Kırık Mızrak - 1

Общее количество слов 3722
Общее количество уникальных слов составляет 2020
21.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
31.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
38.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
Diriltici nefesin sonsuzluk bestesi.. Onda zaman geçip gitmez, mânâ pörsümez ve
“bütün” yekpare sevgiyi bir iffet gibi muhafaza eder. O, her türlü mukayese ve
nispetlerin eridiği, aşk ve sevginin yıldızlı bir uykuya daldığı, sarahatlerin
serbest oyunlarını denediği ve ışığın gölgeler mahbesinde ölümsüzleştiği bir
vuzuhtur. Düşünce onda tecridin imbiğinden geçerken kristalleşir ve renkle,
ışıkla dolu bir âvize haline gelir. İdrak üstü bir incelikle zekâya ve onunla
uzvîleşen his ve duyguya ürperti veren bu sese Cibril kendi nefesinin rengini ve
kanat çırpıp duran ilhâmın soluklarını katar ve artık o ledün âleminin şeffaf
bir dalı, bir uzantısı olur. Zaten vuzuh da budur. “Neden?”, “Niçin?” ve
“Nasıl?”, iç ve dış âhenk bütünlüğü içinde ve “Hikmet”i kucaklayan bir üslûpla
onda cevap bulur. O kıvılcımlar ma’rekidir. Ancak dizginler iradenin elindedir.
Dâvâ şuuru, metafizik bir netlikle rüyâlaşır ve insan onda asil bir sükûnla
hedefe yaklaşan zirvedeki ruhların ayak seslerini duyar. Hülyaların özünü bahar
kokusu sarar ve ümit denen eller fecrin altın saçlarını okşar. Müjdenin lacivert
bakışlarındaki huzur veren renk cümbüşü “Kırık Mızrap”ta efsaneleşerek erir ve
bir sızıntı ve reşha haline gelir. Hiçlik ve yokluğu itirafta mayalanan varlık
şefkat ve tefekkür hatveleriyle zirveleşir ve bu zümrütten tepede insanın önüne
bir şehrah açılır. Bir yol ki parke taşı yıldızlardır. Sonunda ise Mutlak
Sevgili’ye kavuşmak vardır.
Cennet yolculuğuna çıkmış deha, zaman asimetrisindeki realiteleri kavrayarak
bizi elimizden tutar, ışıktan kollarıyla kucaklar ve kapalı fânustaki sırlar
menşûruna getirir. Orada mâzi hazân görmüş yaprak kadar ürkek, istikbal ise
yüzüne zift püskürtülmüş bir kara deliktir. Bir kaşık çalsan irfanının dibi
görünecek olanların yapacağı hiçbir şey yoktur. Şafaklar tüllenirken birden her
şey değişir. Ateşten sîneler güneşe fer verir. Bahar, geçmeyen bir iklim haline
gelir. İstikbalin yüzünde tebessüm goncası açar. Işık süvarileri şahlanır,
coşar. Ama hayat zıtların bayramıdır. Günler Rahmân elinde çevrilip durmaktadır.
Deha, sabrın altın bağında huzur sunmaktadır. Bu sırlar menşûrunda o, Hızır’la
kol koladır.
Sonsuzluk mesajı.. sancılı tecrübeler.. fânide bekâ arama cehdinin amansız
kavgası.. hakikatların çıplak dünyası.. ızdırabın tebessüm eden çehresi.. şişeyi
taşa çaldıran hayret kuşağı.. görülmeyene göz kırpma ve nağmeyi terennüm
edilmeden dinleme.. gizli bir el tarafından göze çekilen sürme veya nâtıkaya
vurulan düğümü çözme.. beynin her zerresine bir güneş yerleştirme ve tefekkürün
mahrem odasında meleklerle halvete girme.. tebliğ ve telkini aksiyonla
şekillendirme ve ölü gönüllere hayat üfleme... İşte şiir ve şiirde gâye!.
Kırık Mızrap bir sistem ve bir ekoldür. Müntesipleri, onun şiir dünyasında, daha
nice tekevvünler müşâhede edecektir. Ancak bu tekevvün, zaman aşımına uğramayan
her şiirin ortak yönüdür. Çünkü hakikî şiir her an ebed kadar yeni kalabilen
şiirdir. Her devrin insanı ona, “zengin bir madene döner gibi” dönecektir.
NİL YAYINLARI




DAR BİR AÇIDAN ŞİİR*

Şiir; gönül, his ve duyguların diliyle, insan gerçeği ve özünün; onun aşk,
heyecan, tasa, keder ve sevinçlerinin; varlık ve ötesini duyuş, seziş ve
değerlendirmelerinin açık-kapalı, doğrudan doğruya veya dolaylı yollarla sesi,
sözü ve ifadesidir. Değişik bir zâviyeden ona, gönlün, eşya ve hadiseleri
kendince duyması; hissin, kendince yorumlaması; insan ve kâinatın, perde önü,
perde arkası itibariyle vicdanda husûsî değerlendirilmesi; şuur ve idrakin de,
kendi gerçek fonksiyonlarına rağmen, bu duyuş, seziş ve değerlendirmeleri, bazen
şöyle-böyle vâkı’a uygunluk içinde, bazen de hayal ve tasavvurların yedeğinde
yorumlayıp seslendirmesi de diyebiliriz. Herkesin vicdan ufku, gönül enginliği,
his zenginliği farklı farklı olduğundan, duygu, düşünce derinliği, varlık ve
hadiselere bakış zâviyesi, duyup hissettiklerini yorumlaması, üslûbu, sözü ve
nağmelerinin de farklı farklı olacağı tabiîdir.
Evet, eğer bazı kimseler varlığın perde arkasından habersiz, bazıları vicdanın
dilini anlamıyor, bazıları akılları gözlerine inmiş de maddeden başka bir şey
göremiyor, bazıları da kendi iç âlemlerinin cahili ise, anlamlı–anlamsız pek çok
sesin ve sözün olacağı açıktır. Zira, bu gruplardan herhangi birine dâhil olan
bir fert, kendi iç âlemindeki ihsaslarını söyleyecek.. vicdanında oluşup
tasavvur ve tahayyüllerine yayılan, sonra husûsî şekilde gelip onun duygularına
vuran –bu hususta değişik inanç, kanaat ve kültürlerin tesiri büyüktür– iç resim
ve tasarılarını dile getirecektir ki, bu da, tek bir nesne, tek bir mânâ, tek
bir mazmunun pek çok şekillerde resimlendirilmesi demektir.
Evet, eğer bir şâir, bile bile kendi inanç, kanaat, düşünce ve bakış zâviyesine
ters fanteziler peşinde koşmuyorsa o, bir şey yazmak, bir şey söylemek için her
ağzını açtığında kendi iç dünyasını ortaya koyar ve kendi duygularını, kendi
düşüncelerini, kendi inançlarını, kendi kanaatlerini söyler. Aslında, diğer
bütün san’at dalları adına da aynı şeyleri söylemek mümkündür. Bu itibarla da
diyebiliriz ki, şiirin esası ‘kelâm-ı nefsî’ye dayanır ve kendi sesiyle terennüm
edildiği yerde o, tamamen insanın gönlü ve duygularıdır; bundan dolayı, onun
dışarıya vuruşu da farklı farklıdır. Bu dışarıya vuruş bazen dizi dizi sözler,
bazen birkaç damla hikmet, bazen köpüren bir sevinç veya simsiyah bir keder,
bazen bir demet aşk u şevk, bazen doludizgin bir hamâset, bazen buruksu bir
gurbet, bazen pür neşe bir vuslat, bazen de bunların birkaçını birden aksettiren
çok renkli beyanlarla olabilir. Ne olursa olsun şiirde esas; mazmun, mânâ ve
mefhumların önce insanın iç derinliklerinde buğu buğu buharlaşıp ‘çiy’ noktasına
ulaşması, sonra da dupduru yağmur damlacıkları gibi sözcükler halinde sayfaların
bağrına dökülmesidir. Aksine, insanın gönlünde doğup bulutlar gibi yükselerek
semavîleşmeyen mazmun ve mefhumlardan meydana getirilmiş nazımlar şiir değil,
yapmacık sözlerdir ve her biri birer iç ‘çelişki’ ifadesidir. Evet, vicdanın
sesi olarak insanın ruhunda şekillenmeyen sesler, sözler, çok süslü ve san’atlı
da olsalar, hatta zâhirî derinlikleriyle başları da döndürseler, yine kof
sayılırlar.
Mükemmel bir şiirin mükemmeliyeti, dile-dudağa hatta dimağa bağlı yanlarıyla
değil; gönlün sesi, vicdanın nağmeleri ve şâirin inanç, kanaat, düşünce ufku ve
yorumlarının akisleri olması itibariyledir. İyi bir şâir, sözlerini dil ufku
itibariyle değil, iç duyuş, seziş, aşk, heyecan ve yorumlamalar olarak ortaya
koyar.. evet o, açık-kapalı kendi iç derinliklerine tercüman olabildiği ölçüde
samimî, duygu ve düşüncelerini ifadede de tenâkuzdan (çelişki) uzak ve
riyâsızdır. Her tasavvur ve tahayyülünü vicdânî tecessüs ve tefahhuslarına
bağlayan böyle biri, duygu, düşünce ve sezilerini seslendirmede –bazen kısmî
farklılaşmalar söz konusu olsa da– üslûbunda her zaman bir temâdî içindedir..
tizinde de pesinde de hemen her zaman aynı makamın kurallarına göre hareket eder
ve bir mânâda hep aynı notaya bağımlı kalır.
Aslında şiir, vicdanın takdir, tesvid ve tebyizlerinden çıkan bir sözdür, dil
değil; ama o, dil için önemli bir neşv ü nemâ zemini teşkil eder. Bazen ifade
açısından müphem, muğlâk bir hal aldığı da olabilir; ne var ki o söz olarak,
hemen her zaman açıklardan açıktır ve muhteva zenginliğiyle de zaman üstüdür.
Şiir; insan, kâinat ve Yaratıcı’dan bir kelâm, bir tasavvuf, bir felsefe gibi
bahsetmez; o, tıpkı rüyalarda olduğu gibi, mânâları, mazmunları berzahî levhalar
ve motifler şeklinde resimlendirir. Tâbirini de değişik takdirlerin
yorumlamalarındaki genişliğe bırakır. Bir şâirin herhangi bir nesne hakkındaki
tasavvur, tahayyül ve yorumları, başkalarının aynı varlık hakkındaki
mütalâalarına uysun–uymasın, referans çerçevesi onun kendi ihsaslarıdır ve o,
duygularını hep böyle bir ‘algılama’ya bağlı olarak diline ve kalemine fısıldar.
Bir şâir için söz konusu olan bu iç ihsas, değerlendirme ve ifade, şiirin
tahlilcisi ve yorumcusu için de bahis mevzûudur. Sözlerin enginlik ve esnekliği
yorumcunun düşünce, kanaat, kültür farklılığına bağlı esneticiliğiyle farklı bir
sese ve söze dönüşebilir; dönüşmüştür de. Pek çok insan ve düşüncenin, birbirine
zıt belli çevrelerce, farklı yorumlarla birer kudsî me’haz gibi
değerlendirilmesi bunun açık örneklerindendir. Bu itibarla da diyebiliriz ki,
yazdığı bir şiirde şâir kendini, kendi iç dünyasını ifade ettiği gibi, bir
mânâda, yorumcu ve tahlilcinin de önemli bir referansı, yine kendi düşüncesi,
kendi kanaatleri ve kendi kültürüdür. Bu, herkes için her zaman böyle olmasa da,
çoğunlukla böyle olduğunda şüphe yoktur.
Aslında bunun böyle olmasının da yadırganmaması lâzım gelir; yadırganması bir
yana, eğer sözün iffeti, ismeti, şerefi, gönlün sesi soluğu olmasıyla mebsûten
mütenasib (doğru orantılı) ise –ki öyledir– böyle olması makbul ve yararlı bile
görülebilir. Zira şiir; gönül, his ve duyguların diliyle insanın kendini,
varlığı, varlık ötesini ve ihsaslarını anlatmasının bir diğer ünvanıdır.. ve bu,
hakikî şiirin önemli bir yanını ifade eder. Onun en az bunun kadar ehemmiyetli
diğer yanına gelince, o da; gönül ve duygulardan kopup gelen bu seslerin,
insanı, aşk ve güzellik konularında nefsânî ve cismânî gayyalara çekmemesi;
hakikatleri ifade adına bâtılı tasvir ederek zihinleri kirletmemesi; fantezilere
girerek ya da hep garip şeyleri takip ederek ve ele aldığı konuları abartarak,
okuyucu, dinleyici avlamaya kalkışmaması; düşündürücü görünme mülâhazasıyla her
mevzûda sun’î iğlâk ve iphamlarla konuları anlaşılmaz hale getirmemesi.. gibi
hususlardır. İyi bir şiirde söz, güzellikte tecrid endamlı; aşk da bütün
güzelliklerin temel kaynağına duyulan iştiyak esintili olmalı; ayrıca, varlığın
yorumlanmasında da, her nesneyi harika bir san’at eseri olarak görüp, gerçek
sahibine bağlayıcı bir üslûp takip edilmelidir ki; bunları, şiirin iffet, ismet
ve husûsiyetinin ana unsurları kabul edebiliriz.
Dille münasebeti yalan, mübâlâğa, bâtılı tasvir; hayalle alâkası, fısk,
müstehcenlik tasviri ve şehevî hisleri şahlandıran resimler; şuur ve idrakle
irtibatı da çarpık ideolojilere zangoçluk yapmak olan bir şiir, şiir değildir.
Şiir adına böyle kirli bir üslûpla ortaya konan söz dizileri, ister hakikatin
sırf deneme ve gözleme yoluyla elde edilebileceğine inanan felsefî akımla
(pozitivizm) şöyle–böyle irtibatlandırılsın; ister, her şeyin akılla izah edilip
kavranabileceğini düşünen felsefî sisteme (rasyonalizm) bağlansın; ister, her
şeyi hayal ve hassasiyette gören san’at telâkkîsine (romantizm) dayandırılsın;
ister, bütün mülâhazaları koyu bir tabiatperestlik anlayışı (naturalizm) üzerine
temellendirsin; ister, aklın zâhirî nazarında eksik-gedik her şeyi olduğu gibi
tasvir etmeyi esas alan cereyan (realizm) üzerine oturtulsun; ister,
gerçeküstücülük (sürrealizm) gibi telâkkîlerle merak-âver bir yol izlensin;
ister, fikir dışında objektif hiçbir şey olmadığını ileri süren san’at akımının
(idealizm) sesi-soluğu olma yolu takip edilsin; ister, tabiat şekillerini olduğu
gibi tasvir yerine, her şeyde hendesî yaklaşımı esas alan düşünce (kübizm)
eksenine bağlı kalınsın ve isterse daha başka cereyanlar çizgisinde veya onların
yakınındaki farklı mülâhazaların güdümünde kalınsın.. gerçek şiir, insan
duygularının ihsası; gönüllerin kendilerine mahsus sesi; insan-kâinat-Allah
arasındaki münasebetin –açık, kapalı– güftesi, bestesi, mûsikîsi; serâdan
süreyyâya ihata edebildiğimiz hakikatlerin, onları ayrı ayrı işaretleyen birer
gölgesi; eşyanın duygularımıza, düşüncelerimize akseden izdüşümünün sözcük
çerçeveli bir fotoğrafı; aşklarımızın, heyecanlarımızın değişik tellerden kalbî
birer nağmesi; iman, ümit, azim, güzellik, aşk, vuslat ve iştiyaklarımızın da
bir güldestesidir.
Bu mülâhazalar, referansları sağlam olan şiire ait husûsiyetlerdir ve herhangi
bir abartı da söz konusu değildir. Kur’an, gerçek kaynağını bulup ona
bağlanamamış bir şâiri, dolayısıyla da böyle bir şâirin şiirini, "Şairlere
gelince, onların arkasına sadece sapkınlar ve çapkınlar takılırlar. Görmez
misin, onların değişik vadilerde –hakikî şiirin esasları üzerine
temellendirilememiş; yukarıda işaret edip geçtiğimiz farklı cereyanların
zâhirine takılıp kalma kastedilmiş olabilir. O dönemde bu cereyanların henüz
ortaya çıkmamış olması çok da önemli değildir– şaşkın şaşkın dolaşıp
durduklarını ve yapmadıkları şeyleri söyleyegeldiklerini.." diyerek yerer ve
kendi referans çerçevesine oturmamış bu kabil kopuk şiirde nefsânî duyguların,
hevâ ve heveslerin şahlandırıldığını, şahlandırılabileceğini vurgular ve
ardından da; "Ancak iman edip iyi amel işleyenler ve her vesileyi değerlendirip
Allah’ı çokça anan (şairleri)" müstesna tutarak, kendi referans çerçevesinde söz
söyleyen şiir üstadlarını âdeta takdir ve tebcil eder.

Evet, işte bu mânâda şiir, söz cevherlerinden tanzim edilmiş öyle bir beyan
atlası ve kalbin en hassas telleriyle seslendirilmiş öyle sihirli bir bestedir
ki; o beyana sahip olan biri kendini herkese dinletebilir ve o beste ile de
herkesi teshîr edebilir. Bu ölçüdeki bir şiir, tonunu tam bulup da yankılandığı
zaman, en muhteşem beyanlar ona el-pençe divan durur ve saygı murâkabesine
girerler.
Aşk lügatında en birinci makam şiire aittir. Şiirin kanatlarıyla, herkes
tarafından duyulma ufkuna yükselen sözler, bütün hudutları aşarak her bucakta
uçabilir; her milletle konuşabilir ve her gönüle bir zeytin dalı uzatabilirler.
Bugüne kadar nice parlak dimağlardan fışkırıp taşan beyan çağlayanları olmuştur
ki, zamanla renk atmış, matlaşmış birer silik tabloya ya da sığlaşan birer
akıntıya dönüşerek, seyircisi ve tâlibi olmayan ülfet mağdurları haline
gelmişlerdir. Kendi öz ve esasları üzerine oturmuş sağlam bir şiire gelince o;
her zaman tazeliğini, canlılığını korumuş ve söz sultanlığını hep sürdürmüştür.
Hele bir de bu şiir, ruh ve mânâ âlemlerine açıksa, o, sözler üstü bir seviyeye
yükselerek gidip, ruhânîlerin vird-i zebânı olmuştur.

Bazen, en iyi şiirler bile kendiliklerinden güzelliklerini tam
gösteremeyebilirler; bu, o beyan âbideleri için bir talihsizlik demektir. Ama
uzun zaman böyle bir talihsizliğin sürüp gitmesi de kat’iyen sözkonusu değildir;
zira bugün olmasa da yarın bir kısım söz sarrafları onları mutlaka duyacak,
tanıyacak ve ortaya çıkaracaktır. Evet, günümüzde olduğu gibi şiirin bazen,
kitlelerin alâka göstermediği değersiz bir metâ durumuna düştüğü çok olmuştur;
ne var ki, bu alâkasızlık hiçbir zaman uzun sürmemiş; cevâhir kadrini bilen söz
üstadlarınca hemen kendi özüyle yeniden taçlandırılıp beyan saltanatının tahtına
oturtularak, biat izhariyle bir tâzim kazası yapılmıştır.
Aslında şiir, hemen her zaman, toplumların duygu, düşünce, millî kimlik ve
kültürleri adına sürekli başvurageldikleri arşivleri olmuş ve tarihî değişik
dönemleri birbirine bağlamada bir "hayt-ı vuslat" vazifesi görmüştür.
Geçmişinden kopanlar, onda yeniden kendilerini bulmuş, kendilerini duymuş,
kendilerini yaşamış ve onunla tarihlerini bir bütünlük içinde görebilmişlerdir.
Şiir, bazen en beliğ hutbelerden daha beliğ bir beyan halini alır ve en keskin
kılıçlardan daha keskin bir silah gibi ürpertici olur ki; tam nağmesini bulup
gönlün heyecanlarına tercüman olabilmiş böyle bir şiir ne zaman sesini
yükseltse, söz kıyafetindeki bütün perişan ve savruk kelime yığınları saklanacak
kuytu yer aramaya başlar, hicap sessizliğine gömülür; ve şiir kılıcı ne zaman
kınından sıyrılsa, otağlarını boşluğa kurmuş bütün sahte söz sultanları halvete
çekilir ve inkisâr murâkabesi yaşarlar.
Muhtevalı, mânâlı ve güçlü şiiri, Söz Sultanı ve İnsanlığın İftihar Tablosu da
her zaman başvurulacak bir hikmet kaynağı olarak görür ve gösterir; görür ve
gösterir de, içinde mâlâyâni söz ve lakırdıya cevaz verilmeyen
"Cennetü’l-Firdevs"in izdüşümü diyebileceğimiz mescidinde, şiir irâd etmesi için
Hassan b. Sâbit’e kürsü kurdurur ve "Allahım, onu Mukaddes Ruh’la teyid eyle!"
der, ona duada bulunur. İsterseniz buna, kaba ilhad düşüncesine karşı şiirin
elmas kılıcıyla mücadelenin tesirini vurgulama da diyebilirsiniz.
Şiir, kendi rengini koruduğu sürece, ondan daha taze, daha canlı ve hiç
ihtiyarlamayan bir güzel göstermek mümkün değildir. Gerçi, şiirin özel bir rengi
yoktur ama; onun her renkten bazı çizgiler taşıdığı da bir gerçektir. Harfler,
kelimeler şiir mektebinde birer talebe, şiir kışlasında birer asker halini
alınca, sözün ulaşamadığı irfan ufku ve beyan leşkerinin fethetmediği hiçbir
kale kalmaz.
Varlık bir baştan bir başa tekvînî emirler çerçevesinde âdeta iç içe bir şiir
gibi nazmedilmiştir. Kendi dinamikleriyle sağlam bir ses ve söz haline gelmiş
şiire gelince o da, bu manzûmenin kelâm cihetiyle pek çok telden seslendirilmesi
demektir. Bu itibarla da şâirleri, varlık, varlık ötesi mânâ ve muhtevanın
bülbülleri sayabiliriz. Peygamber (s.a.s.), "Şiir O’na yaraşmaz" fermanı
gereğince, hissin, duyguların, ihsasların değil, saf ilâhî hakikatlerin
aksettiricisi ve tercümanıdır. Evet, O şair olmadığı gibi, Kur’ân da şiir
değildir; ancak o Beyan Sultanı, bütün söz erlerinin en güçlü üstadı; Kur’ân da,
"mülhemûn"dan olan şâirlerin en rengin, en zengin kaynaklarındandır. Nebîler,
insan kâinat-Allah’la alâkalı münasebetlerin özünü herkesin anlayabileceği bir
dille ifade eder ve Cenab-ı Hakk’a kullukta insanlara rehberlik yaparlar; dünya
ve âhiret saadeti adına bir rehberlik. Şâirler ise, kendi şuur, kendi idrak,
kendi ufuk, kendi mizaç ve meşreplerine göre, gönül, his ve duyguların diliyle
bu gerçekleri ya da onlara bağlı diğer tâlî hususları yeni bir üslûpla açar,
yorumlar ve seslendirirler.
Hakikî şiir, ilham ağaçlarının dallarında Cennet çiçekleri gibi gelişen öyle bir
meyvedir ki; meyveyi derenin niyet ve düşüncelerine göre, derilenlerin
yerlerinde benzerleri oluşur. Derken, hep bir farklılaşma ve temâdî içinde bu
büyü sürer gider. Öyle ki, şiir ağacına uzanan eller her defasında ondan bir
şeyler koparır; koparır ama, koparılanlar hep misliyet çerçevesinde kalır..
evet, ne duyulup hissedilenlerde, ne de yeni tomurcuklarda ayniyet kat’iyen söz
konusu değildir. Zira ona, gerçek rengini, tadını, şivesini duygular,
düşünceler, niyetler, bakış zâviyeleri ve kültürler kazandırır. Evet şiir, şuur
ve idrak potalarında kaynatılan bir düşünce ve dil enstrümanlarıyla
seslendirilen bir nağmedir ama, ona gerçek derinliğini kazandıran ve hakikî
rengini veren, şâirin inanç, kanaat, kültür ve düşünce ufkudur. Potasında
kaynaya kaynaya tam kıvama gelmiş bir söz; inanç, kanaat ve kültürle de
kanatlanmışsa, artık o aşkınlaşmış ve ruhânîlerin muhaverelerindeki derinliğe
ulaşarak bir hikmet çağlayanı haline gelmiştir ki, uğradığı her yerde bir büyü
tesiri icra eder.. ifade edeceği nükteyi yakalayıp da sesini yükselttiğinde,
sözden anlayanların ruhlarında sur sesi gibi yankılanır.
Gayesiz, ruhsuz, nesepsiz silik sözlerin bir zift gibi ufkumuzu kararttığı
günümüzde, hakikî şiire ne kadar susadığımız açıktır; ama ben, o susuzluğu bile
resmetmekten âciz olduğumu itiraf etmeliyim. Zaten böyle bir makaleciğin istiâb
haddi de o kadarını kaldırmaz.

ŞİİR

Şiir, kâinatın rûhunda saklı bulunan güzellik ve tenâsübün, varlığın
çehresindeki tebessüm ve dil-rübâ keyfiyetin şiire açık rûhlarda bir nağme
haline gelmesidir. Bu yüksek rûhlar arasında öyleleri vardır ki, onların
kalbleri âdeta birer hokka, Rûh-ul Kudüs’ün solukları da onun mürekkebidir.



Şiir, öteleri kurcalama yolunda duyulan “hay-huy” veya bu uğurdaki cehdin
iniltilerin ondaki ses ve sözler ise, yaşanılan rûh hâleti ve iç derinliğin,
şairin düşünce ve istidadı ölçüsünde bir resmidir. Bu itibârla da, şiire ait her
ses ve söz, ancak dile geldiği andaki rûh hâletiyle tam kavranabilir.



Şiir, şâirin bakış ve duyuşuna tesir edecek inanç, kültür ve düşünce tarzlarına
göre doğar ve şekillenir. Ne var ki, onu derinleştirip idrak üstü seviyeye
ulaştıran en güçlü kaynak da yalnız ilhamdır. İlhamla coşan bir gönülde zerre
güneş, damla da derya olur.



Şiirde, akıl ve düşüncenin rolü ne kadar büyük olursa olsun, insan gönlünün o
konudaki tesiri her şeyin önündedir. Bir de akıl, mantık derken, gönülde yeşeren
bu düşünceler, hayalle kanatlanınca, gider Sonsuz’un kapılarını zorlar ve uhrevî
birer nağme haline gelir.





Şiir, hâl-i hazırı aydınlatan bir şule, ilerilere ışıklar salan bir projektör ve
öteler kaynaklı bir aşk ve heyecan bestesidir. Gerçek şiirin ikliminde gözler
aydınlığa erer, uzaklar yakın olur, rûhlar da sönmeyen bir azm ve şevke ulaşır.



Şiir de, tıpkı yakarışlar gibi, insanın iç dünyasındaki iniş-çıkışları,
şevk-hüzün hallerini dile getirir ve ferdin yüce hakîkatle konsantre olması
ölçüsünde de, âdeta lahutileşir. Aslında her münâcat bir şiir, her şiir de bir
münâcatdır. Elverir ki o şiir sonsuza açık olabilsin.



Sonsuzluk düşüncesinde yeşerip, kalbin kanatları ve rûhun gücüyle her zaman saf
düşüncenin semâlarını kollayan bir şiir, ilimler gibi pozitif düşünceye fazla
itibar etmez. O, müşahhasla, sadece bir vasıta olarak meşgul olur. Onun bütün
hedefi mücerredi bulup onun vesayetinde bitmeyen bir yolculuk
gerçekleştirmektir.



Şiirde, her duyulup düşünülen şey tasavvur edilebiliyor, tasavvurlar firesiz
olarak muhâkemeden geçirilebiliyor; sonra da, şâirin iç dünyasında birer esinti
hâlinde beliren bu gizli unsurlar, kelime ve cümlelerle soluklanacakları âna
kadar mevcûdiyet ve canlılıklarını koruyabiliyorlarsa, o şiir taze ve canlı
kalmaya namzet sayılır. Aksine, şiir diye ortaya koyduğumuz şeylerin zebercet
taşlı birer bakır yüzük veya kömür kakmalı birer elmas gerdanlıktan farksızdır.




Şiir, “O Bilinmez Mevcûd”u aramayı hedef seçtiği için, düşüncede buğu buğu
esrar, geçilen yollarda alaca karanlık ve çok yönleriyle kapalı bir iklime ait
zor anlaşılır çok buudlu bir sestir. Bu itibarladır ki, gerçek şiirin her kelime
ve cümlesinde, esrarengiz bir şatoda, her ses ve görüntüyle irkilen fevkalâde
hassas bir seyyahın müşâhede ve duyuşları sezilir.



Şiir, bir yürek hoplaması, bir rûh heyecanı ve bir gözyaşıdır. Aslında
gözyaşları da kelimelere baş kaldırmış saf birer şiir demektir.



Şiiri, şâirlere ait bir kısım solmayan çiçekler ve bu çiçeklerin çevreye
saldıkları kokular şeklinde yorumlamak da mümkündür. Toprağı temiz, suyu duru,
tohumu da belli olduktan sonra bu çiçeklerin renk ve kokusuna doyulmaz..!



Anlamadan söyleyen, söylemeyip de anlayan şâirlerin sayısı hiç de az değildir.
Birincilerin lâf u güzâfına bedel, ikincilerin şâirâne bakış ve düşünüşleri,
kelime ve cümlelere ihtiyaç duyulmadan dahi insana çok şey fısıldar.



Şiiri, sadece mevzûn söz şeklinde anlamak yanlıştır. Rûhu cezbeden, mazmûnu ve
ifâdesi gönüllerde hayret ve hayranlık uyaran nice mensûr sözler vardır ki, her
biri başlı başına âdeta birer şiir âbidesidir.




Her san’at dalı gibi şiir de netice itibarıyla nâmütenâhiyle sarmaş dolaş
değilse kısır ve sönüktür. Sonsuz güzelliklere meftûn insan rûhu, sonsuza tutkun
insan gönlü, ebedden ve ebedîlikten başka hiçbir şeyle tatmin olmayan insan
vicdanı san’atkâra, hep öteleri kurcalamayı fısıldamaktadır. Kalb, rûh ve
vicdanından yükselen bu inilti ve iştiyakları hissetmeyen san’atkâr, bütün bir
hayat boyu eşyanın dış yüzünü taklitle uğraşır durur da, bir kerecik olsun bu
tenteneli perdenin ötesini görmeye muvaffak olamaz.



Bir nazımda; şekil mânâya, mânâ da şekle fedâ edilmediği, aksine her iki cephe
de rûh ve ceset münasebeti içinde ele alınabildiği takdirde, her vicdânın sevip
tabiî bulacağı bir âhenge ulaşır o şiir. Ve artık böyle bir şiir hakkında
hayalin teklif edeceği herhangi bir yeni motif de söz konusu değildir.



Şiirin bir dış yüzü vardır ki, orada daha ziyâde kelimeler, cümleler, ölçü, edâ
gibi hususlar hâkimdir. İç yüzüne gelince; orada rûh, iç âleminde mayaladığı
düşünceleri ifade için, yerinde çiçeklerin çehresi ve kelebeklerin kanatları
gibi en süslü ve zarif cümleleri, yerinde kıvılcımlar gibi düştüğü yerde yangın
çıkaran kelimeleri ve yerinde de neyin feryatlarına denk iniltiler meydana
getirecek sözcükleri arar, bulur ve yerli yerine yerleştirir ki buna şiirin
mûsikîleşmesi de diyebiliriz.



Sırlar ve işaretler şiirin ana kaynaklarından birisi olması itibarıyla, sırra ve
işarete açık bir şiirde, olduğundan daha fazla bir genişlik ve ihata hissedilir.
Ama bu ihata yine de şiirin harîmi içinde ve onun surları ile çevrilidir. Şiir
tedâilerin kollarında buudlaşıp rengârenk mânâ iklimlerine doğru yayılıp
genişlerken dahi, yine kendidir.



Şiire, esas itibarıyla düşünce ve duyuşun birbiriyle kaynaşıp bütünleşmesinden
meydana gelen bir ton hâkimdir. Ancak, insan bünyesindeki hipofiz bezi gibi,
düşünce ve duygunun arkasında da onlara hükmeden ve her noktada kendilerini
hissettiren niyet ve nazar gibi iki mühim unsur vardır ki, bunlar bütün beyit ve
mısralara birer renk olarak akseder; fikrin ayağının kaydığı yerlerde onun
elinden tutar ve hissin önünde bir sihirli lâmba gibi hep onun geçeceği yollara
ışıklar saçarlar.



Şiir, kinleri, nefretleri, heyecan ve ızdırapları, ümit ve inkisarlarıyla içinde
çimlenip geliştiği toplumun solukları; şâir de, yerinde bu toplumun nefes borusu
ve akciğeri; yerinde de dili dudağıdır. Her şiir, kendine malzeme teşkil edecek
olan,içinde yeşerip geliştiği cemiyetin hususiyetleriyle mütalâa edildiğinde bir
şeyler söylese de, ona dâyelik yapan toplumu nazar-ı itibara almadan, ondan bir
şeyler anlamak oldukça zordur.




















IŞIK ORDUSU







IŞIK ORDUSU

Işık ordusu, aydın nâsiyelerinde nûr,
Sînelerinde kor çehrelerinde mutluluk.
Götürürler her tarafa kucak kucak huzûr;
Buğulanır gözlerinin içinde sonsuzluk..
Işık ordusu aydın nâsiyelerinde nûr.

Buhurdanlık gibi koku salarlar her yana,
Buhur buhurdur dolaşıp durdukları yerler;
Sunarlar öteye ait sırları cihana,
Ve düşüncelerinde renk atmayan değerler,
Buhurdanlık gibi koku salarlar her yana.

İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde,
Somaki musluklarından hep kevserler akar.
Hiç hazan bilmeyen yemyeşil çevrelerinde,
Her gün nevbahar olur, her gün çiçekler açar,
İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde.

Uçuşur ufuklarında her zaman melekler,
İç içe yaşarlar rûhânilerle gün boyu,
Kucak açar gökler, temennâ durur felekler,
Gönül dünyaları tıpkı birer cennet koyu,
Uçuşur ufuklarında her zaman melekler.





ATEŞTEN SÎNELER

Ateşten sîneleriz alev dokunmaz bize;
Kor kesilip gitmiştir gelenler semtimize...

Sararmıştı benizler yüzümüzü görmeden,
Dize gelmişti düşman murâdına ermeden.

Rûhlarına azâbız, onlar bilirler bizi,
Şimşeklerle yarıştık, tanırlar hepimizi.

Azgınların başında sindirici cezâyız;
Dostlara dost isek de, düşmanlara ezâyız!

Kulaklarda çağıltı mâzi gibi ırmaktan,
Dize geldi bayraklar ay-yıldızlı bayraktan.

Hasımlara tûfandık, nûr ettik çevremizi,
Hele bir sorunuz o şanlı mâzîye bizi...

Şimdi dinmiş olsa da rûhlarda heyecanlar,
Mutlaka tutuşacak, o eskiki akkorlar...








ŞEVK UFKU

Zevk, şevk, neş’e dünyamızda her şey gülkırmızı
Öyle mestleriz ki, bilmeyiz baharı, yazı...

İnancın sihirli şarkısı dillerimizde;
Mecnûnunkine denk aşk var gönüllerimizde.

Elmasa dönüp gider uğrayan bezmimize,
Nûrlar yağıyor nûrlar, her zaman semtimize!

“Biz” dedikse, Sonsuz’dan bütün bu armağanlar,
Hep Sonsuz’un bağındandır canlar ve cânânlar...

Çiçekler çevrilir gibi O’na bakan yüzler;
Bahara dönüşür O’na yönelince güzler.

Gül renkli, gümüş tenli olmalarında ne var!
Üstlerinde Sonsuz’un ezelî rengi pâr pâr..!









GENÇ ADAM

Genç adam! Düşün bir yığın dertti ki asırlık..
Sarmış cemiyeti onulmaz pek çok hastalık.

Toplumun her yanı ayrı bir illetle ma’lûl;
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Kırık Mızrak - 2
  • Части
  • Kırık Mızrak - 1
    Общее количество слов 3722
    Общее количество уникальных слов составляет 2020
    21.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    31.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    38.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 2
    Общее количество слов 3166
    Общее количество уникальных слов составляет 1877
    23.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    34.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    40.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 3
    Общее количество слов 3086
    Общее количество уникальных слов составляет 1804
    21.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    32.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 4
    Общее количество слов 3068
    Общее количество уникальных слов составляет 1880
    22.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 5
    Общее количество слов 3001
    Общее количество уникальных слов составляет 1840
    22.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 6
    Общее количество слов 3079
    Общее количество уникальных слов составляет 1887
    22.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    40.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 7
    Общее количество слов 3472
    Общее количество уникальных слов составляет 1920
    19.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    30.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    36.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 8
    Общее количество слов 3347
    Общее количество уникальных слов составляет 1869
    22.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 9
    Общее количество слов 3444
    Общее количество уникальных слов составляет 1930
    21.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 10
    Общее количество слов 245
    Общее количество уникальных слов составляет 211
    31.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    55.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов