🕙 Минуты чтения - 22
Güncel Olmak İstiyorum - 3
Общее количество слов 2828
Общее количество уникальных слов составляет 1618
28.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
40.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
48.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Nasıl yaptım bilemiyorum. Ekranda neye dokundum da değişiklik oluştu. Birden, yazıların arasında ters P harfleri belirdi. Her yeri sarmıştı. Ekranı kapatıp yeniden açmanın bir yararı olmadığını bildiğim için hemen pencerenin üst bölümündeki simgelerin üzerine götürdüğün fareyi her simgede durdurup bastırmaya başladım. Bilinçsiz savunma yaptığım için belki birinde tutturur, şu ters P'lerden kurtulurum diyordum. Ben, şanslı olmadığımı bilirdim ama, bu kadar talihsiz olduğumu bilmezdim. Tüm simgeleri denemiş olmama karşın hiçbir sonuç alamadım. Ters P saldırısını püskürtemedim... Her yeri sardılar. Sinekler gibi, bir konuyor, diğeri vızıldamaya başlıyor... Kafanızı korumaya çalışırken kulağınıza giriyor, kulağınızı tokatlarken oradan kalkıp ensenize konarak küçük bir öpücük konduruveriyor... Dayanılacak gibi değil. Yazdığım yazının ekranda görüntüsü çöplüğe düşmüş pasta diliminin iğrenç kokusundan ayrı değil. Sonunda pencerenin köşesindeki çarpıdan yardım alıp kelime işlemciden kurtuldum. "Yazı ne oldu?" diyenlere küçük bir notum var: "Yazıyı saklamak ister misiniz?" diyen soru penceresine, Internet çalışmalarımdaki alışkanlıktan "Hayır" dediğim için yazı da kalmadı... Silindi.
Öfkeden burnumdan soluyor, azgın boğalar gibi homurdanıyordum. Kelime işlemciye de... Bilgisayara da... Bu yaştan sonra öğrenmeye kalkmama da... diyerek atalarımın kemiklerini sızlatmaya başlamıştım. Bu arada "Olmayacak. Yapamayacağım" dediğimi anımsıyorum. Kendime güvenim sarsılmıştı. Yerinden kalkıp CD çalara bir albüm yerleştirdim. Motzart'ın kemanlarını dinlerken sinir sistemimin gerginliği azaldı. Koltuğa uzanıp gözlerimi yumdum. Kemanları dinlerken yatışmış olan sinirlerim etkisiyle uyuklamışım. Rahatladığım için mi, yoksa gerilen sinirlerimin bedenimde oluşturduğu yorgunluktan mı, sızıp kaldığımı anımsamıyorum. Ama, düş gördüğümü, düşümde kelime işlemciyle en hızlı yazı yazma rekoru kırarken, alkışlandığımı söylemek isterim...
*
Elimdeki çantayla gencin firmaya gelmesini bekliyorum. Kapıdan girince gülümseyerek beni karşıladı. Yanımdaki koltuğa oturup ne olduğunu sordu:
- Ters P. Ters P her yeri sardı...
Hemen çantayı açıp bilgisayarı çalıştırdı. Kelime işlemcinin penceresi açılınca ters P'leri görünce hemen hemen simgeleri kurcaladı. Aralarına ters P simgesini yerleştirdi. Farenin kuyruğunu o simgeye götürdü. Sihirli çubuğu dokundurdu. Ve ters P'ler bitti... Hepsi de silinip yok olmuştu. Saldırı püskürtülmüş, savaş kazanılmıştı... Benim savaşım son bulmuştu ama, kazanan ben değildim...
Elbet bir gün ben de kazanırım...
YAZICI ve TARAYICI
Yazdıklarımı ne yapacağım? Arada ekranda pencere açıp onun içinden mi okuyacağım? Olmaz. Bu benim alışkanlıklarıma uygun değil. Ben yazılanı kağıda dökmeli, kağıdı ilgili dosyaya yerleştirmeliyim. Yılların alışkanlığını, tozlu dosyalarda saklanan köşeleri yıpranmış, sararmış belgeleri değiştirmek istemiyorum... Hani güncel olacaktın? Doğru söylüyorsunuz. Ama bu bir yaşam biçimi, öyle kolay değişmez... Bırakın bu konuda tutucu olayım. Ekranda görünen belgelerle yetinmeyeyim...
Tutuculuğumu teknolojiye yansıtabilmek için hemen kurumu aradım. Telefona çıkan finansman sorumlusuna:
- Bana bir yazıcı ve bir de tarayıcı gerekli...
Neden? Ne yapacaksın? demediklerine göre benim düşüncem doğru olmalı. En azından tuhaflık yok ki isteğim olumlu karşılandı...
Bilgisayar firmasına sorduğumda "Yazıcı ve tarayıcı gelince ayarlarını yaparız" dediler. Ben de alımın yapılmasını bekledim. İki gün sonra beklediğim haber geldi. Benim yazıcı ve tarayıcı satın alınmış. Hemen kuruma gittim...
Kültür Müdürü görülmeye değerdi. Yüzüne renk gelmişti. Yanakları kırmızılaşmış, dudaklarından gülümseme eksik olmuyordu. Biraz alınganlık gösterip:
- Burada olmadığım nasıl da belli oluyor. Yüzünüz güzelleşmiş. Renginiz değişmiş.
Güldü. Teşekkür etti. Benim konuşmalarımı sıkılmadan dinledi. Genelde ilk üç dakikasını dinler, kalanları dinlemeden yorum yapmaya başlardı. Bu kez sabırla dinlemesine bakıp: "Daha seyrek uğrasam iyi olacak" diye düşündüm. O zaman anlattıklarımın hepsini uygulayabilirler...
Konuyu değiştirmek istemiyorum. Kutuları kapıp eve doğru koşturdum. Bilgisayar çantamın yanına eklenen iki kocaman kutuyla araca bindiğimde: "Yazacağım. Kağıda aktaracağım. Belgeleri tarayacağım. Resimleri tarayıp iletilere ekleyeceğim." diye seviniyordum...
Sevinmek güzeldir de, erken sevinmemek gerekirmiş. Bunu hala öğrenememiş olduğum için kendime çok sinirleniyorum. Yaşadığın ülkeyi ve insanların vurdum duymaz olduğunu unutup her şeyin kusursuz olacağını düşünmek, bilgi çağında bile büyük bir yanılgıymış. Bu ülkede yanılmadan bir şey yapmak zaten olanaksızdır... Ülkemi kötülemek için söylemiyorum. "Bu kadar oluyor" diyerek boş veren bir davranış biçimini benimsemiş olduğumuzu vurgulamaya çalışıyorum.
Kutuları hediye almış çocuklar gibi sevinçle açtım. İçinden çıkan parçaları masaya yerleştirdim. Sonra kutuların içine yerleştirilmiş kabloları masaya dizdim. Araçları bilgisayara bağlayabilmem için kurma el-kitaplarını okumaya başladım. El kitaplarından anladığım kadarıyla araçlar bir kabloyla bilgisayara, bir kabloyla da elektriğe bağlanacaktı. İki tane elektrik prizi gerekecekti ve benim uzatma kablosunun ucunda yalnız bir boş yer vardı. İlk iş olarak kapıcıyı çağırdım ve en yakın elektrik mağazasından beşli uzatma almasını istedim. Kapıcı isteksizce merdivenlerden inerken boşa bekleyip zaman öldürmemek için el kitabından araçları nasıl kuracağımı okumaya devam ettim. Tarayıcı kurmak zor değildi. Zaten bilgisayar ayarları yapılmış olduğundan ben kablonun bir ucunu tarayıcıya, diğerini de bilgisayar üzerinde kablonun girebileceği bir yere taktım. Tarayıcıyı boş elektrik prizine takıp güç verince bilgisayardan onu kullanmaya başlayabildim. Buraya değin bir sorun yoktu. Her şey çok kolay ve alıştığımdan daha hızlı gelişmişti... "Ben bile öğreniyor olmalıyım" diyerek sevincimi sürdürdüm...
Kapının zili çaldı. Kapıcı uzatma kablosunu almıştı. Ona teşekkür edip kabloyu masaya yakın bir elektrik prizine taktım. Bilgisayar kablolarını da üzerine yerleştirdim. Eski uzatma kablosunu katlayıp bir kenara koydum. Sonra araçları çalıştırmak için güç düğmelerine bastırdım... Tık yok. Ne yazıcı, ne tarayıcı güç alarak çalışmaya başlamadı. Bilgisayar çalışıyordu ama, elektrik kaynağından değil de üzerindeki bataryadan çalışmaya başlamıştı. Birden elektrikle olan bağım kopmuş, araçlarım aç ve susuz kalmıştı. Sinirlerimi bozmadan kabloları tamamlamaya, elektrik sorununu daha sonraya bırakmaya karar verdim. Yazıcının kutusunu kurcaladım ama, yazıcıyı bilgisayar bağlamak için gereken kablo yoktu. Bilgisayar firmasından bana söyledikleri "Yazıcı kablosu yok" bu anlama geliyor olmalıydı. Ben de konuyu bilmediğim için o an ne demek istediklerini anlamamış, kablo yoksa mağazadan alırım diye çok önemsememiştim. Halbuki onların beni uyarmaya çalıştıkları, olmayan kablo öyle her yerde satılmayan, yazıcıyla beraber alınması gereken özel bir bilgisayar kablosuymuş. O olmadan yazıcıya bilgisayar birbirlerini tanımazmış...
Gel de öfkelenme. Eline telefonu alıp insanlara bağırma. Bilgisayarla yazıcı arasında iletişimi sağlayacak kablo olmadan yazıcıya bilgi göndermek ve kağıda bir şey yazmak olanaksız. Bunu bile, bile kablosuz yazıcı satılır mı? Bu ne biçim servis ve satış anlayışı? Tekerleği olmadan araba satmak gibi bir şey... Olur mu? Böyle bir anlayış olur mu?
Yazıcı elektriği olmadan sessizce bilgisayarın yanında dura dursun, giyinip hazırlanmak için yatak odasına geçtim. Akşam İstanbul'a gelen ablamla buluşacaktım. "Sorunla sonra ilgilenirim" diye herşeyi bırakıp evden çıktım.
Yazıcı bilgisayarın yanında, yan gözle ona bakıp duruyordu. Aralarında en ufak bir iletişim yoktu. Nasıl olsun ki? Kablosuz bağlantı ya da iletişim olur mu?
Gitti benim değerli zamanım. Bir çok telefon görüşmesi, sorular, yanıtları, gerekçe diye ileri sürülecek saçma sapan sözcükleri aklıma getirince gülümsedim:
- Ben güncel olamadım ama, sanırım kimse güncel değil...
YAZICI SORUNLARI
Neresinden başlasam acaba? Yazıcı sorunlarını başka bir kitapta mı toplasam? O kadar çok sorunla karşılaştım ki hangisini yazayım, atlamadan nasıl sıraya dizeyim?
Önce kablosuz yazıcımı bilgisayara nasıl bağladığımı anlatayım. Ablamla buluşmaya giderken büyük bir alış veriş merkezinin yakınından geçiyordum. Aklıma geldi. Her şey satılan bu alış veriş merkezlerinde yazıcı kablosu bulabilirdim. İçeriye girip elektronik araç satanlara sordum. Sora, sora bir mağazada bilgisayar ekleri satıldığını öğrendim. Orada, yazıcı kablosu bulunabilirmiş... Sonunda ucuz bir kablo satın aldım. Ablamı ziyaret ederken, elimdeki iki ucu kocaman bağlantı fişleriyle süslü kablonun görüntüsü bir demet çiçek kadar güzel değildi. Kuşkusuz çok da tuhaf görünüyordu... Ablamın, elimdeki kabloya bir anlam veremediği için sorduğu soruları yanıtlamaya çalışırken, onun gözlerinden yok olmayan: "Neden? Niçin?" gibi soruların hayret dolu açıklamasını unutamıyorum.
Eve dönünce, tüm gün sallaya, sallaya elimde taşıdığım kabloyu hemen bilgisayarla yazıcı arasına taktım. Sonra hepsini yeniden açmaya başladım. Önce bilgisayarı, sonra tarayıcıyı, daha sonra da yazıcıyı... Yazıcının elektrikle beslenmediğini ve çalışmaya başlamayacağını biliyordum. Doğal davranış gösterip, benim güç tuşuna dokunmamdan etkilenmedi. Ben de el kitabını açıp okumaya başladım. Yazıcının bataryası varmış. Elektrik olmadığında yazıcıya güç verirmiş. Güzel de benim yazıcı neden çalışmıyor? Batarya neden onu beslemiyor? Hemen yazıcıyı kurcalamaya başladım. İçinde ağır bir parça var mı diye bakındım. Yazıcıda hiçbir ek yoktu. El kitabına dönüp yazıcının bataryasının nerede olabileceğini öğrenmek için resimlere bakmaya başladım. Bir ara bataryanın özelliklerini anlattıkları yeri okurken hangi tür batarya kullanmamamız gerektiğini anlattıklarını gördüm. Ne tuhaf? Hangi tür batarya kullanmayacağımız yazıyordu da hangi türü kullanabileceğimiz belirtilmemişti. Belli ki batarya da kablo gibi yazıcıyla beraber satılmıyor. Mağazadan aldığınız batarya uyumsuz olmasın diye kullanamayacaklarımızı sıralamışlar... Ama hangisini kullanabileceğimiz belli değil...
Batarya olmadığı için güç kaynağını kullanamayan, kablosu olmadığı için bilgisayara bağlanamayan yazıcıyla daha fazla uğraşmamaya karar verdim. Hemen telefona sarılıp yazıcıyı aldığımız kurumu aradım. Bu tür hizmet sunan kurumlarda telefona çıkan kişiye kendinizi tanıtmak, sorununuzu anlatıp doğru kişiye yönlendirmelerini sağlamak sanırım benim yazıcıyı bilgisayara tanıtmaktan daha zor. Önce kimsiniz, ne iş yaparsınız, boyunuz ve kilonuz nedir gibi konuyla ilgisi olmayan ama, veri ambarına eklenecek önemli müşteri bilgilerinden sayılabilecek bir çok tuhaf soruyu yanıtlıyorsunuz. Sonra santraldaki elektronik tek sesli bir müzik dinleyerek, ilgili kişiye bağlanmayı bekliyorsunuz. İlgilinin telefonda ilk sordukları size daha önce sorulanlarla başlıyor. Sabırla onun sorularını yanıtlarken aynı şeyleri ikinci kez anlatmış olduğunuz için sıkılmaya başlıyorsunuz. Ama kimse sorununuz için bir çözüm üretmiyor... İşin içinden çıkamayınca bir başkasına aktarıyor. Bir süre sonra, o kurumda çalışanların tümüne konuyu anlatmış olduğunuz halde hala sonuç alamadığınız için bunalmış durumdasınız. İşte bu ara ya telefon kapanır, ya sizi yeniden operatöre bağlarlar, ya da telefonu bırakıp kendi işlerine devam ederler. Siz de yanıt beklemekten, biri çıkıp "Alo" desin diye ümitlenmekten sıkılıp telefonu kapatırsınız. Kısacası telefonla destek hizmeti, ülkemizde çalışmaz. Kimse size yardımcı olmaz. Ama, sorarsanız telefonla destek verildiğini söylerler...
Bataryanın olmadığını, batarya olmadan yazıcının çalışmadığını sanıyordum. Bu nedenle "Batarya olmalı" dedim ama, hangi tür batarya alınması gerektiğini öğrenemedim... Yazıcı doğrudan elektrikle çalışsa, batarya umurumda bile değil. Çölde arkeolojik kazı yapmayacağım. İstanbul'daki elektrik kesintilerinde yazıcıyı kullanmadan bekleyebilirim. Yeter ki yazıcı çalışsın...
Sonunda bulduk. Kapıcının alıp getirdiği uzatma kablosunda prizlerden biri arızalıymış. Kalitesiz üretimin sonucu... Ben de rastlantıyla yazıcının kablosunu o bozuk prize takmışım. Yazıcı bu nedenle çalışmazmış...
Size, bilgisayar edinirken başımdan geçenleri anlatmaya çalışıyordum. Ama gördüğünüz gibi anlattıklarım kabus gibi ürkütücü olaylar. Düş görmediğimi, bunların tümünü yaşadığımı benim gibi ilk kez bilgisayar kullananlar bilirler. Onlar da ilk günlerde kimseden yardım alamamış olmalılar...
Artık yazıcı aldığımız firmaya durumu ayrıntısıyla anlatabiliyordum. Bir görevli sonunda dayanamayıp "Buraya getirin. Bir de burada inceleyelim" dedi. Ben de çantamı ve yazıcı sırtlanıp firmaya gittim.
Sorunu hemen çözeceklerini düşünüyor olmam çok doğal. Bizim bilgisayarcılara götürdüğümde onlar bilgisayarı deneyip, "Oldu. İsterseniz bir de siz deneyin" diyerek sorunumu gideriyordular. Burada da aynı beklenti içindeydim. Kapıdan içeri girince görevli kimi aradığımı sordu. Elimdeki kutuyu yere bırakıp derin bir soluk aldıktan sonra "Hatice Hanım" dedim. Doğal olarak "Neden? Niçin?" gibi soruları sıraladı. Sorunu öğrenince söylenerek "Buraya niye geldiniz. Bayi'ye götürseydiniz" diyerek yanlış yapmış olduğumu vurguladı. Bu arada Hatice Hanım'ı aramayı ve girişte bir bekleyeni olduğunu söylemeyi de unutmadı. Soğuk davranışlı bayanın, yanılgı içinde olduğumu söylemesindeki gerekçeyi yapıdan ayrılırken daha iyi öğrenecektim. Ama, işin başında davranışının tuhaflığına hiçbir anlam verememiştim...
On beş dakika sonra Hatice Hanım geldi. Beni yeniden dinledi. Aynı şeyleri bin kez anlatmıştım. Bir kez de ona anlattım. Anlattıklarım bitince, beni bir odaya yerleştirdi. Elimdeki çantayı ve kutuyu masaya koydum. "Biraz burada bekleyin. Ben sorununuzu çözecek birini bulayım" dedi ve yanımdan ayrıldı. Bekledim. Boşuna beklemiş olmamak için çevreme bakınıyordum. Gençler çalışıyor görünüyordu ama, bence aralarında çalışmayı seven pek yoktu. Hatice Hanım yanıma geldiğinde bana yardım edecek birilerini bulamadığını, belki teknik servisdekilerin yardımcı olabileceğini söyledi. Çok tuhaf. Bu insanlar bir ürün satıyor ama, destek hizmeti veremiyordular. Otomobil alınca, bir arıza olduğunda servise götürdüğünüzde "Özür dileriz biz size yardımcı olamıyoruz" derlerse ve o aracı sokağa bırakmaktan başka çareniz kalmayınca, ne yaparsanız? Ben de şimdi onu yapmak istiyorum. "Yeter artık" diye bağırmak istiyorum... Bir şirketin ortasında ellerimi havaya kaldırarak yakarmanın gereği yok ama, artık çileden çıkmak üzereyim...
Hatice Hanım'ın gösterdiği merdivenlerden aşağıya inerken, Hatice Hanım yerine gitmek için asansöre binmişti. Dönerek indiğim merdivenlerin sonunda sessiz bir koridorla karşılaştım. Koridorda ilerlerken kapıların üzerindeki etiketleri okuyorum. Sonunda "Teknik Servis" yazısını gördüm. Kapının önünde durdum. Kibarlık olsun diye kapıyı tıkladıktan sonra kolunu çevirip içeri girdim.
Japon'ların suma güreşçiler kadar iri yarı biri masaya oturmuş, yumak olmuş yanaklarının arkasına sakladığı gözlerle bir bana, bir elinde taşıdığım kutuya baktı. Benim boyum olmasa da enimin ondan aşağı kalır yanı olmamasından etkilenmiş görünmedi. Onu rahatsız eden elimdeki kutuydu. Sanırım beyninin yağlanmış kıvrımları arasından dolanan kıvılcımlar önüne "İş" geldiğini uyarmış olmalılar ki, şişman göz kapaklarını açabildiğince aralayıp elimdeki kutuya bakarak ilk tepkisini gösterdi:
- Servis belgeniz var mı? Belge yoksa ben bakmam. Buraya belgesiz cihaz giremez.
Benim yanıt vermeme, niçin geldiğimi söylememe bile zaman bırakmamıştı... Bağırırken titreyen yanaklarına bakıp Divan Otel'indeki jöleli pastaları anımsadım. Başkalarının beğenip beğenmediğini bilmem ama, ben jöleli pastadan oldum olası nefret etmişimdir. Pasta dediğin çikolatalı olmalıdır... Çam yarmasının konuşması bittikten sonra, beni buraya Hatice Hanım'ın gönderdiğini söylemiş olmam da sonucu değiştirmedi. O bir kez çalışmama konusunda kararlı olduğunu vurgulamak istercesine direnmeye "Belge yoksa, iş yok" demeye devam etti.
Teknik Servisten boyum ölçüsünü (boy değil de sanırım enimin ölçüsünü demem daha doğru olurdu) aldıktan sonra, merdivenleri tırmanıp giriş katına çıktım. Artık sinirden dudaklarım titriyordu. Girişteki bayandan bana Hatice Hanım'ı bulmasını istedim ve bekleme koltuklarından birine yerleştim.
Hatice Hanım isteksizliğini adımlarına yansıtmıştı. Her adım atışında "Bana boşuna enerji harcatıyorsun, o yazıcıyı tanıyan kimseyi bulamadım" demek istiyordu. İstemeyerek yanıma geldi. Beni dinledikten sonra gözleri parladı. Bir çözüm bulmuş gibi gözüküyordu. Beni yanına alarak yapıdan çıktık. İki yüksek yapı arasındaki düzlükte durduk. Bana dönüp:
- Biri olabilir. Siz burada bekleyin ben hemen dönerim.
Orada, güneşin altında, beklemeye başladım. On beş dakika, yarım saat bekledim. Ne gelen vardı. Ne de giden. Benim beklemekten vazgeçip geldiğim gibi döneceğimi sanmış olmalılar. Orada usanmadan beklediğimi, yukarıdan pencereden izlemiş olmalı ki Hatice Hanım, insancıl duygularına yenik düşüp yeniden yanıma geldi. Bu kez gözlerinde üzgün olduğunu belli eden bir bakış vardı. Üzüntüsü bana uyguladığı insanlık dışı davranıştan mı kaynaklanıyordu yoksa müdürlerinden biri beni orada beklerken görüp ne aradığımı mı sormuştu, orasını bilemiyorum. Sanırım kadının analık duyguları, ya da müdüründen işittiği azar, onun yeniden yanıma gelmesine neden olmuştu. Yoksa yaşlı bir adama yardım etmek ve bir iş yapmak onun yapısında yoktu. Belki onun gibi düşünen pek çok gençte de bu duygu yoktur. Onlar yaşamın hep gençlik çağında geçeceğini sanıp, yaşlananlara pek ilgi göstermezler... Uzatmayayım, üzülerek söylediği sözlerden, bana yardım edecek kimseyi bulamadığını yinelediğini belirtmek zorundayım. Çok içerlemiştim. Beni bunca saat güneşin altında bekleten insanlara söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Çalışmamak uğruna, iş yapmaktan kaçmak uğruna harcadıkları emeği görüp öfkelenmiştim. Böyle olmamalıydı... Bu düşünceyle ülke istenilen teknolojik düzeye çıkamazdı...
Araca bindiğimde, telefonla bilgisayarcıları aradım. Sesimin tonundan ne kadar üzülmüş olduğumu hemen anladılar. "Bize gelin elimizden gelen yardımı yapalım" dediler. Onların desteği beni kendime getirdi. Ben daha önce de yaptığım gibi bu konuyu işlerim. Sorunu Hatice Hanım'la bitirmem. Gerekirse Genel Müdürlerine ulaşırım. Yurt dışına yazarım. Bu çalışmayan yazıcıyı, ya çalıştırırım, ya çalıştırırım...
YAZICI DEĞİŞİYOR
Başlığı görüp heyecanlanmayın. Evet yazıcı değişecek ama, hiç de kolay olmayacak. Ben yıllar önce Opel arabamı değiştirmiştim. O zaman Opel firması arabamdaki kusurun, kendilerinden kaynaklandığını söylemiş ve ücretsiz değiştirmişti. İnanın bana arabamı değiştirmek için harcadığım zaman, yazıcı değiştirmek için harcadığımdan daha azdı...
Önce yazıcının bataryası olmamasının güç kaynağından yararlanmamasıyla ilgili olmadığını, artık prize takınca yazıcının yeşil ışığının yandığını söylemeliyim. Bu bölümü geçmiştik. Yazıcı hala bilgisayardan bilgi alıp kağıda aktaramıyordu. Yazıcı ayarları bozukmuş...
Elimde telefon, bu ünlü yazıcı firmasının tüm üst görevlilerini aradım. Hepsiyle konuştum. Bana yardım etmeyeceklerse konuyu ABD'deki merkeze ileteceğimi de söyledim. Sonunda biri çıktı ve bana yardım etmeye kalktı. Yazıcıyı alacaklar, yerine yenisini verecektiler. Bu kez yeni yazıcıda batarya da olacaktı. Aradaki fiyat farkını ödemeyi kabul etmiştik. Elimdeki kutuyu depoya götürdüm. Yerine yenisini vereceklerini söylediler. Bu kez de yazışma çıkmazına girdik. Eski irsaliye, yeni fatura ve yeni irsaliye arasında bir döngüdür başladı. Bir belge gidiyor, diğeri geliyordu... Sonunda belgeler üst üste kondu, kocaman bir dosya oluşturuldu. Ve eski yazıcıyı aldılar, yerine hiç kullanılmadığını söyledikleri yeni yazıcıyı verdiler.
Eve gelince kutuyu açtım. Artık sevinmek gibi bir duygu içinde değildim. Her kutu açışımda yüreğim hopluyordu ama, sevinçten değil, korkudan... İçinden ne eksik çıkacak acaba?
Hiç kullanılmamış olduğunu söyledikleri yazıcı kırık köpüklerin içine konulmuştu. Bu kutunun daha önce açılmış olduğu ve köpüklerin sağdan soldan bana verilirken bulunduğu açıktı. Yazıcının sarılı olduğu naylon, barkod etiketiyle tutturulmuştu. Dünyanın hiçbir yerinde naylon örtü böyle tutturulmaz. Barkod etiketini kullanan kişi, beni de kendisi gibi kültür yoksunu biri sanıyor olmalıydı. Kutunun en altında, benim eski yazıcıdan çıkarılmış kartuş duruyordu. Onu, yazıcının altına öylece koymuşdular... Sonuç olarak, kutunun içinden çıkan kullanılmış yazıcıyı, bana "Hiç kullanılmamış yeni yazıcı" diye yutturmaya çalışıyordular. Kırk yıl yurt dışında yaşadım. Binlerce kez ambalaj açtım. Kullanılmamış ve kullanılmış aracı anlamamam olanaksız. Bence, ambalajı yapan "Hiç kullanılmamış" araçla "Kullanmış" araç arasındaki farkı bilmiyor. Beni de kendi gibi sanıyor... Bilse bana bu kutuyu vermezdi... Veremezdi...
Yeniden telefonlara sarıldım. Bu ürünün kullanılmamış olmadığını, tüm kusurlarıyla anlattım. İnsan ya kusurunu kabul etmeli, ya da kusursuz hizmet sunmaya çalışmalı... Bu kez ABD'ye yazı yazmaya kararlı olduğumu söyleyerek öfkeyle telefonu kapattım.
Sinirlerim bozulmuştu. Aşağıda bakkala haber gönderdim. Bana bisküvi göndermesini söyledim. Biraz bisküvi midemdeki asidi alır, kan şekerimi yükseltirdi. Bakkalın çırağı, bir kutu bisküvi getirdi. Kutuyu açtım bir tabağa yerleştirdim. CD çalara "Dört Mevsimi" yerleştirip koltuğa oturdum. Müzik dinlerken bisküvi yemeyi planlıyordum.
Olmadı.
Bir şeyler ters gidince, sanırım her şeyi etkiliyor. Terslikler bitmiyor. Bisküviler kıtır, kıtır ağızda dağılan türden değildi. Yumuşamış, İstanbul'un tüm nemini emmişti. Bir kez kusursuz olma kararı verdim ya, paketin üzerindeki tarihe baktım. Daha son kullanım tarihi geçmemiş. Hemen telefona sarıldım ve fabrikayı aradım.
Müşteri temsilcisi olduğunu söyleyen bayana derdimi anlattım. Çok üzüldüğünü bildirdi. Adresimi alıp fabrikadan bir kutu göndermek istediğini söyledi. Gelecek taze bisküvileri seveceğimi de sözlerine ekledi. Kendisine teşekkür ederken, amacımın suçlamak olmadığını, taze bisküvileri bakkala gönderirlerse, bakkaldan alacağımız taze bisküvilerle bizim daha mutlu olacağımızı anlattım. Bir gün içinde karşılaştığım onca tuhaf davranıştan sonra, insanca yaklaşmayı bilen bir müşteri temsilcisiyle tanışmak beni rahatlaşmıştı.
Gözlerimi kapadım. Günün yorgunluğunu müzik dinleyerek üzerimden atmaya çalıştım...
Müzik bittiğinde kararımı vermiştim: Bu yazıcıyı iade edecektim...
(Devam Edecek)
Öfkeden burnumdan soluyor, azgın boğalar gibi homurdanıyordum. Kelime işlemciye de... Bilgisayara da... Bu yaştan sonra öğrenmeye kalkmama da... diyerek atalarımın kemiklerini sızlatmaya başlamıştım. Bu arada "Olmayacak. Yapamayacağım" dediğimi anımsıyorum. Kendime güvenim sarsılmıştı. Yerinden kalkıp CD çalara bir albüm yerleştirdim. Motzart'ın kemanlarını dinlerken sinir sistemimin gerginliği azaldı. Koltuğa uzanıp gözlerimi yumdum. Kemanları dinlerken yatışmış olan sinirlerim etkisiyle uyuklamışım. Rahatladığım için mi, yoksa gerilen sinirlerimin bedenimde oluşturduğu yorgunluktan mı, sızıp kaldığımı anımsamıyorum. Ama, düş gördüğümü, düşümde kelime işlemciyle en hızlı yazı yazma rekoru kırarken, alkışlandığımı söylemek isterim...
*
Elimdeki çantayla gencin firmaya gelmesini bekliyorum. Kapıdan girince gülümseyerek beni karşıladı. Yanımdaki koltuğa oturup ne olduğunu sordu:
- Ters P. Ters P her yeri sardı...
Hemen çantayı açıp bilgisayarı çalıştırdı. Kelime işlemcinin penceresi açılınca ters P'leri görünce hemen hemen simgeleri kurcaladı. Aralarına ters P simgesini yerleştirdi. Farenin kuyruğunu o simgeye götürdü. Sihirli çubuğu dokundurdu. Ve ters P'ler bitti... Hepsi de silinip yok olmuştu. Saldırı püskürtülmüş, savaş kazanılmıştı... Benim savaşım son bulmuştu ama, kazanan ben değildim...
Elbet bir gün ben de kazanırım...
YAZICI ve TARAYICI
Yazdıklarımı ne yapacağım? Arada ekranda pencere açıp onun içinden mi okuyacağım? Olmaz. Bu benim alışkanlıklarıma uygun değil. Ben yazılanı kağıda dökmeli, kağıdı ilgili dosyaya yerleştirmeliyim. Yılların alışkanlığını, tozlu dosyalarda saklanan köşeleri yıpranmış, sararmış belgeleri değiştirmek istemiyorum... Hani güncel olacaktın? Doğru söylüyorsunuz. Ama bu bir yaşam biçimi, öyle kolay değişmez... Bırakın bu konuda tutucu olayım. Ekranda görünen belgelerle yetinmeyeyim...
Tutuculuğumu teknolojiye yansıtabilmek için hemen kurumu aradım. Telefona çıkan finansman sorumlusuna:
- Bana bir yazıcı ve bir de tarayıcı gerekli...
Neden? Ne yapacaksın? demediklerine göre benim düşüncem doğru olmalı. En azından tuhaflık yok ki isteğim olumlu karşılandı...
Bilgisayar firmasına sorduğumda "Yazıcı ve tarayıcı gelince ayarlarını yaparız" dediler. Ben de alımın yapılmasını bekledim. İki gün sonra beklediğim haber geldi. Benim yazıcı ve tarayıcı satın alınmış. Hemen kuruma gittim...
Kültür Müdürü görülmeye değerdi. Yüzüne renk gelmişti. Yanakları kırmızılaşmış, dudaklarından gülümseme eksik olmuyordu. Biraz alınganlık gösterip:
- Burada olmadığım nasıl da belli oluyor. Yüzünüz güzelleşmiş. Renginiz değişmiş.
Güldü. Teşekkür etti. Benim konuşmalarımı sıkılmadan dinledi. Genelde ilk üç dakikasını dinler, kalanları dinlemeden yorum yapmaya başlardı. Bu kez sabırla dinlemesine bakıp: "Daha seyrek uğrasam iyi olacak" diye düşündüm. O zaman anlattıklarımın hepsini uygulayabilirler...
Konuyu değiştirmek istemiyorum. Kutuları kapıp eve doğru koşturdum. Bilgisayar çantamın yanına eklenen iki kocaman kutuyla araca bindiğimde: "Yazacağım. Kağıda aktaracağım. Belgeleri tarayacağım. Resimleri tarayıp iletilere ekleyeceğim." diye seviniyordum...
Sevinmek güzeldir de, erken sevinmemek gerekirmiş. Bunu hala öğrenememiş olduğum için kendime çok sinirleniyorum. Yaşadığın ülkeyi ve insanların vurdum duymaz olduğunu unutup her şeyin kusursuz olacağını düşünmek, bilgi çağında bile büyük bir yanılgıymış. Bu ülkede yanılmadan bir şey yapmak zaten olanaksızdır... Ülkemi kötülemek için söylemiyorum. "Bu kadar oluyor" diyerek boş veren bir davranış biçimini benimsemiş olduğumuzu vurgulamaya çalışıyorum.
Kutuları hediye almış çocuklar gibi sevinçle açtım. İçinden çıkan parçaları masaya yerleştirdim. Sonra kutuların içine yerleştirilmiş kabloları masaya dizdim. Araçları bilgisayara bağlayabilmem için kurma el-kitaplarını okumaya başladım. El kitaplarından anladığım kadarıyla araçlar bir kabloyla bilgisayara, bir kabloyla da elektriğe bağlanacaktı. İki tane elektrik prizi gerekecekti ve benim uzatma kablosunun ucunda yalnız bir boş yer vardı. İlk iş olarak kapıcıyı çağırdım ve en yakın elektrik mağazasından beşli uzatma almasını istedim. Kapıcı isteksizce merdivenlerden inerken boşa bekleyip zaman öldürmemek için el kitabından araçları nasıl kuracağımı okumaya devam ettim. Tarayıcı kurmak zor değildi. Zaten bilgisayar ayarları yapılmış olduğundan ben kablonun bir ucunu tarayıcıya, diğerini de bilgisayar üzerinde kablonun girebileceği bir yere taktım. Tarayıcıyı boş elektrik prizine takıp güç verince bilgisayardan onu kullanmaya başlayabildim. Buraya değin bir sorun yoktu. Her şey çok kolay ve alıştığımdan daha hızlı gelişmişti... "Ben bile öğreniyor olmalıyım" diyerek sevincimi sürdürdüm...
Kapının zili çaldı. Kapıcı uzatma kablosunu almıştı. Ona teşekkür edip kabloyu masaya yakın bir elektrik prizine taktım. Bilgisayar kablolarını da üzerine yerleştirdim. Eski uzatma kablosunu katlayıp bir kenara koydum. Sonra araçları çalıştırmak için güç düğmelerine bastırdım... Tık yok. Ne yazıcı, ne tarayıcı güç alarak çalışmaya başlamadı. Bilgisayar çalışıyordu ama, elektrik kaynağından değil de üzerindeki bataryadan çalışmaya başlamıştı. Birden elektrikle olan bağım kopmuş, araçlarım aç ve susuz kalmıştı. Sinirlerimi bozmadan kabloları tamamlamaya, elektrik sorununu daha sonraya bırakmaya karar verdim. Yazıcının kutusunu kurcaladım ama, yazıcıyı bilgisayar bağlamak için gereken kablo yoktu. Bilgisayar firmasından bana söyledikleri "Yazıcı kablosu yok" bu anlama geliyor olmalıydı. Ben de konuyu bilmediğim için o an ne demek istediklerini anlamamış, kablo yoksa mağazadan alırım diye çok önemsememiştim. Halbuki onların beni uyarmaya çalıştıkları, olmayan kablo öyle her yerde satılmayan, yazıcıyla beraber alınması gereken özel bir bilgisayar kablosuymuş. O olmadan yazıcıya bilgisayar birbirlerini tanımazmış...
Gel de öfkelenme. Eline telefonu alıp insanlara bağırma. Bilgisayarla yazıcı arasında iletişimi sağlayacak kablo olmadan yazıcıya bilgi göndermek ve kağıda bir şey yazmak olanaksız. Bunu bile, bile kablosuz yazıcı satılır mı? Bu ne biçim servis ve satış anlayışı? Tekerleği olmadan araba satmak gibi bir şey... Olur mu? Böyle bir anlayış olur mu?
Yazıcı elektriği olmadan sessizce bilgisayarın yanında dura dursun, giyinip hazırlanmak için yatak odasına geçtim. Akşam İstanbul'a gelen ablamla buluşacaktım. "Sorunla sonra ilgilenirim" diye herşeyi bırakıp evden çıktım.
Yazıcı bilgisayarın yanında, yan gözle ona bakıp duruyordu. Aralarında en ufak bir iletişim yoktu. Nasıl olsun ki? Kablosuz bağlantı ya da iletişim olur mu?
Gitti benim değerli zamanım. Bir çok telefon görüşmesi, sorular, yanıtları, gerekçe diye ileri sürülecek saçma sapan sözcükleri aklıma getirince gülümsedim:
- Ben güncel olamadım ama, sanırım kimse güncel değil...
YAZICI SORUNLARI
Neresinden başlasam acaba? Yazıcı sorunlarını başka bir kitapta mı toplasam? O kadar çok sorunla karşılaştım ki hangisini yazayım, atlamadan nasıl sıraya dizeyim?
Önce kablosuz yazıcımı bilgisayara nasıl bağladığımı anlatayım. Ablamla buluşmaya giderken büyük bir alış veriş merkezinin yakınından geçiyordum. Aklıma geldi. Her şey satılan bu alış veriş merkezlerinde yazıcı kablosu bulabilirdim. İçeriye girip elektronik araç satanlara sordum. Sora, sora bir mağazada bilgisayar ekleri satıldığını öğrendim. Orada, yazıcı kablosu bulunabilirmiş... Sonunda ucuz bir kablo satın aldım. Ablamı ziyaret ederken, elimdeki iki ucu kocaman bağlantı fişleriyle süslü kablonun görüntüsü bir demet çiçek kadar güzel değildi. Kuşkusuz çok da tuhaf görünüyordu... Ablamın, elimdeki kabloya bir anlam veremediği için sorduğu soruları yanıtlamaya çalışırken, onun gözlerinden yok olmayan: "Neden? Niçin?" gibi soruların hayret dolu açıklamasını unutamıyorum.
Eve dönünce, tüm gün sallaya, sallaya elimde taşıdığım kabloyu hemen bilgisayarla yazıcı arasına taktım. Sonra hepsini yeniden açmaya başladım. Önce bilgisayarı, sonra tarayıcıyı, daha sonra da yazıcıyı... Yazıcının elektrikle beslenmediğini ve çalışmaya başlamayacağını biliyordum. Doğal davranış gösterip, benim güç tuşuna dokunmamdan etkilenmedi. Ben de el kitabını açıp okumaya başladım. Yazıcının bataryası varmış. Elektrik olmadığında yazıcıya güç verirmiş. Güzel de benim yazıcı neden çalışmıyor? Batarya neden onu beslemiyor? Hemen yazıcıyı kurcalamaya başladım. İçinde ağır bir parça var mı diye bakındım. Yazıcıda hiçbir ek yoktu. El kitabına dönüp yazıcının bataryasının nerede olabileceğini öğrenmek için resimlere bakmaya başladım. Bir ara bataryanın özelliklerini anlattıkları yeri okurken hangi tür batarya kullanmamamız gerektiğini anlattıklarını gördüm. Ne tuhaf? Hangi tür batarya kullanmayacağımız yazıyordu da hangi türü kullanabileceğimiz belirtilmemişti. Belli ki batarya da kablo gibi yazıcıyla beraber satılmıyor. Mağazadan aldığınız batarya uyumsuz olmasın diye kullanamayacaklarımızı sıralamışlar... Ama hangisini kullanabileceğimiz belli değil...
Batarya olmadığı için güç kaynağını kullanamayan, kablosu olmadığı için bilgisayara bağlanamayan yazıcıyla daha fazla uğraşmamaya karar verdim. Hemen telefona sarılıp yazıcıyı aldığımız kurumu aradım. Bu tür hizmet sunan kurumlarda telefona çıkan kişiye kendinizi tanıtmak, sorununuzu anlatıp doğru kişiye yönlendirmelerini sağlamak sanırım benim yazıcıyı bilgisayara tanıtmaktan daha zor. Önce kimsiniz, ne iş yaparsınız, boyunuz ve kilonuz nedir gibi konuyla ilgisi olmayan ama, veri ambarına eklenecek önemli müşteri bilgilerinden sayılabilecek bir çok tuhaf soruyu yanıtlıyorsunuz. Sonra santraldaki elektronik tek sesli bir müzik dinleyerek, ilgili kişiye bağlanmayı bekliyorsunuz. İlgilinin telefonda ilk sordukları size daha önce sorulanlarla başlıyor. Sabırla onun sorularını yanıtlarken aynı şeyleri ikinci kez anlatmış olduğunuz için sıkılmaya başlıyorsunuz. Ama kimse sorununuz için bir çözüm üretmiyor... İşin içinden çıkamayınca bir başkasına aktarıyor. Bir süre sonra, o kurumda çalışanların tümüne konuyu anlatmış olduğunuz halde hala sonuç alamadığınız için bunalmış durumdasınız. İşte bu ara ya telefon kapanır, ya sizi yeniden operatöre bağlarlar, ya da telefonu bırakıp kendi işlerine devam ederler. Siz de yanıt beklemekten, biri çıkıp "Alo" desin diye ümitlenmekten sıkılıp telefonu kapatırsınız. Kısacası telefonla destek hizmeti, ülkemizde çalışmaz. Kimse size yardımcı olmaz. Ama, sorarsanız telefonla destek verildiğini söylerler...
Bataryanın olmadığını, batarya olmadan yazıcının çalışmadığını sanıyordum. Bu nedenle "Batarya olmalı" dedim ama, hangi tür batarya alınması gerektiğini öğrenemedim... Yazıcı doğrudan elektrikle çalışsa, batarya umurumda bile değil. Çölde arkeolojik kazı yapmayacağım. İstanbul'daki elektrik kesintilerinde yazıcıyı kullanmadan bekleyebilirim. Yeter ki yazıcı çalışsın...
Sonunda bulduk. Kapıcının alıp getirdiği uzatma kablosunda prizlerden biri arızalıymış. Kalitesiz üretimin sonucu... Ben de rastlantıyla yazıcının kablosunu o bozuk prize takmışım. Yazıcı bu nedenle çalışmazmış...
Size, bilgisayar edinirken başımdan geçenleri anlatmaya çalışıyordum. Ama gördüğünüz gibi anlattıklarım kabus gibi ürkütücü olaylar. Düş görmediğimi, bunların tümünü yaşadığımı benim gibi ilk kez bilgisayar kullananlar bilirler. Onlar da ilk günlerde kimseden yardım alamamış olmalılar...
Artık yazıcı aldığımız firmaya durumu ayrıntısıyla anlatabiliyordum. Bir görevli sonunda dayanamayıp "Buraya getirin. Bir de burada inceleyelim" dedi. Ben de çantamı ve yazıcı sırtlanıp firmaya gittim.
Sorunu hemen çözeceklerini düşünüyor olmam çok doğal. Bizim bilgisayarcılara götürdüğümde onlar bilgisayarı deneyip, "Oldu. İsterseniz bir de siz deneyin" diyerek sorunumu gideriyordular. Burada da aynı beklenti içindeydim. Kapıdan içeri girince görevli kimi aradığımı sordu. Elimdeki kutuyu yere bırakıp derin bir soluk aldıktan sonra "Hatice Hanım" dedim. Doğal olarak "Neden? Niçin?" gibi soruları sıraladı. Sorunu öğrenince söylenerek "Buraya niye geldiniz. Bayi'ye götürseydiniz" diyerek yanlış yapmış olduğumu vurguladı. Bu arada Hatice Hanım'ı aramayı ve girişte bir bekleyeni olduğunu söylemeyi de unutmadı. Soğuk davranışlı bayanın, yanılgı içinde olduğumu söylemesindeki gerekçeyi yapıdan ayrılırken daha iyi öğrenecektim. Ama, işin başında davranışının tuhaflığına hiçbir anlam verememiştim...
On beş dakika sonra Hatice Hanım geldi. Beni yeniden dinledi. Aynı şeyleri bin kez anlatmıştım. Bir kez de ona anlattım. Anlattıklarım bitince, beni bir odaya yerleştirdi. Elimdeki çantayı ve kutuyu masaya koydum. "Biraz burada bekleyin. Ben sorununuzu çözecek birini bulayım" dedi ve yanımdan ayrıldı. Bekledim. Boşuna beklemiş olmamak için çevreme bakınıyordum. Gençler çalışıyor görünüyordu ama, bence aralarında çalışmayı seven pek yoktu. Hatice Hanım yanıma geldiğinde bana yardım edecek birilerini bulamadığını, belki teknik servisdekilerin yardımcı olabileceğini söyledi. Çok tuhaf. Bu insanlar bir ürün satıyor ama, destek hizmeti veremiyordular. Otomobil alınca, bir arıza olduğunda servise götürdüğünüzde "Özür dileriz biz size yardımcı olamıyoruz" derlerse ve o aracı sokağa bırakmaktan başka çareniz kalmayınca, ne yaparsanız? Ben de şimdi onu yapmak istiyorum. "Yeter artık" diye bağırmak istiyorum... Bir şirketin ortasında ellerimi havaya kaldırarak yakarmanın gereği yok ama, artık çileden çıkmak üzereyim...
Hatice Hanım'ın gösterdiği merdivenlerden aşağıya inerken, Hatice Hanım yerine gitmek için asansöre binmişti. Dönerek indiğim merdivenlerin sonunda sessiz bir koridorla karşılaştım. Koridorda ilerlerken kapıların üzerindeki etiketleri okuyorum. Sonunda "Teknik Servis" yazısını gördüm. Kapının önünde durdum. Kibarlık olsun diye kapıyı tıkladıktan sonra kolunu çevirip içeri girdim.
Japon'ların suma güreşçiler kadar iri yarı biri masaya oturmuş, yumak olmuş yanaklarının arkasına sakladığı gözlerle bir bana, bir elinde taşıdığım kutuya baktı. Benim boyum olmasa da enimin ondan aşağı kalır yanı olmamasından etkilenmiş görünmedi. Onu rahatsız eden elimdeki kutuydu. Sanırım beyninin yağlanmış kıvrımları arasından dolanan kıvılcımlar önüne "İş" geldiğini uyarmış olmalılar ki, şişman göz kapaklarını açabildiğince aralayıp elimdeki kutuya bakarak ilk tepkisini gösterdi:
- Servis belgeniz var mı? Belge yoksa ben bakmam. Buraya belgesiz cihaz giremez.
Benim yanıt vermeme, niçin geldiğimi söylememe bile zaman bırakmamıştı... Bağırırken titreyen yanaklarına bakıp Divan Otel'indeki jöleli pastaları anımsadım. Başkalarının beğenip beğenmediğini bilmem ama, ben jöleli pastadan oldum olası nefret etmişimdir. Pasta dediğin çikolatalı olmalıdır... Çam yarmasının konuşması bittikten sonra, beni buraya Hatice Hanım'ın gönderdiğini söylemiş olmam da sonucu değiştirmedi. O bir kez çalışmama konusunda kararlı olduğunu vurgulamak istercesine direnmeye "Belge yoksa, iş yok" demeye devam etti.
Teknik Servisten boyum ölçüsünü (boy değil de sanırım enimin ölçüsünü demem daha doğru olurdu) aldıktan sonra, merdivenleri tırmanıp giriş katına çıktım. Artık sinirden dudaklarım titriyordu. Girişteki bayandan bana Hatice Hanım'ı bulmasını istedim ve bekleme koltuklarından birine yerleştim.
Hatice Hanım isteksizliğini adımlarına yansıtmıştı. Her adım atışında "Bana boşuna enerji harcatıyorsun, o yazıcıyı tanıyan kimseyi bulamadım" demek istiyordu. İstemeyerek yanıma geldi. Beni dinledikten sonra gözleri parladı. Bir çözüm bulmuş gibi gözüküyordu. Beni yanına alarak yapıdan çıktık. İki yüksek yapı arasındaki düzlükte durduk. Bana dönüp:
- Biri olabilir. Siz burada bekleyin ben hemen dönerim.
Orada, güneşin altında, beklemeye başladım. On beş dakika, yarım saat bekledim. Ne gelen vardı. Ne de giden. Benim beklemekten vazgeçip geldiğim gibi döneceğimi sanmış olmalılar. Orada usanmadan beklediğimi, yukarıdan pencereden izlemiş olmalı ki Hatice Hanım, insancıl duygularına yenik düşüp yeniden yanıma geldi. Bu kez gözlerinde üzgün olduğunu belli eden bir bakış vardı. Üzüntüsü bana uyguladığı insanlık dışı davranıştan mı kaynaklanıyordu yoksa müdürlerinden biri beni orada beklerken görüp ne aradığımı mı sormuştu, orasını bilemiyorum. Sanırım kadının analık duyguları, ya da müdüründen işittiği azar, onun yeniden yanıma gelmesine neden olmuştu. Yoksa yaşlı bir adama yardım etmek ve bir iş yapmak onun yapısında yoktu. Belki onun gibi düşünen pek çok gençte de bu duygu yoktur. Onlar yaşamın hep gençlik çağında geçeceğini sanıp, yaşlananlara pek ilgi göstermezler... Uzatmayayım, üzülerek söylediği sözlerden, bana yardım edecek kimseyi bulamadığını yinelediğini belirtmek zorundayım. Çok içerlemiştim. Beni bunca saat güneşin altında bekleten insanlara söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Çalışmamak uğruna, iş yapmaktan kaçmak uğruna harcadıkları emeği görüp öfkelenmiştim. Böyle olmamalıydı... Bu düşünceyle ülke istenilen teknolojik düzeye çıkamazdı...
Araca bindiğimde, telefonla bilgisayarcıları aradım. Sesimin tonundan ne kadar üzülmüş olduğumu hemen anladılar. "Bize gelin elimizden gelen yardımı yapalım" dediler. Onların desteği beni kendime getirdi. Ben daha önce de yaptığım gibi bu konuyu işlerim. Sorunu Hatice Hanım'la bitirmem. Gerekirse Genel Müdürlerine ulaşırım. Yurt dışına yazarım. Bu çalışmayan yazıcıyı, ya çalıştırırım, ya çalıştırırım...
YAZICI DEĞİŞİYOR
Başlığı görüp heyecanlanmayın. Evet yazıcı değişecek ama, hiç de kolay olmayacak. Ben yıllar önce Opel arabamı değiştirmiştim. O zaman Opel firması arabamdaki kusurun, kendilerinden kaynaklandığını söylemiş ve ücretsiz değiştirmişti. İnanın bana arabamı değiştirmek için harcadığım zaman, yazıcı değiştirmek için harcadığımdan daha azdı...
Önce yazıcının bataryası olmamasının güç kaynağından yararlanmamasıyla ilgili olmadığını, artık prize takınca yazıcının yeşil ışığının yandığını söylemeliyim. Bu bölümü geçmiştik. Yazıcı hala bilgisayardan bilgi alıp kağıda aktaramıyordu. Yazıcı ayarları bozukmuş...
Elimde telefon, bu ünlü yazıcı firmasının tüm üst görevlilerini aradım. Hepsiyle konuştum. Bana yardım etmeyeceklerse konuyu ABD'deki merkeze ileteceğimi de söyledim. Sonunda biri çıktı ve bana yardım etmeye kalktı. Yazıcıyı alacaklar, yerine yenisini verecektiler. Bu kez yeni yazıcıda batarya da olacaktı. Aradaki fiyat farkını ödemeyi kabul etmiştik. Elimdeki kutuyu depoya götürdüm. Yerine yenisini vereceklerini söylediler. Bu kez de yazışma çıkmazına girdik. Eski irsaliye, yeni fatura ve yeni irsaliye arasında bir döngüdür başladı. Bir belge gidiyor, diğeri geliyordu... Sonunda belgeler üst üste kondu, kocaman bir dosya oluşturuldu. Ve eski yazıcıyı aldılar, yerine hiç kullanılmadığını söyledikleri yeni yazıcıyı verdiler.
Eve gelince kutuyu açtım. Artık sevinmek gibi bir duygu içinde değildim. Her kutu açışımda yüreğim hopluyordu ama, sevinçten değil, korkudan... İçinden ne eksik çıkacak acaba?
Hiç kullanılmamış olduğunu söyledikleri yazıcı kırık köpüklerin içine konulmuştu. Bu kutunun daha önce açılmış olduğu ve köpüklerin sağdan soldan bana verilirken bulunduğu açıktı. Yazıcının sarılı olduğu naylon, barkod etiketiyle tutturulmuştu. Dünyanın hiçbir yerinde naylon örtü böyle tutturulmaz. Barkod etiketini kullanan kişi, beni de kendisi gibi kültür yoksunu biri sanıyor olmalıydı. Kutunun en altında, benim eski yazıcıdan çıkarılmış kartuş duruyordu. Onu, yazıcının altına öylece koymuşdular... Sonuç olarak, kutunun içinden çıkan kullanılmış yazıcıyı, bana "Hiç kullanılmamış yeni yazıcı" diye yutturmaya çalışıyordular. Kırk yıl yurt dışında yaşadım. Binlerce kez ambalaj açtım. Kullanılmamış ve kullanılmış aracı anlamamam olanaksız. Bence, ambalajı yapan "Hiç kullanılmamış" araçla "Kullanmış" araç arasındaki farkı bilmiyor. Beni de kendi gibi sanıyor... Bilse bana bu kutuyu vermezdi... Veremezdi...
Yeniden telefonlara sarıldım. Bu ürünün kullanılmamış olmadığını, tüm kusurlarıyla anlattım. İnsan ya kusurunu kabul etmeli, ya da kusursuz hizmet sunmaya çalışmalı... Bu kez ABD'ye yazı yazmaya kararlı olduğumu söyleyerek öfkeyle telefonu kapattım.
Sinirlerim bozulmuştu. Aşağıda bakkala haber gönderdim. Bana bisküvi göndermesini söyledim. Biraz bisküvi midemdeki asidi alır, kan şekerimi yükseltirdi. Bakkalın çırağı, bir kutu bisküvi getirdi. Kutuyu açtım bir tabağa yerleştirdim. CD çalara "Dört Mevsimi" yerleştirip koltuğa oturdum. Müzik dinlerken bisküvi yemeyi planlıyordum.
Olmadı.
Bir şeyler ters gidince, sanırım her şeyi etkiliyor. Terslikler bitmiyor. Bisküviler kıtır, kıtır ağızda dağılan türden değildi. Yumuşamış, İstanbul'un tüm nemini emmişti. Bir kez kusursuz olma kararı verdim ya, paketin üzerindeki tarihe baktım. Daha son kullanım tarihi geçmemiş. Hemen telefona sarıldım ve fabrikayı aradım.
Müşteri temsilcisi olduğunu söyleyen bayana derdimi anlattım. Çok üzüldüğünü bildirdi. Adresimi alıp fabrikadan bir kutu göndermek istediğini söyledi. Gelecek taze bisküvileri seveceğimi de sözlerine ekledi. Kendisine teşekkür ederken, amacımın suçlamak olmadığını, taze bisküvileri bakkala gönderirlerse, bakkaldan alacağımız taze bisküvilerle bizim daha mutlu olacağımızı anlattım. Bir gün içinde karşılaştığım onca tuhaf davranıştan sonra, insanca yaklaşmayı bilen bir müşteri temsilcisiyle tanışmak beni rahatlaşmıştı.
Gözlerimi kapadım. Günün yorgunluğunu müzik dinleyerek üzerimden atmaya çalıştım...
Müzik bittiğinde kararımı vermiştim: Bu yazıcıyı iade edecektim...
(Devam Edecek)
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.