🕥 30 dakikalık okuma

Adamlık Dini - 3

Toplam kelime sayısı 3886
Benzersiz kelimelerin toplam sayısı 2037
26.9 kelime en yaygın 2000 kelimede yer alıyor
39.3 kelime en yaygın 5000 kelimede yer alıyor
47.9 kelime en yaygın 8000 kelimede yer alıyor
Her çubuk, en yaygın 1000 kelime başına düşen kelime yüzdesini temsil eder.
   Samimiyetsizlik, ilk baştan itibaren olayın en belirgin vasfıdır. Erkek aldığı çiçeklerle, hediyelerle kısıtlı bütçesini zorlar, kıza ve ailesine gösteriş yaparak kendisini zengin ve cömert göstermeye çalışır. Çünkü kızla evlenmesi, hakkında zenginliği ile ilgili edinilecek imaja bağlıdır. Bu dönemde harcama yapmaktan çekinilmez, çünkü yapılacak olan harcama ileride iki tarafa da ev, para, kıyafet, prestij vs. olarak fazlasıyla geri dönecektir. Aile çok kısa zamanda damat adayı hakkında bir tür kamuoyu araştırması başlatır. Herkesin damat hakkında görüşü alınır. Asıl amaç "Nasıl, etraftan beğenilen bir aday mı?" sorusuna cevap bulmaktır. Damat adayının gelir seviyesi, malı-mülkü hakkında bilgi edinilerek etrafa anlatılır. Eğer maddi durumu uygunsa tipi de, ahlakı da güzel demektir!
   Bundan sonra aileler görüşmeye başlar. Bu görüşme, bir tür alışveriş görüşmesidir. Kızın ailesi, kızlarının karşılığında ne alacağını hesaplar. Bu direkt olarak para olmasa bile prestij, ün, şöhret, ev, mobilya gibi bir karşılıktır.
   Karar verildikten sonra nişan için para biriktirilmeye başlanır. Kıza hediyeler alınır. Nişanı kız tarafı yapar. Karşılığında yüklü bir düğün bekler. Hangi tarafın bu iş için ne kadar para harcayacağı önceden belirlenmiştir. Tam bir masraf paylaşması yapılır. Düğündeki içeceklere kadar hangi tarafın neyi karşılayacağı bellidir. Ailenin maddi durumu harcamaları karşılamaya yetecek kadar olmasa bile aile borçlanarak ya da bir şeyler satarak bunu muhakkak üstlenir. Karşı tarafa mahçup duruma düşmemek, parasız görünmemek bu kritik dönemde çok önemlidir.
   Her iki tarafın da yakın çevreleri, bedavadan yiyip-içip eğlenmek için nişanın yapılmasını dört gözle beklerler. Fakat, bir yandan da gelin ve damada takı takmaları, hediye almaları gerektiği için bunun sıkıntısını yaşarlar. "En ucuza nasıl hediye ayarlarız?" problemi başlar. Gelinle damadın babalarından menfaati olanlar iyi takı takar, iyi aile dostu gibi davranırlar.
   Adamlık dininin evlilikle ilgili törenlerine bakıldığında, dünya hayatının aldatıcı süsü olan gösteriş merakı ve insanların rızasını arama hastalığı en üst düzeyde gözlemlenebilir. Ailelerin nişan, düğün gibi şatafatlı törenler düzenlemelerindeki tek amaç, insanlara gösteriş yapmaktır. Bu törenlerin bir de yan kolları gelişmiştir. Örneğin, çeyiz açılma günleri bütün komşular eve çağırılır. Mallar herkese gösterilerek eşe, dosta, komşuya gösteriş yapılır. Davetliler, "aaa, neler de varmış" gibi riyakar tepkiler verdikten sonra, eve gider ve ne kadar kötü, uyduruk şeyler alındığı hakkında yorumlar yaparlar.
  
   DÜĞÜN PSİKOLOJİSİ
  
  
   Düğün, adamlık dininde yerleşik olan çarpık evlilik anlayışının, ikiyüzlü, riyakar, samimiyetsiz tavırların, basit ve küçük hesapların yoğun olarak gözlemlenebileceği bir ortamdır.
   Düğünde gelin, damat ve aileleri belli çıkar hesapları içinde iken, davetlilerin de kendilerine özgü ayrı çıkar hesapları vardır. Nişanlar ve düğünler davetli ailelerin çocuklarına iyi aday bulmaları için ideal yerlerdir. Bu nedenle kızlarını ya da erkek çocuklarını mümkün olduğunca pahalı kıyafetler giydirip beraberlerinde götürürler.
   Düğünde duygusal konuşmalar yapılır. Bazıları yerli yersiz, sebepsiz ağlar. Niye ağladığını kendisi de bilmez. Ailenin en yakınları ve büyükleri en çok ağlarlar. Arada, "elimde büyüdü" demeyi de ihmal etmezler.
   Gelinin sabahtan itibaren kıyafet ve saç hazırlığı başlar. O günün berber masrafları oldukça fazladır. Herkes o gün neşeli ve cömerttir. "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" diye düşünülür. Kız tarafı berberin çıraklarına o güne kadar hiç vermediği bahşişleri verir, aristokrat ve zengin gözükmeye çalışır.
   O gün herkes profesyonel bir organizatör gibi davranır. Etrafa emirler yağdırır, para saçar. Anne, gerekli gereksiz herşeye ve herkese para verir; baba bundan dolayı kavga çıkarır. Bu zaman zarfında sık sık bir köşeye çekilip ağlayanlar olur.
   Daha sonra sıra resim çektirmeye gelir. Fotoğrafçının önündeki üstünde bulut resimleri olan kırmızı, mavi, beyaz renkli bezden fonların önünde gelin bir sandalyeye oturtulur. Damat gelinin yanında dikilerek poz verir. Samimiyetsiz resimler çektirilir. Bu resimler daha sonra bir ömür boyu etrafa gösterilecektir. Zaten çekilme amaçları budur. Gelinin nasıl bir düğün yapıp ne çeşit bir gelinlikle evlendiğini, damadın gençken nasıl "fiyakalı" olduğunu ileride herkesin görmesi gerekir.
   Nikaha giderken arabanın etrafı arı kovanı gibi dolar. Arabanın arka camında pasta altlıkları yapışıktır, üstünde yaldız kaplı karton harfler bulunur. Bunlar gelinle damadın baş harfleridir. Plakada "evleniyoruz", "evlendik" ya da "mutluyuz" gibi kalıplaşmış yazılar yapışıktır. Arabanın önünde plastik bir bebek oturtulur. Bu, daha sonra çiftten doğacak olan bebeğin simgesidir. Aileler gelinle damadın nerede ne yapacaklarını, kimlere ne cevap vereceklerini, nerede gülümseyip, nerede ağlayacakları önceden kararlaştırmıştır.
   Düğüne gelen davetliler de küçük çıkar hesapları yaparlar. Yakında kızını nişanlayacak ya da evlendirecek olan varsa, iyi takı takar ki ileride kendi kızına da pahalı şeyler takılsın. Takıları en çok görünecek şekilde, düğün salonunun ortasına kadar gelerek herkese göstere göstere takarlar. Davetlilerin hepsi gecenin yıldızı olmayı isterler. Kıyafetler ona göre ayarlanır. Taraflar takı takma merasimini özellikle video kamera ile kaydederler. Amaç kimin ne taktığını tespit etmektir. Davetlilerden birine takı takma durumu olduğunda onunkiyle denk olanı takmak esas gayedir. Daha iyisini takmak "enayilik", daha kötüsünü takmak ise fakirlik, "garibanlık" belirtisi olarak kabul edilir.
   Herkes üstüne düşeni yapmıştır. Misafirler bedava yemek yemekten mutludurlar. Aileler de hem hava atmış hem de iyi bir alış veriş yapmış olmanın mutluluğunu yaşarlar. Bütün sıkıntıyı gelin ve damat çeker: Bütün masalar gezilip el öpme, tokalaşma merasimleri yapılır. Herkesin gözü üstlerindedir. Özellikle dikkatli davranmak zorundadırlar.
   Tasvir ettiğimiz türden bir düğündeki insanların hemen hepsinin aklında benzer şeyler vardır: Diğer insanlara gösteriş, maddi hesaplar ve dikkatle yerine getirilmesi gereken samimiyetsiz tavırlar. Buna
   Önceki paragraflarda saydıklarımız, adamlık dini toplumu içinde kültürel, sosyal ve maddi açılardan standart düzeye sahip bir çoğunluğun evlilik sırasında gösterdikleri klasik tutum ve davranışların, sahip oldukları psikolojilerin bir tasviridir. Toplumun çeşitli kesimlerinin evlilik konusunda gerek tanışma, gerek evliliğe hazırlık, gerekse törenler açısından birbirinden oldukça farklı tarzları olabilir. Kimisi görücü usulüyle, aileler ya da aracılar vasıtasıyla tanışırken, kimisi okuduğu üniversitede veya çalıştığı işyerinde ya da arkadaş çevresinde evleneceği kişiyle tanışır. Kimisinin düğünü sıradan bir düğün salonunda, kimisininki beş yıldızlı otelde çok daha gösterişli ve ihtişamlı olur. Kimisi daha klasik, gelenek ve göreneklere uygun bir stil izler, kimisi daha modern, Avrupai bir tarzı benimser, kimileri de farklı ve orjinal birşeyler yapmaya çalışarak dikkat çekmeye, ilgi toplamaya çalışır. Ancak farklı olan yalnızca mekanlar, dekorlar ya da çiftlerin birbirleriyle tanışma şekilleridir. Önemli olan nokta, adamlık dini toplumunun her kesiminde evliliğin son derece çarpık bir mantık içinde uygulanıyor olmasıdır. Evlilik, birbirini seven ve sayan iki insanın nikah bağı ile bağlanması değil, içinde yüzlerce cahiliye adetinin ve garip ayinlerin yer aldığı, gösterişe, çıkar hesaplarına dayanan, samimiyetsiz ve riyakar tavırlarla bezenmiş bir garip müessese halini almıştır.
  
   EVLİLİK SONRASI
  
  
   Önceki sayfalarda konu edindiğimiz çarpık zihniyet evlendikten sonra da devam eder. İlk günün sabahı birbirlerini yataktan kalktıkları halleriyle gören kadın ve erkek, ilk pişmanlık duygularını tadarlar. Çoğunlukla, daha önceden birbirlerini o durumda görmedikleri için, karşılıklı cazibelerini yitirmeye ve birbirlerine itici gelmeye başlarlar. İçten içe besledikleri bu olumsuz duygular zaman içinde artarak devam eder. Aradaki sevgi anlayışı, sırf cinselliğe dayalı yüzeysel bir anlayış olduğundan, bir süre sonra sevgi zannedilen duyguların zorunlu bir alışkanlık haline dönüştüğünü görürler.
   İlk aylar ayıp olmasın diye birbirlerine bu hislerini farkettirmeyen ve iyi geçinmeye çalışan karı-koca, zaman geçtikçe eski karşılıklı saygılarını yitirmeye, kaba, kırıcı, tahammülsüz ve düşüncesiz olmaya, birbirlerinden soğuduklarını belli eden tavırlar göstermeye başlarlar. Fakat bunu etrafa sezdirmemeye çalışırlar. Ancak çevreleri zaten bu çarpıklığın farkındadır ve bu süreç doğal bir olay olarak kabullenilir. Evliliğin ilk günlerine "balayı" denmesi bunun ilginç bir göstergesidir; belli ki kısa bir süre sonra balayı bitecek, bıkkınlık, sıkıntı, hatta kavga dolu aylar ve yıllar başlayacaktır.
   Evliliğin ilerlemesiyle birlikte çocuklar, geçim derdi gibi genel sorunlar ve bunların doğurduğu psikolojik ortam evdeki hakim yapıyı belirler. Ev sakinleri arasında sürekli gergin ve sinirli ilişkiler yaşanır. Para, sürekli konuşulan konudur. Karı koca arasında sahiplenme, kıskançlık gibi konular bitmez tükenmez bir gerilime ve kavgalara sebep olur. Erkeğin hep işinden bahsetmesi, karısının konuştuklarını dinlememesi, sürekli televizyon seyretmesi, karısına ve çocuklarına karşı ilgisiz, sinirli ve asabi olması evin doğal ortamını oluşturur.
   Evde genelde dağınıklık ve pislik hakimdir. Bu yüzden dışarıdan birinin normal zamanda evin halini görmesi istenmez. Evdeki mobilyalar, takımlar, masa örtüleri, vs. gibi eşyalar, ev sakinlerinin rahatından çok dışarıdaki insanın takdir etmesine yönelik olarak ayarlanır. Misafirler için özel bir oda ayrılır. Bu odada ev sakinleri pek oturmazlar; orası evin gösteriş kısmıdır. Evin en pahalı ve iyi eşyaları orada misafirlere sergilenir.
   Çocuklar ise ev dışında en büyük gösteriş unsurudur. Zaten ilk baştan itibaren çocuğa yönelik bakış açısında büyük bir çarpıklık vardır. Anne ve baba çocuğu sahiplenir, ona hayat veren kendileriymiş gibi düşünür ve davranırlar. Çocuğu sahiplenen anne-baba, bir süre sonra da onu kullanarak etrafa gösteriş yapmaya, avami deyimle "hava atmaya" başlarlar. Çocuğun zeki ya da güzel oluşunu sık sık gündeme getirir ve bununla övünürler, sanki o güzelliği ya da zekayı kendileri yaratmış gibi davranırlar. Hatta çocuğun herhangi bir güzel yönü hakkında "bana çekmiş de ondan öyle olmuş" gibi yorumlar yaparak kendilerine pay çıkarırlar. Zaman ilerledikçe çocukla gösteriş yapmanın boyutu genişler. Okuduğu okullar, arkadaş çevresi, gezdiği yerler bir övünç vesilesi olarak eşe dosta anlatılır. Adamlık dini ailelerinde, çocukla gösteriş yapmanın yanısıra, çocuğu hayatın gayesi ve anlamı haline getirme alışkanlığı da çok yaygındır. Kimi anne-babalar çocuklarını yaşamlarının tek amacı olarak görür, tüm hayatlarını ona iyi bir gelecek hazırlamaya adadıklarını söylerler.
   Kadınların tüm hayatı, evlilik hedefine göre ayarlanmıştır. Genç kızlıktan itibaren bu hedef, hayatın en önemli amacı olarak kabul edilir. Kızların kiloları, kıyafetleri, tahsilleri, zevkleri, çevreleri hep iyi ve kazançlı bir evliliğe göre ayarlanır. Genç kızların önemli bir bölümü, üniversiteye "koca bulmak" için giderler. Çünkü koca, özellikle de zengin bir koca, hayatın garantisi olarak görülmektedir. Genç kadın, hayalinde, kendisini geçindirecek, koruyacak, gözetecek bir koca modeli oluşturur ve tüm genç kızlık dönemini onu bulmak için geçirir.
   Bu mantık içinde evlilik, iki insanın birbirine olan sevgisini ifade etmenin meşru bir aracı olmaktan çıkar ve sık sık ifade edildiği gibi bir "müessese"ye dönüşür. Evlilik döneminde de bu "ticari" sözleşmeyi başarıyla tamamlamış olmanın heyecan ve mutluluğu yaşanacaktır. Ancak çok kısa bir süre sonra ortaya çıkan sevgisizlik, saygısızlık ve davranış bozuklukları insanlarda, bir yerlerde yanlış yaptıkları hissini ortaya çıkartacaktır. Ne var ki buradan geriye dönüş genelde yoktur. Olsa bile, bu bir çözüm getirmeyecektir. Çünkü evlilikten geriye dönüş de, aynen evlilik gibi, adamlık dininin gerekleri uygulanarak yerine getirilecek, bundan sonraki hayat da adamlık dininin gereklerine uygun olarak sürdürülecektir.
   Eğer bir hata aranacaksa bunu, tek tek olaylarda değil, bütün bu olayların temelinde yer alan ve tüm bu çarpık sistemin üzerinde yükseldiği ve insanları her durumda mutsuzluğa, hüsrana ve kayba sürükleyen batıl felsefede yani, "adamlık dini"nin kendisinde aramak gereklidir.
  
   ADAMLIK DİNİNDE "KADINLIK" PSİKOLOJİSİ
  
  
   Adamlık dininin topluma aşıladığı en önemli telkinlerden birisi de, insanlara kadın veya erkek olmalarına göre, yine bu dinin saptadığı birtakım farklı kişilik ve ruh yapılarını benimsetmesidir. Müminler arasında, cinsiyete göre değişmeyen, tek ve ortak olan ideal mümin ruhu ve karakteri adamlık dininde, kişinin kadın ya da erkek olmasına göre suni bir yönlendirme ve toplumsal telkinle farklılaştırılmıştır.
   Kadınlar, adamlık dini toplumu tarafından üretilen güçlü bir telkinin sonucu olarak oldukça zayıf bir karakter ve beceriksiz bir tavır kazanmışlardır. Cesaret, akıl, kararlılık, çeviklik, zeka, beceri, sıkıntı ve zorluklara karşı dayanıklılık gibi vasıflar adamlık dininin kadına tahsis ettiği rolde yeri olmayan, olsa bile her zaman silik ve eksik kalan özelliklerdendir. Bütün bu özelliklerin erkekte bulunması gerektiğine dair hem erkeklerde hem de kadınlarda önyargılı bir kabullenme vardır. Kıskançlık, kapris, şikayet, acizlik, cinselliğin ön plana çıkması, duygusallık gibi unsurlar ise hep kadınsılığın göstergeleri olarak tanımlanmıştır.
   Adamlık dini, kadın ruhunu kadınlara acizlik, akılsızlık, cahillik, saflık ve beceriksizlik olarak yaşatır. Kadın bu dinin kuralları doğrultusunda bu görünümün içine girme ve bu ruhu yaşama zorunluluğunu ister istemez kabul eder. Kendisine tayin edilen bu ruh hali onda bütün tavır ve davranışlarıyla farklı bir kişilik meydana getirir. Bu ruhsal ve psikolojik zaafların, eksikliklerin onun kadın olmasının bir gereği olduğu ve bunun doğal olduğu bilinç altına işlenmiştir. Toplumun kendisine biçtiği akılsızlık, cehalet, beceriksizlik rolünü benimseyen kadın, zamanla gerçekten akılsız, beceriksiz ve cahil bir hale gelir.
   Bu dinin saptadığı anlayışa göre kadının ön plana çıkması gereken yönleri, ancak onu "dişi" yapan özellikleridir, güzelliği, alımlı olması, bakımı, duygusallığı gibi... Kendilerinin toplumun en kültürlü, en çağdaş kesimine ait olduğunu sananlar bile bu kurala riayet ederler.
   Bu temel mantıklar üzerine adamlık dininin kendine özgü çarpık görgü ve ahlak kuralları da bina edilir. Örneğin, kadının güç ve kuvvet gerektiren işlerde -elinden geldiği halde- kendisine beceriksiz, aciz, yardıma muhtaç izlenimi vererek erkeği onore etmesinin güzel bir davranış olduğu düşünülür.
   Adamlık dini, insanları fiziksel özelliklerine, farklılıklarına göre ayrı ruh yapıları ve psikolojiler taşımaya iterken, Elbette ki kadınlarla erkekler arasında, fiziksel farklılıklardan doğan birtakım toplumsal işbölümü, sorumluluk paylaşımı gibi düzenlemeler olabilir. Ancak bu düzenlemelerden kastettiğimiz herkesin anladığı gibi -ve aslında tamamen adamlık dininin bir telkininden ibaret olan- kadının yemek yapıp çamaşır, bulaşık yıkaması, vs. türünden beylik ayrımlar değildir.
   Sonuç olarak erkek ve kadının her türlü işi, kendi aralarında anlaşarak organize etmeleri en akılcı çözüm olacaktır. Bunun dışında, kadınların ağır işlerde, onların fiziksel güç ve kapasitelerini aşan (inşaat, hamallık, vb.) iş kollarında çalışmaları özel bir zorunluluk olmadıkça tabii ki uygun değildir. Fiziksel yönden daha narin yaratılmış olan kadının karakterinin de zayıf olması gerektiğine yönelik dolaylı ya da dolaysız pek çok telkini içinde barındırır. Oysa kadın erkek arasındaki bu fiziksel güç farklılığının bir erkekle bir at veya bir fil arasındaki güç farklılığından ayrı bir yanı yoktur. Bu çarpık mantığa göre erkeğin de bir atın yanında acze bürünmesi, komplekse kapılması gerekir ki, böyle bir zihniyetin saçmalığı ortadadır.
   Adamlık dininin kadınlara empoze ettiği psikolojilerden biri de korkudur. Korkunun kadın olmanın özelliklerinden biri olarak, karşı cinsi çok etkileyeceğine, erkekte koruyup-kollama hissi uyandıracağına inanılır. Bu nedenle, adamlık dininin telkinini almış kadınlar, gerçekte korkulacak bir yönü olmayan, bir çocuğun bile cesaretle karşılayabileceği olaylar karşısında çığlıklar atar, ani ve sivri tepkiler verirler. Bu, ilk başta kadının kendi kendine ürettiği yapay bir korkudur. Ancak bir süre sonra bu korku bir tür alışkanlık haline gelmeye başlar ve kadının karakterine yerleşir.
   Korku filmlerinde gösterilen yapmacık tepkiler, fare, böcek gibi hayvanları görünce verilen aşırı tepkiler bu tavra örnektir. Kadın, bilinçaltında da olsa, bu reaksiyonlar ne kadar abartılı ve inandırıcı olursa, erkeğin koruyup-kollama isteğini o kadar etkileyeceğini hesaplar. Bu yüzden, adamlık dini mensubu birçok kadının, yalnızken hiç tepki vermediği, üstüne basıp ezdiği küçücük hayvanlara karşı erkeğin yanındaki tavrı, havaya sıçrama, gözlerini kapama, çığlık atma gibi küçük düşürücü acizlik tavırları sergilemektir.
   Adamlık dininin kadınlara sunduğu bu "acizlik modeli", son derece normal, sağlıklı, akılcı ve tutarlı hareket edebilecek bir kadını zavallı konumuna düşürür. Bu acizlik yavaş yavaş karaktere işler. Adamlık dini kadınlarının genelde, teknik aletleri (örneğin videoları, fotoğraf makinelerini vs.) kullanmakta son derece başarısız olmaları, arabaları bile son derece beceriksizce kullanmaları bu telkinin bir sonucudur.
   Adamlık dini kadını, mümin kadınlara özgü asil, şahsiyetli ve akıllı tavır ve görünümden son derece uzaktır.
  
   ADAMLIK DİNİNDE "İŞ" PSİKOLOJİSİ
  
  
   Adamlık dini mensupları, sahip oldukları mesleklere göre şahsiyet bulur ve o mesleklere uygun karakterler geliştirirler. Adamlık dininde herkes, yaptığı iş, sahip olduğu meslek kadar değerlidir. Kazandığı para kadar itibarlıdır. Bu nedenle bir kişiyle tanıştıktan sonra ilk on dakika içinde konu dönüp dolaşıp ya onun ya da babasının işine gelir. Çünkü bunun öğrenilmesi karşı tarafa bir değer biçme açısından çok önemlidir. Bir kişiyi adam yerine koyup koymamanın ölçüsü, kariyeri veya işindeki kazancı ya da mevkisinin yüksekliğidir. Değişik meslek gruplarından insanlar biraraya geldiğinde, genelde herkes kendi mesleğini en iyi, en geçerli meslek olarak lanse etmeye, diğerlerinin ise daha az önemli olduğunu ima etmeye çalışır.
   Adamlık dininde her mesleğin kendine özgü farklı psikolojileri vardır. Eğer bu meslek yüksek öğrenim gerektiren bir meslekse bu mesleğe ait ruh hali ve psikoloji kişiye üniversiteye girdiğinden itibaren, gerek hocaları gerekse kıdemli öğrenciler tarafından aşılanmaya başlanır.
   Örneğin, doktorlar, tıp fakültesine girmelerinden itibaren, herkesin hayatlarının ve sağlıklarının kendilerine bağlı olduğu ve yaptıklarının en kutsal iş olduğu telkinleriyle yoğrulur ve bu psikolojiyi ömürlerinin sonuna dek taşırlar. Diğer yandan eczacılar da benzeri bir psikolojiye girerler. Hukuk fakültesini bitirenler kendilerini adaletin temel direkleri, insanların en akıllıları, en uyanıkları, muhakeme kabiliyetleri en güçlü, olayları en doğru algılayıp çözebilen kimseler olarak görürler. Mühendislerse günlük hayatta karşılaştığımız herşeyin kendi mesleklerinin bir ürünü ya da eseri olduğu tezine dayanarak kendi yerlerinin çok müstesna olduğu kanaatindedirler.
   Ticaret ve serbest mesleklerle uğraşanlar da kendilerini sosyal ve ekonomik hayatın belkemiği ve yerleri doldurulamaz kimseler olarak görürler. Üniversite, fakülte hocaları, profesörlerden oluşan bir kesim de kendilerini ilim ve irfan kaynağı olarak herkesten üst boyutta algılarlar. Bunlardan herbiri kendi mesleği olmasaydı insanların nasıl güç durumda kalacağını, hatta yaşamlarını bile sürdüremeyeceklerini, kendilerinin ne kadar önemli insanlar olduklarını her fırsatta gündeme getirirler.
   Bu insanlar şahsiyet ve karakterlerini, mesleklerinin telkin ettiği bu yeri doldurulmazlık, kutsallık, müstesnalık, farklılık duygusunun getirdiği kibir, gurur, enaniyet, kendini beğenmişlik gibi psikolojik saplantılar üzerine kurarlar. Bu nedenle adamlık dini insanı kendi mesleği hakkında son derece hassastır. Mesleğine karşı söylenen her sözü kendisine karşı söylenmiş olarak görür ve mesleğini adeta namusu gibi savunur.
   Yüksek tahsil gerektirmeyen, daha çok fiziki özelliklere veya tecrübeye, ya da babadan görme bilgi ve beceriye dayalı işlerin de adamlık dininde kendilerine ait farklı psikolojileri vardır. Bu işlere girmenin de, girdikten sonrasının da, bunlara ait atölye, dükkan, mağaza, butik, büro gibi işyerlerinin de hepsinin, adamlık dini tarafından belirlenmiş kendilerine özgü farklı farklı psikolojileri ve ahlak anlayışları vardır. Bu tür işlerde çalışanların kibir, gurur ve enaniyetlerinin dışarı vurum tarzları diğerlerine göre daha çok eziklik, aşağılık kompleksi, kapris, hırçınlık, asabiyet, basitlik, ukalalık ve benzeri şekillerde gerçekleşir.
   Adamlık dininin iş ahlakı daha iş aramaya başlarken kendini gösterir. İş aranırken en önemli hatta tek kıstas, o işin kazandıracağı paradır. Neye, hangi inanca, düşünceye ya da kişiye hizmet verildiği, yapılacak işin fayda ve zararları hiç hesaba katılmaz.
   Adamlık dininde, kadınların genel olarak tercih ettikleri mesleklerden biri sekreterliktir. İşyerlerinde genelde patronlar erkektir ve sekreterliklere özellikle kadın eleman ararlar. Burada çoğu kez kadınsılığın önemli bir rolü vardır. Adaylar iş becerisi, bilgisi, tecrübesi ya da zekasını sunmaktan çok dış görünüşüyle karşı tarafı etkilemeye çalışır.
   Patronlar genelde iş yerinde veya özel hayatında kendisine sürekli şahit olan elemanları özel bir titizlik göstererek seçerler. Bu nedenle, kadın olsun erkek olsun, sekreter, patronun duymaz-görmez elemanıdır. Sekreterde, kadınsılığın dışında aranılan en önemli özelliklerden birisi de, dışarıya yüzü kızarmadan yalan söyleyebilecek bir karaktere sahip olmasıdır. Ama patronuna asla yalan söylememeli, paranın getirebileceği sadakatin en fazlasını göstermelidir. Normal hayatta, yapılan bir sahtekarlığa şahit olup susmak veya ona ortak olmak hoş karşılanmaz. Ancak aynı olay iş sınırları içinde olduğunda, adamlık dini bunu iş ahlakının bir parçası olarak sayar. Sekreterliğin bu yönü, bu mesleğin cahiliye toplumundaki ahlaki gereğidir. Kimse tarafından yadırganmaz.
   Patronun iş çevresine, hatta bazen ailesine karşı olan gizli kapaklı işlerini görmezlikten gelmesiyle patronun gözüne girip güvenini kazanır. Dışarıdaki bütün kişilere karşı patronuyla ortak bir tavır ve menfaat birliği içindedir. Sekreterler ayrıca, dışarıya karşı patronlarıyla gösteriş yaparlar. Patronun iş seyahatine gitmesi, dış görüşmeleri, kazandığı parası onun için hep birer gösteriş unsurudur.
   Pazarlamacılık, satış elemanlığı ya da fuar hostesliği gibi işler de sekreterlik gibi görüntüye dayalı işlerdendir. Patronlar, adayları bir toplantı odasında sorguya çeker. Yanlarında adi ve basit espriler yapıp tepkilerini kontrol ederler. Tepki vermemesi o kişi için artı puandır.
   Bu gibi, çok çeşitli kişiyle muhatap olunan işlerde kişinin hiçbir söz ve davranış karşısında renk vermemesi, taciz olmaması, bu konuda umursamaz olması hatta bundan hoşlandığını belirten tavırlar sergilemesi aranılan şartlar arasındadır. İş bitirici esnaf karakteri buna son derece uygundur. Bu da satış elemanlığının iş ahlakı gereğidir. Pişkinlik, vurdumduymazlık, şahsiyetsizlik gibi basit karakter özellikleri adamlık dininin iş ahlakının birer parçasıdır. Müminlerde ise bu ahlakın aksine vakar, izzet, onur, asalet gibi üstün ahlak vasıfları bulunur.
   Adamlık dininde iş yerinde gösterilmesi gereken tavırların çatısını "hırs" duygusu oluşturur. Para kazanma hırsı, lider olma hırsı, şöhret hırsı toplumda takdirle karşılanır. Bu nedenle iş yerlerinde tamamen materyalist bir hava hakimdir. Bütün hareket ve tutumlar, bütün konuşmalar para ve mevki elde etmeye yöneliktir. Çalışanların görevleri, yerleri bellidir. Herkes kendi mevkisinin kalıbına girer. "Çok meşgul havaları", sinirli hareketler, gergin bir yüz, acelecilik genel tavır olarak bütün çalışanlara hakimdir.
   Patron, işyerinin sahibi, maaşları veren veya yönlendiren kişi olmanın verdiği rahatlıkla istediği gibi konuşur, istediği tavrı koyar, bağırabilir, hakaret edebilir, karşısındaki insanı küçük düşürebilir. Nasıl olsa parayı ödeyen kendisidir. Kendisinin altında olanlara başkalarına gösterdiği saygıyı göstermek zorunda değildir. Buna rağmen kendine karşı aşırı bir saygı bekler. Emrindekilerin yaptığı herşeyi sineye çekmesi lazımdır. Patron-çalışan ilişkisinde bir tür köle mantığı vardır. Patron, maaşını ödediği kimseye karşı tavır serbestliği, hitap etme ve kullanma özgürlüğüne sahip olduğunu düşünür.
   Ofisteki olağan konuşmalarda bile iş kelimeleri kullanılır. İngilizce'nin kendi mesleğiyle ilgili olan terim ve kelimeleri yerli yersiz, karşısındaki anlamasa bile "hava atma" unsuru olarak sürekli kullanılır. Telefon tutuş tarzları vardır. Çalışanlar arasında birbirinin işini beğenmeme, sürekli düzeltip "bilmişlik" yapma yaygındır. Ofis içi yoğun bir dedikodu hakimdir. Eski çalışanlar birbirlerinin her türlü sahtekarlığını bilirler, ama kendi yaptıklarının da ortaya çıkmasından korktukları için bunları açığa vurmaktan kaçınırlar.
   Yeni gelene herkes yüklenir, "bilmişlik" ve acemi muamelesi yapılır, bu kişinin sürekli hatası aranır. Onbeş günlük olan, bir günlük olana tahakküm etmeye çalışır. Eski olanlar yeni olana sürekli gerekli gereksiz konularda akıl verip, her konuda üstünlük hissetirmeye çalışırlar. Kimi zaman işyerinin bölümleri arasında çekişmeler görülür. "Şu işi hallettim" havası yaratılarak "iş bitirici" bir görünüm verilmeye çalışılır.
   Dükkan, mağaza, butik gibi işyerlerinde hakim olan psikoloji de çok farklı değildir. Tezgahtarlar genelde hiçbiri kendilerine ait olmadığı halde, bütün malların, dükkanın sahibi havasına girerler. Bu, herkesin alan, kendisinin ise satan konumda olmasının verdiği ruh halinden kaynaklanır. Çalışan kişi, orada sadece tezgahtar olarak bulunmanın ezikliğini yaşar. Eğer "müşteri"nin maddi durumunun iyi olmadığına kanaati gelirse, ilgisiz ve soğuk bir sesle eşyaları fırlatır gibi gösterir, sürekli sinirli bir hava sergiler. İlk planda nazik olmaya çalışır ama müşterinin satmak istediği şeyi almayacağını ya da alamayacağını hissederse hemen kabalaşır, yüzüne bakmamaya yanındaki arkadaşlarıyla konuşmaya, dışarıyı seyretmeye başlar. Ters cevaplar verir. Müşteriye onun vaktini alıyormuş havası verir. Genel olarak bu tip işyerlerinde vakit, boş ve amaçsız diyaloglarla, vitrin camlarından dışarıyı, dükkan aynalarında kendini seyretmekle geçer.
   Resmi dairelerde ise çok daha kalıplaşmış bir ruh hali vardır. Bu tür yerlerdeki sinirli ve gergin hava artık herkes tarafından kabullenilmiştir. Çalışanların önemli bir bölümü, eziklikle karışık bir kibir taşırlar. Sözlerinin geçtiği tek yer, yaptıkları işin sahasıdır. Bu nedenle işi düştüğü için oraya gelen insanlara karşı sert ve hatta tahakkümlü bir üslup kullanırlar. Yanlarında sürekli dolup boşalan çay bardakları, yoğun bir sigara dumanı, çalışanların aralarında konuştukları geçim sıkıntısı, ailevi meseleler, pazar, çarşı sohbetleriyle birlikte bezgin bir şekilde yapılan işler, buraların alışılmış manzaralarındandır.
   Çalışanlarda yaptıkları işe tahammül edemediklerini sürekli belli edecek bir ses tonu ve asabiyet mevcuttur. İşini yaptıracak olan kişi sürekli alttan almak ve işini yapacak olan kişiyi idare etmek durumundadır. Fazla soru sorulması işi yapan kişinin canını sıkabilir. Sorulan sorudan sonra ise muhtemelen cevap gelmez, sorulan sorular ters bir bakışla susturulur. Hatta her an azar işitilmesi mümkündür.
   Ancak resmi dairelerdeki tüm bu sayılan ters, asabi, ukala memur tiplemesi, o daireye gelen fakir, cahil, ezik ya da en azından sade bir görünümü olan insanlara karşı ortaya çıkar. Buna karşın, adamlık dinine mensup memurlar, zengin, iyi giyimli, yüksek bir mevki sahibi olduğu belli olan kişilere karşı asla bu tür tavırlar sergileyemezler. Aksine, bu kişilere karşı son derece saygılı davranırlar. Bu ise, gerçek bir saygı değildir. Aşağılık kompleksinden, basitlikten, şahsiyetsizlikten kaynaklanan basit bir saygıdır. söz konusu zengin kişilere saygı gösteren memur büyük olasılıkla onlardan bir çıkar da elde edemeyecektir. Ama hayatındaki en büyük değer yargısı para olduğu için, zengin kişiye karşı ister istemez bir saygı duyar. Bu saygı, aslında kıskançlıkla karışık bir tür hayranlıktır. Adamlık dininin basit ve aşağılık karakteri, burada çok açık bir biçimde ortaya çıkar.
   Tüm bu olaylar ve davranışlar adamlık dini mensuplarına normal, sıradan şeyler gibi görünür. Bu, balığın suyun farkında olmayışına benzer. Balık suyun farkında değildir çünkü tüm hayatı suyun içinde geçer. Adamlık dini mensupları da içinde bulundukları ruh halinin, tavırlarının ne denli akılsızca, ne denli basit ve ne denli boş olduğunun farkında değildirler. Adamlık dininde işi düşeni, parasız olanı, çirkin olanı, alt mevkide olanı ezmek genel bir prensiptir. Müşteriyle direkt muhatap olunan iş yerlerinde müşterinin tip ve kıyafetine göre tavır ayarlaması yapılır. Müşterinin zengin görünümü varsa nazik davranılır ve ilgi gösterilir, aksi halde üstten bakan, umursamaz ve baştan savıcı bir tavır gösterilir. Dükkanlarda, mağazalarda, butiklerde genel tavır buna göre ayarlanır.
   Her mesleğin kendine göre bir adabı ve ahlakı vardır. Ancak, ortadaki malın piyasa değeri, müşterinin zenginliği ya da işin geçerliliğine göre bu ahlak değerleri esneyip gevşeyebilir, ya da değiştirilebilir. Yakışmayan bir giysinin yakıştığına inandırma, kalitesi düşük bir ürünü kaliteli diye pazarlama, pahalı olan bir şeyin ucuz olduğuna inandırma "profesyonellik" gerektirir. Zaten iş ahlakı denilen şey de budur.
Türkçe edebiyatından 1 metin okudunuz.