmet etmediği açıkça
görülen ve düşünceye ipotek koyan eğitimin sadece sistemi bakımından değil,
felsefesi bakımından yeniden yapılandırılmaya muhtaç olduğu açıktır. Bu
nedenle, Türkiye'nin sorunu kökü geçmişe uzanan bir sorundur. Çözümünü
yasalarda ya da dayatmacı anlayışlarda aramak da boşunadır.
O halde kısa dönemde devletin yapması gereken, halkla barışmaktır.
Bu nedenle de başörtüsü ile ilgili yeni bir düzenlemeye gidilmesine
ihtiyaç vardır.
Bu düzenleme ne olabilir? Bununla ilgili pekçok model üretilebilir
ancak ilk akla gelenlerden biri, belki devleti birinci derecede
temsil eden memuriyetler, eğitim ve yargı kurumları dışında başörtüsü
uygulamasına nisbi bir rahatlık sağlanmasıdır. Bu belki bir iyi niyet
gösterisidir. Ancak bu iyi niyetin gösterilmesine ihtiyaç duyulan günlerde
yaşamaktayız.
Elbette yukarıda sözü edilen öneriler de sorunları çözmeyecektir. Ancak
daha ileriye gidecek olan talepler, devletin laik niteliği ile
bağdaşmayacağı için kabulü mümkün olmayan talepler olacaktır. Zira laik
bölgesinde yaşamasıyla işleyebilen bir yönetim olduğunu, aksi halde
pekçok zorlukla karşılaşılacağını ortaya koymaktadır. Diğer bir ifade
ile çok hukukluluğu önerenler, Türkiye'de de bir konfedersayon kurulmasını
isteyip, istemediklerine açıklık getirmemektedirler.
İkinci olarak, ayırımın özü, inanç esasına dayanmaktaydı. Müslümanlar,
Yahudiler, putperest Araplar ve az sayıda Hıristiyan'dan oluşan Medine
halkı, hukuk konusundaki seçimini dine dayalı olarak yapmaktaydı.
Oysa Türkiye'de dine dayalı bir hukuk ayırımının temel alınmasının
mümkün olamayacağı, alınması halinde ise çok parçalı bir tablo ile
karşılaşılacağı açıktır. Herşeyden önce laik-anti laik ayırımı, dine dayalı
bir ayırım olmayıp, siyasi tercihi belirleyen bir ayırımdır. Toplumun bir
kesiminin kendisi için din hukukunu seçmesi halinde, geriye kalan
çoğunluğun seçeceği beşeri hukukla, din dışı sayılması gibi bir çarpıklık
ortaya çıkacaktır ki, kanımızca asıl amaçlanan da budur. Bunun yanısıra
peygamber zamanında mevcut olmayan mezhep ayırımı, bugün mevcuttur.
Her mezhebin İslam Hukukuna ilişkin yorumları ise farklıdır. Çok
hukukluluk karşısında Türkiye'de yaşayan müslümanlar sünni, alevi, caferi vs.
gibi dallara ayrılarak, her biri farklı bir hukukla temsil edilmek mi
isteyecektir?
İş bununla da bitmemektedir. Türkiye'de çok hukukluluğun talepcisi
olacak başka gruplar da mevcuttur. Örneğin etnik gruplaşmaların önünü
açan sistem, Kürtleri İslam hukuku içine mi alacak, yoksa onların Kürt
Federe Devleti kuma taleplerine farklı bir hukuki statü mü tanıyacaktır?
Ermenilerin bu konudaki talepleri ne olacaktır? Hiç olmayan bir
Hıristiyan hukukunu mu yoksa özerk yönetimi gerçekleştirmek için beşeri
hukuku mu seçeceklerdir? Ya Bahailer, Yehova Şahitleri, Ortodoks,
Protestan, Katolikler? Kısacası Türkiye'yi parçalamak için bundan uygun bir
öneri olmasa gerek.
Üçüncü ve en önemli husus, Medine Sözleşmesi ile başlatılan sistemin,
belli bir dönem için geçerli olduğu, daha sonra uygulanamadığıdır.
Medine'nin farklı inanç grupları arasında yer alan müşrikler, yani
putan tapanlara sözleşme ile birlikte tanınan özgürlük, daha sonra ortadan
kaldırılmıştır. Medine'de gelen Tevbe suresi, bu konudaki anlaşma hükmünün
iptalini açıkça anlatmaktadır. Allah ve Resulünden, andlaşma yaptığınız
müşriklere ihtardır diye başlayan sure, dört ay içinde Allahın bir olduğunu
kabul etmedikleri takdirde öldürüleceklerini bildirmektedir.
Tevbe suresinin 2. ayetinde bu süre açıkça belirtilmiştir. Dört ay
yeryüzünde dolaşın, bilinki siz, Allah'ı aciz bırakamazsınız ve Allah,
kafirleri rezil edecektir. Müşriklerin tevbe etmeleri ve İslama
dönmeleri halinde öldürülmelerine gerek yoktur. Ancak İslamı kabul
etmeyenlerin öldürülmeleri Kuran'da emredilmektedir. Haram aylar çıkınca
Allah'a ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın,
hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tevbe ederler,
namazı kılarlar, zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. (Kuran-ı Kerim;
Tevbe suresi/5)
Söz konusu durumu günümüz şartlarına uyarlayacak olursak, Siyasal
İslamcılara göre çağdaş müşrikler, laik ve Kemalistlerdir. Çok hukuklu
bir yapıya geçişle, laiklerin İslam Şeriatına ilişkin uygulamalardan
etkilenecekleri ve kendi iradeleriyle zaman içinde şeriatı seçecekleri
umulmaktadır. Ancak şüphesiz ki bunun bir bekleme süresi vardır. Kemalist
laikler, böyle bir tercihe yönelmedikleri zaman ne olacaktır? Tevbe
suresinin 5. ayeti mi uygulanacaktır?
Sistemin işleyişine ilişkin sorular da pek çoktur. Örneğin yargı nasıl
yapılanacak? Her din ya da özerk yönetimin mahkemesi, savcısı, yargıcı,
avukatı ayrı okullarda mı eğitilecek? Farklı hukuku seçen bireyler
arasındaki ilişkiler nasıl çözümlenecek? Bireysel seçme özgürlüğü olarak
tanımlanan sistemde ailenin bireyleri farklı hukuk alanlarını seçerse,
aile ilişkiler nasıl, hangi hukuku esas alarak sürdürülecektir?
Maliye hangi hukuka göre teşkilatlanacak? Vergi nasıl toplanacak?
İslam hukukunu seçen zekat verirken, laik hukuku seçen vergi mi
verecektir?
Ekonomide hangi ilkeler esas alınacak? İslam ekonomisine göre faiz
yasaklanırken, liberal ekonomide faiz mi uygulanacak? Aynı topraklarda
içiçe yaşayan insanlar vatandaşlık olgusunu yitirince nasıl bir kör döğüşü
yaşanacaktır?
Toplumda bireylerin birbirine yabancılaşması ve kaos ortamının
yaratılmasından kimler, ne gibi amaçlar bekliyorlarsa, şüphesiz çok
hukukluk bu amaçlara vefasızlık etmeyecek bir tercih olacaktır.
Sonuç son derece açıktır. Çok hukukluluk, hukuk devletinden güç alan
demokratik rejimin zaafa uğratılarak, yıpratılması ve din devletine
kolay bir geçiş yapılması dışında hiçbir amaca hizmet etmeyecektir.
Üçlü Meşruiyet
Yukarıda bahsi geçen girişimler de dikkate alındığında, Siyasal İslami
Hareketin ortaya çıkışı ile birlikte, Türkiye'de ikili değil, ancak üçüncü
ayağı gizli, üçlü bir meşruiyetin varlığından söz etmek mümkündür. İlk
ikisi Kemalizm ve demokrasi olarak yasal bir serbestiyet içinde hareket
ederken, üçüncüsü devletin güç kaynağı olarak Tanrısal iradenin temsilcisi
olan dini aracı kılmak isteyen Siyasal İslam Hareketidir.
Bu üçlü yapı içinde yaşanan çatışma Türkiye'deki demokratikleşme
sürecinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Demokrasiye geçiş
süreci içinde zamanla eriyecek olan anti demokratik bazı ilkelerin,
demokrasiyi korumak amacıyla varlıklarını sürdürmeleri zorunluluğu,
Türkiye'ye özgü koşulların bir ürünüdür.
Devletin, yegane güç kaynağı olarak halkın iradesini kabullenebilmesi
için, demokratik rejimi tehdit eden ve halkın inancından güç alan
Siyasal İslam Hareketinin oluşturduğu tehdidin demokratik süreç içinde
etkinliğini yitirmesi mi gerekmektedir? Yoksa Türkiye, her türlü riski göze
alarak, demokratikleşme sürecini gerçek anlamda başlatmalı mıdır?
Bu, cevaplanması güç bir sorudur. Yükselen Siyasal İslamın Türkiye'yi
Kemalizm'le demokrasi arasına sıkıştırmış gibi görünmesi, durumun
ciddiyetini ortaya koymaktadır. Ne var ki, demokratik sistem ve
hukuk devleti içinde bu sorunlara çare üretmek de mümkündür. Zira
demokrasi, her koşula uygun çözümlerin de üretimine imkan veren bir rejimdir.
Demokratik Çözümler
Siyasal yolla iktidara gelmeyi amaçlayan İslami Hareketin halktan
aldığı desteğin sebeplerini incelemek gerekir. Öncelikle Türk insanı yıllar
süren ekonomik istikrarsızlıktan, gelir dağılımındaki adaletsizlikten,
sosyal sınıflar arasında giderek büyüyen yaşam düzeyi farklılıklarından ve
yeteneksiz siyasetçilerden yorulmuştur. Bu yorgunluk ekonomik ve
siyasal düzene olan güven duygularını da sarsmıştır. Son çareyi kendisine
adil bir düzen vaad eden bir başka siyasal partiyi denemekte
aramaktadır. Bu siyasal parti onun manevi duygularına, kutsal bildiği
kavramlar aracılığı ile seslenmekte, yıllardır boyun eğdiği fakat eğerken de
ezildiği Batı dünyasına kafa tutmakta, ahlak ve adalet vaad etmektedir.
Siyasi görüşleri refah düzeylerine endeksli olan bir halk çoğunluğu için, bu
alternatifi de denemek, hiç de yadırganacak bir tutum olmasa gerek....
Oysa söz konusu partinin vaad ettiği ekonomik düzen tamamiyle ütopiktir.
Necmettin Erbakan'ın Adil Düzen adlı kitabıyla (Daha fazla bilgi için
Bkz: Necmettin Erbakan; Adil Düzen, İzmir, 1991) yayınladığı ekonomik
görüşleri, ciddiye alınmadığı ve Erbakan da sürekli tartışmaktan kaçtığı için
kamuoyu tarafından bilinmemektedir. Takas ekonomisini öneren, parayı
vakıf senedine dönüştüren, vergilerin üretilen mal cinsinden toplanmasını
esas alan, çalışmadan ve prim ödemeden sigortalılık ve emeklilik
haklarını getireceğini, herkesi sigortalı yapacağını vaad eden, serbest
piyasa ekonomisini savunurken, merkeziyetçi ve devletçi bir anlayış
sergileyen bu garip ekonomik düzen, adil sloganı altında halkı
aldatmaktadır. Ekonomik görüşleri tartışmaya değecek kadar bile ciddi kabul
edilmeyen bir lider, bugün Türkiye'yi yönetmekte ve ulaştığı oy potansiyeli,
onun ekonomik düzenini tartışmayı dahi kendilerine yediremeyen aydınları
kara kara düşündürmektedir.
Bu siyasi partiyi denemeyi göze alan halkın çoğunluğu ise, oy
pusulalarındaki tercihlerini İslami görüş lehine kullanırken acaba bir İslam
Devletinde yaşamak yolunda tercihte de bulunmuşlar mıdır? Geçmişte merkez
sol partilere ya da liberal partilere oy veren bir büyük grubun, İslam
devletine bilinçli şekilde onay verdiğini düşünmek için hiçbir sebep
mevcut değildir. Nitekim yapılan kamuoyu araştırmaları, R.P.'ne oy veren
seçmenlerin sadece yüzde 20.9'unun dini değerleri savunduğu için bu
partiye oy verdiğini ortaya koymaktadır. O halde durum değerlendirmesi
yaparken varılan ilk sonuç, İslamın siyasal yüzünün Türk halkı tarafından
bilinmemesidir. Bu bilinmezlikte geçmiş yıllarda devletin zorla
bireyselleştirdiği İslam dinine ilişkin telkinleri kadar, siyasi partilerin
örtülü amaçlarla hareket etmeleri de etken olmaktadır.
O halde, İslamiyetin ikinci yüzü olan Siyasal İslamın kamu oyuna
açıkça anlatılmasına ihtiyaç vardır. Bu konuda kamuoyunu bilgilendirmek ise
laiklik ve demokrasiye bağlı aydınların görevidir. Zira Siyasal İslamı
yaşama geçirmek isteyenler, T.C. Anayasasının din devleti kurulmasına kapalı
olduğunu bildikleri için, gerçek amaçlarını açıkça ifade etmek yerine, yine
İslam'dan aldıkları güçle takiyye yapmaktadırlar. Al-i İmran suresinin 28.
ayetinde Müminler, inananları bırakıp kafirleri dost edinmesin. Kim böyle
yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden)
korunmanız başka. (Şerlerinden korunmak için dost gözükebilirsiniz).
denilmektedir. Prof. Süleymen Ateş'in bu konudaki Kuran Tefsiri açıklaması
aynen şöyledir: Ancak korunmanız başka cümlesi özetinde çok durulmuştur.
Bu cümleden takiyye hükmü çıkarılmaktadır. Takiyye, birinin kötulüğünden
korunmak için, asıl inancını gizlemek anlamına gelir. Bazı müfessirlere göre
tehlikeli olan her durumda takiyye caizdir. Kafirlere karşı takiyye ile
hareket edilebileceği gibi, müslümanlar birbirlerine karşı da takiyye
uygulayabilirler. Buhari, Ebu'd-Derda'nın şu sözlerini naklediyor. Biz,
bir takım insanların yüzlerine karşı güleriz, fakat kalplerimiz onlara lanet
eder. Bu ifadeler bir İslamcı bilim adamına aittir. Siyasal İslamın din
devleti kurmak, laikliği kabullenmek, demokrasi içinde yol almak, hatta
Batı dünyasına sempatik görünmek yolundaki uygulamalarını takiyye olarak
yorumlamamak için hiçbir sebep yoktur. Bundan dolayı halkın Siyasal
İslamın amaçları konusunda bilgilendirilmesi görevi laik düşünceye
inananlara düşmektedir.
Laik kesimin öncelikle dinin siyasal amaçları ve şeri hukuk konusunda
bilgisizce sürdürdükleri inkardan vaz geçmeleri, dini, dincilere
öğretmek gibi gülünç uğraşları terk etmeleri ve İslamın siyasal bir din
olduğu gerçeğini kabullenmelerinin zamanı çoktan gelmiştir. Müslüman olduğunu
kabul eden herkes, dinin sadece Tanrı inancı, ahlak ve ibadet öğreten
bir kurum değil, siyasal ve sosyal bir devlet düzeni getiren bir kurum
olduğunu da bilmek zorundadır. Bunu bilerek Siyasal İslama onay verenler
olacağı gibi, bu onayını geri çekenlerin de olacağı açıktır. Halkın
bilgilenme hakkını engellemek ne dinle ne de demokrasi ile bağdaşır bir
durumdur.
Sosyal adaletsizlik Türk toplumunun yumuşak karnı haline gelmiştir.
Din ise sosyal adaleti sağlayacak önemli düzenlemeler içermektedir.
Bu nedenle Sosyal Hukuk Devletinin yetersiz bıraktığı sosyal adalet
uygulamalarına karşı, Din Devletinin alternatif olması kaçınılmazdır.
Adil Düzen çağrısının içi boş bir slogan olmakla birlikte halkı
etkilemesinin sorumluluğunu, sosyal adaleti sağlamaktaki acizlikte aramak
gerekmektedir. Oysa Sosyal Hukuk Devleti, sosyal adaleti sağlayacak geniş
bir kurumsal yapıya sahiptir. Üstelik dinde nefsani denetimini sağladığı
kabul edilen, iman ve ibadetle bütünleştirilerek insanın vicdanına terk
edilen sosyal adalet (zekat, fitre vs. ), sosyal devlette kurumlar
aracılığı ile hayata geçirilmektedir. Ancak Türkiye, dünyada esen liberal
rüzgarların da etkisiyle henüz tam olarak hayata geçiremeden, sosyal devlet
ilkesinden sapma göstermiştir. Baba devlet, koruyucu devlet imajı hızla
silinmektedir. Bireyi kendi sorunları ile yüzyüze bırakan liberal devlet
anlayışı ise Türkiye koşulları açısından ciddi tehlikeler taşımaktadır. Bu
nedenle devletin yeniden baba fonksiyonun üstlenmeye başlamasına ve
kurumsal yapıya, sosyal adaleti sağlayacak biçimde destek vermesine
ihtiyaç vardır.
Dünyada yaşanan çeşitli örneklerin de ortaya koyduğu gibi, feodal yapı,
devletle halkın yabancılaşmasına yol açmaktadır. Özellikle Güney Doğu
Anadolu, bu açıdan üzerinde titizlikle durulması gereken bir bölgedir.
Devletin halka yabancılaşması ve halkın feodal aracılar vasıtasıyla
devletle ilişkiye girmesi, sivil yapılanmalar için uygun bir ortam
yaratmaktadır.
Aşiret yasaları, aşiret reislerinin siyasal görüşlerini, devlete
altematif ve devletten güçlü olarak halka benimsetmesine yol açmaktadır.
Güney Doğu Anadolu, yasa dışı İslamcı terör örgütleri için, etnik
ayrılıklardan da yararlanılabilecek uygun bir ortam teşkil etmektedir. Bu
nedenle devlete aracılık fonksiyonu üstlenen feodal yapının egemen
unsurlarının devre dışı bırakılarak halkla devlet arasındaki yabancılaşmanın
giderilmesi, dinin siyasal amaçla kullanımının önlenmesi açısından gereklidir.
Bunun için atılacak ilk adım, aşiret hakimiyetini kıracak olan toprak
refomunu hayata geçirmek olacaktır. Söz konusu önlem, kırsal kalkınma ve
gelir dağılımı adaleti açısından da önem taşımakta ve din duyguları güçlü
kırsal bölge halkının, ekonomik sorunlarının provokasyonu ile dinci grupların
etkisi altına girmeleri önlenmiş olacaktır.
Ekonomik istikrarsızlık, özellikle terörün de devreye gimesi ile hız
kazanmıştır. Ekonomik istikrarsızlığın sosyal dengeleri de olumsuz
etkilediği açıktır. Türkiye terörle mücadelenin yanısıra ekonomik ve sosyal
hayatını düzene sokacak siyasal istikrara da muhtaçtır. Siyasal
istikrarsızlıktan kurtulmanın yolu, halkın özlemini çektiği yeni bir siyasal
yapılanma ile mümkündür. Siyasette yeniden yapılanma, siyasi partilerin
lider partisi olmaktan, kadro partisine dönüşümleri ile sağlanabilir.
Kadro partileri, daha nitelikli, bilgili ve deneyimli insanların siyasete
girmelerini teşvik açısından da önemlidir. Siyasal alandaki yeniden
yapılanma, halk için yeni bir umudu, ekonomik sorunların çözümü, sosyal
adaletin sağlanması için de yepyeni fırsatları beraberinde getirecektir.
Böylece Türkiyenin çevresine örülen ve Siyasal İslamı yegane alternatif
gibi sunan çaresizlik halkasının kırılması mümkün olabilecektir.
Türk insanı yıllardan sürdürülen Batı hayranlığı, Batı ile yapılan ekonomik
ve sosyal kıyaslamalar nedeniyle gizli bir ezilmişlik duygusu içindedir.
Siyasal İslamla birlikte, Batıya bir başkaldırı yaşarken, kırılan onurunu
onarmakta, mensup olmaktan heyecan duyacağı, kimlik bulacağı yer olarak da,
İslamı tek alternatif olarak görmeye başlamaktadır. Bu mensubiyet duygusundan
tadılan tatminin en fazla yaşandığı ortamlar ise tarikatlar olmaktadır.
Bu nedenle Türk toplumunun başarıları tadmaya, ulusal onurunu yüceltmeye,
dünyanın saygın bir ülkesinin ferdi olma hazzını yaşamaya ihtiyacı vardır.
Bunu da sağlamanın ilk adımı siyasal ve ekonomik istikrarın izleyeceği
sosyal ve bilimsel yaşamdaki canlanmadır.
Türk aydınının halktan kopukluğuna karşılık, din elitinin halka yakınlığı
da İslami Hareketin güç kazanmasında önemli bir etkendir. Laik aydınların
halkla paylaşılacak ortak temalar bulması, halkla yakınlaşması ve
onun hizmetinde olduğunu hissettirmesi son derece önemlidir.
Şüphesiz ki eğitimdeki atılımlar, fikri paylaşımı ve dolayısıyla bütünleşmeyi
hızlandıracak ve Türk insanının, bu milletin ferdi olmaktan onur
duymasını kolaylaştıracak bir yoldur, fakat yeterli değildir. Eğitimin
yarattığı sınıf farkının halka hizmetle dengelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Özellikle laik düşünceyi benimsemiş sivil toplum örgütlerinin bu bütünleşmeyi
sağlayıcı yoldaki faaliyetlerine hız vermeleri gerekmektedir.
Türkiye'de demokrasinin teminatı olan laiklik ilkesine özellikle
bazı kurumların oluşumu açısından hassasiyet gösterilmesi çok önemlidir.
Bu kurumlar içinde ordu, adalet mekanizması ve eğitim kurumları ilk
sıralarda yer almalıdır. Özellikle Yüksek Öğretim kurumlarında gençlere
siyasal İslamcı görüşlerin aşılanması, hem kadrolaşma faaliyetleri için
gerekli alt yapıyı oluşturmakta, hem de İslami cemaatlerin siyasallaşmasında
genç kadroların etkin rol almasına imkan vermektedir. Cemiyet artı Cemaat =
halk hareketi formülünün, Türkiye açısından da büyük önemi olduğu
açıktır. Bazı İslamcı gençlik örgütlerinin Beyazıt meydanında Cuma namazı
sonrasında gösteri yapma arzuları, yukarıdaki formülün provaları
olarak değerlendirilebilir. Üniversite gençliğinin İslamcı fikirler
doğrultusunda yapılandırılmasında öğretim üyeleri ve vakıfların etkin rolü
dikkate alınarak, demokıasi ve laikliğe bağlılık konusuna titizlik
gösterilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Vakıfların siyasal İslamcı hareket içinde oynadıkları rol, oldukça etkindir.
Çünkü vakıflar, eğitim faaliyetlerinin yanısıra gençliğe burs, yurt ve iş
imkanları da sağlayarak din elitinin oluşumuna katkıda bulunmaktadırlar.
İslamcı eğitimin önde gelen vakıflarından birinin başkanı ile yapılan bir
röportaj gerek dine bakış açısının anlaşılması, gerek faaliyetlerin
kapsamı bakımından kamu oyunu aydınlatıcı niteliktedir. Bu röportajda
vakıf başkanı Modern toplumdaki nihai hedef sapması dini, herhangi
bir sosyal kurum olarak ele alma yanlınlığından kaynaklanıyor... Halbuki
İslam'da din, bir yaşam tarzıdır. Hayatın kendisidir, hayattan bir
parça değildir.... Din eğitimi diye bir şey olamaz. İnsan hayatının
herşeyi dindir... İmam Hatip ve İalahiyatlar modern eğitimin bir parçası
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iki eğitim kurumunda da din, hayatın
kendisi değil, bir parçası olarak veriliyor. Yani dini bilgi hayatamızı
yönlendiren bir olgu olarak değil, varolan bilgi kategorilerinden sadece
biri olarak veriliyor. Bu sekülarizmdir ve bu aydınlanmacı kafadır...
Bilimsel anlayışa göre, dinin ve bilimin kendine ait alanları vardır...
Halbuki ashab, öznel alan ve alan düalizmine sapmamış bilgiye bütüncül
anlayışla yaklaşmıştı. İşte o zaman bilgi yaşanabilir hale gelir
demektedir. Böylece dine göre yapılandırılmış bir yaşam tarzının hedef
olduğunu kapalı biçimde ifade etmektedir.
Vakfın çalışmaları ise özellikle üniversite gençliğine yöneliktir. Vakıf
başkanı kendisinin bizzat yönettiği üç grup bulunduğunu söyleyerek, devam
ediyor. Bunlardan iki tanesi seçkin lisans öğrencilerinden müteşekkil, bir
tanesi de master ve doktora öğrencilerinden oluşan üç grupla uygulama
yapıyoruz... Bahsettiğim çalışmayı sosyal bilimler alanında yapıyoruz...
Bu inşallah önümüzdeki kısa zaman dilimi içinde açacağımız sosyal bilimler
enstitüsünün ön çalışmalarıdır. Bahsettiğimiz üç gruptan başka 20'ye
yakın çalışma grupları bulunmakta... Bizim hedeflediğimiz seviye doktora
seviyesidir. İstanbuldaki... Vakfı gençliği, doktora seviyesinde olmalıdır.
Bu ileride Türkiye geneline de yayılacak. Bunun için gençleri teşvik
ettiğimiz gibi, bizzat ellerinden tutarak oraya götürüyoruz ve bunun için
organizasyonlarımız var... İnşallah üniversitelerde, hem bizim kendi iç
bünyemizde yaptığımız eğitim-öğretim çalışmalarıyla kendimiz ve toplumumuzun
özüne uygun bir eğitim modeli ortaya çıkaracağız.
Türkiye'de sayıları son yıllarda büyük bir hızla artan İslamcı vakıfların,
Siyasal İslamın yapılanmasına büyük katkıda bulundukları açıktır. Modern
hukuk devletinin savunusunu yapanların da laik düşünceyi temsil eden sivil
toplum örgütlerine daha büyük destek vermelerinin, Türkiye'nin geleceği
bakımından önem taşıdığı ortadadır.
Bu konuda basiretli davranması gereken bir diğer kurum ise medyadır.
Medyanın kamuoyunu bilinçlendirmedeki rolü son derece önemlidir. Ancak
laiklik ilkesine olan bağlılığından asla kuşku duyulmayacak olan
bazı büyük medya kuruluşlarının, laiklik ve demokıasiye olan bağlılıklarını,
rating savaşlarının önünde tutmayı da ulusal bir görev kabul etmeleri
gerekmektedir. İslami Hareketin oyun alanı içinde sürdürülen ve hukuk
devletinde yaşanıldığını neredeyse unutturacak boyuta gelen fikir tartışmalarında,
Türk halkı çoğu halde tarikatçılarla, şeriatçıların görüşleri arasında
bir tercih yapmaya itilmektedir. Laikliği savunan aydınların
İslamiyet konusundaki bilgisizlikleri ise, hemen her programda Siyasal
İslamın tartışmadan zaferle ayrılmasına yol açmaktadır. Türkiye'nin içinde
bulunduğu durumun hassasiyeti, medya kuruluşlarının da maddi çıkarlarının
önüne milli çıkarları almalarını zorunlu hale getirmiştir.
Dini, ahlakla özdeşleştiren bir anlayışın yaygınlığı nedeniyle, Siyasal
İslamın daha dürüst bir topluma kapı açacağı inancı, halkın oylarını yönlendiren
en önemli sebeplerden birini teşkil etmektedir. Bu nedenle demokratik süreç
içinde halkın siyasal iradesi, İslami görüş lehine bir artış gösterirken, bu
tercihin din devletine değil, dürüst ve refah içinde bir toplum özlemine
yöneldiği çok açıktır. Ancak halkın iradesinden güç alan Siyasal İslamın, bu
iradeyi İslam devleti lehine kullanacak bir çoğunluğa kavuşması halinde
Türkiye anti demokratik bir sürece adım atma tehlikesi ile yüzyüze gelebilir.
Bu sebeple temiz toplum yolunda başlatılan mücadelenin kamu oyunu tatmin
edecek biçimde sonuçlandırılması önem taşımaktadır. Türk halkının, demokratik
rejimin temiz bir topluma ulaşmayı sağlayacak güçte olduğuna inanması,
alternatif rejimlere özenmemesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Demokrasiden ödün vermeden, halkın iradesini üstün kılarak yürümenin yolu,
kamuoyunu İslam devleti konusunda bilgilendirmekten ve dürüst, refah toplumu
beklentilerine siyasal dini hareket dışında da güvenilir alternatifler
sunmaktan geçmektedir.
Siyasal İslama duyulan tepkinin temel sebebini açıkça ortaya koymak
çok önemlidir. Bu tepki, dine değil, din devletine yönelik bir
tepkidir. Bu nedenle devletle halkı karşı karşıya getirmek için ceberrut
devlet imajından yararlanan Siyasal İslamcı çevrelere karşı, devletin halkla
barışması, demokratik rejimin devamlılığı bakımından çok önemlidir. Halkı,
devlete karşı kışkırtmanın en etkin yöntemi ise, halkı bölerek, devleti bir
kesimin koruyucusu, diğerinin celladı gibi gösterme girişimleridir.
Bu konuda kullanılan başlıca motifler ise başörtüsü, mesai saatlerinin
düzenlenmesi, din eğitimi gibi halkı da yakından ilgilendiren konulardır.
Bu sorunların Siyasal İslamcıların istekleri doğrultusunda çözümlenmesi
halinde talepler son bulacak mıdır? Kesinlikle bulmayacaktır. Çünkü amaçlanan,
devletin halkla barışması değil, kavganın sürmesi ve İslam Devleti
Modelinin hayata geçirilmesidir. Ancak bu sorunlara devletin sıcak ve
şefkatli yaklaşımı, sorunları sürekli kılarak halkı kışkırtmak isteyenlerin
gerçek yüzlerinin halk tarafından tanınmasını kolaylaştıracaktır.
Burada sorulması gereken temel bir soru vardır. Bu soru, korunulması
gereken temel ilkelerin neler olduğu sorusudur. Korunulmasında öncelik
taşıyan esas, hiç şüphe yoktur ki, demokratik sistemdir. O halde,
mevcut talepleri, demokratik sistemle bağlantılı olarak değerlendimeye
almakta yarar vardır. Taleplerin demokratik sistemle bağlantılı olarak
değerlendirilmesi halinde resmi ideolojiden ödün vermeden bazı çözümler
üretilmesi de mümkün olabilecektir.
Başörtüsü, Türkiye'nin kronikleşmiş bir hastalığı haline dönüşmüştür.
Siyasal İslamcılarca en fazla istismar edilen konu durumuna
getirilmiştir.
Oysa başörtüsü Türkiye'de yaşayan kadınların çok küçük bir bölümünü
ilgilendiren bir konudur. Ülkemizde istihdam edilen kadınların
sadece yüzde 5,6 sı, toplam kadın nüfusun ise, yüzde 1.2 si devlet memurudur.
Devlet memuru olanlar içinde ise çok küçük bir bölüm, başını örtme talebinde
bulunmaktadır. Başörtüsü ile ilgili kıyafet yönetmeliği ise sadece devlet
memuru olan ve 657 sayılı kanuna tabi bulunanlar için yürürlüktedir. Bu
nedenle başörtüsünü, Türk kadının sorunu olarak sunmak, ciddi bir yanıltmacadır.
Zira tarımda, özel sektörde ya da serbest meslekte çalışanların ya da hiç bir
işte çalışmayanların başlarını örtmeleri ya da örtmemeleri ile ilgili
herhangi bir baskı, ya da yasal düzenleme mevcut değildir.
Ancak demokrasi, azınlığın haklarına da çoğunluğun hakları kadar titizlik
gösteren bir rejimdir. Bu nedenle başörtüsü, ibadet özgürlüğü biçiminde
takdim edilmekte ve devlet, bu özgürlüğü kısıtlayan bir kurum olarak
yıpratılmaktadır.
Oysa ortada açıkça varolan gerçek, başörtüsünün ideolojik amaçla kullanılmakta
oluşudur. Kaldı ki, başörtüsü sadece Türkiye'de değil, tüm İslami
Hareketlerde de bir sembol olarak kullanılmıştır. İran Devrimini hazırlayan
olaylar içinde, 1962 de Şah tarafından hicabın yani örtünmenin
kaldırılması ve kadınlara erkeklerle birlikte toplumun ön saflarında
yer alma imkanı tanınması köktendincilerin büyük tepkisini çekmiştir.
Kadınlara tanınan bu özgürlüğü, kadınların yüksek mevkileri ile şereflerine
aykırı, ahlaksızca ve dinsizce bulan köktendinci zihniyet, hicabı hareket
içinde bir sembol olarak kullanmıştır. Örtünmüş kadınların örgütlenerek köy
ve kasabalara kadar yayılması ile başlayan hareketlerin, devrimin
hazırlık döneminde önemli bir etkinliği olmuştur. Çarşaf ve başörtüsünün
Cezayir, Afganistan örneklerinde de İslami Hareketin sembolü olarak
kullanıldığı görülmektedir. Türkiye'de özellikle son onbeş yıl içinde
başörtüsü ile ilgili taleplerin artış göstermesi, Siyasal İslamın
yapılanmasına paralel bir gelişim içindedir.
Başörtüsü konusunda Türkiye'de süregelen tartışmalar, halka benimsetilmeye
çalışılanın tam tersine bir durumun varolduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye'de
söylenildiği gibi devletin halka değil, fakat Siyasal İslamcıların devlete
dayatması mevcuttur. Yıllardır süregelen Devlet Memurları Kıyafet
Kararnamesini, sanki tüm kadınların ibadet özgürlüğüne müdahale imiş gibi
göstererek, halkı devlete karşı kin duyguları ile doldurmak, rejimle mücadele
etmenin etkili bir metodu olarak kullanılmaktadır. Devlet, kadının ahlakına,
şerefine ve dinine göz diken bir duruma getirilmek istenmektedir. Başörtüsü
artık bırakalım Yüksek öğretim kurumlarını, ortaöğretime de girme girişimleri
içindedir. İmam Hatip Liseleri, bu konuda bir model oluşturmakta, klasik
liselere giden öğrenciler, artık bu okulların kapısını da başlarını örterek
zorlama girişimlerinde bulunmaktadırlar. Bunun sonucunda Türkiye'nin
çehresi değişmektedir. Bu çehre, zaman içinde İslam ülkesi görüntüsüne
bürünmeye başlamıştır. Daha da önemlisi, Türk halkı ikiye parçalanmaktadır.
Gençlik, birbirine yabancılaşmaktadır. Toplum ikili bir yapıya bürünmektedir.
Taraflar, artık sadece kıyafetlerine bakarak birbirlerini ayırd etmeye,
kendinden olanla olmayanı teşhise başlamışlardır. Zira başörtüsü ile başlayan
ayırım sarığa, sakala, diğer dini addedilen kıyafetlere de sirayet etmiştir.
Anadolu kültüründe olmayan, kırsal kesimde rastlanmayan kıyafetlerin
kentlerde yaygınlaşmasını, dini vecibe gibi masum isteklere bağlamak ne
kadar mümkündür? Kıyafet konusundaki ısrarcılıktan anlaşılan odur ki, bu
bir İslami üniformadır. Bunun temelinde de İslami Kimlik arayışı yatmaktadır.
Gözle görülen bütün bu gerçeklere rağmen, başörtüsünün ya da İslami
addedilen kıyafetlerin yasalarla engellenmesi mümkün değildir. Zira
bugünkü görüntü, yılların ürünüdür. Temelinde de eğitim yatmaktadır.
Türkiye'de uygulanan eğitim politikalarının nasıl bir zaafiyet içinde
olduğu, cehaletin boyutları, ezberci eğitimin ürünleri bugün Türkiye'de
yaşanan tablo ile kanıtlanmıştır. Hiçbir amaca hizmet etmediği açıkça
görülen ve düşünceye ipotek koyan eğitimin sadece sistemi bakımından değil,
felsefesi bakımından yeniden yapılandırılmaya muhtaç olduğu açıktır. Bu
nedenle, Türkiye'nin sorunu kökü geçmişe uzanan bir sorundur. Çözümünü
yasalarda ya da dayatmacı anlayışlarda aramak da boşunadır.
O halde kısa dönemde devletin yapması gereken, halkla barışmaktır.
Bu nedenle de başörtüsü ile ilgili yeni bir düzenlemeye gidilmesine
ihtiyaç vardır.
Bu düzenleme ne olabilir? Bununla ilgili pekçok model üretilebilir
ancak ilk akla gelenlerden biri, belki devleti birinci derecede
temsil eden memuriyetler, eğitim ve yargı kurumları dışında başörtüsü
uygulamasına nisbi bir rahatlık sağlanmasıdır. Bu belki bir iyi niyet
gösterisidir. Ancak bu iyi niyetin gösterilmesine ihtiyaç duyulan günlerde
yaşamaktayız.
Elbette yukarıda sözü edilen öneriler de sorunları çözmeyecektir. Ancak
daha ileriye gidecek olan talepler, devletin laik niteliği ile
bağdaşmayacağı için kabulü mümkün olmayan talepler olacaktır. Zira laik
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Dinde Siyasal Islam Tekeli - 09
- Büleklär
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3609Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193724.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3620Unikal süzlärneñ gomumi sanı 204824.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3560Unikal süzlärneñ gomumi sanı 197723.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3529Unikal süzlärneñ gomumi sanı 196522.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3649Unikal süzlärneñ gomumi sanı 191425.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3629Unikal süzlärneñ gomumi sanı 195826.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3562Unikal süzlärneñ gomumi sanı 185822.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3510Unikal süzlärneñ gomumi sanı 189522.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3594Unikal süzlärneñ gomumi sanı 189123.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3619Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193224.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3590Unikal süzlärneñ gomumi sanı 190224.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 128Unikal süzlärneñ gomumi sanı 10935.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.60.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.