Atatürk ve İnönü - 9
Süzlärneñ gomumi sanı 2611
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1553
30.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
42.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
prensipleri yeniden öğretilecek, hükûmet ve Halk Partisi'nin sağlamlık ve
sarsılmazlığı bir kere daha onaylattırılacak. Aynı anda irticaya, özellikle
hükûmetin ilerici ve batılılaşma politikası ile savaşan dini gericiliğe ağır bir
şamar indirilecek, Menemen karışıklıkları tüm bu birbirine bağlı hedefleri
gerçekleştirmek için elverişli bir fırsat hazırladı.
Çok kişiler hükûmetin, 1925'te Kürt isyanını bastırmak için alınan çok şiddetli
önlemlere yeniden başvuracağını umuyorlardı. Fakat Menemen olayının korkunç Kürt
isyanının taşıdığı önemle hiç ilgisi yoktu; bu nedenle bir kuşkuya düşmeksizin daha
az şiddetli önlemlerle işi yönetmek mümkündü. Nitekim üç bölgede askerî rejim
kurmakla birlikte, 1925'teki Takriri Sükun Kanunu gibi bir baskı rejimi tüm ülkeye
uygulanmadı. Anlaşılıyor ki bazı nüfuzlu milletvekilleri, o kanunu hatırlayarak,
başlangıçta İstiklal Mahkemeleri'nin yeniden kurulması fikrini savunmuşlardır,
fakat İsmet Paşa'nın daha ihtiyatlı öneri ve öğütleri en sonunda ağır bastı ve
şimdi kanuna daha uygun usuller uygulanmaktadır.
Bu arada basının takındığı tavrı da birkaç kelime ile belirtmeliyim. Bütün
gazetelerin konuyu ele derhal alışları, ağız birliği etmeleri, olayı çok velveleli
ve korkunç bir şekilde yansıtmaları ve bu yayınlarında hükûmetin cumhuriyeti
kurtarmak için sert ve amansız şekilde davranması gerektiğini ima etmeleri ve tüm
bunlar gösteriyor ki basın kampanyası 1925 Kürt isyanındaki zihniyetle
yönetilmektedir. Fakat 2 Ocak'ta İsmet Paşa'nın Meclis'teki söylevinden sonra,
basında salık verilenden daha ılımlı önlemler alındı.
Halkın tersine olarak hükûmet ve ordu Menemen olayları ile çok ilgilendi. Bu
isyanın taşıdığı anlam Gazi'yi çok üzmüş, çünkü kendisi bütün ülkede halkın
hoşnutsuzluğunun elbet farkında idiyse de, hükûmetinin yaptığı reformların halk
kütlesinin ruhuna işlemediğini şimdi daha açık görüyor. Şurasını kesinlikle
kavramış olmalıdır ki, halk cumhuriyeti benimsememiştir, onun amaçlarını yanlış
anlamış ya da güvensizlikle karşılamışıtr. Pek önemi olmayan bu olayın bir sonucu
olarak şimdi, cumhuriyetçi hükûmetin amacını Türk halkının zihnine iyice
yerleştirmek için bir eğitim kampanyası açılması muhtemeldir.
Hükûmet ile halk arasında geniş bir uçurum bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ankara'dan
yöneltilen askerî bürokrasi kütlelerle bağlılık kurabilmiş değildir. Hükûmet
yukarıdan zorla kabul ettirilmektedir ve halk tabakasını oluşturan Türkler,
hükûmeti hayatın zorunlu kötülüklerinden biri olarak düşünüyorlar. Cumhuriyetin
başardığı en önemli işler olan politik, sosyal, terbiyevi ve dini reformlar halk
tarafından ancak belirli bir oranda benimsenmektedir. Bunun sonucu şudur ki, hiç
değilse pasif şekilde gerici olmayan Türkler yalnız yönetenler sınıfına mensup pek
az kişiden ibarettir; halkın büyük çoğunluğu gerici olarak kalmıştır. Gerçekten,
yalnız kanunlar çerçevesi içinde bu reformları halkın kalbine ve yaşantısına
sindirmek için hiçbir sistematik çaba gösterilmemiştir. Bu nedenle, hükûmetin
liberal prensipleri halkın gönlünde mayalandırmak konusundaki başarısızlığı
karşısında Kürt ve Menemen isyanları gibi aktif gerici davranışlarının çoğalmamış
olması çok dikkat çekici görülmektedir. Bunu ancak Türkiye'deki ortalama halk
kütlesinin yumuşak başlılığı ve duygusuz (apatik) fatalizmi ile açıklamak olasıdır.
Özetleyecek olursak, tüm ülkede yaygın ve pasif bir durumda yaşamakta olan
gericilik, İzmir bölgesinde kımıldamış ve harekete geçmiştir. Mahalli bir
karışıklık, hükûmetin dört noktada toplanabilecek isteklerini gerçekleştirmek
fırsatını sağlamıştır:
Hükûmete ve reformlarına karşı etkin bir şekilde muhalefet etmiş olan hoşnutsuzlar
ve gerici unsurları cezalandırmak, hükûmetin güç ve nüfuzunu bir kere daha
duyurmak, gençliğin cumhuriyete karşı coşkulu sevgisini harekete getirmek, batı
uygarlığı yolunda ilerleme parolasını yaymak ve bir gün gelip gerici güçler
tarafından ezilmek istemiyorsa cumhuriyetçi hükûmetin halkın zihnine yerleştirmesi
kesinlikle zorunlu olan dersleri geniş ölçüde vermek. Menemen olayının, Ankara'da
hükûmeti yönetenlere, yönettikleri halk ile olan ilişkileri ve onlara karşı
davranışları konusunda iyi bir ders etkisi yapıp yapmayacağı ilerde anlaşılacaktır.
7 ŞUBAT 1931
Dışişleri Bakanı Stimson'a:
Menemen bir olay olmaktan çok, bir belirti idi. Bu nedenle son 12 yıl içerisinde
Türk tarihinin bu görünüş ve belirtiler altında ne gibi aşamalar geçirdiğini
anlamaya çalışmak yararlı olacaktır.
Önce milliyetçiliğin her şeyden önce Yunanlılar ve Müttefiklere karşı silâhlı bir
mücadele olarak anlaşıldığı bir kahramanlık devri vardı. Bu devir 1919 Mayısında
Yunanlıların İzmir'e çıkışı ile başladı ve Lozan Antlaşmasının imzalanmasiyle 1923
yazında sona erdi. Fikir ayrılıkları, savaş tehlikesinden ötürü ve pratik amaçlarla
bir yana bırakıldı. Sultanlığın kaldırılması, politik bir davranıştan çok, kendi
kendini savunma düşüncesi ile hemen alınıvermiş bir kararın uygulanması idi.
Fakat Lozan Konferansından sonra manzara değişiyor. Cumhuriyet ilân edilmiştir.
İstanbul'da bir halife bulundurmaya devam etmek politik bir olanaksızlık durumuna
gelmiştir. Bu nedenle kendisi o makamdan atılıyor, medreseler kapatılıyor. Köklü
bir reform yapmak gereği açık duruma geliyor, fakat bu amaca en uygun hükûmet şekli
henüz bulunamıyor. 1924 yılında Halife yurttan ayrılıyor. Aslında bir muhafazakar
parti olan Terakki Fırkası 1924 Ekiminde kuruluyor. Bunu üç ay süren Fethi Bey'in
Bakanlığı sırasındaki kararsızlık devresi izliyor.
1925'de Fethi Bey'in düşmesi, Takriri Sükûn Kanunu'nun çıkması ve İstiklâl
Mahkemelerinin kurulması, diktatörlük lehinde bilinçli bir kararı temsil
etmektedir. Aynı anda o güne dek geri plânda bırakılmış olan batılılaşma programı
ön plâna geçiyor ve daha açık bir şekilde, formülleştiriliyor. 1927'de İzmir ve
Ankara'daki davalar diktatörlüğün bir hayli ağır bastığının işaretidir.
Hükûmet, tasarladığı plânları uygularken şiddet yöntemleri kullanmakta haklı idi.
Türkiye'nin bu durumunda reformları yapabilmek için başka bir yol yoktu.
Terakkicilerin savundukları aşamalı reform metodu kuramsal bakımdan çok iyi fakat
pratik bakımdan olanaksızdı. Fakat hükûmetin haklı olması onu ister istemez bazı
sonuçlara katlanmaya sürükledi. Birçok yetenekli ve özgür düşünceli insanları görev
kadrosu dışına çıkardı ve izlediği aman vermezlik politikası, Türk tarihinin
meçhulü olmayan bir insan tipini kendi çevresine çekti. Verilen emirleri körü
körüne yerine getiren, fakat bir dalkavuktan başka bir şey olmayan bu insan tipinin
hükûmet çevrelerine sokulması kaçınılmaz sonuçtu. Her ihtilâlde olumsuz ve yıkıcı
bir devrenin arkasından olumlu bir devrenin gelmesi zorunludur. Bu geçiş devresini
iyi ayarlamak, nazik bir devlet adamlığı sorunudur.
Menemen olayı son derece önemli ve anlamlıydı; çünkü batılılaşma davranışının halka
nüfuz etmemiş olmasının belirtisiydi. Millî Eğitim Bakanlığı Prof. John Dewey'in
dizleri dibine oturup Columbia'daki öğretmenler koleji, Bergson, Durkheim ve öteki
filozoflar, terbiyeciler hakkında sohbet ederken, içerde gerici Nakşibendi
tarikatının lideri Şeyh Esat rahatça işini görmekte idi. Ankara'daki Bakteryoloji
Enstitüsü'nü ziyaret etmek ve çifte gözlü mikroskopları ve Paris'te yapılabilen en
modern santrifüj araçlarını görmek insanı hayrette bırakır; ama beri yanda
Ankara'nın kendi köylerinde bile muskalar kullanılmaktadır ve muskalar kataloğu,
Zeiss mikroskoplarının kataloğundan çok daha pratik değer taşımaktadır.
Kötümser mi olmalı? Hayır, Türkiye 1930 Ağustosundan bu yana birçok şeyler ve bu
arada şunu öğrenmiştir ki, batılılaşma hareketi Ankara'dan verilen emirlerle
gerçekleştirilemez; bu iş başlangıçta sanıldığı kadar basit ve yalnız maddi bir şey
değildir. Ankara, halka neyi öğretmek istediğini açık ve kesin olarak bilmiyor;
fakat Şeyh Esat'ın başarısını göz önüne getirince, bir şeyler öğretilmesi, hem de
hiç vakit geçirmeden öğretilmesi gerektiği anlaşılıyor.
Fakat nasıl? İşte şimdi Ankara'nın ruhunu sıkıştıran, yüreğini oynatan sorun budur.
Rusya ve İtalya'yı örnek tutarak kütle eğitimi yolunu mu tutmalı, yoksa Anglo-
Sakson ülkelerinde olduğu gibi kişilere sorumluluk duygusu, kişisel girişim ruhu ve
öteki nitelikleri aşılayan eğitim sistemini mi uygulamalı? Birincisinden korkarım,
ikincisinden umutluyum. Her ne olursa olsun, hava muazzam düşünceler ve
aksiyonlarla dolu...
29 TEMMUZ 1931
Russel Boardman ve John Polando adlı iki Amerikalı havacı dün Türkiye saati ile
saat 6'da New-York'tan hareket edip, hiç yere inmeksizin uçarak bugün öğleden sonra
Yeşilköy Havaalanı'na indiler.
Amerikan pilotlarının yönettikleri Cape Cod uçağının Yeşilköy üstlerinde görünüşü
ve alçalışı, bize hayatımızın belki en heyecanlı anlarını yaşattı. Sabah alana
birçok sivil ve askerî uçak inmişti. Onun için havada bir uçak daha görünce bunun
da onlardan biri olması olasılığını düşünerek sıkıntılı bir durumda gözlüklerimi
çıkardım. Sonra onun siyah ve sarı renkte olduğunu görünce hepimiz sevinçle
bağırmaya başladık. Bir uçağın bu derece güzel ve zarif bir şekilde yere inişini
hiç görmemiştik. Uçağa önce ben yaklaştım. Polando ve Boardman başarılarının
sevinci içinde birbirlerinin ellerini sıkıyorlardı. Derhal sordum:
''Hiç yere inmeden mi geldiniz?''
Polando cevap verdi:
''Evet''. O anda bütün bilmek istediğim bundan başka her şey değildi. Uyuşmuş olan
mafsallarını gevşetmeye çalışarak ağır ağır uçaktan çıktılar, Boardman ayakta zor
duruyor ve alanda sallana sallana yürüyordu; sözlerimizi güçlükle duyuyorlardı.
Kendilerini valiye takdim ettim ve hep birlikte havacılarımız onuruna hazırlanan
büfeye giderek şereflerine şampanya içtik. Burada bize gezilerinin nasıl geçtiğini
hikâye ettiler. Korkunç derecede yorgun oldukları için az sonra kendilerini aldım,
Naci ve Abdurrahman beylerin Buick arabasıyla elçiliğe, oradan da Pera Palas
Oteline götürerek kendilerini konuk edecek Türk Havacılar Birliği üyelerine teslim
ettim.
1 AĞUSTOS 1931
Mucizeler mucizesi bir olay: Gazi kahraman havacılarımızı Yalova'da kabul etmek
istediğini bildirdi. Çok seçkin yabancılar, generaller, amiraller, bakanlar, hatta
başkentte resmen konuşmak isteğinde bulunduklarında bile çoğunlukla bu kutsal
divanın huzuruna çıkamazlar; en az günlerce bekletilirler. Fakat bu iki Amerikalı
genci Gazi'nin hemen şereflendirmesi için derhal davet ettiler. Saat 14.15'de
Dolmabahçe'de özel defteri imzaladıktan sonra Gazi'nin özel yatı Sakarya ile, vali,
birçok resmi kişi, gazeteciler ve foto muhabirleri ile birlikte hareket ederek saat
16.30'da Yalova'ya geldik. Resmi bir kurul ve büyük bir halk kalabalığı
havacılarımızı derin bir coşkunluk, sevinç ve alkışlarla karşıladı. Genellikle
durgun görünen Türk halkının bu kadar içten bir sevinçle coştuğunu hiç görmemiştim.
Otomobillere binerek Yalova kaplıcalarındaki gazinoya gittik. Buradan bizi İsmet
Paşa, Tevfik Rüştü Bey ve öteki Türk yüksek memurları karşıladılar. Havacılarımızı
kendilerine takdim ettim. İsmet Paşa çok güzel bir konuşma yaptıktan sonra
pilotlarımızın yakalarına Türk Havacılık Birliği'nin elmaslarla süslü en değerli
rozetlerini taktı. Bu rozetler daha önce dört yabancıya, bu arada Lindberg'in
yerine annesi Bayan Lindberg'e takılmıştı.
Şampanya içip dans ettikten sonra Tevfik Bey bizi Gazi'nin huzuruna götürdü. Gazi,
çok sıcak ve şahane bir hoşgeldin konuşması yaptı. Söylediklerine göre
havacılarımızın geldiklerinden beri Gazi başka hiçbir konuyu ne konuşuyor ne de
düşünüyormuş. Kendisi Polando ve Boardman'a gezilerinin nasıl geçtiğini sorduktan
ve bir süre konuştuktan sonra çok vakitlerini almak ve Yalova'yı görmelerine engel
olmak istemediğini söyledi. Hep birlikte balkona çıkarak fotoğraf çektirdik.
Ziyaret burada sona erdi. Evimize doğru yola çıkarken İsmet Paşa çevik adımlarla
evinin bahçesine çıktı ve o çok sevimli, mıknatıslayıcı tebessümüyle bize ''güle
güle'' dedi, gözden kayboluncaya kadar da elini salladı. Tanıdığım uluslar
içerisinde bu kadar çekici bir kişiliğe sahip pek az insana rastladım. Şansımıza
Yalova'nın en güzel günlerinden biri, serin, yeşil ve ruha huzur verici...
İki gün sonra Dışişleri Bakanlığımıza, Gazi'nin havacılarımıza gösterdiği çok içten
kabulden, kendilerine madalya takıldığından vb söz eden ve Cumhurbaşkanı Hoover'in
pilotlarımıza burada çok değer verileceğine inandığım bir kutlama telgrafı
göndermesinin pek yerinde olacağını bildiren bir tel gönderdim. Fakat bu arada da
Gazi, Başkan Hoover'e kendiliğinden şu telgrafı göndermiş:
''Amerikalı kahramanlar Türk ulusunun kalbini sevinçle doldurmuştur. Başarmış
oldukları harikûlade işin sonunda bu cesur gençlerin yüzlerinde gördüğüm neşe ve
azim ifadesi bana şu inancı verdi ki, insanlık için kazandıkları bu büyük zafer
onlar için yalnız bir başlangıçtır.
Asil ve muhterem şahsiyetiniz aracılığı ile bu büyük kahramanları yetiştiren şanlı
ulusunuzu kutlamak benim için büyük bir zevktir.'' Gazi'nin telgrafına Başkan
Hoover şu cevabı verdi:
''New-York'tan İstanbul'a yaptıkları başarılı bir uçuştan sonra Amerikan pilotları
Boardman ve Polando'ya karşı göstermiş olduğunuz nezaketten ötürü samimi
takdirlerimi ifade etmek isterim.''
Korkarım ki bu tel Dışişleri Bakanlığında düşünceleri işlemez duruma getiren o
uzun, boğucu ve sinirleri harap edici günlerde yazılmıştı, çünkü Gazi'nin
alışılagelmiş çok uzun mesajına uygun bir cevap olmaktan çok uzak... Kaldı ki,
Gazi'nin hazırladığı telgraf, Yalova'da İngilizceye çevrildiğinden aslındaki
içtenlikten de biraz yitirmiş. Ne olursa olsun, Gazi bu telgrafa çok sinirlendi,
her iki telgrafın metinlerini basına vermeden önce, kâtibi Tevfik Beyi elçiliğe
göndererek Hoover'in bu telgrafını kendisininkine cevap olarak mı göndermiş
olduğunu sordu. Elçilik, kâtibimiz Shaw, Gazi'nin telgrafının 1 Ağustos Cumartesi,
Hoover'inkinin ise 3 Ağustos Pazartesi tarihini taşıdıklarına bakılacak olursa;
öyle olmasının muhtemel olduğunu söyledi. Gazi'nin telgrafı İngilizce olarak
gönderildiğine göre, Amerikan başkentinde çeviri için süre yitirilmiş olduğu da
düşünülemezdi.
Dışişleri Bakanlığımızın, Cumhurbaşkanının mesajının hiç değilse Gazi'ninki kadar
uzun ve içten olmasını sağlamamış olmasından üzüntü duyuyorum. Bu küçük şeylere
burada çok titizlik gösteriliyor. Fevkalâde duyguların, Başkan Hoover'in telgrafı
ile incitilmiş olmasına cidden üzülmek gerek.
6 AĞUSTOS 1931
Sabah Dışişleri Bakanlığımızdan aldığım bir tel beni çok mutlu etti. Bu telde
Başkan Hoover 3 Ağustos tarihli telgrafını gönderdikten sonra Gazi'den çok içten
bir mesaj alınmış olduğu bildiriliyor ve Türklere Başkan Hoover'in ilk mesajı
göndermiş olduğunda daha Gazi'nin mesajının alınmamış bulunduğunu bildirmekle
görevlendirilmiş olduğum bildiriliyordu. Shaw'a derhal direktif vererek Dolmabahçe
Sarayı'nda Tevfik Bey'i görmesini ve durumu açıklamasını söyledim. Tevfik Bey
Gazi'yi hemen haberdar edeceğini söylemiş; böylece sorun çözümlenmiş oldu. Ben de
bugün mutlu ufukta hiç bulut kalmaması için ayrıca Ankara'da Tevfik Rüştü Bey'e
nazikane bir tel çekerek, Dışişleri Bakanlığımızca Gazi'nin mesajına Başkan'ın
şükranlarını bildirmekle görevlendirildiğimi yazdım.
18 OCAK 1932
5 Ocakta aldığım bir telgraftan Başkan Hoover'in beni Japonya'ya göndermek
isteğinde olduğunu öğrenmiştim. Daha sonra aldığım bir telde de Japon gazetelerinin
benim elçiliğim için Japon hükûmetinden agreman istemediğini yazdıkları
bildiriliyordu. Aynı akşam Anadolu Ajansı Washington'dan alınan haberlere göre
benim Japonya'ya atanmış olduğumu bildirdi. Ertesi gün buradaki bütün gazeteler bu
haberi yayınladılar ve Amerika'dan, Avrupa'dan kutlama telgrafları gelmeye başladı.
3 MART, 1932
Ankara'da son günümüz... Öğle yemeğini Polonya Elçiliğinde yedik. Sonra Gazi'nin
orkestrası tarafından bizim için özel olarak verilen konsere gittik. Türklerin bize
göstermiş oldukları konukseverliği ömrümde hiçbir yerde görmedim. Geçen akşam Şükrü
Kaya Bey'in evindeydik; Kızım Elsie Ankara Kalesini gösteren bir yağlı boya tabloyu
çok beğendi. Ertesi akşam Şükrü Kaya iyi dileklerini ekleyerek tabloyu Elsie'ye
gönderdi. Yine geçenlerde bir akşam İsmet Paşa'nın sekreteri Elise'ye tavla oyununu
öğretmiş, hemen ertesi akşam Paşa'nın selâmları ile birlikte, çok zarif ve yeni bir
tavla kutusu geldi. Önceki gün yine Elsie söz arasında ve rastlantı olarak Saffet
Bey'e Gazi'nin orkestrasını dinlemediği için üzüldüğünü söylemiş; dün bizim için
özel bir konser düzenlendiğini, programı bizim belirlememizi istediklerini ve
istediğimiz kişileri konsere getirebileceğimizi haber verdiler Tschaikovski'nin 5.
senfonisini istedik, çünkü bu senfoni bize her zaman Türkiye ve Boğaziçi'ni
hatırlatacak. Bugün gittiğimiz konserde bizi orkestra şefi Zeki Bey karşıladı;
senfoniyi pek güzel çaldılar.
Birkaç dostumuz akşam çayına geldiler ve sonra istasyona gittik. Çok heyecanlı
idik. İsmet ve Kâzım paşalarla eşleri, Şükrü Kaya ve öteki pek çok dostumuz, elçi
arkadaşlarım orada idiler. Karım Alice'nin söylediğine göre İsmet Paşa'nın
kendisine güle güle derken gözleri yaşarmış. Bunları yazmak hoş gibi görünür, fakat
hayatta bir sürü tatsız şeyler var, insan ise tatlı şeyleri anmak istiyor.
8 MAYIS, 1932
Büyükelçinin, kendisi ve eşi onuruna verilen veda ziyafetindeki söylevi: ''...Genel
olarak Türk Amerikan ilişkilerine gelince, şuna inanıyorum ki, bu ükeye gelecek her
Amerikan elçisi, bu ilişkilerin sürekli şekilde güçlendiğini ve daha iyiye doğru
gittiğini görecektir. Başka türlü olması mümkün müdür? Türkiye bilmektedir ki,
Amerika onun yalnız en iyi müşterilerinden biri değil, fakat aynı zamanda ve ondan
çok daha önemli olarak en iyi dostlarından biridir. Bunu pek çok açık örneklerle
gösterdik ve göstermeye devama da hazır bulunuyoruz.
Türkiye'nin kendisine gelince, genç bir Cumhuriyetin gelişme tarihinde ölçüsüz bir
önem taşıyan bu beş yıl içinde, yeni bir devrenin adım adım ilerleyişini, açılıp
serpildiğini görmüş olmayı büyük bir mazhariyet saymaktayım. On yıl kadar önce
Lozan'daki uluslararası nefretler, uluslararası tahrip hırsı, yeni bir savaşla
burun buruna geliş anları ile dolu konferans masasında altı ay oturmuş herkes,
uluslararası çekişme, güvensizlik ve düşmanlık politikasının yerine yeni bir
uluslararası dostluk politikasını parlak bir başarıyla koyabilmiş olmayı tarihin en
ilham verici olaylarından biri olarak kabul etmektedir. Geçen yıl Venizelos'un
Ankara'yı ziyaret etmesinin unutulmaz hatırası, eski bir can düşmanına karşı
gösterilen içten kabul, Yunan bayrakları ile süslü ve üzerlerinde Yunanca ''Hoş
geldiniz'' yazılı taklar, konukseverlik havasıyla dolup taşan ziyafetler,
söylevler, arkasından İsmet Paşa'nın yaptığı iade ziyaretleri -yüzyıllar süren kin
ve kavgadan vazgeçiş- bütün bunların yüklendiği dramatik anlamı tarihteki pek az
olayda bulmak mümkündür. Dünyada bu iki insanın bu şahane zaferinden daha ince ve
zarif bir cesaret ve ileriyi gören devlet adamlığı örneği vermek mümkün müdür?
Türkiye'ye gelişimden beri Tevfik Rüştü Bey bana daima; ''Bizim dış politikamız
basit ve açıktır: Herkesle dost geçinmeyi, hiçbir gruplaşmaya girmemeyi istiyoruz''
demişti. Beş yıl önce Türkiye düşmanlarla çevriliydi, bugün güvenilir dostlarla
kuşatılmaktadır. Bu aydınlık politikayı gerçekleştirmek bütün ülkeler için değerli
bir ders değil midir?
Türkiye'nin iç sorunlarına gelince; bunlar çok güç ve sayısızdır; fakat geçmişteki
başarıları, gelecek için de iyimser olmayı haklı kılmaktadır. Çok şey yapılmıştır,
çok işler de yapılacaktır; başarılı olmak için bu engin ve ateşli iradeye bakarak,
Türkiye Cumhuriyetinin geleceğine güveniyor ve inanıyorum...''
12 MART, 1932
Saat 10'da, ''İtalia'' vapuru ile İstanbul'dan hareket ettik. Türk, Amerikan ve
öteki yabancı dostlarımızın hemen hepsi bizi uğurlamaya gelmişti. Hepimizin gözleri
yaşlı idi. Şansımıza hava çok güzel. Biz gözden kayboluncaya dek hepsi rıhtımda,
kaldı. Sarayburnu'nu kıvrılırken, son olarak gördüğümüz Boğaziçi, Galata, Beyoğlu,
Üsküdar ve parlak mavi koruyucularından değerli taşlar gibi yükselen Adalar,
gözlerimizin önünde harikûlade güzel bir görüntü olarak seriliyor ve beraberimizde
hiç kaybolmayacak bir şeyler götürüyoruz. Dünya üzerinde bu kadar güzel yerlere pek
az rastlanır ve geçen beş yılın anılarıyla bizim gözümüzde bambaşka bir şekilde
anlam kazanan bu güzelliklerin derinliğine hiçbir gezgin erişemez.
İsmet Paşa ve Şükrü Kaya benim veda mesajlarıma en sıcak ifadelerle, radyo
aracılığı ile cevap verdiler.
Türkiye'deki görevimiz böylece sona erdi.
sarsılmazlığı bir kere daha onaylattırılacak. Aynı anda irticaya, özellikle
hükûmetin ilerici ve batılılaşma politikası ile savaşan dini gericiliğe ağır bir
şamar indirilecek, Menemen karışıklıkları tüm bu birbirine bağlı hedefleri
gerçekleştirmek için elverişli bir fırsat hazırladı.
Çok kişiler hükûmetin, 1925'te Kürt isyanını bastırmak için alınan çok şiddetli
önlemlere yeniden başvuracağını umuyorlardı. Fakat Menemen olayının korkunç Kürt
isyanının taşıdığı önemle hiç ilgisi yoktu; bu nedenle bir kuşkuya düşmeksizin daha
az şiddetli önlemlerle işi yönetmek mümkündü. Nitekim üç bölgede askerî rejim
kurmakla birlikte, 1925'teki Takriri Sükun Kanunu gibi bir baskı rejimi tüm ülkeye
uygulanmadı. Anlaşılıyor ki bazı nüfuzlu milletvekilleri, o kanunu hatırlayarak,
başlangıçta İstiklal Mahkemeleri'nin yeniden kurulması fikrini savunmuşlardır,
fakat İsmet Paşa'nın daha ihtiyatlı öneri ve öğütleri en sonunda ağır bastı ve
şimdi kanuna daha uygun usuller uygulanmaktadır.
Bu arada basının takındığı tavrı da birkaç kelime ile belirtmeliyim. Bütün
gazetelerin konuyu ele derhal alışları, ağız birliği etmeleri, olayı çok velveleli
ve korkunç bir şekilde yansıtmaları ve bu yayınlarında hükûmetin cumhuriyeti
kurtarmak için sert ve amansız şekilde davranması gerektiğini ima etmeleri ve tüm
bunlar gösteriyor ki basın kampanyası 1925 Kürt isyanındaki zihniyetle
yönetilmektedir. Fakat 2 Ocak'ta İsmet Paşa'nın Meclis'teki söylevinden sonra,
basında salık verilenden daha ılımlı önlemler alındı.
Halkın tersine olarak hükûmet ve ordu Menemen olayları ile çok ilgilendi. Bu
isyanın taşıdığı anlam Gazi'yi çok üzmüş, çünkü kendisi bütün ülkede halkın
hoşnutsuzluğunun elbet farkında idiyse de, hükûmetinin yaptığı reformların halk
kütlesinin ruhuna işlemediğini şimdi daha açık görüyor. Şurasını kesinlikle
kavramış olmalıdır ki, halk cumhuriyeti benimsememiştir, onun amaçlarını yanlış
anlamış ya da güvensizlikle karşılamışıtr. Pek önemi olmayan bu olayın bir sonucu
olarak şimdi, cumhuriyetçi hükûmetin amacını Türk halkının zihnine iyice
yerleştirmek için bir eğitim kampanyası açılması muhtemeldir.
Hükûmet ile halk arasında geniş bir uçurum bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ankara'dan
yöneltilen askerî bürokrasi kütlelerle bağlılık kurabilmiş değildir. Hükûmet
yukarıdan zorla kabul ettirilmektedir ve halk tabakasını oluşturan Türkler,
hükûmeti hayatın zorunlu kötülüklerinden biri olarak düşünüyorlar. Cumhuriyetin
başardığı en önemli işler olan politik, sosyal, terbiyevi ve dini reformlar halk
tarafından ancak belirli bir oranda benimsenmektedir. Bunun sonucu şudur ki, hiç
değilse pasif şekilde gerici olmayan Türkler yalnız yönetenler sınıfına mensup pek
az kişiden ibarettir; halkın büyük çoğunluğu gerici olarak kalmıştır. Gerçekten,
yalnız kanunlar çerçevesi içinde bu reformları halkın kalbine ve yaşantısına
sindirmek için hiçbir sistematik çaba gösterilmemiştir. Bu nedenle, hükûmetin
liberal prensipleri halkın gönlünde mayalandırmak konusundaki başarısızlığı
karşısında Kürt ve Menemen isyanları gibi aktif gerici davranışlarının çoğalmamış
olması çok dikkat çekici görülmektedir. Bunu ancak Türkiye'deki ortalama halk
kütlesinin yumuşak başlılığı ve duygusuz (apatik) fatalizmi ile açıklamak olasıdır.
Özetleyecek olursak, tüm ülkede yaygın ve pasif bir durumda yaşamakta olan
gericilik, İzmir bölgesinde kımıldamış ve harekete geçmiştir. Mahalli bir
karışıklık, hükûmetin dört noktada toplanabilecek isteklerini gerçekleştirmek
fırsatını sağlamıştır:
Hükûmete ve reformlarına karşı etkin bir şekilde muhalefet etmiş olan hoşnutsuzlar
ve gerici unsurları cezalandırmak, hükûmetin güç ve nüfuzunu bir kere daha
duyurmak, gençliğin cumhuriyete karşı coşkulu sevgisini harekete getirmek, batı
uygarlığı yolunda ilerleme parolasını yaymak ve bir gün gelip gerici güçler
tarafından ezilmek istemiyorsa cumhuriyetçi hükûmetin halkın zihnine yerleştirmesi
kesinlikle zorunlu olan dersleri geniş ölçüde vermek. Menemen olayının, Ankara'da
hükûmeti yönetenlere, yönettikleri halk ile olan ilişkileri ve onlara karşı
davranışları konusunda iyi bir ders etkisi yapıp yapmayacağı ilerde anlaşılacaktır.
7 ŞUBAT 1931
Dışişleri Bakanı Stimson'a:
Menemen bir olay olmaktan çok, bir belirti idi. Bu nedenle son 12 yıl içerisinde
Türk tarihinin bu görünüş ve belirtiler altında ne gibi aşamalar geçirdiğini
anlamaya çalışmak yararlı olacaktır.
Önce milliyetçiliğin her şeyden önce Yunanlılar ve Müttefiklere karşı silâhlı bir
mücadele olarak anlaşıldığı bir kahramanlık devri vardı. Bu devir 1919 Mayısında
Yunanlıların İzmir'e çıkışı ile başladı ve Lozan Antlaşmasının imzalanmasiyle 1923
yazında sona erdi. Fikir ayrılıkları, savaş tehlikesinden ötürü ve pratik amaçlarla
bir yana bırakıldı. Sultanlığın kaldırılması, politik bir davranıştan çok, kendi
kendini savunma düşüncesi ile hemen alınıvermiş bir kararın uygulanması idi.
Fakat Lozan Konferansından sonra manzara değişiyor. Cumhuriyet ilân edilmiştir.
İstanbul'da bir halife bulundurmaya devam etmek politik bir olanaksızlık durumuna
gelmiştir. Bu nedenle kendisi o makamdan atılıyor, medreseler kapatılıyor. Köklü
bir reform yapmak gereği açık duruma geliyor, fakat bu amaca en uygun hükûmet şekli
henüz bulunamıyor. 1924 yılında Halife yurttan ayrılıyor. Aslında bir muhafazakar
parti olan Terakki Fırkası 1924 Ekiminde kuruluyor. Bunu üç ay süren Fethi Bey'in
Bakanlığı sırasındaki kararsızlık devresi izliyor.
1925'de Fethi Bey'in düşmesi, Takriri Sükûn Kanunu'nun çıkması ve İstiklâl
Mahkemelerinin kurulması, diktatörlük lehinde bilinçli bir kararı temsil
etmektedir. Aynı anda o güne dek geri plânda bırakılmış olan batılılaşma programı
ön plâna geçiyor ve daha açık bir şekilde, formülleştiriliyor. 1927'de İzmir ve
Ankara'daki davalar diktatörlüğün bir hayli ağır bastığının işaretidir.
Hükûmet, tasarladığı plânları uygularken şiddet yöntemleri kullanmakta haklı idi.
Türkiye'nin bu durumunda reformları yapabilmek için başka bir yol yoktu.
Terakkicilerin savundukları aşamalı reform metodu kuramsal bakımdan çok iyi fakat
pratik bakımdan olanaksızdı. Fakat hükûmetin haklı olması onu ister istemez bazı
sonuçlara katlanmaya sürükledi. Birçok yetenekli ve özgür düşünceli insanları görev
kadrosu dışına çıkardı ve izlediği aman vermezlik politikası, Türk tarihinin
meçhulü olmayan bir insan tipini kendi çevresine çekti. Verilen emirleri körü
körüne yerine getiren, fakat bir dalkavuktan başka bir şey olmayan bu insan tipinin
hükûmet çevrelerine sokulması kaçınılmaz sonuçtu. Her ihtilâlde olumsuz ve yıkıcı
bir devrenin arkasından olumlu bir devrenin gelmesi zorunludur. Bu geçiş devresini
iyi ayarlamak, nazik bir devlet adamlığı sorunudur.
Menemen olayı son derece önemli ve anlamlıydı; çünkü batılılaşma davranışının halka
nüfuz etmemiş olmasının belirtisiydi. Millî Eğitim Bakanlığı Prof. John Dewey'in
dizleri dibine oturup Columbia'daki öğretmenler koleji, Bergson, Durkheim ve öteki
filozoflar, terbiyeciler hakkında sohbet ederken, içerde gerici Nakşibendi
tarikatının lideri Şeyh Esat rahatça işini görmekte idi. Ankara'daki Bakteryoloji
Enstitüsü'nü ziyaret etmek ve çifte gözlü mikroskopları ve Paris'te yapılabilen en
modern santrifüj araçlarını görmek insanı hayrette bırakır; ama beri yanda
Ankara'nın kendi köylerinde bile muskalar kullanılmaktadır ve muskalar kataloğu,
Zeiss mikroskoplarının kataloğundan çok daha pratik değer taşımaktadır.
Kötümser mi olmalı? Hayır, Türkiye 1930 Ağustosundan bu yana birçok şeyler ve bu
arada şunu öğrenmiştir ki, batılılaşma hareketi Ankara'dan verilen emirlerle
gerçekleştirilemez; bu iş başlangıçta sanıldığı kadar basit ve yalnız maddi bir şey
değildir. Ankara, halka neyi öğretmek istediğini açık ve kesin olarak bilmiyor;
fakat Şeyh Esat'ın başarısını göz önüne getirince, bir şeyler öğretilmesi, hem de
hiç vakit geçirmeden öğretilmesi gerektiği anlaşılıyor.
Fakat nasıl? İşte şimdi Ankara'nın ruhunu sıkıştıran, yüreğini oynatan sorun budur.
Rusya ve İtalya'yı örnek tutarak kütle eğitimi yolunu mu tutmalı, yoksa Anglo-
Sakson ülkelerinde olduğu gibi kişilere sorumluluk duygusu, kişisel girişim ruhu ve
öteki nitelikleri aşılayan eğitim sistemini mi uygulamalı? Birincisinden korkarım,
ikincisinden umutluyum. Her ne olursa olsun, hava muazzam düşünceler ve
aksiyonlarla dolu...
29 TEMMUZ 1931
Russel Boardman ve John Polando adlı iki Amerikalı havacı dün Türkiye saati ile
saat 6'da New-York'tan hareket edip, hiç yere inmeksizin uçarak bugün öğleden sonra
Yeşilköy Havaalanı'na indiler.
Amerikan pilotlarının yönettikleri Cape Cod uçağının Yeşilköy üstlerinde görünüşü
ve alçalışı, bize hayatımızın belki en heyecanlı anlarını yaşattı. Sabah alana
birçok sivil ve askerî uçak inmişti. Onun için havada bir uçak daha görünce bunun
da onlardan biri olması olasılığını düşünerek sıkıntılı bir durumda gözlüklerimi
çıkardım. Sonra onun siyah ve sarı renkte olduğunu görünce hepimiz sevinçle
bağırmaya başladık. Bir uçağın bu derece güzel ve zarif bir şekilde yere inişini
hiç görmemiştik. Uçağa önce ben yaklaştım. Polando ve Boardman başarılarının
sevinci içinde birbirlerinin ellerini sıkıyorlardı. Derhal sordum:
''Hiç yere inmeden mi geldiniz?''
Polando cevap verdi:
''Evet''. O anda bütün bilmek istediğim bundan başka her şey değildi. Uyuşmuş olan
mafsallarını gevşetmeye çalışarak ağır ağır uçaktan çıktılar, Boardman ayakta zor
duruyor ve alanda sallana sallana yürüyordu; sözlerimizi güçlükle duyuyorlardı.
Kendilerini valiye takdim ettim ve hep birlikte havacılarımız onuruna hazırlanan
büfeye giderek şereflerine şampanya içtik. Burada bize gezilerinin nasıl geçtiğini
hikâye ettiler. Korkunç derecede yorgun oldukları için az sonra kendilerini aldım,
Naci ve Abdurrahman beylerin Buick arabasıyla elçiliğe, oradan da Pera Palas
Oteline götürerek kendilerini konuk edecek Türk Havacılar Birliği üyelerine teslim
ettim.
1 AĞUSTOS 1931
Mucizeler mucizesi bir olay: Gazi kahraman havacılarımızı Yalova'da kabul etmek
istediğini bildirdi. Çok seçkin yabancılar, generaller, amiraller, bakanlar, hatta
başkentte resmen konuşmak isteğinde bulunduklarında bile çoğunlukla bu kutsal
divanın huzuruna çıkamazlar; en az günlerce bekletilirler. Fakat bu iki Amerikalı
genci Gazi'nin hemen şereflendirmesi için derhal davet ettiler. Saat 14.15'de
Dolmabahçe'de özel defteri imzaladıktan sonra Gazi'nin özel yatı Sakarya ile, vali,
birçok resmi kişi, gazeteciler ve foto muhabirleri ile birlikte hareket ederek saat
16.30'da Yalova'ya geldik. Resmi bir kurul ve büyük bir halk kalabalığı
havacılarımızı derin bir coşkunluk, sevinç ve alkışlarla karşıladı. Genellikle
durgun görünen Türk halkının bu kadar içten bir sevinçle coştuğunu hiç görmemiştim.
Otomobillere binerek Yalova kaplıcalarındaki gazinoya gittik. Buradan bizi İsmet
Paşa, Tevfik Rüştü Bey ve öteki Türk yüksek memurları karşıladılar. Havacılarımızı
kendilerine takdim ettim. İsmet Paşa çok güzel bir konuşma yaptıktan sonra
pilotlarımızın yakalarına Türk Havacılık Birliği'nin elmaslarla süslü en değerli
rozetlerini taktı. Bu rozetler daha önce dört yabancıya, bu arada Lindberg'in
yerine annesi Bayan Lindberg'e takılmıştı.
Şampanya içip dans ettikten sonra Tevfik Bey bizi Gazi'nin huzuruna götürdü. Gazi,
çok sıcak ve şahane bir hoşgeldin konuşması yaptı. Söylediklerine göre
havacılarımızın geldiklerinden beri Gazi başka hiçbir konuyu ne konuşuyor ne de
düşünüyormuş. Kendisi Polando ve Boardman'a gezilerinin nasıl geçtiğini sorduktan
ve bir süre konuştuktan sonra çok vakitlerini almak ve Yalova'yı görmelerine engel
olmak istemediğini söyledi. Hep birlikte balkona çıkarak fotoğraf çektirdik.
Ziyaret burada sona erdi. Evimize doğru yola çıkarken İsmet Paşa çevik adımlarla
evinin bahçesine çıktı ve o çok sevimli, mıknatıslayıcı tebessümüyle bize ''güle
güle'' dedi, gözden kayboluncaya kadar da elini salladı. Tanıdığım uluslar
içerisinde bu kadar çekici bir kişiliğe sahip pek az insana rastladım. Şansımıza
Yalova'nın en güzel günlerinden biri, serin, yeşil ve ruha huzur verici...
İki gün sonra Dışişleri Bakanlığımıza, Gazi'nin havacılarımıza gösterdiği çok içten
kabulden, kendilerine madalya takıldığından vb söz eden ve Cumhurbaşkanı Hoover'in
pilotlarımıza burada çok değer verileceğine inandığım bir kutlama telgrafı
göndermesinin pek yerinde olacağını bildiren bir tel gönderdim. Fakat bu arada da
Gazi, Başkan Hoover'e kendiliğinden şu telgrafı göndermiş:
''Amerikalı kahramanlar Türk ulusunun kalbini sevinçle doldurmuştur. Başarmış
oldukları harikûlade işin sonunda bu cesur gençlerin yüzlerinde gördüğüm neşe ve
azim ifadesi bana şu inancı verdi ki, insanlık için kazandıkları bu büyük zafer
onlar için yalnız bir başlangıçtır.
Asil ve muhterem şahsiyetiniz aracılığı ile bu büyük kahramanları yetiştiren şanlı
ulusunuzu kutlamak benim için büyük bir zevktir.'' Gazi'nin telgrafına Başkan
Hoover şu cevabı verdi:
''New-York'tan İstanbul'a yaptıkları başarılı bir uçuştan sonra Amerikan pilotları
Boardman ve Polando'ya karşı göstermiş olduğunuz nezaketten ötürü samimi
takdirlerimi ifade etmek isterim.''
Korkarım ki bu tel Dışişleri Bakanlığında düşünceleri işlemez duruma getiren o
uzun, boğucu ve sinirleri harap edici günlerde yazılmıştı, çünkü Gazi'nin
alışılagelmiş çok uzun mesajına uygun bir cevap olmaktan çok uzak... Kaldı ki,
Gazi'nin hazırladığı telgraf, Yalova'da İngilizceye çevrildiğinden aslındaki
içtenlikten de biraz yitirmiş. Ne olursa olsun, Gazi bu telgrafa çok sinirlendi,
her iki telgrafın metinlerini basına vermeden önce, kâtibi Tevfik Beyi elçiliğe
göndererek Hoover'in bu telgrafını kendisininkine cevap olarak mı göndermiş
olduğunu sordu. Elçilik, kâtibimiz Shaw, Gazi'nin telgrafının 1 Ağustos Cumartesi,
Hoover'inkinin ise 3 Ağustos Pazartesi tarihini taşıdıklarına bakılacak olursa;
öyle olmasının muhtemel olduğunu söyledi. Gazi'nin telgrafı İngilizce olarak
gönderildiğine göre, Amerikan başkentinde çeviri için süre yitirilmiş olduğu da
düşünülemezdi.
Dışişleri Bakanlığımızın, Cumhurbaşkanının mesajının hiç değilse Gazi'ninki kadar
uzun ve içten olmasını sağlamamış olmasından üzüntü duyuyorum. Bu küçük şeylere
burada çok titizlik gösteriliyor. Fevkalâde duyguların, Başkan Hoover'in telgrafı
ile incitilmiş olmasına cidden üzülmek gerek.
6 AĞUSTOS 1931
Sabah Dışişleri Bakanlığımızdan aldığım bir tel beni çok mutlu etti. Bu telde
Başkan Hoover 3 Ağustos tarihli telgrafını gönderdikten sonra Gazi'den çok içten
bir mesaj alınmış olduğu bildiriliyor ve Türklere Başkan Hoover'in ilk mesajı
göndermiş olduğunda daha Gazi'nin mesajının alınmamış bulunduğunu bildirmekle
görevlendirilmiş olduğum bildiriliyordu. Shaw'a derhal direktif vererek Dolmabahçe
Sarayı'nda Tevfik Bey'i görmesini ve durumu açıklamasını söyledim. Tevfik Bey
Gazi'yi hemen haberdar edeceğini söylemiş; böylece sorun çözümlenmiş oldu. Ben de
bugün mutlu ufukta hiç bulut kalmaması için ayrıca Ankara'da Tevfik Rüştü Bey'e
nazikane bir tel çekerek, Dışişleri Bakanlığımızca Gazi'nin mesajına Başkan'ın
şükranlarını bildirmekle görevlendirildiğimi yazdım.
18 OCAK 1932
5 Ocakta aldığım bir telgraftan Başkan Hoover'in beni Japonya'ya göndermek
isteğinde olduğunu öğrenmiştim. Daha sonra aldığım bir telde de Japon gazetelerinin
benim elçiliğim için Japon hükûmetinden agreman istemediğini yazdıkları
bildiriliyordu. Aynı akşam Anadolu Ajansı Washington'dan alınan haberlere göre
benim Japonya'ya atanmış olduğumu bildirdi. Ertesi gün buradaki bütün gazeteler bu
haberi yayınladılar ve Amerika'dan, Avrupa'dan kutlama telgrafları gelmeye başladı.
3 MART, 1932
Ankara'da son günümüz... Öğle yemeğini Polonya Elçiliğinde yedik. Sonra Gazi'nin
orkestrası tarafından bizim için özel olarak verilen konsere gittik. Türklerin bize
göstermiş oldukları konukseverliği ömrümde hiçbir yerde görmedim. Geçen akşam Şükrü
Kaya Bey'in evindeydik; Kızım Elsie Ankara Kalesini gösteren bir yağlı boya tabloyu
çok beğendi. Ertesi akşam Şükrü Kaya iyi dileklerini ekleyerek tabloyu Elsie'ye
gönderdi. Yine geçenlerde bir akşam İsmet Paşa'nın sekreteri Elise'ye tavla oyununu
öğretmiş, hemen ertesi akşam Paşa'nın selâmları ile birlikte, çok zarif ve yeni bir
tavla kutusu geldi. Önceki gün yine Elsie söz arasında ve rastlantı olarak Saffet
Bey'e Gazi'nin orkestrasını dinlemediği için üzüldüğünü söylemiş; dün bizim için
özel bir konser düzenlendiğini, programı bizim belirlememizi istediklerini ve
istediğimiz kişileri konsere getirebileceğimizi haber verdiler Tschaikovski'nin 5.
senfonisini istedik, çünkü bu senfoni bize her zaman Türkiye ve Boğaziçi'ni
hatırlatacak. Bugün gittiğimiz konserde bizi orkestra şefi Zeki Bey karşıladı;
senfoniyi pek güzel çaldılar.
Birkaç dostumuz akşam çayına geldiler ve sonra istasyona gittik. Çok heyecanlı
idik. İsmet ve Kâzım paşalarla eşleri, Şükrü Kaya ve öteki pek çok dostumuz, elçi
arkadaşlarım orada idiler. Karım Alice'nin söylediğine göre İsmet Paşa'nın
kendisine güle güle derken gözleri yaşarmış. Bunları yazmak hoş gibi görünür, fakat
hayatta bir sürü tatsız şeyler var, insan ise tatlı şeyleri anmak istiyor.
8 MAYIS, 1932
Büyükelçinin, kendisi ve eşi onuruna verilen veda ziyafetindeki söylevi: ''...Genel
olarak Türk Amerikan ilişkilerine gelince, şuna inanıyorum ki, bu ükeye gelecek her
Amerikan elçisi, bu ilişkilerin sürekli şekilde güçlendiğini ve daha iyiye doğru
gittiğini görecektir. Başka türlü olması mümkün müdür? Türkiye bilmektedir ki,
Amerika onun yalnız en iyi müşterilerinden biri değil, fakat aynı zamanda ve ondan
çok daha önemli olarak en iyi dostlarından biridir. Bunu pek çok açık örneklerle
gösterdik ve göstermeye devama da hazır bulunuyoruz.
Türkiye'nin kendisine gelince, genç bir Cumhuriyetin gelişme tarihinde ölçüsüz bir
önem taşıyan bu beş yıl içinde, yeni bir devrenin adım adım ilerleyişini, açılıp
serpildiğini görmüş olmayı büyük bir mazhariyet saymaktayım. On yıl kadar önce
Lozan'daki uluslararası nefretler, uluslararası tahrip hırsı, yeni bir savaşla
burun buruna geliş anları ile dolu konferans masasında altı ay oturmuş herkes,
uluslararası çekişme, güvensizlik ve düşmanlık politikasının yerine yeni bir
uluslararası dostluk politikasını parlak bir başarıyla koyabilmiş olmayı tarihin en
ilham verici olaylarından biri olarak kabul etmektedir. Geçen yıl Venizelos'un
Ankara'yı ziyaret etmesinin unutulmaz hatırası, eski bir can düşmanına karşı
gösterilen içten kabul, Yunan bayrakları ile süslü ve üzerlerinde Yunanca ''Hoş
geldiniz'' yazılı taklar, konukseverlik havasıyla dolup taşan ziyafetler,
söylevler, arkasından İsmet Paşa'nın yaptığı iade ziyaretleri -yüzyıllar süren kin
ve kavgadan vazgeçiş- bütün bunların yüklendiği dramatik anlamı tarihteki pek az
olayda bulmak mümkündür. Dünyada bu iki insanın bu şahane zaferinden daha ince ve
zarif bir cesaret ve ileriyi gören devlet adamlığı örneği vermek mümkün müdür?
Türkiye'ye gelişimden beri Tevfik Rüştü Bey bana daima; ''Bizim dış politikamız
basit ve açıktır: Herkesle dost geçinmeyi, hiçbir gruplaşmaya girmemeyi istiyoruz''
demişti. Beş yıl önce Türkiye düşmanlarla çevriliydi, bugün güvenilir dostlarla
kuşatılmaktadır. Bu aydınlık politikayı gerçekleştirmek bütün ülkeler için değerli
bir ders değil midir?
Türkiye'nin iç sorunlarına gelince; bunlar çok güç ve sayısızdır; fakat geçmişteki
başarıları, gelecek için de iyimser olmayı haklı kılmaktadır. Çok şey yapılmıştır,
çok işler de yapılacaktır; başarılı olmak için bu engin ve ateşli iradeye bakarak,
Türkiye Cumhuriyetinin geleceğine güveniyor ve inanıyorum...''
12 MART, 1932
Saat 10'da, ''İtalia'' vapuru ile İstanbul'dan hareket ettik. Türk, Amerikan ve
öteki yabancı dostlarımızın hemen hepsi bizi uğurlamaya gelmişti. Hepimizin gözleri
yaşlı idi. Şansımıza hava çok güzel. Biz gözden kayboluncaya dek hepsi rıhtımda,
kaldı. Sarayburnu'nu kıvrılırken, son olarak gördüğümüz Boğaziçi, Galata, Beyoğlu,
Üsküdar ve parlak mavi koruyucularından değerli taşlar gibi yükselen Adalar,
gözlerimizin önünde harikûlade güzel bir görüntü olarak seriliyor ve beraberimizde
hiç kaybolmayacak bir şeyler götürüyoruz. Dünya üzerinde bu kadar güzel yerlere pek
az rastlanır ve geçen beş yılın anılarıyla bizim gözümüzde bambaşka bir şekilde
anlam kazanan bu güzelliklerin derinliğine hiçbir gezgin erişemez.
İsmet Paşa ve Şükrü Kaya benim veda mesajlarıma en sıcak ifadelerle, radyo
aracılığı ile cevap verdiler.
Türkiye'deki görevimiz böylece sona erdi.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
- Büleklär
- Atatürk ve İnönü - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3497Unikal süzlärneñ gomumi sanı 183727.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.40.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3635Unikal süzlärneñ gomumi sanı 189530.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3568Unikal süzlärneñ gomumi sanı 181931.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3593Unikal süzlärneñ gomumi sanı 197929.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3673Unikal süzlärneñ gomumi sanı 187230.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3714Unikal süzlärneñ gomumi sanı 187129.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3643Unikal süzlärneñ gomumi sanı 193127.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.41.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3609Unikal süzlärneñ gomumi sanı 194729.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.43.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Atatürk ve İnönü - 9Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2611Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155330.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.