Atatürk ve İnönü - 2

Süzlärneñ gomumi sanı 3635
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1895
30.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
43.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
üzerine bir çivi sürüldüğü zaman çıkan sesle konuşuyor.
10-21 ARALIK 1922
Barış konferanslarının her gün kaydettiği ilerlemeleri adım adım izlemek kolay
değil. Lozan'daki komisyonlar ve alt komisyonlar önlerindeki çeşitli sorunları
tartışmaya devam ediyorlar, her oturum sonunda da çözülecek bir sürü sorun
kalıyor...
Kesin olarak ortaya çıkan bir şey varsa o da şu ki, şimdiden sonra konferansın en
önemli çalışması konferans masasında değil, fakat çeşitli ulusların delegelerinin
kendi özel odalarında cereyan edecek. Noel tatili yapılmayacak, oysa ne Türkler ne
de Müttefikler çalışmaların kesintiye uğramasını istemiyorlar! Âdet yerini bulsun
diye konferans salonundaki oturumlar devam edecek, ama pazarlık ve alışverişler iki
otelin odalarında yapılacak. Konferans oturumlarındaki görüşmeleri bu hatıra
defterine artık geçirmeyeceğim, çünkü bu birtakım öneri ve karşı önerileri
sıralamaktan başka bir işe yaramayacak. Asıl ilginç olan notları, çeşitli
delegelerle yaptığımız özel görüşmelerden çıkarmak mümkün.
Boğazlar sorununda bir anlaşmaya varmak için 19 Aralık toplantısında Müttefikler,
Türkler ve Ruslarca ileri sürülen öneriler ve karşı önerilerden sonra Curzon
emredici bir davranışla, ültimatom deyimini kullanmadı, ama gerçekte bir ültimatom
verdi. Müttefiklerin son sözü söylemiş, Türklere son tavizi vermiş olduklarını,
bundan daha ileri gidemeyeceklerini, fakat eğer arzu ederlerse Türklere ertesi günü
bir daha cevap verme şansı bırakacaklarını söyledi. Daha sonra Curzon bize büyük
bir şans oyunu oynadıklarını bildirdi ve objektif bir gözle kendi kendisinin
eğlenceli bir tasvirini yaptı: Türklere karşı, sanki onlar barış şartlarını
dinlemek için galiplerin huzuruna sürüklenmiş mağlup düşmanlar gibi alaycı bir
tonla konuştuğunu söyledi. Curzon'un dediği gibi İsmet cüretli ve sert bir cevap
verebilir ve Müttefikleri bir delik içine sokabilir. O gün öğleden sonra ve ertesi
gün otel koridorları vızıldadı durdu. Romen delegesi ''kıyamet bugün kopacak, ama
sonucu iyi mi, kötü mü olur bilmiyorum'' dedi. Kimse neler olup biteceğini
kestiremiyordu.
Nihayet 20 Aralık saat 11.06'da Lord Curzon'un ''söz Türk delegasyonunundur'' sözü
ile bu nazik toplantı açıldı. İsmet Paşa kalkarak Curzon'un bir gün önceki
sözlerini cevapladı. Birçok önemli noktalar üzerinde hâlâ ısrar etmekle beraber,
ılımlı ve uzlaştırıcı bir tonla konuşuyordu. Curzon, İsmet'e cevap vererek
meselenin konferans odası dışında her iki tarafın yararına daha uygun bir şekilde
çözümleneceğine inandığını söyledi. Rusların hiç ses çıkarmaması hayret uyandırdı.
Çiçerin'in yüzünde alaylı bir tebessüm belirdi. Türklerin müttefikliğini kaybetmiş
ve Lozan'daki çalışmalarının tam bir başarısızlığa uğradığını anlamıştılar
herhalde.
Japonya delegesi Hayashi görülmemiş derecede patavatsız bir konuşma yaparak,
''dünkü ültimatomu duyunca görüşmelerin akamete uğrayacağını sanmış ve korkmuştum,
fakat bunun önüne geçilmiş olduğunu görmekten memnun oldum'' dedi.
Akşam bizimle birlikte yemek yiyen İngiliz delegesi Sir William Tyrel bana,
Hayashi'nin herkesin ağzına almaktan korktuğu ültimatom deyimini kullandığını
duyunca başından aşağı buz gibi bir suyun döküldüğünü hissetmiş olduğunu söyledi.
Bu dramatik toplantının bir anında İsmet'in yerinde olmayı çok isterdim, çünkü o
zaman mükemmel bir sayı kaydedecekti. İstanbul'daki yabancı gemilerden söz
ediliyor, İsmet bu gemilerin kaldırılmasını istiyordu (1). Curzon bu gemilerin
tıpkı taksi ve arabalar gibi bir yerden başka bir yere rahatça gitmeye olanak veren
araçlar olduğunu İstanbul'un da Paris ve Berlin'den farklı olarak bir liman
olmasından ötürü bu gemileri korumanın gerekli ve doğal olduğunu söyledi. İşte bu
anda Paşa ayağa kalkıp ''şu halde ekselansınızın da bir liman olan Londra'da bir
Türk gemisi bulundurmalarına hiçbir itirazı olmayacağını ümit ederim'' deseydi
Curzon'a dehşetli bir yumruk olurdu. Ama kendisinin kulakları işitmiyor, onun için
de söylenenleri sekreterinin notlarından izlemek zorunda kalarak hazır cevaplık
yapmaya olanak bulamıyor. Oysa Curzon bunun ustası...
Biz konferans odası dışındaki çalışmalarımızla daha yararlı olabiliriz, bunu da her
gün yapıyoruz. Ama Türklerin bize karşı gösterdikleri iyi niyeti de yitirmemeliyiz.
Çünkü biz de onlarla ayrı bir anlaşma yapacağız. Konferansın başarıyla bitmesini
çabuklaştırmayı ne kadar istersek isteyelim, Türklerle aramızı bozmamaya çok dikkat
etmeliyiz. Amacımız Türkiye'ye her sorunda yumuşaklık ve uzlaşmayı salık vermek,
fakat aynı zamanda onlara kendi çıkarlarıyla Müttefiklerin çıkarlarının aynı
olduğunu anlatmaktır...
İsmet Paşa'nın son önerisi şudur: Boğazlar için uluslararası bir komisyon kurulsun,
fakat bu komisyon yalnız Boğazlardan geçecek savaş gemisinin sayısını kontrol etmek
yetkisinde olsun. Bu önerinin pek muhtemel olarak kabul edileceğini umuyorum. İşler
ilerledikçe bu davaya bizim de karışmamızdan ötürü üzüntülü değilim...
Eğer gazeteciler konferansın bazı oturumlarında bulunsalar, bir sürü heyecan verici
haberler toplayabilecekler. 21 Aralıkta azınlıklar sorununu inceleyen alt
komisyonun toplantısında Venizelos sakin bir havayla konuşmasına başlayıp, sonra
ansızın fırtınalı bir şekilde Türklere hücuma geçti. Önceden Türklerin yüzbinlerce
Yunanlıyı yurtdışına attıkları halde, şimdi kendi istekleriyle Yunanistan'a dönmek
isteyen birkaç Yunanlıyı salıvermediklerinden şikâyet etti. O kadar şiddetli ve
tecavüzkâr konuşuyordu ki, Başkan Montagna kendisini sükûnete davet etti. Gittikçe
daha çok kızışan Venizelos kollarını başının üstünde sağa sola sallayarak:
''Sakinim, sakinim'' diye bağırdı. Ben tam onun yanı başında oturduğum için, kol
hareketleri bir hayli rahatımı kaçırıyordu.
Bunun üzerine Türk delegesi Rıza Nur Bey söze karıştı ve masanın üzerinde
Venizelos'a doğru bağırmaya başladı. Solo bir düet haline gelmişti. Montagna
sükûneti sağlamak için iki elinin parmaklarıyla masaya vuruyordu. Fakat
konuşmacıları yatıştırmanın olanaksız olduğunu anlayınca oturumu erteledi. Fakat bu
adeta çılgına dönmüş olan Venizelos üzerinde bir etki yapmadı. Venizelos alt komite
toplantılarında çoğunlukla zaptedilmez duruma geliyor ve iki taraf için de uygun
şekilde çözülmüş, geçilmiş olan bazı maddeleri ve gereksiz sorunları tekrar
tartışma konusu yaparak konu dışına çıkıyor. Montagna çok iyi bir başkan, her
davayı iki taraf için de son derece uygun şekilde ustalıkla ortaya koyuyor, bir
sorunda orta yolu tutarak çoğunlukla iki tarafı birleştiriyor. Fransız delegesi
Laroche da iyi, fakat İngiliz delegeleri Rumbold ve Ryan çok zayıf ve güçsüz.
21 ARALIK, PERŞEMBE
İtalyan delegasyonunun bu akşam verdiği ziyafette ikinci Türk delegesi Rıza Nur
Bey'le tatlı bir görüşme yaptık. Bu görüşme, Musul'da verilecek imtiyazlara
Amerika'nın katılmasını tercih ettiklerini, fakat çok geç kalacağımızdan
korktukları konusundaki inancımızı güçlendirdi. Rıza Bey bizimle bir an önce
anlaşma yapmanın, hatta Müttefikleriyle yapacakları anlaşmadan daha önce bunu
sonuçlandırmanın Amerika yönünden daha hayırlı olacağını ifade etti. Kendisine
şimdiki halde niyetimizin bu olmadığını söyleyince, o da ''niyetiniz ne olursa
olsun içeri girmek istediğiniz her anda açık kapı bulacaksınız, fakat unutmayın ki
açık kapı politikası demek, ilk giren arslan payını alır demektir'' cevabını verdi.
Hem o, hem de İsmet Paşa bize, Musul petrollerinin Amerikalılar tarafından
işletilmesini tercih edeceklerini, çünkü bizim çevrilecek hiçbir politik dolabımız
olmadığını bildiklerini söylediler.
Fakat iyi bir akşam yemeği sırasında Türklerin söyledikleri hiçbir söze fazla önem
vermemek gerek. Nitekim başka bir yerden duyduğuma göre İsmet, yine iyi bir
şampanyanın keyiflendirici etkisi altında Curzon'a İngilizlerin Musul'u elde
tutmalarında hiçbir sakınca görmediklerini üç kere söylemiş. Konferansta atasözü
haline gelen bir kanı da şu ki, Türkler bu gibi ziyafetlerin ertesinde eskisinden
daha inatçı oluyor ve her şeye düpedüz hayır diyorlar.
HAVA BULUTLANIYOR
22 Aralık Cuma günü birçok delege Noel tatilini başka yerde geçirmek üzere
Lozan'dan ayrıldılar.
Birkaç günlük kısa tatil devresi sırasında konferansın havası iyiden iyiye
değişmiş. Biz bıraktığımızda genel bir iyimserlik havası vardı. 26 Aralıkta
döndüğümüz zaman bulutlar toplanmıştı ve herkes kapitülasyonlar sorununda bir
çıkmaza girilmek üzere bulunduğundan söz ediyordu. Curzon, Child'e yalnız bu
kadarını söylemişti.
27 Aralıkta konferansı toplayan ülkelerin delegeleri Curzon'un odasında bir
toplantı yaptılar. Child'i de çağırmışlar ve bu toplantıda, ertesi gün yapılacak
kapitülasyonlar komisyonunun oturumunda Türklere karşı bileşik bir cephe
kurulmasına karar verilmiş. Açıkça anlıyorduk ki, Curzon, Musul konusunda Türklerin
çok inatçı olduklarını görmekte ve konferansın yalnız İngiltere'yi ilgilendiren bu
sorundan ötürü değil de, hem kendisinin, hem de bütün dünyanın ilgili bulunduğu
kapitülasyonlar sorunundan ötürü çıkmaza girmesini tercih etmekteydi.
28 Aralık toplantısı Sir Horace Rumbold'un başkanlığı altında bulunan ve tam bir
çıkmaza girmiş olan adli kapitülasyonlar sorununun komisyon raporunu dinlemek
amacıyla yapılmaktaydı. Curzon görüşmelere başlayabilmek için Garroni'nin açış
konuşmasını yapmasını önerdi. Fakat Child karşı koyarak bu toplantıya özellikle
Rumbold komitesinin raporunu dinlemek amacıyla çağrılmış bulunduğumuzu, her şeyden
önce Rumbold'un raporunu okumasının daha uygun olacağını söyledi. Bunun üzerine
Montagna Child'e neden böyle bir öneri yaptığını sordu. Child şu cevabı verdi:
''Eğer bir çıkmaza girilirse bu toplantıya Garroni'nin mi, yoksa Rumbold'un mu
damgasını vurulmasını isterdiniz?" Montagna Child'in elini tutarak ''Hay Allah
iyiliğini versin'' dedi.
Toplantıda İsmet önceden de sanıldığı gibi uzlaşmaya hiç yanaşmayan bir tutum
takındı. Curzon, Barreé, Garroni, Hayashi ve Bombard kapitülasyonların kaldırılması
yolunda şimdiye dek Müttefiklerce verilen ödünlere karşı Paşa'nın böyle bir tavır
takınmasını şiddetli deyimlerle protesto ettiler. Curzon'un konuşması alışılmış
tonunu korumakla birlikte çok zayıftı. Türklerin mahkemelerine yabancı yargıçlar
kabul ederlerse millî egemenliklerinin baltalanmış olacağı yolundaki şikâyetlere
karşı Curzon, ''millî egemenlik'' deyiminin Türklerin kafasında değişmez fikir
durumuna gelmiş olduğunu, ne zaman bir imtiyaz söz konusu olsa hemen millî
egemenliklerinin tehlikeye düştüğü sanısına kapıldıklarını, fakat bu garip fikrin
hiç kimsenin zihninde var olmadığını söyledi. Curzon alay etmek istiyordu, ama bu
kere pek beceremiyordu.
Toplantı salonunda Türkler ileri sürülmüş olan fikirleri gözden geçirmek ve gerekli
cevabı hazırlamak için süre verilmesini istediler.
CURZON'UN BIKKINLIĞI
28 ARALIK, PERŞEMBE
Bugün kapitülasyonlar sorunundaki o gergin toplantıdan sonra akşam yemeğini
Curzon'un odasında yedik. Son günlerin ezici etkilerini üzerinden attığı belliydi,
neşesi yerinde ve son derece konuksever. Fakat konferansın sonu hakkında kötümser
olduğunu saklamıyor. İsmet Paşa ile yaptığı görüşmeleri anlattı. Belli ki ona toy
bir okul çocuğu gibi muamele etmekten hoşlanıyor. Bir keresinde ona şöyle demiş:
''İsmet, sen bana tıpkı laternayı hatırlatıyorsun. Bizi bıktırıp usandırana kadar
hep aynı havayı çalıyorsun: Millî egemenlik, millî egemenlik, millî egemenlik. Bu
sözü duymaktan hepimize gına geldi.''
Curzon'un zekâ derecesinden şüphe etmeye başladım. Benim inancıma göre gerçekten
zeki bir adam konferansın başından beri onun yaptığı gibi hep yıldırma taktiği
kullanmazdı. Türklerin tabiatını bilmiyorum, ama öyle sanıyorum ki gerçekten zeki
ve durumun gereklerine uygun olmasını bilen bir adam daha az kırıcı, daha çok
saygılı yöntemler kullanarak anlaşma çareleri arardı. Belki de yanılıyorum.
Curzon'un Türkleri benden daha iyi anlamış olması da mümkündür. Ama ne olursa
olsun, hangi yöntemleri kullanırsa kullansın, Curzon'un pek az bir şey başardığı
gerçek gibi... Galiba Türklere bir anlaşma taslağı verecekler ve bunu ya kabul, ya
da reddetmelerini isteyecekler.
Curzon böbürlenmekten hoşlanan bir adam. Fakat belki de yaşı ilerlemiş
olduğundandır. Bütün hayatı boyunca duyduğu ''dünyanın en önemli adamı'' sözü artık
ona pek uymuyor.
Curzon bize Musul sorunu hakkında İsmet'le yaptığı yazışmayı gösterdi: iki taraf da
birbirlerine pek çok notalar göndermiş, fakat hiçbiri bir adım ileri gidememiş.
Konferansın sonu hakkında Curzon kötümser, Montagna ise açıkça iyimser. Belki bu da
bir politikadır, kimbilir? Ben şahsen artık iki tarafın da savaşı sürdürmek
istemediği prensibi üzerinde bir anlaşmaya varabileceğine inanıyorum, arzunun
elinden ise hiçbir şey kurtulmaz...
KONFERANS ÇIKMAZA GİRİYOR
OCAK-ŞUBAT 1923
Yılbaşı tatili bittikten sonra 3 Ocakta konferans tekrar çalışmaya başladı. Ortalık
söylentilerle dolu... Bu söylentilerden biri: Yunanlılar, eğer konferans bir
çıkmaza girip de dağılırsa, Türklerin askerlerini güneye çekmek zorunda
kalacaklarına, böylece Trakya boşalmış olduğu için Yunanlıların da bu bölgeye
rahatça girebilmek olanağına sahip olacağına inanıyorlar, bu nedenle de konferansı
başarısızlığa uğratmak ve bir çıkmaza sürüklemek için ellerinden geleni yapıyorlar.
İkinci bir söylenti Türkler öteki bütün ülkelerin delegelerine sunmak için ayrı
ayrı anlaşma projeleri hazırlıyorlar ve böylece Müttefikleri birbirlerinden
ayırarak her biriyle ayrı ayrı anlaşma imzalamaya çalışıyorlar. Fakat koridorları
dolduran bu söylentilere insan pek az inanıyor. Paris'ten yeni dönmüş bulunan ve
çok bitkin görünen Curzon, akşam yemeğini bizim odamızda ben ve karımla yedi.
Paris'te pek kötü günler geçirdiğini Fransız devlet adamlarından birini bırakıp
öbürü ile görüşmeler yaptığını, son iki gününü de trende geçirdiğini söyledi.
Gezerken hiç uyumazmış. Kendisinin bu kadar siniri bozuk ve bitkin olduğunu hiç
görmemiştim. Fakat iyi bir akşam yemeğinden sonra neşesi yerine geldi, ona biraz
piyano çaldım ve gece geç vakte kadar tatlı tatlı sohbet ettik. 11 Ocakta yaş günü
imiş; bu yıldönümünü, Türklere bir anlaşma projesi vererek kutlayacakmış. 20 Ocağa
kadar hepimizin Lozan'dan ayrılabileceğimizi söyledi. Bu elbette bir iyimserlik
belirtisi...
Bununla birlikte biz de gazetelerin yaydığı ve özellikle İngiliz, Türk ve Yunan
delegasyonlarından sızdığı anlaşılan kötümser tahminlere katılıyoruz. Şimdi
konferansın propaganda bölümündeyiz, mırıltılara kulak asmamak gerek. Belki
Yunanlılar dışında, herkes bir an önce barışa kavuşmak istiyor. Görünüşe göre bunun
başlıca engeli kapitülasyonlar, mali sorunlar ve Musul olacak. Sonuncu sorun da,
Türkler Musulu almak istiyor, fakat İngilizler oradan toprak vermeyi kesinlikle
reddediyorlar. Bu reddedişe sebep olarak, oradaki manda yönetimine ve Araplara
karşı İngilizlerin şeref sözüne dayanan sorumluluklarla bağlı bulunmalarını ileri
sürüyorlar. Kaldı ki nedenlerden biri, İngilizlerin petrol yataklarına, sahip
olmaları daha önemlisi ise Musul'un İran, İslam Birliği ve Doğu ülkeleri arasında
askerî bakımdan kilit noktası olmasıdır. Curzon'un Musul sorununda ödünler vererek
mi, bütün ödünleri reddederek mi, sorunun çözümünü sonraya bırakarak mı, bir
anlaşmaya varmak istediğini henüz kestiremiyoruz. Ancak şüphe etmiyoruz ki
konferansın kesintiye uğramasından ve bunun sonucu Türklerin güneyde askerî
hazırlıklara başlayarak Yunanlılara Trakya'yı ele geçirme fırsatı vermesinden
Venizelos hiç üzüntü duymuyor. İki haftadan beri Yunanlılar pek can sıktılar;
Barreré Yunanlılara pekâlâ etki edebilecek olan İngilizlerin hiç ses
çıkarmamalarının Fransızları sinirlendirmekte olduğunu söyledi. Kendi dediğine göre
Barreré bir Fransız temsilcisi olarak kaldıkça Müttefikleri en geniş ölçüde
destekleyecekmiş; Türklere eğer Türkiye Müttefiklere karşı sataşma davranışlarına
girecek olursa Fransa'nın savaşa girmekten kaçınacağını sanmakta iseler
yanıldıklarını söylemiş. Fakat kendi hükûmetinden Müttefikleri desteklemek
konusunda ne dereceye kadar yetki aldığı şüpheli. Ankara'dan pek ürkütücü raporlar
geliyor, fakat biz buradaki Türk delegelerinden pek dengeli olmayanlarının
heyecanlı atıp tutmaları gibi, onların da aslında birer gösteriş ve oyun olduğu
kanısındayız. İngilizlerin ve Türklerin birbirlerine pek kötü ültimatomlar
göndermekte yarışa girmekle pek tehlikeli oyun oynadıklarına, fakat talihin yardımı
ile bu patırtılı numaraların sonuca etkisi olmayacağına inanmaktayız.
Azınlıklar komitesinin 6 Ocak oturumunda bir skandal oldu. İtalyan delegesi
Montagna ve İngiliz delegesi Rumbold ulusal bir Ermenistan devleti kurulması
lehinde konuştular, Fransız delegesi Victor Lacroix'ya söz verildiği sırada Rıza
Nur söze karıştı ve ısrarla söz istedi. Müttefiklerin bu azınlıkları Türkler
aleyhine boyuna kışkırtmış oldukları için de burada böyle konuşmak zorunda
kaldıklarını, bu insanların şimdiki durumundan tamamen Müttefiklerin sorumlu
olduğunu ve Türk delegasyonunun bu durumda çok söz dinlemek istemediğini ve
toplantıyı terkedeceklerini söyledi. Montagna, Rıza Nur salonda kalmaya ikna
edebilmek için elinden gelen bütün çabayı harcadı, bu davranışının parlamenter
usullere çok aykırı düşeceğini, eğer kararında direnirse konferanstan ihraç
edileceğini söyledi. Fakat bunlar Nur'a hiç etki etmedi ve orada bulunanların
salondan çıkış usullerine karşı dakikalarca resmi protestolar ileri sürüldü. Bundan
sonra Lacroix, orada hazır bulunmayan Türklere Ermeni sorununda uzlaştırıcı
olmalarını rica ederek konuşmasını okudu. Resmi bir protesto ve açıklama ricası
İsmet Paşa'ya da yöneltilerek, kendisinden Rıza Nur'un davranışını destekleyip
desteklemediği soruldu. O buna kaçamaklı bir cevap verdi ve mesele kapatıldı, fakat
pek kötü bir izlenim meydana geldi.
Bütün Türk delegasyonu şu kanıda ki, Türkiye'deki Ermenilerin bulundukları yerlerde
kalmaları daha yararlıdır ve yabancı entrikalarına âlet olmazlarsa güvenlik ve
huzur içinde yaşarlar. Öteki yerlerdeki Ermenileri Anadolu'ya dönmeye kışkırtacak
her plânı, hiçbir toprak kaybı ve ulusal egemenliğin sarsılması söz konusu olmasa
bile, derhal reddedeceklerine eminiz. Türkler en ısrarlı inatçılığı bu sorunda
gösteriyor.
9 OCAK, SALI
Dün gece Nicholson, Rıza Nur'a gitmiş ve azınlıklar sorunu üzerinde uzun boylu
konuşmuştur. Söylediğine göre Nur'u tamamen kazanmış ve fikirlerini benimsetmiş. Bu
sabah toplantıdan yarım saat önce İsmet Paşa Curzon'la görüşmeye geldi. Yuvarlak
bir masa çevresinde konuştular, İsmet bir santim bile ileri gitmeyi reddetti, hele
Rum Patrikliğinin hangi şartlar altında olursa olsun alıkonulmasının sözünün bile
edilmemesini istedi. Yarım saatin sonunda Curzon daha çok vakit kaybetmenin
gereksiz olduğunu bir çıkmaza saplanıp kaldıklarını, hiçbir sonuca
varamayacaklarını söyledi. Toplantıya İsmet'le birlikte ve başka şeyler konuşarak
gittiler. Tam kapıya geldiklerinde İsmet tamamen tepeden inme bir şekilde;
''Pekâlâ, isteklerinizi kabul edeceğim'' dedi. Bence bu çok anlamlı bir olay.
Anlaşılıyor ki, Türkler ne elde edebilirsek o kârdır diyerek en son dakikaya kadar
her sorunda blöf yapacaklar. Bu da onların anlaşmayı imzalamadan Lozan'dan
ayrılmayacaklarına inanmamıza hak veriyor. Başlangıçta da işaret ettiğim gibi, bu
konferans bir poker oyunu gibi geçecek. Gerçekten de öyle oluyor.
14 OCAK, PAZAR
İsmet Paşa'dan randevu alarak saat 22'de kendisini ziyarete gittim, yarım saat
yanında kaldım. Konuşmamız derhal gösterdi ki, kendisi şimdiye dek gördüğümden çok
inatçı ve uzlaşıcı olmaktan pek uzak ruh hali içersindedir. En önemli sorunları
teker teker önüme serdi: Boğazlar - bir iki nokta dışında, çözüldü; kapitülasyonlar
- çözümlenmedi; azınlıklar - çözümlendi; mali sorunlar, Musul - çözümlenmedi; ve
açıkça anlattı ki Türklerin görüşleri kabul edilmedikçe bu sorunlarda anlaşmak
olanaksızdır.
Konuşmamızın az sonraki bölümünde sanki tesadüfen yeri gelmiş gibi yaparak
kendisine: ''Siz delegemiz Child'e, Rıza Nur da bana, Türkiye'nin Amerika ile bir
dostluk ve ticaret antlaşması yapmak istediğinden söz etmiştiniz'' dedim. Paşa, bu
isteğinin değişmemiş olduğunu söyledi. Bu sorunu ne zaman görüşebileceğimizi
sordum. Hemen ''yarın!'' cevabını verdi. Ben de Türklerle Müttefikler arasında bir
antlaşma imzalanacağı açıkça belli olmadan bu konuda görüşmelere başlamamızı doğru
bulmadığımızı işaret ettim. Normal diplomatik ilişkilere yeniden ve bir an önce
başlamanın, bütün ilgili ülkelerin yararına olduğunu söyledi.
Genel nitelikteki konuşmamız şunları ortaya çıkardı ve açıkça gösterdi ki:
(1) Paşa bizimle görüşmelere başlamaya isteklidir.
(2) Müttefiklere ödün vermek konusunda bir adım bile ileri gitmeyecektir - hiç
değilse son ana kadar. Son anda ve kartlarını açtıkları zaman şimdiki
davranışlarının ne dereceye kadar blöf olduğunu öğrenebileceğiz. Bu gece İsmet'i
çok ciddi ve eskisine oranla daha katılaşmış gördüm; yüzünde samimi tebessümlerden
eser bile yoktu. Bütün düşünce ve kararlarını çok kesin ve soğuk bir şekilde
kestirip atıyordu. Belli ki bugün tersliği üstünde, bu belki dün geceyi neşeli
geçirmiş olmasından. Belki de Hasan Beyin Ankara'dan getirmiş olduğu talimatın
kendisini kuvvetle destekleyici nitelikte olmasından ileri geliyordu.
15 OCAK, PAZARTESİ
Konferansın görünüşü herkesin canını sıkıyor, bütün delegelerde bir kötümserlik,
ruh perişanlığı var. Barreré bile bütün çareleri tüketmiş görünüyor ve hiç değilse
konferansın bir başka süreye ertelenmesini savunuyor. Şimdiye kadar herkesten daha
iyimser olan, sürekli sabır tavsiye eden ve sonunda her şeyin yoluna gireceğini
söyleyen Montagna otelin önünde Child'la karşılaşmış. Child kendisine: ''Montagna,
eğer işler hep öyle gider ve konferans bir sonuca ulaşmazsa Mussolini sana pek
öfkelenmeyecek mi? Bu senin mesleki durumunu sarsmayacak mı?'' diye sormuş.
Montagna'nın gözleri faltaşı gibi açılmış ve bir anda doğruca Curzon'un odasına
dalmış. Daha sonra Curzon, Child'i gördü ve ''Bu Montagna'ya da ne olmuş
Allahaşkına? Şimdike dek içimizde en sakin ve iyimser olan oydu; bu sabah bütün
tüyleri kirpi gibi dikilmiş bir durumda odama hücum etti ve ''şu işleri derhal
bitir, gereksiz tartışmaları bırak ve Türklerin kafasına bir antlaşma projesi
fırlatıver'' diye bağırdı. ''Kendisine ne oldu, anlamıyorum'' diye sordu.
Curzon, Child'i çağırarak demiş ki: ''Siz bir süre önce bize, eğer bir çıkmaza
saplanıp kalırsak yardım edeceğinizi söylediniz. Şimdi yardımınızı istiyorum.
İtalyanlarda yürek yok. Fransızlar hiçbir şey yapmıyor. Siz ne salık verirsiniz?"
Child, İsmet Paşa'dan aşağı inmesini rica edeceğini ve üçünün birlikte konuşmasını
teklif etmiş. Curzon, ikinci İngiliz delegesi olan Rumbold'un da bulunmasını
istemiş. Child, Rumbold'dan söz edilmesini bile istemediğini söylemiş. Curzon
kendisine böyle emir verilmesine içerlemiş; o isteklerinin tartışılmasına alışmamış
bir adam. Fakat Child bu toplantının ya kendi önerdiği şekilde yapılmasını ya da
hiç yapılmamasını söylemiş, bunun üzerine Curzon yüzünü kötü şekilde buruşturarak
razı olmuş. İstanbul'da Türk aleyhtarlığı ile iyiden iyiye ün yapmış olan
Rumbold'un böyle bir toplantıda işi olmaması gerekir elbette...
Child öğleden sonra İsmet'e giderek, özellikle kapitülasyonlar sorununda bir
anlaşmaya varmanın mümkün olup olmadığını anlamak üzere akşam kendi odasında
Curzon'la bir görüşme yapmaya gelmesini teklif etmiş. İsmet ''beni Müttefiklerin
yine eski müttefikleriyle mi karşılaştıracaksınız?'' diye sormuş.
Child, kendisine hiçbir öneriyi desteklemeyeceğini, yalnız İsmet Paşa'ya bir öneri
ileri sürmesi için fırsat hazırlamış olduğu cevabını vermiş.
İsmet razı olarak geldi. Child, İsmet ve Curzon bütün gece konuştular ve hiçbir
sonuca varamadılar. Child, İsmet'in de, Curzon'un da aynı derecede hem aslan
terbiyecisi, hem hanımeli yetiştiricisinin özelliklerine sahip olduklarını
söylüyor. Curzon adlî kapitülasyonlar üzerinde durdu; mahkemeler, cezaevleri ve
kanunlar aynı şekilde kaldıkça, hiçbir yabancının Türkiye'de iş yapamayacağını
söyledi. Delil olarak pek çok örnekler verdi; örneğin bir Türk polisi bir İngiliz
subayının karısının yüzüne bir anahtar destesi ile dehşetli bir darbe vurmuş.
Kocası bunu protesto ettiği an, karısını da kocasını da cezaevine atmışlar; subayı
saldırmak ve adam dövmek, karısını da fahişelikle suçlamışlar. Bu sözler ve
örneklere karşı İsmet sükunetle ''bu gibi şeylerin yoluna konabilmesi için vakit
gerektir'' diyerek cevapladı. O anda Curzon kollarını sallayıp duvarı yumruklayarak
bağırdı: ''İşte benim de boyuna söyleyip durduğum şey bu ya.''
17 OCAK, ÇARŞAMBA
Amiral Bristol bugün İsmet ile uzun bir görüşme yaptı. Bristol görüşme konusunu
kapitülasyonlar üzerinde toplayarak, eğer bunlar kalkacak olursa yerlerine başka
bir rejim konulması zorunluluğu üzerinde ısrarla durdu.
Bugünkü Türk adlî rejiminin başlıca kusur ve eksiklikleri olarak şunlara işaret
etti:
(1) - Seçiliş yolları ve çok düşük ücretlerinden ötürü yargıçlara güvenilmemesi,
(2) - Medenî, ticarî ve ceza kanunlarının yeniden düzenlenmesi, bu kanunlardan
şeriat hukukuna ilişkin izlerin atılması gereği,
(3) Duruşmaların uygun şekilde yönetimi, tanık çağrılması ve kanıt toplanması
hakkındaki usul kanunlarının bulunmayışı,
(4) İkametgâha saldırıyı önleyici kanunların yapılması gereği,
(5) Yeni ceza evlerine ve yönetmeliklerine olan gereksinme.
Amiral, Türkiye'de yabancıların güvenlik içinde yaşayabilmeleri ve ticaret
yapabilmelerine olanak verecek bir hukuk rejimi kurulabilmesi için zamana
gereksinme duyulacağını da özellikle belirtti. İsmet Paşa ileri sürülen bu
delilleri reddetmemekle birlikte, ne Türkiye'nin, ne de Türkiye'de ticaret yapmak
isteyen yabancıların yararları bakımından şimdiki adlî rejimde bu reformları
yapmanın zorunlu olduğu fikrine katılmadı. Yabancı iş adamlarının iddialarının
abartmalı olduğunu, Türkiye'de hemen iş yapmak istemeseler bile çok kısa bir sürede
korkularının yersiz olduğunu anlayacaklarını ileri sürdü. Türkiye'nin yararı
bakımından ise, kapitülasyonları kaldırarak kesin bağımsızlığa kavuşmanın ve ne
reform yapmak için herhangi bir geçiş rejimine, ne de kapitülasyonların yerine
geçecek yeni bir rejime, hiç baş vurmamanın Türkiye için öteki bütün görüşlerden
daha yararlı olacağı kanısında bulunduğunu söyledi. Türkiye'nin içişlerine
yabancılar tarafından hiçbir şekilde müdahaleye olanak vermeyen mutlak bağımsızlık
sorununun şimdi ve ebediyen çözülmesi, Türk halkının kesin isteğidir. İsmet Paşa,
her şeyi göze alarak ve doğacak bütün sonuçları kabullenerek bu konudaki tavrını ve
görüşünü asla değiştirmeyeceğini mümkün olduğu kadar açık şekilde belirtti. Paşa
ile görüşmelerimizde hiçbir sonuca varamadık.
18 OCAK, 1923
Bu akşam Türkler ilk olarak Saray'da büyük bir akşam ziyafeti verdiler. Child ve
ben ziyafetin sonuna kadar kaldık. Sonra gitmek istediğimizde İsmet ikimizin de
ellerinden tutarak engel oldu ve bizi bitişikteki odaya çekti. İçki getirtti. Peşi
peşine o kadar hızla ve düzenle şerefimize kadeh kaldırıyordu ki, kendisine ayak
uydurmaya olanak bulamıyordum. Her kadehten sonra elini dizine koyup arkaya doğru
yaslanıyor ve incir çekirdeğini doldurmayacak şeylere bile kahkaha ile gülüyordu.
Bir aralık ellerimizi tuttu ve yaşamanın çok güzel bir şey olduğunu söyledi. O
kadar neşeliydi ki, o anda elinizde herhangi bir belge olsa derhal imzalayacak
gibiydi...
22 OCAK, PAZARTESİ
Bu sabah saat 11.30'da Child ile Curzon'u ziyarete gittik, konferansın durumu
hakkında ne düşündüğünü sorduk. Verdiği cevapta samimiyetsizlikten eser yoktu.
Fransızların kendisini hayal kırıklığına uğrattıklarını, her sorunda ve özellikle
kapitülasyonlar üzerinde boyuna zaafa düştüklerini, bütün konferans plânlarını
Türklere açıklamış olduklarını söyledi.
İngiliz-Fransız ilişkilerindeki bu ânî değişiklik galiba Paris'te Poincare ile
görüşmüş olan Bompard'ın şimdi buraya dönmesiyle ilgili. Curzon, Fransız
başdelegesi Barreé ile görüşmeye gitmiş. Sözde Barreé doktorlarının gösterdiği
lüzum üzerine Paris'e dönecek. Fakat gerçekte hükûmeti kendisini geri çağırdı.
Şimdiye dek o İngilizleri desteklemiş, fakat belli ki Başbakan Poincare artık buna
izin vermeyecek. Uzun bir meslek hayatının hazin bitişi. Barrere 25 yıl kadar
Fransa'nın İtalya elçiliğini yapmıştı. Söylendiğine göre gençliğinde bir sosyalist
imiş ve İtalyan kralına itimatnamesini verdiğinde kral kendisine, nasıl olup da
siyasi ideallerinde böyle bir değişme olduğunu sormuş. O da şu cevabı vermiş:
''Ekselans, gençliğinde radikal olmayan bir insanın yüreği yoktur, fakat
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Atatürk ve İnönü - 3
  • Büleklär
  • Atatürk ve İnönü - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3497
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1837
    27.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    40.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3635
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1895
    30.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3568
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1819
    31.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3593
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1979
    29.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3673
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1872
    30.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3714
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1871
    29.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 3643
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1931
    27.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    41.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    49.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 8
    Süzlärneñ gomumi sanı 3609
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1947
    29.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    43.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Atatürk ve İnönü - 9
    Süzlärneñ gomumi sanı 2611
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1553
    30.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    51.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.