Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 1

Süzlärneñ gomumi sanı 3530
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1828
25.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
37.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
45.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
SUNU
Genelde üniversitedeki uğraş alanım eğitim planlaması, eğitim ekonomisi, eğitim
maliyesi, eğitim finansmanıdır. Ancak bu alanların da, her biri ayrı ayrı eğitim
politikası ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir.
Bununla birlikte doğrudan eğitim politikası konusunda ilk çalışmam, 1992 yılında 3.
İzmir İktisat Kongresi'nde sunduğum Ulusal Eğitim Politikamız başlıklı bildiri
olmuştur. Bu çalışma, genişletilmiş olarak 1993 yılında yayımlanan "Ulusal Eğitim
Politikamız ve Finansmanı" adlı kitabımda yer almıştır. Bunu 1995 yılında
yayımlanan "Demokratik, Laik, Çağdaş Eğitim Politikası" izlemiştir. Ancak bu son
kitabım, hem mesleki dergilerde hem de günlük gazetelerde ulusal eğitimimizin
çeşitli sorunları konusunda yayımlanmış olan 27 makalenin bir araya getirilmesinden
oluşmuştur. Ulusal Eğitim Politikamız ve Finansmanı, Eğitim Maliyesi dersinin;
Demokratik, Laik, Çağdaş Eğitim Politikası da Eğitim Politikasının ders kitabı
olarak kullanılmıştır.
1997 yılında Türkiye Bilimler Akademisi'nce hazırlanan "Türkiye'de Bunalım
Projesi"nde, Bunalımın Eğitsel Nedenleri konusunu hazırlamam istendi. Bu çalışmam
iki ayrı dinleyici kümesine sunulmuş ve 1998 yılı Ekim ayında "Türkiye'de Bunalım
ve Demokratik Çıkış Yolları" başlığı ile proje raporu yayınlanmıştır.
Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız, bu hazırlıklar temel alınarak
hazırlanmıştır. Bu bağlamda, bu kitabın hazırlanmasında, çok önemli bir özendirici
etkisi bulunan, "Türkiye'de Bunalım ve Demokratik Çıkış Yolları" başlıklı projede
katkımı isteyen başta TÜBA Başkanı Sayın Prof.Dr.Ayhan Çavdar, TÜBA Başkanlık
Danışmanları Sayın Prof.Dr.Süleyman Çetin Özoğlu ve Sayın Refet Erim'e teşekkür
ediyorum.
Ayrıca bu kitabın hazırlanmasının her evresinde, çok önemli bilimsel, maddi ve
tinsel (manevî) katkılarıyla büyük destek olan -bu katkıları olmasaydı bu kitabın
yayınlanması mümkün olmayacaktı- değerli meslektaşım Doç.Dr.Kasım Karakütük'e çok
teşekkür ediyorum.
Ankara, Haziran 1999 Prof.Dr.Mahmut Âdem


İÇİNDEKİLER

BÖLÜM Sayfa

I. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA
EĞİTİM POLİTİKAMIZ 9
II. EĞİTİM HAKKI 61
III. YÜKSEKÖĞRETİM 102
IV. ÖĞRETMEN YETİŞTİRME VE
SORUNLARI 117
KAYNAKÇA 148


BÖLÜM I
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA EĞİTİM
POLİTİKAMIZ
Siyasal ya da ekonomik düzeni ne olursa olsun, her ülkenin ulusal bir eğitim
politikası vardır. Tüm toplum kesimlerinde ulus olma bilincinin gelişebilmesi ve
yerleşebilmesi için, gelecek kuşakların eğitiminin, toplumca benimsenmiş bir
değerler dizgesi içinde ele alınması gerekmektedir. Çünkü, bir ulusu ulus yapan
başta kültür olmak üzere bu değerler dizgesi, her şeyden önce ulusal eğitim
kurumlarında biçimlendirilmektedir. Bu bağlamda eğitim politikası, büyük önem
taşımaktadır. Ulusal eğitim politikasının birçok kaynağı bulunmakla birlikte, en
çok bilinenler; Anayasa, ilgili yasalar ve kalkınma planlarıdır.
Anayasamıza göre, eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda,
çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında
yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz (Mad. 42).
Anayasa'da betimlenen Türk eğitimi; çağdaş, bilimsel ve laik eğitimdir. Ancak kağıt
üzerinde böyle olmakla birlikte, bugün gerçekten ulusal eğitimimiz ne ölçüde çağdaş
bilim ve eğitim ilkelerine göre yapılmaktadır?
Öğretim Birliği Yasası öncesindeki "Mahalle mekteplerini" çağrıştıran Kur'an
Kursları, İmam Hatip Okulları yıldan yıla çığ gibi çoğalmakta; bilim, teknoloji
üretmede ve eğitim-öğretimde çağdışı kaldığı için kapatılan, İstanbul Darülfünunu
yerine yeni kurulmuş olan çağdaş Türk üniversitelerinden önemli bir bölümü,
tarikatçı rektör ve yöneticiler sayesinde yeniden medreseleşme sürecine
girmektedir. Bu durumda, Milli Eğitim Temel Kanununda belirlenen, Türk milletinin
bütün fertleri; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere
dayanan milli, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye
Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline
getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirilebilir mi?
1998-1999 öğretim yılında ilkokuldan üniversiteye değin tüm eğitim tür ve
düzeylerinde eğitimciler, veliler, öğrenciler büyük bir kaygı içinde bulunmaktadır.
Veliler kendi kendine soruyor: Çocuğum iyi bir okula girebilecek mi, nitelikli ve
deneyimli bir öğretmenin sınıfına düşebilecek mi? Mezun olunca iş bulma olasılığı
yüksek ve insanca yaşaması için yeterli gelir sağlayabilecek bir yükseköğretim
kurumuna girebilecek mi, böylece toplumda hak ettiği yerlere gelebilecek bir meslek
sahibi olabilecek mi? Oğlum, kızım hiçbir siyasal-ideolojik baskı ya da etki
altında kalmadan, huzur ve güven ortamında öğrenimini sürdürebilecek bir yurtta -
halen bu tür yurtlar var mı? - yer bulabilecek mi?
Öğrencilere gelince; 1999 yılında gençler, her zamankinden çok daha fazla
sorunlarla dopdolular: Ailem; Türk eğitim dizgesinde mutlak ayrıcalığı olan Anadolu
lisesi, süper lise, fen lisesi, özel lise vb. okullarda, hatta yurtdışında öğrenim
görmemi sağlayabilecek mi? Genel olarak eğitim, bireye belli bir meslek kazandıran
bir süreç olarak kabul edildiğinden öğrenimini tamamlayan genç, yetiştiği alan ile
ilgili bir meslekte çalışabilmeyi ummaktadır. Bu nedenle bugün gençleri en çok
kaygılandıran, öğrenim yaşamlarından sonra iş bulup bulamayacaklarıdır. Bu konuda
gençleri en çok düşündüren sorular şunlardır: Ülkemizde işsizlik daha da artacak
mı? Alacağım diploma bir iş bulma olanağı sağlayacak mı? Zorunlu öğrenimden sonra
yeteneklerime uygun bir mesleğe doğru olarak yöneltilebilecek miyim?
Öz olarak geleceğin toplumsal ve ekonomik koşulları, gençlere daha insanca bir
yaşam sağlayabilecek mi? Bu soruların yanıtı, eğitim kavramında bulunabilir.
Bir tanıma göre hammaddesi insan olan eğitimin amacı; bireye olumlu davranışlar
kazandırmak, bir mesleğin bilgi, beceri ve tekniklerini öğretmek, onu daha üretken
kılmaktır. Bir başka tanıma göre eğitim; toplumun yaratıcı gücünü ve verimini
artıran, bireye yeteneklerini geliştirme olanağı veren, sosyal adalet, fırsat ve
olanak eşitliği ilkelerini gerçekleştirmede en etkili araçtır (1). Öyleyse bugün
genel olarak en iyi yönetim biçimi kabul edilen demokrasinin tüm kurum ve
kurallariyle işleyebilmesi için, eğitim kesimine çok büyük görev ve sorumluluklar
düşmektedir. Bu nedenle Milli Eğitim Temel Kanununda, Türk Milli Eğitiminin temel
ilkeleri arasında "Demokrasi eğitimine" çok önemli bir yer verilmiştir.
Güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzeninin gerçekleşmesi ve devamı
için yurttaşların sahip olmaları gereken demokrasi bilincinin, yurt yönetimine ait
bilgi, anlayış ve davranışlarla sorumluluk duygusunun ve manevî değerlere saygının,
her türlü eğitim çalışmalarında öğrencilere kazandırılıp geliştirilmesine
çalışılır; ancak eğitim kurumlarında Anayasa'da ifadesini bulan Türk
Milliyetçiliğine aykırı siyasi ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki
günlük siyasi olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez
(Mad.11).
Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki 30.04.1992 tarih ve
3797 sayılı kanuna göre bu bakanlığın birinci görevi, Atatürk inkılâp ve ilkelerine
bağlı vatandaş yetiştirmektir.
Bugün Türk toplumunun yanıt araması gereken en önemli soru şudur? Mevcut ulusal
eğitim düzenimiz Anayasa ve ilgili yasalarda betimlenen Türk insanını yetiştiriyor
mu? Bu soruya kim olumsuz yanıt vermek ister? Ama gelin görün ki, bugün karşı
karşıya bulunduğumuz gerçekler hiç de iç açıcı değildir.
Ülkemizde sağır sultan bile biliyor ki; Kur'an Kursu, İmam-Hatip okulları, ilâhiyat
meslek yüksek okulları ve ilâhiyat fakültelerinde öğrenim görenlerin çoğu;
demokratik olmayan, çağdışı, "ümmetçi" bir düzene özlem duyar biçimde
yetiştirilmektedir. Kimi yörelerimizde imam-hatip lisesi öğrencileri, ulusal bayram
törenlerine katılmamakta, kimileri de başörtülü olarak katılmak istemektedirler. Bu
okulların hedefi; Öğretim Birliği Yasasının 4. maddesine göre, gereksinme duyulan
din görevlilerini yetiştirmekti; bugün ne yazık ki, bu hedefin çok ötesine aşmış
bulunmaktadır. Asıl amaç, imam-hatip çıkışlı üst düzey kadroları yetiştirerek
kaleyi içerden fethetmektir. Böylece günümüzde din eğitimi veren meslek okulları
amacından saptırılmış, tıpkı 1924 yılı öncesi olduğu gibi, çağdaş laik okula koşut
bir eğitim veren, ikinci kanal din okulları olmuşlardır. İşte bu nedenle kimi
çevreler ne idüğü belirsiz "adil düzene" geçişin "kanlı mı, kansız mı" olacağı,
"karases"in yurtdışında kurduğunu savladığı "şeriat devleti" yoluyla, hatta orası
bile çok uzak olduğundan sınır komşumuz bir ülkeden ülkemize şeriat düzenini ithal
etme çabası içinde bulunmaktadırlar.
İşte bu durum ve koşullarda Atatürk'ün Türk Gençliğine emanet ettiği Cumhuriyeti
korumak ve yüceltmek için tek kurtuluş yolu; Atatürk devrim ve ilkelerine,
Atatürkçülüğe, sımsıkı sarılmak, ona sahip çıkmaktır. Bu da, ancak çağdaş,
bilimsel, laik bir eğitimle olur. Öyleyse Atatürkçülük nedir?
Atatürkçülük
Fransız bilim adamı ve düşünür Maurice Duverger, Atatürkçülüğü şöyle yorumlamıştır:
Atatürkçülük (Le Kémalisme), yalnızca Türk tarihinin belli bir dönemi değildir.
Atatürkçülük siyasal bir dizge türü olmuştur. O, henüz komünizm ya da Batı
demokrasisi denli net bir şeması çizilemeyen, oldukça kötü tanımlanmış bir
dizgedir; ancak çok önemli bir dizgedir. Çünkü Atatürkçülük; Moskova ya da Pekin'in
dümen suyunda olmayan Üçüncü Dünya devletlerinin çoğuna az çok doğrudan esin
kaynağı olmaktadır. Geri kalmış uluslar için Atatürkçülük, Marksizme karşı gerçekçi
bir seçenektir: Çünkü Batı Avrupa ve Kuzey Amerika rejimleri, onlara uygun
gelmemektedir.
Nüfusun çoğunluğu; okumaz-yazmaz, aç ve yoksul olan, en düşük yaşam koşullarının
altında yaşayan, yani insanca yaşam düzeyinin altında bulunan ülkelerde; siyasal
parti çoğulculuğuna ve serbest seçimlere dayalı liberal siyasal kurumlar işleyemez.
Her şeye karşın, geri kalmış ülkeler; sözü edilen siyasal-liberal kurumlara
alıştırılmak istenirse, bu kurumlar yapmacık, aldatıcı bir nitelik kazanırlar:
Boyanmış saçların gerisinde geleneksel derebeylik (feodalite) gerçek iktidara sahip
olur. Hatta serbest girişim ve kapitalizm; geri kalmışlık kısır döngüsünü
kırabilmek için, bu ülkelerin gereksinme duyduğu hızlı ve dengeli ekonomik büyümeyi
sağlayamaz.
Siyasal demokrasi, ancak belli bir ekonomik gelişmişlik düzeyinden itibaren,
gerçekten işlerlik kazanabilir. Üçüncü Dünya ulusları, kapitalizm yoluyla bu düzeye
hızlıca ulaşamazlar: Asya, Afrika ve Lâtin Amerika'nın evrimine hakim olan bu iki
temel noktadır: Buna karşılık komünizmin önerdiği çözümler, bu yörelerde etkili
olmamıştır. Komünizmin geçiş evresi denilen evrede, tüm ulusların yöneldiği hem
politik, hem ekonomik tam demokrasiye ulaşmak için en doğru yol, siyasal
özgürlüklerin tümüyle sanayileşmeye feda edilmesi değildir. Çünkü diktatörlük ve
kurumları ya da Batı'daki kapitalist düzen bir kez yerleşti mi söküp atılması, çok
güçtür. Hatta üretimin büyümesini sağlamak için bu vahşi yöntemlerin en iyi
yöntemler olduğu da kesin değildir: Gereğinden çok fazla merkezi olarak planlanmış
bir ekonominin savurganlıkları, kayıpları ve yanlışlıkları belki gereğinden fazla
olan liberal bir ekonomideki denli büyüktür.
Bunu; hemen hemen tüm geri kalmış ya da gelişmekte olan uluslar, az çok net olarak
bilmektedirler. Bu nedenle anılan ülkeler; Atatürkçülüğün öncüsü, hatta ta kendisi
olduğu bir karma siyasal ve ekonomik çağdaşlaşma yönetim biçimini benimsemişlerdir.
Bununla birlikte Atatürkçülük; siyasal konulara oranla ekonomi alanında daha
belirsizdir. Çünkü Atatürk'ün deneyimlerinin oluştuğu XX. yüzyılın ilk yarısında,
SSCB dışındaki ülkelerin politikacıları, devlet adamları ile diplomatları ekonomik
konulara bugünkü denli önem vermiyorlardı (2).
Öyleyse Duverger'ye göre;
Atatürkçülük, daha çok siyasal yönü ağır basan bir çağdaşlaşma dizgesidir. Bu
anlamda Atatürkçülük 1920'lerde demokratik bir yönetim biçimi değildir, ama
totaliter ya da faşist bir yönetim biçimi hiç değildir. Çünkü cumhuriyetçi ve
liberal ülküsüyle (ideolojisiyle) esnek yapısıyla, kendi içindeki çeşitli siyasal
eğilimlere hoşgörülü bakışıyla o zamanki Cumhuriyet Halk Partisinin; komünist ve
faşist partilerle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
Öyleyse Atatürkçülük, 1920'lerde cumhuriyetçi düşüncede tek siyasal parti üzerine
kurulmuş, Batı demokrasisi yolunda, daha çok siyasal bir yönetim biçimidir.
İşte bu anlamda Atatürkçülük; geri kalmış ya da gelişmekte olan birçok ülke için
iyi bir model, güzel bir örnek olmuştur.
Kurtuluş Savaşında nasıl Başkomutan Mustafa Kemal Türk Ordusuna ilk hedef olarak
Akdeniz'i göstermişse, Başöğretmen Atatürk de, Türk ulusuna savaş sonrası hedefi
göstermiştir: Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve geçmek. Kurtuluş Savaşının en
şiddetli olduğu günlerde Atatürk'ün eğitime verdiği öncelik ve önemden, bu hedefe
ulaşmanın ilk, hatta biricik yolu çağdaş eğitim olduğu anlaşılmaktadır. Esasen
çağdaş uygarlık kavramı; kalkınmış, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin
kurulmasını da içermektedir. Öyleyse Atatürk'ün eğitim ilkeleri nelerdir?
Atatürk'ün Eğitim İlkeleri
Cumhuriyetimizin kuruluşunun ilk yıllarında ülkemiz savaşta yanmış, yıkılmıştı,
sermaye birikimi hemen hemen hiç yoktu, nitelikli ve yüksek nitelikli insan gücü
yok denecek düzeydeydi. Bilim ve teknoloji üretecek üniversiter kurumlar çağdışı
kalmıştı. Türkiye, siyasal, toplumsal ve ekonomik bir atılım yapabilmek için, başta
yetişmiş insan gücü olmak üzere gerekli altyapıya sahip değildi. İvedi olarak
yetişmiş insan gücüne gereksinme duyuluyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ulusal eğitim politikamız, "çağdaşlama" çabaları ile
bütünleştirilmiştir. Bireyin okur-yazar olmasının; üretimde verimliliğin ve
kalkınmanın anahtarı olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle kitle eğitimini, daha açık
bir deyişle okuma-yazma seferberliğini, Cumhurbaşkanı Atatürk başlatmıştır. Eğitim
açısından daha da önemlisi, Ulus Okullarının (Millet Mekteplerinin)
başöğretmenliğini bizzat Atatürk üstlenmiştir.
Atatürk, nasıl bir Türk yurttaşı yetiştirilmesini istiyordu? Bu sorunun en güzel
yanıtı, Atatürk'ün eğitim ilkeleridir. Cumhuriyet eğitiminin başlıca hedefi; çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşmak ve geçmektir. Bu nedenle ulusal eğitimimiz çağdaş
normlara göre yeniden yapılanmıştır. Atatürk'e göre eğitim; 1923 Aydınlanmasının
altyapısı, hatta harcıdır. Bu bağlamda Atatürk'ün başlıca eğitim ilkeleri
şunlardır:
Eğitim ulusal olmalıdır.
Eğitim bilimsel olmalıdır.
Eğitim laik olmalıdır.
Eğitim karma olmalıdır.
Eğitim uygulamalı olmalıdır.
1. Eğitimin Ulusal Olması
Atatürk'e göre; "tam bağımsızlık"; yalnızca askeri, siyasal, ekonomik değil, aynı
zamanda tüzel (hukuki), eğitsel ve kültürel gibi her alanda tam bağımsızlık ve
özgürlük demektir. Bunu, "Bir ulusta şeref, onur, namus ve insanlığın varlığı, o
ulusun özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır" diyerek vurgulamıştır.
Bu bağlamda okulun eğitim ve öğretimde bir "merkez" olarak ele alınıp
değerlendirilmesi, bağımsızlığın korunmasında görevler üstlenmesi zorunludur.
Atatürk; 16 Temmuz 1921 tarihinde Ankara'da toplanan Maarif Kongresi'ni açış
konuşmasında şöyle demiştir:
Bugüne kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme
tarihinde en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli eğitim
programından bahsederken eski devrin hurafelerinden, toplumsal yapımızla hiç de
ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen tüm etkilerden
tamamen uzak, milli özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültürü
kastediyorum.
Atatürk'e göre "Bir ulusun yükselmesi ve gerilemesi de eğitimin ulusal olup
olmaması ile ilgilidir". O, hep eğitimin ulusal değerlere dönük olmasını savunur.
Atatürk'e göre ulusal olmayan eğitimimiz, yüzyıllardan beri süregelen
yıkımlarımızın temel nedenidir. O'nun ulusu; ulusal çıkarları herşeyin üstünde
tutan, bir ulusçuluk anlayışıdır. O, Türk ulusunu yalın ve net olarak
tanımlamıştır: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkına Türk ulusu denir".
"1934 yılındaki resmi tanımlamaya göre de, ulus, dil, kültür ve ülkü birliği ile
birbirine bağlı yurttaşlardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür" (3).
Bu konu ayrıntılı bir biçimde Şubat 1924 tarihinde Darülfünun emini (rektörü)
İsmail Hakkı Bey'in (Baltacıoğlu) başkanlığında fakülte reisleri ve müderrislerden
oluşan bir kurulun, İzmir'de bulunan Atatürk'ü evinde ziyareti sırasında
görüşülmüştür. O tarihte henüz "Öğretim Birliği Yasası" kabul edilmemişti. Atatürk;
rektöre "Eğitim dinsel mi olmalı, yoksa ulusal mı olmalı?" sorusunu sorar. Bu
soruyu rektör şöyler yanıtlar:
Din toplumsal bir kurumdur. Toplum hayatında yaşamaktadır. Fakat devlet, onu
okullarında öğretmeye mecbur değildir. Devlet eğitiminin karakteri ancak ulusal
olabilir. Devrim, eğitim kurumlarını laikleştirmelidir. Arkasından Atatürk şu
soruyu yöneltir: Böyle bir laisizasyon hareketini halk nasıl kabul eder? Yanıt
şöyle: Türk ulusu laik eğitim esasını çok iyi kabul edecektir. Çünkü dünyanın en
gerçekçi, en olumlu kafa yapısına sahip bir ulusudur (4).
Yeni Türk toplumunun eğitimi nasıl olacak, Doğu modeli mi, Batı modeli bir eğitim
mi olacak? Bu tartışmaları Atatürk şöyle noktalar:
Efendiler! Asırlardan beri milletimizi idare eden hükümetler eğitimimizi geliştirme
çabalarında bulunmuşlardır. Ancak bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için Doğuyu ve
Batıyı taklit etmekten kurtulamadıkları için sonuçta milletimiz cehaletten
kurtulamamıştır.
Atatürk; 22.9.1924 tarihinde Samsun'da yaptığı konuşmada bu konuya açıklık
getirmiştir:
Ben burada yalnız yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni kuşaklara vereceği eğitimin
milli eğitim olduğunu kesinlikle belirttikten sonra diğerleri üzerinde
durmayacağım, ne demek istediğimi kısa bir örnekle açıklayacağım: Efendiler!
Yeryüzünde üçyüz milyonu aşkın müslüman vardır. Bunlar ana, baba, hoca eğitimiyle
eğitim ve terbiye almaktadırlar. Ancak üzülerek söylüyorum, işin gerçek olan yanı
şudur ki, bütün bu milyonlarca insan şunun ya da bunun kölesi durumundadır.
Aldıkları dini eğitim onlara bu kölelik zincirlerini kırabilecek insanlık
değerlerini vermemiştir, veremiyor. Çünkü, eğitimlerinin hedefi milli bir eğitim
değildir (5).
Bu konuda, 1925 yılında Başvekil İsmet Paşa, Muallimler Birliği toplantısında
öğretmenlere şöyle seslenmiştir:
Milli terbiye istiyoruz. Bu ne demektir? Bunu, zıddıyla daha vazıh anlarız. Milli
terbiyenin (ulusal eğitimin) zıddı nedir derlerse söyleyebiliriz. Bu belki dini
terbiye, yahut beynelmilel terbiyedir. Sizin vereceğiniz terbiye dini değil milli,
beynelmilel değil, millidir. Dini terbiyenin milli terbiyeye tearuz (çatışma)
etmediğini, her iki terbiyenin kendi yollarında, en temiz bir tecelli (belirme)
göstereceğini zaman ispat edecektir. Beynelmilel terbiyeye gelince; esas itibariyle
dini terbiye dahi bir nevi beynelmilel terbiye demektir. Bizim terbiyemiz
kendimizin olacak ve kendimiz için olacak (6).
Öğretimin Birleştirilmesi, harf devrimi, Türk Dil Kurumu'nun ve Türk Tarih
Kurumu'nun kurulması vb., hepsi ayrı ayrı; "eğitim ulusal olmalıdır" ilkesinin
sonuçlarıdır. Böylece ulusal eğitimimiz, tümüyle Türk olacak, Doğu da Batı da
taklit edilmeyecektir.
Öğretim Birliği Yasasının kabulünden 75 yıl, Türk Alfabesinin uygulamaya
konulmasından 71 yıl, dil devriminden 67 yıl sonra bugün (1999) eğitimimiz ne
ölçüde ulusaldır?
2. Eğitim Bilimsel Olmalıdır
Atatürk'te bilimsellik bir tür yaşam biçimidir. Bu bağlamda şu vasiyeti bugünü de
aydınlatıcı niteliktedir:
Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış
kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır... Benden sonra beni
benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilimin rehberliğini kabul
ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.
Yaşamın her kesitinde olduğu gibi eğitimi de bilime ve akla dayandırmak en doğru
yoldur. Çağdaş Türk insanının yetiştirilmesinde izlenecek yöntemin ne olması
gerektiğini Atatürk şu veciz sözlerle açık seçik ortaya koymuştur: "Yaşamda en
gerçek yol gösterici bilimdir, fendir". Devrimlerin gerçekleşmesinde de, bilim ve
akıl yolu izlenmiştir. Eğitim konusunda da Atatürk, çalışmalarını bilimin yol
göstericiliğinde sürdürmüştür. Milli Eğitim Bakanlığı ülkenin tanınmış
eğitimcilerini 15 Temmuz-15 Ağustos 1923 tarihinde Ankara'da toplantıya çağırarak
ülkenin eğitim sorunlarına çözüm aramıştır. Bu "Birinci Bilim Kurulu"dur (Heyet-i
İlmiye). Bu bilim kurulu üyeleri; eğitimde iki başlılığa güzel bir örnek olarak
medreseli-mektepli ayrımını tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur. İsmail Hakkı
Tonguç'a göre,
Heyet-i İlmiye azalarından (üyelerinden) bir kısmı Doğu İslâm kültürünün
değerlerine, bir kısmı Avrupa uygarlığına bağlı bulundukları diğer bir kısmı da
eğitim meselelerini, onları çözmeye yarayacak pedagoji prensiplerini hiç bilmeyen
kimseler olduğu için, meselelerin hemen hiçbiri çözülemedi... Yalnız bu
konuşmalardan şu cihet açıkça anlaşılmıştır ki, medrese-mektep ikiliği devam ettiği
müddetçe Türkiye eğitim kurumlarını asrileştirmek kolay kolay mümkün
olamayacaktır... Her şeyden önce ve her işe tercih edilerek medrese-mektep
ikiliğini ortadan kaldırmak lazımdır (7).
Bu gelişme de, Öğretim Birliği Yasası'na çok önemli bir gerekçe oluşturmuştur.
Ertesi yıl (1924) "İkinci Bilim Kurulu" (Heyet-i ilmiye) toplanmıştır. Bu
toplantıda, 1913 yılında 6 yıla çıkarılan ilköğretim 5 yıla indirilmiştir. Bu
toplantıda ayrıca 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanunun
temeli sayılabilecek görüşler ortaya konulmuştur.
3. Eğitim Laik Olmalıdır
Laik eğitim ya da eğitimin laikleştirilmesi; "medrese-mektep" ikilemine, daha açık
bir deyişle ikiliğine, sürtüşmesine de bir çözüm olarak düşünülmüştür. Bu anlamda
laik eğitim, ulusal birliğin de çimentosudur. Öyleyse laik eğitim nedir?
Fransızca sözlük laik eğitimi şöyle tanımlamaktadır (8). Sivil toplumun ve din
toplumunun ayrılması ilkesi. Devlet hiçbir dinsel güç icra etmez. Kilise hiçbir
siyasal güç icra etmez. Laiklik, yalnızca eğitim alanında geçerli bir ilke değil,
aynı zamanda bir düşünce ve yaşam biçimidir, dolayısıyla her tür düşünce
özgürlüğünü tüm yönetim, hukuk, kültür konularını da içerir.
Klasik anlamda laiklik, önce sivil toplumun dinsel toplum karşısında mutlak
bağımsızlığını; ikinci olarak da manevî alanda yansızlığını gerektirir. Böylece
bireyler tam olarak özgürdürler, inançları ya da inançsızlıkları yalnızca
kendilerine kalmıştır, hiç değilse kamu düzenine dokunan dışa dönük gösterilere yol
açmadıkları taktirde, devleti ilgilendirmezler. İşte bu anlamdadır ki Türk
Anayasası laikliği bir anayasal ilke olarak benimsemiştir (9).
Laiklik; bir toplumda bireylerin herhangi bir inanca sahip olma ya da olmama
konusunda tam özgür olmaları ve bu yüzden (yani belli bir inanca sahip oldukları ya
da herhangi bir inancı paylaşmadıkları için) kamu yaşamının hiçbir alanında -
işyerinde, bankada, otobüste, hastanede, parkta, sokakta...- ne olumlu, ne olumsuz
yönde hiçbir farklı işlemle karşılaşmamaları, bir cümleyle eşit hak ve
yükümlülüklere sahip olmaları demektir (10).
Laiklik ilkesi, Türk Devriminin olmazsa olmazıdır. Bu konuyu Tarık Zafer Tunaya
şöyle açıklamaktadır (11):
Türk inkılabı dine, "sırf bir itikad" (inanma) manzumesi olarak dinin kendisine"
karşı savaşmamıştır, batıl itikatlara "islamidir" diyen, onlara uymayanları dinsiz
sayan, bütün sosyal hayatı medrese skolastiğinin ve gerici görüşlerin vesayeti
altına alan, almak istemekte bulunan çevrelere karşı intikal etmiştir.
Laik eğitim; dinden emir almayan düşünce ve davranış sürecidir. Laik eğitim;
dogmatik değil, akılcı ve bilimsel eğitimdir.
Tunaya laik eğitimi de şöyle yorumlamaktadır (12). "Öğretimin laikliği, kapılarını
bilimsel düşünceye açması gereken bir sistemin kurulmasına dayanır. Bütün bu
gidişler, hiçbir suretle Türk İnkılabı'nın dinsizliği anlamına gelmez".
Sonuç olarak her velinin çocuğuna istediği dini eğitimi vermede ya da dini eğitim
vermemede özgür olması biçiminde yürütülen eğitim süreci laik eğitimdir. Kız
öğrencilere; örtünmeleri, kara çarşafa bürünmeleri için parasal, aynî, tinsel
(manevî) hiç bir baskı yapılmaması laik eğitimdir. Bu tür dinsel duyguların TBMM ya
da seçim kampanyaları vb yerlerde bir siyasal sömürü malzemesi yapılmaması laik
eğitimdir. Her okula bir mescit, her üniversiteye bir cami yapılmaması, Ramazan
ayında oruç tutanların tutmayanlara ya da tersi hiçbir baskı yapmaması laik
eğitimdir. Tıp fakültelerinde kadavranın külot giydirilmeden incelenmesi laik
eğitimdir. Öz olarak laik eğitim, bilimsel eğitimdir. Laik eğitim düzeninde; güneş
sistemi, yerbilim, gökbilim gibi konular dogmatik değil, bilimin ışığında
incelenebilir. Laik eğitim; okullarında hiçbir dinin ya da mezhebin kurallarının
zorunlu olarak öğrencilere öğretilmediği bir düzendir. Laik eğitimin hedefi; bağnaz
olmayan, özgür düşünceli insan yetiştirmektir. Öyleyse demokrasinin güçlenmesi için
laik eğitimin birinci görevi; Türk insanına özgür düşünme, davranış ve yeteneği
kazandırmaktır (13).
Laik eğitim denilince, dogmatik değil, akılcı ve bilimsel eğitim anlaşılmalıdır. O
zaman halen okutulmakta olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde okutulan
bilgilerle biyoloji, tıp, fen bilgisi, tarih, coğrafya, vb. derslerde okutulanlar
birbiriyle çelişmez. Bu konuda çok değerli bir tarihçi şu örneği veriyor: "Bir
arkadaşımın çocuğu iki yıl önce babasının yanına geldi, "baba ne yapacağımı
şaşırdım?", "niçin yavrum?" "Bugün biyoloji hocası geldi, dünyanın oluşumunu,
insanın yaratılışını anlattı, arkasından din dersi hocası geldi, insanın başka
türlü yaratıldığını anlattı" (14).
Bu ölçüler temel alındığında, ulusal eğitimimiz ne ölçüde laiktir? 1960, 1971, 1980
ve 1997 yıllarındaki gelişmeler dikkate alındığında demokrasimiz ne denli sağlıklı
ise, demokrasinin bir tür altyapısını oluşturan ulusal eğitimimiz de o denli
laiktir. Laik eğitim; demokratik düzenin "olmazsa olmazı" ise, eğitimin toplum
yaşamındaki önemi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Laik eğitim olmazsa,
demokrasi olmaz, demokrasi olmazsa laik eğitim dizgesi olmaz.
Atatürk'ün en duyarlı olduğu konuların başında laiklik gelmektedir. O, Serbest
Fırkayı kurmasını istediği Fethi Okyar'a yazdığı mektupta şöyle diyor (15):
Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz. Zaten benim siyasal
hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Laik
Cumhuriyet esası dahilinde, fırkanızın her türlü siyasi faaliyetinin bir engelle
karşılaşmayacağına güvenebilirsiniz efendim.
4. Eğitim Karma Olmalıdır
Osmanlı döneminde kız ve erkek okullarının ayrı olması, kadın nüfusun aleyhine
eğitimde fırsat ve olanak eşitsizliğine neden olmuştur. 1926 yılında Medeni Kanunun
kabul edilmesiyle kadınlara erkeklerle eşit haklar tanınmıştır. Ama kız ve erkek
öğrenciler hala ayrı okullarda öğrenim görüyordu. Cumhuriyetin kurulduğu yıl (1923-
1924), Türkiye'nin toplam nüfusu 12 milyon dolayında tahmin ediliyordu. Bu nüfusun
yarıdan çoğu kadındı. Anılan yılda nüfusun okur-yazar oranı yüzde 10'u geçmiyordu.
Bu yüzde 10'un da çoğu kentli idi. Nüfusun yüzde 80'den fazlası köylerde
oturuyordu, onların da yüzde 90'dan fazlası okumaz-yazmazdı. Kırsal kesimde okur-
yazarların hemen tümü erkeklerdi. Yunan askerinin 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir'de
denize dökülmesinden dört ay sonra Atatürk İzmir'de halkla konuşmasında kadınların
toplumun ekonomik ve toplumsal yaşamında ikinci planda bulunmasının ulusumuzun
gelişmesini engellediğini belirterek şunları söylemiştir:
Ulusumuz kuvvetli bir ulus olmaya azmetmiştir. Bugünün gereklerinden biri de
kadınlarımızın her alanda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan böyle kadınlarımız da
bilgin olacaklar ve erkeklerin gördükleri tüm öğrenim derecelerini geçeceklerdir.
Sonra kadınlar toplumsal yaşamda erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin
yardımcısı olacaklardır (16).
Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonraki ilk Milli Eğitim Bakanı İsmail Sefa (Özler)
de 1923 yılında yaptığı bir konuşmasında Cumhuriyet rejiminin kadın hakları
konusunda titiz davranacağını, gerek okulda, gerek toplum yaşamında her iki cinse
eşit haklar vereceğini savlamıştır (17):Kızlarla erkekler arasında gençlik noktasından, öğrenim
noktasından Eğitim
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 2
  • Büleklär
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3530
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1828
    25.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    37.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3421
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1636
    22.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    35.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3322
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1788
    22.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    35.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3443
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1457
    23.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    35.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3413
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1439
    23.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    34.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    40.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3325
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1737
    22.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    34.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    40.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 3361
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1571
    24.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    36.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 8
    Süzlärneñ gomumi sanı 2439
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1142
    26.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    36.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.