Sakıncalı Piyade - 1

Общее количество слов 3928
Общее количество уникальных слов составляет 2084
28.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
40.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
47.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
İÇİNDEKİLER
Kaçma Şüphesi Vardır
Bayraklı Sınıf Tahakkümü
Sokrat'tan da Kıymetli
Madalya
12 Martın Nedeni: General Necip
Anayasayı Tangır Tungur Edenler
Uçak Kaçırma Suçu
Buzlar Kırılıyor
Ambalaj Kâğıdı ile Komünizm Propagandası
Kuru Temizleme
Erim'in Kitapları
Yüz Çiçek Açsın, Bin Fikir Yarışsın
Kahve Nasıl Pişirilir
Nerelere Sızmışlar
Çelikbaş'ın Telgrafı
Yanlışlığın Düzeltilmesi
Muhtara Küfretti Komutanım
Molla Bozuntusu Dâvası
Olumsuz Sicil
Vukuatım Yoktur Komutanım
Amerika. Sosyalist, Sosyalist
Paşa Saçkıran Olmuş
Kötü Hal ve Düşünce
Allah Korumuş
Er mi, Subay mı, Astsubay mı
YAŞAMIN GERÇEĞİ UYDURMANIN SINIRLARINI AŞIYOR
Aziz Nesin
Ellerin dert görmesin Uğur Mumcu! 'Sakıncalı Piyade»yi yazdığın için, eline sağlık, ağzına sağlık, canına sağlık...
Kendi yazdıklarıma gülemem. Ama senin yazılarını gülerek okudum. »Acı acı gülmek» deyimi vardır ya, işte öyle, acı acı güldüm.
Bir yazında anlattığın olayın sonunda, tıpkı halkımızın ağzıyla «Güler misin, ağlar mısın?» diyorsun. Yazılarını okurken, içimde, gülmekle ağlamak arası bir burukluk duydum. Üstelik, otuz yıl önceleri, askeri mahkemeler ve sıkıyönetim mahkemeleri önünde yargılanışlarımı da anımsadım. Hemen hemen aynı şeylerdi başımıza gelenler. Yalnız, arada otuz yıllık zorunlu bir takvim ilerlemesi olduğu için, bizi yargılayanlar çok daha serttiler, katıydılar, örneğin, sıkıyönetim mahkemesinde bir sanığı bir avukatın savunabilmesi için, buna sıkıyönetim komutanının izin vermesi gerekirdi. Sıkıyönetim Komutanlarına avukat beğendirmek zordu. Bu yüzden avukatlar, sıkıyönetim sanıklarının avukatlığını almak istemezlerdi. Seksen yaşındaki babam, avukat yazıhanelerini kapı kapı dolaşıp beni savunacak avukatı boşuboşuna aramıştı. O gün bu gün, gönüllü bile olsalar, siyasal davalarımda avukat tutmak istemem.

Aradan geçen otuz yılda, hiç olmazsa, cellâtlar da gülümsemesini öğrenmişler. Gülümsemek, bu bir insanlık belirtisidir!
Başımızdan öyle olaylar geçer ki, o durumlarda «Anlatsan, kimse inanmaz!» deriz. 12 Mart sonrası, pekçok namuslu aydının, yurtseverlerimizin başından «Anlatsan, kimse inanmaz» denilecek olağanüstü olaylar geçti. Sen, anlatsan kimsenin inanmayacağı başından geçmiş olayları, bütün doğruluğuyla, her okuyanı inandıracak biçimde yazmışsın. Alabildiğine yalınlıkla ve söyleşi havasında yazdığın için kolaylık ve rahatlıkla okunan bu anlatılarda hem olağanlık, hem de olağanüstülük var. Olağandır; çünkü bu olaylar ya da benzerleri herkesin başına gelmiştir, gelmeyenlerin başına da gelebilir. Olağanüstüdür; çünkü bunlar mantık dışı, akıl dışı,.saçmalık sınırlarını bile aşan zırtapozluklardır. Daha da kötüsü, bu zırtapozlukları, koşullanmış kafalar Türkiye'nin yararına sanarak yapmışlardır.
Yaşamın katı gerçeği, bütün uydurmaların sınırını aşar. İnsanoğlu öyle katı gerçekler yaşar ki, bunları yaşamadan uydurmanın olanağı yoktur. İşte bu yüzden yaşanmış kimi olaylar, anlatınca kimsenin inanmayacağı denli gerçekten daha gerçektirler. Oysa ülkemizin insanları, 62 yaşımın aklımın erdiği yarım yüzyılı içinde sürekli olarak, anlatılsa kimsenin inanmayacağı, inanamayacağı olayları yaşamışlardır, yaşamaktadırlar.
Uğur Mumcu'nun «Sakıncalı Piyade»sinde gülmece, yaşamın kendi gerçeğinde varolunca daha somutlaşarak ortaya çıkıyor; daha da etkili oluyor, örneğin, «Bir hukuk doçentinin ishal oluşu, Anayasa Mahkemesi İçtihat Kararlarına geçti.» denilse bu bir gülmecedir ama, soyuttur ve geneldir,- bu yüzden de
etkin olmaz. Ama, adıyla sanıyla bildirilen bir hukuk doçentinin, askeri mahkemesinin huzurunda, kendini, ishal olduğu için, gizli örgütün toplantısını dikkatle izleyemediğini, çünkü sık sık helaya gitmek zorunda kaldığını söyleyerek savunmaya kalkışı, sonra da savunmanın Resmi Gazete'de yayınlanışı, gülmecenin en somut örneğidir. Anlatılan olayı okurken, bir güldürü sahnesi seyreder gibi biz de yaşar ve o güldürüye katılırız. Bence, Sakıncalı Piyade’nin gülmece olarak başarısı, yaşanmış olaylardaki gülmeceyi somutlaştırmış olmasıdır. Bu bakımdan «Sakıncalı Piyade», yakın geçmişimizin en yağlı-kara lekesi olan 12 Mart'ın ıcığını cıcığını çıkaran belgesel bir yapıttır.
Halkımız öteden beri gülmeceyi, işine yarar bir aygıt olarak kullanmıştır. Nasıl açar denilen aygıtla kilit açılıyorsa, nasıl bıçak denilen aygıtla ekmek kesiliyorsa, gülmece denilen aygıtla da halkımız çıkmazlarına çıkar yol bulmakta, karmaşık sorunlarını çözümlemektedir. Kısacası gülmece, üretim toplumlarının ve üretmen sınıfların işine yarayan bir aygıttır. Sakıncalı Piyade nasıl mı işimize yarayacak?-Onun yararları pekçok... Ama en başta, faşizme özenenleri yıldırması, umutsuzluğa düşürmesidir. Çünkü, faşist özençlileri, dikta heveslileri, ellerine geçen fırsatlarda nice zart zurt ederlerse etsinler, sonunda, «Sakıncalı Piyade»de olduğu gibi, alay edileceklerini, maskara olacaklarını, ister istemez anlayacaklar, korkacaklardır. Faşizme geçit yok! Bu geçidi tıkayacak en iyi engel, faşizmin alay konusu hırtlıklarını ortaya koymaktır.
Bizi acılı acılı güldürdün, düşündürdün, sağol Uğur Mumcu!

KAÇMA ŞÜPHESİ VARDIR
Bir adam durup dururken tutuklanmaz. Tutuklanması için suç işlemiş olması gerekir.. Bir kimsenin suç işlediğine ilişkin güçlü belirti varsa, o kişi tutuklanabilir. Hakkında dava açılan herkesin tutuklanması diye bir kural yoktur.
Yoktur amma, gel bunu Sıkıyönetimcilere dinlet, din-letebilirsen. Şöyle bir sıralarsak, suç işlediğine ilişkin güçlü belirtiler bulunan bir kimse, eğer suçu ağır cezalık ise tutuklanabilir. Başka?.. Başkası şu: Suç devlet ve hükümet nüfuzunu kırıyorsa, sanık yine tutuklanabilir... Ayrıca, sanığın kaçma şüphesi varsa ya da suç kanıtlarını değiştirme ya da suç ortaklarını yalana zorlama sakıncası varsa, mahkeme sanığı tutuklayabilir.. Bir koşul daha var. Sanık işsiz güçsüz takımındansa, yeri yurdu adresi yoksa, yani türkçesiyle ipsiz sapsız biriyse, sanık mahkemece tutuklanabilir.
18 Mart 197$ günü, Ankara Birinci Ağır Ceza Mahke-mesi'nde bir davam var. Davayı Basın Savcısı Zekâi Turan açmış. Birara, bu dava için «gıyabî» olarak tutuklandım. Neyse, Prof. Uğur Alacakaptan imdadıma yetişti, tutukluluk kararına itiraz ettik ve yargılanmanın tutuksuz olarak yapılmasını sağladık.
Suç da büyüktü hani.. «Orduya hakaret». Devir 12 Mart devri. Adamın hiç gözünün yaşına bakmazlar. Savcı Zekâi Turan, Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Yılmaz Günal, bilirkişi seçmiş. Yılmaz Günal da raporunu vermiş: «Sanık yazısında ordu uyanık olmalı demiş, orduya uyanık ol demek, ordunun uyanık

olmadığını kabul etmek demektir. Oysa «Türk Ordusu uyanıktır» gibisinden bir rapor.
Savcı tutuklanmamı istiyor. Sorgu Yargıcı tutuklama istemini yerinde görmeyince, dosya, nöbetçi mahkemeye geliyor. Yargıç da, kim biliyor musunuz?. Lütfü Erdemir. Yani boraks madeninin devletleştirilmesini isteyen TRT programcısını «emperyalizmi kötü gösteriyor» gerekçesiyle mahkûm eden yargıç. O da, sorgu yargıcının kararını onaylamayınca, hakkımda tutukluk kararı çıkıveriyor. Ben o günlerde, Ankara Mahkemelerinde bilirkişilik yapıyorum. Mahkemelerde çalışan bir dost haber veriyor. Ben de doğru Alacakaptan'a. O da bir dilekçe yazıyor. Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi tutukluluğu kaldırıyor.
18 Mart günü işte o davanın ilk duruşmasına gidiyorum. Devrim Gazetesi Yazıişleri Müdürü Uluç Gürkan ile birlikte, mahkemeye çıkıyoruz ve ilk oturumda beraat ediyoruz.
O günün gecesi, Avukat Turan Tamar'da yemekteyiz. Prof. Mümtaz Soysal da gelecek. Birlikte, hem Soysal'ın serbest bırakılışını kutlayacağız, hem de benim beraatımı.
Telefon çaldı. Karşımdaki ses Adil Özkol'un eşinin. Ağlıyor:
— Adil'i aldılar, seni de alacaklar... Ben de eve, anneme telefon ettim:
— Anne, arayan soran oldu mu? Olmamış.
Fakat biraz sonra annem telâşla beni arıyor:
— Oğlum polisler geldi, seni sordular...
Ben ne yapayım? Şimdi eve gidip, çamaşırlarımı hazırlayıp, teslim olsam iyi... İyi ama, ya yolda, kaçıyor diye vururlarsa. O günler öyle.. Sokak ortasında takır takır adam vuruyorlar. Gerekçe de hazır: Güvenlik Kuvvetlerine ateş açan anarşistler silâh çatışması sonunda ölü olarak ele geçtiler. Gerçi, bu düşünceye olasılık tanımıyorum pek amma, yine de ne olur, ne olmaz.
Telefonla Sıkıyönetim Komutanlığını arıyorum. Adımı söylüyorum.
— Beni arıyormuşsunuz, nereye teslim olayım?.
— Bizim bir bilgimiz yok efendim...
Sıkıyönetim Savcılığını arıyorum. Onlardan da bir ya
nıt alamıyorum.
Ankara Emniyet Müdürlüğüne telefon ediyorum.
— Bizde adınız yok? Her halde Sıkıyönetimin işidir..
Allah Allah, biri bizi işletiyor mu yoksa?.
Yıldırım Bölge Tutukevine telefon ediyorum. Oradan da yanıt alamadım:
— Bizim bir bilgimiz yok...
Ben de galiba, kendimi zorla tutuklatacağım. Avukat Turan Tamar'a dönüp:
— Tutukluluktan istifa ettim... diyorum amma, yine
de aramaya devam ediyorum.
Yok kimse kabul etmeyecek, açıkta kalacağım... Açıkta kalacağım ve üniversiteye giremeyen öğrencilere döneceğim.
Bir de, Mamak Tutukevine telefon ediyorum:
— Nasıl olsa, oraya geleceğim amma, ben kime tes
lim olayım?.
Kimsenin beni kabule niyeti yok...
Neyse sonunda, Ankara Emniyet Müdürlüğüne gidip teslim oldum. Durumu da anlattım. Anlayışla karşıladılar.
Ankara Emniyet Müdürlüğünden, önce doğru, Mamak Cezaevine gittik. Emniyet görevlileri, gerçekten çok nazik davranıyorlardı. Birlikte, cezaevinin bulunduğu 28 inci Tümen Nizamiyesine gittik.
— Bu beyi teslim edeceğiz. Tutuklanmış da, siyasî.. Üsteğmen beni şöyle bir süzdü:
— Ben karışmam... dedi. Herhalde ben karışacağım!
Neyse, sağa sola telefonlar, telsiz konuşmaları, sonunda, Sıkıyönetim Komutanlığının emri ile gözaltına alındığım anlaşılıyor. Hemen, Muhabere Okulu Cezaevine yollandık. Koğuşa «iyi akşamlar» diyerek girdim. Prof. Uğur Alacakaptan, Doçent Mukbil Özyörük ve Asistan Adil Özkol, bir sobanın başında ısınıyorlardı. Alacakaptan:
— Gözümüz yolda kalmıştı... diyor.
Gülüyoruz.
Bunları neden anlatıyorum?. Neden mi? Şundan: On gün sonra mahkemeye çıktım ve «kaçma şüphesi vardır» gerekçesiyle tutuklandım!
Güler misin, ağlar mısın?
Cezaevinden hemen bu tutuklama kararına itiraz ettim. Kaçma şüphesi gerekçesiyle tutuklanmamın, yasaya ters düştüğünü anlattım. Sonra devam ettim: İşlediğimi ileri sürdüğünüz suç, Demirel hükümeti döneminde işlenmiştir. Bu hükümet ise, Cumhuriyetin geleceğini tehlikeye sokmak suçundan istifaya zorlanmıştır, öyleyse suç, devlet ve hükümet nüfuzunu kıran suçlardan sayılmaz.
Sıkıyönetim hukukçularının hiç böyle tartışmalara girmeye niyetleri yoktu. Hemen karar geldi:
— Oybirliği ile reddine...
Tutuklanmak için çalmadığım kapı kalmadı, sonunda kaçma şüphesi vardır gerekçesiyle tutuklandım.
Dava önce, Ceza Yasasının 141 inci maddesinden açılıyordu. Yani, şu ünlü madde: Sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerindeki tahakkümünü kurmak amacıyla örgüt kurmak.
örgütten bol ne var ki. bul örgütünü, kur tahakkümünü...
Benim suçum, sınıf tahakkümünü kurmayı amaçlayan örgüte, yani Dev-Genç'e yol göstermek. Nasıl diyeceksiniz?.
Efendim, yol göstermek, bilindiği gibi, yurttan sesler programında olur. Saz sanatçılarından biri, bağlamayla yol gösterir.
Öyle- mi acaba?.
Savcı, 141 inci maddeden koğuşturulduğumu söyledi. Sonra :
— 159 da düşünülebilir... dedi. 159 uncu madde de,
hükümetin, bakanlıkların, güvenlik kuvvetlerinin ve Silâhlı
Kuvvetlerin manevî şahsiyetine hakaret suçlarını kapsı
yor.
İddianame geldiğinde baktım, dava ne 141 inci maddeden açılmış ne de 159'dan. Askerî savcı, konuşmalarım-
da, komünizm propagandası 1 bulmuş ve davayı. 142 ncl maddeden açmış.
Ben. dava boyunca 142 nci maddeden yargılandım. Sonra dava sonuna doğru, suçun niteliği değişti. Anaya-sa'yı tağyir, tebdil ve ilga'dan suçlandım. Yani. 146 ncı maddeden.
Mahkeme 146 ncı maddeden mahkûm etti. Askerî Yargıtay bu hükmü bozdu. Mahkeme eski kararında direndi. Bu arada. Af Yasası çıktı. Mahkemede son duruşmaya geldiğimizde, duruşma yargıcı Saadettin Üçüncüoğlu kararını açıkladı:
— Yargıtay kararına uyuyoruz. Sizin suçunuz 312 n-
ci maddeye giriyor. O da af kapsamında.. Dosyanızı kal
dırıyoruz. Haydi güle güle...
Yani, aynı suç için Ceza Yasasının 141 inci maddesinden gözaltına alın, sonra komünizm propagandası yapmak suçundan 142 nci madde gereğince yargılan, suçun niteliği değişsin, Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga suçunun kapsamına alın, Yargıtay «suçu yok» desin, bundan sonra da, aynı eylem için, bir yıllık bir cezayı öngören 312 n-ci maddeye sokul, ondan sonra da dosyan kaldırılsın.
Sen sağ, ben selâmet!
Şimdi bana soruyorlar:
— Hangi maddeden yargılanmıştın?
Ne diyeyim. Bunları uzun uzun anlatmamak İçin:
— Yüzkırk altı küsur, komünizm falan, Anayasa'yı
tağyir, tebdil, ilga filân... diyorum, çıkıyorum işin içinden.

BAYRAKLI SINIF TAHAKKÜMÜ
Solculuk üzerine şimdiye kadar yüzbinlerce, milyonlarca yazı yazılmıştır. Türk siyasal yaşamı, bu «sol» sözcüğünden sonra da İyice renklenmiştir.
«Sola dönmek için sola yanaşınız».
Bu bir trafik kuralıdır. Fakat, siyasal «taktik» ve«strateji açısından da, son derece anlamlı bir sözdür.
«Sola dönülmez».
Bu da bir trafik kuralıdır. Bu kuralın geçerli olduğu düzenlerin adı «faşizm» oluyor. Bizdeki gibi olursa da «azgelişmiş faşizm», tabii! Ne de olsa kendimize göre, allayıp-pulluyoruz.
«Sağı, solu belli olmaz.»
Bu söz, ne yapacağı belli olmayan kimseler içindir. Türk siyasal yaşamında bu söz çok geçerlidir. Adama bakarsınız, solcu mu solcu, ilerici mi, ilerici, ama bir tehlike gördü mü, haydi, öbür tarafa. Hani nerede bu adamın sağı, nerede solu? Kıssadan hisse: Görünüşe aldırmayacaksınız ve aldanmıyacaksınız!
Bu «sol» sözcüğünü en ilginç biçimde kullananın kim olduğunu bilmezsiniz! Ben de, Sıkıyönetim «abonesi» olup, Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanmasaydım, hiç şüphesiz, öğrenmemiş olacaktım. Bu konudaki eğitimim biraz «külfetli» oldu ama, sonunda öğrendik sağı, solu...
Davamızın savcısı «esas hakkındaki mütalâasını» okuyor. Savcı, ufak-tefek bir adam. Yargılamalar sırasında yarbaydı, şimdi albay oldu. Adı, Mustafa Akın. Ağır
ağır konuşur, herkesin mahkûmiyetini ister, hiç tahliye İsteminde bulunmazdı. Huy. ne yapacaksınız?
Sorgumu yaparken, «aman ne iyi» demiştim, iyiliği, nezaketinden gelmiyordu. «Bu savcının karşısında iyi savunma yapılır. Allah cümle sanıklara, böyle savcı ihsan eylesin, âmin dedim içimden. Duruşmalar sırasında yanılmadığımı da anladım.
Askerî Savcı, bir yazımın içinde «sol» sözcüğü geçen bir bölümünden dolayı kahredici darbeyi vurmuştu!. Suç da büyüktü. Bir halk türküsünü yazıda anarak, komünistlik yapılmıştı. Kaçırır mıydı bunu, koskoca savcı? «Soldan sağa salla bayrağı düşman üstüne». İşte dehşetengiz yazı bu. Savcı, uzun araştırmalardan sonra bu sözde komünizm propagandası olduğunu saptayıp, imzayı basmıştı. Evet yakalamıştı komünisti. Hem de kıskıvrak!
«Komünist düzenin getirilmesinde bayrağın soldan sağa düşman üzerine sallanacağını belirtmektedir».
Vay anasına! Demek böyle demiş! Demiş mi? Demiş! öyleyse bastır cezayı...
Savcı, ciddi ciddi kürsüde bu türküyü okuyor. Beni bir gülmek aldı ki, sormayın.. Sıkıyönetimler, emirler, geceyarıları ev basmaları, ranzalar, nevresimler, nöbetçiler, adlî müşavirler, demek, hep bu tür suçlar içindi?
«Komünist düzenin getirilmesinde bayrağın soldan sağa düşman üzerine sallanacağını belirtmektedir».
Düşünün bakalım, Lenin böyle mi yapmış?. Ya yapmışsa?. Yapmışsa yandığın gündür. Hiç adamın gözünün yaşına bakmazlar. Sallamasaydın bayrağı efendi. Eloğlu sallıyor mu? ,
Savcı, esas hakkındaki mütalâasının bu bölümünü okurken, ben de içimden bu Kars türküsünün melodisini mırıldanıyordum : «Nan nan-nan-nam nan-nan-nan-nam. Salla bayrağı düşman üstüne».
Hem aksilik, o günlerde, Tuzla Piyade Okulu'nda yedek subay eğitimi yapıyoruz. Sabah sporunda söylediğimiz türkü de bu. «Soldan sağa, sağdan sola salla bayrağı düşman üstüne».

Düşman kim? Düşman burjuvazi!. Bayrağı sallayan kim? Kim olacak? Proletarya.. Nasıl sallıyorlar?. Soldan sağa Sonra efendim, sağdan sola, sonra bir daha. İşte bayrağın tam sallandığı yer, «sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerindeki tahakkümü.» bayrak sallanmaya devam ettiği için de «memleket içinde müesses, iktisadi veya siyasi veya hukukî temel nizamlar» böyle yıkılıp gidiyor, öyleyse bayrağı sallamayın. Sallayan olursa, yakalayın, atın içeri!
Savcının bu öldürücü darbesi karşısında ne yapmak gerekirdi. Gidip, bu Kars türküsünün plâğını alıp, duruşmada bunu çalayım mı?.
«İşte sayın yargıçlar, bu bir halk türküsüdür». Amma da yaptık? «halk türküsü» ne demek?. «Halk» yok, «millet» var. «Devletiyle milletiyle, bölünmezlik» var. Halktan, halk iktidarı, halk İktidarından halkların kardeşliği, halkların kardeşliğinden, halk mahkemesi, halk mahkemesinden, yine bir sosyal sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerine tahakkümü... Sonra sallanan bayraklar, bayrak sallayarak kurulan tahakküm, bayraklı tahakküm.. Bayraklı tahakküm suçtur!
Ben de cesaretimi toplayıp kendimi şöyle savundum. — Bu bir halk türküsüdür. Her gün radyolarda, televizyonlarda çalınmaktadır.
Buraya kadar iyi. Kimsenin bir itirazı yok. Ya sonra?. Evet sonra?
Benim suçum şu: Türkü, sağdan sola, soldan sağa, salla bayrağı düşman üstüne, diye bitermiş. Ben, ne yapmışım? «Büyüklere masallar» başlıklı yazımda, Mustafa Kemal Paşa'nın öyküsünü anlattıktan sonra, şunları yazmışım :
«Kemal Paşa girmiş bir Eylül günü İzmir'e. Yerle bir olmuş İstanbul Paşaları. Sonra tarih yazmış: Vahdettin haindir.. Damat Ferit satılıktır.. Paşalar uşaktır.. Ve halk unutur mu Kemal Paşa'sını, söyledi türküsünü: Askerinle bin yaşa, Mustafa Kemal Paşa, salla bayrağı düşman üstüne, soldan sağa salla bayrağı düşman üstüne».
Şimdi savunma yapacağım, nasıl savunayım kendi-

mi? Cinayet işlesen, işlemedim dersin, peki buna ne dersin? İstanbul Paşaları, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün mü?. Değil.. Yazıda adı geçen Damat Ferit, Başbakan Ferit Melen mi? Değil.. Bayrağı sallayan kim?. Mustafa Kemal Paşa. Kime karşı? Düşmana.. Düşman kim?. Yunan, İngiliz, Fransız..
Yahu ne ilgisi var?. Komünistlikle ne ilgisi var bunun? Kars türküsü bu, basbayağı türkü. Ama savcı kaçırır mı?
— Komünist düzenin getirilmesinde bayrağın soldan
sağa düşman üstüne sallanacağını belirtmektedir.
Komünist düzen nasıl getirilir?. Komünist düzen gelirken, bayraklar soldan sağa mı sallanır? Herkesin bir bayrağı var, bayraklar sola da sallanır, sağa da.
«Sağına sarımsak, soluna soğan».
Acaba böyle mi savunsam kendimi?. Sonra savcı ne
der?
Sonunda buldum suçumu: Soldan sağa demişim de, sağdan sola dememişim. İşte tam suçüstü. Yakayı ele verdik. Kökü dışarıda olduğumuz, son bağımsız Müslüman Türk devletini yıkarken yakalandığımız, böylece ortaya çıktı. Ne yapacağız şimdi?
Ben de şöyle savundum kendimi:
— Bu bir halk türküsüdür. Her gün radyolarda ve
televizyonlarda çalınmaktadır. Yazı, tümüyle, Kurtuluş Sa-
vaşımızı anlatmakta, bundan bazı dersler çıkartmak ge-
rektiğine değinmektedir.
Burası da oldu?.. Şimdi geliyoruz, sağ sol işine...
— Eğer, türküyü olduğu gibi aktarsaydım, yazı için
de sol sözcüğü iki kez kullanıldığı için cezam artmaya
cak mıydı?
Tam bunları söylüyordum ki, Duruşma Yargıcı Saadettin Üçüncüoğlu, gülmeye başladı. Üye Binbaşı Ferşat Oltulu da gülüyordu. Mahkeme Başkanı, Albay Azmi Işıklar da hafifçe tebessüm ediyordu. Aa, baktım, savcı Mustafa Akın da gülüyor!
Sonra?
Efendime söyleyim, sonra, karar günü geldi. Baktım, Mahkeme Başkanı değişmiş. Karar okundu. Anayasa'yı

İhlâlden, payımıza düşen cezayı almışız. Ne yapalım, «her eve lâzım» Üye Yargıç Ferşat Oltulu, beraatımız gerektiği düşüncesiyle, karara karşı çıkmış. Duruşmaları baştan sona izleyen Mahkeme Başkanı Albay Azmi Işıklar gitmiş, yerine, Albay Remzi Siretli gelmiş. O da basmış imzayı, böylece ikiye karşı bir oyla mahkûm olmuşuz.
Kararı okuyunca ne göreyim?. Bunca suçun yanında «komünist düzenin getirilmesinde bayrağın soldan sağa sallanacağını belirtmektedir» gerekçesiyle de mahkûm olmaz mıyım?
Kararı okurken, yüksek sesle türkü söylemeye başladım: «Soldan sağa, sağdan sola, salla bayrağı düşman üstüne».
Ve «Bayraklı sınıf tahakkümünü» kurmaya, orada da devam ettim, yani cezaevi hücresinde..
Tahakküm kurulacaksa, bayraklısından olsun, hem soldan sağa, hem sağdan sola...
SOKRAT'TAN DA KIYMETLİ...
12 Mart davalarını hukukçu olarak izlemek gerçekten ilginç oluyordu, örneğin, Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Hukuku Profesörü Mümtaz Soysal'ın, Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar'ın başkanlığındaki mahkemede yargılanması, hukuk açısından başlıbaşına ilgi çekici bir olaydı.
Albay İzzetin Avlar, hiç şüphesiz, çok değerli bir askerdi. Yine hiç şüphesiz, söz gelişi. «M -1 Piyade tüfeği» konusunda, Prof. Mümtaz Soysal'ın bilmediği birçok konuyu, çok iyi bilmektedir. Avlar'ın «taarruz» ve «savunma» konularındaki bilgileri Mümtaz Sosyal'da yoktur. İşbu nedenle, Mümtaz Soysal'ın, Albay İzzettin Avlar'ı ya da bir başka albayı, piyadecilik konularında sorguya çekip, değerlendirme yapması düşünülemez.
Fakat tersi geçerlidir. Piyade Albayı izzettin Avlar, bir Anayasa hukuku profesörünün, ders kitabında komünizm propagandası yapıp yapmadığını değerlendirmektedir. Sadece değerlendirmiş olsa, yine iyi! Bu değerlendirme sonunda, Mümtaz Soysal, örneğin, altı yıl sekiz ay hapse mahkûm edilebilmektedir.
Askerî Mahkemelerin, siyasal suçlar için kullanılması böyle sonuçlar da doğurmaktadır. Piyade Albay İzzettin Avlar. Sıkıyönetim Mahkemesi başkanlığı sırasında, biraz hukuk, biraz da, siyaset öğrendi. Anayasa hukuku konusunda da, kısa sürede uzman oldu ki, Mümtaz Soysal'ın «Anayasa'ya Giriş» adlı ders kitabında komünizm propagandası yaptığını, hemen anladı ve hükmünü verdi.
Hukuk Fakülteleri bu olaya gereği gibi eğitemediler.
Üniversiteler Yasası gereğince, Üniversitede doçent ya da profesör olmayan kişilerden de yararlanılır. Bunlara «öğretim görevlisi» denilir. Öğretim görevlileri, uzman oldukları alanlarda, Üniversite öğrencilerine ders verirler.
Sanırım, Ankara 3 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Piyade Kıdemli Albay İzzetten Avlar, Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinde «öğretim görevlisi» olarak Anayasa Hukuku dersleri okutacak olgunluğa ve uzmanlığa erişmiştir. Ankara ve İstanbul Hukuk Fakülteleri, değeri anlaşılmayıp, emekliye sevkediliverilen Albay İzzettin Avlar'a, Anayasa hukuku dersi verdirseler, öğrencilere çok yararlı olurlar.
Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar, gerçekten çok, ama çok nazik, çok saygılı bir insandı. Kürsüye çıkar çıkmaz, son derece tatlı bir gülümseme ile, önce sanığı selâmlar, sonra da, iki elini açıp, hafifçe de öne eğilerek, sanığın, sanık avukatlarının ve dinleyicilerin oturmasına izin verirdi.
Avlar, Prof. Mümtaz Soysal'ın duruşmaları sırasında, ara sıra karikatür çizdi. Bazı günler, canı sıkıldığı için, pencereden dışarıyı seyretti. En çok kızdığı olay, Mahkeme binasının hemen yanında bulunan Ana Tamir Fabrikasından gelen gürültülerdi. Tam, duruşmanın can alıcı yerinde, «vuuuu», «traapp», «zııııt» gibi sesler gelince. Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar, son derece sinirlenip, hemen emirler yağdırarak, gürültüyü sustururdu. Avlar’ın bir başka huyu daha vardı. Mümtaz Soysal'ın konuşmalarında «marksizm» sözcüğü geçince, hemen gülümser, önündeki not defterine birşeyler yazardı. Acaba, Mümtaz Soysal'ın savunmasında kaç kez «marksizm» sözcüğü kullandığını mı saptamaktaydı?
3 Nolu Mahkemenin, öteki üyeleri, o zamanki rütbeleriyle, Yargıç Yarbay Süha Umurhan ve Yargıç binbaşı, Tahsin Özer'di. Süha Umurhan, son derece yumuşak bir yargıçtı.
Bir duruşmada. Mümtaz Soysal siyasî suçların, hiçbir dönemde, hiçbir iktidara şeref vermediğini söyleyerek
— Sokrat'ın yargılanması Yunan uygarlığı için bir ka-
ra leke oldu. Galile'nin yargılanması insanlık tarihi için bir suç sayıldı. Beni de işlemediğim suçlardan ötürü yargılayarak, zorla kahraman yapmak istiyor, lâyık olmadığımı bir sandalyeye oturtuyorsunuz... dedi.
Savunma gerçekten güzeldi. Duruşma Yargıcı Suho Umurhan bu konuşmadan etkilendi. Bu konuşma, Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar ve Savcı Yüzbaşı Baki Tuğ tarafından hiç de hoş karşılanmamıştı. Baki Tuğ. hemen yerinden fırlayarak söz istedi. Basbas bağırıyor, sesi Ana Tamir Fabrikasındaki gürültüyü bastırıyordu:
— Sokrat'ı yargılayan bir Yunan mahkemesidir. Burası ise bir Türk mahkemesidir. Galile insanlık uğruna öldü, marksist, leninist ilkeler uğruna değiiiill.»
Eh vallahi de öyle. Söylenecek söz yok. Koskoca Bâki Tuğ, bu.. Hem de doğru söylüyor. Evet, Sokrat'ı. Türk mahkemeleri yargılamadı. Sokrat'ı yargılayan yargıçlar da, Yunandı. Sonra, Galile'nin marksizmle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Çünkü Marks ile Galile'nin yaşadığı yüzyıllar aynı değildi. Tabiî ki Galile'nin marksist-leninist olması da mümkün değildi.
Ama, Galile, 1971 yılında Türkiye'de yaşasaydı, gerçi devlet zoruyla marksist - leninist olurdu. Fakat ne yapsın zavallı, bugünlere yetişememişti.
Baki Tuğ, böyle konuşunca, Mümtaz Soysal'ın avukatlarından Profesör Turan Güneş, elini masaya vurarak söz istedi. Güneş söz istediğinde, Baki Tuğ, henüz konuşmasını bitirmemişti. Turan Güneş, elini masaya vuruyor, kürsüye doğru, biriki adım atıp ısrar ediyordu. Baki Tuğ, yerine oturdu. Turan Güneş'e söz verildi. Güneş'in öfkesi geçmişti. Önce sağa, sonra sola baktı. Gözlüğünü sildi ve tek cümle ile Baki Tuğ'u yanıtladı. Yanıt kısa ve
özdü:
— Askerî savcının sözlerini anladım...
Baki Tuğ kıpkırmızı olmuştu. Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar, Güneş'in konuşmasının sonunu bekliyordu amma, konuşma işte bu kadardı. Askerî savcının söyledikleri anlaşılmıştı!
Bu kez, konuşma sırası. Duruşma Yargıcı Süha Umur-

han'daydı. Umurhan olanca duygusallığı ile konuştu:
— Mümtaz Bey, siz bizim için Sokrat'tan da kıymetlisiniz...
Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar, irkildi. Savcı Baki Tuğ'un yüzü bir kat daha kızardı. Evet, duruşma yargıcı, sanık Mümtaz Soysal'ı övmüş, Sokrat'tan da kıymetli bulduğunu açıklamıştı.
Aynı Süha Umurhan, duruşma sonunda, Sokrat'a Yunan mahkemesinin verdiği cezayı çok bularak, Sokrat'tan da değerli bulduğu Mümtaz Soysal'ın altı yıllık mahkûmiyet kararına, Piyade Kıdemli Albay izzettin Avlar'ın imzasının yanına imzasını atıvermişti.
MADALYA
12 Mart sınavına yaşadığımız çevreyle birlikte girdik. Ben o sıralar, Ankara Hukuk Fakültesinde İdare Hukuku Asistanıydım, öğrencileri, asistan arkadaşlarımı, profesörleri, doçentleri, bu olaylar sırasında çok daha yakından tanıdım.
Doç. Dr. Mukbil Özyörük, Fakültenin devrimci öğretim üyelerindendi. Aynı kürsüdeydik. Profesör Tahsin Bekir Balta ölünce, İdare Hukuku kürsüsü Doç. Dr. özyö-rük'e kalmıştı, özyörük, o günlerde mangalda kül bırakmayan devrimcilerdendi. Özyörük ile odamız da ortaktı.
Birgün odada, Deniz Harp Okulu'ndan çıkarılan öğrencilerle ilgili Danıştay dilekçesi yazıyordum. Özyörük neşe içinde odaya girerek sordu:
— Ne yazıyorsun?
— Hocam, Deniz Harp Okulu'ndan devrimci öğrenciler atılmış da onlara dilekçe yazıyorum...
— Yahu, beni de avukat tutsalar ya.
— iyi olur hocam...
Özyörük, devrimcilerin davalarını almak için can atıyordu. Bir başka gün, Almanya'da devrimci eylemlere karıştığı için yurttaşlıktan çıkarılan Hakkı Keskin hakkındaki işlem için Danıştay'a dilekçe yazıyordum. Yine çıka-geldi:
— Ne yazıyorsun yine?
— Hocam, Hakkı Keskin'in davası..
— Canım sana söyledim ya, bana da vekâlet versinler...
özyörük o günlerde, öylesine devrimciydi ki, bu gibi

davalarda adı geçmezse bunu bir eksiklik sayardı. Bir gün bana uzun uzun geçmişinden söz etti. 1960 yılından önce. Demokrat Parti'den yanaymış. Babası da Demokrat Parti'nin Adalet bakanlarındandı. Sonra, 27 Mayıs devriminde. Üniversiteden çıkartılan 147 öğretim üyesinin arasında yer almış.
Ne yapsın?. Adalet Partisi'ne girerek, bu partinin ilk Gençlik Kolları Genel Başkanlığını üstlenmiş. Gençlik Kolu deyince, özyörük'ü. Gençlik Kolu kuracak kadar genç sanmayın, özyörük, 1953 yılından beri, doçenttir. O tarihten bu tarihe, bir türlü bir kitap hazırlayıp, profesör olamamıştır.
Doç. özyörük'ün öğrencileri profesör oldu: Doçent olduğu zaman ana rahmine düşen çocuklar, Hukuk Fakültesini bitirdiler. Fakat o, her devirde, bir başka siyasal akımın dibini bulmakla meşgul olduğundan, bir türlü profesör olamadı.
Özyörük, AP, «Anayasa'ya hayır» kampanyasına başlayınca, ne olur ne olmaz deyip, istifayı basıvermişti. 1969 yılında, İsmet İnönü'nün hazır bulunduğu bir törenle kapağı CHP'ye attı. Ondan sonra bir de Parti Meclisi'ne seçilmez mi?
Raslantı bu ya, o günlerde, İsmet Paşa, Yassıada mahkûmlarına siyasal haklarını geri verdirmek için «Kuyudan adam çıkartma» kampanyasına başlamıştı. Devrik Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve arkadaşlarının affı, İnönü önderliğindeki CHP tarafından gerçekleşecekti.
İşte Özyörük buna dayanamazdı. Ne demek Demokrat Partililerin affı?. Devrimcilikte böyle geri dönmeler var mıydı, sapmalar var mıydı? Nerede kalıyordu 27 Mayıs? Hemen hem Parti Meclisi üyeliğinden, hem de CHP'den istifa ediverdi. İki, üç gün sonra, Ankara'da Tandoğan meydanındaki mitingde devrimcilik adına tozu dumana kattı.
özyörük'ü tanımanız için, bir yazısından birkaç satır okuyalım. Bir 27 Mayıs yıldönümünde Cumhuriyet Gaze-tesi'nde şunları yazmış:
... 27 Mayıs'a, ihtilâl, devrim demeyip de, «hükümet
darbesi» diyenler, eskilerin tabiriyle «elifi görseler, mertek sanacak kadar» cahildirler. Hangi hükümet darbesidir ki. seçim yaptırmak için gelsin, Anayasa getirtsin, referandum yaptırsın, iktidar mücadelesine katılmayıp, gönül rızasıyla çekilip gitsin ve gittikten sonra bile, fikir, ilke, kavram ve ruh olarak yaşasın?.
Buna devrim denir, devrim... Darbe denmez. Eğer ortada bir «darbe» varsa o, devrimin suratlarında saklayan tokadıdır...»
Bazı siyasal olaylar, bazı kişilerin suratlarına bir tokat gibi iner. 12 Mart darbesi de özyörük'ün suratına «şaak» diye indi ki. titreyip kendine geldi ve «Ahmet Muhtar» takma adıyla Tercüman Gazetesi'nde, dün yazdıklarının ve yaptıklarının tam tersini yazdı!
özyörük, «Balyoz Harekâtı» gereğince gözaltına alındı. Koğuşa girdiğinde sapsarı olmuştu. Adil özkol ile birlikte kendisine bir yatak bulduk. Yattı. Ertesi gün koğuşa gelen Ankara Merkez Komutanı Tümgeneral Tevfik Tü-rüng, özyörük'e şöyle bir bakıp:
— Hadi geçmiş olsun, tahliyen geldi... deyince çok sevindi. Neredeyse zil çalıp oynayacaktı. Gördüğü bütün Osmanlı terbiyesini toplayarak :
— Sağolun, sağolun, paşa hazretleri... diye teşekkür etti amma, biraz sonra Tümgeneralin kendisiyle alay ettiğini anladı. İstanbul'a yollanıyordu.
İstanbul'da, 83 deniz subayı ile birlikte yargılandı. İddianameye göre, özyörük, İstanbul'da gizli bir toplantıya katılmıştı. Özyörük, suçlamayı şu kesin ve inandırıcı gerekçe ile reddetti.
— Efendim, ben o gün ishaldim. Gerçi o eve gittim
amma, ishal olduğum için, sık sık banyoya gittiğimden ne
konuşulduğunu duymadım...
Alın size. bir ikinci «Dimitrof» savunması...
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Sakıncalı Piyade - 2
  • Части
  • Sakıncalı Piyade - 1
    Общее количество слов 3928
    Общее количество уникальных слов составляет 2084
    28.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Sakıncalı Piyade - 2
    Общее количество слов 3806
    Общее количество уникальных слов составляет 1988
    26.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    44.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Sakıncalı Piyade - 3
    Общее количество слов 3881
    Общее количество уникальных слов составляет 2176
    26.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.2 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Sakıncalı Piyade - 4
    Общее количество слов 3874
    Общее количество уникальных слов составляет 2002
    28.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Sakıncalı Piyade - 5
    Общее количество слов 3903
    Общее количество уникальных слов составляет 2129
    29.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    42.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    49.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Sakıncalı Piyade - 6
    Общее количество слов 3410
    Общее количество уникальных слов составляет 1895
    27.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов