🕥 30 dakikalık okuma

Alfa Cellatlari - 6

Toplam kelime sayısı 3859
Benzersiz kelimelerin toplam sayısı 2057
31.2 kelime en yaygın 2000 kelimede yer alıyor
43.8 kelime en yaygın 5000 kelimede yer alıyor
51.0 kelime en yaygın 8000 kelimede yer alıyor
Her çubuk, en yaygın 1000 kelime başına düşen kelime yüzdesini temsil eder.
  ğumuzu biliyoruz. Biz buzdaki adam gibiyiz.
  Elini bir şey kutsar gibi kaldırdı. Rahipler sessizce baktı.
  Dr. Corwin rahiplere: Biz sizi kutsamak için gökten yere indik dedi. Ardından belirsiz dini kaynaklardan elde edilmiş bir dua okumaya başladı. Ören gülmemek için kendini zor tuttu. Onun gözünde, Doktor o kadar küçük, ve onlar o kadar büyüktü ki.
  Rahipler hep birlikte birkaç saniye mırıldandı ve uzaklaştılar.
  - Çok iyi. Onları etkilediniz diye mırıldandı Kora.
  Dr. Corwin başını salladı. "O kadar emin olmayın. Akıl
  olarak avcılardan çok üstünler. Bu buz tanrısını, kabileleri etkilemek için onlar yaratmışlar. Onu ve bizi yok edebilirler."
  - Geri gelirler mi?
  - Mutlaka. Buzdaki adama doğru döndü. Onu uzay
  gemisinde donmuş olarak buldular herhalde. Biz doğru za
  man uzayımızda olmadığımızdan, inanılmaz görünüyor!
  İnanmadığını belirtircesine başını salladı. Donmaz Tanrı
  ları iyiydi; fakat yaşayan Tanrılar böyle yönetilmemeli.
  Ören başını salladı. "Anladım. Canlı kalabilirsek rahiplerden bir şeyler elde edebiliriz. Hey! Yabancı, ne yapıyorsun?"
  Köpek buz figürünün önündeydi ve buzu durmadan pençeliyordu. Bir avuç dolusu buz çıkartmıştı. Ören ona doğru eğildi. Kendini parçalıyorsun oğlum. Bak, Yabancı'-
  nın ısı-giysisi buzu eritiyor. Doktor, bu bir belirti olabilir mi?
  Doktor düşünceli bir biçimde çevreyi adımlıyordu. "Ne olursa olsun rahiplerle arkadaş olmalıyız. Başkalarının da buraya inmiş olması bizi umutlandırır."
  Konuşmayı izleyen sessizliği, rüzgâr ve buz-tanrısına yürüyen Yabancı'nın ayak sesleri bozuyordu. Ören onu izledi.
  Kora Tanrılar mucize yaratmalıdırlar diyerek karıştı
  söze.
  Yabancı'nın yanına çömelen Ören: Doktor. Siz hiç hyprothemia üzerine deney yaptınız mı? diye sordu.
  — Evet yaptım. Geçmiş yıllarda insanları ölümden ön
  ce dondurma ve hastalıklı organlarının yerine yenilerini
  koyma düşüncesi vardı. Bunun, sonradan pek iyi bir dü
  şünce olmadığı ortaya çıktı. Birçok yasal ve parasal sorun
  lar vardı. Ve böyle bir iş için, çok sayıda insan. Ancak dü
  şüncenin temeli sağlamdı.
  — Sizin uzay yolculuğu ne durumda?
  — Aynı biçimde başarılabilir. Sistemler arasında uzun
  yolculuklar için yaşamı tehlikeye sokmak olmasa. Dr. Cor
  win derin bir soluk aldı. Bu adamın canlı olduğunu düşü
  nebiliyor musun?
  Ören, Belki de, bu yüzden burada dedi. Yabancı'ya bak. O şöyle düşünüyor...
  Dr. Corwin kuşku içindeydi.
  - Portatif ısı delicilerini kullanacağız. Cebinden hemen
  bir tane çıkardı. Dr. Corwin Diğer tarafa geçeceğim dedi.
  Ani hareketinden sonra yerden buhar yükseldi ve küçük su damlacıkları kürsünün kenarlarından süzülmeye başladı.
  - Herşey şansa bağlı. Belki rahiplere onun bir ölü ol
  duğunu kanıtlayacağız. Ve bizi de...
  Ören, Yaptığımız herşey şansa bağlı olacak diyerek dişlerini gıcırdattı. Bu ihtiyacımız olan mucize olabilir. Bir saat içinde donmuş adam saydam tabutunun dışına
  çıkarılmıştı. Ören onu bir ısı battaniyesiyle kapladı. Bir sığır eti parçasına benziyor. Kora ona masaj yapmama yardım et.
  - Tam anlamıyla insan. Söylediğin gibi yaşlı, Kora. Seksen veya o dolaylarda diyebilirim. Belki bir yerli. Giysisi sentetik ipekten, içinde dolaşan bir de metalik bir ısı-iğ-nesi var.
  * * *
  Kora, yarım saat sonra "Boşuna, Ören" dedi.
  Yaşlı adamın kemikli vücudu üzerindeki gergin kas dizileri, şimdi sarkık ve yumuşaktı. Fakat kahverengi, yüksek çeneli yüzü ölümün sakin soylu izlerini taşıyordu hâlâ. Bir süre sonra vücudu battaniyenin sıcaklığıyla ısındı. Sol eli irkildiğinde Kora zorlukla sokulabildi.
  Doktor, Galvanik spazm dedi.
  Ören kulağını, tüm kaburga kemiklerinin gözüktüğü göğsüne yasladı. Yaşamalı! Çene ve yanaklarına hafif vurarak, ritmik bir biçimde akciğerin üstüne doğru yumuşak darbeler indirmeye başladı. Hiç durmadan çalışıyor, gümüşi gözleri daha çok parlıyordu.
  - Uyan, yaşlı adam! diye fısıldadı.
  Ören yorgun bir biçimde ayağa kalktı. Hafif bir çatırtı duyuldu. Adamın göz kapakları aralanmıştı. Bir çığlık atan Ören hemen eğilerek ağzını yaşlı adamın ağzına yapıştırdı. Tekrar tekrar soluk verdi. Adamın durumunu izlemek için ayağa kalktığında, dudaklarının kıpırdadığını gördü.
  Göz kapaklan iyice daralmıştı. Ağzı zorlukla soludu, dudakları garip bir gülüşle kıvrıldı. Çene kemikleri yavaş yavaş açıldı.
  Zorlukla soluyan Kora, Konuşmak istiyor dedi.
  - Sana bakıyor Ören. Seni önceden tanıyormuş gibi
  bakıyor.
  Bir şeyler söylemeye çalışan dudaklarından anlaşılmaz sesler çıktı. Daha sonra Ören adamın titrek bir sesle ne di-yebildiğini duydu:
  - Sonunda geldin, kardeşim.
  Kora yaşlı adamı, besin paketinden çıkardığı çorbayla besledi. Dr. Corwin bir şeyler sormak istiyordu yaşlı adama. Yaşlı adam Oren'in elini tuttu ve ona gülümsedi. Gözlerinin içinde gördüğü şeyler, onu ölümcül bir derinliğe çeker gibi oldu.
  Doğrulmadan önce, Öbürleri kim? Kız bizden. Diğer küçük adanı kim? diye sordu Oren'e.
  Dr. Corwin telaşlı açıklamalardan sonra sordu. "Buraya nasıl geldiniz? Oren'le eski bir arkadaş gibi nasıl konuşabiliyorsunuz?"
  Yaşlı adam iç çekerek başladı konuşmasına.
  — Adım Chauna. Çok eskiden Kuzey Hindistan'da,
  Pradish bölgesinde doğdum. Annem, bir adamın aşkını
  hiçbir zaman anlayamayan basit bir çocuktu.
  — Uydurma!
  — Bir bakıma. Ben annemin yediği bir grup tohumdan
  oluştum. Uzay dışına sürüklenmiş bir tohumdan. Bunun
  için Oren'i kardeşim diye çağırıyorum. O da...
  Oren'in gümüşi gözleri Chauna'nın gözlerine daha karanlık bir ifadeyle yöneldi. Büyükbabamın annesi hakkındaki öykü, annesinin koruda bulduğu bir çilekle ilgiliydi.
  Gözleri Kora'ya kaydı. Onun eline dokunarak Senin gözlerin belirtmiyor ama, sen de...
  - Bilmiyorum.
  Kora, Chauna ve Oren'e sert sert baktı. Babam hakkında bir şey bilmiyorum. Annem bir fahişeydi. Korkunç bir yaşam sürdürdü. Fakat ben kolejdeyken kendimi tanımaya çalıştım. Yucatan'da bir şeyler vardı. Bazen bir vahşi hayvan gibi yanan gözlerle bir panter ve kutsal bir şey hakkında gülünç düşler görürdüm. Sanırım mango hakkında hayal edilebilecek her şeyi düşledim.
  — Mango?
  — Ağaçtaydı. Gümüş gibi parlıyordu ve onu elime alıp
  yemek istedim...
  Chauna kemikli elini yaklaştırdı ve yanağını okşadı. Farketmez. Biliyoruz. Varlığının derinlerinde... biz üçümüz. Her yerde gerçek bir kardeş aradım. Bulamadım. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde beni, içimde yanan şeyi bulabileceğim yıldızlara götürebilecek bilgiyi aradım. Dağlarda gemimi yaptım. Yıldız aramama yardımcı olabilecek eski dinsel sanatlardan ve modern bilimlerden yararlandım.
  Ören, Sen de mi kaza geçirdin? dedi. - Bilmiyorum. Hedef aldığım gezegene vardığımda otomatik olarak uyanmak için kendimi kontrol mekanizmasına bağladım. En aza indirgenmiş canlılığım ve vücut ısımın az olması besin ve oksijen yetersizliğini önlemek içindi. Amacıma ulaşmak yedi yıl alacaktı. Ancak hiçbir zaman ulaşamadım, sizin gibi.
  Dr. Corwin çenesini salladı. Siz, bizim sistemimiz dışındaki bir gezegene doğru sizi çeken bir şeyden söz ediyorsunuz. Ören de. Yabancı bile bu hokus pokusun içinde görünüyor. Üzgünüm, ancak sizinle aynı biçimde konuşmam olanaksız. Ben bilinmeyenden çağrı almadım. Sadece ölmeden önce her şeyi bilmek için arzu ve bilimsel bir merak duydum. Tüm amaçlarımız yok olduğuna göre, farketmez. Ören araya girdi: Geri geliyorlar.
  Rahipler, Oren'in ayağa kaldırdığı çelimsiz kahverengi insanı ve buz-tanrılarının bulunduğu erimiş kütleyi görünce heyecanla bağrıştılar. İkisi, çığlık atarak dizleri üzerine çöktü; diğerleri inandıklarını belirtmek amacıyla oldukları gibi kaldılar. Bir süre sonra, bir bölümü daha diz çöktü.
  Başında hiç saçı olmayan ve pelerini gümüş renginde boncuklarla dolu olan Başrahip sert bir biçimde ayağa kalktı. Diğerlerine kızgın bir sesle bağırdı.
  
  Ören, Mutlu değil dedi. Tanrılarının yaşatılmasına sevinmemiş.
  Chauna yumuşak bir sesle, Bizim eski tapınaklar gibi dedi. Tanrılar taşa kazındıkları ve vücutlarını kullanamadıkları zaman Tanrı oluyorlar. O zaman onlara Tanrıların uygun gördükleri güçleri ve özellikleri yakıştırıyorlar.
  Kora Sadece eskiler değil, diyerek sözünü kesti.
  Dr. Corwin yalvaran bir sesle "Onları, canlı Tanrılar'ın olabileceğine inandırmalıyız" dedi.
  Chauna ciddi bir sesle, Bütün ırkların, Tanrıları'nm zayıflıkları olarak düşündükleri şeyler, aslında günlük bir temele dayanan isteklerdi. Ve bu istekler de bölüştükleri armağanlar ve iyiliklerden oluşmaktaydı. Armağanlar her zaman iyi karşılanır. Biz bu Tanrılar'a ne verebiliriz, avcılara karşı durumlarını iyileştirecek bir şey? diyerek öneride bulundu.
  Ören çantasını aldı. Eğer şimdiye kadar bir şey olmadıysa, gemide çok şey vardır. Burada fazla bir şey yok. Ateş? Onların içinde var. Kıllı derileri onları bu keskin soğuğa karşı dayanıklı kılıyor, bu yüzden bizim ısı araçlarımız işe yaramaz. Herhalde bu rahipler sıcak mağaralarından hiç çıkmazlar.
  — Fenerle bir deneyin. Doktor Corwin kemerindeki
  ışığı çıkarıp attı ve daha önce yaptığı gibi Başrahibe doğru
  gitti. Bu kez dimdik durdu.
  — Sana bir armağan.
  Başrahip ona baktı. Sonra düğümlü parmakları feneri aldı. Fener buz yığınına bir ışık dalgası yayana kadar, Doktordun yaptığı gibi düğmeyle oynadı. Diğerleri onu izlerken onaylayan homurtular çıkardılar.
  Başrahip on dakika kadar yeni oyuncağıyla oynadı. Büyüsünü diğerlerine de gösterdi.
  Sonra gözlerini kısarak Doktor Corwin'in kemerindeki-ne dikti bakışlarını.
  Ve uzandı.
  
  - Hayır!
  Doktor Corwin buz zeminde geriledi. Başrahip bir adım attı ve Doktor'u iterek kemerinden bir çekişte aldı silahını. Çalıştırma düğmesiyle oynarken Doktor Corvvin ayağa kalkarak bağırdı.
  - Dokunma ona! Kendini yaralayacaksın!
  Başrahibin parmağıyla düğmeyi bastırmasını silahın
  ölüm kusan sesi izledi. Doktor boş bir çuval gibi düştü yere. Bir yaşam süren bilimsel araştırmaları ve planlarını gerçekleştiremeyecekti artık.
  Kora bağırdı. Ören silahını çekerek sinirden kıpkırmızı olmuş gözlerle ilerledi. Rahiplerin hepsi ayağa kalkmıştı. Başrahip bir şeyler anlatmak istercesine Oren'e doğrulttu silahını.
  Ören biraz yatışarak geriledi. Ne yararı vardı ki?
  Chauna'ya Çantamda bir silah daha var dedi.
  Yaşlı adam içini çekerek, Bunu yapamam. İsteyerek hiçbir canlıyı öldürmedim bugüne kadar dedi.
  - Ben şimdi öldürebilirim. Gözleri korkunun soğukluğundan parlayarak silahı aldı Kora. Başrahip diğerlerine homurdanarak Doktor'un vücudunu tekmeliyordu. Bu Tanrı değil. Bakın parmağımın bir hareketiyle bir Tanrı öldürdüm.
  Tanrı korkusundan kurtulunca, hepsi birden saldırdılar.
  Oren'in silahı ikisini birden biçti. Başrahip ölüm oyuncağını doğrulttu ve düğmeye bastı. Ancak hiçbir şey olmadı. Yeniden doldurmak için ne yapılacağını bilmiyordu. Ama silaha ihtiyaçları yoktu. Ören ve Kora biçimsiz öbeğe doğru gerileyerek ateş ettiler. Yabancı hırlayarak havladı.
  Kötü kokulu bir et yığını çevrelerini sardı. Pençeli eller silahlarını ellerinden aldı. Ören boğazını sıkan parmakları hissettiğinde, artık başka türlü ölmeyeceklerini düşündü. Yaşamı boyunca ne aradığını bilememişti.
  Başrahip kısa bir emir vererek homurdandı. Rahipler
  
  tünel kapısını kapatıp üç Dünyalıyı buz üstünde bırakıp gittiler.
  Kora: Bizi neden öldürmediler? diye sordu. Ören kollarıyla sarmıştı Kora'yi-
  Chauna yumuşak sesiyle: Tanrıları olması gerekir dedi. Beni bulduklarında durum aydınlanmıştı. Birkaç saat sonra dört Tanrıları olacak.
  
  Sekizinci Bölüm
  - HEPSİ BİTTİ.
  Kora Oren'in kollarında titriyordu. Artık ne düşlerin var, ne de şarkıların.
  Chauna düşünceli bakışlarla yanlarına oturdu. Eşitlik evrende hem var, hem yok dedi. Bu insanın bir türlü öğ-renemediği bir kavram. Yıldızlar parlar, gezegenler hareket eder. Uygarlıklar yükselir ve düşer.
  İçini çekti. Ama ben de insanım. Bir üzüntüm var. Çünkü daha önce kim olduğum bana söylenmedi. Uzayın içinde ne kadar uzağa gidersek gidelim, ölümün huzura giden bir yol olduğu konusunda kimse umutlu olamaz. Belki de yanıt bu.
  Ören inançla, Uzakta, yıldızlarda bir yerde barışın olduğuna inanıyorum dedi. Veya yaşayan her canlı organizmanın kabul edebileceği bir yakınlıkta. Bizim aradığımız şey bunun içinde saklı. Bu, Dünya'daki savaşların, çirkinliğin ötesinde bir şey. Biz bunu denedik. Buz kalıplarına oyduk bunu.
  Yabancı burnunu çekerek Oren'in bacaklarına süründü.
  Güneş ortadan kayboldukça üstlerindeki gökkuşağı renkleri de soluyordu.
  Kora: Yakında hava kararacak dedi. Burada, bu donmuş dünyada öleceğiz. Ölmeden önce bir kez daha şarkı söyle Ören, lütfen.
  Yabancı Kora'yla Oren'in birleşen ellerinin üstüne yerleşti.
  "Bir yerde bir yıldız bekliyor, Çocukları gibi gezegenleri olan bir yıldız. Bir kış sobasının çevresinde toplanmış gibi. Bekliyor ve karanlıkta hülyalarını saçıyor. Bir gün onu birisi bulacak.
  
  Zaman, yaralarından kurtulduğu zaman. Hülyalar uzay çiçekleri gibi patlayacak. Dünyaya doğru yayılarak, O zaman Her insanın yüreğindeki Umutlar gerçek olacak..."
  Kora'nın ellerinin gittikçe soğuduğunu farketti. Ayakları da artık hissizleşiyordu.
  — Ayağa kalkmalıyız dedi. Kan dolaşımını sürdürme
  liyiz.
  — Yararı yok. Kora'nın sesi mutlu ve her şeyi kabul
  lenmiş gibiydi. Giysilerimizdeki ısı kayboldu. Hepsini kul
  landık. Son nefesimiz için kavga ederek, boğuşarak ölme
  yelim. Yine şarkı söyle sen!
  Üstlerindeki kemer, ışığını yitirmişti. Şimdi koyu yeşildi, sanki derin bir okyanusa dalıyor gibiydiler. Yakında koyu yeşil, sonra da siyah olacaktı. Fenerleri de bitmek üzereydi.
  Ören: Kuğuyla ilgili şarkıyı anımsıyor musun? dedi.
  — Hayır, bilmiyorum. Söyle!
  Ören Kora'yı öptü.
  — Peki!
  "Gümüş kuğu, ki o
  Ölüm yaklaşırken
  Hiç farketmemişti
  Sessiz boğazını kilitledi
  Yüreğini yosunlu kıyıya bırakarak
  İlk ve son şarkısını söyledi
  Ve bir daha söylemedi,
  Karanlık yavaş yavaş indi..."
  Bu şarkı gerçek. Karşıdaki duvara bakan Ören, iyice karanlığa gömülmelerini düşünerek açıkladı. Sanki üzerlerinden büyük bir kanat geçiyordu. Bu kuzey kuğusu tüm yaşamı boyunca hiç ses çıkarmaz... Kora!
  — Evet Ören? Fısıltısı sabırsız bir ifadeyle çıkmıştı.
  — İstemiştim ki, Hey! Yabancı'ya ne oldu?
  
  Kıllı sıcak et yumağını elleriyle aradı. Şarkı söylerken uzaklaşmıştı Yabancı. Kora'yı hareket ettirmeye çalıştı; ancak Kora yapışmış gibi direniyordu. Yabancı'nın karanlıkta tek başına ölmek için uzaklaştığını düşündü. Küçük köpek onları da beklemeliydi.
  Yavaş yavaş ölüme yaklaştıklarını görebiliyordu artık.
  — Yabancı diye bağırdı.
  Hiç yanıt yoktu.
  — Chauna...
  Yaşlı adamdan yanıt gelmedi. Ancak onun yakınında olduğunu farketti. Son bir güçle kendini ve Kora'yı Kızılde-rilinin yanına doğru çekti. Yabancı dışında hepsi beraber öleceklerdi.
  O iyi yürekli, küçük varlığın bu sert ve soğuk ortamda yalnız olduğunu düşünmek, gözlerinin birden yaşlarla dolmasına neden oldu. Yabancı'nın yeri çok farklıydı yüreğinde. O kadar farklıydı ki onun hakkında konuşamamıştı bile. Yabancı yalnız kendine benzerdi. Kora'yı daha yakma çekmek için kollarını kaldırdı. Ölü gibiydiler. Parmaklarında hiçbir şey hissetmedi. Şimdi ayaklarına da söz geçi-remiyordu.
  — Yabancı gitti. Kora fısıltısına yanıt vermedi. Kora'yı
  uyandıramıyordu. Bir kez ölmek daha kolaydı. Yaşamında
  döktüğü gözyaşları yanaklarında buz tanecikleri oluştur
  muştu.
  — abanci! Yeri doldurulmaz arkadaşını son kez selam
  ladı. Güle güle.
  Karanlıktan bir yanıt geldi o an. Ören bu yanıtla birlikte öldüğünü düşündü.
  - Evet Ören buradayım.
  Bir bakıma da mantıksaldı bu.
  — Yabancı?
  — Evet sevgili arkadaşım.
  — Konuşabiliyorsun!
  — Evet şimdi.
  Ören tarifsiz bir şaşkınlık içinde kekeledi:
  — Sonunda delirdim. Öldüm mü yoksa?..
  — Hiçbiri Ören, Benim sesimi tanıyorsun. Benim Ya
  bancı olduğumu biliyorsun.
  — Evet, içten biliyorum.
  — İyi. Dinle! Diğerlerini araştırdım, bir süre sonra dü
  zelecekler. Seninle konuşmak' istiyorum. Kendimi göster
  meden önce hazırlan.
  Ören derin bir soluk aldı:
  — Biliyordum! Biliyordum! diye konuştu, Sen kimsin
  Yabancı?
  — Özetlemeye çalışacağım. Sen benimle daha önce de
  karşılaştın Ören. Avukat Morris J. Phelps. O zaman sana
  büyük bir davaya baktığımı söylemiştim, Tohumların ve
  rimli toprağa düştüklerini öğrendiğim zaman umutlanma
  ya başlamıştım. Bir yolunu bulup, üçünüzü bir araya getir
  meliydim. Fakat bir düşmanım vardı. Dünya'nın yok
  edilmesi gerektiğine ve buna kimsenin engel olmaması ge
  rektiğine inanan güçlü bir düşman. Benim dünyamda ya
  şam kutsaldır, fakat bu düşman, yapmak istediğim şeyi
  durdurmak için beni öldürecekti.
  Ören damarlarındaki kanın ısındığını hissetti. Birden kafasına gelen bu bilgi ışıkları neden olmuştu buna. Yabancının özel bir yaratık olduğunda yanılmamıştı.
   - Ama bizler de farklıyız, diye bağırdı Ören. Ben, Kora ve Chauna.
  - Evet. Tohumlar bir rastlantı sonucu Lapland, Yu
  catan ve Hindistan'a düştüler. Chauna bunun tek çocuğu.
  Kora ve senden başka, daha uzak kuzenleriniz de var. An
  cak genel olarak ırk özelliği çok daha zayıf. Benim aradı
  ğım kıvılcım, en zayıf parıltı. Seninki en güçlüsü; Çünkü
  senin yanında Chauna çok yaşlı kalıyor. Kora'nınki daha
  az. Sen, Ören dünyanızın umudusun.
  Ören bunun önemini kavradı. Böyle bir şeye inanamıyordu henüz.
  Zaman alacaktı bu. Alçakgönüllülükle inanmaya çalışacaktı.
  — Yabancı?
  — Benim ve Dünyanın düşmanından sakınmak için
  Yabancı oldum. Bu küçük köpeği sizin burunda, nereye
  saklandığınızı öğrenmek için geldiğimde buldum. Yarı
  ölüydü. Ona o kadar benzedim ki; kendi benliğimi yitire
  rek düşmanımdan kurtuldum. Kendi güçlerimi sürdür
  düm. Ben sizin Yabancı dediğiniz köpektim. Doğal olarak
  bu, size fazla yardım edemeyeceğim anlamına geliyordu.
  Sizin yıldızlara doğru bu dehşetli yolculuğunuzu, Kora'nın
  da sizinle birlikte olması gerektiğini ve hepimizin gitme
  miz gereken yere gitmesine çalıştım. Köpekler kuşku du
  yulmayan özelliklere sahiptir, Ören. Sahibiyle içten bir
  tek vücut olma özellikleri vardır. Eğer sahibi hastalanırsa,
  köpek de aynı hastalığa yakalanır. Eğer üzülürse, köpek
  de üzülür. Yabancı'nın kafasındaki varlığım sadece onun
  doğal gücünü arttırdı. Senin yıldızlara büyük özlemin
  Yabancı'ya da yansımıştı. Sen onun yaptığı şeyleri basar
  dın. Senin tutkuların ona yön verdi. Rick'i ve arkadaşları
  nı bulduğun zaman, Büyük Adam'ı kurtardığın zaman hep
  böyle oldu. Rick'i buluncaya kadar, kendini Core'un pis
  koridorlarında gizlediğinde hep bu duyguyu duyuyordun.
  Bu senden, yani bir bakıma Yabancı olan benden kaynak
  lanıyordu.
  Ören'in aklı karışmıştı. O zaman Rick'i gemiye sen istedin! Onun bizi buraya saptıracağını biliyordun! Chauna'-yı bulmamız gerekiyordu.
  — Evet. Üçünüzü bir araya getirmem gerekiyordu.
  — Yabancı öldü mü? dedi Ören yutkunarak.
  — Hemen hemen evet. Üzgünüm ama bu olmalıydı.
  Eğer onu o gün dağda bulmasaydım, daha o zaman ölmüş
  olacaktı. Mutlu olarak ölüyor. Çünkü köpeklerin her şey
  den çok istedikleri şeye sahip. Sahibine olan görevini yeri
  ne getirdi. Seni buraya, amacın olan yere getirdi.
  
  Ören, parmaklarını ve ayaklarını oynatabildiğini farket-ti. Kora yumuşak bir iç çekişle kollarının arasında kıpırdadı.
  — Isındım. Bir şey mi yaptın?
  — Evet. Yavaş yavaş konuşurken.
  — Şimdi, şimdi seni görebilir miyim?
  — Bilmeyi isteyeceğin çok- soru var. Şu anda küçük
  arkadaşımız Yabancı son soluğunu veriyor. Şimdi kendi
  mi gösterebilirim.
  — Adın ne?
  -Benim adım Thovv. Aramızda geçmişimi gösteren matematiksel denklem gibi bir adım daha var. Siz Thovv deyin.
  Duvardan yansıyan anî bir ışık Ören'in gözlerini kamaştırdı. Thovv karşısındaydı. Vücuduna yapışmış giysisinden gelen parlaklık odaya bir güneş sıcaklığı getirdi.
  Thovv uzun ve inceydi. Büyük yapılı kafatası, biraz uzun ve üçgen biçimindeydi. Gözleri Oren'inkiler gibi gümüşiydi. Thovv'un kafasında hiç saç yoktu. Kaş bile yoktu. Ören, elini tutunca kaslarında çelik gibi bir güç olduğunu farketti. Uzandı ve Kora'yı kolayca ayağa kaldırdı. O uyanırken Thovv'da ellerini ayaklarını serbest bıraktı.
  - Ne rahatlık! Yabancı'ya doğru baktı. Güle güle
  küçük arkadaşım. Senin anıtın dikilmeli. Belki bir gün
  Ören senin için bir şarkı besteler ve bütün Dünyalı çocuk
  lar söyler bu şarkıyı.
  Thovv Kora'nın da ellerini avuçlarının arasına aldı. Bu fizik ötesi çelik güç, Kora'yı birdenbire düşünden uyandırdı; bu ani iyileşmeyle gülümsemeye başladı. Ona dokunmak ve gümüşi gözlerine bakmak bütün korkuların silinmesi demekti. Bu telepatinin ötesinde öyle bir yakınlık duygusuydu ki; bütün Dünyalı yaratıklar böyle bir duygunun peşinden koşturuyor ve sadece kısa ve geçici bir an için sahip olabiliyorlardı.
  Soluk alıp vermesi düzelen Chauna, Bizi ısıttın dedi.
  
  Thovv başını sallayarak, Beynimizdeki, hücrelerimizde-ki bir şey bu. Düşünceyle çevremize sıcaklık ve ışık yayabiliyoruz.
  — Telepatiyle anlaşabiliyor musunuz?
  — Evet. Ancak bu bizim için artık önemsiz bir şey olma
  durumunda. Bir Diinyalı'nın vücuduna girdikten sonra
  sizi zehirleyen şeyi ve gizli korkuyu anladım. Korkunç bir
  yalnızlık duyuyorsunuz. Ancak bizim ırkımızdaki güçle
  rin, sizin ırkınızda da gizli kalmış güçler olarak bulundu
  ğuna inanıyorum. Fiziksel görünüşümüz çok benziyor. Si
  zin düşüncelerinizi anında okuyabiliyorum. Beni bağışla
  yın. Bizim aramızda izin almadan böyle bir şey yapmak
  saygısızlıktır. Fakat tamamen bir Dünyalı'ya benzediğim
  de güçlerimin büyük bir bölümünü yitirdim. Hem Oren'in
  hem de Kora'nın beyinlerine bazı gizli düşünceler soktum.
  Morko'nun casusu Öreni bulmasın diye, Kora'nın onu
  oyalamasını sağladım. Kafasına Mars'a yolculuk yarışma
  sına girme düşüncesini soktum.
  — O zaman sen Mark'tın diye bağırdı Kora. Estonyalı
  olduğunu söylemiştin. Ve Johnny, gazeteci çocuk!
  — Bir süre sonra yalanlar kolay gelmeye başlamıştı.
  Dünyalılar'dan yalan söyleme konusunda çok şey öğren
  dim.
  — Fakat böyle önemli bir neden için!
  — Sizin gezegenleriniz korku ve güvensizlik duygula
  rıyla yönetiliyor. Birisinin benim varlığımdan haberi ol
  saydı, herhalde çoktan öldürmüş olurlardı. Sadece Morko'
  nun casusu değil, herhangi birisi de yapardı aynı şeyi.
  Chauna'ya doğru bakıyordu. Ellerine dokunduğunda diğerleri gibi onunkilerin de titrediğini farketti. Benim Tanrı olduğumu düşünmeyin. Ben bir Tanrı değilim. Bu küçük dünyanın ilkel insanları tarafından şu ana kadar tapılan kendinizi düşünün. Gülümsedi. Yüksek bir teknolojiye sahibiz, beyin denetimimiz daha da yüksek. Ancak hâlâ
  
  
  araştırılacak ve keşfedilecek sonsuz zaman ve uzay alanları var.
  Chauna'nın yüzü parladı. Sizin gezegeninizin adı ne?
  — Ben X gezegeninde doğdum. Ancak Alfa-Senturyonu'nda
  benimki gibi daha yedi gezegen var ve yaşanamaz
  durumda. İlkel durumda daha.birçok gezegen de var.
  — Bize şu tohumlardan söz et. Nasıl oldu? dedi Ören.
  — Uzun zaman önce bazılarının deli de dediği bir sanat
  çı sizin sisteminize geldi ve dağınık olarak bu yaşam to
  humlarını serpti. îlkel uygarlıkları yükseltmek amacı iyi
  bir düşünce; ama bu bizim Yüksek Mahkememiz tarafın
  dan yasaklanmıştı. Bu ani bir tutku veya bir sanatçının
  kendini beğenmişliği de olabilir. Ancak benim grubum
  Isso'nun bu gümüş yaşam tohumlarını uzayın kaderinin
  parçaları olarak saçtığını düşünüyor, kim bilir? Belki de
  ırklarımız Isso'nun tohumlarından çok daha önceki bir ne
  denden dolayı bağlantılıdır. Yola çıkış ve varoluş hakkın
  daki yöntemlerimiz hemen hemen aynı; Isso'nun rüyaları
  nın gerçek olması biçiminde yorumlanabilir. Vücutlarına
  tohumları alan kızların bunları doğurmaları için bize ben
  zemeleri gerekiyordu. Üçünüz farkınızın nereden kaynak
  landığını anlıyorsunuz. Anlayamayacağınız şey büyük güç
  lerin karışımı. Bu Einstein gibi bir dahinin, ilkel bir
  Ganymede kabilesinin içinde yetişmesi gibidir. Zeka po
  tansiyeline erişmeye çalışacaktı; ancak eğitim ve yönlendir
  me olmadığı için bunu hiçbir zaman başaramayacaktı.
  Chauna, Alfa'nın temiz çocuğu olarak çok yükseldi. Bir
  uzay gemisi keşfetti. Kızılderili hayal gücüyle insan tek
  nolojisini karıştırarak babasının toplumunu bulmaya ça
  lıştı.
  — Başaramadım!
  — Hayır!
  Kora araya girdi "Zavallı Doktor Corwin. İyi bir insandı. Birçok insanın ölmesi gerekti. Kaptan Anderson ve tayfalar.
  
  Thovv: Gemilerinizin hiçbiri bu noktayı aşamazdı. Yıllar önce, Yüksek Mahkememiz sizin galaksilerarası gezi girişimlerinizi incelediğinde, bu soğuk uzay dışı gezegenden gemilerinizi uzak tutmak için bir engel koydu. Ölmeyecektiniz; ancak bir daha da geri dönemeyecektiniz. Denemeyi bırakacağınız umuluyordu.
  - Bizim ırkımız inatçıdır diye atıldı Ören. Denemeyi
  sürdürürler. Sizin engelinizin bile onları uzun bir süre
  durduracağını sanmıyorum.
  Thovv başıyla onayladı. Morko da durmaz. Morko bü-)ük bir dahi. Ancak diğer dahiler gibi çılgın. Dünya'yi bulaşıcı bir hastalık merkezi olarak görüyor ve bütün galaksiyi hasta etmeden önce durdurulması gerektiğine inanıyor.
  - Sizin gibi bir ırk nasıl olur da toplu kıyımı düşüne
  bilir? diye bağırdı Kora.
  Thovv sempatik ve umut verici bir tavırla Kora'mn koluna dokundu.
  — Bunlar daha sonra diğerleriyle birlikte tartışılacak.
  Arkadaşlarım bekliyor. Mahkeme Dünya hakkındaki ka
  rarını daha fazla ertelemeyecektir.
  — Oraya nasıl gideceğiz? diye sordu Ören. Bizim gemi
  miz kayboldu.
  — Chauna'nın toplumu buna beyin yoluyla yer değiş
  tirme der. Doktor Corwin beyin dalgalarıyla yer değiştir
  me diyordu. Bizim gezegenimiz X'de dünyalarımız arasın
  da serbestçe dolaşmamızı sağlayan büyük bir makine var.
  Üçünüzün toplam gücü buna yeterli. Ancak hiçbiriniz bu
  yolculuğu tek başına yapamazdınız. Bu yüzden hepinizi
  bir araya toplamam gerekliydi. Ben olmadan siz bu engeli
  aşamazdınız.
  — Ne kadar sürecek?
  — Gerçekte hiç.
  — Ne yapacağız?
  — Bana yaklaşın. Birbirimizle temasta bulunmalıyız.
  Benim kafam geri kalanı çözümler. Örene bakarak gülümsedi. Tamam mı?
  — Gitarım diye sızlandı Ören. Mağarada kaldı.
  — Biraz önce okumuştum bu düşünceni dedi Thovv.
  Gitarın hemen ayaklarının yanında.
  — Nasıl?
  — Sonra. Ona nasıl değer verdiğini biliyorum. Bunun
  yanı sıra şarkılarında tüm basitliğine rağmen derin anlam
  lar taşıyor. Müzik ve diğer sanatlar bizde olağanüstü bir
  düzeye ulaşmıştır.
  Mağaranın göz kamaştıran rengârenk ışıkları kapının ağzında biriken rahiplerin üzerinde parlıyordu. Saygıyla karışık bir korkuyla titriyorlardı.
  Bunlar her şeyin dışında Tanrıydılar. Buzdan mezarlarından kalkmış ve yok olmuşlardı. Tıpkı Tanrılar gibi...
  - III -
  Birinci Bölüm
  ÖREN, Thovv'un yüksek binasının penceresinden dışarı baktı ve gözleri olağanüstü bir manzaranın koyu gri güzelliğinde buğulandı. Kentleri biçim, renk ve düzen bakımından olağanüstüydü.
  Kora: Uzun zamandır düşlediğim yere benziyor dedi.
  Şafak parlaklığındaki ufuğa baktıklarında helezon biçimindeki kulelerin kavisli yollarla birleştiğini görüyorlardı. Başkent yeni bir güne girerken, beyaz uçak pırıl pırıl bir havada hareket etti.
  Ören, Uyuduğunu sanıyordum diyerek döndü Kora'ya Üzerinde çocuksu bir giysi vardı. Değerli taşlarla süslenmiş giysisi, vücudunun tam kıvrımlarını belli ediyordu.
  -- Elimden geleni yaptım, daha ne yapabilirim? Tüm olanlardan çok etkilendim. Robot hizmetçinin getirdiği tonikle, biraz kendime geldim. Sanki sekiz saat deliksiz uyumuş gibiyim.
  — Ben de içtim biraz dedi Ören. Chauna nasıl?
  — Uyumasını istediler. Ve ilaç türünde bir şeyler de
  verdiler. Thovv onun durumundan oldukça endişeli.
  — Ölüme karşı epey direnmiş görünüyor. Kora'ya bi
  raz daha sarılarak "Morko'nun ne düşündüğünü anlamak
  zor değil. Şuna bak! Ne sis var, ne trafik sıkışıklığı, ne de
  pislik. Bizim eğitilmiş serserilerden çok daha ileriler. Para
  düşkünü kâşiflerimiz böyle şeylerle karşılaştıklarında her
  şeyi kirletirler."
  — Peki bu insanlar böyle yapacaklarına, kendilerini
  koruyamazlar mı?
  — O kadar kolay değil. Biz ilkeliz. Düşünce düzeyleri
  mermi kullanımından, beyni geliştirmeden çok ötede.
  
  Thovv Morko'nun neden endişelendiğini bana anlattı. Al-falılar'ın inceliğinin, her şey yolunda gittiğinde oluşan rahatsızlıktan kaynaklandığını düşünüyor. Bir şeyler bunu bozmak istiyor. Bu insanların çoğu ilkel uyarılardan hoşlanıyor. Bu, onların ayrı ayrı gruplara dağılarak zarar görmelerine yol açabilir. Koyunlarında yılan beslediklerini anladıklarında çok geç olabilir. Bizim kâr dürtümüz yönetimi elde tutabilir.
  Thovv onları çağırdı. "Dinlenmiş olmanıza sevindim. Çok az zamanımız var. Grubumuzun önderleri epey zamandır bizi bekliyorlar. Konuşurken yemek de yeriz."
  Grupta, Thovv gibi ince ve uzun üç erkekle, daha küçük ve narin yapılı iki kadın vardı. Kaslarının gerilme direncinin çok yüksek olduğu görülüyordu. Robot hizmetçi içki ve yemek getirdi. Yüzeyi ayna olan bir masanın çevresindeki yerlere oturdular.
  Alfalı Chaikk açık bir şekilde: Dünyanız için karanlık bir an. Ancak umudumuzu yitirmemeliyiz. Kendini olumsuz ve başarı olasılığı çok az bir tehlikeye atıyorsun, dedi.
  Ören anlatmak istediği düşünceyi ve içtenliğini güçlendirmeye çalışarak, Teşekkür ederim. Az, ama tüm söyleyebileceğim şu: Biz Dünyalılar korku ve şaşkınlığı yaşıyoruz. Ancak her birimizin de kendine göre düşleri var. İnanıyorum ki, izin verilirse evrende sonsuza dek boy gösterebiliriz.
  - Biz de. dedi Thovv. Biz de bu amaçla çalışıyoruz. Bu
  yüzden buradayız.
  Ören, Morko bizi soruşturamaz mı? diye sordu...
  
Türkçe edebiyatından 1 metin okudunuz.