Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 7
Süzlärneñ gomumi sanı 3361
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1571
24.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
36.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
42.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
öğretmenleri görevlendirmekte, hatta Dünya Bankası'ndan alınan kredilerle yürütülen
projelerde yine bu alanda hiç eğitim görmemiş çoğu Amerikalı yabancı uzmanlara ayda
onbinlerce dolar ödemektedir. Bu bağlamda 1992 yılında uygulamaya konulan ve
Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi'nce (EARGED) yürütülen "Milli Eğitimi
Geliştirme Projesi'nde", ayda 10.000 dolar ücretle onlarca Amerikalı uzman
görevlendirilmiştir. Elde edilen sonuç ortadadır: Dağ fare doğurdu! Bu uzmanlar
arasında bir Amerikalı gazeteci sözde yabancı uzman olarak "Müfredat Laboratuvar
Okulları'nı" geliştirdi, hatta aynı uzman (?) daha sonra YÖK'çe yürütülen Öğretmen
Yetiştirme Projesinde de görevlendirildi; sanki Amerikalı gazeteci, eğitim
bilimlerinin her alanında uzman! Bir Amerikalı sosyal antropolog Araştırma-Planlama
ve Koordinasyon Kurulu'nda görev almış, ama Türk eğitim planı hiçbir şey
kazanmamıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı'nca TBMM'ne sunulan 1998 yılı bütçe raporunda, İl Eğitim Ana
Planları hazırlanması öngörülmüştür: "İstanbul İli Eğitim Ana Planı 1998 yılı
içinde öncelikli olarak hazırlanacaktır. Bunu Ankara, İzmir ve Adana illeri Eğitim
Ana Planları izleyecek ve 80 ilin plan hazırlıkları en geç 1999 yılında tamamlanmış
olacaktır. Bu amaçla ön hazırlık çalışmalarına başlanmıştır".
"İl eğitim planlarının başarılı olarak hazırlanması ve uygulanması için eğitim
planlaması alanında yetişmiş uzman personelden yararlanılacaktır. Bu amaçla
hizmetiçi eğitim kursları düzenlenecektir".
Eğitim planlaması uzmanlığı, teknik bir alandır. Bu alanda yetişmiş uzman personeli
istihdam edip, bu işleri gördürecek yerde, Milli Eğitim Bakanlığı "milli eğitim
hizmetinde asıl olan öğretmenliktir" ilkesini uygularsa sonuç bugünkü gibi olur:
1991 yılında öğretmen adayının fazla olması nedeniyle "yeterlik sınavı" yapılırken,
birkaç yıl sonra "herkes öğretmen" olur anlayışı genel kabul görür. Çünkü her tür
ve düzey öğretim için geleceğe yönelik öğretmen gereksinmesi projeksiyonu ne Milli
Eğitim Bakanlığı, ne de YÖK tarafından yapılmıştır. Bunun sonucu olarak 1997
yılında yüzdoksan bin öğretmen açığı olur.
1926 tarih ve 789 sayılı yasa ile "Talim ve Terbiye Kurulu" kurulmuştur. Talim ve
Terbiye Kurulu'nun kuruluş gerekçesi, Atatürk'ün eğitim ilkelerinden bilimselliğe
dayandırılmıştır.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ulusal eğitim politikamızın oluşturulmasında
bilimsellik çok öncelikli ve önemlidir. Dolayısıyla oluşturulan eğitim
politikasının mimarları da eğitim uzmanlarıdır. 72 yıl önce bu denli önemli görülen
eğitim uzmanlığı, bugün bilenin bilmeyenin yapabileceği bir uğraş gibi görülmekte,
halen Milli Eğitim Bakanlığı'nda uzman kadrosunda çalışan işgörenler içinde, eğitim
bilimlerinin değişik alanlarında uzmanlık diplomasına sahip olanlar bir elin
parmaklarını geçmemektedir.
22.3.1926 tarihli Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile köylülerin eğitimine yönelik
çalışmaların ilk harcı konulmuştur. Biri Denizli, diğeri Kayseri'de olmak üzere iki
Köy Muallim Mektebi açılmıştır. Bu karar, Atatürk'ün şu direktifleri üzerine
alınmıştır:
Yedi asırdan beri cihanın dört köşesine sevk ederek kanlarını akıttığımız,
kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini
elllerinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tahkir, terzil ile
mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlıklarına, ihsanlarına karşı nankörlük ve
cebbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asil sahibin huzurunda bugün
ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım.
Köylüyü eğitmeye yönelik çalışmalar Mustafa Necati'nin bakan olması ile hız
kazanmış, Dr.Reşit Galip ile sürmüş, Hasan Ali Yücel ile doruk noktasına
ulaşmıştır.
Genel olarak Cumhuriyet hükümetleri; her yurttaşın zorunlu ilköğrenim görmesini,
yasal bir zorunluluk olarak görmüşlerdir. 1946 yılına kadar olan dönemde hükümetler
eğitim politikalarında önceliği köye yönelik eğitime vermişlerdir. Bu politikayı
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati 1926 yılında şöyle dile getirmiştir:
Türkiye Cumhuriyeti, her köyde bir öğretmen bulunduracaktır. Bu yolda büyük
aşamalar yapılacağına inanılmalıdır. Günün birinde bir Maarif vekili çıkar da,
Türkiye'nin her köyünde öğretmen var, her köyde tedrisatın yapılması için bütün
imkanlar tamamdır derse, mektep çağındaki bütün çocuklar mecburi öğrenim
görebiliyorlarsa, o zaman Cumhuriyetin çizdiği hedeflere varılmıştır. Gerçek
mutluluk da budur. Bunun gerçekleşeceğine inanmaktayız. Çünkü Türk köylüsü o kadar
dirilmiştir ki, onun okumak isteyen çocuklarını okutmaktan hiçbir hükümet
kaçınmayacaktır.
Bu arada Cumhuriyet döneminin ilk çağdaş dal (branş) öğretmenlerini yetiştirmek
üzere 1926-1927 öğretim yılında Konya'da "Orta Muallim Mektebi" açılmıştır. Bir yıl
sonra Ankara'ya taşınan bu okul, "Gazi Ortaöğretmen Okulu ve Terbiye Enstitüsü"
adını almış ve 71 yılda onbinlerce öğretmen, eğitimci ve eğitim yöneticisi
yetiştirmiştir. Ancak 70 yıl ilköğretim müfettişi yetiştiren Gazi Eğitim
Fakültesi'nin Eğitim Yönetimi ve Denetimi (eski adı Pedagoji Bölümü) programı; YÖK
Yürütme Kurulu'nun 4.11.1997 tarihli kararı ile kapatılmıştır.
3 Kasım 1928 tarihinde yürürlüğe giren yasa ile yeni Türk alfabesi kabul
edilmiştir. Bundan bir yıl kadar önce, 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında
Türkiye'nin nüfusu 13.6 milyondur. Bu nüfusun yalnızca yüzde 10'u okur-yazardır.
Bunlar da kentlerde oturmaktadır. Bunların tümüne yakını erkeklerdir; kadınlar
arasında okur-yazar hemen hemen yok düzeyindedir. Bu nedenle yeni Türk abece'si
kabul edildikten sonra tüm yurtta okuma-yazma seferberliği başlatılmıştır. Bu
bağlamda Gazi Mustafa Kemal şöyle demiştir:
Yurttaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz, tüm ulusa, köylüye, çobana,
hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve ulusseverlik görevi biliniz. Bu
görevi yaparken düşününüz ki, bir toplumun yüzde 10'u bile okuma-yazma bilmiyor, bu
ayıptır, bundan insan olanların utanması gerekir.
Halka yeni harflerle okuma-yazmayı öğretmek için "Ulus Okulları" (Millet
Mektepleri) Halk Okuma Odaları, Halkodaları, Halkevleri açılmıştır. Tüm bu
girişimler bu alandaki gereksinmeyi karşılayamamıştır. Çünkü nüfusun ezici
çoğunluğu (yüzde 80'den fazlası) köylerde yaşıyordu. Oysa halkı okur-yazar kılmak
için açılan bu kurumların çoğu kentlerde ve beldelerde bulunuyordu. Öyleyse köylüyü
okutmak için daha köklü önlemler alınması zorunluydu.
Varolan şehir öğretmen okulu mezunu öğretmenler, kentlere yetmiyordu. Bunlardan
köyde görevlendirilenler, kısa süre sonra kente geri dönüyordu. Çünkü köy yaşam
koşulları için yetiştirilmemişlerdi.
Önce 11.6.1937 tarih ve 3238 sayılı yasa ile, Eğitmen Kursları açıldı. Bu kurslara
askerken çavuş, onbaşı olmuş köylü gençleri alındı. Altı ay süreli bu kursların
amacı, öğretmeni olmayan ve nüfusu 400'den küçük köy okullarının ilk üç sınıfına
öğretmen yetiştirmekti (67). Türk köylüsünün okuması-yazması için ilk ve önemli
bir adım olan "eğitmen hareketi" geçici bir çözümdü. Türkiye'nin özel koşul ve
gereksinmelerinden doğmuş eğitmen modeli, bugün 190 bin öğretmen açığını kapatmak
için kullanılamaz mı? Altı ay ya da bir yıl öğretim yöntemleri ve temel bilgiler
öğrenimi görmüş lise, özellikle Anadolu Öğretmen Lisesi mezunu gençler; alanla uzak
yakın hiçbir ilgisi bulunmayan ziraat, inşaat, orman-endüstri mühendisleriyle, dış
ticaret-turizm, muhasebe-finansman, ekonometri, kamu yönetimi, iktisat, işletme,
maliye, uluslararası ilişkiler, pazarlama vb. alan mezunlarından daha yararlı olmaz
mı?
1937 yılında Milli Eğitim ve Ziraat bakanlıkları ortaklaşa biri İzmir-Kızılçullu,
diğeri Eskişehir-Mahmudiye'de iki köy öğretmen okulu açmışlardır. Aynı yıl anılan
okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiştir. 11.6.1937 tarih ve 3228 sayılı
Köy Eğitmenleri Kanunu kabul edilmiştir.
Bununla birlikte köye öğretmen yetiştirmede en önemli atılım 17.4.1940 tarihinde
"bozkır yeşerten" Köy Enstitülerinin kurulmasıdır. Köy Enstitüleri iç politika
malzemesi yapılarak, haksız yere istismar edilerek zamansız kapatılmış, daha açık
bir deyişle 1954 yılında "İlköğretmen Okulu" adı altında öğretmen okullarıyla
birleştirilmiştir.
Öğretmenlik Mesleğine Meslekten Olmayanların
Atanması
27 Mayıs 1960'dan sonra lise ve dengi okul mezunlarından yedek subay olma hakları
alınıp, 11.10.1960 tarihine kadar anılan okulları bitirenlere "yedeksubay
öğretmenlik" hakkı verilmiştir. 1963 yılında kabul edilen bir yasa ile, bunlardan
isteyenlerin sürekli öğretmenlik kadrolarına atanabilecekleri benimsenmiştir.
Böylece Cumhuriyet tarihinde ilk kez meslek dışından insanların öğretmen olmaları
yolu açılmıştır. Dolayısıyla marangoz, demirci, muhasebeci, tesviyeci vb. meslek
mensupları kitle halinde ilkokul öğretmeni olarak atanmışlardır.
1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile, ilkokul öğretmeni
açığının kapatılabilmesi için ortaokul ve dengi okul mezunlarından 18 yaşını
tamamlayanların ilkokullara vekil öğretmen atanabileceği kabul edilmiştir.
1970-1971 öğretim yılına değin öğrenim süresi üç yıl olan ilköğretmen okulları, bu
yıldan itibaren dört yıla çıkarılmıştır. 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim
Temel Kanunu ile, öğretmenlik "özel bir ihtisas mesleği" olarak kabul edilmiş ve
tüm öğretmenlerin yükseköğrenim görmeleri benimsenmiştir. Bu nedenle 1974-1975
öğretim yılında ilköğretmen okullarının çoğu, ilkokul öğretmeni yetiştirmek için
iki yıllık eğitim enstitüsüne dönüştürülmüş, diğer öğretmen okullarına da "Öğretmen
Lisesi" denilmiştir. 1976 yılında iki yıllık eğitim enstitüsü sayısı 50'yi
bulmuştur.
1973-1974 öğretim yılında Mektupla Yükseköğretim için belirlenen 60.500
kontenjandan 46 bin öğrenci, öğretmen yetiştiren programlara alınmıştır. Öte yandan
1975-1976 yıllarında yükseköğretim kurumlarındaki siyasal olaylar nedeniyle
öğrenimleri engellenen öğrenciler 1977-1979 yıllarında "hızlandırılmış
programlarla", normal koşullarda 3-4 yılda yetiştirilen sınıf öğretmenleri ve dal
öğretmenleri 2,5-3 ayda yetiştirilmiştir. Böylece 35 bin kadar hiçbir branş bilgisi
olmayan branş öğretmeni yetiştirilmiştir. Bunlardan 5 bin kadarının diploması 12
Eylül 1980'den sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nca iptal edilmiştir.
1980 Sonrası Öğretmen ve Diğer Eğitim Personeli
Yetiştirme
1982 tarihli 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ilkokul öğretmeni yetiştiren
iki yıllık Eğitim Enstitülerinden 17'si Eğitim Yüksekokuluna, diğer Eğitim
Enstitüleri de Eğitim Fakültesine dönüştürülerek üniversitelere bağlanmıştır. Daha
sonra Eğitim Yüksekokullarının, öğrenim süresi de dört yıla çıkarılarak Eğitim
Fakültesine dönüştürülmüş, ilkokul (sınıf) öğretmeni yetiştirilen bölümler bu
fakültelerin akademik birimine dönüştürülmüştür. Ancak son 5-6 yıldır "herkes
öğretmen olur" ilkesi benimsendiği için, öğretmenlik sertifikasına sahip olup
olmadığına bakılmaksızın; açıköğretimin de içinde olduğu yükseköğrenim görmüş
herkes sınıf öğretmeni olarak atanmıştır.
1981 yılında YÖK kurulmadan önce, özellikle ortaöğretimde branş öğretmenleri
sayısal olarak yetersiz olsa bile, "bilen öğretir" anlayışı geçerli idi. Özellikle
il ve ilçe merkezlerinde eczacı, doktor, kaymakam, ziraat mühendisi, veteriner
hekim, avukat vb. öğretmenlik formasyonu olduğuna bakılmaksızın ortaokulda, lisede
ek ders ücretli olarak derse giriyorlardı. Ama yine de öğretmenlik mesleği esas
alınıyordu.
YÖK'ten sonra "herkes öğretmen olur", "hiç olmazsa bir öğretmen olsun", "en son
tercih, öğretmenlik" vb. anlayışı hakim oldu. 12 Eylül askerî yönetiminden önce
"mektupla öğretmen", "hızlandırılmış eğitimle" öğretmen yetiştirerek, toplumda
öğretmenliğin saygınlığı düşürülmüştür. 12 Eylül 1980'den sonra birçok öğretmen
hangi karalamalarla 1402'lik yapıldı? Özellikle öğretmen yetiştiren Eğitim
Enstitüleri, yükseköğretmen okulları 12 Eylül öncesi belli ideolojik kadroların
"kurtarılmış bölgesi" idi. 12 Eylül sonrası Eğitim Fakültesine dönüştürülen bu
kurumlarda, bu kadrolaşma sürdürüldü. Taşra üniversitelerinin Eğitim Fakültelerine
bağlı Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları (ya da bölümleri) belli ideolojik
kadrolarla dolduruldu. Sonuçta öğretmen yetiştiren Eğitim Fakültelerinde akademik
kadrolaşma yeterliğe (liyakate) göre değil, ideolojiye göre gerçekleştirilmiştir.
Böyle oluşan akademik kadrolardan; bilgili, nitelikli, demokrat, laik, çağdaş
anlayışlı öğretmen yetiştirmesi beklenebilir mi?
Öğretmen: Hızla gelişen teknolojik olanaklara karşın, öğretmen eğitim dizgesinde
anahtar rolü oynamayı sürdürmektedir.
Her sınıfın, branş derslerinde de her dersin mutlaka bir öğretmeni bulunması
zorunludur. Öyleyse öğretmen nicel olarak özellikle nitel olarak yeterli olmalıdır.
Nitelikli eğitim; her şeyden önce nitelikli öğretmen demektir. Bugün her tür (genel
ve mesleki-teknik) ve her düzey (ilk, orta ve yüksek) eğitimde bir nitelik bunalımı
yaşanıyorsa, bu bunalımın temelinde, öğretmenlerin niteliksiz oluşu yatmaktadır.
1980 yılı sonrası öğretmen yetiştirilmesinin iyi anlaşılması için, 1980 öncesi
öğretmen yetiştirilmesi konusuna çok özlü bir biçimde değinilmesi zorunlu
görülmektedir.
c 1954 öncesi; köy ilkokullarını başarı ile tamamlamış çocuklardan yazılı ve sözlü
sınavlarda başarılı olanlar Köy Enstitülerine girerlerdi.
c Ortaokulu başarı ile bitirmiş öğrencilerden, hem yazılı hem görüşme (mülakat)
yoluyla yapılan sınavlarda başarılı görülenler, üç yıllık ilköğretmen okullarına
kabul edilirlerdi.
c İlköğretmen okullarını bitiren gençlerden yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı
olanlar, eğitim enstitülerine girerlerdi.
c Yine ilköğretmen okullarını üstün başarı ile tamamlamış gençler, yazılı ve sözlü
sınavlar sonunda yükseköğretmen okullarına girmeye hak kazanırlardı.
İlkokul, ortaokul ve lise öğretmeni yetiştiren bu kurumlarda eğitim, yoğunlukla
parasız yatılı olarak gerçekleştiriliyordu.
Altı yıl ilköğretmen okulunun üstüne 2-3 yıl eğitim enstitüsünde ya da 4 yıl
yükseköğretmen okulunda toplam 9-10 yıl boyunca genç derslerde, uygulamalarda,
toplumsal etkinliklerde; sağlam bir genel kültür ve branş bilgisi yanında,
öğretmenlik niteliği de kazanıyordu. Daha da önemlisi; tüm öğretmen adayları; yurt
sevgisi, Atatürk ve devrimlere bağlı, ulusunu seven aydın gençler olarak
yetişiyorlardı.
Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, 1942 yılında TBMM'de Köy Enstitülü
öğretmenlere şu sözlerle kefil oluyordu (68):
...Köye göndereceğimiz bu Köy Enstitüsü mezunu öğretmen, şimdi elimizde mevcut
9.000 talebenin bize verdiği intiba ile söylüyorum, istisnasız çalışkandır. Tatile
bile gitmek istemez, kendisine verilecek işi bekler ve o işi yapar; ahlâklıdır,
yalan söylemez, hırsızlık etmez, civarında bulunan kız arkadaşlarının şeref ve
haysiyetini kendi kardeşi olarak muhafaza etmek şuurunda, liyakatında ve
iktidarındadır.
...Birinci nokta köydeki öğretmen, Cumhuriyetin ve inkılâbın yayıcısı, bekçisi ve
öğreticisidir...
Gerçekten de Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerden Cumhuriyet düşmanı, şeriata
özlem duyan bir tek kişi olduğu görülmemiştir, duyulmamıştır.
1980 Sonrası
12 Eylül askerî yönetimince 1983 yılında 1739 sayılı yasanın yükseköğretime geçişi
düzenleyen 31. maddesini değiştirerek, Cumhuriyet tarihinde ilk kez imam adayı
olarak yetişenlerin de öğretmen olması kabul edilmiştir.
Bir araştırmaya göre, 1997 ÖYS sonuçları esas alındığında Türkçe/Türk Dili ve
Edebiyatı öğretmeni yetiştiren yükseköğretim programlarına yerleşen öğrencilerin %
62.48'ini lise, yüzde 19.0'unu imam-hatip lisesi mezunları oluşturmakta, onu üçüncü
sırada yüzde 5.75 ile öğretmen lisesi mezunları izlemektedir.
Felsefe grubu öğretmeni yetiştiren programlara yerleşenlerin yüzde 77.72'si lise,
yüzde 10.04'si imam-hatip, yüzde 4.19'u endüstri meslek lisesi mezunudur.
Aynı oranlar Tarih/Milli Tarih öğretmeni yetiştiren programlar için sırasıyla lise
yüzde 63.42, imam-hatip lisesi yüzde 19.01, öğretmen lisesi yüzde 4.77'dir.
Coğrafya/Milli Coğrafya için aynı yüzdeler sırasıyla şöyledir: Lise 63.41, imam-
hatip lisesi 15,02, öğretmen lisesi 6.86. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği
(bu branşta lise 17.64, imam-hatip lisesi 77.29, sağlık meslek lisesi 2.02'dir)
hariç öteki branş öğretmenliklerinde oranlar aşağı yukarı aynıdır (69).
Bu yüzdelerin doğru yorumlanması gerekir. Çünkü her yıl lisenin 500.000 mezun
vermesine karşın, imam-hatip lisesi mezun sayısı kırk-elli bini geçmemektedir. Yine
aynı araştırmaya göre 1997 yılında öğretmen yetiştiren tüm dallara (branşlara)
(Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı, felsefe grubu, tarih/milli tarih, coğrafya/milli
coğrafya, sosyal bilgiler, matematik, fizik, kimya, biyoloji, fen bilgisi,
İngilizce, Fransızca, Almanca, din kültürü ve ahlak bilgisi) yerleşenlerin yüzde
27.72'si lise, yüzde 55.13'ü imam-hatip, yüzde 17.15'i diğer lise mezunudur.
Öte yandan 12 Eylül 1980 öncesi öğretmen yetiştiren eğitim enstitüleri,
yükseköğretmen okulları üniversite olmak istiyorlardı. Bu, belki de o zamanki
üniversitenin siyasal iktidara karşı özerk olmasına, bu nedenle üniversitenin
toplumdaki saygınlığına bir özenti idi. Sonunda 12 Eylül askerî yönetimi bunu da
gerçekleştirdi.
1982 yılında kabul edilen 41 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname ile tüm yükseköğretim kurumları, bu arada öğretmen
yetiştiren kurumlar YÖK çatısı altında toplanan üniversitelere bağlanmıştır.
Tüm okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim öğretmenlerinin üniversitede
yetiştirilmesine, hemen hemen tüm eğitimci çevreler çok sıcak bakmışlardı,
sevinmişlerdi. Ancak kısa sürede üniversitelerin öğretmen yetiştirmeye hazırlıklı
olmadıkları, başta bu alanda yetişmiş yeterli sayıda ve nitelikte öğretim elemanı
vb. yönden bir alt yapısı bulunmadığı anlaşılmıştır. Öğretmen yetiştiren eğitim
kurumlarını YÖK'e devretmekten pişmanlık duyan MEB, altı yıl geçmeden 1988 yılında
toplanan XII. Milli Eğitim Şurası'nda, bu kurumların yeniden MEB'na devri konusunda
karar alınmasına karşın, kuşkusuz Doğramacı faktörü nedeniyle bu kararın
uygulanması mümkün olmamıştır.
Bilindiği gibi 12 Eylül 1980 öncesi MEB'na bağlı öğretmen yetiştiren eğitim
kurumları çoğuna "Türk-İslâm" sentezcilerin "kurtarılmış bölgesi" idi. askerî
yönetim; her şeye karşın bu kurumlarda kalabilmiş az sayıdaki demokrat öğretmenleri
"solcu" çamuru atarak 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uyarınca görevden almıştır.
12 Eylül 1980 öncesi "Kurtarılmış Bölge", olan öğretmen yetiştiren eğitim kurumları
bir yana 1960, hatta 1970'lerin ilk yarısındaki ilköğretmen okulları, eğitim
enstitüleri ve yükseköğretmen okullarında, bugünkü birçok eğitim fakültesinden daha
nitelikli, "öğretmenlik ruhu" bugünkülerden kat kat üstün öğretmen
yetiştiriliyordu. Çünkü sözü edilen kurumlarda öğretmen yetiştirmede deneyim
kazanmış çok değerli öğretmenler hizmet veriyordu.
YÖK Yürütme Kurulu, 4 Kasım 1997 tarihinde; üniversitelere, özellikle eğitim
fakültelerine sormadan, "eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırması" konusunda
karar vermiştir. YÖK üniversitelere, eğitim fakültelerine sormadı demek yanlış
olur. YÖK sormadı değil, sordu, hatta birçok rektörü ve dekanı A.B.D. ve
İngiltere'ye götürüp gezdirdi, turistik otellerde ağırladı. Döndüklerinde bu
kişiler, YÖK'ün bu eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılmasını, üniversite
senatolarının, fakülte kurullarının görüşünü sormaya bile gerek duymadan
benimsediler. Aslında YÖK'ün atadığı rektör ve dekanların, YÖK'ün görüşüne ters bir
görüş bildirmeleri olası mı? Bugünkü YÖK yapısı içinde, rektörler ve dekanlar
üniversiteyi/fakülteyi ne ölçüde temsil etmektedirler?
Eğitim Fakültelerinin Yeniden Yapılandırılması
Nedir?
YÖK Yürütme Kurulu, Eğitim Fakültelerinin Yeniden Yapılandırılması konusunda aldığı
4.11.1997 tarihli karar ile "sözde", öğretmenlerin daha nitelikli yetişmelerini
amaçlamaktadır. 1998-1999 öğretim yılında uygulamaya başlanan bu karara göre
bundan böyle öğretmenler şöyle yetiştirilecektir:
Bu öğretmenlik programlarından ilköğretim, Türkçe, yabancı diller, güzel sanatlar,
özel eğitim, bilgisayar ve öğretim teknolojileri bölümlerinde yetiştirilecek
öğretmen adayları dört yıl öğrenim göreceklerdir. Bu alanlara ilişkin öğretmenlik
sertifikaları da bu dört yıllık lisans öğrenimi ile bütünleştirilmiştir.
Buna karşılık tüm ortaöğretim öğretmenliği programları, 3.5+1.5 ya da 4+1.5 yıl
olarak gerçekleştirilecektir. Daha açık bir deyişle fen ve edebiyat fakültelerinde
dört yıllık lisans öğrenimini tamamlayanlar, öğretmen olmak isterlerse eğitim (ya
da eğitim bilimleri) fakültelerinde daha doğrusu bu fakültelerin bulunduğu
üniversitelerde kurulmuş ya da kurulacak eğitim bilimleri enstitülerinde öğretim
yöntemleri yoğunluklu tezsiz yüksek lisans yaparak öğretmen adayı olabileceklerdir.
Tezsiz yüksek lisansın süresi üç yarı yıldır. Fen fakültesi fizik ya da edebiyat
fakültesi tarih bölümü mezunu, eğitimden tezsiz yüksek lisans yapabilmesi için önce
bir yıl süreli bilimsel hazırlık programına alınabilir. Ayrıca bu öğrenci tezsiz
yüksek lisans öğrenimi süresince her yarı yıl bir dersi tekrarlamak durumunda
kalsa, bu programın süresi altı yarı yıla çıkar. Bu durumda bir öğrenci dört yıllık
lisans öğreniminden sonra, dört yıl da tezsiz yüksek lisans için öğrenim
görecektir. Böylece mühendis olmak için dört, doktor olmak için altı yıl öğrenim
yeterli iken, ortaöğretim öğretmeni olmak için sekiz yıllık bir yükseköğrenim
gerekebilecektir. Buna ne Türkiye'nin bütçesi ne de aile bütçesi yeter. O zaman,
öğretmene verilen ücret artmadığına göre, öğretmen adaylarının niteliği,
bugünkülerin de çok altına düşebilir, çünkü adaylar dal öğretmenliğini seçmek
istemezler.
Öte yandan aynı lisede çalışan resim, müzik, beden eğitimi, bilgisayar öğretmenleri
dört yıllık lisans öğrenimi ile öğretmen olurken, diğer dal (branş) öğretmenleri
yüksek lisans öğreniminden sonra öğretmen olabileceklerdir. Böyle bir durum,
mesleki dayanışmayı artırmaz, tam tersine sürtüşme yaratır. Ayrıca ortaöğretimde
kimi dal öğretmenleri, yüksek lisanslı olurken, bu öğretmenleri denetleyecek olan
bakanlık müfettişlerinin yalnızca lisansı (hatta kimilerinin bu dereceleri bile
bulunmamaktadır) olacaktır. O zaman öğretmen mi müfettişe, müfettiş mi öğretmene
rehberlik edecektir ?
Eğitimde Uzmanlık
12 Eylül 1980 askerî yönetimi, eğitimde uzmanlık konusunda çok ileri bir atılım
yapmıştır. 1926 tarih ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile Talim ve
Terbiye Kurulunun kurulmasından sonra, ilk kez 1982 yılında toplanan XI. Milli
Eğitim Şûrası'nda eğitimde uzmanlık konusu tartışılmış ve on alanda 40.000
dolayında eğitim uzmanına gereksinme olduğu tespit edilmiştir. Eğitimde uzmanlık
alanları şunlardır:
XI. Milli Eğitim Şûrası'nı izleyen 2-3 yıl, MEB her öğretmen ilanı ile 100 de
eğitim uzmanı ilan ediyor ve çalıştırıyordu.
12 Eylül ürünü YÖK, 4.11.1997 tarihli kararı ile Psikolojik Danışma ve Rehberlik
dışında kalan tüm eğitim bilimleri uzmanlık alanlarındaki lisans programlarını
kapatmıştır. Bu arada 70 yıldır ilköğretim müfettişi yetiştiren Gazi Eğitim
Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Denetimi lisans programı da kapatılmıştır.
Bu durumda kim ilköğretim müfettişi olacaktır? Milli Eğitim Bakanlığı bu soruna da
çözüm bulmuş: İlahiyat Fakültesi, Açıköğretim vb. kurum mezunlarını topluyor, Gazi
ve Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültelerinde bir yaz tatilinde 2+2 ya da 3+1
biçiminde hızlandırılmış eğitim ile ilköğretim müfettişi yapıveriyor. Bu
müfettişlerden kimisi "türbanlı" oluyor. O zaman türbanlı öğretmen konusunda nasıl
soruşturma yapabilir?
Eğitim Yönetmeni. Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin
Atama ve Yer Değiştirmelerine İlişkin Yönetmelik'e göre, eğitim yöneticisinin
eğitim yönetimi öğrenimi görmesi özel koşuldur (70). Ama bu alanda lisans diploması
veren tüm programlar YÖK'ün 4.11.1997 tarihli kararı ile kapatılmıştır.
1998 Yönetici Seçme Sınavına 30.871 aday girmiş, bunlardan 1556'sı başarılı
görülmüştür. Ancak, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi
ve Planlaması Bölümü (EYP) mezunu 60 adayın bu sınava girmesine MEB gerek
duymamıştır. Oysa Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü de YÖK'ün lisans programını
kapattığı bölümlerden biridir.
Eğitimde uzman yetiştiren bölümlerin lisans programları kapatılınca ne oluyor? MEB,
1998 yılında yaptığı gibi kütüphanecilik, kuaförlük, liman işletmeciliği vb.
alanlarda öğrenim görmüş öğretmenleri yöneticilik sınavına alıyor, başaranları
eğitim yönetimi alanında hiç öğretim üyesi olmayan ya da bir yardımcı doçenti
bulunan eğitim fakültelerine gönderiyor. Orada 15-20 günde hizmet öncesi eğitimle
yönetici yetiştirmiş oluyor. Dört yıllık bir lisans programı yerine 15-20 günlük
yetersiz bir eğitimle yönetici yetiştiriliyor denilirse, buna kargalar bile güler.
Öte yandan eğitim planlaması uzmanlığı teknik bir iş, bu hizmet kime gördürülecek?
Bu hizmeti; bugün olduğu gibi "alaylılar" mı, "mektepliler" mi yapacak? Kamu
yöneticilerinin okulu olduğu gibi, eğitim yöneticilerinin, eğitim plancılarının da
okulu vardır. Ancak bürokrasisinin en tepesindekiler bile "alaylı" olunca, diğer
yöneticilerin "okullu" olması beklenebilir mi?
15.6.1989 tarih ve 3580 sayılı yasa ile öğretmen ve eğitim uzmanlığı programlarını
ilk beş sırada tercih eden üniversite öğrencilerine burs verilmesi öngörülmüştür.
Ama eğitim uzmanlığı programları YÖK'ce kapatılmıştır.
MEB valiliklere gönderdiği 15.4.1998 tarihli bir genelge ile okul müdürü
atanacaklarda eğitim yönetimi lisans ya da lisansüstü eğitim görmüş olma koşulunu
getirmiştir. Yine MEB, YÖK Başkanlığına gönderdiği 14.5.1998 tarihli bir yazı ile
eğitim yönetiminin hangi yükseköğretim kurumlarında öğretildiğinin bildirilmesini
istemiştir.
Bu örnekler, MEB ile YÖK arasındaki eşgüdümün düzeyini çok güzel açıklamaktadır.
Öğretmen Yetiştirmede Nitelik Bunalımı
Öğretmen yetiştiren kurumlar YÖK'e devredilmeden önce (1982), en çalışkan ve
yetenekli adaylar bu mesleği seçiyorlardı. Çoğu da parasız yatılı ya da burslu
olarak öğrenim görüyorlardı. Altı yıl öğretmen okulunun üstüne 2-3 yıl eğitim
enstitüsü ya da dört yıl yüksek öğretmen okulunda toplam 8-10 yıllık öğretmenlik
eğitimiyle, adaylar; öğretmenlik bilgisi ve davranışı, öz alarak "öğretmenlik ruhu"
kazanıyorlardı. Böylece öğretmenlik mesleğine küçük yaşta gönül verme, daha açık
deyişle psikolojik hazırlık ve geniş tabandan seçme olanağı sağlanıyordu. Bu model,
özellikle yüksek öğretmen okulu başarılı olmuştur. Bunun nedenlerini Kırbıyık şöyle
açıklamıştır (71):
Öğrencilerin seçkin olmaları, ikincisi mesleklerini sevmeleri ve uzun bir hazırlık
dönemi geçirmiş olmalarıdır. Başka bir unsur, öğretmen olacak öğrencilerin alan
derslerini üniversitelerin ilgili bölümlerinde okumaları ve mesleğe hazırlık olan
pedagojik formasyon derslerini ise ilgili eğitim kurumlarından almış olmalarıdır.
Sonuç olarak; iyi öğretmen yetiştirebilmek için zeki, çalışkan ve yüksek puanlı
öğrenciler cezbedilmeli; öğrenci üniversiteye girerken öğretmen olacağını bilmeli
ve belli bir hazırlık dönemi geçirmeli,..."
Önce Köy Enstitüleri, sonra ilköğretmen okulları, 1982 yılında da eğitim
enstitüleri ve yüksek öğretmen okulları kapatılmıştır. Bunların yerine, yeterli
sayı ve nitelikte öğretim üyesi bulunmayan, bu amaçla donatılmamış ve öğretmen
yetiştirme deneyim ve birikimi olmayan üniversitelerde eğitim fakülteleri
açılmıştır. "Herkes öğretmen olur" anlayışının temel alındığı üniversiteler,
öğretmen yetiştirmeyi çok basite indirgemişler, dolayısıyla öğretmen olmayan
yüzbinlerce öğretmen yetiştirilmiştir.
Eğitim fakültelerinde çalışkan ama yoksul gençlere burs verilerek yeterince
desteklenmediği için öğretmenlik mesleği; üniversiteye giriş sıralamasında
gençlerin en son tercihleri arasında yer almıştır.
Çizelge 19'a göre 1986 yılında Eğitim Yüksekokullarına yerleşen öğrencilerin yüzde
82'si 10.-24. sırada ilkokul öğretmenliğini tercih etmişlerdir. 1.-9. sırada tercih
edenlerin oranı yalnızca yüzde 18'dir.
ÇİZELGE 19
1986 YILI ÖĞRENCİ SEÇME VE YERLEŞTİRME SINAVINA GÖRE EĞİTİM
YÜKSEKOKULLARINA
YERLEŞEN ADAYLARIN TERCİH DAĞILIMLARI
Aydoğan Ataünal, "Yükseköğretim Kurulunun İlkokul Öğretmeni Yetiştirmeye İlişkin
Projeksiyonu", Çağdaş Eğitim s. 23, Sayı: 127, Kasım Ankara 1987).
Genelde öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri, adayların son sıralardaki
tercihleri arasındadır. Bununla birlikte, belki 15.06.1989 tarih ve 3580 sayılı
yasa ile, öğretmen yetiştiren fakülteleri ilk sıralarda tercih edenlere MEB'nca
projelerde yine bu alanda hiç eğitim görmemiş çoğu Amerikalı yabancı uzmanlara ayda
onbinlerce dolar ödemektedir. Bu bağlamda 1992 yılında uygulamaya konulan ve
Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi'nce (EARGED) yürütülen "Milli Eğitimi
Geliştirme Projesi'nde", ayda 10.000 dolar ücretle onlarca Amerikalı uzman
görevlendirilmiştir. Elde edilen sonuç ortadadır: Dağ fare doğurdu! Bu uzmanlar
arasında bir Amerikalı gazeteci sözde yabancı uzman olarak "Müfredat Laboratuvar
Okulları'nı" geliştirdi, hatta aynı uzman (?) daha sonra YÖK'çe yürütülen Öğretmen
Yetiştirme Projesinde de görevlendirildi; sanki Amerikalı gazeteci, eğitim
bilimlerinin her alanında uzman! Bir Amerikalı sosyal antropolog Araştırma-Planlama
ve Koordinasyon Kurulu'nda görev almış, ama Türk eğitim planı hiçbir şey
kazanmamıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı'nca TBMM'ne sunulan 1998 yılı bütçe raporunda, İl Eğitim Ana
Planları hazırlanması öngörülmüştür: "İstanbul İli Eğitim Ana Planı 1998 yılı
içinde öncelikli olarak hazırlanacaktır. Bunu Ankara, İzmir ve Adana illeri Eğitim
Ana Planları izleyecek ve 80 ilin plan hazırlıkları en geç 1999 yılında tamamlanmış
olacaktır. Bu amaçla ön hazırlık çalışmalarına başlanmıştır".
"İl eğitim planlarının başarılı olarak hazırlanması ve uygulanması için eğitim
planlaması alanında yetişmiş uzman personelden yararlanılacaktır. Bu amaçla
hizmetiçi eğitim kursları düzenlenecektir".
Eğitim planlaması uzmanlığı, teknik bir alandır. Bu alanda yetişmiş uzman personeli
istihdam edip, bu işleri gördürecek yerde, Milli Eğitim Bakanlığı "milli eğitim
hizmetinde asıl olan öğretmenliktir" ilkesini uygularsa sonuç bugünkü gibi olur:
1991 yılında öğretmen adayının fazla olması nedeniyle "yeterlik sınavı" yapılırken,
birkaç yıl sonra "herkes öğretmen" olur anlayışı genel kabul görür. Çünkü her tür
ve düzey öğretim için geleceğe yönelik öğretmen gereksinmesi projeksiyonu ne Milli
Eğitim Bakanlığı, ne de YÖK tarafından yapılmıştır. Bunun sonucu olarak 1997
yılında yüzdoksan bin öğretmen açığı olur.
1926 tarih ve 789 sayılı yasa ile "Talim ve Terbiye Kurulu" kurulmuştur. Talim ve
Terbiye Kurulu'nun kuruluş gerekçesi, Atatürk'ün eğitim ilkelerinden bilimselliğe
dayandırılmıştır.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ulusal eğitim politikamızın oluşturulmasında
bilimsellik çok öncelikli ve önemlidir. Dolayısıyla oluşturulan eğitim
politikasının mimarları da eğitim uzmanlarıdır. 72 yıl önce bu denli önemli görülen
eğitim uzmanlığı, bugün bilenin bilmeyenin yapabileceği bir uğraş gibi görülmekte,
halen Milli Eğitim Bakanlığı'nda uzman kadrosunda çalışan işgörenler içinde, eğitim
bilimlerinin değişik alanlarında uzmanlık diplomasına sahip olanlar bir elin
parmaklarını geçmemektedir.
22.3.1926 tarihli Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile köylülerin eğitimine yönelik
çalışmaların ilk harcı konulmuştur. Biri Denizli, diğeri Kayseri'de olmak üzere iki
Köy Muallim Mektebi açılmıştır. Bu karar, Atatürk'ün şu direktifleri üzerine
alınmıştır:
Yedi asırdan beri cihanın dört köşesine sevk ederek kanlarını akıttığımız,
kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini
elllerinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tahkir, terzil ile
mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlıklarına, ihsanlarına karşı nankörlük ve
cebbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asil sahibin huzurunda bugün
ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım.
Köylüyü eğitmeye yönelik çalışmalar Mustafa Necati'nin bakan olması ile hız
kazanmış, Dr.Reşit Galip ile sürmüş, Hasan Ali Yücel ile doruk noktasına
ulaşmıştır.
Genel olarak Cumhuriyet hükümetleri; her yurttaşın zorunlu ilköğrenim görmesini,
yasal bir zorunluluk olarak görmüşlerdir. 1946 yılına kadar olan dönemde hükümetler
eğitim politikalarında önceliği köye yönelik eğitime vermişlerdir. Bu politikayı
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati 1926 yılında şöyle dile getirmiştir:
Türkiye Cumhuriyeti, her köyde bir öğretmen bulunduracaktır. Bu yolda büyük
aşamalar yapılacağına inanılmalıdır. Günün birinde bir Maarif vekili çıkar da,
Türkiye'nin her köyünde öğretmen var, her köyde tedrisatın yapılması için bütün
imkanlar tamamdır derse, mektep çağındaki bütün çocuklar mecburi öğrenim
görebiliyorlarsa, o zaman Cumhuriyetin çizdiği hedeflere varılmıştır. Gerçek
mutluluk da budur. Bunun gerçekleşeceğine inanmaktayız. Çünkü Türk köylüsü o kadar
dirilmiştir ki, onun okumak isteyen çocuklarını okutmaktan hiçbir hükümet
kaçınmayacaktır.
Bu arada Cumhuriyet döneminin ilk çağdaş dal (branş) öğretmenlerini yetiştirmek
üzere 1926-1927 öğretim yılında Konya'da "Orta Muallim Mektebi" açılmıştır. Bir yıl
sonra Ankara'ya taşınan bu okul, "Gazi Ortaöğretmen Okulu ve Terbiye Enstitüsü"
adını almış ve 71 yılda onbinlerce öğretmen, eğitimci ve eğitim yöneticisi
yetiştirmiştir. Ancak 70 yıl ilköğretim müfettişi yetiştiren Gazi Eğitim
Fakültesi'nin Eğitim Yönetimi ve Denetimi (eski adı Pedagoji Bölümü) programı; YÖK
Yürütme Kurulu'nun 4.11.1997 tarihli kararı ile kapatılmıştır.
3 Kasım 1928 tarihinde yürürlüğe giren yasa ile yeni Türk alfabesi kabul
edilmiştir. Bundan bir yıl kadar önce, 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında
Türkiye'nin nüfusu 13.6 milyondur. Bu nüfusun yalnızca yüzde 10'u okur-yazardır.
Bunlar da kentlerde oturmaktadır. Bunların tümüne yakını erkeklerdir; kadınlar
arasında okur-yazar hemen hemen yok düzeyindedir. Bu nedenle yeni Türk abece'si
kabul edildikten sonra tüm yurtta okuma-yazma seferberliği başlatılmıştır. Bu
bağlamda Gazi Mustafa Kemal şöyle demiştir:
Yurttaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz, tüm ulusa, köylüye, çobana,
hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve ulusseverlik görevi biliniz. Bu
görevi yaparken düşününüz ki, bir toplumun yüzde 10'u bile okuma-yazma bilmiyor, bu
ayıptır, bundan insan olanların utanması gerekir.
Halka yeni harflerle okuma-yazmayı öğretmek için "Ulus Okulları" (Millet
Mektepleri) Halk Okuma Odaları, Halkodaları, Halkevleri açılmıştır. Tüm bu
girişimler bu alandaki gereksinmeyi karşılayamamıştır. Çünkü nüfusun ezici
çoğunluğu (yüzde 80'den fazlası) köylerde yaşıyordu. Oysa halkı okur-yazar kılmak
için açılan bu kurumların çoğu kentlerde ve beldelerde bulunuyordu. Öyleyse köylüyü
okutmak için daha köklü önlemler alınması zorunluydu.
Varolan şehir öğretmen okulu mezunu öğretmenler, kentlere yetmiyordu. Bunlardan
köyde görevlendirilenler, kısa süre sonra kente geri dönüyordu. Çünkü köy yaşam
koşulları için yetiştirilmemişlerdi.
Önce 11.6.1937 tarih ve 3238 sayılı yasa ile, Eğitmen Kursları açıldı. Bu kurslara
askerken çavuş, onbaşı olmuş köylü gençleri alındı. Altı ay süreli bu kursların
amacı, öğretmeni olmayan ve nüfusu 400'den küçük köy okullarının ilk üç sınıfına
öğretmen yetiştirmekti (67). Türk köylüsünün okuması-yazması için ilk ve önemli
bir adım olan "eğitmen hareketi" geçici bir çözümdü. Türkiye'nin özel koşul ve
gereksinmelerinden doğmuş eğitmen modeli, bugün 190 bin öğretmen açığını kapatmak
için kullanılamaz mı? Altı ay ya da bir yıl öğretim yöntemleri ve temel bilgiler
öğrenimi görmüş lise, özellikle Anadolu Öğretmen Lisesi mezunu gençler; alanla uzak
yakın hiçbir ilgisi bulunmayan ziraat, inşaat, orman-endüstri mühendisleriyle, dış
ticaret-turizm, muhasebe-finansman, ekonometri, kamu yönetimi, iktisat, işletme,
maliye, uluslararası ilişkiler, pazarlama vb. alan mezunlarından daha yararlı olmaz
mı?
1937 yılında Milli Eğitim ve Ziraat bakanlıkları ortaklaşa biri İzmir-Kızılçullu,
diğeri Eskişehir-Mahmudiye'de iki köy öğretmen okulu açmışlardır. Aynı yıl anılan
okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiştir. 11.6.1937 tarih ve 3228 sayılı
Köy Eğitmenleri Kanunu kabul edilmiştir.
Bununla birlikte köye öğretmen yetiştirmede en önemli atılım 17.4.1940 tarihinde
"bozkır yeşerten" Köy Enstitülerinin kurulmasıdır. Köy Enstitüleri iç politika
malzemesi yapılarak, haksız yere istismar edilerek zamansız kapatılmış, daha açık
bir deyişle 1954 yılında "İlköğretmen Okulu" adı altında öğretmen okullarıyla
birleştirilmiştir.
Öğretmenlik Mesleğine Meslekten Olmayanların
Atanması
27 Mayıs 1960'dan sonra lise ve dengi okul mezunlarından yedek subay olma hakları
alınıp, 11.10.1960 tarihine kadar anılan okulları bitirenlere "yedeksubay
öğretmenlik" hakkı verilmiştir. 1963 yılında kabul edilen bir yasa ile, bunlardan
isteyenlerin sürekli öğretmenlik kadrolarına atanabilecekleri benimsenmiştir.
Böylece Cumhuriyet tarihinde ilk kez meslek dışından insanların öğretmen olmaları
yolu açılmıştır. Dolayısıyla marangoz, demirci, muhasebeci, tesviyeci vb. meslek
mensupları kitle halinde ilkokul öğretmeni olarak atanmışlardır.
1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile, ilkokul öğretmeni
açığının kapatılabilmesi için ortaokul ve dengi okul mezunlarından 18 yaşını
tamamlayanların ilkokullara vekil öğretmen atanabileceği kabul edilmiştir.
1970-1971 öğretim yılına değin öğrenim süresi üç yıl olan ilköğretmen okulları, bu
yıldan itibaren dört yıla çıkarılmıştır. 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim
Temel Kanunu ile, öğretmenlik "özel bir ihtisas mesleği" olarak kabul edilmiş ve
tüm öğretmenlerin yükseköğrenim görmeleri benimsenmiştir. Bu nedenle 1974-1975
öğretim yılında ilköğretmen okullarının çoğu, ilkokul öğretmeni yetiştirmek için
iki yıllık eğitim enstitüsüne dönüştürülmüş, diğer öğretmen okullarına da "Öğretmen
Lisesi" denilmiştir. 1976 yılında iki yıllık eğitim enstitüsü sayısı 50'yi
bulmuştur.
1973-1974 öğretim yılında Mektupla Yükseköğretim için belirlenen 60.500
kontenjandan 46 bin öğrenci, öğretmen yetiştiren programlara alınmıştır. Öte yandan
1975-1976 yıllarında yükseköğretim kurumlarındaki siyasal olaylar nedeniyle
öğrenimleri engellenen öğrenciler 1977-1979 yıllarında "hızlandırılmış
programlarla", normal koşullarda 3-4 yılda yetiştirilen sınıf öğretmenleri ve dal
öğretmenleri 2,5-3 ayda yetiştirilmiştir. Böylece 35 bin kadar hiçbir branş bilgisi
olmayan branş öğretmeni yetiştirilmiştir. Bunlardan 5 bin kadarının diploması 12
Eylül 1980'den sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nca iptal edilmiştir.
1980 Sonrası Öğretmen ve Diğer Eğitim Personeli
Yetiştirme
1982 tarihli 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ilkokul öğretmeni yetiştiren
iki yıllık Eğitim Enstitülerinden 17'si Eğitim Yüksekokuluna, diğer Eğitim
Enstitüleri de Eğitim Fakültesine dönüştürülerek üniversitelere bağlanmıştır. Daha
sonra Eğitim Yüksekokullarının, öğrenim süresi de dört yıla çıkarılarak Eğitim
Fakültesine dönüştürülmüş, ilkokul (sınıf) öğretmeni yetiştirilen bölümler bu
fakültelerin akademik birimine dönüştürülmüştür. Ancak son 5-6 yıldır "herkes
öğretmen olur" ilkesi benimsendiği için, öğretmenlik sertifikasına sahip olup
olmadığına bakılmaksızın; açıköğretimin de içinde olduğu yükseköğrenim görmüş
herkes sınıf öğretmeni olarak atanmıştır.
1981 yılında YÖK kurulmadan önce, özellikle ortaöğretimde branş öğretmenleri
sayısal olarak yetersiz olsa bile, "bilen öğretir" anlayışı geçerli idi. Özellikle
il ve ilçe merkezlerinde eczacı, doktor, kaymakam, ziraat mühendisi, veteriner
hekim, avukat vb. öğretmenlik formasyonu olduğuna bakılmaksızın ortaokulda, lisede
ek ders ücretli olarak derse giriyorlardı. Ama yine de öğretmenlik mesleği esas
alınıyordu.
YÖK'ten sonra "herkes öğretmen olur", "hiç olmazsa bir öğretmen olsun", "en son
tercih, öğretmenlik" vb. anlayışı hakim oldu. 12 Eylül askerî yönetiminden önce
"mektupla öğretmen", "hızlandırılmış eğitimle" öğretmen yetiştirerek, toplumda
öğretmenliğin saygınlığı düşürülmüştür. 12 Eylül 1980'den sonra birçok öğretmen
hangi karalamalarla 1402'lik yapıldı? Özellikle öğretmen yetiştiren Eğitim
Enstitüleri, yükseköğretmen okulları 12 Eylül öncesi belli ideolojik kadroların
"kurtarılmış bölgesi" idi. 12 Eylül sonrası Eğitim Fakültesine dönüştürülen bu
kurumlarda, bu kadrolaşma sürdürüldü. Taşra üniversitelerinin Eğitim Fakültelerine
bağlı Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları (ya da bölümleri) belli ideolojik
kadrolarla dolduruldu. Sonuçta öğretmen yetiştiren Eğitim Fakültelerinde akademik
kadrolaşma yeterliğe (liyakate) göre değil, ideolojiye göre gerçekleştirilmiştir.
Böyle oluşan akademik kadrolardan; bilgili, nitelikli, demokrat, laik, çağdaş
anlayışlı öğretmen yetiştirmesi beklenebilir mi?
Öğretmen: Hızla gelişen teknolojik olanaklara karşın, öğretmen eğitim dizgesinde
anahtar rolü oynamayı sürdürmektedir.
Her sınıfın, branş derslerinde de her dersin mutlaka bir öğretmeni bulunması
zorunludur. Öyleyse öğretmen nicel olarak özellikle nitel olarak yeterli olmalıdır.
Nitelikli eğitim; her şeyden önce nitelikli öğretmen demektir. Bugün her tür (genel
ve mesleki-teknik) ve her düzey (ilk, orta ve yüksek) eğitimde bir nitelik bunalımı
yaşanıyorsa, bu bunalımın temelinde, öğretmenlerin niteliksiz oluşu yatmaktadır.
1980 yılı sonrası öğretmen yetiştirilmesinin iyi anlaşılması için, 1980 öncesi
öğretmen yetiştirilmesi konusuna çok özlü bir biçimde değinilmesi zorunlu
görülmektedir.
c 1954 öncesi; köy ilkokullarını başarı ile tamamlamış çocuklardan yazılı ve sözlü
sınavlarda başarılı olanlar Köy Enstitülerine girerlerdi.
c Ortaokulu başarı ile bitirmiş öğrencilerden, hem yazılı hem görüşme (mülakat)
yoluyla yapılan sınavlarda başarılı görülenler, üç yıllık ilköğretmen okullarına
kabul edilirlerdi.
c İlköğretmen okullarını bitiren gençlerden yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı
olanlar, eğitim enstitülerine girerlerdi.
c Yine ilköğretmen okullarını üstün başarı ile tamamlamış gençler, yazılı ve sözlü
sınavlar sonunda yükseköğretmen okullarına girmeye hak kazanırlardı.
İlkokul, ortaokul ve lise öğretmeni yetiştiren bu kurumlarda eğitim, yoğunlukla
parasız yatılı olarak gerçekleştiriliyordu.
Altı yıl ilköğretmen okulunun üstüne 2-3 yıl eğitim enstitüsünde ya da 4 yıl
yükseköğretmen okulunda toplam 9-10 yıl boyunca genç derslerde, uygulamalarda,
toplumsal etkinliklerde; sağlam bir genel kültür ve branş bilgisi yanında,
öğretmenlik niteliği de kazanıyordu. Daha da önemlisi; tüm öğretmen adayları; yurt
sevgisi, Atatürk ve devrimlere bağlı, ulusunu seven aydın gençler olarak
yetişiyorlardı.
Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, 1942 yılında TBMM'de Köy Enstitülü
öğretmenlere şu sözlerle kefil oluyordu (68):
...Köye göndereceğimiz bu Köy Enstitüsü mezunu öğretmen, şimdi elimizde mevcut
9.000 talebenin bize verdiği intiba ile söylüyorum, istisnasız çalışkandır. Tatile
bile gitmek istemez, kendisine verilecek işi bekler ve o işi yapar; ahlâklıdır,
yalan söylemez, hırsızlık etmez, civarında bulunan kız arkadaşlarının şeref ve
haysiyetini kendi kardeşi olarak muhafaza etmek şuurunda, liyakatında ve
iktidarındadır.
...Birinci nokta köydeki öğretmen, Cumhuriyetin ve inkılâbın yayıcısı, bekçisi ve
öğreticisidir...
Gerçekten de Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerden Cumhuriyet düşmanı, şeriata
özlem duyan bir tek kişi olduğu görülmemiştir, duyulmamıştır.
1980 Sonrası
12 Eylül askerî yönetimince 1983 yılında 1739 sayılı yasanın yükseköğretime geçişi
düzenleyen 31. maddesini değiştirerek, Cumhuriyet tarihinde ilk kez imam adayı
olarak yetişenlerin de öğretmen olması kabul edilmiştir.
Bir araştırmaya göre, 1997 ÖYS sonuçları esas alındığında Türkçe/Türk Dili ve
Edebiyatı öğretmeni yetiştiren yükseköğretim programlarına yerleşen öğrencilerin %
62.48'ini lise, yüzde 19.0'unu imam-hatip lisesi mezunları oluşturmakta, onu üçüncü
sırada yüzde 5.75 ile öğretmen lisesi mezunları izlemektedir.
Felsefe grubu öğretmeni yetiştiren programlara yerleşenlerin yüzde 77.72'si lise,
yüzde 10.04'si imam-hatip, yüzde 4.19'u endüstri meslek lisesi mezunudur.
Aynı oranlar Tarih/Milli Tarih öğretmeni yetiştiren programlar için sırasıyla lise
yüzde 63.42, imam-hatip lisesi yüzde 19.01, öğretmen lisesi yüzde 4.77'dir.
Coğrafya/Milli Coğrafya için aynı yüzdeler sırasıyla şöyledir: Lise 63.41, imam-
hatip lisesi 15,02, öğretmen lisesi 6.86. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği
(bu branşta lise 17.64, imam-hatip lisesi 77.29, sağlık meslek lisesi 2.02'dir)
hariç öteki branş öğretmenliklerinde oranlar aşağı yukarı aynıdır (69).
Bu yüzdelerin doğru yorumlanması gerekir. Çünkü her yıl lisenin 500.000 mezun
vermesine karşın, imam-hatip lisesi mezun sayısı kırk-elli bini geçmemektedir. Yine
aynı araştırmaya göre 1997 yılında öğretmen yetiştiren tüm dallara (branşlara)
(Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı, felsefe grubu, tarih/milli tarih, coğrafya/milli
coğrafya, sosyal bilgiler, matematik, fizik, kimya, biyoloji, fen bilgisi,
İngilizce, Fransızca, Almanca, din kültürü ve ahlak bilgisi) yerleşenlerin yüzde
27.72'si lise, yüzde 55.13'ü imam-hatip, yüzde 17.15'i diğer lise mezunudur.
Öte yandan 12 Eylül 1980 öncesi öğretmen yetiştiren eğitim enstitüleri,
yükseköğretmen okulları üniversite olmak istiyorlardı. Bu, belki de o zamanki
üniversitenin siyasal iktidara karşı özerk olmasına, bu nedenle üniversitenin
toplumdaki saygınlığına bir özenti idi. Sonunda 12 Eylül askerî yönetimi bunu da
gerçekleştirdi.
1982 yılında kabul edilen 41 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname ile tüm yükseköğretim kurumları, bu arada öğretmen
yetiştiren kurumlar YÖK çatısı altında toplanan üniversitelere bağlanmıştır.
Tüm okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim öğretmenlerinin üniversitede
yetiştirilmesine, hemen hemen tüm eğitimci çevreler çok sıcak bakmışlardı,
sevinmişlerdi. Ancak kısa sürede üniversitelerin öğretmen yetiştirmeye hazırlıklı
olmadıkları, başta bu alanda yetişmiş yeterli sayıda ve nitelikte öğretim elemanı
vb. yönden bir alt yapısı bulunmadığı anlaşılmıştır. Öğretmen yetiştiren eğitim
kurumlarını YÖK'e devretmekten pişmanlık duyan MEB, altı yıl geçmeden 1988 yılında
toplanan XII. Milli Eğitim Şurası'nda, bu kurumların yeniden MEB'na devri konusunda
karar alınmasına karşın, kuşkusuz Doğramacı faktörü nedeniyle bu kararın
uygulanması mümkün olmamıştır.
Bilindiği gibi 12 Eylül 1980 öncesi MEB'na bağlı öğretmen yetiştiren eğitim
kurumları çoğuna "Türk-İslâm" sentezcilerin "kurtarılmış bölgesi" idi. askerî
yönetim; her şeye karşın bu kurumlarda kalabilmiş az sayıdaki demokrat öğretmenleri
"solcu" çamuru atarak 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uyarınca görevden almıştır.
12 Eylül 1980 öncesi "Kurtarılmış Bölge", olan öğretmen yetiştiren eğitim kurumları
bir yana 1960, hatta 1970'lerin ilk yarısındaki ilköğretmen okulları, eğitim
enstitüleri ve yükseköğretmen okullarında, bugünkü birçok eğitim fakültesinden daha
nitelikli, "öğretmenlik ruhu" bugünkülerden kat kat üstün öğretmen
yetiştiriliyordu. Çünkü sözü edilen kurumlarda öğretmen yetiştirmede deneyim
kazanmış çok değerli öğretmenler hizmet veriyordu.
YÖK Yürütme Kurulu, 4 Kasım 1997 tarihinde; üniversitelere, özellikle eğitim
fakültelerine sormadan, "eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırması" konusunda
karar vermiştir. YÖK üniversitelere, eğitim fakültelerine sormadı demek yanlış
olur. YÖK sormadı değil, sordu, hatta birçok rektörü ve dekanı A.B.D. ve
İngiltere'ye götürüp gezdirdi, turistik otellerde ağırladı. Döndüklerinde bu
kişiler, YÖK'ün bu eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılmasını, üniversite
senatolarının, fakülte kurullarının görüşünü sormaya bile gerek duymadan
benimsediler. Aslında YÖK'ün atadığı rektör ve dekanların, YÖK'ün görüşüne ters bir
görüş bildirmeleri olası mı? Bugünkü YÖK yapısı içinde, rektörler ve dekanlar
üniversiteyi/fakülteyi ne ölçüde temsil etmektedirler?
Eğitim Fakültelerinin Yeniden Yapılandırılması
Nedir?
YÖK Yürütme Kurulu, Eğitim Fakültelerinin Yeniden Yapılandırılması konusunda aldığı
4.11.1997 tarihli karar ile "sözde", öğretmenlerin daha nitelikli yetişmelerini
amaçlamaktadır. 1998-1999 öğretim yılında uygulamaya başlanan bu karara göre
bundan böyle öğretmenler şöyle yetiştirilecektir:
Bu öğretmenlik programlarından ilköğretim, Türkçe, yabancı diller, güzel sanatlar,
özel eğitim, bilgisayar ve öğretim teknolojileri bölümlerinde yetiştirilecek
öğretmen adayları dört yıl öğrenim göreceklerdir. Bu alanlara ilişkin öğretmenlik
sertifikaları da bu dört yıllık lisans öğrenimi ile bütünleştirilmiştir.
Buna karşılık tüm ortaöğretim öğretmenliği programları, 3.5+1.5 ya da 4+1.5 yıl
olarak gerçekleştirilecektir. Daha açık bir deyişle fen ve edebiyat fakültelerinde
dört yıllık lisans öğrenimini tamamlayanlar, öğretmen olmak isterlerse eğitim (ya
da eğitim bilimleri) fakültelerinde daha doğrusu bu fakültelerin bulunduğu
üniversitelerde kurulmuş ya da kurulacak eğitim bilimleri enstitülerinde öğretim
yöntemleri yoğunluklu tezsiz yüksek lisans yaparak öğretmen adayı olabileceklerdir.
Tezsiz yüksek lisansın süresi üç yarı yıldır. Fen fakültesi fizik ya da edebiyat
fakültesi tarih bölümü mezunu, eğitimden tezsiz yüksek lisans yapabilmesi için önce
bir yıl süreli bilimsel hazırlık programına alınabilir. Ayrıca bu öğrenci tezsiz
yüksek lisans öğrenimi süresince her yarı yıl bir dersi tekrarlamak durumunda
kalsa, bu programın süresi altı yarı yıla çıkar. Bu durumda bir öğrenci dört yıllık
lisans öğreniminden sonra, dört yıl da tezsiz yüksek lisans için öğrenim
görecektir. Böylece mühendis olmak için dört, doktor olmak için altı yıl öğrenim
yeterli iken, ortaöğretim öğretmeni olmak için sekiz yıllık bir yükseköğrenim
gerekebilecektir. Buna ne Türkiye'nin bütçesi ne de aile bütçesi yeter. O zaman,
öğretmene verilen ücret artmadığına göre, öğretmen adaylarının niteliği,
bugünkülerin de çok altına düşebilir, çünkü adaylar dal öğretmenliğini seçmek
istemezler.
Öte yandan aynı lisede çalışan resim, müzik, beden eğitimi, bilgisayar öğretmenleri
dört yıllık lisans öğrenimi ile öğretmen olurken, diğer dal (branş) öğretmenleri
yüksek lisans öğreniminden sonra öğretmen olabileceklerdir. Böyle bir durum,
mesleki dayanışmayı artırmaz, tam tersine sürtüşme yaratır. Ayrıca ortaöğretimde
kimi dal öğretmenleri, yüksek lisanslı olurken, bu öğretmenleri denetleyecek olan
bakanlık müfettişlerinin yalnızca lisansı (hatta kimilerinin bu dereceleri bile
bulunmamaktadır) olacaktır. O zaman öğretmen mi müfettişe, müfettiş mi öğretmene
rehberlik edecektir ?
Eğitimde Uzmanlık
12 Eylül 1980 askerî yönetimi, eğitimde uzmanlık konusunda çok ileri bir atılım
yapmıştır. 1926 tarih ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile Talim ve
Terbiye Kurulunun kurulmasından sonra, ilk kez 1982 yılında toplanan XI. Milli
Eğitim Şûrası'nda eğitimde uzmanlık konusu tartışılmış ve on alanda 40.000
dolayında eğitim uzmanına gereksinme olduğu tespit edilmiştir. Eğitimde uzmanlık
alanları şunlardır:
XI. Milli Eğitim Şûrası'nı izleyen 2-3 yıl, MEB her öğretmen ilanı ile 100 de
eğitim uzmanı ilan ediyor ve çalıştırıyordu.
12 Eylül ürünü YÖK, 4.11.1997 tarihli kararı ile Psikolojik Danışma ve Rehberlik
dışında kalan tüm eğitim bilimleri uzmanlık alanlarındaki lisans programlarını
kapatmıştır. Bu arada 70 yıldır ilköğretim müfettişi yetiştiren Gazi Eğitim
Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Denetimi lisans programı da kapatılmıştır.
Bu durumda kim ilköğretim müfettişi olacaktır? Milli Eğitim Bakanlığı bu soruna da
çözüm bulmuş: İlahiyat Fakültesi, Açıköğretim vb. kurum mezunlarını topluyor, Gazi
ve Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültelerinde bir yaz tatilinde 2+2 ya da 3+1
biçiminde hızlandırılmış eğitim ile ilköğretim müfettişi yapıveriyor. Bu
müfettişlerden kimisi "türbanlı" oluyor. O zaman türbanlı öğretmen konusunda nasıl
soruşturma yapabilir?
Eğitim Yönetmeni. Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin
Atama ve Yer Değiştirmelerine İlişkin Yönetmelik'e göre, eğitim yöneticisinin
eğitim yönetimi öğrenimi görmesi özel koşuldur (70). Ama bu alanda lisans diploması
veren tüm programlar YÖK'ün 4.11.1997 tarihli kararı ile kapatılmıştır.
1998 Yönetici Seçme Sınavına 30.871 aday girmiş, bunlardan 1556'sı başarılı
görülmüştür. Ancak, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi
ve Planlaması Bölümü (EYP) mezunu 60 adayın bu sınava girmesine MEB gerek
duymamıştır. Oysa Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü de YÖK'ün lisans programını
kapattığı bölümlerden biridir.
Eğitimde uzman yetiştiren bölümlerin lisans programları kapatılınca ne oluyor? MEB,
1998 yılında yaptığı gibi kütüphanecilik, kuaförlük, liman işletmeciliği vb.
alanlarda öğrenim görmüş öğretmenleri yöneticilik sınavına alıyor, başaranları
eğitim yönetimi alanında hiç öğretim üyesi olmayan ya da bir yardımcı doçenti
bulunan eğitim fakültelerine gönderiyor. Orada 15-20 günde hizmet öncesi eğitimle
yönetici yetiştirmiş oluyor. Dört yıllık bir lisans programı yerine 15-20 günlük
yetersiz bir eğitimle yönetici yetiştiriliyor denilirse, buna kargalar bile güler.
Öte yandan eğitim planlaması uzmanlığı teknik bir iş, bu hizmet kime gördürülecek?
Bu hizmeti; bugün olduğu gibi "alaylılar" mı, "mektepliler" mi yapacak? Kamu
yöneticilerinin okulu olduğu gibi, eğitim yöneticilerinin, eğitim plancılarının da
okulu vardır. Ancak bürokrasisinin en tepesindekiler bile "alaylı" olunca, diğer
yöneticilerin "okullu" olması beklenebilir mi?
15.6.1989 tarih ve 3580 sayılı yasa ile öğretmen ve eğitim uzmanlığı programlarını
ilk beş sırada tercih eden üniversite öğrencilerine burs verilmesi öngörülmüştür.
Ama eğitim uzmanlığı programları YÖK'ce kapatılmıştır.
MEB valiliklere gönderdiği 15.4.1998 tarihli bir genelge ile okul müdürü
atanacaklarda eğitim yönetimi lisans ya da lisansüstü eğitim görmüş olma koşulunu
getirmiştir. Yine MEB, YÖK Başkanlığına gönderdiği 14.5.1998 tarihli bir yazı ile
eğitim yönetiminin hangi yükseköğretim kurumlarında öğretildiğinin bildirilmesini
istemiştir.
Bu örnekler, MEB ile YÖK arasındaki eşgüdümün düzeyini çok güzel açıklamaktadır.
Öğretmen Yetiştirmede Nitelik Bunalımı
Öğretmen yetiştiren kurumlar YÖK'e devredilmeden önce (1982), en çalışkan ve
yetenekli adaylar bu mesleği seçiyorlardı. Çoğu da parasız yatılı ya da burslu
olarak öğrenim görüyorlardı. Altı yıl öğretmen okulunun üstüne 2-3 yıl eğitim
enstitüsü ya da dört yıl yüksek öğretmen okulunda toplam 8-10 yıllık öğretmenlik
eğitimiyle, adaylar; öğretmenlik bilgisi ve davranışı, öz alarak "öğretmenlik ruhu"
kazanıyorlardı. Böylece öğretmenlik mesleğine küçük yaşta gönül verme, daha açık
deyişle psikolojik hazırlık ve geniş tabandan seçme olanağı sağlanıyordu. Bu model,
özellikle yüksek öğretmen okulu başarılı olmuştur. Bunun nedenlerini Kırbıyık şöyle
açıklamıştır (71):
Öğrencilerin seçkin olmaları, ikincisi mesleklerini sevmeleri ve uzun bir hazırlık
dönemi geçirmiş olmalarıdır. Başka bir unsur, öğretmen olacak öğrencilerin alan
derslerini üniversitelerin ilgili bölümlerinde okumaları ve mesleğe hazırlık olan
pedagojik formasyon derslerini ise ilgili eğitim kurumlarından almış olmalarıdır.
Sonuç olarak; iyi öğretmen yetiştirebilmek için zeki, çalışkan ve yüksek puanlı
öğrenciler cezbedilmeli; öğrenci üniversiteye girerken öğretmen olacağını bilmeli
ve belli bir hazırlık dönemi geçirmeli,..."
Önce Köy Enstitüleri, sonra ilköğretmen okulları, 1982 yılında da eğitim
enstitüleri ve yüksek öğretmen okulları kapatılmıştır. Bunların yerine, yeterli
sayı ve nitelikte öğretim üyesi bulunmayan, bu amaçla donatılmamış ve öğretmen
yetiştirme deneyim ve birikimi olmayan üniversitelerde eğitim fakülteleri
açılmıştır. "Herkes öğretmen olur" anlayışının temel alındığı üniversiteler,
öğretmen yetiştirmeyi çok basite indirgemişler, dolayısıyla öğretmen olmayan
yüzbinlerce öğretmen yetiştirilmiştir.
Eğitim fakültelerinde çalışkan ama yoksul gençlere burs verilerek yeterince
desteklenmediği için öğretmenlik mesleği; üniversiteye giriş sıralamasında
gençlerin en son tercihleri arasında yer almıştır.
Çizelge 19'a göre 1986 yılında Eğitim Yüksekokullarına yerleşen öğrencilerin yüzde
82'si 10.-24. sırada ilkokul öğretmenliğini tercih etmişlerdir. 1.-9. sırada tercih
edenlerin oranı yalnızca yüzde 18'dir.
ÇİZELGE 19
1986 YILI ÖĞRENCİ SEÇME VE YERLEŞTİRME SINAVINA GÖRE EĞİTİM
YÜKSEKOKULLARINA
YERLEŞEN ADAYLARIN TERCİH DAĞILIMLARI
Aydoğan Ataünal, "Yükseköğretim Kurulunun İlkokul Öğretmeni Yetiştirmeye İlişkin
Projeksiyonu", Çağdaş Eğitim s. 23, Sayı: 127, Kasım Ankara 1987).
Genelde öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri, adayların son sıralardaki
tercihleri arasındadır. Bununla birlikte, belki 15.06.1989 tarih ve 3580 sayılı
yasa ile, öğretmen yetiştiren fakülteleri ilk sıralarda tercih edenlere MEB'nca
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 8
- Büleklär
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3530Unikal süzlärneñ gomumi sanı 182825.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.37.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3421Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163622.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3322Unikal süzlärneñ gomumi sanı 178822.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3443Unikal süzlärneñ gomumi sanı 145723.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.35.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3413Unikal süzlärneñ gomumi sanı 143923.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3325Unikal süzlärneñ gomumi sanı 173722.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.34.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3361Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157124.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2439Unikal süzlärneñ gomumi sanı 114226.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.36.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.