Benito Cereno - 3

Süzlärneñ gomumi sanı 3956
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2118
29.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
40.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
Bu durum, bir kez daha bakışlarını Don Benito'ya yöneltmek üzere kışkırttı onu ve kendisinin, daha önce olduğu gibi bu görüşmenin de konusunu oluşturduğu anlamını çıkardı. Durakladı. Parlatılan baltaların çıkardığı sesler kulaklarını tırmalıyordu. Diğer iki kişiye gene hızlı bir yan bakış attı. Komplo hazırlar gibi bir havaları vardı. Bütün bunlar, son sorgulama ve genç denizciyle ilgili olayın uzantısında, olağanüstü içtenlikli Amerikalı'nın katlanamayacağı istem dışı kuşkuların geri dönmesine yol açıyordu. Neşeli ve şakacı bir ifade takınarak çabucak karşı tarafa geçip dedi ki: "Evet Don Benito, görünüşe bakılırsa, bu kara adama - ona bir tür özel danışman demek yerinde olur, sonsuz güveniniz var".
Bunun üzerine, uşak iyi huylu ifadesiyle sırıttı ama efendi sanki, zehirli bir ısırık almışçasına irkildi. İspanyol'un yeterince kendini toplayıp yanıt vermesi için bir iki dakika geçti; en sonunda soğuk ve zoraki bir karşılık verdi: "Evet Senyör, Babo'ya güvenirim".
Bu noktada Babo, daha önceki hayvan saflığını yansıtan sırıtışını zekice bir gülümsemeye dönüştürerek, nankörlükten uzak bakışlarla baktı efendisine.
Şimdi İspanyol'un sanki istem dışı, ya da kasıtlı olarak konuğa o an için yakınlığının rahatsız edici olduğunu sezdirir gibi sessiz ve sakınımlı durduğunu gören Kaptan Delano, kaba görünmek istemeyerek, hatta bu yaptığı kaba kaçsa bile, önemsiz bir özür gösterip uzaklaşırken, zihninde Don Benito Cereno'nun bu gizemli tavrını evirip çeviriyordu.
Geminin arka kısmından inmiş, düşüncelerle sarmalanmış bir halde; dümene doğru giden karanlık bir lombar ağzının yakınından geçiyordu ki, orada bir kımıltı algılayarak, kımıldayanın ne olduğunu görmek için baktı. Aynı anda, gölgeli açıklıkta bir parıltı oldu ve orada sinsi sinsi çevreyi kolaçan eden İspanyol denizcilerden birinin, sanki bir şey gizler gibi telaşla elini gömleğinin göğüs kısmına daldırdığını gördü. Adam, geçmekte olanın kim olduğundan emin olamadan sinsice uzaklaşıp kayboldu. Ancak, daha önce halatların orada dikkati çeken aynı genç denizci olduğundan emin olunacak kadar görülmüştü.
Öylesine parıldayan neydi? diye düşündü Kaptan Delano. Lamba değildi - kibrit değildi - yanan kömür değildi. Bir mücevher olabilir miydi? Ama, nasıl olur da, bir gemicide mücevher olurdu? - ya da, ipek şeritlerle süslenmiş iç çamaşırı olsa bile çaldığı eşyalardan birini gemide giyemezdi. Ah, ah, -eğer bu gördüğüm az önceki gibi, bu şüpheli adamla kaptanı arasında gizlice bir işaretse; kaygılarımdan dolayı duyularımın beni aldatmadığından bir emin olabilsem, o zaman...... Şimdi, kuşku uyandıran bir ayrıntıdan bir diğerine geçiyor, kendisine sorulan gemisiyle ilgili tuhaf sorular zihninde dönüp duruyordu.
Garip bir raslantıyla, o, her bir noktayı anımsadığında, beyaz yabancının düşünceleri üstünde uğursuz bir değerlendirme yapar gibi kara Aşanti büyücüleri baltalarını tokuşturup çarpıştırıyorlardı. Böylesine karmaşık bilmeceler ve uğursuzluk belirtileriyle sıkıştırılınca, en güvensizlikten uzak yürekte bile çirkin kuruntuların zorla kendilerine yer açmamaları doğaya aykırıydı.
Şimdi, çaresizlik içinde akıntıya kapılmış ve kendinden geçmiş yelkenleri tarafından gittikçe artan bir hızla deniz tarafına doğru sürüklenmekte olan gemiye bakarken, fok avcısı geminin yolunu kesen bir kara parçası uzantısının ardına gizlenmiş olduğunu da dikkate alarak, kendine bile itiraf etmeye cesaret edemediği düşüncelerle ürperdi yiğit denizci. Her şeyden önce, Don Benito'ya karşı o bir hayaletmiş gibi bir dehşet duygusu içindeydi. Gene de, derin bir soluk alıp kendini toparlayınca, ayaklarının üstünde sağlam bir biçimde durduğunu duyumsadı ve serinkanlılıkla durumu değerlendirdi -bütün bu hayalet görüntüler ne anlama geliyordu?
Eğer İspanyol'un tekin olmayan bir tasarısı var idiyse, bu kendisinden (Kaptan Delano'dan) çok gemisi (Bekâr Keyfi) ile ilgili olmalıydı. O halde, bir geminin diğerinden uzağa sürükleniyor olması, olası böyle bir tasarının yararına değil, en azından şimdilik, zararına olacaktı. Açıkçası, bu çelişkilerle birleşen her kuşku asılsız olabilirdi. Ayrıca, saçma değil miydi talihsiz bir tehlike içinde olan bir geminin - hastalık yüzünden neredeyse tayfasız kalmış bir geminin - barındırdığı insanlar susuzluktan kavrulan bir geminin - bin kez saçma değil miydi, şu anda böyle bir geminin bir korsan gemisi konumunda olması, ya da yöneticisinin, kendisi ve altındakilerin bir an önce yardım alıp soluklanma isteğine kucak açmaması? Ama, öyleyse, genel sıkıntı ve özellikle susuzluk göstermelik olabilir miydi? Ve yok olan tayfadan geriye kalanlar oldukları ileri sürülenlerin dışında, gizlenip pusuya yatanlarla birlikte aslında İspanyol tayfalar sayıca eksilmemiş olabilirler miydi? İnsan kılığına girmiş kötü ruhlar, acı çekiyor numarası yapıp yalvararak bir kap su istemek için insanların evlerine girdikten sonra, karanlık eylemlerini gerçekleştirmeden oradan çıkmazlardı. Ve Malayalı korsanların peşlerinden sürükledikleri gemileri güvenilmez limanlarına sokarak, ya da örtülerin yaygıların altına saklanmış, saldırmaya hazır yüzlerce mızraklı adam sinsice fırsat kollarken, çok az adamı kalmış veya güverteleri bomboş bir gemi görüntüsü sergileyip kandırarak, düşman kabul edilen gemiyi ele geçirmek için o gemiye adamlarını çıkarttığı sık raslanmayan bir şey değildi. Aslında Kaptan Delano böyle şeylere hiç inanmazdı. Böyle şeyler duymuştu - ve şimdi, birtakım öyküler olarak bunları anımsadı. Şu anda geminin varış noktası demirleme yeriydi. Orada kendi gemisine yakın olacaktı. Bu denli yaklaşınca, San Dominick, uyuklayan bir yanardağ gibi ansızın, şimdi gizli olan enerjisini boşaltabilir miydi?
İspanyol'un öyküsünü anlatırkenki tavrını anımsadı. İç karartıcı bir kararsızlık ve kaçamaklı bir hava vardı anlatışında. Sanki kötü amaçları için uydurduğu bir öyküyü anlatan biri gibiydi. Ama, eğer bu öykü gerçek değil idiyse, gerçek neydi? Geminin yasa dışı bir yolla İspanyol'un eline geçtiği mi? Ama, öykünün çoğu ayrıntısında, özellikle de felaketlerle ilgili bölümlerde, denizcilerin kaza sonucu ölümleri, buna bağlı olarak geminin uzun süre rotasından çıkmış olması, inatçı durgun hava yüzünden çekilen sıkıntılar ve hâlâ çekilmekte olan su sıkıntısı; bütün bu ayrıntılarda ve bunların yanısıra diğerlerinde, Don Benito'nun öyküsünü yalnızca, ayrımsız- siyahlar ve beyazlardan oluşan çok sayıda kişinin iniltili haykırışları değil, ama bunun yanısıra - ki, bunun taklidini yapmak olası gözükmüyordu - Kaptan Delano'nun gördüğü her insani özelliğin ifadesi doğruluyordu. Eğer Don Benito'nun öyküsü baştan sona bir uydurmaca idiyse, o halde gemideki en küçük dişi Zenciye kadar her bir kişi, bu düzene dikkatlice yerleştirmiş olduğu bir piyondu, akıl almaz bir vargı. Bununla birlikte, doğruluğundan kuşku duymayı gerektirecek bir dayanak varsa, bu sonuç akla uygundu.
Öte yandan, İspanyol'un o soruları. Doğrusu bu noktada insan duraklıyordu. Bu sorular, soyguncu ya da suikastçinin, bir evin duvarlarını keşfetmek için gündüz vakti onun yakınına gitmesiyle aynı amacı taşıyor gibi görünmüyorlar mıydı? Ama, kötü amaçlar için tehlikeye atılan kişiden açıkça yalvarır gibi bilgi dilenmek ve sonuçta onu tetikte bekler hale getirmek - hiç de olası görünmeyen bir yöntem değil miydi bu? O halde, bu soruların kötücül tasarılar için hazırlanmış olduğunu varsaymak saçmaydı. Böylece, o an için korku yaratmış olan tavır bu korkunun giderilmesine hizmet etti. Kısacası, o an için açıkça akla gelen birazcık kuşku ve kaygı, aynı açıklıkta olmayan bir nedenle defedilmişti.
Sonunda, önceki önsezilerine gülmeye başladı; görünüşte kendileriyle aynı safta olan garip gemiye güldü; garip görünüşlü siyahilere, özellikle de o yaşlı makas bileyicilere - Aşantilere ve yün ören o yatalak kocakarılara - üstüpü didikleyicilere; ve baş gulyabani olan o karanlık İspanyol'a güldü.
Bunun dışında, daha önce ciddi biçimde anlaşılmaz bir bilmece gibi görünen ne varsa, şimdi herşeyden önce zavallı hasta adamın ne yaptığının güç bela farkında olduğu düşüncesiyle, hepsi iyimser bir biçimde açıklığa kavuşturuluyordu; adam bu yüzden kasvetli bir havaya girip somurtuyor, ya da laf olsun diye anlamsız sorular soruyordu. Belli bir şeydi ki, şu an için adam, geminin sorumluluğunu teslim edebilecek halde değildi. Çıkar gütmeksizin, yardım amacıyla bir gerekçe bulup onu geminin yönetiminden uzaklaştırdıktan sonra, Kaptan Delano'nun değerli bir insan ve iyi bir denizci olan ikinci kaptanının sorumluluğu altında Şili'ye göndermesi gerekecekti onu -bu tasarı, San Dominick için olduğu kadar Don Benito için de çok uygundu, çünkü, hasta adam kaygıdan arınıp kamarasına çekilince, uşağının iyi bakımıyla, yolculuğun bitiminde belki de bir ölçüye kadar sağlığına, aynı zamanda yönetme gücüne yeniden kavuşacaktı.
Amerikalı böyle düşünüyordu. Yatıştırıcı düşüncelerdi bunlar. Don Benito'nun daha başından karanlık bir düzenle Kaptan Delano'nun yazgısını saptaması düşüncesiyle, Kaptan Delano'nun tatlılıkla yaptığı ölçülü düzenleme arasında fark vardı. Bununla birlikte, uzaklarda bir yerde kayığını fark etmenin iyi yürekli denizcinin içini rahatlatmadığı söylenemez. Kayık beklenmedik bir biçimde fok avcısı geminin yanında alıkonmuş olduğundan uzun süredir ortada yoktu, üstelik geriye dönüş yolculuğu da durgun hava yüzünden uzamıştı.
Yaklaşmakta olan benek, siyahiler tarafından izleniyordu. Onların bağrışmaları, o sırada Kaptan Delano'ya incelikle karşılık vermek üzere ona doğru yaklaşmakta olan Don Benito'nun da dikkatini çekti; kısa ve geçici bir süre için de olsa, gelmekte olan erzağın çok gerekli olduğunu söyleyerek hoşnutluğunu ifade etti.
Kaptan Delano ona karşılık verdi, ancak bu sırada, alt güvertede yaşanmakta olan bir olay dikkatini çekti, kayığın gelişini merakla izleyen iki siyahi, kara tarafındaki küpeşteden yukarıya tırmananlar arasındaki bir denizci tarafından kazara rahatsız edilince, vahşi bir biçimde onu ittiler ve üstüpü didikleyicilerin canhıraş haykırışlarına karşın bu duruma öfkelenen denizciyi fırlatıp güverteye savurdular.
"Don Benito" dedi Kaptan Delano hemen, "şurada olanı gördünüz mü? Bakın!"
Ancak, öksürük nöbetine tutulduğu için iki elini yüzüne kapatarak sendeleyen İspanyol düşme noktasına gelmişti. Kaptan Delano ona destek olacaktı, ama daha atik davranan uşak bir eliyle efendisini tutarken, diğeriyle de ona likörünü verdi. Don Benito toparlandı, siyahi desteğini çekerek biraz yana çekildi ama saygılı bir biçimde bir fısıltıyla çağrılabilecek denli yakınında kalmayı sürdürdü.
Açıkça ortaya konulan böylesine sağduyulu bir incelik, konuğun gözünde daha önce belirtilmiş olan yakışıksız görüşmelerden dolayı uşağa yakıştırılabilecek her tür görgü kusurunu sildi; kendi haline bırakılınca kendini gayet iyi yönetebildiğine göre, o fısıldaşmalardan dolayı uşağı suçlamak yerine, kusur efendide aranmalıydı.
Bakışları, rahatsız edici şiddet gösterisinden karşısındaki hoşnut edici görünüme kayan Kaptan Delano, böyle bir uşağa sahip olduğu için ev sahibini bir kez daha kutlamadan edemedi; belki ara sıra biraz aşırıya kaçıyordu, ama genel olarak, hasta adamın durumunda biri için çok değerli olmalıydı.
"Söyleyin, Don Benito" diye ekledi, gülümseyerek -"bu adamınıza sahip olmayı çok isterim- ona karşılık ne istersiniz? Elli altın (7) değerini karşılar mı?"
"Efendi, bin altın için bile Babo'dan ayrılmaz" diye mırıldandı kulak misafiri olan siyahi; öneriyi ciddiye aldığından, efendisi tarafından değeri bilinen sadık bir kölenin alışılmadık kibriyle, bir yabancı tarafından kendisine bu denli düşük değer biçildiğini duyunca, küçümser bir havaya bürünmüştü. Ancak henüz tümüyle kendini toparlayamadığı ortada olan ve gene bir öksürük nöbetine tutulan Don Benito, yarım yamalak bir yanıt verdi buna.
Çok geçmeden bedensel rahatsızlığı, zihinsel olarak da etkilendiğini açıkça belli edecek denli artınca, uşak sanki bu üzücü görünümü gizlemek ister gibi efendisini yavaşça öteye doğru yürütmeye başladı.
Kendi kendine kalan Amerikalı, kayığı gelinceye dek vakit geçirmek üzere seve seve gözüne ilişen birkaç İspanyol denizciden birine yanaşabilirdi; ancak, Don Benito'nun onların olumsuz davranışlarına ilişkin söylediklerini anımsayınca, bir kaptan olarak denizciler için yüreksizliği ya da hayırsızlığı onaylamaya hiç de istekli olmadığından kendini tuttu.
Bu düşüncelerle, bakışları ötedeki bir avuç gemiciye çevrili dururken, ansızın içlerinden bir iki tanesinin, anlamlı bir biçimde bakışlarına karşılık verdiğini düşündü. Gözlerini ovuşturup yine baktı, ama görünüşe bakılırsa, gene aynı şeyi görüyordu. Yeni bir biçimde, ama öncekinden daha çapraşık olarak, ancak Don Benito'nun yokluğunda öncekine oranla daha az paniğe neden olarak eski kuşkular geri geldi. Kaptan Delano, gemiciler hakkında aktarılmış olumsuzluklara karşın, hemen içlerinden birine yanaşmaya karar verdi. Kıç güverteye inip, siyahilerin arasından kendisine yol açarken, onun hareketi ilgilerini çektiği için tuhaf bir biçimde haykıran üstüpü didikleyiciler, Zencileri yönlendirmiş oldular; hızla birbirlerini itip kakan Zenciler önünde ikiye ayrıldı, ama onun gettolarını kasıtlı ziyaretinin amacını merak ediyormuş gibi, arkasında sıra halinde birleşip, beyaz yabancının peşine takıldılar. Afrikalı Zencilerden oluşmuş bir şeref kıtası gibi kendisine eşlik eden kafile kalabalıklaştıkça ilerleyişi iyice gözler önüne serilen Kaptan Delano, şen bir tavır takınarak, öylesine yürüyormuş gibi bir havayla ilerlemeyi sürdürdü; ara sıra Zencilere neşeli bir şeyler söylüyor ve gözleriyle sürüden ayrılıp da tehlikeye girerek karşıdaki satranççının saflarına girmiş beyaz piyonlar gibi, siyahların arasına karışmış tek tük beyaz çehreyi seçmeye çalışıyordu.
Amacına ulaşmak için hangisini seçeceğini düşünürken, güvertede oturmuş, kocaman bir kayışı katranlamakta olan bir denizci ilişti gözüne; çevresinde daire olmuş siyahiler çömelmiş, meraklı gözlerle bu işlemi izliyorlardı. Adamın uğraştığı kaba saba iş, kendi görünüşündeki daha üstün bir şeyle çelişiyordu. Bir Zenci tarafından kendisine tutulan katran kabına sürekli gire çıka kapkara olmuş eli, yüzüyle doğal bir uyum içinde değilmiş gibi görünüyordu; bu yüz, çok güzel bir yüz olabilirdi, bir de böyle bitkin olmasaydı. Bu bitkinliğin, suçlulukla bağdaştırılıp bağdaştırılmaması gerektiğine karar vermek olası değildi; çünkü benzeşmeseler de, yoğun ve sıcak soğuğun benzer duygular uyandırması gibi, -suçsuzluk ve suç da zihinsel acıyla sıradan bir ilişkiye girip de gözle görülür bir iz bıraktıklarında, aynı damgayı kullanırlar- ağır darbeler indiren bir damgadır bu.
Kaptan Delano, sevecen, iyi niyetli bir adam olduğundan, o sırada gene aklına olumsuz bir düşünce gelmedi. Oldukça farklı bir düşünceydi aklına gelen. Tuhaf bir bitkinlikle birleşen, tasalı ve utanç içindeymiş gibi başka yana bakan kötücül gözler gördüğü için ve gene Don Benito'nun tayfaları hakkında açıkladığı kötü görüşü anımsayarak, farkında olmaksızın, bilinen genel kanılara yöneldi ve acıyla utancı, erdemden ayırırken, sabit bir görüşle onları ahlak bozukluğuyla bağdaştırdı.
Eğer gerçekten bu gemide bir kötülük varsa, diye düşündü Kaptan Delano, şimdi bir elini katran kabına soktuğu gibi, bu adam kesinlikle kirli elini o işe bulaştırmıştır. Onun yanına yanaşıp konuşmak istemiyorum. Şu diğeriyle, bocurgatın başındaki yaşlı adamla konuşacağım. Üstünde lime lime bir kırmızı külot pantalonla kirli bir başlık olan, çopur yanaklı, güneşin altında bronzlaşmış, ağzının kenarında sert kıllar olan yaşlı bir Barcelonalı marsığa doğru ilerledi. Uyuşuk görünümlü iki Afrikalı'nın arasında oturmuş olan bu denizci, kendinden genç gemici yoldaşı gibi halatlarla uğraşıyordu -onları birbirlerine ekliyordu- ona halatın daha berideki kısmını tutan uyuşuk görünümlü siyahilerin daha önemsiz bir işlevleri vardı.
Kaptan Delano'nun yaklaşmasıyla adam başını iyice - işi için gerektiğinden fazlaca önüne düşürdü. Sanki kendini işe vermenin ötesinde, kendini işe kaptırmış görünmek ister gibi bir görünüşü vardı. Kendisine seslenilince bakışlarını kaldırdı ama hava koşullarının hırpaladığı yüzünde garip bir biçimde yerleşmiş ürkek ve kaçamaklı ifadeyle, sanki bir boz ayı gibi - ancak, hırlayıp ısırmak yerine aptalca sırıtarak, koyun bakışlarıyla baktı. Ona yolculukla ilgili birtakım sorular soruldu - sorular, amaçlı olarak Don Benito'nun öyküsündeki, konuğun gemiye ilk gelişinde kendisini selamlayan, düşünmeksizin koyverilen haykırışlarla doğrulanmamış olan ayrıntılarla ilintiliydi. Sorular, öykünün doğrulanması gereken geriye kalan kısımlarını da doğrulayarak, kısaca yanıtlandı. Bocurgatın başındaki Zenciler de lafa girerek yaşlı gemiciyle birlikte konuşmaya başladılar, ancak onların çenesi düştükçe, giderek yaşlı denizci suskunlaşmaya başladı ve sonunda bayağı asık suratlı bir hal alıp, görünüşe bakılırsa, daha başka soru yanıtlamak istemeyen ters bir havaya büründü; ama gene de, bu süre boyunca, onda garip bir biçimde birleşen o ayımsı ve koyunumsu hali sürdürdü.
Böyle bir mahlukla sıkıntısız bir konuşma yapmaktan umudunu kesen Kaptan Delano, daha umut vadeden bir çehre arayarak çevreye göz gezdirip böyle birini göremeyince, tatlılıkla siyahilere kendisine yol açmalarını söyledi ve türlü türlü sırıtışlar, surat ekşitmeler arasında yine kıç tarafa döndüğünde, önce nedenini pek anlayamadığı, ancak özde, Benito Cereno'ya yeniden güven duymaya başlamasından kaynaklanan bir tuhaflık duyumsadı kendinde.
Şu az ötedeki fare bıyıklı kedi, diye düşündü, kötülüğe ortaklığının bilincinde olduğunu açıkça ortaya koydu. Kuşkusuz yaklaştığımı görünce, kaptanı tarafından tayfaların uygunsuz davranışları konusunda bilgilendirildiğimi, ona iğneleyici sözler söyleyip, başını yiyeceğimi sanıp ödü koptu. Ama gene de -gene de, şimdi düşünüyorum da, eğer yanılmıyorsam, bir süredir beni dikkatle izleyenlerden biri de o yaşlı adam. Ah bu akıntılar, gemileri döndürdükleri kadar insanın başını da fırıl fırıl döndürüyorlar. Hah, işte insanın yüzünü güldürecek, aydınlık bir tablo, üstelik hoş da.
Dikkati, yelkenleri tutan ipler, halatlar, zincirlerden oluşan dantelanın arasından kısmen görünen küpeştenin rüzgârı tutan korumalı tarafında, genç uzuvlarını sakınmadan gözler önüne sererek, ormandaki bir kayanın gölgesine sığınmış bir dişi geyik gibi uyaklamakta olan bir dişi Zenci'ye yönelmişti. Gelişigüzel yayılmış sarılıp sarmalanmış göğüslerinin üzerinde, uyanık halde yatmakta olan yavru geyiği çırılçıplaktı; yarı yarıya güvertenin üstünde olan kapkara küçük bedeni anasınınkiyle kesişiyor gibiydi; iki pençe gibi kullandığı eleriyle tırmanarak kadının üstüne çıkıyordu; ağzı ve burnu boşuna bir çabayla başarıya ulaşmak için aranıyordu; bu arada, çıkarmakta olduğu hoşnutsuzluk yaratan yarım yamalak homurtu, dişi Zenci'nin kendi halindeki horultusuna karışıyordu.
Çocuğun olağanüstü enerjisi sonunda anneyi uyandırdı. Yerinden doğrulunca, az ötede duran Kaptan Delano ile yüzyüze geldi. Ama sanki yakalanmış olduğu durum umurunda değilmiş gibi, neşe içinde çocuğu yakalayıp, annelere özgü bir coşkuyla kendinden geçerek onu öpücüklere boğdu.
İşte, saf sevecenlik ve sevgiyle, çırıpçıplak doğa diye düşündü Kaptan Delano hoşnutlukla.
Bu olay onu, diğer dişi Zencilere öncekinden büyük bir dikkatle bakmaya yöneltti. Onların tavırlarından kıvanç duydu: Yapısal olarak diğer anneler gibi yavruları için ölmeye, ya da savaşmaya hazır olmakla birlikte, çoğu ilkel kadın gibi, daha sevecen bir yüreğe sahiplermiş gibi görünüyorlardı. Dişi leoparlar gibi yalın, kumrular gibi sevecendiler. Ah! diye düşündü Kaptan Delano, belki de bunlardan bazıları, Ledyard'ın Afrika'da görüp öykülerinde övdüğü kadınlardır.
Bu doğal görünümler, bir bakıma farkında olmaksızın, özgüvenini artırıp, huzur bulmasını sağladı. Sonra, kayığının nasıl ilerlediğini görmek için baktı, ancak hâlâ bir hayli açıktaydı. Don Benito'nun geri dönüp dönmediğini anlamak için dönüp baktı, ama hâlâ dönmemişti.
Ortam değiştirmek, aynı zamanda kayığın gelişini keyifle, rahat rahat izleyebilmek için mizana yelkeni zincirlerinin üstünden atlayıp geçerek, güçlükle de olsa, sancak tarafındaki en üst güverteye tırmandı - burası daha önce sözü edilmiş olan terkedilmiş, denize bakan Venedik balkonlarından biri gibi - güverteden bağımsız bir sığınaktı.
Yaygı gibi yeri kaplamış yarı kuru, yarı ıslak deniz yosunlarının üstüne adımını atıp ve bunun ardından kazara karşılaşılan bir hayalet kedi pençesi gibi hiç habersiz önüne çıkan bir kömür parçacıkları adacığına daldığında - bu hayalet kediciğin pençesi yanağını yelpazeleyip, bakışları küçük yuvarlak lomboz kapakları dizisine takıldığında - ki, bunların tümü gözleri bakırla kaplanmış ölüler gibiydi - ve bir zamanlar güverteye bağlantılı olup, bu lomboz kapaklarının bile gördüğü, ancak şimdi, kapağı sıkı sıkıya çakılmış bir lahit gibi kapalı ve katranlanmış bir duvarla, bir eşik ve bir duvardan ibaret olan morumsu renkli kaptan köşkünün ve önündeki balkonun bir zamanlar İspanyol Kralı'nın subaylarının seslerini duymuş ve Lima Valisi'nin kızlarının, belki de şimdi durduğu yere yaslanmış bedenlerini görmüş olduğunu düşünürken - havanın durgunluğu içinde, kedinin pençesi gibi, bu düşsel görüntüler kuş gibi uçarak zihninden geçip giderken, bir çayırda tek başına olan birinin akşamın sessizliğinden huzursuzluk duyumsaması gibi, giderek yoğunlaşan belirsiz bir kaygıya kapıldı.
Gene kayığına doğru, açıklara bakarak oymalı korkuluklara yaslandı, ama gözleri, yeşil bir kutuyu çevreleyen düz bir çizgi gibi geminin ardısıra sürüklenen su şeridine ve aralarında düzenli geçitler bırakarak, sanki suyun altındaki bir mağaraya doğru yol alıyormuş gibi, yakınlaşa uzaklaşa dalgalar arasında yüzen geniş, oval ve yay biçimi deniz yosunlarına takıldı. Aslında, kolunun altında duran tek şey, kısmen katrana bulanmış ve kısmen yosundan kabartmalara bezenmiş, uzun süredir terk edilmiş, bir bahçedeki yanıp kömür haline gelmiş bir çardak görünümündeki korkuluklardı.
Bir tılsımı bozmaya çalışırken, yeniden, farklı bir biçimde kendini tılsıma kaptırdı. Açık denizde olmasına karşın, kıyıdan uzak, içerlek bir ülkedeki terk edilmiş bir şatoda, boş toprakları seyredip, meraklı gözlerle, asla bir öküz arabası veya bir yaya yolcu geçmeyen belirsiz yollara bakar gibiydi.
Ancak, gözü paslanıp çürümüş ana zincirlere takılınca, bu büyüleyici ayrıntıların sihri biraz bozuldu. Hantal ve paslı bağlantıları olan paslanmış ve çürümüş kelepçe ve sürgüler, zamanında yapılırken amaçlanan işlevden ziyade, şimdiki kullanıma daha uygun gibi görünüyordu.
Bir an için, zincirlerin yakınında bir şeyin kıpırdandığını düşündü. Gözlerini ovuşturup daha dikkatli baktı. Zincirlerin çevresinde bir halat yığını vardı; ve orada, bir baldıran otunun ardında duran bir Kızılderili gibi kalın bir payandanın ardından meraklı bakışlarla çevreyi kolaçan etmekte olan bir İspanyol denizci, elinde bir kavilyeyle balkona doğru yarım yamalak bir hareket yaptı, ama ansızın sanki güverte tarafından yaklaşmakta olan bir ayak sesinden ürkerek, kaçak bir avcı gibi kenevirden yapılma ormana dalıp yok oluverdi.
Bu ne anlama geliyordu? Adamın iletmeye çalıştığı, kimsenin, hatta kendi kaptanının bile bilmediği bir şey vardı. İşin içindeki giz kaptanın aleyhine miydi? Kaptan Delano'nun önceki kaygıları doğrulanıyor muydu? Yoksa, adamın bu bekleyiş sırasında onarım yapmakla uğraşırken, kayıtsız olarak, gelişi güzel yaptığı bir hareket, kendisinin şu andaki bu cin çarpmış gibi ruhsal durumunda, özel bir işaretleşmeyle mi karıştırılıyordu?
Şaşkına dönmediği söylenemeyecek bir halde, gene gözleriyle kayığını aradı. Ancak, kayık şu an için kayalardan oluşmuş bir çıkıntı tarafından gizlenmişti. Kayığın pruvasının görüntüye girişini izlemek üzere coşkuyla öne doğru eğilince, önündeki korkuluk kömür gibi dağılıverdi. Bir halatı yakalamamış olsaydı, denize düşecekti. Düşen çürümüş parçalardan yalnızca cılız bir çatırtı ve düşüşten dolayı yalnızca boş bir tınlama duyulduysa da, buna kulak misafiri olanlar olmalıydı. Yukarı doğru göz attı. Yükseklerdeki tüneğinden dış taraftaki bir direğin üstüne süzülüvermiş olan yaşlı üstüpü didikleyicilerden biri, ciddi bir merakla yukarıdan aşağıya doğru ona bakarken, yaşlı Zencinin aşağısında kalan ve onun tarafından görülmeyen gene o İspanyol denizci, ininden dışarıyı gözetleyen bir tilki gibi, ne olup bittiğini keşfetmek üzere bir lomboz deliğinin başında büzülmüştü. Adamın havasındaki bir şey, ansızın Kaptan Delano'nun zihninde, Don Benito'nun rahatsızlanmasını bahane ederek aşağıya çekilmesinin bir numara olduğu biçiminde çılgınca bir fikri harekete geçirdi; o, bu tasarısını olgunlaştırmakla meşgulken, bundan sezgiyle ya da bir ipucuyla haberdar olan gemici, belki de gemiye bindiği zaman etmiş olduğu bir tatlı sözden dolayı minnet duyduğu için yabancıyı uyarıp harekete geçirmeyi aklına koymuştu. Don Benito, olası bir işlerine burun sokma eğilimini önceden sezdiği için mi Zencileri överken, beyazlar da onlardan daha yumuşak başlı oldukları halde gemicilerini kötülemişti? Beyazlar, yapısal olarak da daha cin fikirli bir ırktı. Kötü tasarıları olan bir adamın, ahlaksızlığına kör kalan ahmaklıktan yana olup onu gizleyemediği zekayı kötülemesi olağan değil miydi? Olmayacak şey değildi bu. Ama eğer beyazların Don Benito'ya ilişkin sırları varsa, öyleyse Don Benito, Zencilerle suç ortağı olabilir miydi? Ama onlar çok beyinsizdiler. Ayrıca, bir beyazın kendi soyuna karşı Zencilerle birlik olacak denli döneklik ettiğini kim duymuştu ki? Bu güçlükler öncekileri anımsattı. Bu karmaşıklığın içinde yolunu yitirmiş bir halde gene güverteye ulaşmış olan Kaptan Delano kaygılar içinde ilerlerken yeni bir çehre gördü; ana lombar ağzı yakınlarında bağdaş kurup oturmuş yaşlı bir denizciydi bu. Derisi bir pelikanın ağız kesesi gibi büzüşüp kırışmış, saçlarına karlar yağmış, yüzü ciddi ve sakin ifadeliydi. Eli kolu, kocaman bir düğüm haline getirmeye çalıştığı halatlarla doluydu. Cevresi, işin gerektirdiği bir ivedilikle oradan buradan halat liflerini eline sıkıştırmaya çalışan siyahilerle çevriliydi.
Kaptan Delano onun yanına gidip durdu ve zihni, hiç de canayakınlıktan uzak olmayan bir değişimle, kendi karmaşıklığından, kenevir liflerinin karmaşıklığına geçiş yaparak düğümü incelemeye koyuldu. Bu düğümün karmaşıklığı, ne Amerikan gemilerinde, ne de başka herhangi bir gemide raslamış olduğu gibi bir şey değildi. Yaşlı adam, Amman Tapınağı için kördüğüm düğümleri yapan bir Mısırlı rahip görünümündeydi. Düğüm, barçobağı, üçlü taç düğümü, içten dıştan düğüm gibi birçok düğümün karışımı gibi görünüyordu.
Sonunda, bu düğümden bir anlam çıkaramayan Kaptan Delano düğümcüye sordu: "Sen orada ne düğümü atıyorsun, ahbap?"
"Düğüm" oldu yukarı bakmaksızın verilen yanıt.
"Öyle görünüyor; ama ne için yapıyorsun bunu?"
"Başka birinin çözmesi için" diye homurdandı karşılık olarak yaşlı adam, parmakları neredeyse tamamlanmakta olan düğüm üstünde daha daha gayretle çalışarak.
Kaptan Delano orada dikilip onu seyrederken, yaşlı adam ansızın düğümü ona doğru fırlatarak, kırık dökük bir İngilizce'yle -gemide ilk kez duyduğu- şöyle bir şey söyledi: "Çöz, kes, çabuk." Alçak bir sesle söylenmişti bu, ama ardarda gelen sözcükler öyle bir yoğunluktaydı ki, bunun öncesinde ve sonrasında kullanılan uzun İspanyolca sözcükler, aradaki kısacık İngilizce'nin kapak sayfaları gibi kalmıştı.
Kaptan Delano, bir an, elinde bir düğüm - kafasında bir düğümle suskun dururken artık ona aldırış etmeyen yaşlı adam şimdi dikkatini diğer halatlara yöneltmişti. Bu sırada Kaptan Delano'nun arkasında hafif bir kaynaşma oldu. Arkasına dönünce, sessizce orada durmakta olan zincirlenmiş Zenci'yi, Atufal'i gördü. Bir an sonra, homurdanarak ayağa kalkan yaşlı gemici, kendisini izleyen buyruğundaki Zencilerle birlikte geminin ön tarafına doğru ilerleyerek gözden kayboldu.
Bu kez, saçları kırlaşmış, bir çocuğunkini andıran giyimiyle hukukçu tavırlı, yaşlıca bir Zenci yaklaştı Kaptan Delano'ya. Anlaşılabilir gibi bir İspanyolca'yla ve yumuşak bir ifadeyle bilgiççe göz kırparak, yaşlı düğümcünün sık sık kendine özgü garip numaralar sergileyen zararsız bir durgun zekalı olduğunu anlattı. Zenci, elbette yabancının uğraştırılmaması gerektiğini söyleyip, düğümü geri isteyerek noktaları sözlerini. Farkında olmaksızın, düğüm adamın eline tutuşturuldu. Saygılarını sunup veda ederek düğümü alan Zenci arkasını dönünce, çalıntı bir kordonu araştıran bir gümrük görevlisi gibi orasını burasını yoklayarak düğümü incelemeye koyuldu. Hemen sonra, Afrikalı dilinde, 'Haydi canım sen de' anlamına gelebilecek bir şeyler söyleyerek düğümü fırlatıp denize attı.
Bütün bunlar çok garip diye düşündü Kaptan Delano, kuruntulu bir ruh hali içinde; ama, deniz tutulmasına yeni yakalanmış olup da, belirtileri yok sayarak hastalığı atlatmaya çalışan biri gibi gayretini toplamaya çabaladı. Kayığını görmek için bir kez daha açıklara doğru baktı. Geminin gerisinde kalan kayalık çıkıntıdan ayrılmış olan kayık, onu hoşnut edecek biçimde, gene görüş alanına girmişti.
Şimdi yaşanan duygu önce rahatlamasına, hemen ardından da, görünmeyen bir etkinlikle, huzursuzluğundan sıyrılmasına neden oldu. O çok iyi bilinen kayığın daha az uzaklıktaki görünümü daha önceden olduğu gibi, yarı yarıya pusla kaplı olsa da, tıpkı bir insanın kişiliği gibi, onun niteliklerini ifade eden anahatlarının açıkça gözler önüne serilmesini olası kılmıştı; Kaptan Delano'nun ülkesinin kıyılarını sık sık sevgiyle kucaklamış ve onarım görmek üzere hep bu kıyılara götürülmüş olan Rover isimli bu kayık, sadık bir köpek gibi o bildik kıyılarda yatardı; aileden biri gibi olan bu kayığı görmek, önceki kuşlarla ters düşen ve biraz da gülerek kendi kendine serzenişte bulunmasının yanısıra, içine neşe veren bir güvenle dolmasını sağlayan binlerce güven verici şeyi çağrıştırmıştı.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Benito Cereno - 4
  • Büleklär
  • Benito Cereno - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3925
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2207
    27.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    38.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Benito Cereno - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3925
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2088
    29.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Benito Cereno - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3956
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2118
    29.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    40.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Benito Cereno - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 4034
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2188
    29.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Benito Cereno - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3955
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2078
    30.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Benito Cereno - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3487
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1897
    28.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    40.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Benito Cereno - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 2920
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1612
    28.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.