Kelile ve Dimne - 1

Общее количество слов 4045
Общее количество уникальных слов составляет 2425
26.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
39.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
45.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
“KELİLE VE DİMNE” KİTABI HAKKINDA
Kelile ve Dimne tarih boyunca en çok okunan, çevrilen ve uyarlaması yapılan üç-beş kitap arasındadır. Temel konusu ahlak ve siyâsettir.
Eserin Özü, hükümdar ile aristokrat bir aydın arasında gerçekleşmesi kurgulanıp temenni edilen görüş alışverişi ve istişare sohbetleridir ..
Otorite’ye yakınlık, uzaklık; otoritenin devamını sağlayan temel ilkeler; halk -hükümdar ilişkisi,hükümdarla vezirleri arasındaki ilişkiler, siyâsî ihtiraslar, ehliyet, beceriklilik, ihanet; hile v.b. konular kitap boyunca uzayan sohbetin temel konularıdır.
Bu kitap ikibin yıl evvel Beydaba isimli bir Hint bilgesi tarafından Debşelim adlı Hint kralına Sanskritçe olarak sunuldu.Eserin Sanskritçe adı “Karataka ve Damanaka” dır.Bunlar kitapta geçen iki çakalın adıdır.Bugün elimizde bulunan Kelile ve Dimne, İbnü’l Mukaffa tarafından Berzeveyh’den çevirilen ve bazı değişiklikler yapılan nüshadır.
Rivayetlere göre, Makedonyalı İskender’den halkın başına geçen Debşelim sınır tanımaz bir despot olmuştu.Beydaba bu azgını usulüne uygun bir dille uyarmak, yaptığı zulüm ve hatalardan caydırmak için bu kitabı yazdı.Eski çağların Brahmanlarının yaptığı gibi o da verdiği nasihatleri hayvanların dilinden verdi.
Kitabın Sanskritçe nüshasında dağınık bir şekilde bulunan ve her biri kendi içinde başka hikayelere açılan bölümlerin isimleri:

1) Arslan ve Öküz
2) Gerdanlı Güvercin [Yahut Tasmalı Güvercin]
4) Maymun ile Kaplumbağa
5) Âbid ile Gelincik
6) Tarla Faresi ile Gelincik
7) Hükümdar ile Fenze Adlı Kuş
8) Arslan, Âbid ve Çakal
9) Dişi Arslan, Avcı Süvari8 ve Çakal
10) îlaz, Bilaz, îraht
11) Gezgin ile Kuyumcu
12) Şehzade ve Arkadaşları
Kelile Dimne bugüne kadar dünyanın bir çok diline çevrilmiştir.Eserin dünya dillerine çevrilişinde birinci durak Berzeveyh çevirisidir. Bugün Kelile ve Dimne adlı derli toplu bir kitap varsa, bu durumu önce Berzeveyh'e sonra da İbnü'lMukaffa'ya borçluyuz.
Kelile ve Dimne, Anadolu Türkçesine (belki deTürkçe'ye) ilk defa Aydınoğlu Umur Bey zamanında 1360. yılında Kul Mesud tarafından çevrilmiştir. Düzyazı olarak yapılan bu çeviri
meçhul bir müellif tarafından nazma dökülerek l. Murad'a (1359-1389) ithaf edildi.
Daha sonra Ali Vâsi' ya da Ali Çelebi diye tanınan Sâlihoğlu Ali, Envâr-i Süheylî'yi oldukça süslü, cümle sonları uyumlu bir nesirle Türkçe'ye çevirdi; "Hümâyunnâme" adını
verdiği bu tercümesini, Kanunî Sultan Süleyman'a takdim etti.
Eserin, Türkiye'de Cumhuriyet'ten sonra da çevirileri yapılmıştır. Bazan birkaç hikaye alınıp çocuk kitabı olarak basılmış bazan da tamamı çevrilmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekenleri şu üç tanesidir:
1) Bedir Yayınları tarafından yayınlanan Salahaddin Alpay çevirisi
2) İkinci çeviri Ömer Rıza Doğrul tarafından yapılan çeviridir.
3)Üçüncü çeviri H. Karaman-B. Topaloğlu tarafından yapılan çeviridir

- İBNÜ'L-MUKAFFA KİMDİR ?
Kefile ve Dimine isimli eserin bu günlere kadar gelmesini sağlayan kişi İbnü’l- Mukaffadır. Kefile ve Dimne’nin evrensel bir eser haline gelmesi onun sayesinde olmuştur.
.
720'li yıllarda doğan ve bir ihtimal 759 da vefat eden İbnü’l Mukaffa

Asıl adı Dâzoye oğlu Rozbeh'tir. Kaynaklarda Ebû Muhammed Abdullah Rûzbîh b. Dâzûyeh İbnü'l-Mukaffa olarak geçer. "Rozbeh" Farsça "Kutlu" demektir. İranlı olup “Gör” şehrinde doğmuştur. (106 h./723-4 m.) Babası, vali Haccac b. Yusuf a bağlı bir vergi tahsildarıydı. Devlet malına hıyanet ettiği için takibata uğramış, verilen cezalar sonucu eli
kurumuştu. Bu yüzden oğluna İbnü'l- Mukaffa=Elikuruyanınoğlu dediler. Dâzoye kendi dini üzere öldü. Mecûsi-Maniheist olan baba, oğlunu da bu tarzda yetiştirdi. Ancak kendisi gibi oğlu da iyi bir Arapça eğitimi görmüş yüksek seviyede siyâsî yazışmalarda görev almıştır.
Arap, Fars, Yunan ve Hint kültürlerinü çok iyi bilen İbnü'l- Mukaffa, Ümeyyeoğullarının son döneminde Irak divanlarında çalıştı.
Abbasî Devleti kurulduğunda Mansur'un amcaları olan Süleyman b. Ali ile Isa b. Ali'ye mektup yazarak bağlılığını bildirdi, onların hizmetine girdi. Yine onların huzurunda
Müslüman olduğunu ilan etti, "Ebû Muhammed" diye çağrılır oldu. Abdullah b. Ali, Şam valisiyken yeğeni Mansur'un hilâfetine başkaldırdı. Ancak Mansur onu yendi. Böylece
Abdullah b. Ali, kardeşleri olan Süleyman ve İsa'nın yanına kaçtı. Halife Mansur, amcalarından Abdullah'ı istediyse de onlar "ancak emân şartıyla teslim ederiz" dediler.Mansur bu teklifi kabul etti. O zaman İsa, katibi İbnü'l-Mukaffa'ya "emân" yazma (=can güvenliği sözleşmesi) salâhiyeti verdi. Emân sözleşmesinin hiçbir iptali yoruma kapı aralamayacak açıklıkta olmasını tembihlemişti. Isa b. Ali Mansur şu ibarelerin
altına imza atacaktı:
"Eğer Abdullah b. Ali'ye yahut onunla gelenlerden birine küçük-büyük bir zararım dokunur veya gizli-açık bir kötülük yaparsam, bu işi hangi yöntemle veya hileyle
yaparsam yapayım zina dölü olayım! Abdullahoğlu Muhammed b. Ali ile de soybağım geçersiz olsun! Bu durumda Ümmet-i Muhammed beni tahttan indirsin, bana harb-îlan
etsin, hiçbir Müslüman bana el vermesin, beni kayırmasın, canlı tutmasın..."
Mansur bu emânı okuyunca öfkelenip, küplere bindi. O, amcası Abdullah'ı öldürmeye kesin niyetliydi. Oysa bu emânla arzusuna erişemeyecekti. Üstelik neredeyse kendisine küfrediliyordu! Hemen "Bu sözleşmeyi kim kaleme aldı?" diye hışımla sordu. Ona: "Amcan İsâ'nın katibi olan İbnü'I-Mukaffa!" dediler. Böylece Mansur, Süfyan b. Muâviye el-Mühellebî'ye "İbnü'l-Mukaffa'nın işini bitir!" diye haber gönderdi.
Basra valisi olan Süfyan, İbnü'l- Mukaffa'nın eski düşmanıydı.. Süfyan, İbnü'l-Mukaffa'yı
tuzağa düşürdü, parça parça kesti ve tandıra attı.
İbnü'l-Mukaffa'nın hakikaten zındık olduğu neredeyse tüm kaynaklarda söz edilir. O, önceki dinini unutmamış hatta islam olduktan sonra çağrıldığı ziyafette, Mecûsîler gibi dua mırıldanmıştı.
İbnü'l-Mukaffa, peygamberleri küçük düşüren bir kitap yazmıştır. Kısaca, İbnü'l-Mukaffa'nın zındık olduğu birçok müellif tarafından paylaşılan bir görüştür.

Zındık olmasına rağmen bazı meziyetlere de sahipti.Kaynaklarda geçtiğine göre cömert, nüktedan, vefakâr ve azla yetinen bir adamdı. Onu hiç sevmeyenler dahi bu vasıflara sahip olduğunu reddetmiyor.

-İBNÜ'L-MUKAFFA'NIN ESERLERİ- İbnü'l-Mukaffa, bıraktığı eserlerle çağını ve Arap nesrini etkilemiş biridir. Çok genç yaşta (36 yaşında) öldürülmesine rağmen fikirleri, muhakeme kudreti ve dil ustalığıyla Arap Edebiyatında çığır açmıştır.
ÇEVİRİLERİ:
l) Kelile ve Dimne:
2) Siyeru'l-mülûk: Bu kitap "Siyeru'1-Mulûki'l-Acem" diye de bilinir. Sâsâni Devleti'nin resmî Salnamelerinden, 3.Yezdegerd zamanında bir ya da daha fazla müellif tarafında
yazılmış olan "Hodaynâmag" adlı tarihin tam çevirisidir. Eski İran târihi için îtimat edilen kaynaklardandır.49
3) Kitâbu'r-Rusûm: bu eser Kitabu'l-Ayin olarak da bilinir. Sâsâniler döneminin devlet ve toplum düzeninden, saray protokollerinden bahseden "Âyinnâmag" adlı Pehlevice eserin
çevirisidir.
4) Risâle-i Tenser: Harbedân-ı Harbed olan Tenser'in Taberistan hükümdarına yazdığı siyâsî ve ahlâkî meselelere dair bir mektubun tercümesidir.
5) Kitâbu't-Tac Fî Sîreti Anuşirevan.
6) Kitâbu's-Sagısâsân: "Sistan başbuğları kitabı" anlamına geliyor. Mesûdî'nin bildirdiğine göre bu kitap Türkler ile İranlılar arasında geçen harplerden, Rüstem'den, Siyavuhs'tan, İsfendiyar'dan bahseder.
7) Kitâbü'l-Beykâr:
8) Kitâbu Mazdek
9) el-Edebü's-Sagîr: 30 sayfa civarında küçük bir risaledir. Sosyal, siyâsî ve ahlâkî nasîhatları kapsar. Kısa tavsiyeler niteliğinde olan bu eser ruh ve beden arasındaki dengeyi ele alır.
10) el-Edebü'l-Kebir

11) Risâletü's-Sahâbe: Bu eser doğrudan siyasetle ilgilidir. Hükümdarın dostları, yardımcıları, halkına karşı takip edeceği sîret ile ilgilidir. Bu kitabı Halife Mansur'a
yazmıştır
MUKADDİME
Bu mukaddimeyi kaleme alan şahoğlu Ali el-Fârisî diye tanınan Sahvanoğlu Behnûd yazmıştır. Behnûd, Brahmanbaşı olan Hintli bilge Beydebâ'nın, Hindistan hükümdarı Debşelîm için kaleme alıp "Kelile ve Dimne" adını verdiği eserin temel amacını belirtmiştir. Beydebâ, asıl maksadım avamdan gizleyip korumak, kitabın içeriğini serseri, kaba-saba
güruhtan esirgemek; bilgeliğin özünü, türlerini, güzelliklerini ve kadir kıymet bilmeyip hak etmeyenlerden uzak tutmak için hayvanların ve kuşların dilinden vermiştir.
Çünkü bilgelik ancak bilgeye ferahlık veren, sadece sevenlerini süsleyen ve peşinde koşup onu isteyenlere şeref ve şan kazandıran bir şeydir.
Behnûd'a göre bu eseri eline alan kişi, okuduğu şeyde yoğunlaşmalı ve sözün özüne bakmalıdır. Aksi takdirde kitabın yazılış gayesini anlayamaz. "
Şahoglu Ali el-Fârisî şöyle der:
Bilge Beydebâ'nın, Hindistan hükümdarı Debşelîm'e Kelile ve Dimne kitabını yazmasının sebebi şudur:
Makedonyalı İskender Zülkarneyn, batıdaki hükümdarların işini bitirince doğuda bulunan İran ve diğer ülkelerin hâkimlerini yenmek amacıyla harekete geçti. İran
hükümdarlarından, kendisine karşı koyanlarla dövüşmüş, ona meydan okuyanları yerin dibine geçirmiş, barış isteyenlerle barış yapmış; neticede tümünün başına geçerek
hasımlarını bir bir mağlup etmişti. İskender'in karşılaştığı İran hükümdarları ilk tabakadandır. Onlar parçalandılar,perişan oldular. İskender daha sonra ordusunu Çin diyarına sürdü, yolu üstündeki Hint kralını hâkimiyeti altına almak
onu da kendi dinine sokmak arzusundaydı. O esnada Hindistan'ın başında Fevr [For] adlı güçlü bir kral vardı.
Fevr, İskender'in sefer edeceğini duyunca savaşa karar vermiş, mukavemet için hazırlıklar yaparak etraftaki kuvvetlerini toplamıştı; velhasıl iyice donanmıştı. O, savaşa
alışkın filleri, düşmana saldırmak üzere eğitilmiş yırtıcı hayvanları, eyerli atları, keskin kılıçları ve göz alıcı kargıları çok kısa bir sürede tedarik etmişti. İskender, Hint Kralının ülkesine yanaşıp daha önce elde ettiği ülkelerde hiç rastlamadığı türden hazırlıklar yapıldığını duyunca; harbe atılmakta aceleci davrandığı takdirde başına bir felâket geleceği endişesine kapıldı. Zülkarneyn, tecrübeli, tedbir almasını bilen, kurnaz bir hükümdardı; çare aradı ve karargâhının çevresine bir hendek kazdırıp beklemeye başladı. O, bu işi başarıyla bitirmek amacıyla temkinli davranıyor, düşmana yürüdüğünde kesin zafer elde etmek için nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda kafa yoruyordu.
Önce müneccimleri çağırdı, onlara Hint kralına karşı harb etmek ve zafer bulmak için uğurlu bir gün seçmelerini emretti. Onlar bu işle uğraştılar. İskender, uğradığı her şehirde mahir sanatkârları bulur, her cinsten hünerli insanı yanına alıp götürürdü.
Bu kez de zekâ ve ileri görüşlülüğüyle onlardan yararlanmayı düşündü: üzerinde insan heykelleri bulunan içi boş bakır atlar yapmalarını, bunların itilip hızla gitmeleri
için tekerlekler üzerine yerleştirilmelerini emretti onlara. Daha sonra içlerinin neft ve kibritle doldurulmasını; hepsinin [canlı gibi] giydirilerek; ordunun merkezine, ilk safa yerleştirilmesini buyurdu.
Taraflar karşı karşıya gelince bunların içi tutuşturulacaktı. Düşmanın filleri, hortumlarını kızmış bakır atlara dolayınca can havliyle geri dönüp kaçacaklardı. İskender, ustalarından güçleri yettiğince süratli çalışıp bu işi halletmelerini istiyordu. Onlar da emre uydular: sıkı çalıştılar, çabuk bitirdiler. Müneccimlerin belirlediği gün yaklaşınca İskender,
Fevr'e tekrar adam gönderdi; egemenliğini tanımasını istedi ondan... Ama Fevr, İskender'e karşı gelerek savaşta kararlı olduğunu söyledi. İskender onun ısrarlı olduğunu görünce tüm ağırlığıyla yüklendi. Fevr, filleri ön safa koymuştu; İskender'in adamları
bakır atları -üstündeki süvari heykelleriyle- sürdüler
düşmana. Filler atlara yöneldiler, hırsla hortumlarını doladılar, korkunç ısıyı hisseder hissetmez sırtlarında taşıdıkları her şeyi etrafa attılar; onları ayaklarının altlarında ezdiler; sağa sola dikkat etmeden önlerine çıkanı mahvederek kaçtılar. Fevr, ordusuyla irtibatını kaybetti. İskender'in askeri onların ardına düştü, önüne geleni kırıp geçirdi... İskender
şöyle bağırıyordu:
— Hint Hükümdarı! Sen çık karşımıza! Ordunu ve hanedanını koru! Onları ölüme sürükleme! Bir kralın tüm askerini tehlike uçurumuna atması elbette erkeklik değil! Bilakis ordusunu, malı ve canı pahasına korumalıdır kral!
Haydi, çık karşıma askeri bir kenara çek! Hangimiz yenerse taht onundur! Fevr, İskender'den bu meydan okumayı işitince onu mağlup edeceğini sandı; 'fırsat bu fırsattır' deyip onunla mücadele için öne çıktı. Böylece İskender de ileri atıldı, çatıştılar. At sırtında saatlerce kapıştılar ama yenişemediler. Mücâdele böyle devam ederken hasmını halledemeyeceğini anlayan İskender, ansızın yeri göğü inleten, ordugâhı titreten
bir nâra attı. Fevr, bu çığlığı, ordusuna karşı hazırlanmış bir tuzak sanarak yüzünü çevirip geriye baktı. Birdenbire ileri atılan İskender göz açıp kapayıncaya kadar düşmanını
atının eğerinden koparacak bir hamle yaptı; ardından bir kez daha vurdu ve fevr yere yuvarlandı. Hintliler başlarına gelen felaketi gördüler;hükümdarlarının akıbetine tanık oldular; ölümü yaşama tercih ettiler; dövüştüler, dövüştüler. Bu sefer İskender
onlara çeşitli vaatlerde bulundu, Allah'ın fazlu keremiyle onların yurtlarını istilâ etti. İtimat ettiği adamlarından birini onların başına geçirdi. İşlerini halledinceye ve egemenliğini
iyice sağlama alıncaya dek Hindistan'da kaldı. Sonra güvendiği adamı kendisini temsîlen- onların başında bırakarak Hint ülkesinden ayrıldı, hedefi neyse oraya gitti.
İskender askeriyle oradan gidince Hintliler onun tayin ettiği adama boyun eğmekten vazgeçtiler ve şöyle söylendiler:
— Bu herif, ülkeyi yönetecek halde değil. Bu ülkenin ne halkı ne de asilleri, kendilerinden olmayan, hanedanlarına mensup bulunmayan birinin başlarında kral olmasına
asla razı olmazlar! Zira o [yabancı kral] onları hep küçük görecektir! Böylece kendi krallarının oğullarından birini başa geçirmek için anlaştılar: Debşelîm adlı birini kral yaptılar. Sonra İskender'in koyduğu adamı tahttan indirdiler.
Debşelîm ise işleri yoluna koyup egemenliğini sağlama aldıktan sonra azdı, büyüktendi: çevresindeki hükümdarlarla savaşıyor, hep galip geliyordu. Halk ondan korkuyordu.
Yönetimdeki gücü arttıkça ahâliyle alay etti, onları küçümsedi, en rezil işleri yaptı halkına... Kudreti çoğaldıkça şımarıklığı artıyordu. Bir zaman böyle devam etti.
Debşelîm'in zamanında brahmanlardan bir bilge vardı: akıllı, ahlaklı biriydi. Bilgisiyle ünlenmişti, her konuda ona başvurulurdu: adı Beydebâ idi. Beydebâ, hükümdarın halini
düşündü, halkına çektirdiği cefâyı düşündü; onu bu azgınlığından çevirmek, adalete yöneltmek için kafa yordu. Öğrencilerini topladı ve seslendi:
— Size ne danışacağım, biliyor musunuz? Bilmelisiniz ki Debşelîm'in durumunu, onun adaleti bir kenara atıp zulme dalışını, halkına cefâ edip rezil davranışlarda bulunuşunu düşündüm hep... Biz, böyle nahoş fiiller hükümdarlar tarafından işlendiğinde onları uyarmak, kıblelerini adalete ve iyiliği çevirmek için yetişmiş, kendimizi bu günler için hazırlamışızdır! Bu hallere göz yumar ve görevimizi yapmazsak câhillerin gözünde
onlardan daha câhil ve aşağı vaziyete düşeriz! Bu yüzden başımıza hiç istemediğimiz belaların gelmesine engel olamayız! şimdi, vatanı terkedip gitmek bana göre uygun bir
karar değildir. Onu bu kötü gidişat içinde bırakmak ve işlerine hiç karışmamak da hikmetimize yakışmaz. Öte yandan dilimizden gayrı bir araçla ona karşı mücâdele
edecek durumda da değiliz. Kendimizden başka kimseleri bulup yardım dilesek de ona karşı durmamız mümkün değil; tabiî ona karşı olduğumuzu ve siretinden surat ekşittiğimizi anlarsa sonumuz geldi demektir... Biliyorsunuz ki, bir vatanın güzelligi ve sagladıgı hayat kolaylıgı bahane edilerek canavar, köpek yılan ve öküzle yanyana yaşamak cana kıymak [=şahsiyetsizlik] ten başka bir şey degildir. Bir bilgeye
yakışan ise başa gelmesi muhtemel musibetlerden, bunların ağır neticelerinden korunmak; maksada ulaşmak için de korkulan şeyi bertaraf etmektir. Bilgelerden birinin, talebesine şöyle yazdığını işitmiştim:
— Hayırsızlarla beraber yaşayan, onlarla dost olan adam, riskli bir deniz yolculuğuna çıkan malum kimse gibidir. Bu yolcu, neticede batmaktan kurtulsa bile korkulardan kurtulamaz. O, kendisim tehlike ve dehşete attıkça akılsız eşşeklere benzemektedir. Hatta daha da aşağı! Zîrâ hayvanların tabiatında yaran zarardan ayırt etme özelliği vardır.
Bu yüzden zarar görecekleri şeyden çekinir, tehlike kokusu
aldıklarında korunmak için derhal uzaklaºırlar.İşte, sizi böyle bir durumdan ötürü topladım. Siz benim ailem, sırdaşım ve bilgi dağarcığımsınız. Size dayanır, size güvenirim. Kendi görüşüyle hareket eden ve tek başına kalan kimse zayi olur, yardımcı bulamaz. Akıllı adam ise bulduğu çarelerle, başkasının at ve askerle beceremediğini becerir. Bunun örneği de şudur: Bir tarla kuşu, filin geçip gittiği yerde bulunan deve kuşu yumurtasını yuva yapmış kendine; içine de yumurtlamış. Fil, su içmek için buradan geçermiş. Birgün her zamanki gibi suya, bu yoldan gitmiş. Tarla kuşunun yuvası paramparça! Yumurtalar ezilmiş, yavrular
çiğnenmiş! Tarlakuşu felâketi görünce bu işin fil tarafından yapıldığını anlamış, çırpmış kanatlarını ve file gelmiş.
Ağlayarak filin başına tünemiş ve seslenmiş:
— Ey Hünkâr! Ben senin komşunum! Benim yumurtalarımı ezip yavrularımı öldürdün! Beni değersiz bulduğun,hor gördüğün için mi böyle yaptın?
Fil de:
— Evet, bu yüzden! deyivermiş.
Tarlakuşu filin yanından uçmuş, bir grup kuşa gelerek filin getirdiği felâketi onlara şikayet etmiş. Onlar da:
— Bizim gibi kuşlar file ne yapabilir? diye cevap vermişler. Tarlakuşu da saksağan ve kargalara şöyle demiş:
— Siz benimle gelir, filin gözlerini oyarsınız. Ben de sonrası için başka bir çâre bulurum.
Kargalar ve saksağanlar bu teklin kabul ederek filin yanına gitmişler, gözlerini akıtıncaya kadar gagalamışlar.Koca fil, yeme içmeye gidemez duruma gelmiş; ancak
bulunduğu yerde hortumuna geçirdiğiyle karnını doyurmaya çalışıyormuş. Tarla kuşu daha sonra civarda içi kurbağa dolu bir gölete varmış, onlara filin kendisine yaptığı kötülüğü anlatmış, yardım istemiş. Kurbağalar vıraklamışlar:
— Koskocaman filin karşısında biz ne çare üretebiliriz?
Ona ne yapabiliriz ki?
Tarlakuşşu ötmüş:
— Sizden, benimle şuradaki yara kadar gelmenizi ve vıraklamanızı istiyorum. Fil sizin seslerinizi işitince orada kesinlikle su bulunduğunu sanacak, yanaşıp yuvarlanacaktır!
Kurbağalar tarlakuşunun teklifini desteklemişler,uçurumun kenarında kümelenip ötmeye başlamışlar.Susuzluktan cayır cayır yanan fil kurbağa seslerini duyunca
can havliyle o tarafa koşmuş, yardan yuvarlanarak perişan olmuş. O zaman tarlakuşu filin başının üstünde kanat çırparak söylenmiş:
— Gücüyle övünen ve beni hor gören azgın! Koca gövden ve minik aklının yanında benim ufacıklığıma rağmen nedenli büyük düşündüğümü gördün değil mi?
şimdi, siz de bana teker teker söyleyin bakalım aklınızdan hangi tedbir geçiyor?
Öğrenciler hep beraber bağrıştılar:
— Ey erdemli filozof, âdil bilge! Bizim kılavuzumuzsun sen, bizden üstünsün sen! Senin fikrin yanında bizimkinin, senin zekân yanında bizim zekâmızın ne kıymeti vardır? An
cak şunu bilmekteyiz ki timsahla beraber yüzmek tehlikeyeatılmak demektir. Suç, timsahın bulunduğu suya girende.Yılanın dişinden zehiri çıkanp kendisinde denemek için ağzina atan adam, vebali yılana yükleyemez! Arslana ormanında yanaşan kişi hamlesinden nasıl emin olur ki? Bu hükümdar nice tecrübelerden akıllanmamış, musibetlerden korkmamıştır. Onun hoşuna gitmeyecek bir laf ettiğinde gazabına uğrayabilir, cefâsıyla karşılaşabilirsin; bundan yakayı sıyıracağından emin değiliz!
Bilge Beydebâ cevap verdi:
— Allah için, doğru söylüyorsunuz! Ancak fikir sahibi olgun insan, kendinden aşağı veya yukarı diye biriyle istişare etmeyi terketmez! Ne seçkinler nezdinde bir ferdin görü
şüyle yetinilir, ne de halka faydalı olur tek kişinin görüşü. Ben Debşelîm'le yüzyüze gelmeye karar verdim gayrı... Sizinde sözünüzü dinledim; iyiliğimi düşündüğünüzü, beni ve kendinizi korumak istediğinizi biliyorum. Ancak ben bir karara varmışım, bunu da uygulayacağım. Kral nezdindeki konuşmamı, ona verdiğim karşılıkları elbet
öğreneceksiniz. Onun huzurundan çıktığımı duyar duymaz toplanın yanıma...
Beydebâ bu sözlerinden sonra öğrencilerinin hayırdilekleriyle oradan ayrıldı.
Böylece kralın huzuruna çıkmak için bir gün ayarladı.O gün, brahmanların giydikleri türden kıldan örülme giysilerine bürünerek büyük kapıya vardı; mabeyinciyi
istedi. Ona götürülünce selam verdi, durumu anlattı. Şöyle dedi:
— Ben, öğüt vermek için hükümdara gelmiş biriyim.Mabeyinci hemen hükümdarın huzuruna çıkarak: "Kapıda Beydebâ adlı bir brahman var. Kendisinin krala öğüt vereceğini söylüyor!" dedi. Kral izin verince Beydebâ huzura girerek onun önünde durdu, eğildi, secdeye vardı. Sonra ayağa kalktı ve bekledi. Debºelîm, Beydebâ'nm gayet sakin bir şekilde duruşuna bakarak kendi kendine mırıldandı: "Bu adam bize ancak iki şeyden biri için gelmiş olmalı: ya durumunu düzeltmek için bir şeyler isteyecek yahut altından kalkmadığı bir sorunla karşılaştığı için yardım dileyecek bizden." Kendi kendine düşünmeye devam ediyordu: "Hükümdarların, ülkeleri üzerinde hakları
varsa; bilgelerin de erdemlerinden ötürü daha büyük haklan olmalı... Zira bilgeler,
tecrübe ve bilgilerinden ötürü hükümdarlara muhtaç olmazlar. Ama hükümdarların mutlaka onlara ihtiyacı vardır. Bilgi ve kudreti birbiriyle sarmaş dolaş iki dost gibi görüyorum. Ikisinden biri yitince digeri de gidiyor; biri gidince digeri yeme-içmeden kesilen, hayattan zevk almayan, hüzne bogulan iki can yoldaşı gibi... Bilge kişileri hürmetle karşılamayan, onların diğer insanlardan daha kıymetli olduğunu bilmeyen, onları küçük düşürmekten çekinmeyen adam akılsızdır; dünyasını karartmıştır. O, bilgelerin hakkını çiğnemiş ve kendini bilmez kara câhillerden olmuştur
artık..."
Sonra Beydebâ'ya doğru başını kaldıran Debşelîm
şöyle seslendi:
— Sana baktım ey Beydebâ! Suskundun, ihtiyacını arzetmiyordun, dileğini söylemiyordun. İçimden: "Herhalde heybetimizden ürperdi, belki şaştı da susup kaldı," dedim. Baktım uzun uzun bekledim, şöyle düşündüm bu sefer: "Geçerli bir sebep olmasaydı gelip kapımızı çalmazdı Beydebâ... O, zamanının en iyilerindendir. Buraya gelmesinin sebebini soralım mı ona? Ziyaretinin sebebi bir haksızlıksa onun elinden
tutmak, onu yüceltmek ve ağırlayıp istediğini vermek önce benim boynuma borçtur. Eğer dünya malı talep ederse dilediği kadar yağdırarak onu memnun ederim. Hükümdarlara
ait olup verilemeyecek bir şey isterse onun hakedeceği cezayı düşünürüm; ama böyle birisi burnunu hükümdarlıkla ilgili bir işe sokmaya cüret edemez. Onun muradı, halkın işleriyle ilgili olup benim onlara ehemmiyet vermem ise bakarım
neymiş arzusu... Zira bilgeler ancak iyiliği, cahiller ise bunun aksini önerirler." Şimdi senin önünü açıyorum, dilediğin gibi konuşasın!
Beydebâ hükümdardan bu sözleri işitince korkusu gitti, rahatladı. Onu selamlayarak secde etti, sonra dikilerek şöyle dedi:
— Önce hükümdara Allah'dan uzun ömür diler, hükümranlığının -devletinin- ebedî olması için duacı olduğumu belirtirim. Çünkü hükümdar, beni sonraki bilginlerden üstün kılacak, bilgeler tarafından yâd edilmeye layık bir mevki lütfetti bana!
Bu sözlerinden sonra yüzünü sevinçle hükümdara çeviren Beydebâ, gördüğü güzel muameleden ötürü derin bir şükran hissiyle devam etti:
— Hükümdar lûtfunu ve keremini esirgemedi benden...Beni huzura çıkartan şey, sadece hükümdara vermek istediğim bir öğüttür; huzura çıkma cesaretini böyle buldum. Bu
olaydan haberdar olanlar, bir hünkâra karşı yapılması gereken şeyde kusur etmediğimi anlayacaklardır. Zât-ı âlîleri söz söylememe izin verir, beni dinlemek lûtfunda bulunurlarsa kendine yaraşanı yapmış olur. Lâkin sözlerimi dinlemezse ben görevimi yapmış ve yergiden kurtulmuş olurum.
Hükümdar cevap verdi:
— Dilediğin gibi konuş Beydebâ! Can kulağı ile seni dinliyorum. Senin sözlerini anlamak, seni layık olduğun şekilde mükâfaatlandırmak arzusundayım.
Beydebâ konuştu:
— Gördüm ki insan, dört özelliğiyle hayvanlardan ayrılmış... Bu dört şey, dünyada ne varsa hepsini içine alır: hikmet, iffet, akıl ve adaletten bahsediyorum. Bilgi, edep ve ka
biliyet, hikmete girer. Benliğe hakim olma, sabır ve vakar akla girer. Haya, geniş gönüllülük ve şahsiyetlilik iffete girer. Doğruluk, iyilik, nefs murakabesi ve güzel ahlak ise adalete girer. İşte bütün üstün nitelikler, bunlardan ibarettir; kötülükler bunların zıddıdır. Bu vasıflar tam olarak bir insanda toplanınca o artık nîmet bakımından bir eksiklik yaşa
sa bile dünyada hüsrana âhirette bedbahtlığa atmaz kendini.Talih ona gülmüyor diye üzülmez, saltanat ve devletiyle ilgili kaderin cilveleri karşısında mahzun olmaz.İstemediği bir şeyle karşılaşınca şaşırıp korkmaz. Hikmet, dağıtmakla bitmeyen bir, hazinedir; yoksulluğun uğramadığı bir ambardır;eskimeyen giysi, bitmeyen bir lezzettir. Ben zât-ı âlîlerinin huzuruna çıkınca söze önce başlamadım, kendimi tuttum. Ama bunun sebebi, onun heybeti ve ona duyduğum saygıydı.Kuşkusuz krallar içinde sizin gibi seleflerine nisbetle kat kat üstün olanlara daha çok hürmet edilmelidir. Bilgili insanlar
şöyle derler: Dilini tut, selamet dile hâkim olmadadır. Boş kelamdan çekin, zîrâ sonu pişmanlıktır.
Anlatılanlara göre dört bilgili kişi bir hükümdarın meclisinde toplanmışlar. Hükümdar onlara:
— Her biriniz usûl ve âdab namına bir temel oluşturacak söz söylesin! demiş. İçlerinden birincisi:
— Bilginlerin en üstün niteliği susmaktır! der. İkincisi:
— Kuşkusuz insana en çok yarar sağlayacak şeylerden biri, haddini bilmesi, aklının neye yettiğinden haberdar olmasıdır! der. Üçüncü adam:
— İnsan için en faydalı şey, kendisini ilgilendirmeyen şey hakkında konuumamasıdır! der. Dördüncü bilgin ise:
— İnsanı en çok rahatlatan şey, kadere teslim olmaktır! der.
Bir zamanlar Çin, Hint, Iran ve Rum ülkelerinin
hükümdarları toplanıp: "her birimiz, dünya durdukça
dillerden düşmeyecek bir söz söylesin" derler. Çin
hükümdarı:
— Söyledigim bir sözü inkâr etmektense hiç bir şey söylememek daha kolay geliyor bana! der.
Hint hükümdarı:
— Şöyle konuşan adama şaşarım: konuştugu kendi lehineyse ona fayda vermiyor, aleyhineyse onu mahvediyor! der.
Iran hükümdarı:
— Söz agzımdan çıktı mı bana egemen olur, agzımdan çıkmadıkça ben ona hakimim! der.'
Rum hükümdarı da:
— Söylemedigim bir sözden ötürü asla pişman olmadım; oysa söyledigim nice sözler yüzünden defalarca pişman oldum! der.
Krallar nezdinde faydasız sözler söylemektense susmak daha iyidir. İnsanın en iyi yardımcısı dilidir. Hak Teâlâ ömrünü uzun etsin, hükümdarım bana söz söylemek
için izin verdi, dilediğimi konuşma imkanı bahşetti. Öyleyse söylemek istediklerimden hâsıl olacak fayda ona yarasın,tüm iyilikler ve faydalar benden önce onun olsun! Neticede ben içimden geçirdiğimi söyleyeceğim, bunun menfaati de güzelliği de onun olacaktır. Kısaca, üzerime düşeni yerine getirmiş olacağım... Diyorum ki:
Ey hükümdar! Sen kudretli atalarının, dedelerinin yerindesin. Onlar senden önce devlet kurmuş, kaleler ve surlar inşâ etmiş, şehirler yapmış, ordular yönetmiş, onları
donatmış, yıllarca hükmederek sayısız silah ve bineğe sahip olmuşlardır. Onlar asırlarca gıpta edilecek bir halde, mutlu bir hayat sürdüler. Bu nîmet ve imkânlar onları, güzel nam
bırakmaktan, şükranla anılmaktan, ahâliye iyilik etmekten, halka merhametli davranmaktan, yönetimleri esnasında iyi bir sîret sergilemekten alıkoymadı.
Yaşadıkları saltanatın büyüklüğüne ve iktidar sarhoşluğuna rağmen böyleydiler. Ve sen, ey mutlu ve yıldızı parlak hükümdar! Onların malı olan yurtlarına, servetlerine ve
saraylarına vâris oldun: onlardan aldığın mülkün üzerine oturdun, onların mallarına ve askerlerine kondun. Ama borcunu yerine getirmedin: azdın, sunardın, cevru cefâya
daldın! Kendini halktan çok üstün gördün. Kötü bir gidişat sergiledin, getirdiğin felâket pek büyüktü. Halbuki sana yaraşan, seleflerinin yolunu takip etmen, senden önceki
kralların izinden gitmen, sana vâris bıraktıkları güzel şeyleri uygulaman, çirkinliğiyle seni rezil edecek hallerden geri durmandı. Halkına iyi davranman, adını hayırla yâd
ettirecek iyi şeyler yapman gerekirdi. Bu yol, en selâmetli, en kalıcı ve en doğru yoldu. Kuşku yok câhil kişi aldanır, şımarır ve nankörlük eder. Aklı başında tecrübeli kişiyse
devleti ve mülkü ustaca ve esnek bir ºekilde yönetir. Ey hükümdar! Sözlerimi düşün! Bunlara gocunma! Bir mükâfaat ve menfaat umarak söylemedim bu sözleri. Amacım sadece senin iyiliğindir, seni korumaktır...Beydabâ kelimelerini bitirip öğütlerine son verince hükümdar kızdı, onu küçümseyerek ağır laflar etti:
— Öyle şeyler söyledin ki memleketim halkından hiç kimsenin bu sözlerle karşımda dikilebileceğini ve senin cesaretini gösterebileceğini aklımdan geçirmezdim. Bu kadar
zayıf, küçük ve âciz biri olduğun halde nasıl oldu da bu lafları ettin? Hangi cüretle? Bu cesaretin, burnunu sokmaman gereken konularda ileri geri konuşman hayretimi iyice artır
mıştır. Başkalarına da hadlerini bildirmek için seni ibret verici bir şekilde
cezalandırmaktan gayrı yol yok! Çünkü bu sayede senin gibi hükümdar meclislerinde yer bulan cüret kârların önüne set çekmek, onlarla ders vermek mümkün
olacaktır!Hükümdar daha sonra Beydebâ'yı götürüp asmalarını emretti. Adanılan onu alıp gidince verdiği karar üstüne düşündü; vazgeçti ve onun hapiste zincire vurulmasını
emretti.
Beydebâ zindana girince hükümdar, onun öğrencilerinin peşine düştü. Onlar çeşitli kentlere dağıldılar,adalara sığındılar.
Beydebâ günlerce kaldı hapiste... Kral onu arayıp sormuyor, başkaları da kralın huzurunda ondan bahsetmeye cesaret edemiyordu. Bir gece kralın uykusu
kaçtı ve hiç uyuyamadı. Gözünü göğe dikerek yıldızların
asıldığı boşluğun yaradılışını düşündü; zihnine hücum eden bir soruya cevap ararken Beydebâ'yı anımsadı, onun sözlerini yeniden kafasından geçirdi. Böylece kendine gelip
içinden söyleniverdi:
— Bu bilgeye yaptıklarım hiç de doğru değildi. Ona hakettiği gibi davranmadım. Çarçabuk kızdım da böyle oldu...Oysa bilgili insanlar şöyle der: "Dört nitelik, krallarda bulunmamalı! Öfke; çünkü insana en çok nefret kazandıracak şeydir. Cimrilik; varlıklı oldugu halde cimrilik yapanın hiçbirbahanesi yoktur. Yalan; hiçkimse yalancıya güvenmez. Agırve kaba söz; bu tür manasızlıklar hükümdara yaraşmaz. Ba
na iyiliğimi isteyen biri geldi, kimse hakkında dedikodu yapmadı, laf getirmedi. Ona layık olduğu muamelenin aksini yaptım. Benden göreceği karşılık bu olmamalıydı. Onu
dinlemeli, tavsiyelerine uymalıydım...
Kral bu kararından sonra hemen bir adam göndererek onu getirtti. Huzurunda bilgeye şöyle dedi:
— Daha önce söylediğin sözlerden maksadın, fikirlerimin kusurlu olduğunu ve yanlış bir yol takip ettiğimi vurgulamaktı değil mi?
Beydebâ cevap verdi:
— Ey merhametli, doğru sözlü, altın kalpli iyiliksever hünkâr! Ben sadece senin ve halkının hayrına, hükümranlığının devamına yarayacak sözler söyledim!
Kral:
— Beydebâ! Daha önceki sözlerini, bir sözcüğünü dahi eksik etmeden tekrarla!
Beydebâ söze girdi. Hükümdar onu güzelce dinliyor,her söz başında elindeki asasını yere vuruyordu.Sonra gözünü Beydebâ'ya dikti, oturmasını buyurdu ve
şöyle dedi:
Beydebâ! Sözlerini beğendim, bunlar sadâsını bulmuştur ruhumda! Tavsiyelerin üzerine düşünecek, onlarıpratiğe dökeceğim.Böylece, bilge adama vurulan zincirlerin çözülmesini emretti; ona kendi giydiği giysilerden verdi, güzel muamele gösterdi.
Beydebâ:
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Kelile ve Dimne - 2
  • Части
  • Kelile ve Dimne - 1
    Общее количество слов 4045
    Общее количество уникальных слов составляет 2425
    26.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kelile ve Dimne - 2
    Общее количество слов 4112
    Общее количество уникальных слов составляет 2202
    30.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    45.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kelile ve Dimne - 3
    Общее количество слов 4069
    Общее количество уникальных слов составляет 2136
    29.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kelile ve Dimne - 4
    Общее количество слов 4193
    Общее количество уникальных слов составляет 2082
    32.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    54.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kelile ve Dimne - 5
    Общее количество слов 4268
    Общее количество уникальных слов составляет 2176
    29.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    51.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kelile ve Dimne - 6
    Общее количество слов 2747
    Общее количество уникальных слов составляет 1536
    33.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    47.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    54.2 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов