Çalıkuşu - 31
Süzlärneñ gomumi sanı 2707
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1405
37.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
52.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
60.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
çalışıyorlardı. Uyanmalarından korkulan dalgın hastaların odasında nasıl
konuşmaktan çekini-lirse, onların yanında da ihtiyatsız bir kelimeyle bu hazin
maziyi uyandırmaktan öyle korkuyorlardı.
Aziz Bey, ara sıra:
- Misafirliği biraz daha uzatmak mümkün değil mi? diye sordu.
Gitmek sözünü işittiği zaman daima biraz mahzunlaşan Çalıkuşu:
- imkân yok enişte. Çalıkuşu, ne de olsa başka yuvanın annesi, onun yolunu da
bekleyenler var, diyordu.
Kâmran'a en ziyade dokunan şey de, Feride ile Necdet arasındaki büyük dostluktu.
Onları ayırabilmek için çocuğun, Çalıkuşu'nun kollarında uyuyup kalmasını
beklemek lâzım geliyordu.
Kâmran, bir gün Feride'nin onunla kavga ettiğini işitti.
Çalıkuşu gülerek:
- Söyle bakayım Necdet, bir kere daha hala, hala, hala
Çalıkuşu - F.26
diyordu, fakat Necdet ona itaat etmiyor, inatçı sarı başını sallayarak: "Anne,
anne, anne!" diyordu.
Kâmran biraz korkarak:
- Bırak Feride, varsın öyle desin, ne ziyanı var? Biçarenin belki öyle söylemeye
ihtiyacı var, dedi.
Feride, bir şey söylemeden eğildi, çocuğun başını uzun uzun okşadı.
Kâmran, yine bir sabah, kapalı panjurlarına vuran hafif taş sesleriyle uyandı.
Bunun, yalnız Feride'ye mahsus bir uyandırma usulü olduğunu biliyordu Çalıkuşu,
yine onu, büyük cevizin altında sabah ziyafetine davet ediyordu, ilk günlerde
vaat ettiği gibi artık güzel armut kokusu vermeye başlayan sütün yanında mini
mini dışarlık çörekleri, sonra reçele benzeyen pembe bir tatlı vardı.
Feride, çöreklerin üstüne bu tatlıdan sürerek Kâmran'a veriyordu:
- Bunlar benim elimin marifeti... Bu çöreklerin ismini bilmiyorum, fakat tatlıya
gülbeşeker diyorlar.
işini bitirdikten sonra yine o alçak mutfak iskemlesini bularak Kâmran'ın
karşısına, hemen hemen ayaklarının dibine oturdu.
- Şimdi söyle bana bakayım Kâmran, gülbeşekeri beğendin mi?
Genç adam, gülerek cevap verdi:
- Beğendim.
- Sevdin mi?
- Sevdim.
- Bir daha söyle.
- Beğendim ve sevdim.
- Öyle değil, Kâmran, "Ben Gülbeşeker'i sevdim," de. Kâmran bu çocukça ısrarı
anlamayarak gülüyordu.
- Ben, Gülbeşeker'i sevdim.
Feride, gözlerinde, yanaklarında ateşler uçarak, utancından kirpikleri
titreyerek yüzünü ona yaklaştırıyor, yalvaran bir çocuk gibi boynunu büküyordu.
Dudaklarında tutuk nefeslerle:
- Bir kere daha Kâmran, "Ben Gülbeşeker'i çok seviyorum," de.
Genç adam, istediği verilmezse ağlayacak çocuklar gibi bükülen, titreşen bu
dudaklara heyecanlı bir hayretle bakıyordu. Sebebini kendinin de bilmediği gizli
bir teessürle titreyerek:
- Ben Gülbeşeker'i çok seviyorum, senin istediğin kadar çok seviyorum, dedi.
Feride, bir çocuk sevinciyle ellerini çırptı, fakat dudakları gülerken
gözlerinden yaşlar geliyordu. Ehemmiyetsiz bir şey için ağlayan bir yabancıyı
ayıplar gibi: "Ne delilik, bir marifetini beğendirdiğin için bu kadar memnun
olmak ne delilik!" diye çırpınıyor, kendi kendisiyle eğlenmeye, parmaklarıyla
gözlerini kurutmaya çalışıyordu. Fakat yaşlar bir türlü durmuyordu. Tutuk bir
feryada benzeyen bir hıçkırık; sonra yüzü elleri içinde, ağlaya ağlaya içeri
kaçtı.
Bir akşamüstü Kâmran, eniştesiyle beraber çarşıdan dönüyordu. Çocuklar, âdet
etmişlerdi: Onların geldiğini uzaktan gördükleri gibi kapının içinde dizilirler,
yemiş, şeker, çikolata beklerlerdi. Kâmran, birer birer onların payını
dağıtırken yanına, ayaklarının dibine küçük taş parçaları düştüğünü fark etti.
Son hisseyi verdikten sonra gözleriyle etrafı araştırdı, Çalıku-şu'ydu. Biraz
ötede, kocaman bir kestanenin yanında duruyor, eliyle ona işaret ediyordu:
- Manasını biliyorsunuz ya, Kâmran Bey? Biz de varız. Eğleneceği yahut bir
muziplik edeceği vakit, daima ona "siz" diye hitap ederdi. Gülerek devam etti:
- Siz, beni artık pek fazla ihmal ettiniz. Hani payım. Eski kabahatler unutuldu
mu sanıyorsunuz efendim? Ya sükût hakkımı verirsiniz, ya o eski kiraz ağacı
hikâyesi bu gece sofrada canlanır.
On sene evvel yine bu kapının yanında yaptığı gibi, dilini dişlerinin arasına
sıkıştırıyor, sivri kırmızı ucunu göstererek gülüyordu.
Kâmran, pardösüsünün cebinden bir kutu çıkardı, gülerek:
- Verilmiş sadakalarım varmış. Feride, ne güzel tesadüf. Ben de bugün bir kutu
fondan aldım, kimseye göstermeden kendim yiyecektim ama mademki böyle tehdide
uğradık, ne yapalım?...
Feride'nin yüzünde bir çocuk sevinci parladı:
- Ne güzel, ne güzel!
- Fakat bir şartla Çalıkuşu. Onları yine ben senin ağzına vereceğim.
- Nasıl olur?
- Ta eskiden... sen on iki, on üç yaşındayken nasıl oluyordu?
Bunu söylerken fondanlardan birini Feride'ye uzatmıştı. Çalıkuşu, birkaç saniye
tereddüt etti; sonra başını uzatarak, hafifçe titreyen dudaklarını açtı. Fakat
Kâmran'ın bütün ısrarlarına rağmen, bunlardan bir ikincisini yemek istemedi.
- Ver bana, yemekten sonra onu Necdet'le beraber yerim, dedi.
- Seninle şu duvarın yanına kadar gidelim, Feride. Bak, deniz ne güzel. Hem
konuşur, hem seyrederiz.
- Peki, fakat şu kutuyu içeri bırakayım. Bir dakikacık. Kâmran, ilk defa ona
dokunmaya cesaret etti; bileğinden tutarak:
- Hayır, Feride, dedi. Sana emniyetim yok. Bekle, bir dakikacık, şimdi
geliyorum, diyecek gelmeyeceksin, yahut gelsen de kim bilir ne vakit ve nasıl
geleceksin? Görüyorsun ki sana emniyetim kalmadı.
Feride, bir şey söylemeden başını önüne eğdi, yavaş yavaş onunla beraber
yürümeye başladı.
Kâmran'da bu akşam dalgın bir hüzün vardı. Kendisini zapt edemiyor, kesik,
rabıtasız kelimelerle mütemadiyen şikâyet ediyordu. Bir aralık karanlıklarla
dolmaya başlayan enginden uçan bir kuş sürüsünü gösterdi:
- Feride, bir zaman sonra sen de bunlar gibi uçup gideceksin, değil mi?
- Peki, arkanda bıraktığın teyzelerden, teyze çocuklarından, eski
arkadaşlarından, çocukluğunun geçtiği yerlerden ayrılmak sana pek mi tatlı
gelecek?
- Yuvanda mesut ederek, mesut olarak yaşarken harap ve perişan bıraktığın başka
bir yuvanın hali hiç mi seni üzmeyecek?
*
Feride, cevap vermiyor, hatta dinlemiyor, şekerleme kutusunun altına bir
kurşunkalem parçasıyla şekiller çiziyor, bir şeyler karalıyordu.
Kâmran acı bir şikâyetle:
- Cevap vermiyorsun Feride? dedi. Çalıkuşu, dalgın dalgın onun yüzüne baktı:
- Affet Kâmran, aklım başka yerdeydi. Ne söylediğini dinleyemedim. Vaktiyle
dinlediğim bir eski şarkı vardı ki, unutmuştum, bilmem niçin, birdenbire o
aklıma geldi. Unutmayayım diye onu işaret ediyordum. Đstersen oku. Ben, üşümeye
başladım, içeri gidiyorum.
Kâmran, kutunun altında Feride'nin karışık yazısıyla yazılmış, şu dört mısraı
gördü:
Pür ateşim açtırma benim ağzımı zimhar, Zalim, beni söyletme, derunumda neler
var; Bilmez miyim ettiklerini, eyleme inkâr, Zalim, beni söyletme, derunumda
neler var!
Bu vakanın üstünden dört gün geçmişti. Feride, eski arkadaşlarından hemen hemen
kaçıyordu. Onun yalnız kalabilmek için icra ettiği bütün bahaneleri,
kurnazlıkları boşa çıkıyor, başkalarının yanında konuşmak lâzım geldiği vakit
yüzüne bakmaktan, göz göze gelmekten çekiniyordu.
Dördüncü günün akşamına doğruydu. Evdekiler o gün yine çoluk çocuk bir yere
davetliydiler. Akşam ezanından evvel dönmelerine imkân yoktu. Kâmran, dışarıda
şiddetli bir rüzgârın tozu dumana katmasına rağmen, evde duramamış, dolaşmaya
çıkmıştı.
Rüzgâr, uzak tepelerde ıslık çalıyor, ağaçlar görünmez bir yağmur sağanağı
altında gibi hışırdıyor, göz alabildiğine uzanıp giden yolun üstünde toz
kasırgaları koşuyordu.
Kâmran'ın yüzüne, gözlerine tozlar doluyor, her birkaç adımda bir durarak
rüzgâra arkasını vermek mecburiyetinde kalıyordu. Çıplak bir tepeciğin kenarında
kocaman bir kaya kovuğu gördü. Yanında bitmiş cılız bir ağaç, mütemadiyen
çırpınıyor, sıska kollarını sallıyordu. Kâmran, yolunu çevirerek oraya gitti.
Kayanın bir köşesini rüzgâra karşı siper ederek oturdu.
Bu kadar gürültüye, bu kadar çırpınmaya rağmen etraf bugün bomboş görünüyordu...
Bomboş, dümdüz, tıpkı bir çöl gibi.
Tabiatı, hiçbir gün bu kadar ruhsuz, onun güzel şeylerini bu kadar lüzumsuz,
hayatı bu kadar ümitsiz görmemişti!
Ta uzaktan yolun, suların içinden geçiyor gibi görünen denize yakın bir
noktasında renkli bir kadın hayali fark etti. Hiç sebepsiz yokuştan indi, ona
doğru yürümeye başladı.
Biraz sonra, Nermin'in gülkurusu çarşafını tanıdı. Genç kız da onu görmüş olacak
ki, uzaktan şemsiyesini sallıyordu?
Nermin, niçin ötekilerden ayrılmıştı, niye yalnız geliyordu? Bunu merak ederek
daha hızlı yürümeye başladı.
Genç kız, rüzgâra karşı başını eğiyor, bir eliyle eteklerini zapta çalışıyor,
ötekiyle çarşafının hırçın kuş kanatları gibi çırpınıp havalanan pelerinini
tutuyordu.
Yüzünü gördüğü vakit birdenbire Kâmran'ın kalbi çarptı. Nermin'in gülkurusu
renkli çarşafı içinde Feride vardı.
Tam birbirine yaklaşacakları vakit rüzgâr, Feride'nin şemsiyesini aldı. Çalıkuşu
feryat ederek onu tutmak istedi. Fakat, birdenbire etekleri dağıldı; pelerin
uçtu, saçları açıldı. Kâm-ran, tam dakikasında yetişmişti. Şemsiyesini bir çalı
kenarında yakaladı. Pardösüsünü rüzgâra siper ederek Feride'nin çarşafını
düzeltmesine yardım etti. Çalıkuşu:
- Ne kadar zamanında yetiştin Kâmran, rüzgâr beni sahici çalıkuşları gibi
uçuracaktı, dedi. Daha bir şeyler söylemek istiyordu. Fakat rüzgâr başını
eğmeye, gözlerini, dudaklarını kapamaya mecbur ediyordu. Kâmran, ona pardösüsünü
siper etmeye çalışarak yürümeye başladılar.
Feride, artık söz söyleyebilecek bir hale gelmişti. Fakat öyle görünüyordu ki,
onun şimdi söylemekten ziyade gülmeye ihtiyacı vardı. Kendini zapt edemiyor, bir
başka rüzgâr sağanağına tutulmuş gibi gülüyordu. Kesik kesik bunun sebebini
anlattı.
- Biliyor musun niçin gülüyorum, Kâmran? Misafirlikteydik. Benim çarşıda pek
mühim bazı işlerim olduğu aklıma geldi. Halbuki arkamda yeldirmem vardı. Tabii,
o kıyafette cesaret edemedim. Zavallı Nermincik, bana iyilik etmek istedi.
Çarşafını teklif etti. Biraz evvel yüzüm kapalı olduğu halde çarşıl
dan geçiyordum. Bir zabitin arkamdan geldiğini gördüm. Tam yanımdan geçerken:
- Nermin Hanım, siz burada! Ne ümit edilmez saadet efendim, demesin mi?
Nermin'in bana iyilik edeyim derken böyle foyasını meydana vermesi o kadar
tuhafıma gitti ki, kendimi tutamadım, güldüm. Zabitçik, yanlışlığı o vakit fark
etti. Benden öyle bir kaçması vardı ki... Öyle ya! Nermin'in yerine yaşlı bir
kadın görünce...
Kâmran, gülümseyerek dinliyordu. Feride, devam etti:
- Fakat ben, kızcağızın sırrını sana söylediğime fena ettim. Geveze dilim
durmuyor ki... Kuzum, Allah aşkına, kimseye söyleme e mi? Yalnız ileride, kim
bilir, bu kızcağız da onu istiyorsa?... Onlara bir iyilik edebilirsek...
- Sana vaat ederim, Feride, ancak Nermin o kadar çocuk ki...
Feride, zayıf bir şikâyet gibi:
- Olabilir, fakat böyle çocukların kalbi hiç göründüğü gibi olmuyor, dedi.
Bu söz üzerine ikisi de sustular; yine öyle yan yana yürümeye başladılar.
Rüzgâr hafifliyor, onlar da adımlarını ağırlaştırıyordu. Yolun bitmesinden adeta
korkuyorlardı. Kâmran, mahzun mahzun düşünüyordu: "Demin bu tabiatı bomboş,
kendimi lüzumsuz bir insan gördüm... Şimdi, bu gülkurusu çocuk çarşafı içinde
titriyor gibi görünen nazik, küçük, güzel şeyi rüzgâra karşı bir parça himaye
edebilmek inanılmayacak kadar büyük bir saadet veriyor. Bu, daima böyle
olabilirdi. Bu güzel küçük mahluku, ben, istersem bahtiyar edebilir ve bahtiyar
olurdum... Yazık!"
Dalgın bir düşünce içinde gittikçe adımlarını ağırlaştıran Feride, tekrar
konuşmaya başladı. Hiç münasebeti olmayan şeyler söylüyordu:
- Her şeye rağmen bu küçük tebdilihava beni çok eğlendirdi. Herhalde bir iki
sene yeter. . Sonra, teyzelerimi, hepinizi yine çok göreceğin1 geldiği vakit
tekrar geleceğim... Böylece seneler geçecek, benim yavaş yavaş saçlarım ağarmaya
başlayacak, sen de, tabii öyle. Birbirimizi gördükçe yine memnun olacağız. Buna
mukabil ayrılırken belki daha az mahzun ayrılacağız... Kim bilir, ileride belki
büsbütün bile gelirim, değil mi? Hayat bu, her şey mümkün... O vakit sen, benim
büsbütün ağabeyim olursun... Büyükler birer birer çekildikçe birbirimizin daha
kıymetini biliriz. Ehemmiyetsiz, küçük kusurlarımızı daha ziyade hoş görürüz.
Böyle ömrümüzün son senelerini, çocukluğumuzu geçirdiğimiz yerlerde...
Sesinin bıllurundaki görünmez yara daha derinleşiyor, sözlerine bir gizli
vasiyet mahzunluğu veriyordu.
Yol üzerinde çocuklu bir dilenci kadına tesadüf ettiler. Çocuk, çıplak
ayaklarıyla yanlarında koşuyor, kuru eliyle Feri-de'nin eteklerini okşuyordu.
Kâmran, para vermek için durdu. Feride, küçük sefillerle temasın verdiği bir
alışkanlıkla çocuğun başını okşamaktan iğrendi. Tekrar yürümeye başladıkları
vakit, dilenci kadın onlara dua etti:
- Allah birbirinizden ayırmasın, Allah güzel hanımcığını sana bağışlasın, dedi.
Gayri ihtiyari durdular. Kâmran, gönlünün bütün acısı gözlerinin içine
toplanmış:
- Feride, duydun mu kadın ne söyledi? dedi. Bu suale iki iri yaş damlası cevap
verdi. Artık, birbirlerine yaklaşmaya cesaret edemeyerek yollarına devam
ettiler.
Köşkün önüne geldikleri vakit, akşam olmuştu. Hava, epeyce sakinleşmiş, rüzgârın
uğultusu durmuştu. Ağaçlar, bu
uzun yorgunluktan sonra, sakin gölgelerinin uykusuna dalıyor, kayalarda -kendi
içlerinde sızıyor gibi görünen hafif bir sedef parıltısı yanıp sönüyordu.
- Vakit daha erken, Feride. Onlar şehirden dönmediler, ister misin seninle şu
kayaların yanına gidelim?
Feride, başını önüne eğerek halsiz halsiz rica etti:
- Bana artık müsaade, Kâmran. Gidip soyunayım, rüzgâr başımı sersem etti.
Biraz evvel Feride'nin canlı, oynak vücudu etrafında canlı bir mahluk gibi
yaşayan, omuzlarından uçarak dizlerinin etrafına dolanarak hassas, zarif, çapkın
sarılışlarla çırpınan gülkurusu çarşaf, şimdi sönük bir emel füturuyla
omuzlarından, dizlerinden sarkıyordu.
Daha ileri gitmeye kuvveti kalmamış gibi oraya, kapının önündeki iri bir taşın
kenarına oturdu; kumlara şemsiyesiyle ümitsizliği kadar derin, hayatı gibi kırık
çizgiler çizmeye başladı.
Biraz sonra, Kâmran'ın da yanına oturduğunu, omzunun omzuna dokunduğunu, elinin
elini tuttuğunu hissettiği vakit, hafifçe heyecanlandı. Şaşkın şaşkın etrafına
bakarak kaçmak istiyordu. Fakat vazgeçti.
Kâmran, onun birkaç defa derin derin içini çektiğini, ilk önce vahşileşen
gözlerine birdenbire çaresiz bir mağlubiyet tevekkülü düştüğünü gördü. Buz gibi
soğuyan, titreyen elini eski nişanlısının eline bırakmıştı, ikisi de gözlerini
kapadılar. Kâmran, gözlerinin karanlığı içinde kıvılcımlar uçuşarak düşünüyordu:
"Bu avucumun içinde titreyen el, Feride'nin eli. Demek insanın, geceleri
imkânsız bir rüyası sandığı şeyler de mümkün olabilirmiş!" Gözlerini tekrar
açtı. Feride, ağlaya ağlaya uyumuş çocuklar gibi ara sıra göğüs geçiriyor,
gittikçe ağırlaşan başını onun omzuna bırakıyordu. Halinde, ellerini bıra-
kışında mazlum bir teslimiyet vardı. Kâmran, ara sıra kımılda-dıkça onun daha
ziyade sokulduğunu, elini daha kuvvetli sıktığmı
hissediyordu. Genç adam, niçin böyle söylediğini kendi de bilmeden, gayet
yavaş:
- Ben Gülbeşeker'} seviyorum, dedi.
Yanlarındaki kapının birdenbire açılması, onları bu uykudan uyandırdı. Feride,
silah sesi duymuş gibi kuş hafifliğiyle yerinden fırladı. En önde Nermin
giriyordu. Çalıkuşu, heyecanlı bir sevinçle onun boynuna atıldı. Genç kızı
kollarında sıkıyor, saçlarını, gözlerini buselere gark ediyordu. Kimse bu
sevincin sebebini anlamıyordu. Biraz evvelki yorgunluktan eser kalmamıştı.
Küçükleri kollarından yakalıyor, cıyak cıyak bağırtarak havaya atıp tutuyordu,
içeri girecekleri vakit, biraz geri kaldı. Kâmran'ın yaklaşmasını bekledi.
Sonra, iç kapının karanlığında gayet yavaş:
- Mersi, Kâmran, dedi.
VII
Ertesi gün Feride, yine kendi kendine şehre inmişti, ikindiye doğru köşke
döndüğü vakit, çok yorgun görünüyordu. Buna rağmen çocukları yine etrafına
topladı, arka bahçede kocaman bir kolan salıncağı kurdu.
Kâmran, Aziz Bey'in ihtiyar ve geveze bir misafirinden kendini kurtardığı vakit,
salıncakta Feride ile Necdet vardı. Feride, var kuvvetiyle salıncağı uçuruyor,
Necdet çığlıklar atarak bir kedi yavrusu gibi boynuna tırmanıyordu.
Kâmran, Ayşe Teyze'nin tıpkı on sene evvelki gibi:
- Feride, kızım, deliliği bırak, çocuğu düşüreceksin, diye bağırdığını işitti.
Çalıkuşu aldırmıyor, bütün ruhuyla eğlenerek cevap veriyordu:
- Aman teyze, nenize lâzım, Necdet'in asıl sahibi şikâyet etmiyor ya! Değil mi
Kâmran?
Feride, çocukların birini bırakıp ötekini alıyor, hepsinin sıra ile gönlünü hoş
etmek istiyordu.
Çocukların en büyüğü, fakat en korkağı olan Nermin'i cıyak cıyak bağırttıktan
sonra salıncaktan atladı. Saçları, terden kıpkırmızı kesilen alnına, yanaklarına
yapışıyor, elindeki ip yanıklarını gidermek için avuçlarını birbirine sürüyordu.
- Zannederim artık kimse kalmadı. Kâmran, tereddütle:
- Beni unuttun, Feride, dedi.
Çahkuşu'nun dudaklarında renksiz bir tebessüm uçtu. "Olmaz" demeye razı olmuyor,
"Haydi" demeye cesaret edemiyor, gözleriyle ipi, ağaç dallarını muayene ederek
etraftan teşvik bekliyordu.
- Nasıl olur bilmem ki? ipler ikimizi çekmez sanırım, öyle değil mi Müjgân?
Müjgân, eliyle ipi tuttu, sakin gözlerini Kâmran'ın gözlerine dikerek:
- ipler için değil... Fakat Feride çok yorgun. Haline bak onun Kâmran. Bir
yorgun kadını daha ziyade yormak sanırım ki günah olur artık, dedi.
Feride evvela, "Ehemmiyeti yok, ne çıkar?" diyordu. Fakat sonra Müjgân'ın söz ve
bakışlarındaki manayı anladı. Kabahatli bir çocuk gibi mahcup ve korkak, başını
önüne indirdi, yavaşça-
- Evet, fazla yorgunum, belki hasta olurum, dedi. Haline bir hasta kadın
yorgunluğu çökmüş, gözlerinin biraz evvelki neşesi sönmüştü:
Hâlâ Kâmran'a bakan Müjgân yavaşça:
- Sen, zannettiğimden ziyade kalpsizsin Kâmran! dedi. O, işitilmemek için aynı
yavaş sesle:
- Niçin? diye sordu.
Müjgân, onu kendisiyle beraber bahçenin öte tarafına doğru yürümeye mecbur etti:
ÇALIKUŞL
413
- Biçarenin halini görmüyor musun? Hayatını, gönlünü bu kadar üzdüğün elvermedi
mi?
- Müjgân!...
- Onu bu kadar sene birimiz bir kere aramadık. Hasret acısına dayanamadı.
Dargınlığını, isyanını unutarak yanımıza döndü. Geldiği zaman hemen hemen iyi
olmuştu. Bu yeni kapanmış yarayı sen tekrar açtın.
Müjgân, gözleri dolarak devam ediyordu:
- Biçarenin yarın buradan giderken çekeceği ıstırabı düşünüyorum da... Evet
Kâmran, Feride yarın gidiyor. Her şey hazır. Ben de bilmiyordum. Feride, bu
sefer bana ne kalbine, ne hayatına dair hiçbir şey söylemiyor. Demin haber
aldım; bu ani kararın sebebini sordum. Kocasından gelmiş bir mektuptan
bahsediyor. Eminim ki yalan. Feride senden kaçıyor. Biçare artık tahammül
edemiyor. Ben, zaruri ayrılığın biraz müşkül olacağından korkuyorum. Feride çok
gayretli, inanılmayacak kadar gayretli bir mahluk. Fakat ne de olsa kadın.
Hayatını kırdığın bu biçareye karşı senin bir borcun var, bu ayrılık günlerinde
kuvvetli ve sakin olmak; mümkün olduğu kadar ona gayret vermek...
Kâmran, bu sözleri dinlerken gözlerinin yeşiline kadar sararmıştı:
- Yalnız Feride'nin kınlan hayatından bahsediyorsun, ya benimki? dedi.
- Sen kendin istedin.
- Bu kadar kalpsiz olma, Müjgân.
- Sen sanıyor musun ki, yapılacak bir şey olsaydı geri duracaktım? Fakat
elimizde hiçbir çare yok. Feride, şimdi bir başkasının karısı. Biçarenin ayağı
bağlı. Görüyorum ki sen de çok bedbahtsın. Artık sana dargın değilim. Fakat,
yapılacak bir şey yok.
Feride'nin ertesi gün gideceğini herkes duymuştu. Fakat kimse bundan
bahsetmiyordu. Akşam yemeğini derin bir
sükût içinde yediler. Bu gece, daha ihtiyar ve düşkün görünen Aziz Bey,
Feride'yi yanına almıştı. Đkide bir omuzlarını okşuyor, çenesinden tutup başını
çevirerek gözlerine bakıyor:
- Ah! Çalıkuşu, ihtiyar vaktimde yüreğimi dertli ettin, diyordu.
O gece, herkes erkenden odasına çıktı.
VIII
Vakit, gece yarısını geçiyordu. Köşk, çoktan uyumuştu. Müjgân, omuzlarında bir
ince atkı, elinde küçük bir şamdanla adasından çıktı. Ayaklarının ucuna basa
basa, dura dura Kâm-ran'ın kapısına geldi. Odada ne ses, ne ışık vardı. Genç
kadın, yavaşça kapıya dokundu, fısıltıya benzeyen bir sesle seslendi:
Kapı, çabucak açıldı. Kâmran, soyunmamıştı. Mumun hafif ışığında çehresi daha
soluk ve yorgun görünüyor, bu sönük ışık, gözlerini kamaştırmış gibi
kirpiklerini kırpıyordu.
- Daha uyumadın mı, Kâmran?
- Görüyorsun ya.
- Niçin lambanı söndürdün?
- Bu gece aydınlık gözlerimi yakıyor.
konuşmaktan çekini-lirse, onların yanında da ihtiyatsız bir kelimeyle bu hazin
maziyi uyandırmaktan öyle korkuyorlardı.
Aziz Bey, ara sıra:
- Misafirliği biraz daha uzatmak mümkün değil mi? diye sordu.
Gitmek sözünü işittiği zaman daima biraz mahzunlaşan Çalıkuşu:
- imkân yok enişte. Çalıkuşu, ne de olsa başka yuvanın annesi, onun yolunu da
bekleyenler var, diyordu.
Kâmran'a en ziyade dokunan şey de, Feride ile Necdet arasındaki büyük dostluktu.
Onları ayırabilmek için çocuğun, Çalıkuşu'nun kollarında uyuyup kalmasını
beklemek lâzım geliyordu.
Kâmran, bir gün Feride'nin onunla kavga ettiğini işitti.
Çalıkuşu gülerek:
- Söyle bakayım Necdet, bir kere daha hala, hala, hala
Çalıkuşu - F.26
diyordu, fakat Necdet ona itaat etmiyor, inatçı sarı başını sallayarak: "Anne,
anne, anne!" diyordu.
Kâmran biraz korkarak:
- Bırak Feride, varsın öyle desin, ne ziyanı var? Biçarenin belki öyle söylemeye
ihtiyacı var, dedi.
Feride, bir şey söylemeden eğildi, çocuğun başını uzun uzun okşadı.
Kâmran, yine bir sabah, kapalı panjurlarına vuran hafif taş sesleriyle uyandı.
Bunun, yalnız Feride'ye mahsus bir uyandırma usulü olduğunu biliyordu Çalıkuşu,
yine onu, büyük cevizin altında sabah ziyafetine davet ediyordu, ilk günlerde
vaat ettiği gibi artık güzel armut kokusu vermeye başlayan sütün yanında mini
mini dışarlık çörekleri, sonra reçele benzeyen pembe bir tatlı vardı.
Feride, çöreklerin üstüne bu tatlıdan sürerek Kâmran'a veriyordu:
- Bunlar benim elimin marifeti... Bu çöreklerin ismini bilmiyorum, fakat tatlıya
gülbeşeker diyorlar.
işini bitirdikten sonra yine o alçak mutfak iskemlesini bularak Kâmran'ın
karşısına, hemen hemen ayaklarının dibine oturdu.
- Şimdi söyle bana bakayım Kâmran, gülbeşekeri beğendin mi?
Genç adam, gülerek cevap verdi:
- Beğendim.
- Sevdin mi?
- Sevdim.
- Bir daha söyle.
- Beğendim ve sevdim.
- Öyle değil, Kâmran, "Ben Gülbeşeker'i sevdim," de. Kâmran bu çocukça ısrarı
anlamayarak gülüyordu.
- Ben, Gülbeşeker'i sevdim.
Feride, gözlerinde, yanaklarında ateşler uçarak, utancından kirpikleri
titreyerek yüzünü ona yaklaştırıyor, yalvaran bir çocuk gibi boynunu büküyordu.
Dudaklarında tutuk nefeslerle:
- Bir kere daha Kâmran, "Ben Gülbeşeker'i çok seviyorum," de.
Genç adam, istediği verilmezse ağlayacak çocuklar gibi bükülen, titreşen bu
dudaklara heyecanlı bir hayretle bakıyordu. Sebebini kendinin de bilmediği gizli
bir teessürle titreyerek:
- Ben Gülbeşeker'i çok seviyorum, senin istediğin kadar çok seviyorum, dedi.
Feride, bir çocuk sevinciyle ellerini çırptı, fakat dudakları gülerken
gözlerinden yaşlar geliyordu. Ehemmiyetsiz bir şey için ağlayan bir yabancıyı
ayıplar gibi: "Ne delilik, bir marifetini beğendirdiğin için bu kadar memnun
olmak ne delilik!" diye çırpınıyor, kendi kendisiyle eğlenmeye, parmaklarıyla
gözlerini kurutmaya çalışıyordu. Fakat yaşlar bir türlü durmuyordu. Tutuk bir
feryada benzeyen bir hıçkırık; sonra yüzü elleri içinde, ağlaya ağlaya içeri
kaçtı.
Bir akşamüstü Kâmran, eniştesiyle beraber çarşıdan dönüyordu. Çocuklar, âdet
etmişlerdi: Onların geldiğini uzaktan gördükleri gibi kapının içinde dizilirler,
yemiş, şeker, çikolata beklerlerdi. Kâmran, birer birer onların payını
dağıtırken yanına, ayaklarının dibine küçük taş parçaları düştüğünü fark etti.
Son hisseyi verdikten sonra gözleriyle etrafı araştırdı, Çalıku-şu'ydu. Biraz
ötede, kocaman bir kestanenin yanında duruyor, eliyle ona işaret ediyordu:
- Manasını biliyorsunuz ya, Kâmran Bey? Biz de varız. Eğleneceği yahut bir
muziplik edeceği vakit, daima ona "siz" diye hitap ederdi. Gülerek devam etti:
- Siz, beni artık pek fazla ihmal ettiniz. Hani payım. Eski kabahatler unutuldu
mu sanıyorsunuz efendim? Ya sükût hakkımı verirsiniz, ya o eski kiraz ağacı
hikâyesi bu gece sofrada canlanır.
On sene evvel yine bu kapının yanında yaptığı gibi, dilini dişlerinin arasına
sıkıştırıyor, sivri kırmızı ucunu göstererek gülüyordu.
Kâmran, pardösüsünün cebinden bir kutu çıkardı, gülerek:
- Verilmiş sadakalarım varmış. Feride, ne güzel tesadüf. Ben de bugün bir kutu
fondan aldım, kimseye göstermeden kendim yiyecektim ama mademki böyle tehdide
uğradık, ne yapalım?...
Feride'nin yüzünde bir çocuk sevinci parladı:
- Ne güzel, ne güzel!
- Fakat bir şartla Çalıkuşu. Onları yine ben senin ağzına vereceğim.
- Nasıl olur?
- Ta eskiden... sen on iki, on üç yaşındayken nasıl oluyordu?
Bunu söylerken fondanlardan birini Feride'ye uzatmıştı. Çalıkuşu, birkaç saniye
tereddüt etti; sonra başını uzatarak, hafifçe titreyen dudaklarını açtı. Fakat
Kâmran'ın bütün ısrarlarına rağmen, bunlardan bir ikincisini yemek istemedi.
- Ver bana, yemekten sonra onu Necdet'le beraber yerim, dedi.
- Seninle şu duvarın yanına kadar gidelim, Feride. Bak, deniz ne güzel. Hem
konuşur, hem seyrederiz.
- Peki, fakat şu kutuyu içeri bırakayım. Bir dakikacık. Kâmran, ilk defa ona
dokunmaya cesaret etti; bileğinden tutarak:
- Hayır, Feride, dedi. Sana emniyetim yok. Bekle, bir dakikacık, şimdi
geliyorum, diyecek gelmeyeceksin, yahut gelsen de kim bilir ne vakit ve nasıl
geleceksin? Görüyorsun ki sana emniyetim kalmadı.
Feride, bir şey söylemeden başını önüne eğdi, yavaş yavaş onunla beraber
yürümeye başladı.
Kâmran'da bu akşam dalgın bir hüzün vardı. Kendisini zapt edemiyor, kesik,
rabıtasız kelimelerle mütemadiyen şikâyet ediyordu. Bir aralık karanlıklarla
dolmaya başlayan enginden uçan bir kuş sürüsünü gösterdi:
- Feride, bir zaman sonra sen de bunlar gibi uçup gideceksin, değil mi?
- Peki, arkanda bıraktığın teyzelerden, teyze çocuklarından, eski
arkadaşlarından, çocukluğunun geçtiği yerlerden ayrılmak sana pek mi tatlı
gelecek?
- Yuvanda mesut ederek, mesut olarak yaşarken harap ve perişan bıraktığın başka
bir yuvanın hali hiç mi seni üzmeyecek?
*
Feride, cevap vermiyor, hatta dinlemiyor, şekerleme kutusunun altına bir
kurşunkalem parçasıyla şekiller çiziyor, bir şeyler karalıyordu.
Kâmran acı bir şikâyetle:
- Cevap vermiyorsun Feride? dedi. Çalıkuşu, dalgın dalgın onun yüzüne baktı:
- Affet Kâmran, aklım başka yerdeydi. Ne söylediğini dinleyemedim. Vaktiyle
dinlediğim bir eski şarkı vardı ki, unutmuştum, bilmem niçin, birdenbire o
aklıma geldi. Unutmayayım diye onu işaret ediyordum. Đstersen oku. Ben, üşümeye
başladım, içeri gidiyorum.
Kâmran, kutunun altında Feride'nin karışık yazısıyla yazılmış, şu dört mısraı
gördü:
Pür ateşim açtırma benim ağzımı zimhar, Zalim, beni söyletme, derunumda neler
var; Bilmez miyim ettiklerini, eyleme inkâr, Zalim, beni söyletme, derunumda
neler var!
Bu vakanın üstünden dört gün geçmişti. Feride, eski arkadaşlarından hemen hemen
kaçıyordu. Onun yalnız kalabilmek için icra ettiği bütün bahaneleri,
kurnazlıkları boşa çıkıyor, başkalarının yanında konuşmak lâzım geldiği vakit
yüzüne bakmaktan, göz göze gelmekten çekiniyordu.
Dördüncü günün akşamına doğruydu. Evdekiler o gün yine çoluk çocuk bir yere
davetliydiler. Akşam ezanından evvel dönmelerine imkân yoktu. Kâmran, dışarıda
şiddetli bir rüzgârın tozu dumana katmasına rağmen, evde duramamış, dolaşmaya
çıkmıştı.
Rüzgâr, uzak tepelerde ıslık çalıyor, ağaçlar görünmez bir yağmur sağanağı
altında gibi hışırdıyor, göz alabildiğine uzanıp giden yolun üstünde toz
kasırgaları koşuyordu.
Kâmran'ın yüzüne, gözlerine tozlar doluyor, her birkaç adımda bir durarak
rüzgâra arkasını vermek mecburiyetinde kalıyordu. Çıplak bir tepeciğin kenarında
kocaman bir kaya kovuğu gördü. Yanında bitmiş cılız bir ağaç, mütemadiyen
çırpınıyor, sıska kollarını sallıyordu. Kâmran, yolunu çevirerek oraya gitti.
Kayanın bir köşesini rüzgâra karşı siper ederek oturdu.
Bu kadar gürültüye, bu kadar çırpınmaya rağmen etraf bugün bomboş görünüyordu...
Bomboş, dümdüz, tıpkı bir çöl gibi.
Tabiatı, hiçbir gün bu kadar ruhsuz, onun güzel şeylerini bu kadar lüzumsuz,
hayatı bu kadar ümitsiz görmemişti!
Ta uzaktan yolun, suların içinden geçiyor gibi görünen denize yakın bir
noktasında renkli bir kadın hayali fark etti. Hiç sebepsiz yokuştan indi, ona
doğru yürümeye başladı.
Biraz sonra, Nermin'in gülkurusu çarşafını tanıdı. Genç kız da onu görmüş olacak
ki, uzaktan şemsiyesini sallıyordu?
Nermin, niçin ötekilerden ayrılmıştı, niye yalnız geliyordu? Bunu merak ederek
daha hızlı yürümeye başladı.
Genç kız, rüzgâra karşı başını eğiyor, bir eliyle eteklerini zapta çalışıyor,
ötekiyle çarşafının hırçın kuş kanatları gibi çırpınıp havalanan pelerinini
tutuyordu.
Yüzünü gördüğü vakit birdenbire Kâmran'ın kalbi çarptı. Nermin'in gülkurusu
renkli çarşafı içinde Feride vardı.
Tam birbirine yaklaşacakları vakit rüzgâr, Feride'nin şemsiyesini aldı. Çalıkuşu
feryat ederek onu tutmak istedi. Fakat, birdenbire etekleri dağıldı; pelerin
uçtu, saçları açıldı. Kâm-ran, tam dakikasında yetişmişti. Şemsiyesini bir çalı
kenarında yakaladı. Pardösüsünü rüzgâra siper ederek Feride'nin çarşafını
düzeltmesine yardım etti. Çalıkuşu:
- Ne kadar zamanında yetiştin Kâmran, rüzgâr beni sahici çalıkuşları gibi
uçuracaktı, dedi. Daha bir şeyler söylemek istiyordu. Fakat rüzgâr başını
eğmeye, gözlerini, dudaklarını kapamaya mecbur ediyordu. Kâmran, ona pardösüsünü
siper etmeye çalışarak yürümeye başladılar.
Feride, artık söz söyleyebilecek bir hale gelmişti. Fakat öyle görünüyordu ki,
onun şimdi söylemekten ziyade gülmeye ihtiyacı vardı. Kendini zapt edemiyor, bir
başka rüzgâr sağanağına tutulmuş gibi gülüyordu. Kesik kesik bunun sebebini
anlattı.
- Biliyor musun niçin gülüyorum, Kâmran? Misafirlikteydik. Benim çarşıda pek
mühim bazı işlerim olduğu aklıma geldi. Halbuki arkamda yeldirmem vardı. Tabii,
o kıyafette cesaret edemedim. Zavallı Nermincik, bana iyilik etmek istedi.
Çarşafını teklif etti. Biraz evvel yüzüm kapalı olduğu halde çarşıl
dan geçiyordum. Bir zabitin arkamdan geldiğini gördüm. Tam yanımdan geçerken:
- Nermin Hanım, siz burada! Ne ümit edilmez saadet efendim, demesin mi?
Nermin'in bana iyilik edeyim derken böyle foyasını meydana vermesi o kadar
tuhafıma gitti ki, kendimi tutamadım, güldüm. Zabitçik, yanlışlığı o vakit fark
etti. Benden öyle bir kaçması vardı ki... Öyle ya! Nermin'in yerine yaşlı bir
kadın görünce...
Kâmran, gülümseyerek dinliyordu. Feride, devam etti:
- Fakat ben, kızcağızın sırrını sana söylediğime fena ettim. Geveze dilim
durmuyor ki... Kuzum, Allah aşkına, kimseye söyleme e mi? Yalnız ileride, kim
bilir, bu kızcağız da onu istiyorsa?... Onlara bir iyilik edebilirsek...
- Sana vaat ederim, Feride, ancak Nermin o kadar çocuk ki...
Feride, zayıf bir şikâyet gibi:
- Olabilir, fakat böyle çocukların kalbi hiç göründüğü gibi olmuyor, dedi.
Bu söz üzerine ikisi de sustular; yine öyle yan yana yürümeye başladılar.
Rüzgâr hafifliyor, onlar da adımlarını ağırlaştırıyordu. Yolun bitmesinden adeta
korkuyorlardı. Kâmran, mahzun mahzun düşünüyordu: "Demin bu tabiatı bomboş,
kendimi lüzumsuz bir insan gördüm... Şimdi, bu gülkurusu çocuk çarşafı içinde
titriyor gibi görünen nazik, küçük, güzel şeyi rüzgâra karşı bir parça himaye
edebilmek inanılmayacak kadar büyük bir saadet veriyor. Bu, daima böyle
olabilirdi. Bu güzel küçük mahluku, ben, istersem bahtiyar edebilir ve bahtiyar
olurdum... Yazık!"
Dalgın bir düşünce içinde gittikçe adımlarını ağırlaştıran Feride, tekrar
konuşmaya başladı. Hiç münasebeti olmayan şeyler söylüyordu:
- Her şeye rağmen bu küçük tebdilihava beni çok eğlendirdi. Herhalde bir iki
sene yeter. . Sonra, teyzelerimi, hepinizi yine çok göreceğin1 geldiği vakit
tekrar geleceğim... Böylece seneler geçecek, benim yavaş yavaş saçlarım ağarmaya
başlayacak, sen de, tabii öyle. Birbirimizi gördükçe yine memnun olacağız. Buna
mukabil ayrılırken belki daha az mahzun ayrılacağız... Kim bilir, ileride belki
büsbütün bile gelirim, değil mi? Hayat bu, her şey mümkün... O vakit sen, benim
büsbütün ağabeyim olursun... Büyükler birer birer çekildikçe birbirimizin daha
kıymetini biliriz. Ehemmiyetsiz, küçük kusurlarımızı daha ziyade hoş görürüz.
Böyle ömrümüzün son senelerini, çocukluğumuzu geçirdiğimiz yerlerde...
Sesinin bıllurundaki görünmez yara daha derinleşiyor, sözlerine bir gizli
vasiyet mahzunluğu veriyordu.
Yol üzerinde çocuklu bir dilenci kadına tesadüf ettiler. Çocuk, çıplak
ayaklarıyla yanlarında koşuyor, kuru eliyle Feri-de'nin eteklerini okşuyordu.
Kâmran, para vermek için durdu. Feride, küçük sefillerle temasın verdiği bir
alışkanlıkla çocuğun başını okşamaktan iğrendi. Tekrar yürümeye başladıkları
vakit, dilenci kadın onlara dua etti:
- Allah birbirinizden ayırmasın, Allah güzel hanımcığını sana bağışlasın, dedi.
Gayri ihtiyari durdular. Kâmran, gönlünün bütün acısı gözlerinin içine
toplanmış:
- Feride, duydun mu kadın ne söyledi? dedi. Bu suale iki iri yaş damlası cevap
verdi. Artık, birbirlerine yaklaşmaya cesaret edemeyerek yollarına devam
ettiler.
Köşkün önüne geldikleri vakit, akşam olmuştu. Hava, epeyce sakinleşmiş, rüzgârın
uğultusu durmuştu. Ağaçlar, bu
uzun yorgunluktan sonra, sakin gölgelerinin uykusuna dalıyor, kayalarda -kendi
içlerinde sızıyor gibi görünen hafif bir sedef parıltısı yanıp sönüyordu.
- Vakit daha erken, Feride. Onlar şehirden dönmediler, ister misin seninle şu
kayaların yanına gidelim?
Feride, başını önüne eğerek halsiz halsiz rica etti:
- Bana artık müsaade, Kâmran. Gidip soyunayım, rüzgâr başımı sersem etti.
Biraz evvel Feride'nin canlı, oynak vücudu etrafında canlı bir mahluk gibi
yaşayan, omuzlarından uçarak dizlerinin etrafına dolanarak hassas, zarif, çapkın
sarılışlarla çırpınan gülkurusu çarşaf, şimdi sönük bir emel füturuyla
omuzlarından, dizlerinden sarkıyordu.
Daha ileri gitmeye kuvveti kalmamış gibi oraya, kapının önündeki iri bir taşın
kenarına oturdu; kumlara şemsiyesiyle ümitsizliği kadar derin, hayatı gibi kırık
çizgiler çizmeye başladı.
Biraz sonra, Kâmran'ın da yanına oturduğunu, omzunun omzuna dokunduğunu, elinin
elini tuttuğunu hissettiği vakit, hafifçe heyecanlandı. Şaşkın şaşkın etrafına
bakarak kaçmak istiyordu. Fakat vazgeçti.
Kâmran, onun birkaç defa derin derin içini çektiğini, ilk önce vahşileşen
gözlerine birdenbire çaresiz bir mağlubiyet tevekkülü düştüğünü gördü. Buz gibi
soğuyan, titreyen elini eski nişanlısının eline bırakmıştı, ikisi de gözlerini
kapadılar. Kâmran, gözlerinin karanlığı içinde kıvılcımlar uçuşarak düşünüyordu:
"Bu avucumun içinde titreyen el, Feride'nin eli. Demek insanın, geceleri
imkânsız bir rüyası sandığı şeyler de mümkün olabilirmiş!" Gözlerini tekrar
açtı. Feride, ağlaya ağlaya uyumuş çocuklar gibi ara sıra göğüs geçiriyor,
gittikçe ağırlaşan başını onun omzuna bırakıyordu. Halinde, ellerini bıra-
kışında mazlum bir teslimiyet vardı. Kâmran, ara sıra kımılda-dıkça onun daha
ziyade sokulduğunu, elini daha kuvvetli sıktığmı
hissediyordu. Genç adam, niçin böyle söylediğini kendi de bilmeden, gayet
yavaş:
- Ben Gülbeşeker'} seviyorum, dedi.
Yanlarındaki kapının birdenbire açılması, onları bu uykudan uyandırdı. Feride,
silah sesi duymuş gibi kuş hafifliğiyle yerinden fırladı. En önde Nermin
giriyordu. Çalıkuşu, heyecanlı bir sevinçle onun boynuna atıldı. Genç kızı
kollarında sıkıyor, saçlarını, gözlerini buselere gark ediyordu. Kimse bu
sevincin sebebini anlamıyordu. Biraz evvelki yorgunluktan eser kalmamıştı.
Küçükleri kollarından yakalıyor, cıyak cıyak bağırtarak havaya atıp tutuyordu,
içeri girecekleri vakit, biraz geri kaldı. Kâmran'ın yaklaşmasını bekledi.
Sonra, iç kapının karanlığında gayet yavaş:
- Mersi, Kâmran, dedi.
VII
Ertesi gün Feride, yine kendi kendine şehre inmişti, ikindiye doğru köşke
döndüğü vakit, çok yorgun görünüyordu. Buna rağmen çocukları yine etrafına
topladı, arka bahçede kocaman bir kolan salıncağı kurdu.
Kâmran, Aziz Bey'in ihtiyar ve geveze bir misafirinden kendini kurtardığı vakit,
salıncakta Feride ile Necdet vardı. Feride, var kuvvetiyle salıncağı uçuruyor,
Necdet çığlıklar atarak bir kedi yavrusu gibi boynuna tırmanıyordu.
Kâmran, Ayşe Teyze'nin tıpkı on sene evvelki gibi:
- Feride, kızım, deliliği bırak, çocuğu düşüreceksin, diye bağırdığını işitti.
Çalıkuşu aldırmıyor, bütün ruhuyla eğlenerek cevap veriyordu:
- Aman teyze, nenize lâzım, Necdet'in asıl sahibi şikâyet etmiyor ya! Değil mi
Kâmran?
Feride, çocukların birini bırakıp ötekini alıyor, hepsinin sıra ile gönlünü hoş
etmek istiyordu.
Çocukların en büyüğü, fakat en korkağı olan Nermin'i cıyak cıyak bağırttıktan
sonra salıncaktan atladı. Saçları, terden kıpkırmızı kesilen alnına, yanaklarına
yapışıyor, elindeki ip yanıklarını gidermek için avuçlarını birbirine sürüyordu.
- Zannederim artık kimse kalmadı. Kâmran, tereddütle:
- Beni unuttun, Feride, dedi.
Çahkuşu'nun dudaklarında renksiz bir tebessüm uçtu. "Olmaz" demeye razı olmuyor,
"Haydi" demeye cesaret edemiyor, gözleriyle ipi, ağaç dallarını muayene ederek
etraftan teşvik bekliyordu.
- Nasıl olur bilmem ki? ipler ikimizi çekmez sanırım, öyle değil mi Müjgân?
Müjgân, eliyle ipi tuttu, sakin gözlerini Kâmran'ın gözlerine dikerek:
- ipler için değil... Fakat Feride çok yorgun. Haline bak onun Kâmran. Bir
yorgun kadını daha ziyade yormak sanırım ki günah olur artık, dedi.
Feride evvela, "Ehemmiyeti yok, ne çıkar?" diyordu. Fakat sonra Müjgân'ın söz ve
bakışlarındaki manayı anladı. Kabahatli bir çocuk gibi mahcup ve korkak, başını
önüne indirdi, yavaşça-
- Evet, fazla yorgunum, belki hasta olurum, dedi. Haline bir hasta kadın
yorgunluğu çökmüş, gözlerinin biraz evvelki neşesi sönmüştü:
Hâlâ Kâmran'a bakan Müjgân yavaşça:
- Sen, zannettiğimden ziyade kalpsizsin Kâmran! dedi. O, işitilmemek için aynı
yavaş sesle:
- Niçin? diye sordu.
Müjgân, onu kendisiyle beraber bahçenin öte tarafına doğru yürümeye mecbur etti:
ÇALIKUŞL
413
- Biçarenin halini görmüyor musun? Hayatını, gönlünü bu kadar üzdüğün elvermedi
mi?
- Müjgân!...
- Onu bu kadar sene birimiz bir kere aramadık. Hasret acısına dayanamadı.
Dargınlığını, isyanını unutarak yanımıza döndü. Geldiği zaman hemen hemen iyi
olmuştu. Bu yeni kapanmış yarayı sen tekrar açtın.
Müjgân, gözleri dolarak devam ediyordu:
- Biçarenin yarın buradan giderken çekeceği ıstırabı düşünüyorum da... Evet
Kâmran, Feride yarın gidiyor. Her şey hazır. Ben de bilmiyordum. Feride, bu
sefer bana ne kalbine, ne hayatına dair hiçbir şey söylemiyor. Demin haber
aldım; bu ani kararın sebebini sordum. Kocasından gelmiş bir mektuptan
bahsediyor. Eminim ki yalan. Feride senden kaçıyor. Biçare artık tahammül
edemiyor. Ben, zaruri ayrılığın biraz müşkül olacağından korkuyorum. Feride çok
gayretli, inanılmayacak kadar gayretli bir mahluk. Fakat ne de olsa kadın.
Hayatını kırdığın bu biçareye karşı senin bir borcun var, bu ayrılık günlerinde
kuvvetli ve sakin olmak; mümkün olduğu kadar ona gayret vermek...
Kâmran, bu sözleri dinlerken gözlerinin yeşiline kadar sararmıştı:
- Yalnız Feride'nin kınlan hayatından bahsediyorsun, ya benimki? dedi.
- Sen kendin istedin.
- Bu kadar kalpsiz olma, Müjgân.
- Sen sanıyor musun ki, yapılacak bir şey olsaydı geri duracaktım? Fakat
elimizde hiçbir çare yok. Feride, şimdi bir başkasının karısı. Biçarenin ayağı
bağlı. Görüyorum ki sen de çok bedbahtsın. Artık sana dargın değilim. Fakat,
yapılacak bir şey yok.
Feride'nin ertesi gün gideceğini herkes duymuştu. Fakat kimse bundan
bahsetmiyordu. Akşam yemeğini derin bir
sükût içinde yediler. Bu gece, daha ihtiyar ve düşkün görünen Aziz Bey,
Feride'yi yanına almıştı. Đkide bir omuzlarını okşuyor, çenesinden tutup başını
çevirerek gözlerine bakıyor:
- Ah! Çalıkuşu, ihtiyar vaktimde yüreğimi dertli ettin, diyordu.
O gece, herkes erkenden odasına çıktı.
VIII
Vakit, gece yarısını geçiyordu. Köşk, çoktan uyumuştu. Müjgân, omuzlarında bir
ince atkı, elinde küçük bir şamdanla adasından çıktı. Ayaklarının ucuna basa
basa, dura dura Kâm-ran'ın kapısına geldi. Odada ne ses, ne ışık vardı. Genç
kadın, yavaşça kapıya dokundu, fısıltıya benzeyen bir sesle seslendi:
Kapı, çabucak açıldı. Kâmran, soyunmamıştı. Mumun hafif ışığında çehresi daha
soluk ve yorgun görünüyor, bu sönük ışık, gözlerini kamaştırmış gibi
kirpiklerini kırpıyordu.
- Daha uyumadın mı, Kâmran?
- Görüyorsun ya.
- Niçin lambanı söndürdün?
- Bu gece aydınlık gözlerimi yakıyor.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Çalıkuşu - 32
- Büleklär
- Çalıkuşu - 01Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2690Unikal süzlärneñ gomumi sanı 166629.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.42.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 02Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2748Unikal süzlärneñ gomumi sanı 169831.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 03Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2794Unikal süzlärneñ gomumi sanı 162932.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 04Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2894Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156735.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 05Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2755Unikal süzlärneñ gomumi sanı 156632.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 06Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2715Unikal süzlärneñ gomumi sanı 155433.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 07Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2858Unikal süzlärneñ gomumi sanı 150935.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 08Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2809Unikal süzlärneñ gomumi sanı 153336.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 09Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2835Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167033.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 10Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2815Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161236.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 11Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2850Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167733.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 12Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2881Unikal süzlärneñ gomumi sanı 177432.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 13Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2779Unikal süzlärneñ gomumi sanı 167333.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 14Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2800Unikal süzlärneñ gomumi sanı 164333.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 15Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2818Unikal süzlärneñ gomumi sanı 160034.1 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 16Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2830Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163034.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.58.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 17Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2771Unikal süzlärneñ gomumi sanı 160735.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.2 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 18Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2832Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159734.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 19Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2877Unikal süzlärneñ gomumi sanı 168434.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 20Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2785Unikal süzlärneñ gomumi sanı 160533.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 21Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2817Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163934.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 22Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2743Unikal süzlärneñ gomumi sanı 158432.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 23Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2851Unikal süzlärneñ gomumi sanı 159134.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 24Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2799Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161632.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.9 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 25Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2762Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157634.8 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 26Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2829Unikal süzlärneñ gomumi sanı 152138.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.60.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 27Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2788Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157234.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.50.2 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 28Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2820Unikal süzlärneñ gomumi sanı 161135.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.57.1 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 29Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2859Unikal süzlärneñ gomumi sanı 157533.9 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 30Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2717Unikal süzlärneñ gomumi sanı 146237.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 31Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2707Unikal süzlärneñ gomumi sanı 140537.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.60.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 32Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 2851Unikal süzlärneñ gomumi sanı 163634.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.49.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.56.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Çalıkuşu - 33Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 1234Unikal süzlärneñ gomumi sanı 75037.0 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.51.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.59.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.