Dinde Siyasal Islam Tekeli - 04
Süzlärneñ gomumi sanı 3529
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1965
22.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
35.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
42.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
olarak açıklanamaz. 1975-76 da yani, 1. MC iktidarında 144 İmam Hatip Lisesi;
2. MC 'nin iktidarda olduğu 1977-78 döneminde ise 86 İmam Hatip Lisesi
eğitime başlamıştır. 1971- 1994 arasında İmam Hatip Orta Okullarından mezun
olan öğrenci sayısı 600 bin, Liselerinden mezun olan ise 300 bin
dolaylarındadır. 1994 sonu itibariyle mesleki-teknik orta okullarda okuyan
toplam öğrencilerin yüzde 85,2'si, mesleki-teknik orta ögrenimin ise yüzde
40'ı İmam Hatip okullarında eğitim görmektedir. Toplam orta öğretim içinde
yaklaşık yüzde 10'luk bir paya ulaşan bu eğitim modeli, mesleki amaçlı
olmanın çok ötesine geçmiş bulunmaktadır. Zira söz konusu okullardan mezun
olanların özellikle kamu yönetimi, hukuk, siyasal bilgiler, uluslararası
ilişkiler gibi devlet içinde örgütlenmeye yatkın alanlarda yüksek öğretime
devam ettikleri, YÖK istatistiklerinden anlaşılmaktadır. Bu nedenle, mesleki
eğitim kisvesini kullanıp, Tevhid-i Tedrisat Yasasını delerek alternatif bir
orta öğretim kurumu biçiminde faaliyet gösteren İmam Hatip Liselerinin din
elitinin oluşumunda önemli bir rol üstlendikleri son derece açıktır. Bunun
daha somut bir kanıtı ise siyaset sahnesinde RP kanadında yer alan pekçok
ünlü ismin, Hasan Hüseyin Ceylan, Şevki Yılmaz, Tayyip Erdoğan gibi, İmam
Hatip Lisesi mezunu olmalarıdır.
Din elitinin diğer bir faaliyet alanını da son yıllarda sayıları giderek
artan dini amaçlı vakıflar oluşturmaktadır. Vakıflar, din-siyaset ilişkileri
bakımından uygun bir ortam yaratmanın yanısıra, ilmi faaliyetleri ve yayınları
ve yoksul kitlelere götürdükleri hizmetlerle de Siyasal İslamın gücüne
katkıda bulunulmaktadır.
Din elitinin oluşumunda ileride anlatılacak olan tarikatların ve
özellikle de tarikat-siyaset ilişkisinin de pay sahibi olduğu inkar
edilemez. Ancak din elitinin oluşumu kadar önemli olan bir diğer husus, bu
kitlenin Siyasal İslam Hareketini oluşturmadaki faaliyetleridir. Seslerini
geniş kitlelere duyurmakta kazandıkları başarının demokratikleşme süreci
ile bağlantılı olduğu açıkça görülmektedir.
Ancak içinde yaşamakta olduğumuz dönemde, yasalardaki zenlemeler, din
eğitimi konusunda atılan adımlar ve tarikatların faaliyetlerine karşı
siyasi partilerin tavrı, yeni bir dini elitin oluşumuna ve ortaya
çıkışına elverişli bir ortam hazırlamıştır.
b. Demokratikleşme ve Yasal Düzenlemeler:
Türkiye'nin laik düzene geçişinde rol oynayan en önemli ikinci etken,
hukuksal düzenlemelerle din devletinin kapılarının kapanması
olmuştu. Atatürk 1922 de saltanatı, 1924 de de hilafeti lağvederken,
halife-sultan statüsüne de son veriyor, sultanın kişiliğinde bütünleşen
halifelik olgusunu da ortadan kaldırıyordu. Bu uygulama İslam dünyasından
Batı dünyasına doğru atılan ilk adımdı. Ancak İslami devletten, hukuk
devletine uzanan yolda bu yeterli değildi. Bu nedenle reformların hukuk
alanında devam etmesi gerekiyordu. 1924 de dini mahkemelerin kaldırılması,
l926 da Yeni Ceza Kanununun kabulü ve yine aynı yıl İsviçre Medeni
Kanununun kabulü İslam hukukundan, laik hukuka geçişin en önemli adımları
olmuştur. 1928 de laikliğin anayasada yer almasına ilişkin kanun teklifi
yapılmış, 1222 sayılı kanunla anayasadan dine ait maddeler çıkarılmış ve
laiklik ilkesi 1937 de anayasaya girmiştir. Ayrıca yasalarda yapılan
çeşitli düzenlemelerle de Siyasal İslami hareketler engellenmiştir.
Ancak 1980 sonrası dönemde, demokratikleşmede atılan adımların
özellikle din açısından daha liberal yaklaşımlar taşıdığı kabul edilebilir.
Türkiye'nin yasa dışı örgütlerle sürdürdüğü mücadelede ise özellikle
12 Eylülü izleyen dönemde tek taraflı bir tutum izlenmiş, hatta
milletin birlik ve bütünlüğünü koruyucu bir unsur telakki edildiğinden,
dini teşkilatlanmalar üzerine pek fazla gidilmeden mücadele yasa dışı sol
örgütlerde odaklaştırılmıştır. Kenan Evren'in pekçok konuşmasını Kuran'dan
ayetlerle süslemesi, ordunun laiklik konusundaki geleneksel tavrı ile pek
de uyuşmayan bir tavır olarak kabul edilmelidir. Bu tavrın Siyasal İslami
Harekete daha rahat bir oyun alanı yarattığına kuşku yoktur.
Demokratikleşme yolunda atılmaya çalışılan bir diğer adım ise Türk
Ceza Kanununun 163. 241. ve 242. maddelerinin değiştirilmesi
yolundadır. Nitekim Yıkıcı Gericilik Faaliyetleri ile ilgili 163. madde
1991 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Din Hizmetlilerinin kamu düzeninin
bozmaları ile ilgili 241. madde ile din hizmetlilerinin sıfatlarını
kötüye kullanmalarına ait 242. madde de değiştirilmek istenmektedir. 241.
İmam, hatip, vaiz, rahip, haham gibi dini reislerden biri
vazifesini ifa sırasında alenen Hükumet idaresini ve Devlet Kanunlarını
ve Hükumet icraatını takbih ve tezyif ederse ceza alabilmektedir.
242. maddede ise 241. maddede sözü edilen kişilerin, sıfatlarından
yararlanarak halkı kanunlara yahut Hükumet emirlerini icraya veya
memuru görevini yapmaya karşı itaatsizliğe teşvik etmesi; kanunlara veya
kanuna göre kazanılmış olan haklara muhalif iş ve sözlerde bulunmaya
icbar ve ikna etmesi halinde cezalandırılacaklarını belirtmektedir.
Bu iki madde de din görevlilerinin, dini ve kendi dini hüviyetlerini
kullanarak devlet işlerine müdahalede bulunmalarını önlemek bakımından büyük
önem taşımaktadır. Dolayısıyla laik devlet olgusunun yasal bir teminatıdır.
Bu maddelerin demokratikleşme ve özgürlükler ileri sürülerek kaldırılmasına
ilişkin tartışmalar, dinin siyasal fonksiyonunu daha rahat ifa etmesine
imkan hazırlayacaktır.
Ancak yukarıdaki yasal değişiklik gayretlerinden daha da önemli olan
girişim, Anayasanın, laikliği tanımlayan 24. maddesinin son fıkrasının,
Anayasa değişikliği sırasında gündeme getirilmesi ile ilgili yoğun
gayretlerdir. 24. maddenin son paragrafı Kimse, Devletin sosyal,
ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına
dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her
ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal
sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. şeklindedir. Bu
paragraf, laikliğin tanımını yapan ve dine dayalı devlet düzenine kapıları
kapayan son derece önemli hükümler ifade etmektedir. Bu paragrafın
değiştirilmesi yolundaki gayretler, dine dayalı devlet kurma yolunda
beslenen gizli emellerin varlığını açıkça ortaya koymaktadır.
Halkın iradesi ile iktidar olanların, yasama gücünü kullanarak,
demokrasiye kapalı olan din devletini hayata geçirmek yolundaki
gayretleri, Türkiye'yi demokratik sistemin kuralları ile Siyasal İslami
hareket arasına sıkıştırmış durumdadır.
c. Tarikatlar:
Siyasal İslamın hız kazanınasında rol oynayan diğer bir etmen de
tarikatlardır. Tarikatların siyasi partiler içindeki desteği, Türk
siyasal yaşamının inkar edilemez bir boyutunu oluşturmaktadır. Atatürk
döneminde, 1925 yılında kapatılmalarına rağmen faaliyetlerini gizliden
gizliye sürdüren ve dini cemaat adını benimseyerek kendilerine yasal bir
serbestiyet alanı yaratan tarikatlar, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra,
daha açık biçimde kendilerini göstermeye başlamışlar ve İslami cemaatlerle
birlikte dini hayatın merkezini oluştumuşlardır.
l9.yy'ın sonundan itibaren Anadolu'da ağırlık kazanan iki tarikat,
faaliyetlerini içinde yaşanılan günlere kadar sürdürmüşlerdir. Bunlardan
birisi, Süleyman Hilmi Tunahan'ın (1888-1959) kurduğu, Süleymancılık;
diğeri ise Said-i Nursi'nin (1873-1960) önderliğinde kurulan
Nurculuk tarikatlarıdır.
Nakşibendi tarikatına mensup olması nedeniyle, Süleymancılığı
Nakşibendilik içinde bir kol saymak gerektiğini düşünenler olduğu gibi,
bir kol olma özelliğine sahip bulunmadığını ileri sürenler de vardır. Kuran
kurslarının Diyanetin denetiminde olmasını protesto ederek kurulan
ve başta Kuran kursları olmak üzere orta ve yüksek öğretimdeki örgütlenmeleri
ile dikkati çeken Süleymancıların, eğitim aracılığı ile Siyasal
İslami Harekete verdikleri destek açıktır. Faaliyetlerini Avrupa'ya taşıyan
ve oradaki Türk işçileri arasında büyük maddi destek ve yandaş bulan
tarikatın, Tunahan'dan sonraki lideri, Tunahan'ın damadı Kemal Kaçar'dır.
Kaçar'ın eski AP milletvekili olması, yine tarikatın önde gelen
isimlerinden Ali Ak'ın da eski AP milletvekilleri arasında yer alması
siyaset-tarikat ilişkilerinin en canlı örneğidir. 12 Eylül döneminde bir ara
MDP'ye destek veren tarikat DYP nin kuruluşu ile birlikte desteğini bu parti
yönünde kullanmış ve Özal bu oy deposunu ANAP'a çekmek için büyük çaba
harcamıştır.
Almanya'da kurdukları İslam Kültür Merkezlerinde Müslümanların
temsilciliğini üstlenmek yolundaki girişimleri Almanya'daki Müslümanlardan
vergi toplamak ve dini eğitimlerini üstlenmekle sonuçlanacak iken
orada yaşayan bir Türk sendikacısının faaliyetleri sonucu bu girişim
son anda durdurulmuştur. Bu girişimin başarıya ulaşması ve temsil
yetkisinin bir kez İslam Kültür Merkezlerine verilmesi halinde artık Diyanet
İşleri dahil hiçbir Müslüman kuruluş bu hakkı elde edemeyecekti. (Daha fazla
bilgi için Bkz. Uğur Mumcu; Rabıta, Ankara 1987, s.127-129) 20. yy
içinde Türkiye'de siyasal açıdan en fazla etkinliği olan tarikatlar ise
Nakşibendilik ve Nurculuk olmuştur. Nakşibendi Tarikatının önemli ismi
olan Mehmet Zahit Kotku (1897-l980), Siyasal İslamın liderlerinden biri
olarak kabul edilebilir. Özellikle siyasetle ilgileri bulunan
üniversite öğrencilerini tarikata çekmekte son derece başarılı olan Kotku'nun
öğrenci grubu içinde yer alanlardan biri de Necmettin Erbakan olmuştur.
Necmettin Erbakan'ın 1969 da Milli Nizam Partisini kurmasında,
Kotku'nun teşvikinin önemli rol oynadığı kabul edilmektedir. Kotku'nun
Siyasal İslami hareket üzerindeki etkileri daha sonraki yıllarda da devam
etmiş, Nakşi bir aileden gelen Turgut ve Korkut Özal'ın Kotku'nun yakın
çevresinde bulunmaları, din-siyaset ilişkisi açısından din lehine önemli
kazanımlar getirmiştir.
Saidi Nursi'nin liderliğinde gelişen Nurculuk akımı siyasal açıdan büyük
önem taşıyan bir harekettir. Kurucusunun Kürt kökenli olması sebebiyle,
cumhuriyet öncesi dönemden bu yana siyasi niteliği ağır basan bir
özellik taşır. Said-i Nursi'nin, Abdülhamit'ten Doğu Anadolu'da Kürtçe
eğitim yapacak üç lise kurmasını ve bir teknik okul açmasını talep etmiş
olması, tarikatın sosyo-politik kararlara katılma eğilimi konusunda
ilk ipuçlarını vermektedir. Düşüncelerini Risale-i nurlarda toplayan ve
Kuran'ı yorumlayarak, dinde kendi adını alacak bir yenileşme
hareketini başlatan Nursi, cumhuriyet rejimi ile keskin anlaşmazlıklara
düşmüş fakat rejime açıkça karşı çıkmaktan kaçınmıştır. Nursi, Batı ilmi ile
Kuran arasındaki paralellikleri ortaya koyan ve Kuran'ın mucizevi içeriğini
anlatan yorumları ile büyük ilgi görmüş ve İslamın yeniden canlanışı
hareketinin lideri olmuştur. Yaşamındaki bazı olayları, mucizevi ve seçilmiş
kişiliği ile bağlayarak anlatan müridleri sayesinde, efsanevi bir hüviyete
bürünmüştür. Yaşamının önemli bir bölümünü Isparta'da geçiren Said-i Nursi,
oradaki Nur öğrencilerine Isparta'dan çıkacak önemli bir kişiden bahsetmiş
fakat adını vermemiştir. 1960 da ölümünden birkaç yıl sonra, Süleyman
Demirel'in siyasete atılması ve Türk siyasal yaşamının önemli bir
şahsiyeti haline gelmesi, Nursi'nin kehanetinin gerçekleşmesi
şeklinde yorumlanarak, Nurcuların Demirel'e sempati ile yaklaşmalarına yol
açmıştır.
Demirel ise bu sempatiyi kaybetmemeye özen göstererek, Anadolu'da
Nurcular'dan büyük destek görmüştür. Said-i Nıusi'yi yeni İslam yüzyılının
müceddidi, yani müminlere hak yolunu gösteren kişisi olarak gören
Nurcular, onun ölümünden sonra bölünmüşlerse de siyasal alandaki
etkinliklerini devam ettirmeyi sürdürmüşlerdir.
Bu bölünme sonrasında ortaya çıkan Nurcu gruplardan birisi, Yeni
Asya Gazetesini yayınlayan Mehmet Kutlular liderliğindeki grup
olmuştur. Dinci-milliyetçi çizgiyi benimseyen grup, Demirel'i açıkça
desteklemiş ve zamanla siyasal sisteme entegre olmuştur. Bu uzlaşmacı tavrı
kabullenemeyen ikinci bir grup ise, Dava adlı bir dergiyi
yayınlayan Sıddık Dursun ve taraftarlarıdır. Bu grup, Yeni Asya Grubunu
mevcut düzenle uyuşabilmek için Nursi'nin risalelerini tahrif etmek ve yine
Nursi'nin Kürt kökenini gizleyerek milliyetçi kesimle uzlaşmacı bir tutum
izlemekle suçlamışlardır. Yeni Asya Grubu ise 12 Eylül Askeri Darbesinden
sonra ikiye bölünmüş; Mehmet Kırkıncı liderliğindeki grup, Kenan Evren
yönetimindeki askeri yönetime destek verirken, Mehmet Fırıncı
liderliğindekiler Said-i Nursi'nin radikal tavrına dönüş yapmışlardır.
Siyasal İslamın önde gelen isimlerinden olan Fethullah Gülen ise, önceleri
Nurcuların Yeni Asya Grubuna dahil olmuş, 1980'lerde Sıddık Dursun'dan
ayrılmış daha sonra ise Türkiye'de liberal bir İslami hareketin öncüsü
olmuştur. Gülen'in siyasetle ilişkisi, doğrudan değil, dolaylı biçimde
devam etmektedir. Fethullah Gülen'in büyük gücü, eğitim alanında geliştirdiği
model ve sunduğu hizmetle doğru orantılı bir artış göstermiştir.
Büyüyen ekonomik gücüne paralel olarak açtığı okul ve dersane sayıları
artmış, Turgut Özal ile aralarındaki büyük bağlılık, bu güç artışına olumlu
etki yapmıştır. Gülen'in İslami çevrelerde artan itibarı, Tansu Çiller'i
de Başbakanlığı döneminde (1994) onunla görüşmeye sevk etmiş, bu olay
Fethullahçı çevrelerin DYP'ne siyasal desteği olarak yorumlanmıştır.
Sahip olduğu medya kuruluşları (Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV), diğer
eğitim kuruluşlarının yanısıra faaliyete geçen Fatih Üniversitesi ve
yakın zamanda açtığı İslami Finans Kurumu Asya, büyüyen maddi gücün en
önemli simgeleridir. Bu maddi güç, İslami faaliyetlere önemli bir
kaynak teşkil ederken, Gülen'in siyaset içindeki etkinliğini de
artırmaktadır.
Fethullah Gülen kendisini bir şeyh ya da siyasal İslami lider
olarak tanıtmamaya özen gösterdiği halde Küçük Dünyam adı ile yayınlanan
ve yaşamını anlatan ilk kitapta onunla ilgili kerametlere yer
verilmektedir.
Örneğin ilk Kabe ziyaretinde herkesi sokan sinekler onu sokmamakta,
kaldığı evi kimse bilmediği halde bir sabah uyandığında yastığının üzerinde
kendisine yazılmış ve Türkiye'den bir yakını tarafından gönderilmiş
bir mektup bulmakta, şeytanın kendini öldürmesi yolundaki telkinlerine
karşı çıkmakta, bir arkadaşının rüyası ile peygamberden mesaj alarak
evlenmemektedir. Bu ifadeler tevazu kisvesi altında gizlenen bir
yüceliğin anlatımı değil ise neden kitaplara aktarılmıştır? Fethullah
Gülen'in bu olaganüstü vasıllarını kamuoyuna yansıtarak kerametlerin
gücünden yarar sağlaması pekçok şeyhin kol gezdiği ülkemizde pek de
yadırganacak bir tutum olmasa gerek.
Fethullah Gülen'in bu hızlı yükselişi, Türkiye'de Siyasal İslamın
yegane temsilcisi olan Refah Partisini ve onun lideri Erbakan'ı
tek otorite olmaktan çıkarımış bulunmaktadır. Gülen, liberal bir İslami
yaklaşımla Türk muhafazakarlarının manevi lideri ve İkinci
cumhuriyetçilerin fikir babası konumuna gelmektedir.
Farklı tarikatlarda yetişen Erbakan ile Gülen, siyasi bakımdan da
farklı eğilimlere sahip görünmektedirler. Ancak yukarıda anlatılanlar
ışığında, Türkiye'de dini geçerliliği tartışılır olmakla birlikte, siyasi
iktidara oynayan tarikat liderlerinin ve İslami önderlerin, dinde bir yeniden
diriliş hareketini doğrudan ve dolaylı olarak yaratmaktaki katkıları açıktır.
İslami mücadelenin ülke çapında gelişip yayılmasında rolü olan kesimleri,
yine bir İslami yazar, 1989 yılında yazdığı bir makalede şöyle
anlatmaktadır: Bu çevreleri iki grupta mütalaa etmek gerekir:
Birincisi islamcı aydınlar, ikincisi de Refah'a entegre edilmemiş bazı dini
grup ve cemaatler. Ayrıca buna Refah dışında siyasal tercihleri bulunan ferd
ferd geniş dindar kesimler de eklenmelidir. Bir hareketin büyüme
istidadı taşıması, kamuoyunda böyle bir beklenti hasıl etmesi ona karşı olan
tavırları derinden etkileyecektir. Böyle bir gelişme yani büyüme imajı,
siyaseten bitaraf kişilerin katılımını hızlandıracağı gibi, ileride sağ
liberal partileri destekleyen dini kesitleri de asgariden partiye karşı
tarafsızlaştıracaktır.
Gelişen bir hareketin karşısında durmanın izahı imkansız olduğu kadar,
bunun vicdanlarda meydana getireceği baskı da giderek büyüyecektir...Bu
bakımdan Refah hareketi, Türkiye'deki İslami taban ve tavırların
bileşke iradesi biçiminde bir ekseni yakalayabilmelidir. (Ahmet
Rıdvan; İslamcı Aydınlar ve Toplumsal Sorumluluk Şuuru, İstanbul, 1995, s.75)
Bu görüşlerin ve özellikle de yaratılan büyüme imajının Refah Partisinin
yükselişinde rol oynamadığı iddia edilemez.
Türkiye'nin mevcut düzenine entegre olmuş bulunan İslamcı eğilimlerin
yanısıra, Siyasal İslamın temel amacı olan İslam Devletine demokratik
süreç içinde geçişi amaçlamayan militan İslami hareketler de mevcuttur.
Bu hareketler, şeriatı silah zoru ile gerçekleştirmeyi yöntem olarak
benimsemiş bulunmaktadırlar. İBDA-C ve Hizbullah örgütleri, bu hareketler
içinde en önde olanlardır.
İBDA-C, Büyük Federatif İslam Devleti amacına yönelik faaliyet
göstermektedir. Bu örgütün teorik altyapısının oluşumunda Necip Fazıl
Kısakürek'in büyük rolü olmuştur. İslami Devletlerin bir araya gelmesi
ile kurulacak büyük ve birleşik İslam Devletini hedefleyen Büyük Doğu
düşüncesi, Necip Fazıl tarafından 1940'larda ortaya atılmıştır. Örgütün
şimdiki lideri ise, Kürt bir aileden gelen Salih Mirzabeyoğlu'dur.
Örgütün terör eylemleri için kullandığı altgruplar içinde; İslami Kısas
Kıtaları, İslami Kısas Timi, İslami Gerilla Ordusu, Öncü Birlikler vs. yer
almaktadır.
Hizbullah Hareketi ise Türkiye'de İran devriminden sonra örgütlenmiştir.
1980'den sonra ikiye bölünen hareketin birinci kolu, hedefe siyasal
yoldan ulaşmayı hedefleyen Menzilcilerden oluşmuştur. Silahlı mücadeleyi,
yani cihadı amaçlayan ikinci kol ise İlimciler adını almıştır.
İlimcilerin amacı Güneydoğu Anadolu'da bir İslam Devleti kurmaktır.
İlimciler, zamanla Menzilcileri silerek, hareketi silahlı eylem
amacında bütünleştirmişlerdir. Böylece Türkiye Hizbullah aracılığı ile
devrim ihracı modelini benimseyen İslam ülkelerinin de etki alanına
girmiştir.
İran İslam Devrimi ülkemizin bazı İslamcı teorisyenleri tarafından
savunulması, hatta bu devrimle övünülmesi, geleceğe yakılan bir yeşil ışık
olarak yorumlanmalıdır. Dinin devrimlerin nedeni olduğunu savunan
bir İslamcı yazar İran Devrimini anlatırken şöyle diyor: Din kitleleri
motive ediyor, halkın vicdanında ve ruhunun derinliklerinde yatan özgürlük
ve adalet duygularına çarpıcı cevaplar veriyordu. Hem İran'da onbinlerce
insanın canını ortaya koyarak gerçekieştirdiği İslam Devrimi'nin kendinden
başka hiçbir ideoloji, doktrin veya siyasal felsefeye borcu yoktu...
78 yaşında yaşlı bir din adamının liderliğinde gerçekleşen devrim, diğer
büyük devrimler gibi tutuşmuş bir ateş denizi gibi dalga dalga çevre
ülkelere, oradan da bütün dünyaya yayıldı...İslam devrimi bir gerçeği daha
somut olarak ortaya koydu: Bütün toplumsal hareketlerin gerçek hareket
ettirici gücü elit sınıflar, okumuş aydın zümreler, sosyal bilimlerin
geveze kuramcıları, toplumun öncülüğüne soyunmuş Jakobenci ceberrut
kadrolar değil, halk yığınlarıdır.
Kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, yaşlısıyla halk yığınları... İslam
devrimine kadar yönetimlerin güçlü, orduların düzenli, sivil polisin
teçhizatlı ve organizeli, uluslararası desteklerin sağlandığı ve
modernleştirme politikalarının izlendiği ülkelerde devrimlerden söz
edilemeyeceği, hatta bu sürece iyiden iyiye giren çağımız uluslarının
sergilediği genel konjonktürde devrimler döneminin kapandığı yolunda yaygın
bir inanç vardı. Bunun boş bir inanç olduğunu İslam Devrimi kanıtladı...
Sarsılmaz sanılan bir rejim en güçlü döneminde ve uluslararası tam desteğe
sahipken devrilmiş, din adamları, yığınların önüne düşüp cumhuriyet talep
etmiş ve Batı sosyal bilimleri tarafından neredeyse müzelere kaldırılacak
kadar ölü ilan edilen İslam, dini bir devrimi ateşleyip yeniden bütün
dünyanın gündemine girmiştir...artık bundan sonra bir devrim ihtimalinden
söz edilecekse, din olmadan devrim düşünülemeyecekti (Ali Bulaç; Din ve
Modemizm, İstanbul 1995, s.245-248)
İran devriminin ana stratejisi ve halk hareketinin devrimdeki
büyük rolünün yanısıra Türkiye açısından son derece önemli olan ordu
faktörüne de devrimin anlatımı içinde yer verilmiştir. Yazar öncelikle halk
yığınları karşısında sanıldığının aksine asker faktörünün güçsüz ve çaresiz
olduğu gerçeğinin altını çizmekte, daha sonra da İran'ın 500 bin
kişilik ordusunun ayaklanan halk güçleri karşısında tutunamayıp dağıldığını
anlatmakta ve devam etmektedir. (Age;s.249)
Dağıldı, ama verdirdikleri zayiat da çok büyük oldu. İran'da devrim
boyunca yüzbine yakın kişi hayatını kaybetti. Ama ordu ve gizli
polis sonunda şunu anladı, milyonlarca insanı katlederek bir devrim
bastırılamaz. Humeyni şu direktifi veriyordu: Askerleri göğüslerinden değil,
kalplerinden vurun. Halk ve özellikle kadınlar direniş boyunca hep
askerlere çiçek attılar ve sonunda halk çocuklarından başka bir şey olmayan
askerler, halkın safhına geçtiler.(Age;s.249)
Bu satırlar, Türkiye'de Siyasal İslamın silahlı eylem gruplarına şüphesiz
ki büyük umut vermektedir. Devrim stratejisi ise halk-dini adamı-ordu
bütünleşmesinden ibarettir. Siyasal İslamın bu strateji doğrultusundaki
eylemleri içinde orduyu içeriden kuşatmak isteği, Türk milletinin hiç
de yabancısı olmayan bir gerçektir.
::::::::::::::::::::::::::::
Siyasal İslamın yükselişine karşı laik düşünceyi benimseyen çevrelerde
görülen hassasiyetin ve oluşan tepkinin belki küçük bir bölümü bilinçlidir.
Türk toplumunda inanç ve düşünce sistemlerinin derin bir incelemeye tabi
tutularak değil, duygusal olarak kabul veya reddedilme eğilimi yaygındır.
Atatürk'e duyulan sevgi ve modem dünyaya ayak uydurma hevesi, toplumda o
derece baskındır ki, bu duygusal yöneliş içindeki kitleler için Siyasal
İslam, Atatürk düşmanlığına ve geçmişe dönük bir yaşam modeline eş değerdir.
Özellikle kadın haklarının kısıtlanması, başörtüsü, çember sakal gibi
simgelerle bütünleşmiş bir korku, laikliğin savunusuna yol açmaktadır.
Toplum, cumhuriyetten bu yana müslüman olduğuna inanarak fakat
laik bir devlet düzeni içine yaşarken, aniden dinden dışlanmanın,
Siyasal İslamı benimsemediği için dinsiz sayılmanın şaşkınlığını da
yaşamaktadır. İslamiyeti, ahlak ve ibadet kurallarından ibaret bir din kabul
ederek inananların yaşadıkları şokun temelinde, din konusundaki yetersiz
bilgilenmenin yattığı ise, acı bir gerçektir.
Yaşamakta olduğumuz dönemde yeni bir keşif süreci başlamıştır.
Kendilerini doğduklarından beri müslüman olarak kabul edenler, şimdi
mensup oldukları dinin ikinci yüzünü keşfetmeye ve resmi ideoloji
taraftarları ile Siyasal İslam savunucuları arasından bir seçim yapmaya,
kimin doğruyu söylediğini anlamaya zorlanmaktadırlar.
Yıllardır bir kenara itilen Kuran ayetleri, İslamın hukuk normları,
devlet düzeni artık Türkiye gündeminin öncelikli konusu haline gelmiştir.
Arapça ezberlenen dualar, tutulan oruç, kılınan namaz hatta haç
ziyaretleri müslüman olmaya yetmemektedir. Evlerin dolap üstlerine, en
mutena yerlere konulan, saygı ile ele alınan, abdestsiz, başörtüsüz kapağı
açılmayan, belli günlerde huşu içinde ancak anlamadan, düşünmeden okunan o
Kutsal Kitap, Kuran bambaşka bir amaçla yaşama girmekte ve toplumun
yıllar boyu oluşturduğu yaşam biçimine bir tehdit olarak karşılarına
dikilmektedir. Oysa Kuran da değişen birşey yoktur. Tek değişim, onun
getirdiği siyasal düzeni topluma sunan bir siyasal dini hareketin
ortaya çıkmış olmasıdır.
Siyasal İslam ve Kuran
Şimdi Kuran'ın bazı özelliklerini ve Siyasal İslama kaynak teşkil
eden bazı ayetleri kısaca inceleyelim:
Kuran 6200 kadar ayetten oluşmuştur. Bunlar içinde 300 kadarı, İslamın
siyasal yönünü belirleyen şer'i hükümleri ifade etmektedir.
Bu hükümlerin belli bir toplum ya da zamanla kısıtlı olmadığı ise yine
Kuran'da belirtilmiştir. Geçmişte ve gelecekte Kuran'ı batıl kılacak
yoktur. Hakim ve övülmeye layık olan Allah katından indirilmiştir.(Kuran-ı
Kerim; Fusillet/42) Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur(Kuran-ı
Kerim; En'am/34 ayetlerinden de açıkça anlaşılacağı gibi Allah'ın sözleri olarak kabul edilen Kuran
ayetlerinin insan tarafından değiştirilmesi ya da yürürlükten
kaldırılması mümkün değildir. Nitekim bir başka ayette Biz daha iyisini
veya benzerini getirmedikçe bir ayeti yurülükten kaldırmaz veya ertelemeyiz(Kuran-ı
Kerim; Bakara/106) denilerek, Kuram değiştirmek yetkisinin yalnızca Allah'a ait olduğu
açıkça belirtilmiştir.
Bu ayeti esas alarak yola çıkıldığında Kuran'daki bazı ayetlerin vahiy
devam ettiği sırada yine vahiy aracılığıyla değiştirilmesi (nesh) mümkün
görünmektedir. Zira Kuran, İslamın son din, Muhammedin de son peygamber
olduğunu kesin bir dille söyleyerek, Tanrısal vahyin kapılarını İslam'la
birlikte kapatmıştır.
Bu koşullar altında bazı ayetlerin yine vahiy sırasında
değiştirildiğini, yani nesh edildiğini kabul edenler olduğu gibi reddedenler
de bulunmaktadır. Ancak peygamberin bu konuda hiçbir hadisinin bulunmaması
ve değiştirildiği iddia edilen ayetlerin, yerine konulan ayetlerin daha
önce mi yoksa daha sonra mı geldiğinin bilinmemesi nesih kapılarının çoğu
yerde kapanmış olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki, bu değişikliklerin
olduğu kabul edilse bile, bunların günümüzde sorun teşkil eden ayetleri
kapsadığına ilişkin hiçbir yorum mevcut değildir.
İslamın siyasal bir din olduğu, en açık biçimde Kuran'da görülmektedir.
Çünkü Kuran yöneten-yönetilen ilişkisini, tarafları da ortaya koyarak
açıkça belirlemiştir. Yönetilecek olanlar, İslam ümmeti, onları yöneten
ise, Allah'tır. Ancak Allah'ın ümmeti doğrudan yönetmesi söz konusu
olamayacağına göre, yönetim erki, Tanrısal iradeyi temsil eden Kuran
aracılığıyla peygamber ve diğer yöneticilere devredilmektedir. Nitekim
Resule itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur(Kuran-ı Kerim; Nisa suresi/80)
ayeti de bunu doğrulamaktadır.
Ayrıca peygamberin yönetme görevini nasıl yerine getireceği de
belirtilmekte ve Onların aralarında Allah'ın indirdiği (Kuran) ile hükmet(Kuran-ı
Kerim; Maide suresi/48) denilerek, İslam devletinin yönetim yasası Kuran
olarak belirlenmektedir. Ümmete ise Kuran'a ve peygambere kayıtsız şartsız itaat etmek
düşmektedir. Ahzab suresinin 36. ayetinde, Allah ve Resulü, bir
işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi
isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı
gelirse, apaçık bir sapıklığa düşer denilmektedir. Böylece peygamber
döneminde toplumun hem manevi, hem de siyasi önderi peygamberdir.
Peygamberden sonra ise, Tanrısal iradenin temsilcisi olan Kuran,
yönetimin hangi esaslara uygun olması gerektiğini belirleyen bir
Anayasa olarak kabul edilmiştir. Ancak peygamberin siyasi önderliği onun
vefatından sonra da etkinliğini sürdürmüş ve sözleri(hadisler),
davranışları(sünnet), olaylar hakkında verdiği toplumsal kararlar, buna
tanık olanların da sahitliği ile İslami yönetimin ve İslam hukukunun temel
yol göstericileri olmuştur.
İslamda Demokrasi Tartışması
Dinle ilgili tartışmaların en can alıcısı dinin demokrasi ile
bağdaştırılmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Demokrasi bir yönetim
biçimidir. Yöneten ve yönetilen ilişkisinin halka verildiği ve yöneticinin
değiştirilmesi yetkisinin halkta bulunduğu bu yönetim biçiminde halkın
iradesi en üstün irade olarak kabul edilmektedir. Halkın yöneticilerini
seçme hakkı kadar önemli olan bir diğer husus, bu seçimde aralarında tercih
yapabileceği çeşitli seçeneklere sahip bulunmasıdır. Seçeneklerin bulunmadığı bir sistemde, salt seçme yetkisinin
kullanılması fazla bir anlam ifade etmekten uzaktır. O halde çok
partili siyasi sistemler, demokrasi bakımından yadsınamaz bir zorunluluk
olmaktadır.
Yine demokrasi, ancak bir hukuk devletinde yaşama geçirilebileceği
için, hukukun üstünlüğü ilkesi, vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Ancak
hukukun vasıtaları olan yasalar, zamana, koşullara, toplumun
ihtiyaç ve gelişimine uygun olarak yenilenmeye ihtiyaç gösterirler. Hiçbir
hukuk normu ebediyyen kalıcı ve değişmez olarak yorumlanamaz. Toplumun
gelişimine paralel olarak hukuk da kendini yenilemekte ve gelişimini
sürdürmektedir.
Demokrasi, yalnızca seçme ve seçilme fonksiyonlarının icra edildiği
bir yönetim biçimi değildir. Bireyin yaşamının hemen her aşamasında
kendini belli eden, özgür düşünceyi, tartışmayı, sorgulamayı da
beraberinde getiren bir yaşam tarzıdır. Diğer bir ifade ile demokrasi
bireyin her alandaki uygulamayı tartışma, sorgulama, eleştirme, alternatif
yöntem üretme gibi aktif katılımını gerektiren bir yaşam biçimini de
beraberinde getirmektedir. Bu katılım bireysel olabileceği gibi örgütlü de
olabilmektedir.
Bu ana ilkelerden hareketle siyasal sistem getiren hiçbir dinin
demokratik bir toplumsal düzene izin vermesi mümkün görünmemektedir. Zira
2. MC 'nin iktidarda olduğu 1977-78 döneminde ise 86 İmam Hatip Lisesi
eğitime başlamıştır. 1971- 1994 arasında İmam Hatip Orta Okullarından mezun
olan öğrenci sayısı 600 bin, Liselerinden mezun olan ise 300 bin
dolaylarındadır. 1994 sonu itibariyle mesleki-teknik orta okullarda okuyan
toplam öğrencilerin yüzde 85,2'si, mesleki-teknik orta ögrenimin ise yüzde
40'ı İmam Hatip okullarında eğitim görmektedir. Toplam orta öğretim içinde
yaklaşık yüzde 10'luk bir paya ulaşan bu eğitim modeli, mesleki amaçlı
olmanın çok ötesine geçmiş bulunmaktadır. Zira söz konusu okullardan mezun
olanların özellikle kamu yönetimi, hukuk, siyasal bilgiler, uluslararası
ilişkiler gibi devlet içinde örgütlenmeye yatkın alanlarda yüksek öğretime
devam ettikleri, YÖK istatistiklerinden anlaşılmaktadır. Bu nedenle, mesleki
eğitim kisvesini kullanıp, Tevhid-i Tedrisat Yasasını delerek alternatif bir
orta öğretim kurumu biçiminde faaliyet gösteren İmam Hatip Liselerinin din
elitinin oluşumunda önemli bir rol üstlendikleri son derece açıktır. Bunun
daha somut bir kanıtı ise siyaset sahnesinde RP kanadında yer alan pekçok
ünlü ismin, Hasan Hüseyin Ceylan, Şevki Yılmaz, Tayyip Erdoğan gibi, İmam
Hatip Lisesi mezunu olmalarıdır.
Din elitinin diğer bir faaliyet alanını da son yıllarda sayıları giderek
artan dini amaçlı vakıflar oluşturmaktadır. Vakıflar, din-siyaset ilişkileri
bakımından uygun bir ortam yaratmanın yanısıra, ilmi faaliyetleri ve yayınları
ve yoksul kitlelere götürdükleri hizmetlerle de Siyasal İslamın gücüne
katkıda bulunulmaktadır.
Din elitinin oluşumunda ileride anlatılacak olan tarikatların ve
özellikle de tarikat-siyaset ilişkisinin de pay sahibi olduğu inkar
edilemez. Ancak din elitinin oluşumu kadar önemli olan bir diğer husus, bu
kitlenin Siyasal İslam Hareketini oluşturmadaki faaliyetleridir. Seslerini
geniş kitlelere duyurmakta kazandıkları başarının demokratikleşme süreci
ile bağlantılı olduğu açıkça görülmektedir.
Ancak içinde yaşamakta olduğumuz dönemde, yasalardaki zenlemeler, din
eğitimi konusunda atılan adımlar ve tarikatların faaliyetlerine karşı
siyasi partilerin tavrı, yeni bir dini elitin oluşumuna ve ortaya
çıkışına elverişli bir ortam hazırlamıştır.
b. Demokratikleşme ve Yasal Düzenlemeler:
Türkiye'nin laik düzene geçişinde rol oynayan en önemli ikinci etken,
hukuksal düzenlemelerle din devletinin kapılarının kapanması
olmuştu. Atatürk 1922 de saltanatı, 1924 de de hilafeti lağvederken,
halife-sultan statüsüne de son veriyor, sultanın kişiliğinde bütünleşen
halifelik olgusunu da ortadan kaldırıyordu. Bu uygulama İslam dünyasından
Batı dünyasına doğru atılan ilk adımdı. Ancak İslami devletten, hukuk
devletine uzanan yolda bu yeterli değildi. Bu nedenle reformların hukuk
alanında devam etmesi gerekiyordu. 1924 de dini mahkemelerin kaldırılması,
l926 da Yeni Ceza Kanununun kabulü ve yine aynı yıl İsviçre Medeni
Kanununun kabulü İslam hukukundan, laik hukuka geçişin en önemli adımları
olmuştur. 1928 de laikliğin anayasada yer almasına ilişkin kanun teklifi
yapılmış, 1222 sayılı kanunla anayasadan dine ait maddeler çıkarılmış ve
laiklik ilkesi 1937 de anayasaya girmiştir. Ayrıca yasalarda yapılan
çeşitli düzenlemelerle de Siyasal İslami hareketler engellenmiştir.
Ancak 1980 sonrası dönemde, demokratikleşmede atılan adımların
özellikle din açısından daha liberal yaklaşımlar taşıdığı kabul edilebilir.
Türkiye'nin yasa dışı örgütlerle sürdürdüğü mücadelede ise özellikle
12 Eylülü izleyen dönemde tek taraflı bir tutum izlenmiş, hatta
milletin birlik ve bütünlüğünü koruyucu bir unsur telakki edildiğinden,
dini teşkilatlanmalar üzerine pek fazla gidilmeden mücadele yasa dışı sol
örgütlerde odaklaştırılmıştır. Kenan Evren'in pekçok konuşmasını Kuran'dan
ayetlerle süslemesi, ordunun laiklik konusundaki geleneksel tavrı ile pek
de uyuşmayan bir tavır olarak kabul edilmelidir. Bu tavrın Siyasal İslami
Harekete daha rahat bir oyun alanı yarattığına kuşku yoktur.
Demokratikleşme yolunda atılmaya çalışılan bir diğer adım ise Türk
Ceza Kanununun 163. 241. ve 242. maddelerinin değiştirilmesi
yolundadır. Nitekim Yıkıcı Gericilik Faaliyetleri ile ilgili 163. madde
1991 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Din Hizmetlilerinin kamu düzeninin
bozmaları ile ilgili 241. madde ile din hizmetlilerinin sıfatlarını
kötüye kullanmalarına ait 242. madde de değiştirilmek istenmektedir. 241.
İmam, hatip, vaiz, rahip, haham gibi dini reislerden biri
vazifesini ifa sırasında alenen Hükumet idaresini ve Devlet Kanunlarını
ve Hükumet icraatını takbih ve tezyif ederse ceza alabilmektedir.
242. maddede ise 241. maddede sözü edilen kişilerin, sıfatlarından
yararlanarak halkı kanunlara yahut Hükumet emirlerini icraya veya
memuru görevini yapmaya karşı itaatsizliğe teşvik etmesi; kanunlara veya
kanuna göre kazanılmış olan haklara muhalif iş ve sözlerde bulunmaya
icbar ve ikna etmesi halinde cezalandırılacaklarını belirtmektedir.
Bu iki madde de din görevlilerinin, dini ve kendi dini hüviyetlerini
kullanarak devlet işlerine müdahalede bulunmalarını önlemek bakımından büyük
önem taşımaktadır. Dolayısıyla laik devlet olgusunun yasal bir teminatıdır.
Bu maddelerin demokratikleşme ve özgürlükler ileri sürülerek kaldırılmasına
ilişkin tartışmalar, dinin siyasal fonksiyonunu daha rahat ifa etmesine
imkan hazırlayacaktır.
Ancak yukarıdaki yasal değişiklik gayretlerinden daha da önemli olan
girişim, Anayasanın, laikliği tanımlayan 24. maddesinin son fıkrasının,
Anayasa değişikliği sırasında gündeme getirilmesi ile ilgili yoğun
gayretlerdir. 24. maddenin son paragrafı Kimse, Devletin sosyal,
ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına
dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her
ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal
sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. şeklindedir. Bu
paragraf, laikliğin tanımını yapan ve dine dayalı devlet düzenine kapıları
kapayan son derece önemli hükümler ifade etmektedir. Bu paragrafın
değiştirilmesi yolundaki gayretler, dine dayalı devlet kurma yolunda
beslenen gizli emellerin varlığını açıkça ortaya koymaktadır.
Halkın iradesi ile iktidar olanların, yasama gücünü kullanarak,
demokrasiye kapalı olan din devletini hayata geçirmek yolundaki
gayretleri, Türkiye'yi demokratik sistemin kuralları ile Siyasal İslami
hareket arasına sıkıştırmış durumdadır.
c. Tarikatlar:
Siyasal İslamın hız kazanınasında rol oynayan diğer bir etmen de
tarikatlardır. Tarikatların siyasi partiler içindeki desteği, Türk
siyasal yaşamının inkar edilemez bir boyutunu oluşturmaktadır. Atatürk
döneminde, 1925 yılında kapatılmalarına rağmen faaliyetlerini gizliden
gizliye sürdüren ve dini cemaat adını benimseyerek kendilerine yasal bir
serbestiyet alanı yaratan tarikatlar, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra,
daha açık biçimde kendilerini göstermeye başlamışlar ve İslami cemaatlerle
birlikte dini hayatın merkezini oluştumuşlardır.
l9.yy'ın sonundan itibaren Anadolu'da ağırlık kazanan iki tarikat,
faaliyetlerini içinde yaşanılan günlere kadar sürdürmüşlerdir. Bunlardan
birisi, Süleyman Hilmi Tunahan'ın (1888-1959) kurduğu, Süleymancılık;
diğeri ise Said-i Nursi'nin (1873-1960) önderliğinde kurulan
Nurculuk tarikatlarıdır.
Nakşibendi tarikatına mensup olması nedeniyle, Süleymancılığı
Nakşibendilik içinde bir kol saymak gerektiğini düşünenler olduğu gibi,
bir kol olma özelliğine sahip bulunmadığını ileri sürenler de vardır. Kuran
kurslarının Diyanetin denetiminde olmasını protesto ederek kurulan
ve başta Kuran kursları olmak üzere orta ve yüksek öğretimdeki örgütlenmeleri
ile dikkati çeken Süleymancıların, eğitim aracılığı ile Siyasal
İslami Harekete verdikleri destek açıktır. Faaliyetlerini Avrupa'ya taşıyan
ve oradaki Türk işçileri arasında büyük maddi destek ve yandaş bulan
tarikatın, Tunahan'dan sonraki lideri, Tunahan'ın damadı Kemal Kaçar'dır.
Kaçar'ın eski AP milletvekili olması, yine tarikatın önde gelen
isimlerinden Ali Ak'ın da eski AP milletvekilleri arasında yer alması
siyaset-tarikat ilişkilerinin en canlı örneğidir. 12 Eylül döneminde bir ara
MDP'ye destek veren tarikat DYP nin kuruluşu ile birlikte desteğini bu parti
yönünde kullanmış ve Özal bu oy deposunu ANAP'a çekmek için büyük çaba
harcamıştır.
Almanya'da kurdukları İslam Kültür Merkezlerinde Müslümanların
temsilciliğini üstlenmek yolundaki girişimleri Almanya'daki Müslümanlardan
vergi toplamak ve dini eğitimlerini üstlenmekle sonuçlanacak iken
orada yaşayan bir Türk sendikacısının faaliyetleri sonucu bu girişim
son anda durdurulmuştur. Bu girişimin başarıya ulaşması ve temsil
yetkisinin bir kez İslam Kültür Merkezlerine verilmesi halinde artık Diyanet
İşleri dahil hiçbir Müslüman kuruluş bu hakkı elde edemeyecekti. (Daha fazla
bilgi için Bkz. Uğur Mumcu; Rabıta, Ankara 1987, s.127-129) 20. yy
içinde Türkiye'de siyasal açıdan en fazla etkinliği olan tarikatlar ise
Nakşibendilik ve Nurculuk olmuştur. Nakşibendi Tarikatının önemli ismi
olan Mehmet Zahit Kotku (1897-l980), Siyasal İslamın liderlerinden biri
olarak kabul edilebilir. Özellikle siyasetle ilgileri bulunan
üniversite öğrencilerini tarikata çekmekte son derece başarılı olan Kotku'nun
öğrenci grubu içinde yer alanlardan biri de Necmettin Erbakan olmuştur.
Necmettin Erbakan'ın 1969 da Milli Nizam Partisini kurmasında,
Kotku'nun teşvikinin önemli rol oynadığı kabul edilmektedir. Kotku'nun
Siyasal İslami hareket üzerindeki etkileri daha sonraki yıllarda da devam
etmiş, Nakşi bir aileden gelen Turgut ve Korkut Özal'ın Kotku'nun yakın
çevresinde bulunmaları, din-siyaset ilişkisi açısından din lehine önemli
kazanımlar getirmiştir.
Saidi Nursi'nin liderliğinde gelişen Nurculuk akımı siyasal açıdan büyük
önem taşıyan bir harekettir. Kurucusunun Kürt kökenli olması sebebiyle,
cumhuriyet öncesi dönemden bu yana siyasi niteliği ağır basan bir
özellik taşır. Said-i Nursi'nin, Abdülhamit'ten Doğu Anadolu'da Kürtçe
eğitim yapacak üç lise kurmasını ve bir teknik okul açmasını talep etmiş
olması, tarikatın sosyo-politik kararlara katılma eğilimi konusunda
ilk ipuçlarını vermektedir. Düşüncelerini Risale-i nurlarda toplayan ve
Kuran'ı yorumlayarak, dinde kendi adını alacak bir yenileşme
hareketini başlatan Nursi, cumhuriyet rejimi ile keskin anlaşmazlıklara
düşmüş fakat rejime açıkça karşı çıkmaktan kaçınmıştır. Nursi, Batı ilmi ile
Kuran arasındaki paralellikleri ortaya koyan ve Kuran'ın mucizevi içeriğini
anlatan yorumları ile büyük ilgi görmüş ve İslamın yeniden canlanışı
hareketinin lideri olmuştur. Yaşamındaki bazı olayları, mucizevi ve seçilmiş
kişiliği ile bağlayarak anlatan müridleri sayesinde, efsanevi bir hüviyete
bürünmüştür. Yaşamının önemli bir bölümünü Isparta'da geçiren Said-i Nursi,
oradaki Nur öğrencilerine Isparta'dan çıkacak önemli bir kişiden bahsetmiş
fakat adını vermemiştir. 1960 da ölümünden birkaç yıl sonra, Süleyman
Demirel'in siyasete atılması ve Türk siyasal yaşamının önemli bir
şahsiyeti haline gelmesi, Nursi'nin kehanetinin gerçekleşmesi
şeklinde yorumlanarak, Nurcuların Demirel'e sempati ile yaklaşmalarına yol
açmıştır.
Demirel ise bu sempatiyi kaybetmemeye özen göstererek, Anadolu'da
Nurcular'dan büyük destek görmüştür. Said-i Nıusi'yi yeni İslam yüzyılının
müceddidi, yani müminlere hak yolunu gösteren kişisi olarak gören
Nurcular, onun ölümünden sonra bölünmüşlerse de siyasal alandaki
etkinliklerini devam ettirmeyi sürdürmüşlerdir.
Bu bölünme sonrasında ortaya çıkan Nurcu gruplardan birisi, Yeni
Asya Gazetesini yayınlayan Mehmet Kutlular liderliğindeki grup
olmuştur. Dinci-milliyetçi çizgiyi benimseyen grup, Demirel'i açıkça
desteklemiş ve zamanla siyasal sisteme entegre olmuştur. Bu uzlaşmacı tavrı
kabullenemeyen ikinci bir grup ise, Dava adlı bir dergiyi
yayınlayan Sıddık Dursun ve taraftarlarıdır. Bu grup, Yeni Asya Grubunu
mevcut düzenle uyuşabilmek için Nursi'nin risalelerini tahrif etmek ve yine
Nursi'nin Kürt kökenini gizleyerek milliyetçi kesimle uzlaşmacı bir tutum
izlemekle suçlamışlardır. Yeni Asya Grubu ise 12 Eylül Askeri Darbesinden
sonra ikiye bölünmüş; Mehmet Kırkıncı liderliğindeki grup, Kenan Evren
yönetimindeki askeri yönetime destek verirken, Mehmet Fırıncı
liderliğindekiler Said-i Nursi'nin radikal tavrına dönüş yapmışlardır.
Siyasal İslamın önde gelen isimlerinden olan Fethullah Gülen ise, önceleri
Nurcuların Yeni Asya Grubuna dahil olmuş, 1980'lerde Sıddık Dursun'dan
ayrılmış daha sonra ise Türkiye'de liberal bir İslami hareketin öncüsü
olmuştur. Gülen'in siyasetle ilişkisi, doğrudan değil, dolaylı biçimde
devam etmektedir. Fethullah Gülen'in büyük gücü, eğitim alanında geliştirdiği
model ve sunduğu hizmetle doğru orantılı bir artış göstermiştir.
Büyüyen ekonomik gücüne paralel olarak açtığı okul ve dersane sayıları
artmış, Turgut Özal ile aralarındaki büyük bağlılık, bu güç artışına olumlu
etki yapmıştır. Gülen'in İslami çevrelerde artan itibarı, Tansu Çiller'i
de Başbakanlığı döneminde (1994) onunla görüşmeye sevk etmiş, bu olay
Fethullahçı çevrelerin DYP'ne siyasal desteği olarak yorumlanmıştır.
Sahip olduğu medya kuruluşları (Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV), diğer
eğitim kuruluşlarının yanısıra faaliyete geçen Fatih Üniversitesi ve
yakın zamanda açtığı İslami Finans Kurumu Asya, büyüyen maddi gücün en
önemli simgeleridir. Bu maddi güç, İslami faaliyetlere önemli bir
kaynak teşkil ederken, Gülen'in siyaset içindeki etkinliğini de
artırmaktadır.
Fethullah Gülen kendisini bir şeyh ya da siyasal İslami lider
olarak tanıtmamaya özen gösterdiği halde Küçük Dünyam adı ile yayınlanan
ve yaşamını anlatan ilk kitapta onunla ilgili kerametlere yer
verilmektedir.
Örneğin ilk Kabe ziyaretinde herkesi sokan sinekler onu sokmamakta,
kaldığı evi kimse bilmediği halde bir sabah uyandığında yastığının üzerinde
kendisine yazılmış ve Türkiye'den bir yakını tarafından gönderilmiş
bir mektup bulmakta, şeytanın kendini öldürmesi yolundaki telkinlerine
karşı çıkmakta, bir arkadaşının rüyası ile peygamberden mesaj alarak
evlenmemektedir. Bu ifadeler tevazu kisvesi altında gizlenen bir
yüceliğin anlatımı değil ise neden kitaplara aktarılmıştır? Fethullah
Gülen'in bu olaganüstü vasıllarını kamuoyuna yansıtarak kerametlerin
gücünden yarar sağlaması pekçok şeyhin kol gezdiği ülkemizde pek de
yadırganacak bir tutum olmasa gerek.
Fethullah Gülen'in bu hızlı yükselişi, Türkiye'de Siyasal İslamın
yegane temsilcisi olan Refah Partisini ve onun lideri Erbakan'ı
tek otorite olmaktan çıkarımış bulunmaktadır. Gülen, liberal bir İslami
yaklaşımla Türk muhafazakarlarının manevi lideri ve İkinci
cumhuriyetçilerin fikir babası konumuna gelmektedir.
Farklı tarikatlarda yetişen Erbakan ile Gülen, siyasi bakımdan da
farklı eğilimlere sahip görünmektedirler. Ancak yukarıda anlatılanlar
ışığında, Türkiye'de dini geçerliliği tartışılır olmakla birlikte, siyasi
iktidara oynayan tarikat liderlerinin ve İslami önderlerin, dinde bir yeniden
diriliş hareketini doğrudan ve dolaylı olarak yaratmaktaki katkıları açıktır.
İslami mücadelenin ülke çapında gelişip yayılmasında rolü olan kesimleri,
yine bir İslami yazar, 1989 yılında yazdığı bir makalede şöyle
anlatmaktadır: Bu çevreleri iki grupta mütalaa etmek gerekir:
Birincisi islamcı aydınlar, ikincisi de Refah'a entegre edilmemiş bazı dini
grup ve cemaatler. Ayrıca buna Refah dışında siyasal tercihleri bulunan ferd
ferd geniş dindar kesimler de eklenmelidir. Bir hareketin büyüme
istidadı taşıması, kamuoyunda böyle bir beklenti hasıl etmesi ona karşı olan
tavırları derinden etkileyecektir. Böyle bir gelişme yani büyüme imajı,
siyaseten bitaraf kişilerin katılımını hızlandıracağı gibi, ileride sağ
liberal partileri destekleyen dini kesitleri de asgariden partiye karşı
tarafsızlaştıracaktır.
Gelişen bir hareketin karşısında durmanın izahı imkansız olduğu kadar,
bunun vicdanlarda meydana getireceği baskı da giderek büyüyecektir...Bu
bakımdan Refah hareketi, Türkiye'deki İslami taban ve tavırların
bileşke iradesi biçiminde bir ekseni yakalayabilmelidir. (Ahmet
Rıdvan; İslamcı Aydınlar ve Toplumsal Sorumluluk Şuuru, İstanbul, 1995, s.75)
Bu görüşlerin ve özellikle de yaratılan büyüme imajının Refah Partisinin
yükselişinde rol oynamadığı iddia edilemez.
Türkiye'nin mevcut düzenine entegre olmuş bulunan İslamcı eğilimlerin
yanısıra, Siyasal İslamın temel amacı olan İslam Devletine demokratik
süreç içinde geçişi amaçlamayan militan İslami hareketler de mevcuttur.
Bu hareketler, şeriatı silah zoru ile gerçekleştirmeyi yöntem olarak
benimsemiş bulunmaktadırlar. İBDA-C ve Hizbullah örgütleri, bu hareketler
içinde en önde olanlardır.
İBDA-C, Büyük Federatif İslam Devleti amacına yönelik faaliyet
göstermektedir. Bu örgütün teorik altyapısının oluşumunda Necip Fazıl
Kısakürek'in büyük rolü olmuştur. İslami Devletlerin bir araya gelmesi
ile kurulacak büyük ve birleşik İslam Devletini hedefleyen Büyük Doğu
düşüncesi, Necip Fazıl tarafından 1940'larda ortaya atılmıştır. Örgütün
şimdiki lideri ise, Kürt bir aileden gelen Salih Mirzabeyoğlu'dur.
Örgütün terör eylemleri için kullandığı altgruplar içinde; İslami Kısas
Kıtaları, İslami Kısas Timi, İslami Gerilla Ordusu, Öncü Birlikler vs. yer
almaktadır.
Hizbullah Hareketi ise Türkiye'de İran devriminden sonra örgütlenmiştir.
1980'den sonra ikiye bölünen hareketin birinci kolu, hedefe siyasal
yoldan ulaşmayı hedefleyen Menzilcilerden oluşmuştur. Silahlı mücadeleyi,
yani cihadı amaçlayan ikinci kol ise İlimciler adını almıştır.
İlimcilerin amacı Güneydoğu Anadolu'da bir İslam Devleti kurmaktır.
İlimciler, zamanla Menzilcileri silerek, hareketi silahlı eylem
amacında bütünleştirmişlerdir. Böylece Türkiye Hizbullah aracılığı ile
devrim ihracı modelini benimseyen İslam ülkelerinin de etki alanına
girmiştir.
İran İslam Devrimi ülkemizin bazı İslamcı teorisyenleri tarafından
savunulması, hatta bu devrimle övünülmesi, geleceğe yakılan bir yeşil ışık
olarak yorumlanmalıdır. Dinin devrimlerin nedeni olduğunu savunan
bir İslamcı yazar İran Devrimini anlatırken şöyle diyor: Din kitleleri
motive ediyor, halkın vicdanında ve ruhunun derinliklerinde yatan özgürlük
ve adalet duygularına çarpıcı cevaplar veriyordu. Hem İran'da onbinlerce
insanın canını ortaya koyarak gerçekieştirdiği İslam Devrimi'nin kendinden
başka hiçbir ideoloji, doktrin veya siyasal felsefeye borcu yoktu...
78 yaşında yaşlı bir din adamının liderliğinde gerçekleşen devrim, diğer
büyük devrimler gibi tutuşmuş bir ateş denizi gibi dalga dalga çevre
ülkelere, oradan da bütün dünyaya yayıldı...İslam devrimi bir gerçeği daha
somut olarak ortaya koydu: Bütün toplumsal hareketlerin gerçek hareket
ettirici gücü elit sınıflar, okumuş aydın zümreler, sosyal bilimlerin
geveze kuramcıları, toplumun öncülüğüne soyunmuş Jakobenci ceberrut
kadrolar değil, halk yığınlarıdır.
Kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, yaşlısıyla halk yığınları... İslam
devrimine kadar yönetimlerin güçlü, orduların düzenli, sivil polisin
teçhizatlı ve organizeli, uluslararası desteklerin sağlandığı ve
modernleştirme politikalarının izlendiği ülkelerde devrimlerden söz
edilemeyeceği, hatta bu sürece iyiden iyiye giren çağımız uluslarının
sergilediği genel konjonktürde devrimler döneminin kapandığı yolunda yaygın
bir inanç vardı. Bunun boş bir inanç olduğunu İslam Devrimi kanıtladı...
Sarsılmaz sanılan bir rejim en güçlü döneminde ve uluslararası tam desteğe
sahipken devrilmiş, din adamları, yığınların önüne düşüp cumhuriyet talep
etmiş ve Batı sosyal bilimleri tarafından neredeyse müzelere kaldırılacak
kadar ölü ilan edilen İslam, dini bir devrimi ateşleyip yeniden bütün
dünyanın gündemine girmiştir...artık bundan sonra bir devrim ihtimalinden
söz edilecekse, din olmadan devrim düşünülemeyecekti (Ali Bulaç; Din ve
Modemizm, İstanbul 1995, s.245-248)
İran devriminin ana stratejisi ve halk hareketinin devrimdeki
büyük rolünün yanısıra Türkiye açısından son derece önemli olan ordu
faktörüne de devrimin anlatımı içinde yer verilmiştir. Yazar öncelikle halk
yığınları karşısında sanıldığının aksine asker faktörünün güçsüz ve çaresiz
olduğu gerçeğinin altını çizmekte, daha sonra da İran'ın 500 bin
kişilik ordusunun ayaklanan halk güçleri karşısında tutunamayıp dağıldığını
anlatmakta ve devam etmektedir. (Age;s.249)
Dağıldı, ama verdirdikleri zayiat da çok büyük oldu. İran'da devrim
boyunca yüzbine yakın kişi hayatını kaybetti. Ama ordu ve gizli
polis sonunda şunu anladı, milyonlarca insanı katlederek bir devrim
bastırılamaz. Humeyni şu direktifi veriyordu: Askerleri göğüslerinden değil,
kalplerinden vurun. Halk ve özellikle kadınlar direniş boyunca hep
askerlere çiçek attılar ve sonunda halk çocuklarından başka bir şey olmayan
askerler, halkın safhına geçtiler.(Age;s.249)
Bu satırlar, Türkiye'de Siyasal İslamın silahlı eylem gruplarına şüphesiz
ki büyük umut vermektedir. Devrim stratejisi ise halk-dini adamı-ordu
bütünleşmesinden ibarettir. Siyasal İslamın bu strateji doğrultusundaki
eylemleri içinde orduyu içeriden kuşatmak isteği, Türk milletinin hiç
de yabancısı olmayan bir gerçektir.
::::::::::::::::::::::::::::
Siyasal İslamın yükselişine karşı laik düşünceyi benimseyen çevrelerde
görülen hassasiyetin ve oluşan tepkinin belki küçük bir bölümü bilinçlidir.
Türk toplumunda inanç ve düşünce sistemlerinin derin bir incelemeye tabi
tutularak değil, duygusal olarak kabul veya reddedilme eğilimi yaygındır.
Atatürk'e duyulan sevgi ve modem dünyaya ayak uydurma hevesi, toplumda o
derece baskındır ki, bu duygusal yöneliş içindeki kitleler için Siyasal
İslam, Atatürk düşmanlığına ve geçmişe dönük bir yaşam modeline eş değerdir.
Özellikle kadın haklarının kısıtlanması, başörtüsü, çember sakal gibi
simgelerle bütünleşmiş bir korku, laikliğin savunusuna yol açmaktadır.
Toplum, cumhuriyetten bu yana müslüman olduğuna inanarak fakat
laik bir devlet düzeni içine yaşarken, aniden dinden dışlanmanın,
Siyasal İslamı benimsemediği için dinsiz sayılmanın şaşkınlığını da
yaşamaktadır. İslamiyeti, ahlak ve ibadet kurallarından ibaret bir din kabul
ederek inananların yaşadıkları şokun temelinde, din konusundaki yetersiz
bilgilenmenin yattığı ise, acı bir gerçektir.
Yaşamakta olduğumuz dönemde yeni bir keşif süreci başlamıştır.
Kendilerini doğduklarından beri müslüman olarak kabul edenler, şimdi
mensup oldukları dinin ikinci yüzünü keşfetmeye ve resmi ideoloji
taraftarları ile Siyasal İslam savunucuları arasından bir seçim yapmaya,
kimin doğruyu söylediğini anlamaya zorlanmaktadırlar.
Yıllardır bir kenara itilen Kuran ayetleri, İslamın hukuk normları,
devlet düzeni artık Türkiye gündeminin öncelikli konusu haline gelmiştir.
Arapça ezberlenen dualar, tutulan oruç, kılınan namaz hatta haç
ziyaretleri müslüman olmaya yetmemektedir. Evlerin dolap üstlerine, en
mutena yerlere konulan, saygı ile ele alınan, abdestsiz, başörtüsüz kapağı
açılmayan, belli günlerde huşu içinde ancak anlamadan, düşünmeden okunan o
Kutsal Kitap, Kuran bambaşka bir amaçla yaşama girmekte ve toplumun
yıllar boyu oluşturduğu yaşam biçimine bir tehdit olarak karşılarına
dikilmektedir. Oysa Kuran da değişen birşey yoktur. Tek değişim, onun
getirdiği siyasal düzeni topluma sunan bir siyasal dini hareketin
ortaya çıkmış olmasıdır.
Siyasal İslam ve Kuran
Şimdi Kuran'ın bazı özelliklerini ve Siyasal İslama kaynak teşkil
eden bazı ayetleri kısaca inceleyelim:
Kuran 6200 kadar ayetten oluşmuştur. Bunlar içinde 300 kadarı, İslamın
siyasal yönünü belirleyen şer'i hükümleri ifade etmektedir.
Bu hükümlerin belli bir toplum ya da zamanla kısıtlı olmadığı ise yine
Kuran'da belirtilmiştir. Geçmişte ve gelecekte Kuran'ı batıl kılacak
yoktur. Hakim ve övülmeye layık olan Allah katından indirilmiştir.(Kuran-ı
Kerim; Fusillet/42) Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur(Kuran-ı
Kerim; En'am/34 ayetlerinden de açıkça anlaşılacağı gibi Allah'ın sözleri olarak kabul edilen Kuran
ayetlerinin insan tarafından değiştirilmesi ya da yürürlükten
kaldırılması mümkün değildir. Nitekim bir başka ayette Biz daha iyisini
veya benzerini getirmedikçe bir ayeti yurülükten kaldırmaz veya ertelemeyiz(Kuran-ı
Kerim; Bakara/106) denilerek, Kuram değiştirmek yetkisinin yalnızca Allah'a ait olduğu
açıkça belirtilmiştir.
Bu ayeti esas alarak yola çıkıldığında Kuran'daki bazı ayetlerin vahiy
devam ettiği sırada yine vahiy aracılığıyla değiştirilmesi (nesh) mümkün
görünmektedir. Zira Kuran, İslamın son din, Muhammedin de son peygamber
olduğunu kesin bir dille söyleyerek, Tanrısal vahyin kapılarını İslam'la
birlikte kapatmıştır.
Bu koşullar altında bazı ayetlerin yine vahiy sırasında
değiştirildiğini, yani nesh edildiğini kabul edenler olduğu gibi reddedenler
de bulunmaktadır. Ancak peygamberin bu konuda hiçbir hadisinin bulunmaması
ve değiştirildiği iddia edilen ayetlerin, yerine konulan ayetlerin daha
önce mi yoksa daha sonra mı geldiğinin bilinmemesi nesih kapılarının çoğu
yerde kapanmış olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki, bu değişikliklerin
olduğu kabul edilse bile, bunların günümüzde sorun teşkil eden ayetleri
kapsadığına ilişkin hiçbir yorum mevcut değildir.
İslamın siyasal bir din olduğu, en açık biçimde Kuran'da görülmektedir.
Çünkü Kuran yöneten-yönetilen ilişkisini, tarafları da ortaya koyarak
açıkça belirlemiştir. Yönetilecek olanlar, İslam ümmeti, onları yöneten
ise, Allah'tır. Ancak Allah'ın ümmeti doğrudan yönetmesi söz konusu
olamayacağına göre, yönetim erki, Tanrısal iradeyi temsil eden Kuran
aracılığıyla peygamber ve diğer yöneticilere devredilmektedir. Nitekim
Resule itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur(Kuran-ı Kerim; Nisa suresi/80)
ayeti de bunu doğrulamaktadır.
Ayrıca peygamberin yönetme görevini nasıl yerine getireceği de
belirtilmekte ve Onların aralarında Allah'ın indirdiği (Kuran) ile hükmet(Kuran-ı
Kerim; Maide suresi/48) denilerek, İslam devletinin yönetim yasası Kuran
olarak belirlenmektedir. Ümmete ise Kuran'a ve peygambere kayıtsız şartsız itaat etmek
düşmektedir. Ahzab suresinin 36. ayetinde, Allah ve Resulü, bir
işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi
isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı
gelirse, apaçık bir sapıklığa düşer denilmektedir. Böylece peygamber
döneminde toplumun hem manevi, hem de siyasi önderi peygamberdir.
Peygamberden sonra ise, Tanrısal iradenin temsilcisi olan Kuran,
yönetimin hangi esaslara uygun olması gerektiğini belirleyen bir
Anayasa olarak kabul edilmiştir. Ancak peygamberin siyasi önderliği onun
vefatından sonra da etkinliğini sürdürmüş ve sözleri(hadisler),
davranışları(sünnet), olaylar hakkında verdiği toplumsal kararlar, buna
tanık olanların da sahitliği ile İslami yönetimin ve İslam hukukunun temel
yol göstericileri olmuştur.
İslamda Demokrasi Tartışması
Dinle ilgili tartışmaların en can alıcısı dinin demokrasi ile
bağdaştırılmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Demokrasi bir yönetim
biçimidir. Yöneten ve yönetilen ilişkisinin halka verildiği ve yöneticinin
değiştirilmesi yetkisinin halkta bulunduğu bu yönetim biçiminde halkın
iradesi en üstün irade olarak kabul edilmektedir. Halkın yöneticilerini
seçme hakkı kadar önemli olan bir diğer husus, bu seçimde aralarında tercih
yapabileceği çeşitli seçeneklere sahip bulunmasıdır. Seçeneklerin bulunmadığı bir sistemde, salt seçme yetkisinin
kullanılması fazla bir anlam ifade etmekten uzaktır. O halde çok
partili siyasi sistemler, demokrasi bakımından yadsınamaz bir zorunluluk
olmaktadır.
Yine demokrasi, ancak bir hukuk devletinde yaşama geçirilebileceği
için, hukukun üstünlüğü ilkesi, vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Ancak
hukukun vasıtaları olan yasalar, zamana, koşullara, toplumun
ihtiyaç ve gelişimine uygun olarak yenilenmeye ihtiyaç gösterirler. Hiçbir
hukuk normu ebediyyen kalıcı ve değişmez olarak yorumlanamaz. Toplumun
gelişimine paralel olarak hukuk da kendini yenilemekte ve gelişimini
sürdürmektedir.
Demokrasi, yalnızca seçme ve seçilme fonksiyonlarının icra edildiği
bir yönetim biçimi değildir. Bireyin yaşamının hemen her aşamasında
kendini belli eden, özgür düşünceyi, tartışmayı, sorgulamayı da
beraberinde getiren bir yaşam tarzıdır. Diğer bir ifade ile demokrasi
bireyin her alandaki uygulamayı tartışma, sorgulama, eleştirme, alternatif
yöntem üretme gibi aktif katılımını gerektiren bir yaşam biçimini de
beraberinde getirmektedir. Bu katılım bireysel olabileceği gibi örgütlü de
olabilmektedir.
Bu ana ilkelerden hareketle siyasal sistem getiren hiçbir dinin
demokratik bir toplumsal düzene izin vermesi mümkün görünmemektedir. Zira
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Dinde Siyasal Islam Tekeli - 05
- Büleklär
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3609Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193724.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3620Unikal süzlärneñ gomumi sanı 204824.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.44.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3560Unikal süzlärneñ gomumi sanı 197723.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3529Unikal süzlärneñ gomumi sanı 196522.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3649Unikal süzlärneñ gomumi sanı 191425.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3629Unikal süzlärneñ gomumi sanı 195826.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3562Unikal süzlärneñ gomumi sanı 185822.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3510Unikal süzlärneñ gomumi sanı 189522.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.33.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3594Unikal süzlärneñ gomumi sanı 189123.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3619Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193224.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3590Unikal süzlärneñ gomumi sanı 190224.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Dinde Siyasal Islam Tekeli - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 128Unikal süzlärneñ gomumi sanı 10935.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.60.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.