Devlet Adamı - 1
Süzlärneñ gomumi sanı 4423
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1625
31.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
42.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Kişiler:
Sokrates, Theodoros,
Yabancı, Genç Sokrates
SOKRATES - Bana Theaitetos ile Yabancı'yı tanıttığın için sana çok teşekkür borçluyum, Theodoros.
THEODOROS - Hele onlar devlet adamının, sonra da filozofun ne olduğunu bir iyice belirtsinler, o zaman teşekkür borcun daha üç katı artacak.
SOKRATES - Devlet adamı ile filozof. Neler diyorsun, Theodoros? Bir matematik- geometri üstadının ağzından mı bu sözü işitiyorum?
THEODOROS - Hangi sözü, Sokrates?
SOKRATES - Devlet adamı ile filozofu sanki birbirine eşit değerlermiş gibi ele alıyorsun; oysa bu değerlerin arasındaki ayrım hiçbir geometri oranıyla gösterilemiyecek kadar büyüktür.
THEODOROS - Ammon hakkı için, Sokrates, doğrusu beni güzel yakaladın. Haklısın; yanlışımı iyi ortaya çıkardın. Meğer senin ne güçlü belleğin varmış! Alacağın olsun, elbette bunun acısını bir gün senden çıkarırım. Yabancı, sen de bizi hoş görür, umarım başladığın işten vazgeçmezsin. Devlet adamını ya da filozofu, hangisini istersen onu, ele al da sözümüzü sürdürelim.
YABANCI - Zaten bu artık benim boynuma borç oldu. Bir kere başladıktan sonra sonunu getirmek gerektir. Bir işi yarım bırakmamalı. Ama Theaitetos'a ne iş gördürelim dersin?
THEODOROS - Ne iş gördürmesi? Anlamadım.
YABANCI - Onu salıverelim de yerine arkadaşı Genç Sokrates'i alalım mı?
THEODOROS - Nasıl istersen. Dediğin doğru, ötekine de sıra vermeli. Arada bir dinlenebilirlerse, gençler daha iyi iş başarırlar.
SOKRATES - Hem bu gençlerin ikisi de bir bakıma sana akraba sayılırlar, sanırım. Sizlerin dediklerinize göre birinin yüzü bana benziyormuş; öteki ile de adaşız. Bunun için üçümüz aynı soydan sayılırız. Akrabalarımızla tanışmamıza yarayan konuşmaları memnunlukla karşılamalıyız; bu adeta bir akrabalık borcudur. Dün Theaitetos ile ben kendim konuştum; şimdi de sana verdiği yanıtları işittim. Adaşımla daha konuşmadım ama, benim için bir başka zaman da olur. Bugünlük senin sorularını yanıtlasın.
YABANCI - Peki, öyle olsun. Genç Sokrates, büyük Sokrates'in dediklerini duydun mu?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Razı mısın?
GENÇ SOKRATES - Seve seve.
YABANCI - Senin bir diyeceğin olmadıktan sonra bana bir şey demek düşmez. Bilgiciden ( sofist ) sonra, araştırmamızda sıra bence devlet adamına (politikos) gelir. Şimdi bana söyle bakalım, devlet adamını da bilgili kimselerden sayacak mıyız, saymayacak mıyız?
GENÇ SOKRATES - Sayacağız elbet.
YABANCI - Öyleyse, bilgicinin ne olduğunu araştırırken ayırdığımız gibi, gene bilgileri bölümlere ayırmak gerekecek, değil mi.
GENÇ SOKRATES - Sanırım.
YABANCI - Ama bana öyle geliyor ki, Sokrates, bu bilgiyi o bölümlerde bulamayacağız.
GENÇ SOKRATES - Ne yapacağız?
YABANCI - Başka bir bölümde arayacağız.
GENÇ SOKRATES - Pekâlâ.
YABANCI - Devlet adamına götürecek yolu nasıl bulmalı? Bu yolu bulup öbürlerinden ayırmak, kendine özgü bir damgayla damgalamak gerekiyor. Bundan ayrılan öbür yolların hepsine birden de ayrıca belli bir damga vurmalıyız. Böylece usumuz, bütün bilgileri iki bölüme ayrılmış olarak kavrayacaktır.
GENÇ SOKRATES - Bu yolu bulmak senin işindir, benim değil.
YABANCI - Orası öyle, ama bir kere bulduktan sonra bu yol, benim kadar senin de yolun olmalıdır.
GENÇ SOKRATES - Güzel.
YABANCI - Matematik ve matematikle aynı soydan olan başka sanatlar, ''iş''le hiçbir ilişiği olmayan soyut bilgiler değil midir?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Oysa dülgerlik sanatında, el sanatlarının hepsinde, işleyenin bilgisi işine katışır. Sanatla uğraşan yalnızca bilmekle kalmaz, bilgisini işinde gerçekleştirerek önceden var olmayan şeyleri yapar, oluşturur. Doğru mu?
GENÇ SOKRATES - Pek doğru.
YABANCI - O halde bilgilerin hepsini bu ölçüye göre bölebiliriz: Bir kısmına kılgısal bilgiler, ötekine kuramsal bilgiler deriz.
GENÇ SOKRATES - Olur; aslında bir bütün olan bilgiyi böylece ikiye bölünmüş sayarız.
YABANCI - Devlet adamını kralla, kölelerin efendisiyle, aile reisiyle bir mi tutacağız, yoksa, her biri için bir ayrı sanat vardır mı diyeceğiz? Ama dur, vazgeçtim. Bir başka yoldan gidelim.
GENÇ SOKRATES - Hangi yoldan?
YABANCI - Şöyle: Hekim diye tanınmamış bir kimse, hekim olan birine öğüt verebilecek kadar bilgili olsa, ona da hekim demek gerekmez mi?
GENÇ SOKRATES - Gerekir.
YABANCI - Bunun gibi, resmi sıfatı olmayan biri, ülkeyi yönetene akıl öğretecek erkte olsa, o kimsede hükümdarda bulunması gereken bilgi vardır, diyemez miyiz?
GENÇ SOKRATES - Deriz, elbet.
YABANCI - Gerçekten kral olan kimsenin bilgisi krallık bilgisi değil midir?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Böyle bilgili bir kimse, ister kral olsun, isterse yalnızca bir yurttaş, bu bilgisi bakımından kral sınıfından sayılmaz mı?
GENÇ SOKRATES - Böyle saymak doğru olur.
YABANCI - Kölelerin efendisi, aile reisi için de aynı şeyi söyleyebiliriz, değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Büyük bir aileyi küçük bir devlete benzetebiliriz. Yönetim bakımından aralarında bir ayrılık var mıdır?
GENÇ SOKRATES - Hiç yoktur.
YABANCI - Öyleyse, deminki sorumuza yanıt olarak, bunların hepsinin tek bir bilgisi olduğunu, bu bilgiye krallık, siyaset ya da ev yönetimi bilgisi denebileceğini söyleyebiliriz. Verilecek ad üzerinde çekişecek değiliz ya...
GENÇ SOKRATES - Buna ne gerek var?
YABANCI - Ama şu da belli ki, yerinde tutunabilmek için kral, yumruk ya da beden gücünden çok zekasını,us gücünü kullanır, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES - Şüphesiz.
YABANCI - O halde, kralın bilgisi, el sanatlarından, kılgısal işlerden daha çok kuramsal bilgiye yakındır, diyelim mi?
GENÇ SOKRATES - Hay, hay.
YABANCI - Devlet bilgisiyle devlet adamını, krallık bilgisiyle kralı, hep birleştirip tek bir bilgi saymalıyız.
GENÇ SOKRATES - Şüphesiz.
YABANCI - Şimdi, kuramsal bilgiyi bölümlerine ayırmak sırası geldi. Buna başlamamız doğru olmaz mı?
GENÇ SOKRATES - Pek doğru olur.
YABANCI - Bir düşün bakalım: Bilginin aslında, doğal olan bir ikilik bulabilir miyiz?
GENÇ SOKRATES - Örneğin?
YABANCI - Şöyle: konuşmalarımızda matematik diye bir sanatın adı geçmişti...
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bence matematik kesin olarak kuramsal sanatlar bölümüne girer.
GENÇ SOKRATES - Hiç şüphe yok.
YABANCI - Matematik, sayılar arasındaki ayrımları bilir. Bildiği bu şeyler üzerinde bir yargıya varmaktan başka matematiğin bir işi var mıdır?
GENÇ SOKRATES - Başka ne işi olabilir?
YABANCI - Ama öbür yandan, hiçbir mimar işçi gibi çalışmaz; o yalnızca işçilerin başıdır, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - O, bilgisinden verir, el emeğinden değil.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - Bundan ötürü, mimarın kuramsal bilgiden bir pay edindiğini söylemek doğru olmaz mı?
GENÇ SOKRATES - Tümüyle doğrudur.
YABANCI - Ama bir karara vardıktan sonra mimar, matematikçi gibi, işini bitirmiş sayılmaz. Girişilen iş tamamlanıncaya kadar her işçiye yapması gereken şeyleri buyurmalıdır.
GENÇ SOKRATES - Elbet.
YABANCI - Matematik ve matematikle ilgili bilgiler kadar bütün bu bilgiler de kuramsaldır ama ikisi de bir noktada ayrılırlar: O da, biri yalnızca yargıya varır, ötekiyse aynı zamanda yönetir. Ne dersin?
GENÇ SOKRATES - Öyle gibi.
YABANCI - Kuramsal bilginin bütününü, bir yargıya varan, bir de yöneten bilgiler diye ikiye ayırmamız, sence doğru mudur?
GENÇ SOKRATES - Bence doğrudur.
YABANCI - İşbirliği yapmak gerektiği zaman, insanların birbirleriyle anlaşması iyi bir şey değil midir?
GENÇ SOKRATES - Ona ne şüphe.
YABANCI - Böyle anlaşmak mutluluğuna erişince de, başkalarının ne düşündüğüne aldırılır mı?
GENÇ SOKRATES - Hiçbir zaman.
YABANCI - Eh, kralı bu iki bölümden hangisine koyacağız? Bir seyirci olarak, onu yalnızca yargıya varanlar sınıfından mı sayacağız, yoksa, insanlara gerçekten buyurduğu için, onda yönetme sanatı vardır mı diyeceğiz?
GENÇ SOKRATES - Elbette ikinci bölüme koyacağız.
YABANCI - O halde, bu yönetme sanatında da bir bölüm noktası var mı, ona bakalım. Bana öyle geliyor ki, ilk elden satanla, ikinci elden satanı, kral ile haberciyi (Heraut) ayıran ayrım gibi burada da bir ayrım var.
GENÇ SOKRATES - Nasıl? Pek anlamadım.
YABANCI - İkinci elden satanlar, başkalarının yaptıkları şeyleri alarak yeniden satmazlar mı?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bunun gibi haberci de kralın buyruğu altında değil midir? Kendisinin olmayan emirleri başkalarına bildirmez mi?
GENÇ SOKRATES - Tam üstüne bastın.
YABANCI - Krallık sanatını, çevirmenin, kaptanın, bilicinin, habercinin sanatıyla, kısacası insanlara buyuran bütün öbür sanatlarla karıştıracak mıyız? Yoksa, ilk elden satanla ikinci elden satan arasında demin yaptığımız karşılaştırmaya uygun olarak, buyurma erki kendilerinde olan bu yöneticiler için benzetme yoluyla ayrı bir ad mı bulalım? Bilirsin ki yöneticilerin bu türü için dilimizde ayrı bir sözcük yoktur. Bu kendiliğinden emir vermek sıfatı, yönetim bilgilerini ayırmaya yarayacak. Kralı, kendiliğinden emir veren yöneticiler sınıfına koyacağız. Öbürlerini bir yana bırakır, onlara da bir ad bulmaya uğraşmayız. Gerçekten yöneten kimse bizi ilgilendirir; etmeyen araştırmamızın dışında kalır.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Böylece emirlerini vereni, başkalarının emirlerini bildirenden iyice ayırt etmiş olduk. Şimdi, uygun gelen bir bölüm noktası bulabilirsek, emir vermek erkini de tekrar bölümlere ayırırız.
GENÇ SOKRATES - Kabul.
YABANCI - Böyle bir bölüm noktası bulabiliriz sanıyorum ama, sen de bana yardım etmelisin.
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Bütün yöneticilerin, hep bir şey ortaya çıkarabilmek için emir verdikleri düşünülemez mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Ortaya çıkarılan şeyleri de ikiye bölmek gerçekten zor bir şey değildir.
GENÇ SOKRATES - Nasıl böleceksin?
YABANCI - Bence, bütün bunlardan bazıları cansızdır, bazıları da canlıdır.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - Öyleyse, istersen, işte bu ayrılığa dayanarak kuramsal bilginin emir veren bilgiler bölümünü bir daha bölelim.
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Bir bölümü cansız şeylerin ortaya çıkmasına, öbürünü de canlı şeylerin ortaya çıkmasına ayırabiliriz. Böylece bu bütünü bölmüş oluruz.
GENÇ SOKRATES - Pek güzel.
YABANCI - Öyleyse bu bölümlerden birini bir yana bırakalım; öbürünü yeniden ikiye bölmek üzere ele alalım.
GENÇ SOKRATES - Bu iki bölümden hangisini alalım diyorsun?
YABANCI - Canlı varlıklara emreden bölümü, elbet. Belli ki krallık bilgisi mimarlık bilgisi gibi cansız şeylerin yönetimi değildir. O bilgi daha yüce bir iş görür; canlılara emreder; oldum olası yönetimini hep canlılar üzerinde kurmuştur.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Canlıların ortaya çıkarılması ve yetiştirilmesi konusunda ise, tek tek yetiştirilme ile sürü halinde yetiştirilmeyi birbirlerinden ayırt etmek olanaklıdır.
GENÇ SOKRATES - Bu da doğru.
YABANCI - Devlet adamına gelince; öyle görülüyor ki o, öküzüne bakan bir rençper ya da atına bakan bir seyis gibi, bir tek canlının yetiştirilmesiyle uğraşmıyor; daha çok, at ya da öküz sürüleri yetiştirenlere benziyor.
GENÇ SOKRATES - Sen böyle anlatınca, sorun aydınlanıyor.
YABANCI - Bu birçok canlıları bir arada yetiştirme sanatına ne diyelim? Sürü yetiştirme sanatı mı, yoksa, birlikte yetiştirme sanatı mı?
GENÇ SOKRATES - Sözün gelişine göre, hangisi olursa...
YABANCI - Pek güzel, Sokrates. Verilecek ad üzerinde kılı kırk yarmamayı sürdürürsen, yaşın ilerledikçe bilgin daha zenginleşir. Dediğin gibi ad sorununu bir yana bırakalım. Şimdi bak bakalım, sürü halinde yetiştirmenin iki türü olduğunu, araştırmamızın bu iki tür üzerine değil de, yalnızca biri üzerine olduğunu bana gösterebilir misin?
GENÇ SOKRATES - Bir deneyeyim. Sanırım bir insanların, bir de hayvanların yönetimi vardır.
YABANCI - Ne çabuk, ne de keskin bir buluş, Sokrates. Ama bir yanlışa düştün. Bundan böyle elimizden geldiği kadar böyle yanlışlardan sakınalım.
GENÇ SOKRATES - Ne yanlışı?
YABANCI - Bir parçanın aynı zamanda bir tür olup olmadığını hesaba katmaksızın, bir tür oluşturmayan küçük bir parçayı ayırarak tek başına daha büyük başka parçaların karşısına koymayalım. Ayırdığımız her parça aynı zamanda bir tür olmalıdır. Araştırmanın konusunu öbürlerinden hemen ayırmak şüphesiz çok güzel olur ; ama doğru ayırmak koşuluyla... Demincek, sözün dönüp dolaşıp insana gelip dayanacağını anlayınca, düşüncenin gidişini bozdun, hızlandırdın; ileri sürdüğün ayırmanın doğru olduğunu sandın. Gerçekte ise küçük kesimler tehlikelidir. Yarı yarıya bölerek ilerlemek daha güvenlidir. Böyle gidilirse, türün niteliklerini bulmak umudu da daha artar; bizim araştırmamız için her şeyden önemli olan da budur.
GENÇ SOKRATES - Ne demek istediğini pek kavrayamadım, yabancı.
YABANCI - Senin yaradılışında bir insanın hatırı için daha açık konuşmaya çalışırım. Hiçbir şeyi karanlıkta bırakmadığımı şimdilik ileri süremem, ama sorunu daha iyi aydınlatabilmek için biraz daha ilerlememiz gerekiyor.
GENÇ SOKRATES - Deminki bölüşte, sence ne gibi bir yanlış yaptık?
YABANCI - Bu yanlış tıpkı, insan türünü bölümlere ayırırken, bu yöre halkının ayrıldığı gibi ayırmak yanlışlığıdır. Burada Hellenleri kendi başlarına bir tür olarak ayırıyorlar, aralarında hiçbir bağlılık olmayan, tek dil konuşmayan bütün öbür insan türlerini bir araya koyuyorlar. Bunların hepsine birden ''barbar'' dedikleri için de hepsinin tek bir türden olduğunu sanıyorlar. Ya da, sayıları ayırırken on bin sayısını öbürlerinden ayırarak onu bir tür diye alıyorsun; geri kalanları da tek bir ad altında topladığın için bunların tek bir tür olduğunu söylüyorsun. Oysa, sayıları tek ve çift olarak ya da insan türünü kadın ve erkek olarak ayırırsan; Lidyalıları, Frigyalıları ve öbür kabileleri dünyanın başka kavimlerinden ancak, her biri bir tür olan parçalara bölmek artık olanaklı olmadığı zaman ayırırsan, daha iyi, daha mantıklı, bölümleri birbirine daha eşit bir bölme yapmış olursun.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru, yabancı, ama bölüm ile türün bir olmadığını, birbirlerinden ayrı şeyler olduğunu daha açıkça nasıl belirtmeli?
YABANCI - Ömür adamsın, Sokrates. Bu istediğini o kadar kolay bir şey mi sanıyorsun? Asıl konumuzdan zaten epeyce saptık, sen daha da uzaklaşalım, istiyorsun. Şimdi geriye, asıl konumuza dönmek daha doğru olur. Sonra, bir boş vaktimizde bu yeni yolu araştırırız. Sakın sana tam bir açıklama verdiğimi de sanma ha!
GENÇ SOKRATES - Neyin açıklamasını?
YABANCI -Tür ile bölüm arasındaki ayrılığın.
GENÇ SOKRATES - Peki, dediklerin neydi öyleyse?
YABANCI - Bir tür olan şey, zorunlu olarak bir bölümdür ; ama bir bölümün aynı zamanda bir tür olması zorunlu değildir. İşte, Sokrates, benim görüşümdür diye ileri süreceğin görüş her zaman bu olmalıdır.
GENÇ SOKRATES - Peki, dilediğin gibi olsun.
YABANCI - Bilmek istediğim bir şey daha var.
GENÇ SOKRATES - Nedir?
YABANCI - Konumuzdan sapıp da buralara kadar uzaklaşmazdan önce neredeydik? Yanılmıyorsam "sürülerin yetiştirilmesini hangi noktadan bölmeli" sorusundaydık. Sen hemen buna hazır bir yanıt olarak, iki tür canlı varlık olduğunu söyledin: bir insan türü, bir de bütün öbür hayvanlar.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - O zaman farkına vardın ki böylece bir bölümü ayırıp bir yana bıraktığın, öbür kalanlarına da hep birden hayvan adını verdiğin zaman, onlar hep bir türdendir sandın.
GENÇ SOKRATES - Bunu da iyi fark etmişsin.
YABANCI - Ey gözüpek tartışmacı! Akıllı olduğunu sandığımız başka bir hayvan da, söz gelişi bir turna da canlı varlıkları bölümlere ayıracak olsaydı, senin gibi bölerdi. İlkin, turna türünü ayırarak bütün öbür hayvanların karşısına koyardı; böylece kendi türünü yükseltirdi. Kalan varlıkları, içinde insanlar da olduğu halde, bir araya yığar, onlar için de hep birden belki hayvan adından başka bir ad bulamazdı. Biz buna benzer yanlışlardan sakınmalıyız.
GENÇ SOKRATES - Nasıl sakınabiliriz?
YABANCI - Hayvan türünün bütününü bölmeye kalkışmazsak, böyle yanlışlara daha az düşeriz.
GENÇ SOKRATES - Gerçekten, bundan sakınmalıyız.
YABANCI - İşte deminki yanlışa düşmemize neden buydu.
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Kuramsal bilginin yönetici bölümünü ''sürü halinde hayvanların yetiştirilmesi'' adı altında toplamıştık, değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bu bölmenin kendisi, hayvan türünün aynı zamanda yabanıl ve evcil olarak bölünmesi demektir. Evcilleştirilebilecek yaratılışta olan hayvanlara uysal, evcilleştirilemeyenlere de yabanıl denir.
GENÇ SOKRATES - Sonra?
YABANCI - Bizim araştırdığımız bilgi de oldu olası uysal hayvanlarla ilgilidir, hem de sürü halinde yaşayan hayvanlarla...
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - O halde, demin yaptığımız gibi hayvanların, hepsini birden ele alarak bölümlere ayırmaya kalkmayalım. Devlet bilgisine çabucak varmakta acele etmeyelim. Bu bize, atalar sözünün işaret ettiği zorluğa mal oldu.
GENÇ SOKRATES - Hangi zorluğa?
YABANCI - Acele ettiğimiz için işimiz çabuk yürümedi.
GENÇ SOKRATES - Bu bize iyi bir ders olsun, yabancı.
YABANCI - Olsun. Şimdi, birlikte yetiştirmeyi bölümlere ayırmak işine yeniden başlayalım. Belki böylece sözün gelişmesi, o kadar istekle aradığın şeyi sana daha kolayca bulduracak. Haydi, söyle bakalım.
GENÇ SOKRATES - Ne söyleyeyim?
YABANCI - Kanımca konuşulduğunu çok işittiğin bir şeyi. Nil kıyılarında yüce kralın gölcüklerinde yetiştirilen balıkları kendi gözlerinle gördüğünü sanmıyorum, ama kendi ülkende havuzlarda yetiştirilen balıkları belki görmüşsündür.
GENÇ SOKRATES - Elbette gördüm. Öbürlerini de başkalarından çok duydum.
YABANCI - Thesalia ovalarında gezmedinse bile, oralarda kaz ve turna sürüleri yetiştirildiğini herhalde işitmiş, işittiklerine de inanmışsındır.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Sana bunları sormam, böyle sürüler halinde yetiştirilen hayvanların hem kara, hem su hayvanları olduğunu belirtmek içindir.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - Benim gibi sen de "birlikte yetiştirme bilgisi su hayvanları sürülerinin yetiştirilmesi ve kara hayvanları sürülerinin yetiştirilmesi olarak ikiye bölünmelidir" der misin?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Krallık bilgisinin bu iki bölümünden hangisinde olduğunu sormaya da hacet yok, bu besbelli değil mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Karada yetişen sürülerin nasıl bölüneceğini de kim olsa bilir, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES - Nasıl bölünür?
YABANCI - Uçanları yürüyenlerden ayırt ederiz.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Siyasal hayvanı nerede arayacağız? Bir budala bile onun yürüyen bir varlık olduğunu bilmez mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Bir çift sayının yarı yarıya bölünmesi gibi, yürüyen hayvanların yetiştirilmesi de bölünebilir.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Şuna işaret edeyim ki burada, sözümüzün erişmek istediği bölüme ya da sınıfa giden iki yol gözüküyor. Biri, küçük bir parçayı kesip büyüğünü bir yana bırakmak yolu, daha kestirme bir yol ; öteki ise, olabildiğince ortadan bölelim diye koyduğumuz ilkeye daha uygun, fakat daha uzun bir yoldur. Hangisini istersen onu seçebiliriz.
GENÇ SOKRATES - İkisini de kullanamaz mıyız?
YABANCI - Bir arada mı? Sorduğun şeye bak! Sırayla, birbiri ardınca kullanırsak elbette olur.
GENÇ SOKRATES - Öyleyse sırayla, ikisini de kullanalım.
YABANCI - Sonuna yaklaştığımız için bu pek zor olmaz. Başlangıçta ya da ortalarda olsaydık bu isteğini yerine getirmekte duraksardım. Ama şimdi dilediğin gibi olsun. Henüz dinçken uzun yoldan başlayalım, daha iyi ilerleriz.
GENÇ SOKRATES - Dinliyorum.
YABANCI - Evcil, yürüyen hayvanları doğa iki sınıfa ayırmıştır.
GENÇ SOKRATES - Hangi ilkeye göre?
YABANCI - Birinciler boynuzludur, ötekiler boynuzsuzdur.
GENÇ SOKRATES - Öyle.
YABANCI - Yürüyen hayvanların yetiştirilmesi bilgisi de buna uygun olarak ikiye ayrılır ; şimdi ikisini de tanımla bakalım. Bu bölümlere ad bulmaya kalkarsan fazla dolambaçlı bir işe girişmiş olduğunu anlayacaksın.
GENÇ SOKRATES - Ne diyeyim, öyleyse?
YABANCI - Şöyle: Yürüyen hayvanların yetiştirilmesi bilgisi ikiye bölünsün; biri boynuzlu sürüyle, öbürü de boynuzsuz sürüyle ilgili olsun.
GENÇ SOKRATES - Bütün bu dediklerin büyük ölçüde kanıtlanmıştır; bunun için doğru olarak kabul edip geçebiliriz.
YABANCI - Besbelli ki kral boynuzsuz bir sürünün çobanıdır.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bu boynuzsuz bölümü kollara ayırmaya, kralın olanı krala vermeye çalışalım mı?
GENÇ SOKRATES - Her ne biçimde olursa yapalım.
YABANCI - Çataltırnaklı olup olmadıklarına göre mi, yoksa birbirleriyle çiftleşip çiftleşmediklerine göre mi ayıralım? Bilmem anlatabildim mi?
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Demek istiyorum ki atlarla eşekler doğal olarak çiftleşip çoğalırlar.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Ama boynuzsuz sürünün geri kalanı bu şekilde çoğalmaz.
GENÇ SOKRATES - O da doğru.
YABANCI - Devlet adamı hangi türe bakar? Karışık türe mi, saf türe mi?
GENÇ SOKRATES - Saf türe, elbette.
YABANCI - Bunu da deminki gibi bölmeliyiz, sanırım.
GENÇ SOKRATES - Evet, bölmeliyiz.
YABANCI - Evcil ama sürü halinde yaşayan hemen her hayvan türü artık parçalarına bölünmüş oldu, yalnızca iki tür kaldı. Çünkü köpeklerin sürü hayvanları arasında sayılacaklarını pek sanmıyorum.
GENÇ SOKRATES - Elbette sayılmaz. Ama bu kalan iki türü nasıl ayıracağız?
YABANCI - Theaitetos ile senin gibi iki geometri öğrencisinin kullanması uygun olan bir ayırt etme ölçüsü vardır.
GENÇ SOKRATES - Nedir o?
YABANCI - Çap ve yine çapın çapı.
GENÇ SOKRATES - Anlayamadım.
YABANCI - İnsan nasıl yürür? Gücü iki ayak olan bir çap olarak değil mi?
GENÇ SOKRATES - Öyle.
YABANCI - Öbürlerinin gücü de iki kere iki olduğuna göre, çapın çapı denemez mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette. Ne demek istediğini şimdi anladım gibi...
YABANCI - Bu bölmelerle, Sokrates, büyük bir şaka daha yapmış oldum.
GENÇ SOKRATES - O da ne?
YABANCI - İnsanoğulları yaratıkların en başı boş, en hafif olanı ile aynı sınıfa düştü, onunla yarışmacı durumunda.
GENÇ SOKRATES - Farkındayım. Ne acayip bir raslantı!
YABANCI - En yavaş olanın sona kalacağını da tahmin edersin ya?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Bir sonuç daha çıkıyor ki o bundan gülünç. Sürüsüyle dolaşıp duran kral, havada yaşayanlar konusunda insanların en ustası olan kuş avcısıyla rakip oluyor.
GENÇ SOKRATES - Sahi.
YABANCI - İşte sana Sokrates, bilgici ( sofist ) üzerine yaptığımız araştırmada söylediklerimizin doğruluğunu gösteren daha belirli kanıtlar.
GENÇ SOKRATES - Neyin doğruluğunu gösteriyor?
YABANCI - Dialektik yöntemin, kişilere aldırmadığını, büyüğü küçüğün üstüne koyamadığını, her zaman kendi yolundan en doğru sonuçlara vardığını gösteriyor.
GENÇ SOKRATES - Anladım.
YABANCI - Şimdi, senin sormanı beklemeden kendi dileğimle, seni kestirme yoldan kralın tanımına götüreceğim.
GENÇ SOKRATES - Haydi bakalım.
YABANCI - İlkin, kara hayvanlarını iki ayaklı ve dört ayaklı olarak ayırmalıydık, diyorum. Mademki yalnızca kanatlı sürü insanlarla aynı sınıfa düşüyor, iki ayaklıları da tüylü olan ve olmayan diye ayırırdık. Böyle bölünce, insanları yönetmek sanatı da aydınlanmış olurdu; o zaman yönetici ya da devlet adamını da ortaya çıkarır, arabacı gibi yerine oturtur, devletin gemini de eline verirdik, zira bu da onun işidir.
GENÇ SOKRATES - Pekâlâ. Bana borcunu ödedin, yani sözü sonuna eriştirdin, demek istiyorum. Bu ana yoldan ayrılmak da, cabası oldu.
YABANCI - Şimdi en başa dönelim. Devlet adamının sanatını tanımlayan halkaları birbirine bağlayalım.
GENÇ SOKRATES - Hay hay, yapalım.
YABANCI - Başlangıçta dediğimiz gibi, saf bilginin bir yöneten ya da emreden kısmı var. Kendi adına satışta bulunan kimseye benzeterek bu kısımdan da bir kendiliğinden emreden kısım çıkardık. Bunun önemli kollarından biri yaşayan hayvanların yönetimidir; sonra daha da daraltarak, sürü halinde hayvanların yönetimi ve yürüyen hayvan sürülerinin yönetimi kısımlarını elde ettik. Bu sonuncunun başlıca bölümü boynuzsuz, yürüyen hayvanların yönetimidir. Bu bölümde de bir parça var ki üç sözcüğün birleşmesiyle oluşan bir terim altına konabilir: Saf tür hayvanları gütmek. En son bölüm, insanların güdülmesi sanatıdır. İki ayaklılarla uğraşan ve bizim aradığımız, sonunda şimdi bulduğumuz sanat, krallık ve devlet sanatı işte budur.
GENÇ SOKRATES - Hiç şüphe yok.
YABANCI - Sahiden senin bu dediğini başardık mı dersin, Sokrates?
GENÇ SOKRATES - Neyi?
YABANCI - "Gerçekten dileğimizi yerine getirdik mi?" demek istiyorum. İşte şöyle bir tartışma yaptık ama bana öyle geliyor ki araştırmamızı iyice geliştiremedik ; bu noktada başarısızlığa uğradık.
GENÇ SOKRATES - Anlayamıyorum.
YABANCI - Şu anda aklımdan geçen düşünceleri her ikimiz için aydınlatmaya çalışacağım.
GENÇ SOKRATES - Dinliyorum.
YABANCI - Çobanlık sanatının çok çeşitleri vardır. Bunlardan biri belli bir sürüyü konu edinen siyaset sanatı değil midir?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Konuşmamızda bunu, atlarla öbür hayvanların değil, insanların bir arada yetiştirilmesi sanatı olarak tanımladık, değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Ama kralı bütün öbür çobanlardan ayırt eden şu farka bak.
GENÇ SOKRATES - Neyi demek istiyorsun?
YABANCI - Öbür çobanlardan herhangi birinin, sürünün yönetimini kendisiyle paylaşmak isteyen, paylaştığını ileri süren bir rakibi var mıdır?
GENÇ SOKRATES - Ne demek istediğini anlayamıyorum.
YABANCI - Demek istiyorum ki tüccarlar, çiftçiler, ekmekçiler, bedeneğitimciler, hekimler, hepsi insanların çobanları dediğimiz devlet adamlarıyla boy ölçüşmeye kalkışacaklar; insanları yetiştirmek ya da yönetmek işini de kendilerinin gördüğünü, hem de sadece sürüsünü değil, yöneticileri de yetiştirdiklerini söyleyecekler.
GENÇ SOKRATES - Böyle söylemekte haklı değiller midir?
YABANCI - Pekâlâ haklı olabilirler, iddialarına saygı gösterelim. Yalnızca şundan emin olalım ki her bakımdan sürüsünün biricik besleyicisi ve hekimi olabilen bir çobana karşı kimse böyle benzer bir hak ileri süremez. Hayvanlarını çoban kendisi çiftleştirir, doğurtur, başka hiç kimse bilginin bu dalında onun kadar uzman değildir. Doğalarının olanağı ölçüsünde hayvanları eğlendiren müziği çalan da yine çobandır. Sesiyle ya da çalgılarla, hiç kimse ondan daha iyi sürüsünü avutamaz ve sakinleştiremez. Genel olarak tüm hayvan yetiştirenler için aynı şeyi söyleyebiliriz.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Ama bu dediğin doğruysa, kralın tam ve su götürmez bir tanımını verdik sayılabilir mi? Aynı iddiada olan binlerce kimse arasından insan sürüsünün çobanı ve yetiştiricisi olarak onu seçmekte haklı mıyız?
GENÇ SOKRATES - Hiç değiliz.
YABANCI - Devlet adamını, çevresini dolduran, onunla aynı payeyi paylaşmak isteyen öbür insanlardan koparıp ayırmadıkça ve onu, bütün farklılığıyla ortaya koymadıkça, demin kralın ne olduğunu şöyle böyle belirtmiş olsak bile, devlet adamının tam bir betimlemesini yapamamış olduğumuzdan şüphelenmekte, bundan dolayı endişe duymakta haklı değil miyiz?
GENÇ SOKRATES - Haklıyız.
YABANCI - Sözlerimizin bizi küçük düşürecek bir sonuca varmasını istemiyorsak, Sokrates, işte bu işi başarmalıyız.
GENÇ SOKRATES - Her ne pahasına olursa olsun böyle bir sonuçtan sakınmalıyız.
YABANCI - Öyleyse sorumuzu bir başka noktadan ele alalım, başka bir yoldan ilerleyelim.
GENÇ SOKRATES - Hangi yoldan?
YABANCI - Gel istersen, sözlerimize biraz oyun çeşnisi verelim. Çok tanınmış bir masalın büyük bir bölümünü burada kullanabiliriz. Sonra bölümlere ayırma zincirlemesini yeniden ele alırız.Amaçlanan doruğa erişinceye kadar eski yoldan gideriz, böyle gerekmiyor mu?
GENÇ SOKRATES - Kesinlikle.
YABANCI - Öyleyse, çocukların yaptığı gibi sen de anlatacağım masalı bütün dikkatinle dinle. Zaten çocuk eğlencelerini bırakalı çok yıl olmadı herhalde...
GENÇ SOKRATES - Dinliyorum.
YABANCI - Şu geçmiş zamanların birçok öyküsü arasında, Atreos ile Thyestes arasındaki kavgada beliren şey anlatılır durur. Bunları sen de işitmişsindir, hâlâ da aklındadır, elbet.
GENÇ SOKRATES - Altın koyun harikasını mı söylemek istiyorsunuz?
YABANCI - Hayır onu değil, öykünün bir başka kısmını. Hani güneşle yıldızlar bir zamanlar batıdan doğarlar, doğudan batarlarmış. Sonra tanrı, Arteos'un yanını tuttuğu için, onların bu hareketini tersine çevirmiş, bugünkü durumuna getirmiş.
GENÇ SOKRATES - Evet, bunu da anlatırlar.
YABANCI - Kronos'la ilgili bir sürü öykü vardır.
GENÇ SOKRATES - Gerçekten, pek çok vardır.
YABANCI - Eskiden insanlar insandan değil, topraktan doğarlarmış. Bunu da işittin mi?
GENÇ SOKRATES - Bu da eski bir öyküdür.
YABANCI - Bütün bu söylenceler, hem de şaşılacak daha binlercesi, hep bir kaynaktan gelir. Bu öykülerin birçoğu, bu kadar uzun zaman geçince unutulmuştur; bazıları da ayrı ayrı parçalara dağılmıştır. Ama bütün bunların kaynağının ne olduğunu kimse söylememiştir. Şimdi, biz söyleyelim. Çünkü bu öykü kralın ne olduğu sorununu aydınlatacak.
GENÇ SOKRATES - Pek güzel. Umarım, hiçbir şeyi eksik bırakmadan öyküyü tam anlatırsın.
YABANCI - Dinle öyleyse. Bir zaman Tanrı kendisi evrenin gidişine yön verir, bu gidişi yönetir; sonra bir zaman da, belli çağlar geçip bittikten sonra, evreni kendi gidişine bırakır. Yaratıcı, daha başlangıçta evrene akıl ve can vermiş olduğu için, evren kendiliğinden geri döner, ters yönde dönmeye başlar. Geriye dönme eğilimi, evrende doğuştan, zorunlu olarak vardır; bunun da nedeni şudur.
GENÇ SOKRATES - Nedir?
YABANCI - Ancak en tanrısal şeyler değişmeden, oldukları gibi kalırlar da ondan. Cisim, bu şeylerden değildir. Gökyüzü ve evren dediğimiz şeyler, Yaratıcıdan mutlu armağanlar almış olmakla birlikte, gene cisim yaradılışındadırlar. Bunun için değişmenin büsbütün dışında kalamazlar. Ama onların hareketi, olanak derecesinde tektir, bir yerdedir, bir çeşittendir. Bundan ötürü onlar yalnızca ters yönde dönmek zorundadırlar, bu da değişmenin en az derecesidir. Ancak bütün hareket eden şeylerin yaratıcısı kendiliğinden hareket edebilir. Bu yaratıcının evreni bir kez bir yönde, bir kez de bir başka yönde hareket ettirdiğini düşünmek de yersiz olur. Öyleyse, ne evren her zaman kendiliğinden hareket eder demeliyiz, ne tanrı tarafından sırayla iki karşıt yönde hareket ettiriliyor demeliyiz, ne de istekleri biribiriyle çatışan iki tanrı evreni döndürüyor, demeliyiz. Yalnızca bir olanak kalıyor ; o da, demin dediğim gibi, bir zaman evreni tanrısal olan dıştan bir erk yönetir ; yaratıcı ona taze hayat ve ölmezlik verir; sonra bir zaman da başı boş bırakılır ki sayısız çağlar boyunca ters yönde hareket eder. Bu ikinci hareketin nedeni, evrenin tam bir denlik halinde ve çok büyük olması, hem de en küçük eksen üzerinde dönmesidir.
GENÇ SOKRATES - Senin bu evren anlayışın akla çok uygun geliyor.
YABANCI - Şimdi bir düşünelim; bütün bu insanı şaşırtan şeylerin nedeni olduğunu söylediğimiz olayın ne olduğunu bu anlattıklarımdan çıkarmaya çalışalım. Bu olay bence şudur.
GENÇ SOKRATES - Nedir?
YABANCI - Zaman zaman evrenin hareketinin tersine dönmesidir.
GENÇ SOKRATES - Bu nasıl bir nedenle olur?
YABANCI - Bu yön değiştirmeyi, evrenin uğradığı değişmeler içinde en büyüğü, hem de en tamı sayabiliriz.
GENÇ SOKRATES - Öyle görünüyor.
YABANCI - Herhalde bu değişme o sırada dünyada olan insanların hayatında pek büyük değişiklikler doğurur.
GENÇ SOKRATES - Bu çeşit değişmeler olabilir elbette.
YABANCI - Biliyorsun ki çok çeşitli, hem de büyük, önemli değişmeler birdenbire olursa, hayvanlar çok zor hayatta kalabilir.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
Sokrates, Theodoros,
Yabancı, Genç Sokrates
SOKRATES - Bana Theaitetos ile Yabancı'yı tanıttığın için sana çok teşekkür borçluyum, Theodoros.
THEODOROS - Hele onlar devlet adamının, sonra da filozofun ne olduğunu bir iyice belirtsinler, o zaman teşekkür borcun daha üç katı artacak.
SOKRATES - Devlet adamı ile filozof. Neler diyorsun, Theodoros? Bir matematik- geometri üstadının ağzından mı bu sözü işitiyorum?
THEODOROS - Hangi sözü, Sokrates?
SOKRATES - Devlet adamı ile filozofu sanki birbirine eşit değerlermiş gibi ele alıyorsun; oysa bu değerlerin arasındaki ayrım hiçbir geometri oranıyla gösterilemiyecek kadar büyüktür.
THEODOROS - Ammon hakkı için, Sokrates, doğrusu beni güzel yakaladın. Haklısın; yanlışımı iyi ortaya çıkardın. Meğer senin ne güçlü belleğin varmış! Alacağın olsun, elbette bunun acısını bir gün senden çıkarırım. Yabancı, sen de bizi hoş görür, umarım başladığın işten vazgeçmezsin. Devlet adamını ya da filozofu, hangisini istersen onu, ele al da sözümüzü sürdürelim.
YABANCI - Zaten bu artık benim boynuma borç oldu. Bir kere başladıktan sonra sonunu getirmek gerektir. Bir işi yarım bırakmamalı. Ama Theaitetos'a ne iş gördürelim dersin?
THEODOROS - Ne iş gördürmesi? Anlamadım.
YABANCI - Onu salıverelim de yerine arkadaşı Genç Sokrates'i alalım mı?
THEODOROS - Nasıl istersen. Dediğin doğru, ötekine de sıra vermeli. Arada bir dinlenebilirlerse, gençler daha iyi iş başarırlar.
SOKRATES - Hem bu gençlerin ikisi de bir bakıma sana akraba sayılırlar, sanırım. Sizlerin dediklerinize göre birinin yüzü bana benziyormuş; öteki ile de adaşız. Bunun için üçümüz aynı soydan sayılırız. Akrabalarımızla tanışmamıza yarayan konuşmaları memnunlukla karşılamalıyız; bu adeta bir akrabalık borcudur. Dün Theaitetos ile ben kendim konuştum; şimdi de sana verdiği yanıtları işittim. Adaşımla daha konuşmadım ama, benim için bir başka zaman da olur. Bugünlük senin sorularını yanıtlasın.
YABANCI - Peki, öyle olsun. Genç Sokrates, büyük Sokrates'in dediklerini duydun mu?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Razı mısın?
GENÇ SOKRATES - Seve seve.
YABANCI - Senin bir diyeceğin olmadıktan sonra bana bir şey demek düşmez. Bilgiciden ( sofist ) sonra, araştırmamızda sıra bence devlet adamına (politikos) gelir. Şimdi bana söyle bakalım, devlet adamını da bilgili kimselerden sayacak mıyız, saymayacak mıyız?
GENÇ SOKRATES - Sayacağız elbet.
YABANCI - Öyleyse, bilgicinin ne olduğunu araştırırken ayırdığımız gibi, gene bilgileri bölümlere ayırmak gerekecek, değil mi.
GENÇ SOKRATES - Sanırım.
YABANCI - Ama bana öyle geliyor ki, Sokrates, bu bilgiyi o bölümlerde bulamayacağız.
GENÇ SOKRATES - Ne yapacağız?
YABANCI - Başka bir bölümde arayacağız.
GENÇ SOKRATES - Pekâlâ.
YABANCI - Devlet adamına götürecek yolu nasıl bulmalı? Bu yolu bulup öbürlerinden ayırmak, kendine özgü bir damgayla damgalamak gerekiyor. Bundan ayrılan öbür yolların hepsine birden de ayrıca belli bir damga vurmalıyız. Böylece usumuz, bütün bilgileri iki bölüme ayrılmış olarak kavrayacaktır.
GENÇ SOKRATES - Bu yolu bulmak senin işindir, benim değil.
YABANCI - Orası öyle, ama bir kere bulduktan sonra bu yol, benim kadar senin de yolun olmalıdır.
GENÇ SOKRATES - Güzel.
YABANCI - Matematik ve matematikle aynı soydan olan başka sanatlar, ''iş''le hiçbir ilişiği olmayan soyut bilgiler değil midir?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Oysa dülgerlik sanatında, el sanatlarının hepsinde, işleyenin bilgisi işine katışır. Sanatla uğraşan yalnızca bilmekle kalmaz, bilgisini işinde gerçekleştirerek önceden var olmayan şeyleri yapar, oluşturur. Doğru mu?
GENÇ SOKRATES - Pek doğru.
YABANCI - O halde bilgilerin hepsini bu ölçüye göre bölebiliriz: Bir kısmına kılgısal bilgiler, ötekine kuramsal bilgiler deriz.
GENÇ SOKRATES - Olur; aslında bir bütün olan bilgiyi böylece ikiye bölünmüş sayarız.
YABANCI - Devlet adamını kralla, kölelerin efendisiyle, aile reisiyle bir mi tutacağız, yoksa, her biri için bir ayrı sanat vardır mı diyeceğiz? Ama dur, vazgeçtim. Bir başka yoldan gidelim.
GENÇ SOKRATES - Hangi yoldan?
YABANCI - Şöyle: Hekim diye tanınmamış bir kimse, hekim olan birine öğüt verebilecek kadar bilgili olsa, ona da hekim demek gerekmez mi?
GENÇ SOKRATES - Gerekir.
YABANCI - Bunun gibi, resmi sıfatı olmayan biri, ülkeyi yönetene akıl öğretecek erkte olsa, o kimsede hükümdarda bulunması gereken bilgi vardır, diyemez miyiz?
GENÇ SOKRATES - Deriz, elbet.
YABANCI - Gerçekten kral olan kimsenin bilgisi krallık bilgisi değil midir?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Böyle bilgili bir kimse, ister kral olsun, isterse yalnızca bir yurttaş, bu bilgisi bakımından kral sınıfından sayılmaz mı?
GENÇ SOKRATES - Böyle saymak doğru olur.
YABANCI - Kölelerin efendisi, aile reisi için de aynı şeyi söyleyebiliriz, değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Büyük bir aileyi küçük bir devlete benzetebiliriz. Yönetim bakımından aralarında bir ayrılık var mıdır?
GENÇ SOKRATES - Hiç yoktur.
YABANCI - Öyleyse, deminki sorumuza yanıt olarak, bunların hepsinin tek bir bilgisi olduğunu, bu bilgiye krallık, siyaset ya da ev yönetimi bilgisi denebileceğini söyleyebiliriz. Verilecek ad üzerinde çekişecek değiliz ya...
GENÇ SOKRATES - Buna ne gerek var?
YABANCI - Ama şu da belli ki, yerinde tutunabilmek için kral, yumruk ya da beden gücünden çok zekasını,us gücünü kullanır, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES - Şüphesiz.
YABANCI - O halde, kralın bilgisi, el sanatlarından, kılgısal işlerden daha çok kuramsal bilgiye yakındır, diyelim mi?
GENÇ SOKRATES - Hay, hay.
YABANCI - Devlet bilgisiyle devlet adamını, krallık bilgisiyle kralı, hep birleştirip tek bir bilgi saymalıyız.
GENÇ SOKRATES - Şüphesiz.
YABANCI - Şimdi, kuramsal bilgiyi bölümlerine ayırmak sırası geldi. Buna başlamamız doğru olmaz mı?
GENÇ SOKRATES - Pek doğru olur.
YABANCI - Bir düşün bakalım: Bilginin aslında, doğal olan bir ikilik bulabilir miyiz?
GENÇ SOKRATES - Örneğin?
YABANCI - Şöyle: konuşmalarımızda matematik diye bir sanatın adı geçmişti...
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bence matematik kesin olarak kuramsal sanatlar bölümüne girer.
GENÇ SOKRATES - Hiç şüphe yok.
YABANCI - Matematik, sayılar arasındaki ayrımları bilir. Bildiği bu şeyler üzerinde bir yargıya varmaktan başka matematiğin bir işi var mıdır?
GENÇ SOKRATES - Başka ne işi olabilir?
YABANCI - Ama öbür yandan, hiçbir mimar işçi gibi çalışmaz; o yalnızca işçilerin başıdır, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - O, bilgisinden verir, el emeğinden değil.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - Bundan ötürü, mimarın kuramsal bilgiden bir pay edindiğini söylemek doğru olmaz mı?
GENÇ SOKRATES - Tümüyle doğrudur.
YABANCI - Ama bir karara vardıktan sonra mimar, matematikçi gibi, işini bitirmiş sayılmaz. Girişilen iş tamamlanıncaya kadar her işçiye yapması gereken şeyleri buyurmalıdır.
GENÇ SOKRATES - Elbet.
YABANCI - Matematik ve matematikle ilgili bilgiler kadar bütün bu bilgiler de kuramsaldır ama ikisi de bir noktada ayrılırlar: O da, biri yalnızca yargıya varır, ötekiyse aynı zamanda yönetir. Ne dersin?
GENÇ SOKRATES - Öyle gibi.
YABANCI - Kuramsal bilginin bütününü, bir yargıya varan, bir de yöneten bilgiler diye ikiye ayırmamız, sence doğru mudur?
GENÇ SOKRATES - Bence doğrudur.
YABANCI - İşbirliği yapmak gerektiği zaman, insanların birbirleriyle anlaşması iyi bir şey değil midir?
GENÇ SOKRATES - Ona ne şüphe.
YABANCI - Böyle anlaşmak mutluluğuna erişince de, başkalarının ne düşündüğüne aldırılır mı?
GENÇ SOKRATES - Hiçbir zaman.
YABANCI - Eh, kralı bu iki bölümden hangisine koyacağız? Bir seyirci olarak, onu yalnızca yargıya varanlar sınıfından mı sayacağız, yoksa, insanlara gerçekten buyurduğu için, onda yönetme sanatı vardır mı diyeceğiz?
GENÇ SOKRATES - Elbette ikinci bölüme koyacağız.
YABANCI - O halde, bu yönetme sanatında da bir bölüm noktası var mı, ona bakalım. Bana öyle geliyor ki, ilk elden satanla, ikinci elden satanı, kral ile haberciyi (Heraut) ayıran ayrım gibi burada da bir ayrım var.
GENÇ SOKRATES - Nasıl? Pek anlamadım.
YABANCI - İkinci elden satanlar, başkalarının yaptıkları şeyleri alarak yeniden satmazlar mı?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bunun gibi haberci de kralın buyruğu altında değil midir? Kendisinin olmayan emirleri başkalarına bildirmez mi?
GENÇ SOKRATES - Tam üstüne bastın.
YABANCI - Krallık sanatını, çevirmenin, kaptanın, bilicinin, habercinin sanatıyla, kısacası insanlara buyuran bütün öbür sanatlarla karıştıracak mıyız? Yoksa, ilk elden satanla ikinci elden satan arasında demin yaptığımız karşılaştırmaya uygun olarak, buyurma erki kendilerinde olan bu yöneticiler için benzetme yoluyla ayrı bir ad mı bulalım? Bilirsin ki yöneticilerin bu türü için dilimizde ayrı bir sözcük yoktur. Bu kendiliğinden emir vermek sıfatı, yönetim bilgilerini ayırmaya yarayacak. Kralı, kendiliğinden emir veren yöneticiler sınıfına koyacağız. Öbürlerini bir yana bırakır, onlara da bir ad bulmaya uğraşmayız. Gerçekten yöneten kimse bizi ilgilendirir; etmeyen araştırmamızın dışında kalır.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Böylece emirlerini vereni, başkalarının emirlerini bildirenden iyice ayırt etmiş olduk. Şimdi, uygun gelen bir bölüm noktası bulabilirsek, emir vermek erkini de tekrar bölümlere ayırırız.
GENÇ SOKRATES - Kabul.
YABANCI - Böyle bir bölüm noktası bulabiliriz sanıyorum ama, sen de bana yardım etmelisin.
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Bütün yöneticilerin, hep bir şey ortaya çıkarabilmek için emir verdikleri düşünülemez mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Ortaya çıkarılan şeyleri de ikiye bölmek gerçekten zor bir şey değildir.
GENÇ SOKRATES - Nasıl böleceksin?
YABANCI - Bence, bütün bunlardan bazıları cansızdır, bazıları da canlıdır.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - Öyleyse, istersen, işte bu ayrılığa dayanarak kuramsal bilginin emir veren bilgiler bölümünü bir daha bölelim.
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Bir bölümü cansız şeylerin ortaya çıkmasına, öbürünü de canlı şeylerin ortaya çıkmasına ayırabiliriz. Böylece bu bütünü bölmüş oluruz.
GENÇ SOKRATES - Pek güzel.
YABANCI - Öyleyse bu bölümlerden birini bir yana bırakalım; öbürünü yeniden ikiye bölmek üzere ele alalım.
GENÇ SOKRATES - Bu iki bölümden hangisini alalım diyorsun?
YABANCI - Canlı varlıklara emreden bölümü, elbet. Belli ki krallık bilgisi mimarlık bilgisi gibi cansız şeylerin yönetimi değildir. O bilgi daha yüce bir iş görür; canlılara emreder; oldum olası yönetimini hep canlılar üzerinde kurmuştur.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Canlıların ortaya çıkarılması ve yetiştirilmesi konusunda ise, tek tek yetiştirilme ile sürü halinde yetiştirilmeyi birbirlerinden ayırt etmek olanaklıdır.
GENÇ SOKRATES - Bu da doğru.
YABANCI - Devlet adamına gelince; öyle görülüyor ki o, öküzüne bakan bir rençper ya da atına bakan bir seyis gibi, bir tek canlının yetiştirilmesiyle uğraşmıyor; daha çok, at ya da öküz sürüleri yetiştirenlere benziyor.
GENÇ SOKRATES - Sen böyle anlatınca, sorun aydınlanıyor.
YABANCI - Bu birçok canlıları bir arada yetiştirme sanatına ne diyelim? Sürü yetiştirme sanatı mı, yoksa, birlikte yetiştirme sanatı mı?
GENÇ SOKRATES - Sözün gelişine göre, hangisi olursa...
YABANCI - Pek güzel, Sokrates. Verilecek ad üzerinde kılı kırk yarmamayı sürdürürsen, yaşın ilerledikçe bilgin daha zenginleşir. Dediğin gibi ad sorununu bir yana bırakalım. Şimdi bak bakalım, sürü halinde yetiştirmenin iki türü olduğunu, araştırmamızın bu iki tür üzerine değil de, yalnızca biri üzerine olduğunu bana gösterebilir misin?
GENÇ SOKRATES - Bir deneyeyim. Sanırım bir insanların, bir de hayvanların yönetimi vardır.
YABANCI - Ne çabuk, ne de keskin bir buluş, Sokrates. Ama bir yanlışa düştün. Bundan böyle elimizden geldiği kadar böyle yanlışlardan sakınalım.
GENÇ SOKRATES - Ne yanlışı?
YABANCI - Bir parçanın aynı zamanda bir tür olup olmadığını hesaba katmaksızın, bir tür oluşturmayan küçük bir parçayı ayırarak tek başına daha büyük başka parçaların karşısına koymayalım. Ayırdığımız her parça aynı zamanda bir tür olmalıdır. Araştırmanın konusunu öbürlerinden hemen ayırmak şüphesiz çok güzel olur ; ama doğru ayırmak koşuluyla... Demincek, sözün dönüp dolaşıp insana gelip dayanacağını anlayınca, düşüncenin gidişini bozdun, hızlandırdın; ileri sürdüğün ayırmanın doğru olduğunu sandın. Gerçekte ise küçük kesimler tehlikelidir. Yarı yarıya bölerek ilerlemek daha güvenlidir. Böyle gidilirse, türün niteliklerini bulmak umudu da daha artar; bizim araştırmamız için her şeyden önemli olan da budur.
GENÇ SOKRATES - Ne demek istediğini pek kavrayamadım, yabancı.
YABANCI - Senin yaradılışında bir insanın hatırı için daha açık konuşmaya çalışırım. Hiçbir şeyi karanlıkta bırakmadığımı şimdilik ileri süremem, ama sorunu daha iyi aydınlatabilmek için biraz daha ilerlememiz gerekiyor.
GENÇ SOKRATES - Deminki bölüşte, sence ne gibi bir yanlış yaptık?
YABANCI - Bu yanlış tıpkı, insan türünü bölümlere ayırırken, bu yöre halkının ayrıldığı gibi ayırmak yanlışlığıdır. Burada Hellenleri kendi başlarına bir tür olarak ayırıyorlar, aralarında hiçbir bağlılık olmayan, tek dil konuşmayan bütün öbür insan türlerini bir araya koyuyorlar. Bunların hepsine birden ''barbar'' dedikleri için de hepsinin tek bir türden olduğunu sanıyorlar. Ya da, sayıları ayırırken on bin sayısını öbürlerinden ayırarak onu bir tür diye alıyorsun; geri kalanları da tek bir ad altında topladığın için bunların tek bir tür olduğunu söylüyorsun. Oysa, sayıları tek ve çift olarak ya da insan türünü kadın ve erkek olarak ayırırsan; Lidyalıları, Frigyalıları ve öbür kabileleri dünyanın başka kavimlerinden ancak, her biri bir tür olan parçalara bölmek artık olanaklı olmadığı zaman ayırırsan, daha iyi, daha mantıklı, bölümleri birbirine daha eşit bir bölme yapmış olursun.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru, yabancı, ama bölüm ile türün bir olmadığını, birbirlerinden ayrı şeyler olduğunu daha açıkça nasıl belirtmeli?
YABANCI - Ömür adamsın, Sokrates. Bu istediğini o kadar kolay bir şey mi sanıyorsun? Asıl konumuzdan zaten epeyce saptık, sen daha da uzaklaşalım, istiyorsun. Şimdi geriye, asıl konumuza dönmek daha doğru olur. Sonra, bir boş vaktimizde bu yeni yolu araştırırız. Sakın sana tam bir açıklama verdiğimi de sanma ha!
GENÇ SOKRATES - Neyin açıklamasını?
YABANCI -Tür ile bölüm arasındaki ayrılığın.
GENÇ SOKRATES - Peki, dediklerin neydi öyleyse?
YABANCI - Bir tür olan şey, zorunlu olarak bir bölümdür ; ama bir bölümün aynı zamanda bir tür olması zorunlu değildir. İşte, Sokrates, benim görüşümdür diye ileri süreceğin görüş her zaman bu olmalıdır.
GENÇ SOKRATES - Peki, dilediğin gibi olsun.
YABANCI - Bilmek istediğim bir şey daha var.
GENÇ SOKRATES - Nedir?
YABANCI - Konumuzdan sapıp da buralara kadar uzaklaşmazdan önce neredeydik? Yanılmıyorsam "sürülerin yetiştirilmesini hangi noktadan bölmeli" sorusundaydık. Sen hemen buna hazır bir yanıt olarak, iki tür canlı varlık olduğunu söyledin: bir insan türü, bir de bütün öbür hayvanlar.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - O zaman farkına vardın ki böylece bir bölümü ayırıp bir yana bıraktığın, öbür kalanlarına da hep birden hayvan adını verdiğin zaman, onlar hep bir türdendir sandın.
GENÇ SOKRATES - Bunu da iyi fark etmişsin.
YABANCI - Ey gözüpek tartışmacı! Akıllı olduğunu sandığımız başka bir hayvan da, söz gelişi bir turna da canlı varlıkları bölümlere ayıracak olsaydı, senin gibi bölerdi. İlkin, turna türünü ayırarak bütün öbür hayvanların karşısına koyardı; böylece kendi türünü yükseltirdi. Kalan varlıkları, içinde insanlar da olduğu halde, bir araya yığar, onlar için de hep birden belki hayvan adından başka bir ad bulamazdı. Biz buna benzer yanlışlardan sakınmalıyız.
GENÇ SOKRATES - Nasıl sakınabiliriz?
YABANCI - Hayvan türünün bütününü bölmeye kalkışmazsak, böyle yanlışlara daha az düşeriz.
GENÇ SOKRATES - Gerçekten, bundan sakınmalıyız.
YABANCI - İşte deminki yanlışa düşmemize neden buydu.
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Kuramsal bilginin yönetici bölümünü ''sürü halinde hayvanların yetiştirilmesi'' adı altında toplamıştık, değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bu bölmenin kendisi, hayvan türünün aynı zamanda yabanıl ve evcil olarak bölünmesi demektir. Evcilleştirilebilecek yaratılışta olan hayvanlara uysal, evcilleştirilemeyenlere de yabanıl denir.
GENÇ SOKRATES - Sonra?
YABANCI - Bizim araştırdığımız bilgi de oldu olası uysal hayvanlarla ilgilidir, hem de sürü halinde yaşayan hayvanlarla...
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - O halde, demin yaptığımız gibi hayvanların, hepsini birden ele alarak bölümlere ayırmaya kalkmayalım. Devlet bilgisine çabucak varmakta acele etmeyelim. Bu bize, atalar sözünün işaret ettiği zorluğa mal oldu.
GENÇ SOKRATES - Hangi zorluğa?
YABANCI - Acele ettiğimiz için işimiz çabuk yürümedi.
GENÇ SOKRATES - Bu bize iyi bir ders olsun, yabancı.
YABANCI - Olsun. Şimdi, birlikte yetiştirmeyi bölümlere ayırmak işine yeniden başlayalım. Belki böylece sözün gelişmesi, o kadar istekle aradığın şeyi sana daha kolayca bulduracak. Haydi, söyle bakalım.
GENÇ SOKRATES - Ne söyleyeyim?
YABANCI - Kanımca konuşulduğunu çok işittiğin bir şeyi. Nil kıyılarında yüce kralın gölcüklerinde yetiştirilen balıkları kendi gözlerinle gördüğünü sanmıyorum, ama kendi ülkende havuzlarda yetiştirilen balıkları belki görmüşsündür.
GENÇ SOKRATES - Elbette gördüm. Öbürlerini de başkalarından çok duydum.
YABANCI - Thesalia ovalarında gezmedinse bile, oralarda kaz ve turna sürüleri yetiştirildiğini herhalde işitmiş, işittiklerine de inanmışsındır.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Sana bunları sormam, böyle sürüler halinde yetiştirilen hayvanların hem kara, hem su hayvanları olduğunu belirtmek içindir.
GENÇ SOKRATES - Doğru.
YABANCI - Benim gibi sen de "birlikte yetiştirme bilgisi su hayvanları sürülerinin yetiştirilmesi ve kara hayvanları sürülerinin yetiştirilmesi olarak ikiye bölünmelidir" der misin?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Krallık bilgisinin bu iki bölümünden hangisinde olduğunu sormaya da hacet yok, bu besbelli değil mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Karada yetişen sürülerin nasıl bölüneceğini de kim olsa bilir, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES - Nasıl bölünür?
YABANCI - Uçanları yürüyenlerden ayırt ederiz.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Siyasal hayvanı nerede arayacağız? Bir budala bile onun yürüyen bir varlık olduğunu bilmez mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Bir çift sayının yarı yarıya bölünmesi gibi, yürüyen hayvanların yetiştirilmesi de bölünebilir.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Şuna işaret edeyim ki burada, sözümüzün erişmek istediği bölüme ya da sınıfa giden iki yol gözüküyor. Biri, küçük bir parçayı kesip büyüğünü bir yana bırakmak yolu, daha kestirme bir yol ; öteki ise, olabildiğince ortadan bölelim diye koyduğumuz ilkeye daha uygun, fakat daha uzun bir yoldur. Hangisini istersen onu seçebiliriz.
GENÇ SOKRATES - İkisini de kullanamaz mıyız?
YABANCI - Bir arada mı? Sorduğun şeye bak! Sırayla, birbiri ardınca kullanırsak elbette olur.
GENÇ SOKRATES - Öyleyse sırayla, ikisini de kullanalım.
YABANCI - Sonuna yaklaştığımız için bu pek zor olmaz. Başlangıçta ya da ortalarda olsaydık bu isteğini yerine getirmekte duraksardım. Ama şimdi dilediğin gibi olsun. Henüz dinçken uzun yoldan başlayalım, daha iyi ilerleriz.
GENÇ SOKRATES - Dinliyorum.
YABANCI - Evcil, yürüyen hayvanları doğa iki sınıfa ayırmıştır.
GENÇ SOKRATES - Hangi ilkeye göre?
YABANCI - Birinciler boynuzludur, ötekiler boynuzsuzdur.
GENÇ SOKRATES - Öyle.
YABANCI - Yürüyen hayvanların yetiştirilmesi bilgisi de buna uygun olarak ikiye ayrılır ; şimdi ikisini de tanımla bakalım. Bu bölümlere ad bulmaya kalkarsan fazla dolambaçlı bir işe girişmiş olduğunu anlayacaksın.
GENÇ SOKRATES - Ne diyeyim, öyleyse?
YABANCI - Şöyle: Yürüyen hayvanların yetiştirilmesi bilgisi ikiye bölünsün; biri boynuzlu sürüyle, öbürü de boynuzsuz sürüyle ilgili olsun.
GENÇ SOKRATES - Bütün bu dediklerin büyük ölçüde kanıtlanmıştır; bunun için doğru olarak kabul edip geçebiliriz.
YABANCI - Besbelli ki kral boynuzsuz bir sürünün çobanıdır.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Bu boynuzsuz bölümü kollara ayırmaya, kralın olanı krala vermeye çalışalım mı?
GENÇ SOKRATES - Her ne biçimde olursa yapalım.
YABANCI - Çataltırnaklı olup olmadıklarına göre mi, yoksa birbirleriyle çiftleşip çiftleşmediklerine göre mi ayıralım? Bilmem anlatabildim mi?
GENÇ SOKRATES - Nasıl?
YABANCI - Demek istiyorum ki atlarla eşekler doğal olarak çiftleşip çoğalırlar.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Ama boynuzsuz sürünün geri kalanı bu şekilde çoğalmaz.
GENÇ SOKRATES - O da doğru.
YABANCI - Devlet adamı hangi türe bakar? Karışık türe mi, saf türe mi?
GENÇ SOKRATES - Saf türe, elbette.
YABANCI - Bunu da deminki gibi bölmeliyiz, sanırım.
GENÇ SOKRATES - Evet, bölmeliyiz.
YABANCI - Evcil ama sürü halinde yaşayan hemen her hayvan türü artık parçalarına bölünmüş oldu, yalnızca iki tür kaldı. Çünkü köpeklerin sürü hayvanları arasında sayılacaklarını pek sanmıyorum.
GENÇ SOKRATES - Elbette sayılmaz. Ama bu kalan iki türü nasıl ayıracağız?
YABANCI - Theaitetos ile senin gibi iki geometri öğrencisinin kullanması uygun olan bir ayırt etme ölçüsü vardır.
GENÇ SOKRATES - Nedir o?
YABANCI - Çap ve yine çapın çapı.
GENÇ SOKRATES - Anlayamadım.
YABANCI - İnsan nasıl yürür? Gücü iki ayak olan bir çap olarak değil mi?
GENÇ SOKRATES - Öyle.
YABANCI - Öbürlerinin gücü de iki kere iki olduğuna göre, çapın çapı denemez mi?
GENÇ SOKRATES - Elbette. Ne demek istediğini şimdi anladım gibi...
YABANCI - Bu bölmelerle, Sokrates, büyük bir şaka daha yapmış oldum.
GENÇ SOKRATES - O da ne?
YABANCI - İnsanoğulları yaratıkların en başı boş, en hafif olanı ile aynı sınıfa düştü, onunla yarışmacı durumunda.
GENÇ SOKRATES - Farkındayım. Ne acayip bir raslantı!
YABANCI - En yavaş olanın sona kalacağını da tahmin edersin ya?
GENÇ SOKRATES - Elbette.
YABANCI - Bir sonuç daha çıkıyor ki o bundan gülünç. Sürüsüyle dolaşıp duran kral, havada yaşayanlar konusunda insanların en ustası olan kuş avcısıyla rakip oluyor.
GENÇ SOKRATES - Sahi.
YABANCI - İşte sana Sokrates, bilgici ( sofist ) üzerine yaptığımız araştırmada söylediklerimizin doğruluğunu gösteren daha belirli kanıtlar.
GENÇ SOKRATES - Neyin doğruluğunu gösteriyor?
YABANCI - Dialektik yöntemin, kişilere aldırmadığını, büyüğü küçüğün üstüne koyamadığını, her zaman kendi yolundan en doğru sonuçlara vardığını gösteriyor.
GENÇ SOKRATES - Anladım.
YABANCI - Şimdi, senin sormanı beklemeden kendi dileğimle, seni kestirme yoldan kralın tanımına götüreceğim.
GENÇ SOKRATES - Haydi bakalım.
YABANCI - İlkin, kara hayvanlarını iki ayaklı ve dört ayaklı olarak ayırmalıydık, diyorum. Mademki yalnızca kanatlı sürü insanlarla aynı sınıfa düşüyor, iki ayaklıları da tüylü olan ve olmayan diye ayırırdık. Böyle bölünce, insanları yönetmek sanatı da aydınlanmış olurdu; o zaman yönetici ya da devlet adamını da ortaya çıkarır, arabacı gibi yerine oturtur, devletin gemini de eline verirdik, zira bu da onun işidir.
GENÇ SOKRATES - Pekâlâ. Bana borcunu ödedin, yani sözü sonuna eriştirdin, demek istiyorum. Bu ana yoldan ayrılmak da, cabası oldu.
YABANCI - Şimdi en başa dönelim. Devlet adamının sanatını tanımlayan halkaları birbirine bağlayalım.
GENÇ SOKRATES - Hay hay, yapalım.
YABANCI - Başlangıçta dediğimiz gibi, saf bilginin bir yöneten ya da emreden kısmı var. Kendi adına satışta bulunan kimseye benzeterek bu kısımdan da bir kendiliğinden emreden kısım çıkardık. Bunun önemli kollarından biri yaşayan hayvanların yönetimidir; sonra daha da daraltarak, sürü halinde hayvanların yönetimi ve yürüyen hayvan sürülerinin yönetimi kısımlarını elde ettik. Bu sonuncunun başlıca bölümü boynuzsuz, yürüyen hayvanların yönetimidir. Bu bölümde de bir parça var ki üç sözcüğün birleşmesiyle oluşan bir terim altına konabilir: Saf tür hayvanları gütmek. En son bölüm, insanların güdülmesi sanatıdır. İki ayaklılarla uğraşan ve bizim aradığımız, sonunda şimdi bulduğumuz sanat, krallık ve devlet sanatı işte budur.
GENÇ SOKRATES - Hiç şüphe yok.
YABANCI - Sahiden senin bu dediğini başardık mı dersin, Sokrates?
GENÇ SOKRATES - Neyi?
YABANCI - "Gerçekten dileğimizi yerine getirdik mi?" demek istiyorum. İşte şöyle bir tartışma yaptık ama bana öyle geliyor ki araştırmamızı iyice geliştiremedik ; bu noktada başarısızlığa uğradık.
GENÇ SOKRATES - Anlayamıyorum.
YABANCI - Şu anda aklımdan geçen düşünceleri her ikimiz için aydınlatmaya çalışacağım.
GENÇ SOKRATES - Dinliyorum.
YABANCI - Çobanlık sanatının çok çeşitleri vardır. Bunlardan biri belli bir sürüyü konu edinen siyaset sanatı değil midir?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Konuşmamızda bunu, atlarla öbür hayvanların değil, insanların bir arada yetiştirilmesi sanatı olarak tanımladık, değil mi?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Ama kralı bütün öbür çobanlardan ayırt eden şu farka bak.
GENÇ SOKRATES - Neyi demek istiyorsun?
YABANCI - Öbür çobanlardan herhangi birinin, sürünün yönetimini kendisiyle paylaşmak isteyen, paylaştığını ileri süren bir rakibi var mıdır?
GENÇ SOKRATES - Ne demek istediğini anlayamıyorum.
YABANCI - Demek istiyorum ki tüccarlar, çiftçiler, ekmekçiler, bedeneğitimciler, hekimler, hepsi insanların çobanları dediğimiz devlet adamlarıyla boy ölçüşmeye kalkışacaklar; insanları yetiştirmek ya da yönetmek işini de kendilerinin gördüğünü, hem de sadece sürüsünü değil, yöneticileri de yetiştirdiklerini söyleyecekler.
GENÇ SOKRATES - Böyle söylemekte haklı değiller midir?
YABANCI - Pekâlâ haklı olabilirler, iddialarına saygı gösterelim. Yalnızca şundan emin olalım ki her bakımdan sürüsünün biricik besleyicisi ve hekimi olabilen bir çobana karşı kimse böyle benzer bir hak ileri süremez. Hayvanlarını çoban kendisi çiftleştirir, doğurtur, başka hiç kimse bilginin bu dalında onun kadar uzman değildir. Doğalarının olanağı ölçüsünde hayvanları eğlendiren müziği çalan da yine çobandır. Sesiyle ya da çalgılarla, hiç kimse ondan daha iyi sürüsünü avutamaz ve sakinleştiremez. Genel olarak tüm hayvan yetiştirenler için aynı şeyi söyleyebiliriz.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
YABANCI - Ama bu dediğin doğruysa, kralın tam ve su götürmez bir tanımını verdik sayılabilir mi? Aynı iddiada olan binlerce kimse arasından insan sürüsünün çobanı ve yetiştiricisi olarak onu seçmekte haklı mıyız?
GENÇ SOKRATES - Hiç değiliz.
YABANCI - Devlet adamını, çevresini dolduran, onunla aynı payeyi paylaşmak isteyen öbür insanlardan koparıp ayırmadıkça ve onu, bütün farklılığıyla ortaya koymadıkça, demin kralın ne olduğunu şöyle böyle belirtmiş olsak bile, devlet adamının tam bir betimlemesini yapamamış olduğumuzdan şüphelenmekte, bundan dolayı endişe duymakta haklı değil miyiz?
GENÇ SOKRATES - Haklıyız.
YABANCI - Sözlerimizin bizi küçük düşürecek bir sonuca varmasını istemiyorsak, Sokrates, işte bu işi başarmalıyız.
GENÇ SOKRATES - Her ne pahasına olursa olsun böyle bir sonuçtan sakınmalıyız.
YABANCI - Öyleyse sorumuzu bir başka noktadan ele alalım, başka bir yoldan ilerleyelim.
GENÇ SOKRATES - Hangi yoldan?
YABANCI - Gel istersen, sözlerimize biraz oyun çeşnisi verelim. Çok tanınmış bir masalın büyük bir bölümünü burada kullanabiliriz. Sonra bölümlere ayırma zincirlemesini yeniden ele alırız.Amaçlanan doruğa erişinceye kadar eski yoldan gideriz, böyle gerekmiyor mu?
GENÇ SOKRATES - Kesinlikle.
YABANCI - Öyleyse, çocukların yaptığı gibi sen de anlatacağım masalı bütün dikkatinle dinle. Zaten çocuk eğlencelerini bırakalı çok yıl olmadı herhalde...
GENÇ SOKRATES - Dinliyorum.
YABANCI - Şu geçmiş zamanların birçok öyküsü arasında, Atreos ile Thyestes arasındaki kavgada beliren şey anlatılır durur. Bunları sen de işitmişsindir, hâlâ da aklındadır, elbet.
GENÇ SOKRATES - Altın koyun harikasını mı söylemek istiyorsunuz?
YABANCI - Hayır onu değil, öykünün bir başka kısmını. Hani güneşle yıldızlar bir zamanlar batıdan doğarlar, doğudan batarlarmış. Sonra tanrı, Arteos'un yanını tuttuğu için, onların bu hareketini tersine çevirmiş, bugünkü durumuna getirmiş.
GENÇ SOKRATES - Evet, bunu da anlatırlar.
YABANCI - Kronos'la ilgili bir sürü öykü vardır.
GENÇ SOKRATES - Gerçekten, pek çok vardır.
YABANCI - Eskiden insanlar insandan değil, topraktan doğarlarmış. Bunu da işittin mi?
GENÇ SOKRATES - Bu da eski bir öyküdür.
YABANCI - Bütün bu söylenceler, hem de şaşılacak daha binlercesi, hep bir kaynaktan gelir. Bu öykülerin birçoğu, bu kadar uzun zaman geçince unutulmuştur; bazıları da ayrı ayrı parçalara dağılmıştır. Ama bütün bunların kaynağının ne olduğunu kimse söylememiştir. Şimdi, biz söyleyelim. Çünkü bu öykü kralın ne olduğu sorununu aydınlatacak.
GENÇ SOKRATES - Pek güzel. Umarım, hiçbir şeyi eksik bırakmadan öyküyü tam anlatırsın.
YABANCI - Dinle öyleyse. Bir zaman Tanrı kendisi evrenin gidişine yön verir, bu gidişi yönetir; sonra bir zaman da, belli çağlar geçip bittikten sonra, evreni kendi gidişine bırakır. Yaratıcı, daha başlangıçta evrene akıl ve can vermiş olduğu için, evren kendiliğinden geri döner, ters yönde dönmeye başlar. Geriye dönme eğilimi, evrende doğuştan, zorunlu olarak vardır; bunun da nedeni şudur.
GENÇ SOKRATES - Nedir?
YABANCI - Ancak en tanrısal şeyler değişmeden, oldukları gibi kalırlar da ondan. Cisim, bu şeylerden değildir. Gökyüzü ve evren dediğimiz şeyler, Yaratıcıdan mutlu armağanlar almış olmakla birlikte, gene cisim yaradılışındadırlar. Bunun için değişmenin büsbütün dışında kalamazlar. Ama onların hareketi, olanak derecesinde tektir, bir yerdedir, bir çeşittendir. Bundan ötürü onlar yalnızca ters yönde dönmek zorundadırlar, bu da değişmenin en az derecesidir. Ancak bütün hareket eden şeylerin yaratıcısı kendiliğinden hareket edebilir. Bu yaratıcının evreni bir kez bir yönde, bir kez de bir başka yönde hareket ettirdiğini düşünmek de yersiz olur. Öyleyse, ne evren her zaman kendiliğinden hareket eder demeliyiz, ne tanrı tarafından sırayla iki karşıt yönde hareket ettiriliyor demeliyiz, ne de istekleri biribiriyle çatışan iki tanrı evreni döndürüyor, demeliyiz. Yalnızca bir olanak kalıyor ; o da, demin dediğim gibi, bir zaman evreni tanrısal olan dıştan bir erk yönetir ; yaratıcı ona taze hayat ve ölmezlik verir; sonra bir zaman da başı boş bırakılır ki sayısız çağlar boyunca ters yönde hareket eder. Bu ikinci hareketin nedeni, evrenin tam bir denlik halinde ve çok büyük olması, hem de en küçük eksen üzerinde dönmesidir.
GENÇ SOKRATES - Senin bu evren anlayışın akla çok uygun geliyor.
YABANCI - Şimdi bir düşünelim; bütün bu insanı şaşırtan şeylerin nedeni olduğunu söylediğimiz olayın ne olduğunu bu anlattıklarımdan çıkarmaya çalışalım. Bu olay bence şudur.
GENÇ SOKRATES - Nedir?
YABANCI - Zaman zaman evrenin hareketinin tersine dönmesidir.
GENÇ SOKRATES - Bu nasıl bir nedenle olur?
YABANCI - Bu yön değiştirmeyi, evrenin uğradığı değişmeler içinde en büyüğü, hem de en tamı sayabiliriz.
GENÇ SOKRATES - Öyle görünüyor.
YABANCI - Herhalde bu değişme o sırada dünyada olan insanların hayatında pek büyük değişiklikler doğurur.
GENÇ SOKRATES - Bu çeşit değişmeler olabilir elbette.
YABANCI - Biliyorsun ki çok çeşitli, hem de büyük, önemli değişmeler birdenbire olursa, hayvanlar çok zor hayatta kalabilir.
GENÇ SOKRATES - Çok doğru.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Devlet Adamı - 2
- Büleklär
- Devlet Adamı - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4423Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162531.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Devlet Adamı - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4370Unikal süzlärneñ gomumi sanı 183930.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Devlet Adamı - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4425Unikal süzlärneñ gomumi sanı 177629.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Devlet Adamı - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 4373Unikal süzlärneñ gomumi sanı 178130.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Devlet Adamı - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 885Unikal süzlärneñ gomumi sanı 56837.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.